Her birimiz belli şeylere güveniriz. Otomobil sürerken araç üreticisinin otomobili düzgün çalışacak şekilde yaptığına güveniriz. Bir köprüden geçerken sağlam olduğuna, paramızı bankaya yatırırken ise onu koruyacaklarına güveniriz. Bir kişinin bir şeye gerçekten güven duyduğunu nasıl anlayabilirsiniz? Güvenlerini eylem yoluyla gösterdikleri zaman anlarsınız. Bir otomobile güvendiğimizi söyleyebiliriz, fakat güvenimizin gerçek olduğunu ancak onu sürerek gösterebiliriz. Aynı ilke banka, köprü veya diğer şeyler için de geçerlidir. Köprüden geçmezsek, ya da paramızı bankaya yatırmazsak, bunlardan birine güvenimiz konusunda ne kadar konuşursak konuşalım, boştur.
Peki bu ilkeyi ruhsal hayatlarımıza uygularsak ne olur? Ebedî kaderiniz için kime güveniyorsunuz? Kaderinizi kim denetim altında tutuyor? Pek çok kişi kurtuluşları için Allah’a güvendiklerini söyler, bu doğru yanıt olacaktır. Sonsuz yaşama ulaşacakları ve ulaşamayacakları belirleyecek olan Allah’tır. Yukarıda belirttiğimiz maddeler gibi, Allah’a olan güvenimizi de O’nun söylediklerini yerine getirerek gösteririz. O’na güvendiğimizi gösteren şey sözlerimiz değil, eylemlerimizdir. Ebedî kurtuluşumuz için Allah’a güvenebilir miyiz? Evet, güvenebiliriz, ve bu güven yaptığımız işlerle açığa çıkar.
Allah, Kendisine güvenenleri kurtardığında, aynı zamanda Kendisine güvenmeyenleri de açığa çıkarmış olacaktır. Öyleyse, kurtuluş günü aynı zamanda iman etmeyenler için bir yargı günüdür. Bu kirleri açıklayan bir örnek verelim.
Çetin Bey babasının inşaat fırmasında 25 yıl çalıştıktan sonra, babası öldü ve şirketi ona miras bıraktı. Aytekin İnşaat kentte iki kooperatif projesi ve 35’in üzerinde apartman inşa etmişti. Belediyedeki herkes Çetin’in babasını tanıyor ve projeleri gerçekleştirmekteki gücünü biliyorlardı.
Çetin Bey babasından daha girişkendi ve şirketi genişleterek kentteki en büyük şirket haline getirmek istiyordu. Bu amaçla birkaç büyük ve masraflı proje tasarladı. Gözünü bir gecekondu mahallesine dikti ve rüşvet ve torpil yoluyla, belediyenin evleri yıkarak arazi tapularını kendisine vermesini sağlamaya çalıştı. Bir gün bir kafede arkadaşlarıyla otururken övünmeye başladı.
Çetin, “Çamaltı’nda bir tatil köyü yapacağım” dedi.
Tüm arkadaşları hayret etti, zira hiçbiri o koyda yazlık ev yapmak için ruhsat alamıyordu. Orası sit alanıydı.
Arkadaşlarından Yaşar, “Oraya hiç kimse dokunamıyor, sen nasıl inşaat yapacaksın?” diye sordu. “Eski evlerinde yıllardır orada oturan köylüler var. Evlerini yıkarak arazilerini ellerinden mi alacaksın?”
“İzleyin ve görün. Büyük nüfuzum var. Bunu yapacağım!” dedi.
Böylece Çetin çalışmaya başladı. İlk olarak, eski köy evlerinin hemen dışındaki alanda inşaat yaptı. Fakat zaman içinde onlara gitgide yaklaştı. Beton kamyonları geldi ve temeller dökülerek kolonlar yapıldı. Evler büyük oluyordu; yalnızca taban alanı, balkonlar hariç, 80 metrekareydi. Her biri en az iki katlıydı, koy manzarası, park yerleri, ön tarafta küçük, arkada daha büyük bahçeleri vardı. Ayrıca, yolları palmiyelerle süslenecekti. Bunlardan başka, etkinlik merkezinde bir market, tenis kortu, basket sahası ve içinde egzersiz aletleri bulunan bir park da yer alacaktı.
İkinci katlara çıkmaya hazırlandıkları sırada, köylüler belediyeye şikâyette bulundular. Fakat paraları ve nüfuzları olmadığından, belediye başkanı taleplerine kulak tıkadı ve inşaat devam etti. Çok geçmeden, evler zenginlere satıldı ve onların isteğine göre tamamlandı. Hepsi birbirinden güzeldi.
Yaşar, “Çetin, haklıymışsın, sen kentteki en etkili kişisin” dedi. “Yazlık evleri alan bu kadar nüfuzlu kişiden sonra artık seni kim tutabilir? Başardın.”
Çetin gülerek şunları söyledi: “Bu kasaba benim, Yaşar. Herkes ben ne dersem onu yapar. Hiç kimse yoluma çıkamaz.”
Fakat yoluna çıkabilecek biri vardı: Vali. Sonunda valinin kulağına koyda inşaat yapıldığı haberi gitti ve öfkeden deliye döndü.
“Biri Çetin’e derhal inşaatı durdurmasını söylesin. O koyun betonla doldurulmasına izin vermeyeceğim. Doğa koruma alanı olarak kalacak.”
Fakat Çetin valinin inşaatı durduracak kadar güçlü ya da cesur olduğunu sanmıyordu.
“Beni şimdi durduramaz. Ne yapabilir ki, çok zengin ve nüfuzlu kişilerin yazlık evlerini mi yıkacak? Bu siyasî bir intihar olur.”
Fakat vali geri adım atmadı ve Çetin Bey’e bir mesaj daha gönderdi. Bu kez yazlıkları yıkmak ve araziyi temizlemek üzere bölgeye bir yıkım ekibi gönderiyordu. Çetin Bey yine inanmadı.
“Bunu asla yapmaz. Bu sadece blöf” dedi. “Ayrıca belediye başkanını arayacağım, bana bu konuda destek çıkacaktır.”
Çetin’in bilmediği, valinin aynı zamanda köylülere de bir mesaj göndermiş olduğuydu. Fakat bu ilkinden farklıydı. Şöyle demişti:
“Sit alanında oturuyorsunuz ve tapunuz yok. Fakat bölgenin resmî olarak koruma altına alınmasından önce orada oturduğunuz için, size yerinizde kalma hakkı veriyorum. Buldozerler evlerinizi yıkmayacak. Bunu kabul ediyorsanız, her birinizin valiliğe gelerek bir talep formu doldurması gerekiyor. Ayrıca arazinin koruma altına alınmasından önce orada oturduğunuza dair kanıt göstermelisiniz. Belgeleri imzalarsanız evleriniz yıkılmayacak. İmzalamazsanız, evlerinizin akıbeti Çetin’in evlerinden farklı olmayacak. Dairemizden yazılı izinlerinizi aldıktan sonra, bir fotokopisini çektirip kapılarınıza asın. Yıkım ekipleri izni olan hiç kimsenin evini yıkmayacak.”
Tüm köylüler evleri için izin belgesi almak için valilikte toplandılar. Yazlıkların sahipleri valinin yapacağı şeyi duydular. Ancak hiçbiri valiliğe gitmedi, ya da evinin kalması için izin belgesi almaya çalışmadı. Çetin Bey’in ve belediye başkanının valiyi durduracak kadar güçlü olduklarına inanıyorlardı.
Çetin Bey haberi duyduğunda güldü, “Hayatım boyunca böyle aptalca bir şey duymamıştım. Vali kiminle uğraştığını sanıyor, ahmak biriyle, ya da çocukla mı?”
Vali inşaat şirketiyle karşı karşıya gelmişti. Kim kazanacaktı? Kim daha güçlüydü? Belediye başkanı Çetin Bey’e yardım ederek valiyi durduracak kadar güçlü müydü? Vali, buldozerlerin çalıştırılması talimatını verdi. Çetin Bey inşaat alanına gitti. Herkes oradaydı. Tüm büyük televizyon kanallarının kamera ekipleri, zengin ev sahipleri, ve tabii ki köylüler, tümü oradaydı. Büyük bir gürültü vardı. Fakat insanların sesleri, betonları parçalayan buldozerlerin sesleriyle bastırıldı. Bazıları buldozerlere şişeler, sopalar ve toprak dahi attılar. Fakat sopalar çelikten geri sekti. Çetin Bey’in kızgın bağırışları valinin emrine denk olamazdı. Belediye başkanı ise, oraya gelmek bir yana, telefon bile etmedi. Haftanın sonunda, yazlıklardan biri bile kalmamıştı. Çevrede tek görülen, kapılarında beyaz kâğıtlar asılı birtakım eski köy evleriydi. Köylüler öyle sevinçliydiler ki, zaferlerini kutladılar. Valinin kurtarma sözüne güvenmişler ve güvenlerini izin belgelerini kapıya asarak göstermişlerdi. Çetin Bey için bu yargı günüydü. Fakat köylüler için, kurtuluş günüydü.
Kutsal Kitap’ta Allah’a karşı savaş açan gururlu insanlara ilişkin pek çok öykü vardır. Pek çoğumuz Allah’a karşı savaş açmanın aptallık olacağını, zira sonuçta O’nun kazanacağını düşünürüz. Fakat gurur bunu yapar. Bize aptalca şeyler yaptırır. Allah Firavuna İsrailoğul- larını serbest bırakmasını bildirmişti, fakat o reddetti. O reddettikten sonra ise, Allah ona itaat etmesi için dokuz neden verdi. Nehir kana dönüştü, ülkeyi kurbağalar, böcekler ve hastalık istila etti ve dolu yağarak ekinleri yok etti. Fakat Firavun dinlemiyordu. Kalbini Rabb’e karşı katılaştırmıştı ve ona karşı çıkmaya karar vermişti. Kızışmakta olan savaş, az önce okuduğumuzdan daha büyüktü. Firavunun çığlıkları Allah’ın emrine karşı geliyordu. Kim kazanacaktı? Mısır’dan Çıkış 12. bölüm, 12. ayeti okuyarak başlayalım:
12 O gece Mısır’dan geçeceğim. Hem insanların hem de hayvanların bütün ilk doğanlarını öldüreceğim. Mısır’ın bütün ilahlarını yargılayacağım. Ben RAB’bim.
Allah, Mısır’ın ilahlarını yargılayacağını bildirdi. Mısırlılar Rabb’e uymayı ve İsraillileri salıvermeyi reddettikleri için, onların ilk doğan çocuklarını öldüreceğini söyledi. Saçma görünüyor, öyle değil mi? Firavun neden İsraillileri salıvermedi? Özellikle de Allah önceki 9 belada gücünü gösterdikten sonra. Firavun neden direnmeye devam etti? Doğrusu, Firavun kendi gücüne ve ilahlarının gücüne güvenmişti. Şimdi, Mısır’dan Çıkış 12. bölüm, 1–14 ayetlerini okuyalım:
1 RAB Mısır’da Musa’yla Harun’a, 2 “Bu ay sizin için ilk ay, yılın ilk ayı olacak” dedi, 3 “Bütün İsrail topluluğuna bildirin: Bu ayın onunda herkes ailesine göre kendi ev halkına birer kuzu7 alacak. 4 Eğer bir kuzu bir aileye çok geliyorsa, aile bireylerinin sayısı ve herkesin yiyeceği miktar hesaplanacak ve aile kuzuyu en yakın komşusuyla paylaşabilecek. 5 Koyun ya da keçilerden seçeceğiniz hayvan kusursuz, erkek ve bir yaşında olmalı. 6 Ayın on dördüne kadar ona bakacaksınız. O akşamüstü bütün İsrail topluluğu hayvanları boğazlayacak. 7 Hayvanın kanını alıp, etin yeneceği evin yan ve üst kapı sövelerine sürecekler. 8 O gece ateşte kızartılmış et mayasız ekmek ve acı otlarla yenmelidir. 9 Eti çiğ veya haşlanmış olarak değil, başı, bacakları, bağırsakları ve işkembesiyle birlikte kızartarak yiyeceksiniz. 10 Sabaha kadar bitirmelisiniz. Artakalan olursa, sabah ateşte yakacaksınız. 11 Eti şöyle yemelisiniz: Beliniz kuşanmış, çarıklarınız ayağınızda, değneğiniz elinizde olmalı. Eti çabuk yemelisiniz. Bu RAB’bin Fısıh kurbanıdır. 12 O gece Mısır’dan geçeceğim. Hem insanların hem de hayvanların bütün ilk doğanlarını öldüreceğim. Mısır’ın bütün ilahlarını yargılayacağım. Ben RAB’bim. 13 Bulunduğunuz evlerin üzerindeki kan sizin için belirti olacak. Kanı görünce üzerinizden geçeceğim.8 Mısır’ı cezalandırırken ölüm saçan size hiçbir zarar vermeyecek. 14 Bu gün sizin için anma günü olacak. Bu günü RAB’bin bayramı olarak kutlayacaksınız. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürekli bir kural olarak bu günü kutlayacaksınız.
Köylülerin kapılarındaki izin belgeleri buldozer operatörlerinin evleri yıkmamaları için birer işaret olduğu gibi, kapı eşiklerindeki kan da yıkım meleğinin evdeki ilk doğanı öldürmemesi için bir işaretti. Tıpkı Kurban Bayramı gibi, muazzam bir hayvan kurbanlığı olmuş olmalı, zira ilk doğanı olmayan ev yoktu. Hayvanlar seçiliyor, yere yatırılıyor ve boğazları kesiliyordu. Kanın bir kısmı toplanarak kapı sövelerine sürülüyordu. İlk doğanların gösterdiği büyük ilgiyi tahmin edebilirsiniz!
“Baba, kapı sövesine mutlaka bol miktarda kan sür. Hata yapmak istemeyiz. Bunun işe yarayacağından emin misin?”
“Evet, oğlum, işe yarayacak. Bu Allah’ın bize verdiği işaret. O’nun gözetimi ve kurtarıcı rahmeti altında bulunuşumuzun bir simgesi. O’nun sözüne iman ettiğimizin bir simgesi.”
Kurbana ek olarak, yedi gün boyunca mayasız ekmek yemeleri de söylenmişti. Hatta evlerinde maya bulundurmaları bile yasaklanmıştı. Varsa bile, ekmeklerini kabartacak kadar zamanları olmayacaktı, zira Mısır’dan aceleyle çıkmaları gerekiyordu. O günden itibaren, mayasız ekmek bayramı kutlayarak bu olayı anacaklardı. 28–36 ayetleriyle devam edelim:
28 Sonra gidip RAB’bin Musa’yla Harun’a verdiği buyruğu eksiksiz uyguladılar. 29 Gece yarısı RAB tahtında oturan ravunun ilk çocuğundan zindandaki tutsağın ilk çocuğuna kadar Mısır’daki bütün insanların ve hayvanların ilk doğanlarını öldürdü. 30 O gece ravunla görevlileri ve bütün Mısırlılar uyandı. Büyük feryat koptu. Çünkü ölüsü olmayan ev yoktu. 31 Aynı gece ravun Musa’yla Harun’u çağırttı ve, “Kalkın!” dedi, “Siz ve İsrailliler halkımın arasından çıkıp gidin, istediğiniz gibi RAB’be tapın. 32 Dediğiniz gibi davarlarınızı, sığırlarınızı da alın götürün. Beni de kutsayın!” 33 İsrailliler’in ülkeyi hemen terk etmesi için Mısırlılar diretti. “Yoksa hepimiz öleceğiz!” diyorlardı. 34 Böylece halk mayası henüz katılmamış hamurunu aldı, giysilere sarılı hamur teknelerini omuzlarında taşıdı. 35 İsrailliler Musa’nın dediğini yapmış, Mısırlılar’dan altın, gümüş eşya ve giysi istemişlerdi. 36 RAB İsrailliler’in Mısırlılar’ın gözünde lütuf bulmasını sağladı. Mısırlılar onlara istediklerini verdiler. Böylece İsrailliler onları soydular.
Sizce bu feryat nasıl bir feryattı? Hiçbirimiz çocuk kaybetmek istemeyiz, üstelik Allah’ı dinlememenin bir sonucu olmasını hiç istemeyiz. Güneş doğduktan sonra dahi, Mısırlıların kalplerini kuşatan karanlık halen yoğun olmalıydı. Mücadele etme arzularını kaybetmişlerdi. Geriye kalan tek şey, tüm İsrailliler’in Mısır’dan ayrılmaları arzusuydu. Belli ki, Allah tahmin bile edemedikleri kadar kudretliydi. Fakat İsrailliler eli boş ayrılmadılar.
Tabii ki yemek gereçleri ve sürüleri vardı. Fakat daha da önemlisi, altın, gümüş ve giysiler aldılar. Bir grup eski köle gümüşü, altını ve giysileri ne yapacaktı? Muhtemelen hayal bile edemiyorlardı, fakat artık özgür olduklarını biliyorlardı! Kölelikten özgür! Firavundan özgür! Umutsuzluktan özgür! Bir gelecekleri vardı. 37–41 ayetlerini okuyarak öyküyü bitirelim:
37 İsrailliler kadın ve çocukların dışında altı yüz bin kadar erkekle yaya olarak Ramses’ten Sukkot’a doğru yola çıktılar. 38 Daha pek çok kişi de onlarla birlikte gitti. Yanlarında çok sayıda davar ve sığır vardı. 39 Mısır’dan getirdikleri hamurla mayasız pide pişirdiler. Maya yoktu. Çünkü Mısır’dan kovulmuşlar, kendilerine azık hazırlayacak zaman bulamamışlardı. 40 İsrailliler Mısır’da dört yüz otuz yıl yaşadı. 41 Dört yüz otuz yılın sonuncu günü RAB’bin halkı ordular halinde Mısır’ı terk etti.
Tıpkı köylülerin valinin sözüne güvendikleri gibi, İsrailliler de kurtuluş için Allah’a güvendiler. Çetin Bey’in gücünün vali üzerinde hiçbir etkisi olmadığı gibi, Firavun’un gücünün de Allah üzerinde etkisi yoktu. Çetin Bey belediye başkanının kendisini koruyacağını düşündüğü sırada, belediye başkanı ortada yoktu. Aynı şekilde, Firavun da kendi ilahlarını yardıma çağırdığında, sessiz kaldılar. Firavun’un yargı günü, Allah halkı için kurtuluş ve selamete ulaşma günüydü.
Dersimizin ana krini bir öykü ile özetleyelim:
Genç bir kadın Ukrayna’dan iş bulmak için Antalya’ya gelmişti. Bir akşam iş aradıktan sonra evine dönerken, kendisini istismar etmek isteyen birtakım adamlarca kaçırıldı. Adamlar onu bir otel odasına kilitlediler, yiyecek ve sudan mahrum bıraktılar ve kendilerine itaat edeceği şekilde iradesini kırmaya çalıştılar. Üç gün sonra enerjisi neredeyse tükenmişti.
Neredeyse pes etmek üzereyken, adamlardan biri odaya girdi. Bir anlık bir dalgınlıkla, tuvalete gittiğinde cep telefonunu masanın üzerinde unuttu. Kadın telefonu aldı ve fısıltıyla polisi aradı.
Polis ona sordu, “Hangi oteldesiniz?”
Ancak kadın bilmiyordu. Ona şöyle dediler, “Pencereden beyaz bir giysi asmaya çalışın, araçlarımızla onu arayalım.”
Kadın cep telefonunu çabucak masaya koydu ve pencereden nasıl bir giysi asacağını düşünmeye başladı. Cam, oraya geldiği günden beri kapalı ve kilitliydi. İçgüdüsel olarak, beyaz tişörtünü ıslattı. Kendisini kaçıran adam tuvaletten çıktığında, kuruması için pencereden asmasını istedi. O tişört sayesinde polis kadını kurtardı. Özgürdü! Hava hiç bu kadar temiz, güneş hiç bu kadar parlak gelmemişti. Hepsi beyaz bir tişört ve biraz iman sayesinde oldu!
Kadın polislerin kendisini kurtaracaklarına inanmıştı ve kendisine verilen talimatlara güvendi. Polisin kendisini kurtaracağını düşün- mekle kalmadı. Bunun için eyleme geçti. Bununla ilgili bir şey yaptı. O, kadının kurtuluş günüydü. Adamlar için ise, esir edenlerin esir alındığı bir gün oldu. Uzun bir süreliğine hapse kondular. O beyaz tişört fark yaratmıştı. Birine kurtuluş getiren şey, diğerinin felaketi oldu. Büyük bir yargı günü vardır. Allah’ın söylediklerini yaparak O’na güvenini gösterenler kurtuluş bulacak. O’nun sözüne itaat etmeyerek Allah’a itimatsızlık gösterenler ise yıkım bulacak.
Tartışma Soruları
1. Allah İsrail oğullarını, kılıç veya mızrak kullanmamış ve hiç kimseyi öldürmemiş olmalarına rağmen, neden ordu
olarak tanımladı?
2. Allah’ın, Kendi takipçilerinden, Kendi sözüne inanmalarını beklediğini tekrar görüyoruz. İsrailliler kapı sövelerine kan sürmüş olmasaydı, yıkım meleği o evin üzerinden yine geçer miydi, yoksa ilk doğan ölür müydü?
3. Hayvanın kanında, kötü ruha karşı koyan özel bir güç olduğunu düşünüyor musunuz? Neden?
4. Allah yaşamaları için neden onlardan bir hayvan öldürmelerini istedi? Aden Bahçesi’ni düşün.
5. Sizce kuzunun simgelediği bir şey, ya da bir anlam var mı? Bu ne olabilir?
7 İbranice’den “Kuzu” olarak çevrilen sözcük “Oğlak” anlamına gelir.
8 “Geçmek”: Bu geçiş olayı Fısıh Bayramı olarak kutlanmaktadır. Fısıh sözcüğü “Geçmek” anlamına gelir.
Peki bu ilkeyi ruhsal hayatlarımıza uygularsak ne olur? Ebedî kaderiniz için kime güveniyorsunuz? Kaderinizi kim denetim altında tutuyor? Pek çok kişi kurtuluşları için Allah’a güvendiklerini söyler, bu doğru yanıt olacaktır. Sonsuz yaşama ulaşacakları ve ulaşamayacakları belirleyecek olan Allah’tır. Yukarıda belirttiğimiz maddeler gibi, Allah’a olan güvenimizi de O’nun söylediklerini yerine getirerek gösteririz. O’na güvendiğimizi gösteren şey sözlerimiz değil, eylemlerimizdir. Ebedî kurtuluşumuz için Allah’a güvenebilir miyiz? Evet, güvenebiliriz, ve bu güven yaptığımız işlerle açığa çıkar.
Allah, Kendisine güvenenleri kurtardığında, aynı zamanda Kendisine güvenmeyenleri de açığa çıkarmış olacaktır. Öyleyse, kurtuluş günü aynı zamanda iman etmeyenler için bir yargı günüdür. Bu kirleri açıklayan bir örnek verelim.
Çetin Bey babasının inşaat fırmasında 25 yıl çalıştıktan sonra, babası öldü ve şirketi ona miras bıraktı. Aytekin İnşaat kentte iki kooperatif projesi ve 35’in üzerinde apartman inşa etmişti. Belediyedeki herkes Çetin’in babasını tanıyor ve projeleri gerçekleştirmekteki gücünü biliyorlardı.
Çetin Bey babasından daha girişkendi ve şirketi genişleterek kentteki en büyük şirket haline getirmek istiyordu. Bu amaçla birkaç büyük ve masraflı proje tasarladı. Gözünü bir gecekondu mahallesine dikti ve rüşvet ve torpil yoluyla, belediyenin evleri yıkarak arazi tapularını kendisine vermesini sağlamaya çalıştı. Bir gün bir kafede arkadaşlarıyla otururken övünmeye başladı.
Çetin, “Çamaltı’nda bir tatil köyü yapacağım” dedi.
Tüm arkadaşları hayret etti, zira hiçbiri o koyda yazlık ev yapmak için ruhsat alamıyordu. Orası sit alanıydı.
Arkadaşlarından Yaşar, “Oraya hiç kimse dokunamıyor, sen nasıl inşaat yapacaksın?” diye sordu. “Eski evlerinde yıllardır orada oturan köylüler var. Evlerini yıkarak arazilerini ellerinden mi alacaksın?”
“İzleyin ve görün. Büyük nüfuzum var. Bunu yapacağım!” dedi.
Böylece Çetin çalışmaya başladı. İlk olarak, eski köy evlerinin hemen dışındaki alanda inşaat yaptı. Fakat zaman içinde onlara gitgide yaklaştı. Beton kamyonları geldi ve temeller dökülerek kolonlar yapıldı. Evler büyük oluyordu; yalnızca taban alanı, balkonlar hariç, 80 metrekareydi. Her biri en az iki katlıydı, koy manzarası, park yerleri, ön tarafta küçük, arkada daha büyük bahçeleri vardı. Ayrıca, yolları palmiyelerle süslenecekti. Bunlardan başka, etkinlik merkezinde bir market, tenis kortu, basket sahası ve içinde egzersiz aletleri bulunan bir park da yer alacaktı.
İkinci katlara çıkmaya hazırlandıkları sırada, köylüler belediyeye şikâyette bulundular. Fakat paraları ve nüfuzları olmadığından, belediye başkanı taleplerine kulak tıkadı ve inşaat devam etti. Çok geçmeden, evler zenginlere satıldı ve onların isteğine göre tamamlandı. Hepsi birbirinden güzeldi.
Yaşar, “Çetin, haklıymışsın, sen kentteki en etkili kişisin” dedi. “Yazlık evleri alan bu kadar nüfuzlu kişiden sonra artık seni kim tutabilir? Başardın.”
Çetin gülerek şunları söyledi: “Bu kasaba benim, Yaşar. Herkes ben ne dersem onu yapar. Hiç kimse yoluma çıkamaz.”
Fakat yoluna çıkabilecek biri vardı: Vali. Sonunda valinin kulağına koyda inşaat yapıldığı haberi gitti ve öfkeden deliye döndü.
“Biri Çetin’e derhal inşaatı durdurmasını söylesin. O koyun betonla doldurulmasına izin vermeyeceğim. Doğa koruma alanı olarak kalacak.”
Fakat Çetin valinin inşaatı durduracak kadar güçlü ya da cesur olduğunu sanmıyordu.
“Beni şimdi durduramaz. Ne yapabilir ki, çok zengin ve nüfuzlu kişilerin yazlık evlerini mi yıkacak? Bu siyasî bir intihar olur.”
Fakat vali geri adım atmadı ve Çetin Bey’e bir mesaj daha gönderdi. Bu kez yazlıkları yıkmak ve araziyi temizlemek üzere bölgeye bir yıkım ekibi gönderiyordu. Çetin Bey yine inanmadı.
“Bunu asla yapmaz. Bu sadece blöf” dedi. “Ayrıca belediye başkanını arayacağım, bana bu konuda destek çıkacaktır.”
Çetin’in bilmediği, valinin aynı zamanda köylülere de bir mesaj göndermiş olduğuydu. Fakat bu ilkinden farklıydı. Şöyle demişti:
“Sit alanında oturuyorsunuz ve tapunuz yok. Fakat bölgenin resmî olarak koruma altına alınmasından önce orada oturduğunuz için, size yerinizde kalma hakkı veriyorum. Buldozerler evlerinizi yıkmayacak. Bunu kabul ediyorsanız, her birinizin valiliğe gelerek bir talep formu doldurması gerekiyor. Ayrıca arazinin koruma altına alınmasından önce orada oturduğunuza dair kanıt göstermelisiniz. Belgeleri imzalarsanız evleriniz yıkılmayacak. İmzalamazsanız, evlerinizin akıbeti Çetin’in evlerinden farklı olmayacak. Dairemizden yazılı izinlerinizi aldıktan sonra, bir fotokopisini çektirip kapılarınıza asın. Yıkım ekipleri izni olan hiç kimsenin evini yıkmayacak.”
Tüm köylüler evleri için izin belgesi almak için valilikte toplandılar. Yazlıkların sahipleri valinin yapacağı şeyi duydular. Ancak hiçbiri valiliğe gitmedi, ya da evinin kalması için izin belgesi almaya çalışmadı. Çetin Bey’in ve belediye başkanının valiyi durduracak kadar güçlü olduklarına inanıyorlardı.
Çetin Bey haberi duyduğunda güldü, “Hayatım boyunca böyle aptalca bir şey duymamıştım. Vali kiminle uğraştığını sanıyor, ahmak biriyle, ya da çocukla mı?”
Vali inşaat şirketiyle karşı karşıya gelmişti. Kim kazanacaktı? Kim daha güçlüydü? Belediye başkanı Çetin Bey’e yardım ederek valiyi durduracak kadar güçlü müydü? Vali, buldozerlerin çalıştırılması talimatını verdi. Çetin Bey inşaat alanına gitti. Herkes oradaydı. Tüm büyük televizyon kanallarının kamera ekipleri, zengin ev sahipleri, ve tabii ki köylüler, tümü oradaydı. Büyük bir gürültü vardı. Fakat insanların sesleri, betonları parçalayan buldozerlerin sesleriyle bastırıldı. Bazıları buldozerlere şişeler, sopalar ve toprak dahi attılar. Fakat sopalar çelikten geri sekti. Çetin Bey’in kızgın bağırışları valinin emrine denk olamazdı. Belediye başkanı ise, oraya gelmek bir yana, telefon bile etmedi. Haftanın sonunda, yazlıklardan biri bile kalmamıştı. Çevrede tek görülen, kapılarında beyaz kâğıtlar asılı birtakım eski köy evleriydi. Köylüler öyle sevinçliydiler ki, zaferlerini kutladılar. Valinin kurtarma sözüne güvenmişler ve güvenlerini izin belgelerini kapıya asarak göstermişlerdi. Çetin Bey için bu yargı günüydü. Fakat köylüler için, kurtuluş günüydü.
Kutsal Kitap’ta Allah’a karşı savaş açan gururlu insanlara ilişkin pek çok öykü vardır. Pek çoğumuz Allah’a karşı savaş açmanın aptallık olacağını, zira sonuçta O’nun kazanacağını düşünürüz. Fakat gurur bunu yapar. Bize aptalca şeyler yaptırır. Allah Firavuna İsrailoğul- larını serbest bırakmasını bildirmişti, fakat o reddetti. O reddettikten sonra ise, Allah ona itaat etmesi için dokuz neden verdi. Nehir kana dönüştü, ülkeyi kurbağalar, böcekler ve hastalık istila etti ve dolu yağarak ekinleri yok etti. Fakat Firavun dinlemiyordu. Kalbini Rabb’e karşı katılaştırmıştı ve ona karşı çıkmaya karar vermişti. Kızışmakta olan savaş, az önce okuduğumuzdan daha büyüktü. Firavunun çığlıkları Allah’ın emrine karşı geliyordu. Kim kazanacaktı? Mısır’dan Çıkış 12. bölüm, 12. ayeti okuyarak başlayalım:
12 O gece Mısır’dan geçeceğim. Hem insanların hem de hayvanların bütün ilk doğanlarını öldüreceğim. Mısır’ın bütün ilahlarını yargılayacağım. Ben RAB’bim.
Allah, Mısır’ın ilahlarını yargılayacağını bildirdi. Mısırlılar Rabb’e uymayı ve İsraillileri salıvermeyi reddettikleri için, onların ilk doğan çocuklarını öldüreceğini söyledi. Saçma görünüyor, öyle değil mi? Firavun neden İsraillileri salıvermedi? Özellikle de Allah önceki 9 belada gücünü gösterdikten sonra. Firavun neden direnmeye devam etti? Doğrusu, Firavun kendi gücüne ve ilahlarının gücüne güvenmişti. Şimdi, Mısır’dan Çıkış 12. bölüm, 1–14 ayetlerini okuyalım:
1 RAB Mısır’da Musa’yla Harun’a, 2 “Bu ay sizin için ilk ay, yılın ilk ayı olacak” dedi, 3 “Bütün İsrail topluluğuna bildirin: Bu ayın onunda herkes ailesine göre kendi ev halkına birer kuzu7 alacak. 4 Eğer bir kuzu bir aileye çok geliyorsa, aile bireylerinin sayısı ve herkesin yiyeceği miktar hesaplanacak ve aile kuzuyu en yakın komşusuyla paylaşabilecek. 5 Koyun ya da keçilerden seçeceğiniz hayvan kusursuz, erkek ve bir yaşında olmalı. 6 Ayın on dördüne kadar ona bakacaksınız. O akşamüstü bütün İsrail topluluğu hayvanları boğazlayacak. 7 Hayvanın kanını alıp, etin yeneceği evin yan ve üst kapı sövelerine sürecekler. 8 O gece ateşte kızartılmış et mayasız ekmek ve acı otlarla yenmelidir. 9 Eti çiğ veya haşlanmış olarak değil, başı, bacakları, bağırsakları ve işkembesiyle birlikte kızartarak yiyeceksiniz. 10 Sabaha kadar bitirmelisiniz. Artakalan olursa, sabah ateşte yakacaksınız. 11 Eti şöyle yemelisiniz: Beliniz kuşanmış, çarıklarınız ayağınızda, değneğiniz elinizde olmalı. Eti çabuk yemelisiniz. Bu RAB’bin Fısıh kurbanıdır. 12 O gece Mısır’dan geçeceğim. Hem insanların hem de hayvanların bütün ilk doğanlarını öldüreceğim. Mısır’ın bütün ilahlarını yargılayacağım. Ben RAB’bim. 13 Bulunduğunuz evlerin üzerindeki kan sizin için belirti olacak. Kanı görünce üzerinizden geçeceğim.8 Mısır’ı cezalandırırken ölüm saçan size hiçbir zarar vermeyecek. 14 Bu gün sizin için anma günü olacak. Bu günü RAB’bin bayramı olarak kutlayacaksınız. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürekli bir kural olarak bu günü kutlayacaksınız.
Köylülerin kapılarındaki izin belgeleri buldozer operatörlerinin evleri yıkmamaları için birer işaret olduğu gibi, kapı eşiklerindeki kan da yıkım meleğinin evdeki ilk doğanı öldürmemesi için bir işaretti. Tıpkı Kurban Bayramı gibi, muazzam bir hayvan kurbanlığı olmuş olmalı, zira ilk doğanı olmayan ev yoktu. Hayvanlar seçiliyor, yere yatırılıyor ve boğazları kesiliyordu. Kanın bir kısmı toplanarak kapı sövelerine sürülüyordu. İlk doğanların gösterdiği büyük ilgiyi tahmin edebilirsiniz!
“Baba, kapı sövesine mutlaka bol miktarda kan sür. Hata yapmak istemeyiz. Bunun işe yarayacağından emin misin?”
“Evet, oğlum, işe yarayacak. Bu Allah’ın bize verdiği işaret. O’nun gözetimi ve kurtarıcı rahmeti altında bulunuşumuzun bir simgesi. O’nun sözüne iman ettiğimizin bir simgesi.”
Kurbana ek olarak, yedi gün boyunca mayasız ekmek yemeleri de söylenmişti. Hatta evlerinde maya bulundurmaları bile yasaklanmıştı. Varsa bile, ekmeklerini kabartacak kadar zamanları olmayacaktı, zira Mısır’dan aceleyle çıkmaları gerekiyordu. O günden itibaren, mayasız ekmek bayramı kutlayarak bu olayı anacaklardı. 28–36 ayetleriyle devam edelim:
28 Sonra gidip RAB’bin Musa’yla Harun’a verdiği buyruğu eksiksiz uyguladılar. 29 Gece yarısı RAB tahtında oturan ravunun ilk çocuğundan zindandaki tutsağın ilk çocuğuna kadar Mısır’daki bütün insanların ve hayvanların ilk doğanlarını öldürdü. 30 O gece ravunla görevlileri ve bütün Mısırlılar uyandı. Büyük feryat koptu. Çünkü ölüsü olmayan ev yoktu. 31 Aynı gece ravun Musa’yla Harun’u çağırttı ve, “Kalkın!” dedi, “Siz ve İsrailliler halkımın arasından çıkıp gidin, istediğiniz gibi RAB’be tapın. 32 Dediğiniz gibi davarlarınızı, sığırlarınızı da alın götürün. Beni de kutsayın!” 33 İsrailliler’in ülkeyi hemen terk etmesi için Mısırlılar diretti. “Yoksa hepimiz öleceğiz!” diyorlardı. 34 Böylece halk mayası henüz katılmamış hamurunu aldı, giysilere sarılı hamur teknelerini omuzlarında taşıdı. 35 İsrailliler Musa’nın dediğini yapmış, Mısırlılar’dan altın, gümüş eşya ve giysi istemişlerdi. 36 RAB İsrailliler’in Mısırlılar’ın gözünde lütuf bulmasını sağladı. Mısırlılar onlara istediklerini verdiler. Böylece İsrailliler onları soydular.
Sizce bu feryat nasıl bir feryattı? Hiçbirimiz çocuk kaybetmek istemeyiz, üstelik Allah’ı dinlememenin bir sonucu olmasını hiç istemeyiz. Güneş doğduktan sonra dahi, Mısırlıların kalplerini kuşatan karanlık halen yoğun olmalıydı. Mücadele etme arzularını kaybetmişlerdi. Geriye kalan tek şey, tüm İsrailliler’in Mısır’dan ayrılmaları arzusuydu. Belli ki, Allah tahmin bile edemedikleri kadar kudretliydi. Fakat İsrailliler eli boş ayrılmadılar.
Tabii ki yemek gereçleri ve sürüleri vardı. Fakat daha da önemlisi, altın, gümüş ve giysiler aldılar. Bir grup eski köle gümüşü, altını ve giysileri ne yapacaktı? Muhtemelen hayal bile edemiyorlardı, fakat artık özgür olduklarını biliyorlardı! Kölelikten özgür! Firavundan özgür! Umutsuzluktan özgür! Bir gelecekleri vardı. 37–41 ayetlerini okuyarak öyküyü bitirelim:
37 İsrailliler kadın ve çocukların dışında altı yüz bin kadar erkekle yaya olarak Ramses’ten Sukkot’a doğru yola çıktılar. 38 Daha pek çok kişi de onlarla birlikte gitti. Yanlarında çok sayıda davar ve sığır vardı. 39 Mısır’dan getirdikleri hamurla mayasız pide pişirdiler. Maya yoktu. Çünkü Mısır’dan kovulmuşlar, kendilerine azık hazırlayacak zaman bulamamışlardı. 40 İsrailliler Mısır’da dört yüz otuz yıl yaşadı. 41 Dört yüz otuz yılın sonuncu günü RAB’bin halkı ordular halinde Mısır’ı terk etti.
Tıpkı köylülerin valinin sözüne güvendikleri gibi, İsrailliler de kurtuluş için Allah’a güvendiler. Çetin Bey’in gücünün vali üzerinde hiçbir etkisi olmadığı gibi, Firavun’un gücünün de Allah üzerinde etkisi yoktu. Çetin Bey belediye başkanının kendisini koruyacağını düşündüğü sırada, belediye başkanı ortada yoktu. Aynı şekilde, Firavun da kendi ilahlarını yardıma çağırdığında, sessiz kaldılar. Firavun’un yargı günü, Allah halkı için kurtuluş ve selamete ulaşma günüydü.
Dersimizin ana krini bir öykü ile özetleyelim:
Genç bir kadın Ukrayna’dan iş bulmak için Antalya’ya gelmişti. Bir akşam iş aradıktan sonra evine dönerken, kendisini istismar etmek isteyen birtakım adamlarca kaçırıldı. Adamlar onu bir otel odasına kilitlediler, yiyecek ve sudan mahrum bıraktılar ve kendilerine itaat edeceği şekilde iradesini kırmaya çalıştılar. Üç gün sonra enerjisi neredeyse tükenmişti.
Neredeyse pes etmek üzereyken, adamlardan biri odaya girdi. Bir anlık bir dalgınlıkla, tuvalete gittiğinde cep telefonunu masanın üzerinde unuttu. Kadın telefonu aldı ve fısıltıyla polisi aradı.
Polis ona sordu, “Hangi oteldesiniz?”
Ancak kadın bilmiyordu. Ona şöyle dediler, “Pencereden beyaz bir giysi asmaya çalışın, araçlarımızla onu arayalım.”
Kadın cep telefonunu çabucak masaya koydu ve pencereden nasıl bir giysi asacağını düşünmeye başladı. Cam, oraya geldiği günden beri kapalı ve kilitliydi. İçgüdüsel olarak, beyaz tişörtünü ıslattı. Kendisini kaçıran adam tuvaletten çıktığında, kuruması için pencereden asmasını istedi. O tişört sayesinde polis kadını kurtardı. Özgürdü! Hava hiç bu kadar temiz, güneş hiç bu kadar parlak gelmemişti. Hepsi beyaz bir tişört ve biraz iman sayesinde oldu!
Kadın polislerin kendisini kurtaracaklarına inanmıştı ve kendisine verilen talimatlara güvendi. Polisin kendisini kurtaracağını düşün- mekle kalmadı. Bunun için eyleme geçti. Bununla ilgili bir şey yaptı. O, kadının kurtuluş günüydü. Adamlar için ise, esir edenlerin esir alındığı bir gün oldu. Uzun bir süreliğine hapse kondular. O beyaz tişört fark yaratmıştı. Birine kurtuluş getiren şey, diğerinin felaketi oldu. Büyük bir yargı günü vardır. Allah’ın söylediklerini yaparak O’na güvenini gösterenler kurtuluş bulacak. O’nun sözüne itaat etmeyerek Allah’a itimatsızlık gösterenler ise yıkım bulacak.
Tartışma Soruları
1. Allah İsrail oğullarını, kılıç veya mızrak kullanmamış ve hiç kimseyi öldürmemiş olmalarına rağmen, neden ordu
olarak tanımladı?
2. Allah’ın, Kendi takipçilerinden, Kendi sözüne inanmalarını beklediğini tekrar görüyoruz. İsrailliler kapı sövelerine kan sürmüş olmasaydı, yıkım meleği o evin üzerinden yine geçer miydi, yoksa ilk doğan ölür müydü?
3. Hayvanın kanında, kötü ruha karşı koyan özel bir güç olduğunu düşünüyor musunuz? Neden?
4. Allah yaşamaları için neden onlardan bir hayvan öldürmelerini istedi? Aden Bahçesi’ni düşün.
5. Sizce kuzunun simgelediği bir şey, ya da bir anlam var mı? Bu ne olabilir?
7 İbranice’den “Kuzu” olarak çevrilen sözcük “Oğlak” anlamına gelir.
8 “Geçmek”: Bu geçiş olayı Fısıh Bayramı olarak kutlanmaktadır. Fısıh sözcüğü “Geçmek” anlamına gelir.