Hiç kira ya da araç vergisi ödemeniz, ya da otomobilinizi tamir ettirmeniz gerektiğinde, nereden para bulacağınızı hiç bilemediğiniz oldu mu? Pek çoğumuzun daha önce bu durumu yaşadığını tahmin etmek abartı olmaz! Peki, paraya, yiyeceğe, ya da başka bir şeye ihtiyaç duyduğunuzda, genel olarak ne yaparsınız? Kesin olan şu ki, strese gireriz. Hatta ağlayabilir, kızabilir, ya da şikâyet edebiliriz. Pek çoğumuz da, muhtemelen borç almak için arkadaşlarımızı ya da ailemizi ararız. Peki ilk içgüdümüz başkalarından yardım istemek mi olmalıdır? Birlikte işlediğimiz tüm derslerden sonra, yanıtın “Hayır” olduğunu kolaylıkla tahmin edebilmelisiniz. İlk olarak Allah’a başvurmalıyız, zira O her zaman tedarik eder. Bu gerçeği kavrayan Ayhan adlı bir adamın öyküsünü okuyarak başlayalım.
Her zamanki gibi sıcak bir Temmuz günüydü. Deri ceket satın almanın düşünüleceği günlerden sayılmazdı, satmayı umut etmek için ise hiç uygun değildi. Fakat turistler gemiden inerken, Ayhan bugünün o gün olduğunu düşünüyordu.
Son zamanlarda işler durgundu ve faturaları ödeyebilmek için muhakkak bir ceket satması gerekiyordu. Aslında, her yaz böyleydi. Ancak Ayhan hiçbir zaman meslek değiştirmeyi ya da başka bir şey satmayı düşünmedi, çünkü işler her zaman yürüyor gibiydi. Yaz boyunca hiçbir zaman eleman çalıştırmıyordu, çünkü onlara para ödeyebilecek kadar kazanmıyordu. Böylece sıcak havada dışarı çıktı ve olası müşterileri aramaya başladı.
Yanından geçen bir turiste “Deri ceket almak ister misiniz?” diye sordu.
Turist “Hayır, teşekkürler” karşılığını verdi.
Ayhan kendi kendine “En azından bir şey söyledi. Görmezden gelinmekten iyidir” diye düşündü.
Ayhan saatlerce bekledi, sonunda saat akşam dokuza yaklaşırken o günlük bırakmaya karar verdi. Dükkanına girdi, ortalığı temizledi ve gitmeye hazırlandı. Süpürge ile paspası arka tarafa geri koyarken, kapıdan gelen zil sesini duydu ve dükkana birinin girdiğini anladı.
“Buyurun, yardımcı olabilir miyim?” diye sordu.
Uzun boylu, iyi giyimli yabancı, “Aslına bakarsanız, evet! Sizin kaliteli deri ceketler sattığınızı söylediler, ben de bakmak istedim. Zamanınız var mı, yoksa kapatıyor muydunuz?” diye sordu.
Ayhan, “Tabii ki zamanım var. Aslına bakarsanız birini bekliyordum” diye yanıtladı.
Yabancı bu sözleri tuhaf buldu, çünkü Ayhan’ın çıkmaya hazırlandığı anlaşılıyordu, fakat buna aldırmadı ve ceketlere bakmaya koyuldu. Turist istediği rengi ve tarzı biliyordu, böylece Ayhan kısa sürede 3 ceket buldu. Yabancı ceketleri inceleyerek, her biri hakkında sorular soruyordu.
“Bu hangi cins deri? Bunun yeniden boyanması gerekir mi? Türk malı mı? Fiyatı ne kadar?”
Sorular birbirini izledi. Ancak Ayhan buna alışkındı. Yabancıların bir şey satın almak için biraz zamana ihtiyaçları olduğunu, hatta biraz teşvik edilmeleri gerektiğini uzun zaman önce öğrenmişti.
“Sanırım kahverengi kürk yakalıyı alacağım.”
Ayhan, “Mükemmel seçim!” dedi, “Kışın fermuarı sayesinde rüzgârdan korunursunuz, kürk yakayı kaldırarak da boynunuzu sıcak tutarsınız.”
Turist yatta biraz pazarlık ederek parayı ödedi. Dükkandan çıkarken sokakların büyük ölçüde boş olduğunu fark etti ve Ayhan’a dönerek sordu:
“Kabalık etmek istemem, ama birini beklediğinizi söylemiştiniz. Neredeyse herkes gitti, ben geleli ise neredeyse bir saat oluyor. Kimi bekliyordunuz?”
Ayhan, “Sizi bekliyordum” yanıtını verdi.
Turist, “İyi de, benim geleceğimi nereden bilebilirdiniz ki?” diye sordu, “Daha önce hiç tanışmamıştık.”
“Haklısınız! Fakat ben, Allah’ın bana her gün müşteri getireceğine inanıyorum. Çoğunlukla, ben öyle olmasını istediğim zaman olmuyor, fakat buna ihtiyacım olduğu zaman hep oluyor, zira O her zaman tedarik ediyor!”
“Şimdi anladım, iyi akşamlar, ceket için teşekkür ederim.”
Birlikte çalışmaya başladığımızdan beri, Allah’ın karakterinin pek çok yönünü gördük. O, Evrenin Yaratıcısı, kötülerin Yargıcı, imanlıları Çağıran, doğruların Kurtarıcısı, Rüyaları Açıklayan ve Kendi halkının Koruyucusudur. O kutsaldır, fakat insanlıkla o kadar ilgilidir ki, bize peygamberleri aracılığıyla mesajlarını gönderir. Hatta İbrahim’i, İshak’ı müjdelemek ve Sodom ile Gomora’nın yıkılışına ilişkin haberi vermek üzere, bedensel olarak ziyaretler gerçekleştirmiştir.
Ne yazık ki, insanların çoğu halen Allah’ı bu niteliklerle tanımamaktadır. Kimi zaman O’nun kim olduğunu en çok hatırlaması gereken kişiler O’nu unutmaktadır. Böylece dersimize geliyoruz. İsrailliler’in yaşadığı onca şeyden sonra, Allah’ın kendilerine her şeyi temin edeceğine inanmalarını beklerdiniz. Fakat öyle olmadı.
Mısır’dan Çıkış 16. bölüm, 1–3 ayetlerini okuyarak başlayalım:
1 Bütün İsrail topluluğu Elim’den ayrıldı. Mısır’dan çıktıktan sonra ikinci ayın on beşinci günü Elim ile Sina arasındaki Sin Çölü’ne vardılar. 2 Çölde hepsi Musa’yla Harun’a yakınmaya başladı. 3 “Keşke RAB bizi Mısır’dayken öldürseydi” dediler, “Hiç değilse orada et kazanlarının başına oturur, doyasıya yerdik. Ama siz bütün topluluğu açlıktan öldürmek için bizi bu çöle getirdiniz.”
Ne? Bu mümkün değil! İsrailliler gelmiş geçmiş en büyük mucize- lerden bazılarına henüz tanıklık etmişlerdi. Allah Mısırlılar’ın üzerine felâketler getirirken, İsraillileri korumuştu. Onları kölelikten kurtarmış ve Firavun’un ordusundan korumuştu. Bu şeyler bile onları O’nun gücüne dair ikna edemediyse, Kızıldeniz’i ikiye böldü ve onları kuru toprak üzerinden geçirdi. Tabii ki, bu Allah’ın yemek de tedarik edeceğine yeterli güvence olacaktı! Fakat Kutsal Yazılar’a göre öyle olmadı. Midelerinin gurultusu arttıkça, tüm düşünebildikleri Mısır’da yedikleri yiyecek olmaya başladı. Kısaca, özgür insanlar olarak açlık çekmektense, Mısır’da köle olarak ölmeyi tercih edeceklerini söylüyorlardı. Allah bu konuyla nasıl ilgilenecek? 4. ve 5. ayetleri okumaya devam edelim:
4 RAB Musa’ya, “Size gökten ekmek yağdıracağım” dedi, “Halk her gün gidip günlük ekmeğini toplayacak. Böylece onları sınayacağım: Benim yasama göre yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı, göreceğim. 5 Altıncı gün her gün topladıklarının iki katını toplayıp hazırlayacaklar.”
Aramızdan çocuğu olanlar, bu ayetleri biraz daha kolay anlayabilir. Kaç kez çocuklarınızın şikâyetlerine, istediklerini tam olarak onlara vererek karşılık verdiniz? İşte Allah’ın burada yaptığı da bu. Anne– babaların çocuklarının eğilimlerini bilmeleri gibi, Allah da insanlığın eğilimlerini biliyor. İşler zorlaştığı zaman vazgeçmek isteyeceklerini biliyordu. Bu nedenle bir kez daha onların tüm ihtiyacının Kendisi olduğunu ispatlamaya koyuldu. Ancak onlara yalnızca yiyecek vermek yerine, bazı koşullara bağlı olarak tedarik etti. Beş gün boyunca belli miktarda yiyecek toplayacaklardı, altıncı gün ise bunun iki katını toplayacaklardı. O’nun emrini yerine getirirlerse yiyecekleri olacaktı, fakat daha önemlisi, bu O’na güvendiklerini ve O’nu dinlemeyi istediklerini gösterecekti. Öyküye 8. ayetten devam edelim:
8 Sonra Musa, “Akşam size yemek için et, sabah da dilediğiniz kadar ekmek verilince, RAB’bin görkemini göreceksiniz” dedi, “Çünkü RAB kendisine söylendiğinizi duydu. Biz kimiz ki? Siz bize değil, RAB’be söyleniyorsunuz.”
Musa İsrailliler’e Allah’ın onlara yiyecek tedarik edeceğini ve hangi koşullarda vereceğini söyledikten sonra, bir noktayı iyice açıklığa kavuşturmak istedi. Şikâyetler Musa ve Harun’a karşı değildi. Allah’a karşıydı. Bizim için de aynı şey geçerlidir! Kendi halimizden şikâyet ederken, öz olarak Allah’ın bizi terk ettiğini ve bizimle ilgilenmediğini; O’nun sadık olmadığını ve işini yapmadığını söylemiş oluruz. Ayrıca, Allah’tan doğrudan istemek yerine şikâyette bulunmayı seçerek, Allah’ın dualarımızı yanıtlaması fırsatını kaçırırız.
Böylece, Musa Harun’a Allah’ın sözlerini bildirdi ve Harun da İsrailliler’e döndü. Tam o anda, şimşek çakar gibi, Allah Kızıldeniz’e geldiklerinden beri kendilerini koruyan bulutun içinde belirdi. 12. ayette yazdığı üzere, şöyle dedi:
12 “İsrailliler’in yakınmalarını duydum. Onlara de ki, ‘Akşamüstü et yiyeceksiniz, sabah da ekmekle karnınızı doyuracaksınız. O zaman bileceksiniz ki, Tanrınız RAB benim.’”
Allah neden onlara yiyecek tedarik etti? Allah’ın kim olduğunu ve O’nun onların tüm ihtiyaçlarını karşıladığını anlasınlar diye. Şikâyet etmek için, kaygılanmak için ve şüphelenmek için hiçbir nedenleri yoktu. Daha önce de gördüğümüz gibi, Allah sözünü tuttu. Öykü, Mısır’dan Çıkış 16. bölüm, 13–19 ayetlerinde devam ediyor:
13 Akşam bıldırcınlar geldi, ordugahı sardı. Sabah ordugahın çevresini çiy kaplamıştı. 14 Çiy eriyince, toprakta, çölün yüzeyinde kırağıya benzer ince pulcuklar göründü. 15 Bunu görünce İsrailliler birbirlerine, “Bu da ne?” diye sordular. Çünkü ne olduğunu anlayamamışlardı. Musa, “RAB’bin size yemek için verdiği ekmektir bu” dedi, 16 “RAB’bin buyruğu şudur: ‘Herkes yiyeceği kadar toplasın. Çadırınızdaki her kişi için birer omer11 alın.’” 17 İsrailliler söyleneni yaptılar. Kimi çok, kimi az topladı. 18 Omerle ölçtüklerinde, çok toplayanın fazlası, az toplayanın da eksiği yoktu. Herkes yiyeceği kadar toplamıştı. 19 Musa onlara, “Kimse sabaha bir parça bile bırakmasın” dedi.
İlk sabahı hayal edelim. Belli belirsiz mırıldanmalarla başladı, haber yayıldığında büyük bir gürültü koptu. Aileler çadırlarından çıktılar ve sanki ekin biçmeye gider gibi sepetler taşıyan insanları gördüler. Erkekler, kadınlar ve çocuklar ordugahta sağa sola koşturarak beyaz ve tatlı maddeden topluyorlardı. Sevinç çığlıkları gözyaşlarına karışmıştı.
“Allah bunu yaptı. Vaadini yerine getirdi. Gökten ekmek yağdırdı. Şimdi açlıktan ölmeyeceğiz. Allah’a hamd olsun!”
Defalarca tekrarlanan bir sahneydi, çünkü okuyacağımız gibi, bu “ekmek” uzun bir süre onların temel besin kaynağı olacaktı. Burada, yiyeceğin yüzde yüz Allah’tan geldiğini ilginç bir bilgi olarak belirtelim. İsrailliler onu elde etmek için hiçbir şey yapmıyorlardı. Toprağı sürmüyor, tohum ekmiyor, sulamıyor, yabanî otları ayıklamıyorlardı. Tüm yapmaları gereken, her sabah imanla dışarı çıkmak ve yer üzerinden toplamaktı. Tek bir kural vardı, ertesi güne ayırmalarına izin yoktu. Sizce dinlediler mi? Bunu 20. ve 21. ayetlerde görelim:
20 Ama bazıları ona aldırmayıp sabaha bıraktılar. Bıraktıkları kurtlanıp kokmaya başlayınca Musa onlara öfkelendi. 21 Her sabah herkes yiyeceği kadar topluyordu. Güneş ortalığı ısıtınca, yerde kalanlar eriyordu.
İsrailliler’e her gün bu “ekmeğin” Allah’tan geldiği hatırlatılıyordu. Her sabah dışarı çıktıklarında, onlara Allah’ın tüm ihtiyaçlarını karşıladığını kanıtlıyordu. Ertesi güne saklamaya çalıştıklarında, çabaları boşa çıkıyordu. Uzun yıllar süren kölelikten sonra, Yakup’un, İshak’ın ve İbrahim’in torunları yiyecek için Mısırlı efendilerine bel bağlamayı öğrenmişlerdi. Sonuç olarak atalarının imanını ve Allah’a bel bağlayarak güvenmeyi unutmuşlardı. Bu iki şey çok önemliydi, zira yalnızca Allah’a iman etmeleri ve bel bağlamaları onların İbrahim’in antlaşmasını ayakta tutmalarını sağlayacaktı. Fakat öykü bitmedi. Allah onlara, ellerinden alınan bir şeyi, dinlenmeyi de vermek istiyordu. 22–26 ayetlerini okuyalım:
22 Altıncı gün kişi başına iki omer, yani iki kat topladılar. Topluluğun önderleri gelip durumu Musa’ya bildirdiler. 23 Musa, “RAB’bin buyruğu şudur” dedi, “‘Yarın dinlenme günü, RAB için kutsal Şabat Günü’dür. Pişireceğinizi pişirin, haşlayacağınızı haşlayın. Artakalanı bir kenara koyun, sabaha kalsın.’” 24 Musa’nın buyurduğu gibi artakalanı sabaha bıraktılar. Ne koktu, ne kurtlandı. 25 Musa, “Artakalanı bugün yiyin” dedi, “Çünkü bugün RAB için Şabat Günü’dür. Bugün dışarıda ekmek bulamayacaksınız. 26 Altı gün ekmek toplayacaksınız, ama yedinci gün olan Şabat Günü ekmek bulunmayacak.”
Allah İsrailliler’e yiyecek sağlamakla kalmadı, onlara dinlenme günü de verdi. Zamanın başlangıcından beri var olan haftalık bir tatil günü. Hatırlarsanız, Allah her şeyi altı günde yaratmış, yedinci günde de dinlenmişti. Yedinci günü bereketlemiş ve kutsal olarak belirlemişti. Bunu insanlığa armağan etmişti!Allah kısaca İsrailliler’e onların da dinlenmeleri gerektiğini hatırlatıyordu. Dinlendikleri zaman, kalan altı günde yolculuk yapıp çalışacak enerjileri olacaktı. Ancak daha da önemlisi, bu onların O’nun kendileri için tedarik ediciliğine güvendiklerini göstermenin başka bir yoluydu. Bazen geçimimizi sağlamak için her gün çalışmamız gerekiyormuş gibi gelir, ancak Allah burada bize, O’na tamamen güvenmemiz ve bel bağlamamız gerektiğini bildiriyor. Yedinci günde istirahat ederek, Allah’a O’nun bizim tedarik edicimiz olduğuna inandığımızı gösteririz. O, tıpkı yedinci gün iki pay “ekmek” sağlayarak onu bozulmaktan koruduğu gibi, bize de yeterince sağlayabilir. Böylece İsrailliler Allah’ın dediğini yaptılar, öyle mi? Değil! Bunu 27–31 ayetlerinde okuyalım:
27 Yedinci gün bazıları ekmek toplamak için dışarı çıktı, ama hiçbir şey bulamadılar. 28 RAB Musa’ya, “Ne zamana dek buyruklarıma ve yasalarıma uymayı reddedeceksiniz?” dedi, 29 “Size Şabat Günü’nü verdim. Bunun için altıncı gün size iki günlük ekmek veriyorum. Yedinci gün herkes neredeyse orada kalsın, dışarı çıkmasın.” 30 Böylece halk yedinci gün dinlendi. 31 İsrailliler o ekmeğe man12 adını verdiler. Kişniş tohumu gibi beyazımsı, tadı ballı yufka gibiydi.
Eski bir deyim vardır; “her sepette bir çürük elma bulunur.” Anlaşılan İsrailliler arasında epey fazla çürük elma vardı, zira bir topluluk Sebt13 günü dışarı çıkarak Allah’a itaatsizlik etti. Ancak Allah’ın söylemiş olduğu gibi, “man” adını verdikleri “ekmek”ten hiç bulamadılar. Mısır’dan Çıkış 16. bölüm, 32–36 ayetlerini okuyarak öyküyü bitirelim:
32 Musa, “RAB’bin buyruğu şudur” dedi, “‘Mısır’dan sizi çıkardığımda, gelecek kuşakların çölde size yedirdiğim ekmeği görmesi için, bir omer saklansın.’” 33 Musa Harun’a, “Bir testi al, içine bir omer man doldur” dedi, “Gelecek kuşaklar için saklanmak üzere onu RAB’bin huzuruna koy.” 34 RAB’bin Musa’ya buyurduğu gibi Harun manı saklanmak üzere Antlaşma Levhaları’nın önüne koydu. 35 İsrailliler yerleştikleri Kenan topraklarına varıncaya dek kırk yıl man yediler. 36 –Bir omer efanın14 onda biridir.–
İsrailliler’in Allah’ın kendileri için yaptıklarını unutmamaları için, Allah onlara mucizelerinin kanıtı olarak bir testi man ayırmalarını emretti. Bundan sonra man testisi güvenli bir yere konuldu. Bu konu hakkında ileriki derslerde ayrıntılı bilgi edineceğiz. Kısa bir örnekle bitirelim.
İspanya’da Serat Dağında bulunan manastıra dayanabilmek, disiplinli bir ruh gerektirir. Yeni keşişlerin uyması gereken temel zorunluluklardan biri, her zaman sessiz kalmaları gerektiğidir. Konuşma izni iki yılda bir verilir ve yalnızca iki kelime söyleyebilir- ler. Bu dinî tarikatın yeni üyelerinden bir genç, eğitiminin ilk iki yılını tamamladıktan sonra, amiri tarafından ilk iki kelimelik sunumunu yapmaya davet edildi.
“Yemek berbat” dedi.
İki yıl sonra davet yenilendi. Genç adam bu konuşma fırsatını kullanarak şunu söyledi:
“Yatak rahatsız.”
İki yıl sonra amirinin odasına geldiğinde açıkladı:
“Ben ayrılıyorum.”
Amir genç keşişe bakarak şöyle dedi:
“Biliyor musun, hiç şaşırmadım. Geldiğinden beri tek yaptığın şey, şikâyet, şikâyet, şikâyet.”
Kendi durumunuzu stresli, endişeli ve kızgın görüyorsanız, şikâyet tuzağına yakalanmayın. Unutmayın, Allah tedarik eder!
Tartışma Soruları
1. Hiç Allah’ın yapmamanızı istediğini bildiğiniz bir şeyi yaptığınız oldu mu? Sonucu ne oldu?
2. Bir şeye ihtiyacımız olduğunda ilk olarak Allah’a başvurmak neden zordur?
3. Hiç Ayhan’ın başından geçen gibi bir deneyim yaşadınız mı? Allah sizin için ne yaptı?
4. İsrailliler Allah’ı neden dinlemediler?
5. Durumunuzu ancak Allah’ın değiştirebileceği, gözünüzde netlik kazanmaya başlıyor mu? O’na bel bağlamanın
tehlikeli dünyamızda hayatta kalmanın tek güvenli yolu olduğunu?
11 “Bir omer”: Yaklaşık 2.2 litrelik bir ölçek.
12 “Man”: “Bu ne?” anlamına gelir.
13 “Sebt”: Allah’ın istirahat etme emrini verdiği yedinci günün adı olan İbranice “Şabat” ifadesinin Arapçalaşmış şeklidir; bu haliyle yer yer Türkçe’de de kullanılır (örneğin Kutsal Kitap’ın eski çevirisine bakın). İbranice ve Arapça’nın yanı sıra daha birçok dilde, buna benzer biçimlerde (örneğin; Sábado, Subbota, Savvato, vs.), günümüzdeki “Cumartesi” gününü ifade eder.
14 “Bir efa”: Yaklaşık 22 litrelik bir ölçek.
Her zamanki gibi sıcak bir Temmuz günüydü. Deri ceket satın almanın düşünüleceği günlerden sayılmazdı, satmayı umut etmek için ise hiç uygun değildi. Fakat turistler gemiden inerken, Ayhan bugünün o gün olduğunu düşünüyordu.
Son zamanlarda işler durgundu ve faturaları ödeyebilmek için muhakkak bir ceket satması gerekiyordu. Aslında, her yaz böyleydi. Ancak Ayhan hiçbir zaman meslek değiştirmeyi ya da başka bir şey satmayı düşünmedi, çünkü işler her zaman yürüyor gibiydi. Yaz boyunca hiçbir zaman eleman çalıştırmıyordu, çünkü onlara para ödeyebilecek kadar kazanmıyordu. Böylece sıcak havada dışarı çıktı ve olası müşterileri aramaya başladı.
Yanından geçen bir turiste “Deri ceket almak ister misiniz?” diye sordu.
Turist “Hayır, teşekkürler” karşılığını verdi.
Ayhan kendi kendine “En azından bir şey söyledi. Görmezden gelinmekten iyidir” diye düşündü.
Ayhan saatlerce bekledi, sonunda saat akşam dokuza yaklaşırken o günlük bırakmaya karar verdi. Dükkanına girdi, ortalığı temizledi ve gitmeye hazırlandı. Süpürge ile paspası arka tarafa geri koyarken, kapıdan gelen zil sesini duydu ve dükkana birinin girdiğini anladı.
“Buyurun, yardımcı olabilir miyim?” diye sordu.
Uzun boylu, iyi giyimli yabancı, “Aslına bakarsanız, evet! Sizin kaliteli deri ceketler sattığınızı söylediler, ben de bakmak istedim. Zamanınız var mı, yoksa kapatıyor muydunuz?” diye sordu.
Ayhan, “Tabii ki zamanım var. Aslına bakarsanız birini bekliyordum” diye yanıtladı.
Yabancı bu sözleri tuhaf buldu, çünkü Ayhan’ın çıkmaya hazırlandığı anlaşılıyordu, fakat buna aldırmadı ve ceketlere bakmaya koyuldu. Turist istediği rengi ve tarzı biliyordu, böylece Ayhan kısa sürede 3 ceket buldu. Yabancı ceketleri inceleyerek, her biri hakkında sorular soruyordu.
“Bu hangi cins deri? Bunun yeniden boyanması gerekir mi? Türk malı mı? Fiyatı ne kadar?”
Sorular birbirini izledi. Ancak Ayhan buna alışkındı. Yabancıların bir şey satın almak için biraz zamana ihtiyaçları olduğunu, hatta biraz teşvik edilmeleri gerektiğini uzun zaman önce öğrenmişti.
“Sanırım kahverengi kürk yakalıyı alacağım.”
Ayhan, “Mükemmel seçim!” dedi, “Kışın fermuarı sayesinde rüzgârdan korunursunuz, kürk yakayı kaldırarak da boynunuzu sıcak tutarsınız.”
Turist yatta biraz pazarlık ederek parayı ödedi. Dükkandan çıkarken sokakların büyük ölçüde boş olduğunu fark etti ve Ayhan’a dönerek sordu:
“Kabalık etmek istemem, ama birini beklediğinizi söylemiştiniz. Neredeyse herkes gitti, ben geleli ise neredeyse bir saat oluyor. Kimi bekliyordunuz?”
Ayhan, “Sizi bekliyordum” yanıtını verdi.
Turist, “İyi de, benim geleceğimi nereden bilebilirdiniz ki?” diye sordu, “Daha önce hiç tanışmamıştık.”
“Haklısınız! Fakat ben, Allah’ın bana her gün müşteri getireceğine inanıyorum. Çoğunlukla, ben öyle olmasını istediğim zaman olmuyor, fakat buna ihtiyacım olduğu zaman hep oluyor, zira O her zaman tedarik ediyor!”
“Şimdi anladım, iyi akşamlar, ceket için teşekkür ederim.”
Birlikte çalışmaya başladığımızdan beri, Allah’ın karakterinin pek çok yönünü gördük. O, Evrenin Yaratıcısı, kötülerin Yargıcı, imanlıları Çağıran, doğruların Kurtarıcısı, Rüyaları Açıklayan ve Kendi halkının Koruyucusudur. O kutsaldır, fakat insanlıkla o kadar ilgilidir ki, bize peygamberleri aracılığıyla mesajlarını gönderir. Hatta İbrahim’i, İshak’ı müjdelemek ve Sodom ile Gomora’nın yıkılışına ilişkin haberi vermek üzere, bedensel olarak ziyaretler gerçekleştirmiştir.
Ne yazık ki, insanların çoğu halen Allah’ı bu niteliklerle tanımamaktadır. Kimi zaman O’nun kim olduğunu en çok hatırlaması gereken kişiler O’nu unutmaktadır. Böylece dersimize geliyoruz. İsrailliler’in yaşadığı onca şeyden sonra, Allah’ın kendilerine her şeyi temin edeceğine inanmalarını beklerdiniz. Fakat öyle olmadı.
Mısır’dan Çıkış 16. bölüm, 1–3 ayetlerini okuyarak başlayalım:
1 Bütün İsrail topluluğu Elim’den ayrıldı. Mısır’dan çıktıktan sonra ikinci ayın on beşinci günü Elim ile Sina arasındaki Sin Çölü’ne vardılar. 2 Çölde hepsi Musa’yla Harun’a yakınmaya başladı. 3 “Keşke RAB bizi Mısır’dayken öldürseydi” dediler, “Hiç değilse orada et kazanlarının başına oturur, doyasıya yerdik. Ama siz bütün topluluğu açlıktan öldürmek için bizi bu çöle getirdiniz.”
Ne? Bu mümkün değil! İsrailliler gelmiş geçmiş en büyük mucize- lerden bazılarına henüz tanıklık etmişlerdi. Allah Mısırlılar’ın üzerine felâketler getirirken, İsraillileri korumuştu. Onları kölelikten kurtarmış ve Firavun’un ordusundan korumuştu. Bu şeyler bile onları O’nun gücüne dair ikna edemediyse, Kızıldeniz’i ikiye böldü ve onları kuru toprak üzerinden geçirdi. Tabii ki, bu Allah’ın yemek de tedarik edeceğine yeterli güvence olacaktı! Fakat Kutsal Yazılar’a göre öyle olmadı. Midelerinin gurultusu arttıkça, tüm düşünebildikleri Mısır’da yedikleri yiyecek olmaya başladı. Kısaca, özgür insanlar olarak açlık çekmektense, Mısır’da köle olarak ölmeyi tercih edeceklerini söylüyorlardı. Allah bu konuyla nasıl ilgilenecek? 4. ve 5. ayetleri okumaya devam edelim:
4 RAB Musa’ya, “Size gökten ekmek yağdıracağım” dedi, “Halk her gün gidip günlük ekmeğini toplayacak. Böylece onları sınayacağım: Benim yasama göre yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı, göreceğim. 5 Altıncı gün her gün topladıklarının iki katını toplayıp hazırlayacaklar.”
Aramızdan çocuğu olanlar, bu ayetleri biraz daha kolay anlayabilir. Kaç kez çocuklarınızın şikâyetlerine, istediklerini tam olarak onlara vererek karşılık verdiniz? İşte Allah’ın burada yaptığı da bu. Anne– babaların çocuklarının eğilimlerini bilmeleri gibi, Allah da insanlığın eğilimlerini biliyor. İşler zorlaştığı zaman vazgeçmek isteyeceklerini biliyordu. Bu nedenle bir kez daha onların tüm ihtiyacının Kendisi olduğunu ispatlamaya koyuldu. Ancak onlara yalnızca yiyecek vermek yerine, bazı koşullara bağlı olarak tedarik etti. Beş gün boyunca belli miktarda yiyecek toplayacaklardı, altıncı gün ise bunun iki katını toplayacaklardı. O’nun emrini yerine getirirlerse yiyecekleri olacaktı, fakat daha önemlisi, bu O’na güvendiklerini ve O’nu dinlemeyi istediklerini gösterecekti. Öyküye 8. ayetten devam edelim:
8 Sonra Musa, “Akşam size yemek için et, sabah da dilediğiniz kadar ekmek verilince, RAB’bin görkemini göreceksiniz” dedi, “Çünkü RAB kendisine söylendiğinizi duydu. Biz kimiz ki? Siz bize değil, RAB’be söyleniyorsunuz.”
Musa İsrailliler’e Allah’ın onlara yiyecek tedarik edeceğini ve hangi koşullarda vereceğini söyledikten sonra, bir noktayı iyice açıklığa kavuşturmak istedi. Şikâyetler Musa ve Harun’a karşı değildi. Allah’a karşıydı. Bizim için de aynı şey geçerlidir! Kendi halimizden şikâyet ederken, öz olarak Allah’ın bizi terk ettiğini ve bizimle ilgilenmediğini; O’nun sadık olmadığını ve işini yapmadığını söylemiş oluruz. Ayrıca, Allah’tan doğrudan istemek yerine şikâyette bulunmayı seçerek, Allah’ın dualarımızı yanıtlaması fırsatını kaçırırız.
Böylece, Musa Harun’a Allah’ın sözlerini bildirdi ve Harun da İsrailliler’e döndü. Tam o anda, şimşek çakar gibi, Allah Kızıldeniz’e geldiklerinden beri kendilerini koruyan bulutun içinde belirdi. 12. ayette yazdığı üzere, şöyle dedi:
12 “İsrailliler’in yakınmalarını duydum. Onlara de ki, ‘Akşamüstü et yiyeceksiniz, sabah da ekmekle karnınızı doyuracaksınız. O zaman bileceksiniz ki, Tanrınız RAB benim.’”
Allah neden onlara yiyecek tedarik etti? Allah’ın kim olduğunu ve O’nun onların tüm ihtiyaçlarını karşıladığını anlasınlar diye. Şikâyet etmek için, kaygılanmak için ve şüphelenmek için hiçbir nedenleri yoktu. Daha önce de gördüğümüz gibi, Allah sözünü tuttu. Öykü, Mısır’dan Çıkış 16. bölüm, 13–19 ayetlerinde devam ediyor:
13 Akşam bıldırcınlar geldi, ordugahı sardı. Sabah ordugahın çevresini çiy kaplamıştı. 14 Çiy eriyince, toprakta, çölün yüzeyinde kırağıya benzer ince pulcuklar göründü. 15 Bunu görünce İsrailliler birbirlerine, “Bu da ne?” diye sordular. Çünkü ne olduğunu anlayamamışlardı. Musa, “RAB’bin size yemek için verdiği ekmektir bu” dedi, 16 “RAB’bin buyruğu şudur: ‘Herkes yiyeceği kadar toplasın. Çadırınızdaki her kişi için birer omer11 alın.’” 17 İsrailliler söyleneni yaptılar. Kimi çok, kimi az topladı. 18 Omerle ölçtüklerinde, çok toplayanın fazlası, az toplayanın da eksiği yoktu. Herkes yiyeceği kadar toplamıştı. 19 Musa onlara, “Kimse sabaha bir parça bile bırakmasın” dedi.
İlk sabahı hayal edelim. Belli belirsiz mırıldanmalarla başladı, haber yayıldığında büyük bir gürültü koptu. Aileler çadırlarından çıktılar ve sanki ekin biçmeye gider gibi sepetler taşıyan insanları gördüler. Erkekler, kadınlar ve çocuklar ordugahta sağa sola koşturarak beyaz ve tatlı maddeden topluyorlardı. Sevinç çığlıkları gözyaşlarına karışmıştı.
“Allah bunu yaptı. Vaadini yerine getirdi. Gökten ekmek yağdırdı. Şimdi açlıktan ölmeyeceğiz. Allah’a hamd olsun!”
Defalarca tekrarlanan bir sahneydi, çünkü okuyacağımız gibi, bu “ekmek” uzun bir süre onların temel besin kaynağı olacaktı. Burada, yiyeceğin yüzde yüz Allah’tan geldiğini ilginç bir bilgi olarak belirtelim. İsrailliler onu elde etmek için hiçbir şey yapmıyorlardı. Toprağı sürmüyor, tohum ekmiyor, sulamıyor, yabanî otları ayıklamıyorlardı. Tüm yapmaları gereken, her sabah imanla dışarı çıkmak ve yer üzerinden toplamaktı. Tek bir kural vardı, ertesi güne ayırmalarına izin yoktu. Sizce dinlediler mi? Bunu 20. ve 21. ayetlerde görelim:
20 Ama bazıları ona aldırmayıp sabaha bıraktılar. Bıraktıkları kurtlanıp kokmaya başlayınca Musa onlara öfkelendi. 21 Her sabah herkes yiyeceği kadar topluyordu. Güneş ortalığı ısıtınca, yerde kalanlar eriyordu.
İsrailliler’e her gün bu “ekmeğin” Allah’tan geldiği hatırlatılıyordu. Her sabah dışarı çıktıklarında, onlara Allah’ın tüm ihtiyaçlarını karşıladığını kanıtlıyordu. Ertesi güne saklamaya çalıştıklarında, çabaları boşa çıkıyordu. Uzun yıllar süren kölelikten sonra, Yakup’un, İshak’ın ve İbrahim’in torunları yiyecek için Mısırlı efendilerine bel bağlamayı öğrenmişlerdi. Sonuç olarak atalarının imanını ve Allah’a bel bağlayarak güvenmeyi unutmuşlardı. Bu iki şey çok önemliydi, zira yalnızca Allah’a iman etmeleri ve bel bağlamaları onların İbrahim’in antlaşmasını ayakta tutmalarını sağlayacaktı. Fakat öykü bitmedi. Allah onlara, ellerinden alınan bir şeyi, dinlenmeyi de vermek istiyordu. 22–26 ayetlerini okuyalım:
22 Altıncı gün kişi başına iki omer, yani iki kat topladılar. Topluluğun önderleri gelip durumu Musa’ya bildirdiler. 23 Musa, “RAB’bin buyruğu şudur” dedi, “‘Yarın dinlenme günü, RAB için kutsal Şabat Günü’dür. Pişireceğinizi pişirin, haşlayacağınızı haşlayın. Artakalanı bir kenara koyun, sabaha kalsın.’” 24 Musa’nın buyurduğu gibi artakalanı sabaha bıraktılar. Ne koktu, ne kurtlandı. 25 Musa, “Artakalanı bugün yiyin” dedi, “Çünkü bugün RAB için Şabat Günü’dür. Bugün dışarıda ekmek bulamayacaksınız. 26 Altı gün ekmek toplayacaksınız, ama yedinci gün olan Şabat Günü ekmek bulunmayacak.”
Allah İsrailliler’e yiyecek sağlamakla kalmadı, onlara dinlenme günü de verdi. Zamanın başlangıcından beri var olan haftalık bir tatil günü. Hatırlarsanız, Allah her şeyi altı günde yaratmış, yedinci günde de dinlenmişti. Yedinci günü bereketlemiş ve kutsal olarak belirlemişti. Bunu insanlığa armağan etmişti!Allah kısaca İsrailliler’e onların da dinlenmeleri gerektiğini hatırlatıyordu. Dinlendikleri zaman, kalan altı günde yolculuk yapıp çalışacak enerjileri olacaktı. Ancak daha da önemlisi, bu onların O’nun kendileri için tedarik ediciliğine güvendiklerini göstermenin başka bir yoluydu. Bazen geçimimizi sağlamak için her gün çalışmamız gerekiyormuş gibi gelir, ancak Allah burada bize, O’na tamamen güvenmemiz ve bel bağlamamız gerektiğini bildiriyor. Yedinci günde istirahat ederek, Allah’a O’nun bizim tedarik edicimiz olduğuna inandığımızı gösteririz. O, tıpkı yedinci gün iki pay “ekmek” sağlayarak onu bozulmaktan koruduğu gibi, bize de yeterince sağlayabilir. Böylece İsrailliler Allah’ın dediğini yaptılar, öyle mi? Değil! Bunu 27–31 ayetlerinde okuyalım:
27 Yedinci gün bazıları ekmek toplamak için dışarı çıktı, ama hiçbir şey bulamadılar. 28 RAB Musa’ya, “Ne zamana dek buyruklarıma ve yasalarıma uymayı reddedeceksiniz?” dedi, 29 “Size Şabat Günü’nü verdim. Bunun için altıncı gün size iki günlük ekmek veriyorum. Yedinci gün herkes neredeyse orada kalsın, dışarı çıkmasın.” 30 Böylece halk yedinci gün dinlendi. 31 İsrailliler o ekmeğe man12 adını verdiler. Kişniş tohumu gibi beyazımsı, tadı ballı yufka gibiydi.
Eski bir deyim vardır; “her sepette bir çürük elma bulunur.” Anlaşılan İsrailliler arasında epey fazla çürük elma vardı, zira bir topluluk Sebt13 günü dışarı çıkarak Allah’a itaatsizlik etti. Ancak Allah’ın söylemiş olduğu gibi, “man” adını verdikleri “ekmek”ten hiç bulamadılar. Mısır’dan Çıkış 16. bölüm, 32–36 ayetlerini okuyarak öyküyü bitirelim:
32 Musa, “RAB’bin buyruğu şudur” dedi, “‘Mısır’dan sizi çıkardığımda, gelecek kuşakların çölde size yedirdiğim ekmeği görmesi için, bir omer saklansın.’” 33 Musa Harun’a, “Bir testi al, içine bir omer man doldur” dedi, “Gelecek kuşaklar için saklanmak üzere onu RAB’bin huzuruna koy.” 34 RAB’bin Musa’ya buyurduğu gibi Harun manı saklanmak üzere Antlaşma Levhaları’nın önüne koydu. 35 İsrailliler yerleştikleri Kenan topraklarına varıncaya dek kırk yıl man yediler. 36 –Bir omer efanın14 onda biridir.–
İsrailliler’in Allah’ın kendileri için yaptıklarını unutmamaları için, Allah onlara mucizelerinin kanıtı olarak bir testi man ayırmalarını emretti. Bundan sonra man testisi güvenli bir yere konuldu. Bu konu hakkında ileriki derslerde ayrıntılı bilgi edineceğiz. Kısa bir örnekle bitirelim.
İspanya’da Serat Dağında bulunan manastıra dayanabilmek, disiplinli bir ruh gerektirir. Yeni keşişlerin uyması gereken temel zorunluluklardan biri, her zaman sessiz kalmaları gerektiğidir. Konuşma izni iki yılda bir verilir ve yalnızca iki kelime söyleyebilir- ler. Bu dinî tarikatın yeni üyelerinden bir genç, eğitiminin ilk iki yılını tamamladıktan sonra, amiri tarafından ilk iki kelimelik sunumunu yapmaya davet edildi.
“Yemek berbat” dedi.
İki yıl sonra davet yenilendi. Genç adam bu konuşma fırsatını kullanarak şunu söyledi:
“Yatak rahatsız.”
İki yıl sonra amirinin odasına geldiğinde açıkladı:
“Ben ayrılıyorum.”
Amir genç keşişe bakarak şöyle dedi:
“Biliyor musun, hiç şaşırmadım. Geldiğinden beri tek yaptığın şey, şikâyet, şikâyet, şikâyet.”
Kendi durumunuzu stresli, endişeli ve kızgın görüyorsanız, şikâyet tuzağına yakalanmayın. Unutmayın, Allah tedarik eder!
Tartışma Soruları
1. Hiç Allah’ın yapmamanızı istediğini bildiğiniz bir şeyi yaptığınız oldu mu? Sonucu ne oldu?
2. Bir şeye ihtiyacımız olduğunda ilk olarak Allah’a başvurmak neden zordur?
3. Hiç Ayhan’ın başından geçen gibi bir deneyim yaşadınız mı? Allah sizin için ne yaptı?
4. İsrailliler Allah’ı neden dinlemediler?
5. Durumunuzu ancak Allah’ın değiştirebileceği, gözünüzde netlik kazanmaya başlıyor mu? O’na bel bağlamanın
tehlikeli dünyamızda hayatta kalmanın tek güvenli yolu olduğunu?
11 “Bir omer”: Yaklaşık 2.2 litrelik bir ölçek.
12 “Man”: “Bu ne?” anlamına gelir.
13 “Sebt”: Allah’ın istirahat etme emrini verdiği yedinci günün adı olan İbranice “Şabat” ifadesinin Arapçalaşmış şeklidir; bu haliyle yer yer Türkçe’de de kullanılır (örneğin Kutsal Kitap’ın eski çevirisine bakın). İbranice ve Arapça’nın yanı sıra daha birçok dilde, buna benzer biçimlerde (örneğin; Sábado, Subbota, Savvato, vs.), günümüzdeki “Cumartesi” gününü ifade eder.
14 “Bir efa”: Yaklaşık 22 litrelik bir ölçek.