Gerçekten çok korktuğunuz oldu mu? Bir kapının ardından aniden fırlayan birinin meydana getirdiği gibi ani bir korku değil, fakat saatlerce, günlerce, hatta haftalarca peşinizi bırakmayan, derin, rahatsız edici bir korku? Geçen dersimizde tel örgünün güvenliğinden bahsetmiştik. Sizinle saldırgan bir köpek arasında büyük bir tel örgü olması iyi bir şey. Fakat düşünün ki, bir gün aynı havlayan köpeğin yakınından geçerken, kapısının açık olduğunu görüyorsunuz! Ya sonra? Zihniniz hızla çalışmaya başlar; hemen güvenliğinizi sağlayacak seçenekleri düşünürsünüz. Büyük bir sopa ya da ağır bir taş ararsınız. Gerekirse ayakkabınızı çıkarıp fırlatırsınız! Korku bizi yaratıcı hale getirir, elde ne varsa kullanırız! Gerçek şu ki, hayatta kötü köpeklerden daha büyük sorunlar vardır. Evlilik sorunları, maddi sorunlar, çocukların sorunları ve sağlık sorunları gibi. Bu dersimizde Allah’ın korkuyla mücadele etmek için bir çözüm, ve yalnızca tek bir çözüm önerdiğini göreceğiz. Bir öyküyle başlayalım.
Mahmut ile Bilgen önlerinde hastane yatağında yatmakta olan küçük ve değerli oğullarına bakarken, her dakika saatler gibi geliyordu. Üç gündür, küçük kollarında borularla orada yatmaktaydı. Gittikçe zayı ıyordu ve anlaşılan durumu kötüye gidiyordu. Adı Ömer olan çocuk, yakında üç yaşında olacaktı. Sağlığı yerindeyken evin neşesiydi. Elâ gözleri ve meraklı bir gülümsemesi vardı. Yaşlıları çok seviyordu ve amcaları ve teyzeleriyle oturmaya bayılıyordu.
Kucaklarına oturarak onlara sevimli bir şekilde “masal” der, karşısındakinin içi eriyip kendisine bir masal anlatıncaya kadar gözlerinin içine bakardı.
Yaklaşık dört gün önce ateşi son derece yükselmişti, sonra da idrarında kan görüldü. Doktorlar dalağının büyüdüğünü ve alyuvar sayısının çok düşük olduğunu söylediler. Orak hücreli anemi dahil olmak üzere, pek çok hastalık için test yaptılar. Kan nakli yapıldı ve vücudu kabul etmedi. Aslında, kan naklinin sonucunda doktorların Akut Solunum Sıkıntısı Sendromu dedikleri bir rahatsızlık ortaya çıktı.
Çocuk şimdi korkunç bir acı çekiyordu. Kalbi, böbrekleri ve diğer organları ihtiyaç duydukları oksijeni alamıyorlardı. Denedikleri her şeye rağmen, çocuk ölüyordu. Anne–babanın, canlarından çok sevdikleri oğullarına bakarken hissettiklerini tahmin edebilirsiniz. Duygusal çöküntü içindeydiler.
Mahmut ilk günden beri oğlunu korumak ve güvenliği açısından duydukları korkuları yatıştırmak için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Ömer doğduğunda giysilerine inançla nazar boncuğu takmasını hatırladı. Bunu bir yıl süreyle devam ettirdi. Oğlunun durumunun kötüye gittiğini gördüğünde, bir horoz alarak adak adamaya karar verdi. Bundan sonra evlerinin yakınındaki tanınmış bir hocanın türbesine giderek yardım istemek için özel bir dua okudu. Son olarak da, bir cinci hocaya giderek ondan oğlunun yastığı altına koymak üzere özel bir iksir aldı. Tüm bunlardan sonra Mahmut ile Bilgen oturup beklediler. Otururken değerli oğullarına baktılar ve gözyaşlarıyla tekrarladılar:
“Allah’ım, yardım et!”
Arkadaşları ziyarete gelmişler, kimileri küçük Ömer’e nazar boncukları takmışlardı. Ancak hiçbir şey bu hastalığı kaldırmıyor gibiydi. Herkesin elinden geleni yapmasına rağmen, iki gün sonra gözbebekleri olan oğulları öldü. Anne ve baba kendilerine sormadan edemediler:
“Nerede yanlış yaptık?”
Bazıları üzgün yüzleriyle ve başlarını sallayarak şöyle dediler:
“Kader, kader.”
Sonunda, Mahmut ile Bilgen de küçük Ömer’le ilgili olarak buna inanmaya başladılar, bu onun kaderi olmalıydı. Ellerinden gelen her şeyi yapmışlar, ancak hiçbiri işe yaramamıştı. Peki gerçekten de her şeyi yapmışlar mıydı? Bu gerçekten de küçük çocuğun kaderi miydi? Bu soruların yanıtını, Musa peygamberden bir öykünün ışığında düşünelim.
İbrahim’in torunları, Musa ile birlikte Mısır’dan kaçmışlardı ve Kızıldeniz’e doğru yol alıyorlardı. Fakat coşkulu sevinçleri çok geçmeden paniğe dönüştü. Önlerinde uçsuz bucaksız bir su yığını, arkalarında ise hızla yaklaşmakta olan Firavunun ordusu vardı. Kapana kısılmışlardı. Bunun farkındaydılar, Firavun da öyle. Hatta, Kutsal Kitap Mısırlıların yapmayı düşündüğü şeyi Mısır’dan Çıkış 15. bölümün 9. ayetinde açıklıyor:
9 Düşman böbürlendi: ‘Peşlerine düşüp yakalayacağım onları’ dedi, ‘Bölüşeceğim çapulu, dileğimce yağmalayacağım, kılıcımı çekip yok edeceğim onları.’”
Mısırlıların bu kadar çabuk kir değiştirmesi şaşırtıcı görünüyor. Ancak kaybedilecek çok şey vardı. Bu İsrailliler’in işlerini kim yapacaktı? Mısır’ın tüm kölelerini özgür bıraktığını gören diğer ülkeler ne düşüneceklerdi? Mısır askerlerinin akılları kendilerinin sandıkları şeyi geri kazanmaya odaklanmışken, İsrailliler de kendilerini nasıl koruyacaklarını düşünmeye başlamış olmalılar. Geçen dersimizi hatırlarsanız, Allah onları bir bulutla ve ateş sütunuyla koruyordu. Fakat Kutsal Kitap’ın anlatımından, bunun ne kadar süreceğinden şüphe ettikleri anlaşılıyor. Dahası, Musa’yı suçlamaya başlamışlardı. Mısır’dan Çıkış 14. bölüm, 11. ve 12. ayetleri okuyalım:
11 Musa’ya, “Mısır’da mezar mı yoktu da bizi çöle ölmeye getirdin?” dediler, “Bak, Mısır’dan çıkarmakla bize ne yaptın! 12 Mısır’dayken sana, ‘Bırak bizi, Mısırlılara kulluk edelim’ demedik mi? Çölde ölmektense Mısırlılar’a kulluk etsek bizim için daha iyi olurdu.”
Mısır’dan çıktıklarından beri kaç gün geçtiğini kesin olarak bilmiyoruz, ancak Allah’ın varlığı halen kendilerini kuşatmış bulunmasına rağmen şikâyet etmeye başlamışlardı. Korkmuşlardı ve ikilemlerine umutsuzca çözüm arıyorlardı. Savaşçı değillerdi, mutfak bıçaklarının kılıçlara karşı faydasız olacağını ve öküz arabalarının barikat olarak işe yaramayacağını biliyorlardı. Muhtemelen, Mısır’da öğrendikleri şeyleri düşünmeye başlamışlardı. Belki bazıları büyülü sözler öğrenmişlerdi. Bazılarında ise tılsımlar ve Mısır ilahları olabilirdi. Kendilerini bu durumdan kurtarmaları için bunların yardımına başvurmayı kesinlikle düşünmüşlerdir.
Fakat bu durumdan kurtuluş yoktu. Ancak bir yolun, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir yolun dışında. Allah, onların zamanın yüzde yüzünde Kendisine güvenmelerini istiyordu. Allah’ın kendilerini kurtarabileceğine, ve kurtaracağına inanmaktan başka bir şey yapmaları gerekmiyordu. Musa onlara bu gerçeği hatırlattı; Mısır’dan Çıkış 14. bölüm, 13. ve 14. ayetleri okuyalım:
13 Musa “Korkmayın!” dedi, “Yerinizde durup bekleyin, RAB bugün sizi nasıl kurtaracak görün. Bugün gördüğünüz Mısırlıları bir daha hiç görmeyeceksiniz. 14 RAB sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter.”
Aslında yapmaları gereken bir şey vardı. Musa onlara sakin olmalarını söylemişti. Sakin olmalıydılar, zira Allah, yaratılıştan beri en büyük mucizeyi gerçekleştirmek üzereydi. Kutsal Kitap bu anı Mısır’dan Çıkış 14. bölüm, 21. ve 22. ayetlerde şöyle ifade ediyor:
21 Musa elini denizin üzerine uzattı. RAB bütün gece güçlü doğu rüzgârıyla suları geri itti, denizi karaya çevirdi. Sular ikiye bölündü, 22 İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçtiler. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturdu.
Tüm gece sert rüzgârlar esti ve Allah denizi ikiye ayırdı. Sabahın ilk ışıklarında, çelik mavisi gök ve parlak beyaz ay karanlık denizin üzerinde halen parıldarken, bir milyon erkek, kadın ve çocuğun, hayvan sürüleri ve eşyalarıyla birlikte, bu su vadisine inmeye başladıklarını hayal edin. Dünya tarihinde hiç yapılmamış bir şeyi yapıyorlardı: denizin dibinde yürüyorlardı! Musa ve diğerleri, neredeyse ürkütücü bir sessizlikte, sanki bir rüyada gibi, huşu içinde yürüdüler. İki yanlarındaki karanlık sudan duvarlara baktılar. Çocuklar bu duvarlara hafifçe vurmuş, gençler ise soğuk ve ıslak okyanus suyunu hissetmek için ellerini içeri sokmuş olmalılar. Doğaüstü eller tarafından tutulan, doğal su duvarları. Bu duvarlar üzerlerinde 15 katlı bir apartman gibi yükselmiş olmalı. Allah’ın ateş sütunu arkalarında onları aydınlatırken karanlık ve soğuk Kızıldeniz’de birkaç saat yürüdüler. Allah, imkânsız gibi görünen bir durumdan yol açmıştı.
O anda halkın Allah’a tamamen güvenmekten başka çaresi yoktu. O karanlık ve güçlü suları, Allah’ın görünmez elinden başka tutan bir şey yoktu. Kimileri korkuya yenilerek, kimileri ise imanla yürüdüler. Güdüleri ne olursa olsun, denizde sakin ve rahatça gezinmiyorlardı. Mısırlılar’ın hemen arkalarında olduğu korkunç gerçeği onları harekete geçiriyordu! Taşlı kum yığınlarından Kızıldeniz’in gizemli karanlık sularına doğru koşarken, her erkeğin, kadının ve çocuğun kalbi küt küt atıyordu. Sizce, Mısırlıların yaklaştığını gördüklerinde ne düşünmüşlerdir?
Sonsuz gibi görünen bir süreden sonra, kaçanların ilk grubu Kızıldeniz’in diğer ucunda deniz kıyısına ulaştı. Her biri arabaları itmeye ve çocukları taşımaya yardımcı oluyordu. Musa onları yola devam ederek halen gelmekte olan binlerce kişi için yer açmaya sevk etti. İnsanlar kuru toprakta yürüyerek, denizin derinliklerinden sürekli olarak yukarı akın ettiler. Bir daha hiçbir zaman böyle bir manzara görmeyeceklerdi. Şafak yeni söküyordu, mavi ve pembeyle dalgalanmış gökyüzü büyük kaçışı daha esrarengiz ve akılda kalıcı hale getirmişti. 14. bölüm, 24–28 ayetlerinden okumaya devam edelim:
24 Sabah nöbetinde RAB ateş ve bulut sütunundan Mısır ordusuna baktı ve onları şaşkına çevirdi. 25 Arabalarının tekerleklerini çıkardı;10 öyle ki, arabalarını zorlukla sürdüler. Mısırlılar, “İsrailliler’den kaçalım!” dediler, “Çünkü RAB onlar için bizimle savaşıyor.” 26 RAB Musa’ya, “Elini denizin üzerine uzat” dedi, “Sular Mısırlılar’ın, savaş arabalarının, atlılarının üzerine dönsün.” 27 Musa elini denizin üzerine uzattı. Sabaha karşı deniz olağan haline döndü. Mısırlılar sulardan kaçarken RAB onları denizin ortasında silkip attı. 28 Geri dönen sular savaş arabalarını, atlıları, İsrailliler’in peşinden denize dalan ravunun bütün ordusunu yuttu. Onlardan bir kişi bile sağ kalmadı.
Az önce geçitleri olan büyük duvarlar şimdi hızla kapanırken, saygılı bir huşu ile izlediler. Halk, suların tsunami gücüyle çarpışmasını izlerken, uzun bir korkuyla karışık sevinç anı yaşamış olmalı. Suların gürültüsü alçaktan uçan jetler gibiydi. Sonra birdenbire, hiçbir şey olmamış gibi bir sessizlik kapladı. Sabah güneşi yükseldi ve etrafta huzur vardı. Bir saniyeden daha az bir sürede, endişe ettikleri şey, kendilerini korkutan düşman, sonsuza kadar yok olmuştu. Bunu gökteki Allah yaptı!
Bir anda, kalabalığı muazzam bir özgürlük hissi sardı! Herkes ilahî söylemeye başladı. Aslında, neler olduğunu 15. bölümün 20. ve 21. ayetlerinde okuyalım:
20 Harun’un kızkardeşi Peygamber Miryam te ni eline aldı, bütün kadınlar te erle, oynayarak onu izlediler. Miryam onlara şu ezgiyi söyledi: “Ezgiler sunun RAB’be, çünkü yüceldikçe yüceldi, atları, atlıları denize döktü.”
Evet, Allah onların kurtarıcısıydı ve sevinçleri o kadar büyüktü ki, ilahî söylemeden edemediler. Çok geçmeden Musa’nın kendisi de söylemeye başladı. Bu ilahînin sözleri Mısır’dan Çıkış 15. bölüm, 2–18 ayetlerinde görülebilir. Ancak şimdilik 2., 13. ve 11. ayetlere odaklanalım:
2 Rab gücüm ve ezgimdir, O kurtardı beni. O’dur Tanrım, övgüler sunacağım O’na. O’dur babamın Tanrısı, yücelteceğim O’nu. 11 Var mı senin gibisi ilahlar arasında, ya RAB? Senin gibi kutsallıkta görkemli, heybetiyle övgüye değer, harikalar yaratan var mı? 13 Öncülük edeceksin sevginle kurtardığın halka, kutsal konutunun yolunu göstereceksin gücünle onlara.
Musa neden, “Var mı senin gibisi ilahlar arasında, ya RAB?” diye sormuştu?
Şurası kesin ki, Musa birden fazla Tanrı’ya inandığından değildi! Gördüğünüz gibi, İsrailliler Mısırlılar’ın sahte ilahlarına inanmaya bir an olsun ayartılmışlarsa, artık hiçbir nedenleri kalmamıştı. Henüz tecrübe etmiş oldukları şeyden sonra, kurtarma gücüne yalnızca Göklerin Allah’ının sahip olduğuna dair hiçbir şüpheleri kalmamıştı. Yalnızca O aksilikleri kutlamaya dönüştürebilir. O andaki sevinci ve kutlamayı hayal edebiliyor musunuz? Kölelikten özgürlüğün ve kurtuluşun sevincinin verdiği duyguları. Ne Musa, ne de tek bir İsrailli elini kaldırmış ya da kılıç çekmişti. Her şeyi Allah yapmıştı.
Musa’nın sözleri bize, Kızıldeniz deneyiminden önce Allah’ın kim olduğu konusunda İsrailliler’in akıllarının karışık olduğunu düşündürüyor. Pek çok İsrailli muhtemelen Mısır’dan büyü tılsımları ve bilezikleri ile çıkmışlardı. Kedi, böcek ve her şeyi gören piramit gözü simgeleriyle. Şimdi ise Allah’ın bu muhteşem mucizesi bağlamında, o “uğurlu” tılsımları, muskaları ve kolyeleri vücutlarından çıkararak köpüklü denize attıklarından şüphe yok. Sevinç çığlıkları göğe yükseliyordu,
“Yalnızca Allah’a hizmet edeceğim. O bizi koruyacak kadar güçlü.”
Mısır’dan Çıkış 15:11 ayetini tekrar okuyalım:
11 “Var mı senin gibisi ilahlar arasında, ya RAB? Senin gibi kutsallıkta görkemli, heybetiyle övgüye değer, harikalar yaratan var mı?”
Musa peygamberin sorusu bizim için ve bizim kuşağımız için de iyi bir soru. Bugün ülkemizdeki pek çok kişi, sanki Evrenin Yaratıcısı’na denk güçte veya daha güçlü başka bir ‘ilah’ varmış gibi davranıyor. Sanki Allah’ın Kendisi’nin onları korumaya gücü yetmezmiş gibi, nazar boncukları asıyorlar. Sanki geleceği gerçekten bildirebilirlermiş gibi, burçlardan ve astrologlardan yanıtlar arıyorlar. Piyango ilahının sorunlarını ha etebileceğini sanıyorlar. Sorunlarını çözmek için küresel politika ilahına, kader ilahına, servet ilahına, ya da kendi zekâlarının ilahına başvuruyorlar. Hatta pek çoğu, akıl ve mantıkları yoluyla kendilerini ilah ediniyorlar. Bu kişiler yalnızca Kızıldeniz’i ikiye ayıran Allah’ın kendilerine yardımcı olacağını görmeyecek kadar körler mi? Allah, Allah’tır; diğer tüm sözde “yardım”lar yalnızca kuruntu ve boş umuttur. Yalnızca Allah, kötülüğün üzerinde güce sahiptir!
Mahmut ile Bilgen’in, başka pek çok kişiden gördükleri şeyleri uygulayarak Rabb’i hoşnut ettiklerini sandıklarından eminim. Fakat bir durup düşünelim. Allah Kutsal Yazılar’da bize böyle şeyler emretmiş mi? Nazar boncuğuna güvenmek, gerçekte Allah’tan başkasından koruyuculuk istemek anlamına gelmez mi? İyileşmek için horoz kesmeyi Allah mı emretti, yoksa bu kirler başka bir yerden mi geldi? Kutsal Kitap’ı çalışmaya devam ettiğimizde, bu soruların yanıtları daha fazla netlik kazanacak. Fakat şimdilik bilmemiz gereken şey, Allah’ın adakla, boncuklarla, tekrarlanan sözcüklerle ya da tılsımlarla yönlendirilemeyeceği. O, iman ve güven arar. Bu, Allah’ın her zaman iyileştireceğinin garantisi mi? Hayır, O’nun iyileştirmemeyi, hatta müdahale etmemeyi seçtiği zamanlar olur. Fakat O her şeyi bilir ve O’nun bizden daha fazlasını gördüğüne; her zaman tüm insanlığın uzun vadeli mutluluğu için çalışmakta olduğuna güvenmemiz gerekir. Öyleyse iman ve güvende nasıl gelişiriz? Allah’ı Kutsal Kitap çalışması yoluyla daha iyi tanıyarak.
Birkaç yıl önce İspanya’da ilginç bir öykü haber oldu. Zihinsel özürlü çocuklar için bir yetiştirme yurdu vardı, iyi kalpli müdürü burasını dikkatle idare ediyordu. Çocukları ve gençleri, sanki kendi çocuklarıymış gibi seviyordu. Bunun farkındaydılar ve ona Büyükbaba diyorlardı. Bir gün eski ahşap binada yangın çıktı. Gençler ve çocuklar düzenli bir şekilde dışarı çıktılar. Çok geçmeden tüm yurdu alevler sardı. Dışarı çıktıktan sonra müdür hastalarını saydı ve bir kişinin eksik olduğunu gördü. Tam o sırada ikinci katta birinin pencereden sarktığını gördü.
“Antoine” diye seslendi, “aşağı atlamalısın.”
“Hayır, Büyükbaba, ben korkusuzum. Bak, yangın söndürücüm var. Yangını söndüreceğim.” yanıtını verdi.
Tabii ki o boyutta bir yangını yangın söndürücüyle söndürebileceğini düşünmek çılgınca bir kir. Fakat çocuk zihinsel özürlüydü. Müdür yalvardı:
“Antoine, bana gel. Kollarıma atla.”
İkinci kat gerçekten o kadar yüksek değildi ve çocuk rahatlıkla atlayabilirdi. Antoine yalnızca Büyükbaba’ya inanmalı ve atlamalıydı. Fakat her yandan alevler ve duman gelirken, çocuk aptalca planını uygulamakta ısrar etti.
“Bak Büyükbaba, yangın söndürücüm var.”
Müdür ve diğer çocuklar camdan uzaklaşan ve bir daha da geri dönmeyen Antoine’ı üzüntü ve şaşkınlıkla izlediler. Genç adam yangında yok oldu, çünkü Büyükbaba’sına güvenmemişti.
Biz ne bakıcısına güvenmeyen Antoine gibi olalım ne de, Allah’ın kendilerini koruduğunu ve onlara kolaylıkla bir çıkış yolu sağlayabileceğini unutan İsrailliler gibi. Kendi kirlerimize ve atalardan kalan gelenekler yerine, Kızıldeniz’i ikiye ayıran Kişi’ye güvenelim.
Tartışma Soruları
1. Allah bize hangi yetkiyle “Korkmayın” diyor?
2. Mısırlılar’dan Kızıldeniz yoluyla kaçmak nasıl bir duygu olurdu?
3. Allah Mısır ordusunu neden yok etti?
4. Allah’tan sizin için çözmesini istediğiniz hangi sorununuz var? Sorunu tamamen çözmesini O’ndan imanla isteyerek, O’na güvendiniz mi?
5. Gereken tüm önlemleri aldığınız halde, başınıza kötü bir şey geldiği oldu mu?
6. Allah’tan başka kaynaklardan yardım istemenin O’na bir hakaret sayılabileceği mümkün müdür?
7. Siz de Ömer’in babasının kötülüğe karşı mücadele etmek için kullandığına benzer yöntemler kullanıyor musunuz? Öyle ise, Allah’tan O’nun işini yapmaya çalıştığınız için af dileyin ve O’na tamamen güvenin.
10 “Çıkardı”: İbranice il “Yoldan saptırdı” ya da “çamura saplanmasını sağladı” anlamına gelebilir.
Mahmut ile Bilgen önlerinde hastane yatağında yatmakta olan küçük ve değerli oğullarına bakarken, her dakika saatler gibi geliyordu. Üç gündür, küçük kollarında borularla orada yatmaktaydı. Gittikçe zayı ıyordu ve anlaşılan durumu kötüye gidiyordu. Adı Ömer olan çocuk, yakında üç yaşında olacaktı. Sağlığı yerindeyken evin neşesiydi. Elâ gözleri ve meraklı bir gülümsemesi vardı. Yaşlıları çok seviyordu ve amcaları ve teyzeleriyle oturmaya bayılıyordu.
Kucaklarına oturarak onlara sevimli bir şekilde “masal” der, karşısındakinin içi eriyip kendisine bir masal anlatıncaya kadar gözlerinin içine bakardı.
Yaklaşık dört gün önce ateşi son derece yükselmişti, sonra da idrarında kan görüldü. Doktorlar dalağının büyüdüğünü ve alyuvar sayısının çok düşük olduğunu söylediler. Orak hücreli anemi dahil olmak üzere, pek çok hastalık için test yaptılar. Kan nakli yapıldı ve vücudu kabul etmedi. Aslında, kan naklinin sonucunda doktorların Akut Solunum Sıkıntısı Sendromu dedikleri bir rahatsızlık ortaya çıktı.
Çocuk şimdi korkunç bir acı çekiyordu. Kalbi, böbrekleri ve diğer organları ihtiyaç duydukları oksijeni alamıyorlardı. Denedikleri her şeye rağmen, çocuk ölüyordu. Anne–babanın, canlarından çok sevdikleri oğullarına bakarken hissettiklerini tahmin edebilirsiniz. Duygusal çöküntü içindeydiler.
Mahmut ilk günden beri oğlunu korumak ve güvenliği açısından duydukları korkuları yatıştırmak için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Ömer doğduğunda giysilerine inançla nazar boncuğu takmasını hatırladı. Bunu bir yıl süreyle devam ettirdi. Oğlunun durumunun kötüye gittiğini gördüğünde, bir horoz alarak adak adamaya karar verdi. Bundan sonra evlerinin yakınındaki tanınmış bir hocanın türbesine giderek yardım istemek için özel bir dua okudu. Son olarak da, bir cinci hocaya giderek ondan oğlunun yastığı altına koymak üzere özel bir iksir aldı. Tüm bunlardan sonra Mahmut ile Bilgen oturup beklediler. Otururken değerli oğullarına baktılar ve gözyaşlarıyla tekrarladılar:
“Allah’ım, yardım et!”
Arkadaşları ziyarete gelmişler, kimileri küçük Ömer’e nazar boncukları takmışlardı. Ancak hiçbir şey bu hastalığı kaldırmıyor gibiydi. Herkesin elinden geleni yapmasına rağmen, iki gün sonra gözbebekleri olan oğulları öldü. Anne ve baba kendilerine sormadan edemediler:
“Nerede yanlış yaptık?”
Bazıları üzgün yüzleriyle ve başlarını sallayarak şöyle dediler:
“Kader, kader.”
Sonunda, Mahmut ile Bilgen de küçük Ömer’le ilgili olarak buna inanmaya başladılar, bu onun kaderi olmalıydı. Ellerinden gelen her şeyi yapmışlar, ancak hiçbiri işe yaramamıştı. Peki gerçekten de her şeyi yapmışlar mıydı? Bu gerçekten de küçük çocuğun kaderi miydi? Bu soruların yanıtını, Musa peygamberden bir öykünün ışığında düşünelim.
İbrahim’in torunları, Musa ile birlikte Mısır’dan kaçmışlardı ve Kızıldeniz’e doğru yol alıyorlardı. Fakat coşkulu sevinçleri çok geçmeden paniğe dönüştü. Önlerinde uçsuz bucaksız bir su yığını, arkalarında ise hızla yaklaşmakta olan Firavunun ordusu vardı. Kapana kısılmışlardı. Bunun farkındaydılar, Firavun da öyle. Hatta, Kutsal Kitap Mısırlıların yapmayı düşündüğü şeyi Mısır’dan Çıkış 15. bölümün 9. ayetinde açıklıyor:
9 Düşman böbürlendi: ‘Peşlerine düşüp yakalayacağım onları’ dedi, ‘Bölüşeceğim çapulu, dileğimce yağmalayacağım, kılıcımı çekip yok edeceğim onları.’”
Mısırlıların bu kadar çabuk kir değiştirmesi şaşırtıcı görünüyor. Ancak kaybedilecek çok şey vardı. Bu İsrailliler’in işlerini kim yapacaktı? Mısır’ın tüm kölelerini özgür bıraktığını gören diğer ülkeler ne düşüneceklerdi? Mısır askerlerinin akılları kendilerinin sandıkları şeyi geri kazanmaya odaklanmışken, İsrailliler de kendilerini nasıl koruyacaklarını düşünmeye başlamış olmalılar. Geçen dersimizi hatırlarsanız, Allah onları bir bulutla ve ateş sütunuyla koruyordu. Fakat Kutsal Kitap’ın anlatımından, bunun ne kadar süreceğinden şüphe ettikleri anlaşılıyor. Dahası, Musa’yı suçlamaya başlamışlardı. Mısır’dan Çıkış 14. bölüm, 11. ve 12. ayetleri okuyalım:
11 Musa’ya, “Mısır’da mezar mı yoktu da bizi çöle ölmeye getirdin?” dediler, “Bak, Mısır’dan çıkarmakla bize ne yaptın! 12 Mısır’dayken sana, ‘Bırak bizi, Mısırlılara kulluk edelim’ demedik mi? Çölde ölmektense Mısırlılar’a kulluk etsek bizim için daha iyi olurdu.”
Mısır’dan çıktıklarından beri kaç gün geçtiğini kesin olarak bilmiyoruz, ancak Allah’ın varlığı halen kendilerini kuşatmış bulunmasına rağmen şikâyet etmeye başlamışlardı. Korkmuşlardı ve ikilemlerine umutsuzca çözüm arıyorlardı. Savaşçı değillerdi, mutfak bıçaklarının kılıçlara karşı faydasız olacağını ve öküz arabalarının barikat olarak işe yaramayacağını biliyorlardı. Muhtemelen, Mısır’da öğrendikleri şeyleri düşünmeye başlamışlardı. Belki bazıları büyülü sözler öğrenmişlerdi. Bazılarında ise tılsımlar ve Mısır ilahları olabilirdi. Kendilerini bu durumdan kurtarmaları için bunların yardımına başvurmayı kesinlikle düşünmüşlerdir.
Fakat bu durumdan kurtuluş yoktu. Ancak bir yolun, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir yolun dışında. Allah, onların zamanın yüzde yüzünde Kendisine güvenmelerini istiyordu. Allah’ın kendilerini kurtarabileceğine, ve kurtaracağına inanmaktan başka bir şey yapmaları gerekmiyordu. Musa onlara bu gerçeği hatırlattı; Mısır’dan Çıkış 14. bölüm, 13. ve 14. ayetleri okuyalım:
13 Musa “Korkmayın!” dedi, “Yerinizde durup bekleyin, RAB bugün sizi nasıl kurtaracak görün. Bugün gördüğünüz Mısırlıları bir daha hiç görmeyeceksiniz. 14 RAB sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter.”
Aslında yapmaları gereken bir şey vardı. Musa onlara sakin olmalarını söylemişti. Sakin olmalıydılar, zira Allah, yaratılıştan beri en büyük mucizeyi gerçekleştirmek üzereydi. Kutsal Kitap bu anı Mısır’dan Çıkış 14. bölüm, 21. ve 22. ayetlerde şöyle ifade ediyor:
21 Musa elini denizin üzerine uzattı. RAB bütün gece güçlü doğu rüzgârıyla suları geri itti, denizi karaya çevirdi. Sular ikiye bölündü, 22 İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçtiler. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturdu.
Tüm gece sert rüzgârlar esti ve Allah denizi ikiye ayırdı. Sabahın ilk ışıklarında, çelik mavisi gök ve parlak beyaz ay karanlık denizin üzerinde halen parıldarken, bir milyon erkek, kadın ve çocuğun, hayvan sürüleri ve eşyalarıyla birlikte, bu su vadisine inmeye başladıklarını hayal edin. Dünya tarihinde hiç yapılmamış bir şeyi yapıyorlardı: denizin dibinde yürüyorlardı! Musa ve diğerleri, neredeyse ürkütücü bir sessizlikte, sanki bir rüyada gibi, huşu içinde yürüdüler. İki yanlarındaki karanlık sudan duvarlara baktılar. Çocuklar bu duvarlara hafifçe vurmuş, gençler ise soğuk ve ıslak okyanus suyunu hissetmek için ellerini içeri sokmuş olmalılar. Doğaüstü eller tarafından tutulan, doğal su duvarları. Bu duvarlar üzerlerinde 15 katlı bir apartman gibi yükselmiş olmalı. Allah’ın ateş sütunu arkalarında onları aydınlatırken karanlık ve soğuk Kızıldeniz’de birkaç saat yürüdüler. Allah, imkânsız gibi görünen bir durumdan yol açmıştı.
O anda halkın Allah’a tamamen güvenmekten başka çaresi yoktu. O karanlık ve güçlü suları, Allah’ın görünmez elinden başka tutan bir şey yoktu. Kimileri korkuya yenilerek, kimileri ise imanla yürüdüler. Güdüleri ne olursa olsun, denizde sakin ve rahatça gezinmiyorlardı. Mısırlılar’ın hemen arkalarında olduğu korkunç gerçeği onları harekete geçiriyordu! Taşlı kum yığınlarından Kızıldeniz’in gizemli karanlık sularına doğru koşarken, her erkeğin, kadının ve çocuğun kalbi küt küt atıyordu. Sizce, Mısırlıların yaklaştığını gördüklerinde ne düşünmüşlerdir?
Sonsuz gibi görünen bir süreden sonra, kaçanların ilk grubu Kızıldeniz’in diğer ucunda deniz kıyısına ulaştı. Her biri arabaları itmeye ve çocukları taşımaya yardımcı oluyordu. Musa onları yola devam ederek halen gelmekte olan binlerce kişi için yer açmaya sevk etti. İnsanlar kuru toprakta yürüyerek, denizin derinliklerinden sürekli olarak yukarı akın ettiler. Bir daha hiçbir zaman böyle bir manzara görmeyeceklerdi. Şafak yeni söküyordu, mavi ve pembeyle dalgalanmış gökyüzü büyük kaçışı daha esrarengiz ve akılda kalıcı hale getirmişti. 14. bölüm, 24–28 ayetlerinden okumaya devam edelim:
24 Sabah nöbetinde RAB ateş ve bulut sütunundan Mısır ordusuna baktı ve onları şaşkına çevirdi. 25 Arabalarının tekerleklerini çıkardı;10 öyle ki, arabalarını zorlukla sürdüler. Mısırlılar, “İsrailliler’den kaçalım!” dediler, “Çünkü RAB onlar için bizimle savaşıyor.” 26 RAB Musa’ya, “Elini denizin üzerine uzat” dedi, “Sular Mısırlılar’ın, savaş arabalarının, atlılarının üzerine dönsün.” 27 Musa elini denizin üzerine uzattı. Sabaha karşı deniz olağan haline döndü. Mısırlılar sulardan kaçarken RAB onları denizin ortasında silkip attı. 28 Geri dönen sular savaş arabalarını, atlıları, İsrailliler’in peşinden denize dalan ravunun bütün ordusunu yuttu. Onlardan bir kişi bile sağ kalmadı.
Az önce geçitleri olan büyük duvarlar şimdi hızla kapanırken, saygılı bir huşu ile izlediler. Halk, suların tsunami gücüyle çarpışmasını izlerken, uzun bir korkuyla karışık sevinç anı yaşamış olmalı. Suların gürültüsü alçaktan uçan jetler gibiydi. Sonra birdenbire, hiçbir şey olmamış gibi bir sessizlik kapladı. Sabah güneşi yükseldi ve etrafta huzur vardı. Bir saniyeden daha az bir sürede, endişe ettikleri şey, kendilerini korkutan düşman, sonsuza kadar yok olmuştu. Bunu gökteki Allah yaptı!
Bir anda, kalabalığı muazzam bir özgürlük hissi sardı! Herkes ilahî söylemeye başladı. Aslında, neler olduğunu 15. bölümün 20. ve 21. ayetlerinde okuyalım:
20 Harun’un kızkardeşi Peygamber Miryam te ni eline aldı, bütün kadınlar te erle, oynayarak onu izlediler. Miryam onlara şu ezgiyi söyledi: “Ezgiler sunun RAB’be, çünkü yüceldikçe yüceldi, atları, atlıları denize döktü.”
Evet, Allah onların kurtarıcısıydı ve sevinçleri o kadar büyüktü ki, ilahî söylemeden edemediler. Çok geçmeden Musa’nın kendisi de söylemeye başladı. Bu ilahînin sözleri Mısır’dan Çıkış 15. bölüm, 2–18 ayetlerinde görülebilir. Ancak şimdilik 2., 13. ve 11. ayetlere odaklanalım:
2 Rab gücüm ve ezgimdir, O kurtardı beni. O’dur Tanrım, övgüler sunacağım O’na. O’dur babamın Tanrısı, yücelteceğim O’nu. 11 Var mı senin gibisi ilahlar arasında, ya RAB? Senin gibi kutsallıkta görkemli, heybetiyle övgüye değer, harikalar yaratan var mı? 13 Öncülük edeceksin sevginle kurtardığın halka, kutsal konutunun yolunu göstereceksin gücünle onlara.
Musa neden, “Var mı senin gibisi ilahlar arasında, ya RAB?” diye sormuştu?
Şurası kesin ki, Musa birden fazla Tanrı’ya inandığından değildi! Gördüğünüz gibi, İsrailliler Mısırlılar’ın sahte ilahlarına inanmaya bir an olsun ayartılmışlarsa, artık hiçbir nedenleri kalmamıştı. Henüz tecrübe etmiş oldukları şeyden sonra, kurtarma gücüne yalnızca Göklerin Allah’ının sahip olduğuna dair hiçbir şüpheleri kalmamıştı. Yalnızca O aksilikleri kutlamaya dönüştürebilir. O andaki sevinci ve kutlamayı hayal edebiliyor musunuz? Kölelikten özgürlüğün ve kurtuluşun sevincinin verdiği duyguları. Ne Musa, ne de tek bir İsrailli elini kaldırmış ya da kılıç çekmişti. Her şeyi Allah yapmıştı.
Musa’nın sözleri bize, Kızıldeniz deneyiminden önce Allah’ın kim olduğu konusunda İsrailliler’in akıllarının karışık olduğunu düşündürüyor. Pek çok İsrailli muhtemelen Mısır’dan büyü tılsımları ve bilezikleri ile çıkmışlardı. Kedi, böcek ve her şeyi gören piramit gözü simgeleriyle. Şimdi ise Allah’ın bu muhteşem mucizesi bağlamında, o “uğurlu” tılsımları, muskaları ve kolyeleri vücutlarından çıkararak köpüklü denize attıklarından şüphe yok. Sevinç çığlıkları göğe yükseliyordu,
“Yalnızca Allah’a hizmet edeceğim. O bizi koruyacak kadar güçlü.”
Mısır’dan Çıkış 15:11 ayetini tekrar okuyalım:
11 “Var mı senin gibisi ilahlar arasında, ya RAB? Senin gibi kutsallıkta görkemli, heybetiyle övgüye değer, harikalar yaratan var mı?”
Musa peygamberin sorusu bizim için ve bizim kuşağımız için de iyi bir soru. Bugün ülkemizdeki pek çok kişi, sanki Evrenin Yaratıcısı’na denk güçte veya daha güçlü başka bir ‘ilah’ varmış gibi davranıyor. Sanki Allah’ın Kendisi’nin onları korumaya gücü yetmezmiş gibi, nazar boncukları asıyorlar. Sanki geleceği gerçekten bildirebilirlermiş gibi, burçlardan ve astrologlardan yanıtlar arıyorlar. Piyango ilahının sorunlarını ha etebileceğini sanıyorlar. Sorunlarını çözmek için küresel politika ilahına, kader ilahına, servet ilahına, ya da kendi zekâlarının ilahına başvuruyorlar. Hatta pek çoğu, akıl ve mantıkları yoluyla kendilerini ilah ediniyorlar. Bu kişiler yalnızca Kızıldeniz’i ikiye ayıran Allah’ın kendilerine yardımcı olacağını görmeyecek kadar körler mi? Allah, Allah’tır; diğer tüm sözde “yardım”lar yalnızca kuruntu ve boş umuttur. Yalnızca Allah, kötülüğün üzerinde güce sahiptir!
Mahmut ile Bilgen’in, başka pek çok kişiden gördükleri şeyleri uygulayarak Rabb’i hoşnut ettiklerini sandıklarından eminim. Fakat bir durup düşünelim. Allah Kutsal Yazılar’da bize böyle şeyler emretmiş mi? Nazar boncuğuna güvenmek, gerçekte Allah’tan başkasından koruyuculuk istemek anlamına gelmez mi? İyileşmek için horoz kesmeyi Allah mı emretti, yoksa bu kirler başka bir yerden mi geldi? Kutsal Kitap’ı çalışmaya devam ettiğimizde, bu soruların yanıtları daha fazla netlik kazanacak. Fakat şimdilik bilmemiz gereken şey, Allah’ın adakla, boncuklarla, tekrarlanan sözcüklerle ya da tılsımlarla yönlendirilemeyeceği. O, iman ve güven arar. Bu, Allah’ın her zaman iyileştireceğinin garantisi mi? Hayır, O’nun iyileştirmemeyi, hatta müdahale etmemeyi seçtiği zamanlar olur. Fakat O her şeyi bilir ve O’nun bizden daha fazlasını gördüğüne; her zaman tüm insanlığın uzun vadeli mutluluğu için çalışmakta olduğuna güvenmemiz gerekir. Öyleyse iman ve güvende nasıl gelişiriz? Allah’ı Kutsal Kitap çalışması yoluyla daha iyi tanıyarak.
Birkaç yıl önce İspanya’da ilginç bir öykü haber oldu. Zihinsel özürlü çocuklar için bir yetiştirme yurdu vardı, iyi kalpli müdürü burasını dikkatle idare ediyordu. Çocukları ve gençleri, sanki kendi çocuklarıymış gibi seviyordu. Bunun farkındaydılar ve ona Büyükbaba diyorlardı. Bir gün eski ahşap binada yangın çıktı. Gençler ve çocuklar düzenli bir şekilde dışarı çıktılar. Çok geçmeden tüm yurdu alevler sardı. Dışarı çıktıktan sonra müdür hastalarını saydı ve bir kişinin eksik olduğunu gördü. Tam o sırada ikinci katta birinin pencereden sarktığını gördü.
“Antoine” diye seslendi, “aşağı atlamalısın.”
“Hayır, Büyükbaba, ben korkusuzum. Bak, yangın söndürücüm var. Yangını söndüreceğim.” yanıtını verdi.
Tabii ki o boyutta bir yangını yangın söndürücüyle söndürebileceğini düşünmek çılgınca bir kir. Fakat çocuk zihinsel özürlüydü. Müdür yalvardı:
“Antoine, bana gel. Kollarıma atla.”
İkinci kat gerçekten o kadar yüksek değildi ve çocuk rahatlıkla atlayabilirdi. Antoine yalnızca Büyükbaba’ya inanmalı ve atlamalıydı. Fakat her yandan alevler ve duman gelirken, çocuk aptalca planını uygulamakta ısrar etti.
“Bak Büyükbaba, yangın söndürücüm var.”
Müdür ve diğer çocuklar camdan uzaklaşan ve bir daha da geri dönmeyen Antoine’ı üzüntü ve şaşkınlıkla izlediler. Genç adam yangında yok oldu, çünkü Büyükbaba’sına güvenmemişti.
Biz ne bakıcısına güvenmeyen Antoine gibi olalım ne de, Allah’ın kendilerini koruduğunu ve onlara kolaylıkla bir çıkış yolu sağlayabileceğini unutan İsrailliler gibi. Kendi kirlerimize ve atalardan kalan gelenekler yerine, Kızıldeniz’i ikiye ayıran Kişi’ye güvenelim.
Tartışma Soruları
1. Allah bize hangi yetkiyle “Korkmayın” diyor?
2. Mısırlılar’dan Kızıldeniz yoluyla kaçmak nasıl bir duygu olurdu?
3. Allah Mısır ordusunu neden yok etti?
4. Allah’tan sizin için çözmesini istediğiniz hangi sorununuz var? Sorunu tamamen çözmesini O’ndan imanla isteyerek, O’na güvendiniz mi?
5. Gereken tüm önlemleri aldığınız halde, başınıza kötü bir şey geldiği oldu mu?
6. Allah’tan başka kaynaklardan yardım istemenin O’na bir hakaret sayılabileceği mümkün müdür?
7. Siz de Ömer’in babasının kötülüğe karşı mücadele etmek için kullandığına benzer yöntemler kullanıyor musunuz? Öyle ise, Allah’tan O’nun işini yapmaya çalıştığınız için af dileyin ve O’na tamamen güvenin.
10 “Çıkardı”: İbranice il “Yoldan saptırdı” ya da “çamura saplanmasını sağladı” anlamına gelebilir.