Allah kimdir ve bilinebilir mi? Bu sorular binlerce yıldır soruluyor. Binlerce yıl sonra da insanların halen merak içinde olması biraz saçma görünüyor. Ne de olsa, Allah Kendisini kişilere ve uluslara sayısız şekillerde ve sayısız durumlarda açıklamış. Denilebilir ki,
“Allah bilinemez, Kendisi hakkında herhangi bir şeyi bildirmek isterse, ancak O’nun dileğine dair olabilir.”
Fakat insanın O’nun yaratıcılığını görebilmesi için güzel ormanlara, dağlara ve sahillere bakması yeterlidir. Bundan başka, Kutsal Kitap’ta Allah’ın karakterini, insanlığa müdahalesini ve ilgisini gösteren tüm öyküler de var. Bu nedenle, sorulması uygun olan sorunun “Allah nasıl bilinebilir?” olduğu görülüyor. Allah’ın Kendisini hem bir bireye, hem de bir ulusa açıkladığı iki kişisel öyküyü görelim.
Oğuz, Konyalı sıradan bir insan. Çocukluğundan beri hep çalışkan biri olmuştu. Başarının ortaya konan çabaya bağlı olduğunu biliyordu. Bu yüzden, ilkokuldan takdirle mezun olup iyi bir lisede burs kazanması ailesini hiç şaşırtmamıştı. Liseden mezun olduktan sonra üniversiteye devam ederek, önce lisans, sonra da lisansüstü eğitimini tamamladı. Maceracı bir ruhla, birkaç yıl yurtdışında çalışmaya karar verdi. Oğuz nereye gittiyse, başarı arkasından izledi. Fakat başarısına rağmen, hayatında eksik bir şey vardı. Kalbindeki yalnızlık duygusunu bir türlü atamıyordu.
Bu yalnızlık psikiyatristin tedavi edebileceği ya da başarının yatıştırabileceği türde bir yalnızlık değildi. Ne kadar para kazan- dığının, gezdiği yerlerin ya da meslektaşlarından aldığı övgülerin de bir önemi yoktu. Karısının bu boşluğu dolduramayacağını da biliyordu. Bunu ilk olarak evlenmeden önce hissettiğini hatırlıyordu. Tüm hede erini gerçekleştirmişti ve yuva kurmaya hazırdı.
Kendi kendine “Kesinlikle” dedi, “bir eş hayatımı tamamlayacaktır!”
Fakat düğünden ve balayından sonra boşluk geri geldi.
Oğuz çıldırıyor olabileceğini ya da psikolojik bir sorunu olduğunu düşündü, bu nedenle bir psikiyatriste gitti. Doktor ona birkaç soru sordu ve bunu tipik bir depresyon vakası olarak teşhis etti. Bir reçete yazdı ve Oğuz’a mutluluk diledi. Fakat ilaç işe yaramadı! Oğuz limitine ulaşmıştı ve buna artık dayanamıyordu. Bir gece yatakta yatarken, Allah’a kendisine yardımcı olması için yalvardı.
“Neyim olduğunu bilmiyorum! Lütfen bana yardım et.”
Oğuz sonunda uyuyakaldı ve ertesi sabah rüyasını yazdı:
“Karanlık bir ormanda toprak bir yolda yürüyordum. Ağaçların dalları yolun üzerinde uzanarak günışığını kesiyordu. Ben ilerledikçe yolun daraldığını hissediyordum. Ağaçların ve çalıların dalları etrafımı kuşatıyorlardı ve sinirlerim bozuluyordu. Üzerime endişe bastırdıkça, kendi kendime yürümeye devam edemeyeceğimi düşünüyordum. Tam o sırada bazı tahtaları eksik olan eski bir köprüye geldim. Oradan geçmem gerektiğini biliyordum, fakat korkuyordum. Vadinin tabanını göremiyordum ve düşmek istemiyordum.
Birdenbire, köprünün diğer tarafında beyaz giysili bir adam belirdi. Şöyle dedi:
“Korkma! Karşıya geçmene yardım edeceğim.”
Sonra bu yakaya geldi, elimi tuttu ve beni diğer yakaya geçirdi. Korktuğum gibi, yol eskisinden daha iyi görünmüyordu. Fakat ben ağzımı dahi açmadan, beyazlı adam şunları söyledi:
“Endişe etme! Köprüden geçmene yardım ettiğim gibi, yolda da yardımcın olacağım!”
O’nun yanında hissettiğim huzuru tarif edemem. Tüm söyleyebileceğim, artık yalnız olmadığım!”
Kutsal Kitap’ta, İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un torunlarının kendilerini yalnız hissettikleri bir zaman vardı. Mısır’da köle olarak yaşıyorlardı ve Allah’ın verdiği anayurt vaatleri hayal bile edilemezdi. Kırbacın her darbesinde, kendi zamanlarının en güçlü hükümdarının, Mısır Firavunu’nun malları olduklarını hatırlıyor- lardı. Fakat Allah onları bu yalnızlık içinde tek başlarına bırakmadı. Onların özgürlük ve adalet için feryatlarını duymuştu ve Kendisini açıklamaya karar verdi. Musa ve kardeşi Harun aracılığıyla, onlara vaatlerini tuttuğunu ve her insandan ve tüm sahte tanrılardan daha kudretli olduğunu gösterecekti.
Böylece Musa, çölde kardeşi Harun’la buluştuktan sonra Mısır’a döndü ve İsrail’in ihtiyarlarına Allah’ın, Yahve’nin6 feryatlarını işittiğini anlattı. Sevinç çığlıkları dindiğinde, başlarını eğerek atalarının Yaratıcı’sı ve Allah’ına ibadet ettiler. Ortam hazırlanmıştı. İbraniler kurtarılmaya hazırdılar. Peki, ravun Allah’ın planına ne tepki gösterecekti? Öyküye Mısır’dan Çıkış 5. bölümden devam edelim:
1 Sonra Musa’yla Harun ravuna gidip şöyle dediler: “İsrail’in Tanrısı RAB diyor ki, ‘Halkımı bırak gitsin, çölde bana bayram yapsın.’” Firavun, “RAB kim oluyor ki, O’nun sözünü dinleyip İsrail halkını salıvereyim?” dedi. “RAB’bi tanımıyorum. İsrail- lilerin gitmesine izin vermeyeceğim.” 3 Musa’yla Harun, “İbranilerin Tanrısı bizimle görüştü” diye yanıtladılar, “İzin ver, Tanrımız RAB’be kurban kesmek için çölde üç gün yol alalım. Yoksa bizi salgın hastalık ya da kılıçla cezalandırabilir.” 4 Mısır Firavunu, “Ey Musa ve Harun, niçin halkı işinden alıkoyuyorsunuz? Siz de işinizin başına dönün” dedi, 5 “Bakın, halkınız Mısırlılardan daha kalabalık, oysa siz onların işini engellemeye çalışıyorsunuz.” 6 Firavun o gün angaryacılara ve halkın başındaki görevlilere buyruk verdi: 7 “Kerpiç yapmak için artık halka saman vermeyeceksiniz. Gitsinler, kendi samanlarını kendileri toplasınlar. 8 Önceki gibi aynı sayıda kerpiç yapmalarını isteyin, kerpiç sayısını azaltmayın. Çünkü tembel insanlardır; bu yüzden, ‘Gidelim, Tanrımıza kurban keselim’ diye bağrışıyorlar. 9 İşlerini ağırlaştırın ki, meşgul olsunlar, yalan sözlere kulak asmasınlar.”
“RAB kim oluyor ki, O’nun sözünü dinleyeyim?” Ne kadar da azametli bir ifade! Firavunun Tek Gerçek Tanrı, Yaratıcı, Koruyucu ve Rüyaları Açıklayan hakkında bilgi sahibi olmaması ihtimal dışı. Mısır dünyanın geri kalanından soyutlanmış değildi, İbrahim’in Allah’ıyla deneyimleri yok da değildi. Hatırlarsanız, Yusuf’un önceki ravunlardan birinin rüyasını yorumlamasını sağlayarak Mısır’ı kurtaran da Allah’tı. Bu olay Allah’ın geleceğe ilişkin bilgisi ile insanlığa olan ilgisini ortaya koymakla kalmamış, ayrıca Yakup’un ailesinin Mısır’a gelmesini de sağlamıştı. Hayır, bu durum Allah’ı tanımamaktan çok, O’na teslim olmayı istememekle ilgiliydi! İnsanların günümüzde de aynı şeyleri yapmaya devam ettiklerini görmek üzücü. Ancak ravun Allah’ı inkâr etmekle kalmadı, İbraniler’i cezalandırarak O’na meydan okumaya da cüret etti. İsrail oğullarının işlerinin zorlaştırılması talimatını verdi.
Feryatları artarak göğe yükseldiğinde, Allah onları işitti ve Musa’yı bir kez daha ravuna gönderdi. Musa bu kez ravunun inatçılığına karşı sert bir uyarıyla geldi. Allah’a itaat etmemesi halinde, Mısır’ın tümü O’nun gücüne ve yargısına tanık olmakla kalmayacak, ayrıca hiçbir zaman O’nun kim olduğunu bilmediklerini ileri süremeyeceklerdi! Öyküye Mısır’dan Çıkış 7. bölüm, 10–13 ayetlerinde devam edelim:
10 Böylece Musa’yla Harun ravunun yanına gittiler ve RAB’bin buyurduğu gibi yaptılar. Harun değneğini ravunla görevlilerinin önüne attı. Değnek yılan oluverdi. 11 Bunun üzerine ravun kendi bilgelerini, büyücülerini çağırdı. Mısırlı büyücüler de büyüleriyle aynı şeyi yaptılar. 12 Her biri değneğini attı, değnekler yılan oldu. Ancak Harun’un değneği onların değneklerini yuttu. 13 Yine de, RAB’bin söylediği gibi ravun inat etti ve Musa’yla Harun’u dinlemedi.
Bu, Firavunun tanık olduğu pek çok mucizenin birincisiydi. Çoğu insan böyle bir olayla karşılaştığında hayrete düşer ve korkar. Fakat kendisini tanrı olarak gören ravun, titremedi bile. Büyücülerinin bu tür şeyleri yaptıklarını daha önce çok kereler görmüştü. Bu yüzden, onları gizli ilimlerini icra etmek üzere çağırdı. Ancak iki ilginç olay meydana geldi. Birincisi, Kutsal Kitap onların Allah’ın yaptığını tersine çevirmeye çalıştıklarını söylemiyor, onu yalnızca taklit ettiler. İkinci olarak, gösterdikleri mucize Allah’ın yaptığının yarısı kadar bile güçlü değildi, zira yılanları yok edildi. Yalnızca bu olay bile Firavunu Yahve’nin büyüden daha güçlü olduğuna ikna etmeliydi, fakat etmedi.
On farklı olayda, Allah Musa’yı tekrar tekrar Firavun’a gönderdi. Her bir olayda, yalnızca doğa üzerindeki gücünü değil, bir Mısır tanrısı üzerindeki gücünü de gösteriyordu. Gücünün ve yargısının ilk açıklaması, Mısır’ın hayat kaynağı üzerinde oldu. Bundan sonra neler olduğunu görmek için Mısır’dan Çıkış 7. bölüm, 20–25 ayetlerine bakalım:
20 Musa’yla Harun RAB’bin buyurduğu gibi yaptılar. Harun ravunla görevlilerinin gözü önünde değneğini kaldırıp ırmağın sularına vurdu. Bütün sular kana dönüştü. 21 Irmaktaki balıklar öldü, ırmak kokmaya başladı. Mısırlılar ırmağın suyunu içemez oldular. Mısır’ın her yerinde kan vardı. 22 Mısırlı büyücüler de kendi büyüleriyle aynı şeyi yaptılar. RAB’bin söylediği gibi ravun inat etti ve Musa’yla Harun’u dinlemedi. 23 Olanlara aldırmadan sarayına döndü. 24 Mısırlılar içecek su bulmak için ırmak kıyısını kazmaya koyuldular. Çünkü ırmağın suyunu içemiyorlardı. 25 RAB’bin ırmağı vurmasının üzerinden yedi gün geçti.
Günümüzde Mısır halen Nil’in yaşam kaynağı olan sularına bağımlı. Fakat birkaç bin yıl önce, onsuz varlıklarını sürdüremezlerdi. Irmak kıyısı boyunca sıralanan ağaçlar serbestçe oradan sulanıyor, çiftçi- ler tarlalarını sulamak için onun zengin mineralli sularına ihtiyaç duyuyorlardı. Gözlerinizi kapatırsanız, ağlarını atan balıkçıları ve inşaat alanlarına taş ocaklarından kayalar getiren büyük mavnaları hayal edebilirsiniz. Mısırlıların nehre huşu ve hayretle bakmalarına şaşmamalı. Fakat sorun, onların Yaratıcı’ya değil de yaratılana tapınmalarıydı. Böylece Allah Nil’in sularını kana çevirdiğinde, onlara nehri ve dolayısıyla hayatlarını kontrol altında tutanın Nil tanrısı Hapi değil, Kendisi olduğunu göstermiş oldu. Ancak ravun, bu doğaüstü eyleme rağmen, İbraniler’i serbest bırakmayı reddetti. Mısır’dan Çıkış 8. bölüm, 1–15 ayetlerini okuyalım:
1 RAB Musa’ya şöyle dedi: “Firavunun yanına git ve ona de ki, ‘RAB şöyle diyor: Halkımı salıver, bana tapsınlar. 2 Eğer halkımı salıvermeyi reddedersen, bütün ülkeni kurbağalarla cezalandıracağım. 3 Irmak kurbağalarla dolup taşacak. Kur- bağalar çıkıp sarayına, yatak odana, yatağına, görevlilerinin ve halkının evlerine, fırınlarına, hamur teknelerine girecekler. 4 Senin, halkının, bütün görevlilerinin üstüne sıçrayacaklar.’ 5 “Harun’a de ki, ‘Elindeki değneği ırmakların, kanalların, havuzların üzerine uzatıp kurbağaları çıkart; Mısır’ı kurbağalar kaplasın.’” 6 Böylece Harun elini Mısır’ın suları üzerine uzattı; kurbağalar çıkıp Mısır’ı kapladı. 7 Ancak büyücüler de kendi büyüleriyle aynı şeyi yaptılar ve ülkeye kurbağaları saldılar. 8 Firavun Musa’yla Harun’u çağırtıp, “RAB’be dua edin, benim ve halkımın üzerinden kurbağaları uzaklaştırsın” dedi, “O zaman halkınızı RAB’be kurban kessinler diye salıvereceğim.” 9 Musa, “Sen karar ver” diye karşılık verdi, “Bunu sana bırakıyorum. Kurbağalar senden ve evlerinden uzak dursun, yalnız ırmakta kalsınlar diye senin, görevlilerin ve halkın için ne zaman dua edeyim?” 10 Firavun, “Yarın” dedi. Musa, “Peki, dediğin gibi olsun” diye karşılık verdi, “Böylece bileceksin ki, Tanrımız RAB gibisi yoktur. 11 Kurbağalar senden, evlerinden, görevlilerinden, halkından uzaklaşacak, yalnız ırmakta kalacaklar.” 12 Musa’yla Harun ravunun yanından ayrıldılar. Musa RAB’bin ravunun başına getirdiği kurbağa belası için RAB’be feryat etti. 13 RAB Musa’nın isteğini yerine getirdi. Kurbağalar evlerde, avlularda, tarlalarda öldüler. 14 Kurbağaları yığın yığın topladılar. Ülke kokudan geçilmez oldu. 15 Ancak ravun ülkenin rahatladığını görünce, RAB’bin söylediği gibi inatçılık etti ve Musa’yla Harun’u dinlemedi.
Kurbağalar kutsal olarak görülüyorlardı. Kimi tarihçilere göre, bunlardan birini öldüren ölüm cezasına çarptırılırdı. Bebeklere yaşam nefesini veren ve doğum sırasında kadınları koruyan kurbağa başlı tanrıça Hekt’in simgesiydiler. Fakat Allah’tan gönderilen kurbağalar, Firavun’un kendilerine gösterdiği saygıyı ona göstermediler. Evine, yatak odasına, hatta yemek kaplarına kadar girdiler. Bir anlamda, Allah’ın yaşamlarımızın her alanına erişebilmesinin bir simgesiydiler.
Firavun başlangıçta fikrini değiştirir gibi yaptı, fakat sonunda gerçek niyetini belli etti. Büyücülerin Allah’ın mucizesini taklit etme kabiliyetinden bir kez daha cesaret alarak, onları serbest bırakmayı reddetti. Ancak kabul ettiği bir şey vardı, Mısır’ın başına gelen felâketi yalnızca Allah giderebilirdi. Hekt’e adanan tüm kurbanların ve duaların boşuna olduğu anlaşılmıştı. Fakat Musa Allah’la konuştuğunda, Allah onu dinledi ve kurbağaları dağıttı. Şimdi Firavun yalnızca Allah’ın duaya yanıt verebileceğini biliyordu. Ancak onu ikna etmeye bu da yetmedi. Sivrisinek sürüsünün krini değiştirip değiştirmediğini görmek için 16–19 ayetlerini okuyalım.
16 RAB Musa’ya şöyle dedi: “Harun’a de ki, ‘Değneğini uzatıp yere vur, yerdeki toz sivrisineğe dönüşsün, bütün Mısır’ı kaplasın.’” 17 Öyle yaptılar. Harun elindeki değneği uzatıp yere vurunca, insanlarla hayvanların üzerine sivrisinekler üşüştü. Mısır’da yerin bütün tozu sivrisineğe dönüştü. 18 Büyücüler de kendi büyüleriyle tozu sivrisineğe dönüştürmek istedilerse de başaramadılar. İnsanların, hayvanların üzerini sivrisinek kapladı. 19 Büyücüler ravuna, “Bu işte Tanrı’nın parmağı var” dediler. Ne var ki, RAB’bin söylediği gibi ravun inat etti, Musa’yla Harun’u dinlemedi.
Büyücülerin tüm çabalarının boşa çıkması an meselesiydi. Güçlerinin gerçekte aldatıcı yanılsamalar olduğunu ve herkesi yalnızca bir müddet kandırabileceklerini biliyorlardı. Bu müddetin sonu gelmişti ve Allah’ın yaptıklarını taklit edemediklerinde, Allah’ın kendilerinden daha güçlü olduğunu itiraf ettiler. Fakat Firavun dinlemiyordu. Böylece Allah, gördükleri her şeyden daha beter olan bir atsineği sürüsü gönderdi. Bir kez daha, bir Mısır tanrısı güçsüz kaldı!
Firavunun aklından neler geçmiş olabilir? Bu tanrıları biliyor, onlara ibadet ederek saygı gösteriyor ve onların denetim sahibi olduklarını düşünüyorlardı. Fakat gerçek olduğunu sandıkları şeyin yalan olduğu ortaya çıkmıştı! Khepri’nin muskaları ve heykelleri sessizdi, onun güya kontrol altında tuttuğu böcekler ise etrafta kaynıyor, vızıldıyor, Mısırlıları ısırarak onlara eziyet ediyorlardı. Dindarların yardımcısı ve rüzgâr tanrısı yüce Amon neredeydi, neden bu belayı üfürüp götürmüyordu? Koruyucu tanrıça Mafdet ile gözetici tanrı Sed neredeydiler? Sessizdiler, çünkü yoktular!
Fakat İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Allah’ı vardı ve tam bu beladan önce olaylar hayret verici bir şekilde beklenmedik bir yönde gelişti. Allah İbraniler ile Mısırlılar’ı birbirinden ayırdı.
İbraniler suya dönen kanın, kurbağaların ve sivrisineklerin etkisini hissettilerse de; atsinekleri onları etkilemedi. Hatta geri kalan belaların hiçbirinden etkilenmeyeceklerdi. Allah, Kendi halkını koruduğunu Firavunun görmesini ve anlamasını istiyordu. Mısır’dan Çıkış 9. bölüm, 1–7 ayetlerinden devam edelim:
1 RAB Musa’ya şöyle dedi: “Firavunun yanına git ve ona de ki, ‘İbraniler’in Tanrısı RAB şöyle diyor: Halkımı salıver, bana tapsınlar. 2 Salıvermeyi reddeder, onları tutmakta diretirsen, 3 RAB’bin eli kırlardaki hayvanlarınızı –atları, eşekleri, develeri, sığırları, davarları– büyük kırıma uğratarak sizi cezalandıracak. 4 RAB İsrailliler’le Mısırlılar’ın hayvanlarına farklı davranacak. İsrailliler’in hayvanlarından hiçbiri ölmeyecek.’” 5 RAB zamanı da belirleyerek, “Yarın ülkede bunu yapacağım” dedi. 6 Ertesi gün RAB dediğini yaptı: Mısırlılar’ın hayvanları büyük çapta öldü. Ama İsrailliler’in hayvanlarından hiçbiri ölmedi. 7 Firavun adam gönderdi, İsrailliler’in bir tek hayvanının bile ölmediğini öğrendi. Öyleyken, inat etti ve halkı salıvermedi.
Sizi ikna etmesi için ne gerekirdi? Bu noktaya kadar Firavun halkına yalnızca sıkıntı getirmişti. Nil normale dönmüştü ve kurbağalar, sivrisinekler ve atsinekleri gitmiştiler. Ancak bu beladan başlayarak, etkiler daha uzun süreli olacaktı. Ayrıca bu bela yalnızca hayvan sürülerini kırmakla kalmadı, aynı zamanda Mısır panteonunun (tüm tanrılar) önemli bir şahsiyetine ve simgesine darbe vurdu. Boğa ve koç kutsal sayılırdı ve çoğunlukla Apis, Nut, Neith, Hathor ve Khnum gibi tanrıları tasvir etmek için kullanılırlardı. Mısırlılar ibadet ettikleri hayvanların ölmeye başladığını ve onları temsil eden tanrıların bunu durduramadığını gördüklerinde, korkunç bir şey olduğunu anladılar. Neler olduğunu görmek için 8–12. ayetlerine bakalım:
8 RAB Musa’yla Harun’a, “Yanınıza iki avuç dolusu ocak kurumu alın” dedi, “Musa kurumu ravunun önünde göğe doğru savursun. 9 Kurum bütün Mısır’ın üzerinde ince bir toza dönüşecek; ülkenin her yanındaki insanların, hayvanların bedenlerinde irinli çıbanlar çıkacak.” 10 Böylece Musa’yla Harun ocak kurumu alıp ravunun önünde durdular. Musa kurumu göğe doğru savurdu. İnsanlarda ve hayvanlarda irinli çıbanlar çıktı. 11 Büyücüler çıbandan ötürü Musa’nın karşısında duramaz oldular. Çünkü bütün Mısırlılarda olduğu gibi onlarda da çıbanlar çıkmıştı. 12 RAB ravunu inatçı yaptı, RAB’bin Musa’ya söylediği gibi, ravun Musa’yla Harun’u dinlemedi.
Bu çok korkunç bir hastalık olmalı. Kutsal Kitap, büyücülerin Musa’nın karşısında bile duramadıklarını söylüyor. Bedenlerini kazıyıp kaşıyarak, acı içinde feryat ederlerken, Sekhmet (hastalıklara karşı koruyucu), İmhotep (tıp tanrısı) ve İsis’in (yaşam ve şifa tanrıçası) neden onlara yardımcı olmadığını merak etmiş olmalılar. Yahve İbraniler’i koruyordu, O da pek çok tanrıdan biri değil miydi?
Musa bir kez daha ravuna giderek onu uyardı. Allah’ı dinlemezse, Mısır üzerine dolu felâketi yağacaktı. Tarlalarda kalan her şey kesinlikle yok olacaktı. Fakat Firavun’un kalbi katılaştıkça katılaştı ve dolu yağdı.
Bazı kişiler derslerini zor yoldan alır, anlaşılan Firavun da bunlardan biriydi. İnatçılığı hayvan sürülerinin, şimdi de ekinlerin büyük kısmının yok olmasına neden oldu. Elinin altında bu kadar büyük güç bulunduran ve böylesi bilgiye sahip bir adamın bu kadar aptal olduğuna inanmak zor. Kazanamayacağı bir savaşı sürdürdüğünün farkına varmalıydı. O noktaya dek Allah’ı hüküm vermekten hiçbir şey alıkoyamamıştı, her beladan kurtuluşu getiren ise yalnızca Musa’nın araya girmesi olmuştu. Gök tanrıçaları Nut ile Hathor; gök tanrısı Horus; hava tanrısı ve göğün taşıyıcısı Şu; fırtına tanrısı ve ekinlerin koruyucusu Seth; hububatların tanrısı Neper; hayatın ve bitkilerin hakimi Osiris; hayat tanrıçası İsis; ve yukarıda adı geçen tüm sığır ve davar ilahları, Allah’ın önünde güçsüz çıkmışlardı. Buna rağmen Firavun İbraniler’i serbest bırakmıyordu.
Allah’ın, tıpkı Kutsal Kitap’ın dediği gibi, Firavun’u yok ederek halkının Mısır’ı ele geçirmesine izin verebileceği de dikkate değerdir. Fakat O, Firavun’a yalnızca Kendisini tanıma şansını değil, tüm dünyaya tanıtma fırsatını da verdi. Allah Firavun’a ne istediğini bildirdi, onu olacaklara dair uyardı ve itaat etmesi için fırsat verdi. Ancak Firavun bununla hiç ilgilenmiyordu.
Musa bu beladan sonra bir kez daha Firavuna giderek onu uyardı. Firavunun Allah’ın isteğine boyun eğmemesi durumunda, geride kalan ne kadar bitki varsa çekirgeler tarafından yok edileceğini açıkça bildirdi. Fakat Firavun hâlâ Allah’ı dinlemiyordu. İbraniler’in Mısır’ı terk etmelerine izin vermedi. Öykünün devamını Mısır’dan Çıkış 10. bölüm, 21–29 ayetlerinden okuyalım:
21 RAB Musa’ya, “Elini göğe doğru uzat” dedi, “Mısır’ı hissedilebilir bir karanlık kaplasın. 22 Musa elini göğe doğru uzattı, Mısır üç gün koyu karanlığa gömüldü. 23 Üç gün boyunca kimse kimseyi göremez, yerinden kımıldayamaz oldu. Yalnız İsrailliler’in yaşadığı yerler aydınlıktı. 24 Firavun Musa’yı çağırttı. “Gidin, RAB’be tapın” dedi, “Yalnız davarlarınızla sığırlarınız alıkonacak. Çoluk çocuğunuz sizinle birlikte gidebilir.” 25 Musa, “Ama Tanrımız RAB’be kurban kesmemiz için bize kurbanlık ve yakmalık sunular da vermelisin” diye karşılık verdi, 26 “Hayvanlarımızı da yanımıza almalıyız. Bir tırnak bile kalmamalı burada. Çünkü Tanrımız RAB’be tapmak için bazı hayvanları kullanacağız. Oraya varmadıkça hangi hayvanları RAB’be sunacağımızı bilemeyiz.” 27 Ancak RAB Firavunu inatçı yaptı, Firavun İsrailliler’i salıvermeye yanaşmadı. 28 Musa’ya, “Git başımdan” dedi, “Sakın bir daha karşıma çıkma. Yüzümü gördüğün gün ölürsün.” 29 Musa, “Dediğin gibi olsun” diye karşılık verdi, “Bir daha yüzünü görmeyeceğim.”
Mısır’ı karanlık sardığında ve güneşin ışınları bunu delip geçemediğinde, Firavun’un kalbini de karanlık kaplamış olmalı. Kızgın ve üzüntülüydü, hüsrana uğramıştı. Yahve, tüm Mısır tanrılarından, hatta Güneş Tanrısı Ra’dan bile daha kudretli olduğunu göstermişti. Pek çoğumuz, hiçbir zaman Firavun gibi olmayacağımızı düşünmek isteriz. Ancak gurur, bencillik, ayartı ve güç arzusu, insanlara tuhaf şeyler yaptırır. Çoğumuzun her gün, Firavun’un yaptığı şeyleri yapmakta olması mümkün mü? Allah’ın bilinemeyeceğini sanarak, ya da O’nun bize gösterdiği şeyleri göz ardı ederek hayatlarımızı yaşıyoruz. Kimi zaman Allah’a, ilk kez bir lle karşılaşan dört körden biri gibi yaklaşıyoruz.
Filin nasıl bir yaratık olduğunu anlamak için ona dokunmaya karar vermişler. Birinci kör, lin arka bacağını yoklayarak şöyle demiş:
“Fil bir ağaca benziyor.”
İkinci kör, hortumunu yoklayarak şunları söylemiş:
“Fil bir yılana benziyor.”
Üçüncü kör, kuyruğunu yoklayarak eklemiş:
“Fil bir halata benziyor.”
Ancak dördüncü kör le dokunmamış bile, çünkü korkmuş. Hiçbiri fıli doğru bir şekilde tanımlayamamış, çünkü her biri fıli yalnızca bir yönüyle incelemiş ve dördüncüsü ise denememiş bile.
Firavun ve dördüncü kör gibi, bazılarımız da Allah’ın nasıl olduğunu bilmek istemiyor, ya da O’nun bilinemeyeceğine dair mazeretler ileri sürüyor. Fakat bu öyküyü okuduktan sonra Allah’ın Kendisi’ni insanlıktan gizlemediği ve kim olduğunu bildirmek için tüm yolları kullandığı belli oluyor. İradesini açıkladı, gücünü ve kudretini gösterdi ve karakterini Firavun’a bildirdi. Doğayı denetim altında tuttuğunu, yalnızca Kendisi’nin ibadet edilmeye lâyık olduğunu, eyleme geçmeden önce uyarı verdiğini, halkını koruduğunu ve vaatlerini yerine getirdiğini kanıtladı. Ancak öykü bitmedi ve Allah’ın gücü tükenmedi. Takip eden olayların açıkladığı üzere, Allah’ın bilinebileceği gitgide daha iyi anlaşılacak!
Tartışma Soruları
1. Sizce Firavun Allah’a neden bu kadar uzun bir süre karşı koydu?
2. Allah’ın Kendisi’ni bize tanıttığı başka yollar düşünebiliyor musunuz?
3. Allah neden İbraniler’in ilk birkaç belayı yaşamalarına izin verdi de, sonrakilerden onları korudu?
4. Sizce Allah neden İbraniler’in Kendi kudretine tanık olmalarını istedi?
5. “Allah Firavun’un yüreğini katılaştırdı” (yeni çeviride: “Firavunu inatçı yaptı”) ne anlama gelir?
6. Sizi Allah’ı tanımaktan alıkoyan nedir?
7. Firavun, yaptığı seçimlerle ulusunun kaderini değiştirdi. Allah, mucizevî eylemlerle bir ulusun kaderini değiştirdi.
Sizce Allah sizin kaderinizi değiştirebilir mi? Neden?
6 Yüce Yaratıcı’yı ifade eden ve İbranice y, h, v, h har erinin bu sırayla diziminden oluşan bu adın muntazam telaffuzu, İbrani alfabesinde sesli har erin bulunmaması ve Mısır’dan Çıkış 20:7 ayetinin sert bir şekilde yorumlanmasından ötürü yüzlerce yıl boyunca söylenmekten kaçınılması nedeniyle unutulmuştur (bu adın geçtiği yerlerde “Rab” anlamına gelen “Adonay” sözcüğü okunur). Kutsal Kitap’ın Türkçe yeni çevirisinde Mısır’dan Çıkış 3:15 ve takip eden ayetlerde “Yahve” telaffuzu tercih edilmiş, eski çeviride ve başka kaynaklarda “Yehova” ya da “Yahova” şeklinde ifade edildiği de görülebilir. Ayrıca yeni çeviride Mısır’dan Çıkış 3:15 ayetinin dipnotuna bakın.
“Allah bilinemez, Kendisi hakkında herhangi bir şeyi bildirmek isterse, ancak O’nun dileğine dair olabilir.”
Fakat insanın O’nun yaratıcılığını görebilmesi için güzel ormanlara, dağlara ve sahillere bakması yeterlidir. Bundan başka, Kutsal Kitap’ta Allah’ın karakterini, insanlığa müdahalesini ve ilgisini gösteren tüm öyküler de var. Bu nedenle, sorulması uygun olan sorunun “Allah nasıl bilinebilir?” olduğu görülüyor. Allah’ın Kendisini hem bir bireye, hem de bir ulusa açıkladığı iki kişisel öyküyü görelim.
Oğuz, Konyalı sıradan bir insan. Çocukluğundan beri hep çalışkan biri olmuştu. Başarının ortaya konan çabaya bağlı olduğunu biliyordu. Bu yüzden, ilkokuldan takdirle mezun olup iyi bir lisede burs kazanması ailesini hiç şaşırtmamıştı. Liseden mezun olduktan sonra üniversiteye devam ederek, önce lisans, sonra da lisansüstü eğitimini tamamladı. Maceracı bir ruhla, birkaç yıl yurtdışında çalışmaya karar verdi. Oğuz nereye gittiyse, başarı arkasından izledi. Fakat başarısına rağmen, hayatında eksik bir şey vardı. Kalbindeki yalnızlık duygusunu bir türlü atamıyordu.
Bu yalnızlık psikiyatristin tedavi edebileceği ya da başarının yatıştırabileceği türde bir yalnızlık değildi. Ne kadar para kazan- dığının, gezdiği yerlerin ya da meslektaşlarından aldığı övgülerin de bir önemi yoktu. Karısının bu boşluğu dolduramayacağını da biliyordu. Bunu ilk olarak evlenmeden önce hissettiğini hatırlıyordu. Tüm hede erini gerçekleştirmişti ve yuva kurmaya hazırdı.
Kendi kendine “Kesinlikle” dedi, “bir eş hayatımı tamamlayacaktır!”
Fakat düğünden ve balayından sonra boşluk geri geldi.
Oğuz çıldırıyor olabileceğini ya da psikolojik bir sorunu olduğunu düşündü, bu nedenle bir psikiyatriste gitti. Doktor ona birkaç soru sordu ve bunu tipik bir depresyon vakası olarak teşhis etti. Bir reçete yazdı ve Oğuz’a mutluluk diledi. Fakat ilaç işe yaramadı! Oğuz limitine ulaşmıştı ve buna artık dayanamıyordu. Bir gece yatakta yatarken, Allah’a kendisine yardımcı olması için yalvardı.
“Neyim olduğunu bilmiyorum! Lütfen bana yardım et.”
Oğuz sonunda uyuyakaldı ve ertesi sabah rüyasını yazdı:
“Karanlık bir ormanda toprak bir yolda yürüyordum. Ağaçların dalları yolun üzerinde uzanarak günışığını kesiyordu. Ben ilerledikçe yolun daraldığını hissediyordum. Ağaçların ve çalıların dalları etrafımı kuşatıyorlardı ve sinirlerim bozuluyordu. Üzerime endişe bastırdıkça, kendi kendime yürümeye devam edemeyeceğimi düşünüyordum. Tam o sırada bazı tahtaları eksik olan eski bir köprüye geldim. Oradan geçmem gerektiğini biliyordum, fakat korkuyordum. Vadinin tabanını göremiyordum ve düşmek istemiyordum.
Birdenbire, köprünün diğer tarafında beyaz giysili bir adam belirdi. Şöyle dedi:
“Korkma! Karşıya geçmene yardım edeceğim.”
Sonra bu yakaya geldi, elimi tuttu ve beni diğer yakaya geçirdi. Korktuğum gibi, yol eskisinden daha iyi görünmüyordu. Fakat ben ağzımı dahi açmadan, beyazlı adam şunları söyledi:
“Endişe etme! Köprüden geçmene yardım ettiğim gibi, yolda da yardımcın olacağım!”
O’nun yanında hissettiğim huzuru tarif edemem. Tüm söyleyebileceğim, artık yalnız olmadığım!”
Kutsal Kitap’ta, İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un torunlarının kendilerini yalnız hissettikleri bir zaman vardı. Mısır’da köle olarak yaşıyorlardı ve Allah’ın verdiği anayurt vaatleri hayal bile edilemezdi. Kırbacın her darbesinde, kendi zamanlarının en güçlü hükümdarının, Mısır Firavunu’nun malları olduklarını hatırlıyor- lardı. Fakat Allah onları bu yalnızlık içinde tek başlarına bırakmadı. Onların özgürlük ve adalet için feryatlarını duymuştu ve Kendisini açıklamaya karar verdi. Musa ve kardeşi Harun aracılığıyla, onlara vaatlerini tuttuğunu ve her insandan ve tüm sahte tanrılardan daha kudretli olduğunu gösterecekti.
Böylece Musa, çölde kardeşi Harun’la buluştuktan sonra Mısır’a döndü ve İsrail’in ihtiyarlarına Allah’ın, Yahve’nin6 feryatlarını işittiğini anlattı. Sevinç çığlıkları dindiğinde, başlarını eğerek atalarının Yaratıcı’sı ve Allah’ına ibadet ettiler. Ortam hazırlanmıştı. İbraniler kurtarılmaya hazırdılar. Peki, ravun Allah’ın planına ne tepki gösterecekti? Öyküye Mısır’dan Çıkış 5. bölümden devam edelim:
1 Sonra Musa’yla Harun ravuna gidip şöyle dediler: “İsrail’in Tanrısı RAB diyor ki, ‘Halkımı bırak gitsin, çölde bana bayram yapsın.’” Firavun, “RAB kim oluyor ki, O’nun sözünü dinleyip İsrail halkını salıvereyim?” dedi. “RAB’bi tanımıyorum. İsrail- lilerin gitmesine izin vermeyeceğim.” 3 Musa’yla Harun, “İbranilerin Tanrısı bizimle görüştü” diye yanıtladılar, “İzin ver, Tanrımız RAB’be kurban kesmek için çölde üç gün yol alalım. Yoksa bizi salgın hastalık ya da kılıçla cezalandırabilir.” 4 Mısır Firavunu, “Ey Musa ve Harun, niçin halkı işinden alıkoyuyorsunuz? Siz de işinizin başına dönün” dedi, 5 “Bakın, halkınız Mısırlılardan daha kalabalık, oysa siz onların işini engellemeye çalışıyorsunuz.” 6 Firavun o gün angaryacılara ve halkın başındaki görevlilere buyruk verdi: 7 “Kerpiç yapmak için artık halka saman vermeyeceksiniz. Gitsinler, kendi samanlarını kendileri toplasınlar. 8 Önceki gibi aynı sayıda kerpiç yapmalarını isteyin, kerpiç sayısını azaltmayın. Çünkü tembel insanlardır; bu yüzden, ‘Gidelim, Tanrımıza kurban keselim’ diye bağrışıyorlar. 9 İşlerini ağırlaştırın ki, meşgul olsunlar, yalan sözlere kulak asmasınlar.”
“RAB kim oluyor ki, O’nun sözünü dinleyeyim?” Ne kadar da azametli bir ifade! Firavunun Tek Gerçek Tanrı, Yaratıcı, Koruyucu ve Rüyaları Açıklayan hakkında bilgi sahibi olmaması ihtimal dışı. Mısır dünyanın geri kalanından soyutlanmış değildi, İbrahim’in Allah’ıyla deneyimleri yok da değildi. Hatırlarsanız, Yusuf’un önceki ravunlardan birinin rüyasını yorumlamasını sağlayarak Mısır’ı kurtaran da Allah’tı. Bu olay Allah’ın geleceğe ilişkin bilgisi ile insanlığa olan ilgisini ortaya koymakla kalmamış, ayrıca Yakup’un ailesinin Mısır’a gelmesini de sağlamıştı. Hayır, bu durum Allah’ı tanımamaktan çok, O’na teslim olmayı istememekle ilgiliydi! İnsanların günümüzde de aynı şeyleri yapmaya devam ettiklerini görmek üzücü. Ancak ravun Allah’ı inkâr etmekle kalmadı, İbraniler’i cezalandırarak O’na meydan okumaya da cüret etti. İsrail oğullarının işlerinin zorlaştırılması talimatını verdi.
Feryatları artarak göğe yükseldiğinde, Allah onları işitti ve Musa’yı bir kez daha ravuna gönderdi. Musa bu kez ravunun inatçılığına karşı sert bir uyarıyla geldi. Allah’a itaat etmemesi halinde, Mısır’ın tümü O’nun gücüne ve yargısına tanık olmakla kalmayacak, ayrıca hiçbir zaman O’nun kim olduğunu bilmediklerini ileri süremeyeceklerdi! Öyküye Mısır’dan Çıkış 7. bölüm, 10–13 ayetlerinde devam edelim:
10 Böylece Musa’yla Harun ravunun yanına gittiler ve RAB’bin buyurduğu gibi yaptılar. Harun değneğini ravunla görevlilerinin önüne attı. Değnek yılan oluverdi. 11 Bunun üzerine ravun kendi bilgelerini, büyücülerini çağırdı. Mısırlı büyücüler de büyüleriyle aynı şeyi yaptılar. 12 Her biri değneğini attı, değnekler yılan oldu. Ancak Harun’un değneği onların değneklerini yuttu. 13 Yine de, RAB’bin söylediği gibi ravun inat etti ve Musa’yla Harun’u dinlemedi.
Bu, Firavunun tanık olduğu pek çok mucizenin birincisiydi. Çoğu insan böyle bir olayla karşılaştığında hayrete düşer ve korkar. Fakat kendisini tanrı olarak gören ravun, titremedi bile. Büyücülerinin bu tür şeyleri yaptıklarını daha önce çok kereler görmüştü. Bu yüzden, onları gizli ilimlerini icra etmek üzere çağırdı. Ancak iki ilginç olay meydana geldi. Birincisi, Kutsal Kitap onların Allah’ın yaptığını tersine çevirmeye çalıştıklarını söylemiyor, onu yalnızca taklit ettiler. İkinci olarak, gösterdikleri mucize Allah’ın yaptığının yarısı kadar bile güçlü değildi, zira yılanları yok edildi. Yalnızca bu olay bile Firavunu Yahve’nin büyüden daha güçlü olduğuna ikna etmeliydi, fakat etmedi.
On farklı olayda, Allah Musa’yı tekrar tekrar Firavun’a gönderdi. Her bir olayda, yalnızca doğa üzerindeki gücünü değil, bir Mısır tanrısı üzerindeki gücünü de gösteriyordu. Gücünün ve yargısının ilk açıklaması, Mısır’ın hayat kaynağı üzerinde oldu. Bundan sonra neler olduğunu görmek için Mısır’dan Çıkış 7. bölüm, 20–25 ayetlerine bakalım:
20 Musa’yla Harun RAB’bin buyurduğu gibi yaptılar. Harun ravunla görevlilerinin gözü önünde değneğini kaldırıp ırmağın sularına vurdu. Bütün sular kana dönüştü. 21 Irmaktaki balıklar öldü, ırmak kokmaya başladı. Mısırlılar ırmağın suyunu içemez oldular. Mısır’ın her yerinde kan vardı. 22 Mısırlı büyücüler de kendi büyüleriyle aynı şeyi yaptılar. RAB’bin söylediği gibi ravun inat etti ve Musa’yla Harun’u dinlemedi. 23 Olanlara aldırmadan sarayına döndü. 24 Mısırlılar içecek su bulmak için ırmak kıyısını kazmaya koyuldular. Çünkü ırmağın suyunu içemiyorlardı. 25 RAB’bin ırmağı vurmasının üzerinden yedi gün geçti.
Günümüzde Mısır halen Nil’in yaşam kaynağı olan sularına bağımlı. Fakat birkaç bin yıl önce, onsuz varlıklarını sürdüremezlerdi. Irmak kıyısı boyunca sıralanan ağaçlar serbestçe oradan sulanıyor, çiftçi- ler tarlalarını sulamak için onun zengin mineralli sularına ihtiyaç duyuyorlardı. Gözlerinizi kapatırsanız, ağlarını atan balıkçıları ve inşaat alanlarına taş ocaklarından kayalar getiren büyük mavnaları hayal edebilirsiniz. Mısırlıların nehre huşu ve hayretle bakmalarına şaşmamalı. Fakat sorun, onların Yaratıcı’ya değil de yaratılana tapınmalarıydı. Böylece Allah Nil’in sularını kana çevirdiğinde, onlara nehri ve dolayısıyla hayatlarını kontrol altında tutanın Nil tanrısı Hapi değil, Kendisi olduğunu göstermiş oldu. Ancak ravun, bu doğaüstü eyleme rağmen, İbraniler’i serbest bırakmayı reddetti. Mısır’dan Çıkış 8. bölüm, 1–15 ayetlerini okuyalım:
1 RAB Musa’ya şöyle dedi: “Firavunun yanına git ve ona de ki, ‘RAB şöyle diyor: Halkımı salıver, bana tapsınlar. 2 Eğer halkımı salıvermeyi reddedersen, bütün ülkeni kurbağalarla cezalandıracağım. 3 Irmak kurbağalarla dolup taşacak. Kur- bağalar çıkıp sarayına, yatak odana, yatağına, görevlilerinin ve halkının evlerine, fırınlarına, hamur teknelerine girecekler. 4 Senin, halkının, bütün görevlilerinin üstüne sıçrayacaklar.’ 5 “Harun’a de ki, ‘Elindeki değneği ırmakların, kanalların, havuzların üzerine uzatıp kurbağaları çıkart; Mısır’ı kurbağalar kaplasın.’” 6 Böylece Harun elini Mısır’ın suları üzerine uzattı; kurbağalar çıkıp Mısır’ı kapladı. 7 Ancak büyücüler de kendi büyüleriyle aynı şeyi yaptılar ve ülkeye kurbağaları saldılar. 8 Firavun Musa’yla Harun’u çağırtıp, “RAB’be dua edin, benim ve halkımın üzerinden kurbağaları uzaklaştırsın” dedi, “O zaman halkınızı RAB’be kurban kessinler diye salıvereceğim.” 9 Musa, “Sen karar ver” diye karşılık verdi, “Bunu sana bırakıyorum. Kurbağalar senden ve evlerinden uzak dursun, yalnız ırmakta kalsınlar diye senin, görevlilerin ve halkın için ne zaman dua edeyim?” 10 Firavun, “Yarın” dedi. Musa, “Peki, dediğin gibi olsun” diye karşılık verdi, “Böylece bileceksin ki, Tanrımız RAB gibisi yoktur. 11 Kurbağalar senden, evlerinden, görevlilerinden, halkından uzaklaşacak, yalnız ırmakta kalacaklar.” 12 Musa’yla Harun ravunun yanından ayrıldılar. Musa RAB’bin ravunun başına getirdiği kurbağa belası için RAB’be feryat etti. 13 RAB Musa’nın isteğini yerine getirdi. Kurbağalar evlerde, avlularda, tarlalarda öldüler. 14 Kurbağaları yığın yığın topladılar. Ülke kokudan geçilmez oldu. 15 Ancak ravun ülkenin rahatladığını görünce, RAB’bin söylediği gibi inatçılık etti ve Musa’yla Harun’u dinlemedi.
Kurbağalar kutsal olarak görülüyorlardı. Kimi tarihçilere göre, bunlardan birini öldüren ölüm cezasına çarptırılırdı. Bebeklere yaşam nefesini veren ve doğum sırasında kadınları koruyan kurbağa başlı tanrıça Hekt’in simgesiydiler. Fakat Allah’tan gönderilen kurbağalar, Firavun’un kendilerine gösterdiği saygıyı ona göstermediler. Evine, yatak odasına, hatta yemek kaplarına kadar girdiler. Bir anlamda, Allah’ın yaşamlarımızın her alanına erişebilmesinin bir simgesiydiler.
Firavun başlangıçta fikrini değiştirir gibi yaptı, fakat sonunda gerçek niyetini belli etti. Büyücülerin Allah’ın mucizesini taklit etme kabiliyetinden bir kez daha cesaret alarak, onları serbest bırakmayı reddetti. Ancak kabul ettiği bir şey vardı, Mısır’ın başına gelen felâketi yalnızca Allah giderebilirdi. Hekt’e adanan tüm kurbanların ve duaların boşuna olduğu anlaşılmıştı. Fakat Musa Allah’la konuştuğunda, Allah onu dinledi ve kurbağaları dağıttı. Şimdi Firavun yalnızca Allah’ın duaya yanıt verebileceğini biliyordu. Ancak onu ikna etmeye bu da yetmedi. Sivrisinek sürüsünün krini değiştirip değiştirmediğini görmek için 16–19 ayetlerini okuyalım.
16 RAB Musa’ya şöyle dedi: “Harun’a de ki, ‘Değneğini uzatıp yere vur, yerdeki toz sivrisineğe dönüşsün, bütün Mısır’ı kaplasın.’” 17 Öyle yaptılar. Harun elindeki değneği uzatıp yere vurunca, insanlarla hayvanların üzerine sivrisinekler üşüştü. Mısır’da yerin bütün tozu sivrisineğe dönüştü. 18 Büyücüler de kendi büyüleriyle tozu sivrisineğe dönüştürmek istedilerse de başaramadılar. İnsanların, hayvanların üzerini sivrisinek kapladı. 19 Büyücüler ravuna, “Bu işte Tanrı’nın parmağı var” dediler. Ne var ki, RAB’bin söylediği gibi ravun inat etti, Musa’yla Harun’u dinlemedi.
Büyücülerin tüm çabalarının boşa çıkması an meselesiydi. Güçlerinin gerçekte aldatıcı yanılsamalar olduğunu ve herkesi yalnızca bir müddet kandırabileceklerini biliyorlardı. Bu müddetin sonu gelmişti ve Allah’ın yaptıklarını taklit edemediklerinde, Allah’ın kendilerinden daha güçlü olduğunu itiraf ettiler. Fakat Firavun dinlemiyordu. Böylece Allah, gördükleri her şeyden daha beter olan bir atsineği sürüsü gönderdi. Bir kez daha, bir Mısır tanrısı güçsüz kaldı!
Firavunun aklından neler geçmiş olabilir? Bu tanrıları biliyor, onlara ibadet ederek saygı gösteriyor ve onların denetim sahibi olduklarını düşünüyorlardı. Fakat gerçek olduğunu sandıkları şeyin yalan olduğu ortaya çıkmıştı! Khepri’nin muskaları ve heykelleri sessizdi, onun güya kontrol altında tuttuğu böcekler ise etrafta kaynıyor, vızıldıyor, Mısırlıları ısırarak onlara eziyet ediyorlardı. Dindarların yardımcısı ve rüzgâr tanrısı yüce Amon neredeydi, neden bu belayı üfürüp götürmüyordu? Koruyucu tanrıça Mafdet ile gözetici tanrı Sed neredeydiler? Sessizdiler, çünkü yoktular!
Fakat İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Allah’ı vardı ve tam bu beladan önce olaylar hayret verici bir şekilde beklenmedik bir yönde gelişti. Allah İbraniler ile Mısırlılar’ı birbirinden ayırdı.
İbraniler suya dönen kanın, kurbağaların ve sivrisineklerin etkisini hissettilerse de; atsinekleri onları etkilemedi. Hatta geri kalan belaların hiçbirinden etkilenmeyeceklerdi. Allah, Kendi halkını koruduğunu Firavunun görmesini ve anlamasını istiyordu. Mısır’dan Çıkış 9. bölüm, 1–7 ayetlerinden devam edelim:
1 RAB Musa’ya şöyle dedi: “Firavunun yanına git ve ona de ki, ‘İbraniler’in Tanrısı RAB şöyle diyor: Halkımı salıver, bana tapsınlar. 2 Salıvermeyi reddeder, onları tutmakta diretirsen, 3 RAB’bin eli kırlardaki hayvanlarınızı –atları, eşekleri, develeri, sığırları, davarları– büyük kırıma uğratarak sizi cezalandıracak. 4 RAB İsrailliler’le Mısırlılar’ın hayvanlarına farklı davranacak. İsrailliler’in hayvanlarından hiçbiri ölmeyecek.’” 5 RAB zamanı da belirleyerek, “Yarın ülkede bunu yapacağım” dedi. 6 Ertesi gün RAB dediğini yaptı: Mısırlılar’ın hayvanları büyük çapta öldü. Ama İsrailliler’in hayvanlarından hiçbiri ölmedi. 7 Firavun adam gönderdi, İsrailliler’in bir tek hayvanının bile ölmediğini öğrendi. Öyleyken, inat etti ve halkı salıvermedi.
Sizi ikna etmesi için ne gerekirdi? Bu noktaya kadar Firavun halkına yalnızca sıkıntı getirmişti. Nil normale dönmüştü ve kurbağalar, sivrisinekler ve atsinekleri gitmiştiler. Ancak bu beladan başlayarak, etkiler daha uzun süreli olacaktı. Ayrıca bu bela yalnızca hayvan sürülerini kırmakla kalmadı, aynı zamanda Mısır panteonunun (tüm tanrılar) önemli bir şahsiyetine ve simgesine darbe vurdu. Boğa ve koç kutsal sayılırdı ve çoğunlukla Apis, Nut, Neith, Hathor ve Khnum gibi tanrıları tasvir etmek için kullanılırlardı. Mısırlılar ibadet ettikleri hayvanların ölmeye başladığını ve onları temsil eden tanrıların bunu durduramadığını gördüklerinde, korkunç bir şey olduğunu anladılar. Neler olduğunu görmek için 8–12. ayetlerine bakalım:
8 RAB Musa’yla Harun’a, “Yanınıza iki avuç dolusu ocak kurumu alın” dedi, “Musa kurumu ravunun önünde göğe doğru savursun. 9 Kurum bütün Mısır’ın üzerinde ince bir toza dönüşecek; ülkenin her yanındaki insanların, hayvanların bedenlerinde irinli çıbanlar çıkacak.” 10 Böylece Musa’yla Harun ocak kurumu alıp ravunun önünde durdular. Musa kurumu göğe doğru savurdu. İnsanlarda ve hayvanlarda irinli çıbanlar çıktı. 11 Büyücüler çıbandan ötürü Musa’nın karşısında duramaz oldular. Çünkü bütün Mısırlılarda olduğu gibi onlarda da çıbanlar çıkmıştı. 12 RAB ravunu inatçı yaptı, RAB’bin Musa’ya söylediği gibi, ravun Musa’yla Harun’u dinlemedi.
Bu çok korkunç bir hastalık olmalı. Kutsal Kitap, büyücülerin Musa’nın karşısında bile duramadıklarını söylüyor. Bedenlerini kazıyıp kaşıyarak, acı içinde feryat ederlerken, Sekhmet (hastalıklara karşı koruyucu), İmhotep (tıp tanrısı) ve İsis’in (yaşam ve şifa tanrıçası) neden onlara yardımcı olmadığını merak etmiş olmalılar. Yahve İbraniler’i koruyordu, O da pek çok tanrıdan biri değil miydi?
Musa bir kez daha ravuna giderek onu uyardı. Allah’ı dinlemezse, Mısır üzerine dolu felâketi yağacaktı. Tarlalarda kalan her şey kesinlikle yok olacaktı. Fakat Firavun’un kalbi katılaştıkça katılaştı ve dolu yağdı.
Bazı kişiler derslerini zor yoldan alır, anlaşılan Firavun da bunlardan biriydi. İnatçılığı hayvan sürülerinin, şimdi de ekinlerin büyük kısmının yok olmasına neden oldu. Elinin altında bu kadar büyük güç bulunduran ve böylesi bilgiye sahip bir adamın bu kadar aptal olduğuna inanmak zor. Kazanamayacağı bir savaşı sürdürdüğünün farkına varmalıydı. O noktaya dek Allah’ı hüküm vermekten hiçbir şey alıkoyamamıştı, her beladan kurtuluşu getiren ise yalnızca Musa’nın araya girmesi olmuştu. Gök tanrıçaları Nut ile Hathor; gök tanrısı Horus; hava tanrısı ve göğün taşıyıcısı Şu; fırtına tanrısı ve ekinlerin koruyucusu Seth; hububatların tanrısı Neper; hayatın ve bitkilerin hakimi Osiris; hayat tanrıçası İsis; ve yukarıda adı geçen tüm sığır ve davar ilahları, Allah’ın önünde güçsüz çıkmışlardı. Buna rağmen Firavun İbraniler’i serbest bırakmıyordu.
Allah’ın, tıpkı Kutsal Kitap’ın dediği gibi, Firavun’u yok ederek halkının Mısır’ı ele geçirmesine izin verebileceği de dikkate değerdir. Fakat O, Firavun’a yalnızca Kendisini tanıma şansını değil, tüm dünyaya tanıtma fırsatını da verdi. Allah Firavun’a ne istediğini bildirdi, onu olacaklara dair uyardı ve itaat etmesi için fırsat verdi. Ancak Firavun bununla hiç ilgilenmiyordu.
Musa bu beladan sonra bir kez daha Firavuna giderek onu uyardı. Firavunun Allah’ın isteğine boyun eğmemesi durumunda, geride kalan ne kadar bitki varsa çekirgeler tarafından yok edileceğini açıkça bildirdi. Fakat Firavun hâlâ Allah’ı dinlemiyordu. İbraniler’in Mısır’ı terk etmelerine izin vermedi. Öykünün devamını Mısır’dan Çıkış 10. bölüm, 21–29 ayetlerinden okuyalım:
21 RAB Musa’ya, “Elini göğe doğru uzat” dedi, “Mısır’ı hissedilebilir bir karanlık kaplasın. 22 Musa elini göğe doğru uzattı, Mısır üç gün koyu karanlığa gömüldü. 23 Üç gün boyunca kimse kimseyi göremez, yerinden kımıldayamaz oldu. Yalnız İsrailliler’in yaşadığı yerler aydınlıktı. 24 Firavun Musa’yı çağırttı. “Gidin, RAB’be tapın” dedi, “Yalnız davarlarınızla sığırlarınız alıkonacak. Çoluk çocuğunuz sizinle birlikte gidebilir.” 25 Musa, “Ama Tanrımız RAB’be kurban kesmemiz için bize kurbanlık ve yakmalık sunular da vermelisin” diye karşılık verdi, 26 “Hayvanlarımızı da yanımıza almalıyız. Bir tırnak bile kalmamalı burada. Çünkü Tanrımız RAB’be tapmak için bazı hayvanları kullanacağız. Oraya varmadıkça hangi hayvanları RAB’be sunacağımızı bilemeyiz.” 27 Ancak RAB Firavunu inatçı yaptı, Firavun İsrailliler’i salıvermeye yanaşmadı. 28 Musa’ya, “Git başımdan” dedi, “Sakın bir daha karşıma çıkma. Yüzümü gördüğün gün ölürsün.” 29 Musa, “Dediğin gibi olsun” diye karşılık verdi, “Bir daha yüzünü görmeyeceğim.”
Mısır’ı karanlık sardığında ve güneşin ışınları bunu delip geçemediğinde, Firavun’un kalbini de karanlık kaplamış olmalı. Kızgın ve üzüntülüydü, hüsrana uğramıştı. Yahve, tüm Mısır tanrılarından, hatta Güneş Tanrısı Ra’dan bile daha kudretli olduğunu göstermişti. Pek çoğumuz, hiçbir zaman Firavun gibi olmayacağımızı düşünmek isteriz. Ancak gurur, bencillik, ayartı ve güç arzusu, insanlara tuhaf şeyler yaptırır. Çoğumuzun her gün, Firavun’un yaptığı şeyleri yapmakta olması mümkün mü? Allah’ın bilinemeyeceğini sanarak, ya da O’nun bize gösterdiği şeyleri göz ardı ederek hayatlarımızı yaşıyoruz. Kimi zaman Allah’a, ilk kez bir lle karşılaşan dört körden biri gibi yaklaşıyoruz.
Filin nasıl bir yaratık olduğunu anlamak için ona dokunmaya karar vermişler. Birinci kör, lin arka bacağını yoklayarak şöyle demiş:
“Fil bir ağaca benziyor.”
İkinci kör, hortumunu yoklayarak şunları söylemiş:
“Fil bir yılana benziyor.”
Üçüncü kör, kuyruğunu yoklayarak eklemiş:
“Fil bir halata benziyor.”
Ancak dördüncü kör le dokunmamış bile, çünkü korkmuş. Hiçbiri fıli doğru bir şekilde tanımlayamamış, çünkü her biri fıli yalnızca bir yönüyle incelemiş ve dördüncüsü ise denememiş bile.
Firavun ve dördüncü kör gibi, bazılarımız da Allah’ın nasıl olduğunu bilmek istemiyor, ya da O’nun bilinemeyeceğine dair mazeretler ileri sürüyor. Fakat bu öyküyü okuduktan sonra Allah’ın Kendisi’ni insanlıktan gizlemediği ve kim olduğunu bildirmek için tüm yolları kullandığı belli oluyor. İradesini açıkladı, gücünü ve kudretini gösterdi ve karakterini Firavun’a bildirdi. Doğayı denetim altında tuttuğunu, yalnızca Kendisi’nin ibadet edilmeye lâyık olduğunu, eyleme geçmeden önce uyarı verdiğini, halkını koruduğunu ve vaatlerini yerine getirdiğini kanıtladı. Ancak öykü bitmedi ve Allah’ın gücü tükenmedi. Takip eden olayların açıkladığı üzere, Allah’ın bilinebileceği gitgide daha iyi anlaşılacak!
Tartışma Soruları
1. Sizce Firavun Allah’a neden bu kadar uzun bir süre karşı koydu?
2. Allah’ın Kendisi’ni bize tanıttığı başka yollar düşünebiliyor musunuz?
3. Allah neden İbraniler’in ilk birkaç belayı yaşamalarına izin verdi de, sonrakilerden onları korudu?
4. Sizce Allah neden İbraniler’in Kendi kudretine tanık olmalarını istedi?
5. “Allah Firavun’un yüreğini katılaştırdı” (yeni çeviride: “Firavunu inatçı yaptı”) ne anlama gelir?
6. Sizi Allah’ı tanımaktan alıkoyan nedir?
7. Firavun, yaptığı seçimlerle ulusunun kaderini değiştirdi. Allah, mucizevî eylemlerle bir ulusun kaderini değiştirdi.
Sizce Allah sizin kaderinizi değiştirebilir mi? Neden?
6 Yüce Yaratıcı’yı ifade eden ve İbranice y, h, v, h har erinin bu sırayla diziminden oluşan bu adın muntazam telaffuzu, İbrani alfabesinde sesli har erin bulunmaması ve Mısır’dan Çıkış 20:7 ayetinin sert bir şekilde yorumlanmasından ötürü yüzlerce yıl boyunca söylenmekten kaçınılması nedeniyle unutulmuştur (bu adın geçtiği yerlerde “Rab” anlamına gelen “Adonay” sözcüğü okunur). Kutsal Kitap’ın Türkçe yeni çevirisinde Mısır’dan Çıkış 3:15 ve takip eden ayetlerde “Yahve” telaffuzu tercih edilmiş, eski çeviride ve başka kaynaklarda “Yehova” ya da “Yahova” şeklinde ifade edildiği de görülebilir. Ayrıca yeni çeviride Mısır’dan Çıkış 3:15 ayetinin dipnotuna bakın.