Korunduğunuzu bilmek güzel bir duygudur. Yolda yürürken aniden tehditkâr bir havlamayla irkildiğiniz oldu mu? En güçlü adamların bile tüylerini diken diken edecek bir sestir. Hemen alarm durumuna geçerek keskin havlamanın geldiği yöne dönersiniz. Ve birkaç metre ötenizde, suratını tel örgülere vuran, beyaz dişli, büyük bir Kangal görürsünüz. Tam o anda, tel örgüyü ne kadar takdir ettiğinizi fark edersiniz. Kaderin kimi zaman büyük, saldırgan bir köpek gibi olduğunu hiç düşündünüz mü? Onun da, Kangal gibi, tel örgülere hapsedilebileceğini (yani denetim altına alınabileceğini) düşünüyor musunuz? Öyle ise, sizce arzuladığımız korumayı ve ruhsal huzuru bize sağlayacak olan tel örgüyü nerede bulabiliriz? Bunu Allah’ın Kutsal Sözü’nde, Kutsal Kitap’ta bulabileceğimizi artık biliyor olmanız gerek. Ancak önce kısa bir öyküyle başlayalım.
Öykümüz Adana yakınlarında, tarıma elverişli güzel arazileri olan bir köyde geçiyor. Köyün çevresindeki tarlalarda binlerce ton pamuk üretiliyordu. Pamuk toplama, sıcakta yapılan zor bir iş olmasına rağmen, köylüler topraklarından memnundular. Verimli topraklarının ve pamuk hasadının Allah’ın armağanı olduğunu ve kendilerine iyi bir yaşam sağladığını biliyorlardı. Seyhan barajı inşa edilmeden çok öncelerde, köy Çukurova’da, güneye doğru uzanıyordu.
Köy büyüyüp aileler çoğaldıkça, genç babalar köyden daha uzakta topraklar almaya başladılar. Selim adında genç bir adama bir arazi miras kaldı ve bunu işlemeye başladı. Arazinin orta yerinde, göz alabildiğince uzanan uzun ve dar bir tepe vardı. Yaklaşık bir buçuk metre yüksekliğinde ve iki metre genişliğindeydi. Selim’i neden rahatsız ettiğini kimse tam olarak bilmiyordu. Fakat ovada büyüyen bir çocuk olarak, o tepede bir tuha ık seziyordu! Bir ovanın düz olması gerekirdi, o da tarlasının düz olmasını istiyordu. Bu nedenle, tarlasını sürüp pamuk ektikten sonra, o uzun ve dar tepeyi düzlemeye başladı.
Bir gün camide köyün ihtiyarlarından bazıları Selim’in yanına gelerek şunları söylediler:
“Evlat, yaptığın şey akıllıca değil. O tepeyi oraya büyük büyükbabalarımız dikti. O bir bent.”
Selim gülerek şunları söyledi:
“Bizi neyden koruyor ki? Nehir buradan bir günlük mesafede.”
İhtiyarlar şöyle dediler:
“O küçük tepe köyümüzü ve evlerimizi sele karşı koruyor. Yüz yılda bir böyle bir sel olur.”
Sonra köyün ihtiyarları sertçe şöyle dediler: “Onu geri koymalısın.”
Selim kızgınlıkla altmış gün boyunca çalışıp didinerek, taş ve toprağı yerine koydu. Yalnızca bu olay yüzünden hayatının 22. yılını hiçbir zaman unutmadı ve o tepeden nefret etti! Tarlasına her gittiğinde, düz bir pamuk tarlası görebilmeyi diledi. Ancak bunun yerine, kaldırmaya çalıştığı fakat utanç içinde yerine koymak zorunda kaldığı bir tümsek görüyordu.
Derken bir gün, Selim’in 67. yaş gününden iki gün önce, yağmur yağmaya başladı. Ancak yağmur dinmedi ve hiç görmediği bir şekilde sağanak yağmaya başladı! Tüm gece yağdı, ertesi gün de devam etti, ve sonunda Seyhan Nehri yatağından taştı. Artık köyün ihtiyarlarından biri olan Selim, tarlasının ortasındaki bende koştu. Her zaman bir günlük yolda olan nehre doğru baktı, şimdi ayaklarının dibinden akıyordu. Kırk beş yıldır kin güttüğü eski uzun tümseğin üzerinde dururken, gülmeye başladı. Buradaki ot kaplı toprak yığını, köyünün kurtarıcısı olmuştu. O tepe olmasaydı tüm köy en az bir metre su altında kalacaktı. Sol tarafındaki delice akan suya ve sağ tarafındaki kuru köy evlerine bakarak kendi kendine güldü. Sonra üzerinde durduğu tümsekten aşağı doğru bakarak, ayaklarının altındaki ezeli düşmanının aslında dost çıktığını fark etti. Evine doğru yürürken kendi kendine düşündü:
“66 yaşındayken ölmediğim için çok şanslıyım!”
Selim o yılın ilkbaharında pamuk ekerken, tepeye daha önce hiç duymadığı tuhaf bir sevgiyle baktı.
Selim’in öyküsü, bize kurtuluşumuzun nereden geleceğini yanlış hesaplayabileceğimizi hatırlatmaktadır. Düşman gibi gözüken şey, aslında koruyucu bir engel, ya da bir tel örgüydü. Gördüğümüz tüm öyküler gibi, Kutsal Kitap bize Allah’ın koruyuculuğunun hayret verici bir resmini sunmaktadır. Böyle bir olayı, son derste kaldığımız yerden itibaren inceleyebiliriz. İsrailliler 400 yıllık köleliğin ardından Mısır’dan henüz çıkmışlardı ve Allah’ın ataları İbrahim’e vaat ettiği ülkeye doğru yola koyulmuşlardı. Mısır’dan Çıkış 13. bölüm, 21. ve 22. ayetleri okuyarak başlayalım:
21 Gece gündüz ilerlemeleri için, RAB gündüzün bir bulut sütunu içinde yol göstererek, geceleyin bir ateş sütunu içinde ışık vererek onlara öncülük ediyordu. 22 Gündüz bulut sütunu, gece ateş sütunu halkın önünden eksik olmadı.
Yürürken birbirleriyle konuşan çocukları hayal edebiliyor musunuz?
“Önümüzdeki buluta bak! Babam bunun sıradan bir bulut olmadığını söylüyor. O, bizi kızgın güneşten koruyan Allah.”
“Öyle olmasından memnunum, gündüz vakti gölgede olmak iyi, aksi halde burası bunaltıcı derecede sıcak olurdu.”
İbrahim’in bu büyük–büyük torunları Allah’ın onları koruduğuna dair her türlü güvenceye sahiptiler. Bulut gündüz vakti onları sağlıklı halde tutuyor, kılavuzluk ve ruhsal huzur sağlıyordu. İsrailliler, çölün derinliklerine gidiyor olmalarına rağmen, Allah’ın kendileriyle birlikte olduğunu ve bir tasarısının olduğunu biliyorlardı. Hiçbirimiz, doğru yolda gittiğimizden emin olmadan, hayatta amaçsızca dolaşmak istemeyiz. Hepimiz, bizi gitmeyi istediğimiz yere ulaştıracak bir harita, bir GPS cihazı ya da bir rehber isteriz. İşte onların rehberi de bu buluttu!
Ancak Allah İsraillileri geceleyin kendi başlarının çaresine bakmak üzere bırakmamıştı. Bulut sütununu ateş sütununa dönüştürerek ikinci bir mucize göstermişti! Allah geceleyin çölün ne kadar soğuduğunu ve ateşin onları sıcak tutacağını biliyordu. Böylece bir kez daha onlar için fiziksel yardımda bulundu. Fakat Allah, halkının yalnızca fiziksel sağlığıyla ilgili değildi. Onların zihinsel olarak da sağlıklı olmalarını istiyordu. Bu nedenle korkularını yatıştırmak için ateş sütununu verdi. Nasıl? Çölü ve tüm börtü böceği aydınlatarak! Bu şartlar altında İsrailliler dinlenebilir ve Allah’ın kendilerini koruduğunu bilebilirlerdi.
Yakup’un torunları günden güne Kızıldeniz’e yaklaşırken, Mısır Firavunu da kıskançlık ve öfkeyle köpürmeye başlamıştı. Onları serbest bırakma sözünü geri alarak, ordularına toplanmalarını ve Musa’nın topluluğunu yakalayıp getirmelerini emretti. Neredeyse bir milyonluk bir halk! Kendilerini izleyen, silahşorlarla dolu savaş arabalarının yaklaştığı haberini aldıklarında, topluluğun kapıldığı korku ve paniği düşünebiliyor musunuz? Mısır’dan Çıkış 14. bölüm, 9. ve 10. ayetlerde bu anı tasvir eden Kutsal Yazılar’ı dinleyin:
9 Mısırlılar Firavun’un bütün atları, savaş arabaları, atlıları, askerleriyle onların ardına düştüler ve deniz kıyısında, Pi– Hahirot yakınlarında, Baal–Sefon’un karşısında konaklarken onlara yetiştiler. 10 Firavun yaklaşırken, İsrailliler Mısırlılar’ın arkalarından geldiğini görünce dehşete kapılarak RAB’be feryat ettiler.
İsrailliler’in, eşleri, çocukları, bebekleri ve öküz arabaları ile, Mısır’ın eğitimli askerlerine karşı bir şansı yoktu. Dehşete kapılmışlardı. Bundan sonra neler olduğunu görmek için Mısır’dan Çıkış 14. bölüm, 13, 14 ve 19 ayetlerine bakalım:
13 Musa, “Korkmayın!” dedi, “Yerinizde durup bekleyin, RAB bugün sizi nasıl kurtaracak görün. Bugün gördüğünüz Mısırlılar’ı bir daha hiç görmeyeceksiniz. 14 RAB sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter.” 19 İsrail ordusunun önünde yürüyen Tanrı’nın meleği yerini değiştirip arkaya geçti. Önlerindeki bulut sütunu da yerini değiştirip arkalarına ... geldi.
Birdenbire, her zaman önlerinde görmeye alıştıkları bulut, esrarengiz bir biçimde üzerlerine kalkmıştı. Onlar bakarken, bulut doğrudan onlar ile yaklaşan düşmanlarının arasına girdi! Cesur bir kocanın, sarhoş bir adamla karısı arasına gireceği gibi. Allah, İsrailliler ile öfkeden sarhoş olan Firavunun arasına girdi! Fakat Mısır’dan Çıkış 14. bölümün 20. ayeti, daha da dikkate değer bir şeyi tanımlıyor:
20 “(Bulut sütunu)9, Mısır ve İsrail ordularının arasına geldi. Gece boyunca bulut bir yanı karartıyor, öbür yanı aydınlatıyordu. Bu yüzden, bütün gece iki taraf birbirine yaklaşamadı.
Esasen, Allah halkını bir duvarla, ya da tel örgüyle çevrelemişti. Bu tel örgünün içinde parlak bir ışık vardı. Allah’ın halkının Kızıldeniz’den geçerek kaçmaya hazırlanabilmeleri için bir ateş. Yalnızca karanlık olsaydı ne kadar korkacaklarını hayal edebiliyor musunuz? Fakat Allah korkmalarını istemiyordu. Kargaşa içinde olmalarını da istemiyordu. Işık onların bir arada kalarak düzenleme yapmalarına imkân sağlıyordu. Fakat Allah’ın tel örgüsünün dışında karanlık vardı. Firavun’un askerlerinin ne kadar korktuklarını ve kafalarının karıştığını düşünebiliyor musunuz? Yalnızca birkaç gün önce, Allah’ın isteğinin dışında kalmanın karanlığını yaşamış olduklarını hatırlayın.
Bir duvar, ancak iki taraf vardı. Bir taraf ışıkla, diğer taraf ise karanlıkla doluydu. Firavun’un askerleri muhtemelen tüm gece karanlık ve bulutlu duvara lanet etmiş olmalılar. Bu esnada İsrailliler ise kendilerine ısı, ışık ve koruma sağladığı için şükran sunmaktaydılar.
Bizi ilgilendiren soru, Allah’ın tel örgüsünün içine nasıl gireceğimiz. Bugün hâlâ bir koruma duvarı var mı? Allah’ın Musa’ya verdiği bir vaade bakalım: Herkesin güvenebileceği bir koruma vaadi. Mısır’dan Çıkış 23. bölüm, 20–26 ayetlerinde bulunuyor:
20 “Yolda sizi koruması, hazırladığım yere götürmesi için önünüzden bir melek gönderiyorum. 21 Ona dikkat edin, sözünü dinleyin, başkaldırmayın. Çünkü beni temsil ettiği için başkaldırınızı bağışlamaz. 22 Ama onun sözünü dikkatle dinler, bütün söylediklerimi yerine getirirseniz, düşmanlarınıza düşman, hasımlarınıza hasım olacağım. 23 Meleğim önünüzden gidecek, sizi Amor, Hitit, Periz, Kenan, Hiv ve Yevus topraklarına götürecek. Onları yok edeceğim. 24 Onların ilahları önünde eğilmeyecek, tapınmayacaksınız; törelerini izlemeyeceksiniz. Tersine, ilahlarını yok edecek, dikili taşlarını büsbütün parçalayacaksınız. 25 Tanrınız RAB’be tapacaksınız. Ekmeğinizi, suyunuzu bereketli kılacak, aranızdaki hastalıkları yok edeceğim. 26 Ülkenizde kısır ve çocuk düşüren kadın olmayacak. Size uzun ömür vereceğim.
Dersin başındaki Selim’i hatırlıyor musunuz? Köy ihtiyarlarının söylediği şeyi yapmasaydı ne olacaktı? Kırk dört yıl boyunca kendisinin haklı olduğunu düşünecekti. O ihtiyarlara meydan okuduğunu ve onları haksız çıkardığını düşünecekti. Fakat 45. yılda, Selim’in isyanı yüzünden köy harap olacaktı.
Selim’in itaati köye koruma sağladı. Fakat duvarı Selim inşa etmemişti; eski zamanlardan beri oradaydı. Aynı şekilde, Allah da bizi korumak istediğini bildiriyor. O’nun korumasının her zaman sizin için mevcut olduğunu biliyor musunuz? Evet, kimi zaman kargaşa içindeki günahla dolu dünyanın savaş meydanında, iyi insanların başına kötü şeyler gelebilir. Eyüp hakkındaki derste gördüğümüz gibi, bunun bir kısmına Şeytan neden olmaktadır. Ancak kendimize karşı dürüst olursak, yaptığımız seçimlerin de kötü şeylerin meydana gelmesine neden olduğunu görebiliriz. Bu seçimlerden biri, Allah’ın bizi korumak için kurduğu duvarı yıkmaktır. Bazı kişiler Allah’a gücenir, bazıları Allah’tan şüphe eder, bazıları ise, tarlasının ortasındaki eski tepeyi kürekle düzlemeye çalışan 22 yaşındaki Selim gibi, Allah’ın tel örgüsünü yıkmaya dahi çalışır.
Fakat unutmayın, Allah bize Meleği aracılığıyla koruma sunuyor. Ve O’nun rehberliğini izlememiz, O’na itaat etmemiz ve O’nun sesini dinlememiz halinde, bizim için mucizeler yapacağını bildiriyor. Bir örnekle bitirelim.
Ankara Üniversitesi’nden iki genç bitkibilimci, Ağrı Dağı’nda nadir görülen bir çiçek soğanı arıyorlardı. Çiçeği seralarda çoğaltarak daha yaygın bir şekilde dikip dikemeyeceklerini görmek istiyorlardı. Dağı araştırdılar ve iki gün sonra dik bir uçurumun kenarında bir çiçek bulduklarında çok sevindiler. Ancak onu nasıl alacaklardı? Genç bir çobana rüşvet teklif etmeye karar verdiler. Bitkiyi alması için kendisini uçurumdan iple aşağı indirmelerine izin verirse, ona para vereceklerdi.
Genç, bitkibilimcilere beklemelerini söyledi. Adamlar oturdular, yemek yediler ve dağ havasında biraz kestirdiler. Çocuk birkaç saat sonra yanında ihtiyar bir adamla geri döndü.
“İpi bu adamın tutmasına izin verirseniz uçurumdan inerim.” İki üniversiteli karşı çıktı:
“Ama biz ondan daha güçlüyüz.”
Çocuk, ipi ihtiyara uzatırken gülümseyerek şöyle dedi: “Ama o benim babam.”
Genç, babasının kendi hayatını iki yabancının hiçbir zaman koruyamayacağı bir şekilde koruyacağına güveniyordu.
Sizi yönlendiren bir bulut sütunu, ya da yolunuzu aydınlatan bir ateş sütunu görmeseniz bile, her durumda Allah’a güvenin. Dua edin, O’nun sesini dinleyin ve Kutsal Sözlerine itaat edin. O’nun sizi koruyacağına güvenin. Selin ne zaman geleceğini ve O’nun koruyucu “tümseği”ne ne zaman ihtiyaç duyacağınızı bilemezsiniz.
Tartışma Soruları
1. Hiç Allah’ın sizi doğrudan yönlendirdiğini hissettiğiniz oldu mu? Öyle ise, ne zaman? Öyle değil ise, bunu yapması
için Allah’a güvenebileceğinizi düşünüyor musunuz?
2. Neyden korkuyorsunuz? Kendinizi ondan nasıl korumaya çalışıyorsunuz?
3. Bulut sütununun hareket ederek sizinle yaklaşmakta olan ordular arasında durduğunu görseydiniz, Allah’a karşı ne
hissederdiniz?
4. Şu ifade üzerinde düşünün: Allah’ın koruması her zaman mevcuttur, ondan faydalanıp faydalanmamak sizin
seçiminizdir. Sizce bu doğru mu? Bunu başkalarına nasıl açıklarsınız?
5. Önümüzdeki derste Allah’ın İsrailliler’i nasıl kurtardığını göreceğiz. Sizce O ne yapacak?
9 Yeni Türkçe çeviride 19. ve 20. ayetler birleşik. Burada ayırıldığı için 20. ayetin ilk cümlesi 19. ayete göre tamamlanmıştır.
Öykümüz Adana yakınlarında, tarıma elverişli güzel arazileri olan bir köyde geçiyor. Köyün çevresindeki tarlalarda binlerce ton pamuk üretiliyordu. Pamuk toplama, sıcakta yapılan zor bir iş olmasına rağmen, köylüler topraklarından memnundular. Verimli topraklarının ve pamuk hasadının Allah’ın armağanı olduğunu ve kendilerine iyi bir yaşam sağladığını biliyorlardı. Seyhan barajı inşa edilmeden çok öncelerde, köy Çukurova’da, güneye doğru uzanıyordu.
Köy büyüyüp aileler çoğaldıkça, genç babalar köyden daha uzakta topraklar almaya başladılar. Selim adında genç bir adama bir arazi miras kaldı ve bunu işlemeye başladı. Arazinin orta yerinde, göz alabildiğince uzanan uzun ve dar bir tepe vardı. Yaklaşık bir buçuk metre yüksekliğinde ve iki metre genişliğindeydi. Selim’i neden rahatsız ettiğini kimse tam olarak bilmiyordu. Fakat ovada büyüyen bir çocuk olarak, o tepede bir tuha ık seziyordu! Bir ovanın düz olması gerekirdi, o da tarlasının düz olmasını istiyordu. Bu nedenle, tarlasını sürüp pamuk ektikten sonra, o uzun ve dar tepeyi düzlemeye başladı.
Bir gün camide köyün ihtiyarlarından bazıları Selim’in yanına gelerek şunları söylediler:
“Evlat, yaptığın şey akıllıca değil. O tepeyi oraya büyük büyükbabalarımız dikti. O bir bent.”
Selim gülerek şunları söyledi:
“Bizi neyden koruyor ki? Nehir buradan bir günlük mesafede.”
İhtiyarlar şöyle dediler:
“O küçük tepe köyümüzü ve evlerimizi sele karşı koruyor. Yüz yılda bir böyle bir sel olur.”
Sonra köyün ihtiyarları sertçe şöyle dediler: “Onu geri koymalısın.”
Selim kızgınlıkla altmış gün boyunca çalışıp didinerek, taş ve toprağı yerine koydu. Yalnızca bu olay yüzünden hayatının 22. yılını hiçbir zaman unutmadı ve o tepeden nefret etti! Tarlasına her gittiğinde, düz bir pamuk tarlası görebilmeyi diledi. Ancak bunun yerine, kaldırmaya çalıştığı fakat utanç içinde yerine koymak zorunda kaldığı bir tümsek görüyordu.
Derken bir gün, Selim’in 67. yaş gününden iki gün önce, yağmur yağmaya başladı. Ancak yağmur dinmedi ve hiç görmediği bir şekilde sağanak yağmaya başladı! Tüm gece yağdı, ertesi gün de devam etti, ve sonunda Seyhan Nehri yatağından taştı. Artık köyün ihtiyarlarından biri olan Selim, tarlasının ortasındaki bende koştu. Her zaman bir günlük yolda olan nehre doğru baktı, şimdi ayaklarının dibinden akıyordu. Kırk beş yıldır kin güttüğü eski uzun tümseğin üzerinde dururken, gülmeye başladı. Buradaki ot kaplı toprak yığını, köyünün kurtarıcısı olmuştu. O tepe olmasaydı tüm köy en az bir metre su altında kalacaktı. Sol tarafındaki delice akan suya ve sağ tarafındaki kuru köy evlerine bakarak kendi kendine güldü. Sonra üzerinde durduğu tümsekten aşağı doğru bakarak, ayaklarının altındaki ezeli düşmanının aslında dost çıktığını fark etti. Evine doğru yürürken kendi kendine düşündü:
“66 yaşındayken ölmediğim için çok şanslıyım!”
Selim o yılın ilkbaharında pamuk ekerken, tepeye daha önce hiç duymadığı tuhaf bir sevgiyle baktı.
Selim’in öyküsü, bize kurtuluşumuzun nereden geleceğini yanlış hesaplayabileceğimizi hatırlatmaktadır. Düşman gibi gözüken şey, aslında koruyucu bir engel, ya da bir tel örgüydü. Gördüğümüz tüm öyküler gibi, Kutsal Kitap bize Allah’ın koruyuculuğunun hayret verici bir resmini sunmaktadır. Böyle bir olayı, son derste kaldığımız yerden itibaren inceleyebiliriz. İsrailliler 400 yıllık köleliğin ardından Mısır’dan henüz çıkmışlardı ve Allah’ın ataları İbrahim’e vaat ettiği ülkeye doğru yola koyulmuşlardı. Mısır’dan Çıkış 13. bölüm, 21. ve 22. ayetleri okuyarak başlayalım:
21 Gece gündüz ilerlemeleri için, RAB gündüzün bir bulut sütunu içinde yol göstererek, geceleyin bir ateş sütunu içinde ışık vererek onlara öncülük ediyordu. 22 Gündüz bulut sütunu, gece ateş sütunu halkın önünden eksik olmadı.
Yürürken birbirleriyle konuşan çocukları hayal edebiliyor musunuz?
“Önümüzdeki buluta bak! Babam bunun sıradan bir bulut olmadığını söylüyor. O, bizi kızgın güneşten koruyan Allah.”
“Öyle olmasından memnunum, gündüz vakti gölgede olmak iyi, aksi halde burası bunaltıcı derecede sıcak olurdu.”
İbrahim’in bu büyük–büyük torunları Allah’ın onları koruduğuna dair her türlü güvenceye sahiptiler. Bulut gündüz vakti onları sağlıklı halde tutuyor, kılavuzluk ve ruhsal huzur sağlıyordu. İsrailliler, çölün derinliklerine gidiyor olmalarına rağmen, Allah’ın kendileriyle birlikte olduğunu ve bir tasarısının olduğunu biliyorlardı. Hiçbirimiz, doğru yolda gittiğimizden emin olmadan, hayatta amaçsızca dolaşmak istemeyiz. Hepimiz, bizi gitmeyi istediğimiz yere ulaştıracak bir harita, bir GPS cihazı ya da bir rehber isteriz. İşte onların rehberi de bu buluttu!
Ancak Allah İsraillileri geceleyin kendi başlarının çaresine bakmak üzere bırakmamıştı. Bulut sütununu ateş sütununa dönüştürerek ikinci bir mucize göstermişti! Allah geceleyin çölün ne kadar soğuduğunu ve ateşin onları sıcak tutacağını biliyordu. Böylece bir kez daha onlar için fiziksel yardımda bulundu. Fakat Allah, halkının yalnızca fiziksel sağlığıyla ilgili değildi. Onların zihinsel olarak da sağlıklı olmalarını istiyordu. Bu nedenle korkularını yatıştırmak için ateş sütununu verdi. Nasıl? Çölü ve tüm börtü böceği aydınlatarak! Bu şartlar altında İsrailliler dinlenebilir ve Allah’ın kendilerini koruduğunu bilebilirlerdi.
Yakup’un torunları günden güne Kızıldeniz’e yaklaşırken, Mısır Firavunu da kıskançlık ve öfkeyle köpürmeye başlamıştı. Onları serbest bırakma sözünü geri alarak, ordularına toplanmalarını ve Musa’nın topluluğunu yakalayıp getirmelerini emretti. Neredeyse bir milyonluk bir halk! Kendilerini izleyen, silahşorlarla dolu savaş arabalarının yaklaştığı haberini aldıklarında, topluluğun kapıldığı korku ve paniği düşünebiliyor musunuz? Mısır’dan Çıkış 14. bölüm, 9. ve 10. ayetlerde bu anı tasvir eden Kutsal Yazılar’ı dinleyin:
9 Mısırlılar Firavun’un bütün atları, savaş arabaları, atlıları, askerleriyle onların ardına düştüler ve deniz kıyısında, Pi– Hahirot yakınlarında, Baal–Sefon’un karşısında konaklarken onlara yetiştiler. 10 Firavun yaklaşırken, İsrailliler Mısırlılar’ın arkalarından geldiğini görünce dehşete kapılarak RAB’be feryat ettiler.
İsrailliler’in, eşleri, çocukları, bebekleri ve öküz arabaları ile, Mısır’ın eğitimli askerlerine karşı bir şansı yoktu. Dehşete kapılmışlardı. Bundan sonra neler olduğunu görmek için Mısır’dan Çıkış 14. bölüm, 13, 14 ve 19 ayetlerine bakalım:
13 Musa, “Korkmayın!” dedi, “Yerinizde durup bekleyin, RAB bugün sizi nasıl kurtaracak görün. Bugün gördüğünüz Mısırlılar’ı bir daha hiç görmeyeceksiniz. 14 RAB sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter.” 19 İsrail ordusunun önünde yürüyen Tanrı’nın meleği yerini değiştirip arkaya geçti. Önlerindeki bulut sütunu da yerini değiştirip arkalarına ... geldi.
Birdenbire, her zaman önlerinde görmeye alıştıkları bulut, esrarengiz bir biçimde üzerlerine kalkmıştı. Onlar bakarken, bulut doğrudan onlar ile yaklaşan düşmanlarının arasına girdi! Cesur bir kocanın, sarhoş bir adamla karısı arasına gireceği gibi. Allah, İsrailliler ile öfkeden sarhoş olan Firavunun arasına girdi! Fakat Mısır’dan Çıkış 14. bölümün 20. ayeti, daha da dikkate değer bir şeyi tanımlıyor:
20 “(Bulut sütunu)9, Mısır ve İsrail ordularının arasına geldi. Gece boyunca bulut bir yanı karartıyor, öbür yanı aydınlatıyordu. Bu yüzden, bütün gece iki taraf birbirine yaklaşamadı.
Esasen, Allah halkını bir duvarla, ya da tel örgüyle çevrelemişti. Bu tel örgünün içinde parlak bir ışık vardı. Allah’ın halkının Kızıldeniz’den geçerek kaçmaya hazırlanabilmeleri için bir ateş. Yalnızca karanlık olsaydı ne kadar korkacaklarını hayal edebiliyor musunuz? Fakat Allah korkmalarını istemiyordu. Kargaşa içinde olmalarını da istemiyordu. Işık onların bir arada kalarak düzenleme yapmalarına imkân sağlıyordu. Fakat Allah’ın tel örgüsünün dışında karanlık vardı. Firavun’un askerlerinin ne kadar korktuklarını ve kafalarının karıştığını düşünebiliyor musunuz? Yalnızca birkaç gün önce, Allah’ın isteğinin dışında kalmanın karanlığını yaşamış olduklarını hatırlayın.
Bir duvar, ancak iki taraf vardı. Bir taraf ışıkla, diğer taraf ise karanlıkla doluydu. Firavun’un askerleri muhtemelen tüm gece karanlık ve bulutlu duvara lanet etmiş olmalılar. Bu esnada İsrailliler ise kendilerine ısı, ışık ve koruma sağladığı için şükran sunmaktaydılar.
Bizi ilgilendiren soru, Allah’ın tel örgüsünün içine nasıl gireceğimiz. Bugün hâlâ bir koruma duvarı var mı? Allah’ın Musa’ya verdiği bir vaade bakalım: Herkesin güvenebileceği bir koruma vaadi. Mısır’dan Çıkış 23. bölüm, 20–26 ayetlerinde bulunuyor:
20 “Yolda sizi koruması, hazırladığım yere götürmesi için önünüzden bir melek gönderiyorum. 21 Ona dikkat edin, sözünü dinleyin, başkaldırmayın. Çünkü beni temsil ettiği için başkaldırınızı bağışlamaz. 22 Ama onun sözünü dikkatle dinler, bütün söylediklerimi yerine getirirseniz, düşmanlarınıza düşman, hasımlarınıza hasım olacağım. 23 Meleğim önünüzden gidecek, sizi Amor, Hitit, Periz, Kenan, Hiv ve Yevus topraklarına götürecek. Onları yok edeceğim. 24 Onların ilahları önünde eğilmeyecek, tapınmayacaksınız; törelerini izlemeyeceksiniz. Tersine, ilahlarını yok edecek, dikili taşlarını büsbütün parçalayacaksınız. 25 Tanrınız RAB’be tapacaksınız. Ekmeğinizi, suyunuzu bereketli kılacak, aranızdaki hastalıkları yok edeceğim. 26 Ülkenizde kısır ve çocuk düşüren kadın olmayacak. Size uzun ömür vereceğim.
Dersin başındaki Selim’i hatırlıyor musunuz? Köy ihtiyarlarının söylediği şeyi yapmasaydı ne olacaktı? Kırk dört yıl boyunca kendisinin haklı olduğunu düşünecekti. O ihtiyarlara meydan okuduğunu ve onları haksız çıkardığını düşünecekti. Fakat 45. yılda, Selim’in isyanı yüzünden köy harap olacaktı.
Selim’in itaati köye koruma sağladı. Fakat duvarı Selim inşa etmemişti; eski zamanlardan beri oradaydı. Aynı şekilde, Allah da bizi korumak istediğini bildiriyor. O’nun korumasının her zaman sizin için mevcut olduğunu biliyor musunuz? Evet, kimi zaman kargaşa içindeki günahla dolu dünyanın savaş meydanında, iyi insanların başına kötü şeyler gelebilir. Eyüp hakkındaki derste gördüğümüz gibi, bunun bir kısmına Şeytan neden olmaktadır. Ancak kendimize karşı dürüst olursak, yaptığımız seçimlerin de kötü şeylerin meydana gelmesine neden olduğunu görebiliriz. Bu seçimlerden biri, Allah’ın bizi korumak için kurduğu duvarı yıkmaktır. Bazı kişiler Allah’a gücenir, bazıları Allah’tan şüphe eder, bazıları ise, tarlasının ortasındaki eski tepeyi kürekle düzlemeye çalışan 22 yaşındaki Selim gibi, Allah’ın tel örgüsünü yıkmaya dahi çalışır.
Fakat unutmayın, Allah bize Meleği aracılığıyla koruma sunuyor. Ve O’nun rehberliğini izlememiz, O’na itaat etmemiz ve O’nun sesini dinlememiz halinde, bizim için mucizeler yapacağını bildiriyor. Bir örnekle bitirelim.
Ankara Üniversitesi’nden iki genç bitkibilimci, Ağrı Dağı’nda nadir görülen bir çiçek soğanı arıyorlardı. Çiçeği seralarda çoğaltarak daha yaygın bir şekilde dikip dikemeyeceklerini görmek istiyorlardı. Dağı araştırdılar ve iki gün sonra dik bir uçurumun kenarında bir çiçek bulduklarında çok sevindiler. Ancak onu nasıl alacaklardı? Genç bir çobana rüşvet teklif etmeye karar verdiler. Bitkiyi alması için kendisini uçurumdan iple aşağı indirmelerine izin verirse, ona para vereceklerdi.
Genç, bitkibilimcilere beklemelerini söyledi. Adamlar oturdular, yemek yediler ve dağ havasında biraz kestirdiler. Çocuk birkaç saat sonra yanında ihtiyar bir adamla geri döndü.
“İpi bu adamın tutmasına izin verirseniz uçurumdan inerim.” İki üniversiteli karşı çıktı:
“Ama biz ondan daha güçlüyüz.”
Çocuk, ipi ihtiyara uzatırken gülümseyerek şöyle dedi: “Ama o benim babam.”
Genç, babasının kendi hayatını iki yabancının hiçbir zaman koruyamayacağı bir şekilde koruyacağına güveniyordu.
Sizi yönlendiren bir bulut sütunu, ya da yolunuzu aydınlatan bir ateş sütunu görmeseniz bile, her durumda Allah’a güvenin. Dua edin, O’nun sesini dinleyin ve Kutsal Sözlerine itaat edin. O’nun sizi koruyacağına güvenin. Selin ne zaman geleceğini ve O’nun koruyucu “tümseği”ne ne zaman ihtiyaç duyacağınızı bilemezsiniz.
Tartışma Soruları
1. Hiç Allah’ın sizi doğrudan yönlendirdiğini hissettiğiniz oldu mu? Öyle ise, ne zaman? Öyle değil ise, bunu yapması
için Allah’a güvenebileceğinizi düşünüyor musunuz?
2. Neyden korkuyorsunuz? Kendinizi ondan nasıl korumaya çalışıyorsunuz?
3. Bulut sütununun hareket ederek sizinle yaklaşmakta olan ordular arasında durduğunu görseydiniz, Allah’a karşı ne
hissederdiniz?
4. Şu ifade üzerinde düşünün: Allah’ın koruması her zaman mevcuttur, ondan faydalanıp faydalanmamak sizin
seçiminizdir. Sizce bu doğru mu? Bunu başkalarına nasıl açıklarsınız?
5. Önümüzdeki derste Allah’ın İsrailliler’i nasıl kurtardığını göreceğiz. Sizce O ne yapacak?
9 Yeni Türkçe çeviride 19. ve 20. ayetler birleşik. Burada ayırıldığı için 20. ayetin ilk cümlesi 19. ayete göre tamamlanmıştır.