Teröristlerin yerleştirdiği bir bomba patlayarak 37 kişiyi öldürdü. Bir ülke petrol kaynakları için küçük bir ülkeyi sömürüyor. Bir ülkede kıtlık var ve savaşan kabileler yüzünden hiç kimse açlıktan ölen insanlara yardım ulaştıramıyor. Birisi bankada binlerce doları zimmetine geçirirken yakalandı. Birisi yasadışı olarak inşa edilmiş evine elektrik çekebilmek için bir devlet memuruna rüşvet teklif ediyor. Mafya, yerel bir işletmeden tehditle para koparıyor. Bir adam karısını aldatıyor. Bir çocuk diğeriyle kısa ve fazla kilolu olduğu için dalga geçiyor. Küçük bir çocuk kızkardeşinin oyuncağını alarak onu ağlatıyor. Herkes bu şeylerin iyi olmadığını kabul eder, ancak yine de bunlar tüm dünyada her gün gerçekleşen şeyler. Nasıl iyi olunacağını biliyorsak dünya neden kötü?
Bazı kişiler, dünyaya gelen tüm bebeklerin günah bakımından tamamen nötr olduklarını düşünürler. Çocukların iyiyle kötü arasındaki farkı bilmediklerini, böylece kendilerine ne öğretilirse onu yaptıklarını söylerler. Başkaları ise küçük çocuklarına düşünceli bir şekilde bakarlar ve kimi zaman küçük çocukların dahi kötü şeyler yapabileceğini anlarlar. Bazen onlara oyuncağı bırakarak yatmalarını söylediğimizde, söylediğimiz şeyi yapmayı reddederler. Bu meydan okuma nereden kaynaklanıyor? Küçük çocuklarımıza isyan etmeyi biz mi öğrettik? Hayır, öğretmedik. Öyleyse bu davranış nereden geldi? Annelerinin ya da babalarının isteklerine karşı çıkmayı nereden öğrendiler?
Her birimiz şu veya bu zamanda zihinlerimizde ve bedenlerimizde iyi olmayan bir şeyi yapma dürtüsü duymuşuzdur. Bu tür suç düşünceleri nereden gelmektedir? İnsanlar neden her zaman doğal olarak iyi düşünceler düşünmez ve iyi işler yapmazlar? Doğruyla yanlışın arasındaki farkı biliyorsak, neden bazen yanlış yaparız? İçimizde doğru olana aykırı hareket eden birtakım güçler olabilir mi?
Pek çok kişi, herhangi bir durumda, doğru ile yanlış arasında bir tercih yapmaları gerektiğinde doğru olanı yapacaklarından emindir. Öyleyse neden bu kadar insan yanlış yapmaktadır? Neden doğru olanı yapmak istediğimizde dahi kimi zaman gidip yanlış olan şeyi yapıyoruz? Belki de her zaman doğru olanı yapacağımızdan bu kadar emin olmamamız gerekiyor. Belki de ahlâki gücümüz düşündüğümüzden daha zayıf. Belki sürekli olarak sendelememizin nedeni budur. Kendine aşırı güvenin ve bunun ilgili kişilerin hayatlarını nasıl etkilediğinin örneği olan şu öyküyü düşünün.
Muharrem Bey dairesini tekrar kiralayabilmek için binlerce lira ödediği onarımını yeni tamamlamıştı. Onu geçen dersimizden hatırlıyor musunuz? Dairesini akılsız bir şekilde kontrat olmadan kiralayan oydu. Orada oturan aile sonunda daireden çıkmış ve arkalarında çöpler, kırık kapılar, dolaplar ve pencerelerden oluşan korkunç bir mezbelelik bırakmışlardı. Temizlemek, tamir etmek ve kokuyu gidermek birkaç ay sürmüştü. Fakat Muharrem Bey bir ders aldı. Artık dairesini kontrat olmadan asla kiralamayacaktı.
Bunun sorunların sonu olduğunu sanmıştı, ama değildi. Yeni bir kiracı geldi ve çok büyük bir klima takmak istedi. Serdar adlı kiracı, klimayı kendisi bağlamak ve kablo tesisatının devresini yüksek Vat gücüne göre değiştirmek istedi.
Muharrem, “Serdar Bey, kira sözleşmesine göre tüm cihazlar yapım ve kullanım yönetmeliklerine göre monte edilmelidir. Siz elektrik teknisyeni değilsiniz. Bunu düzgün biçimde yapamazsınız. Yönetmelikleri de yerine getirecek kadar iyi bilmiyorsunuz.” dedi.
Serdar, soğukça ev sahibine bakarak kaşlarını kaldırdı ve ağzını çıklattı.
“Asla! Bunun için elektrikçiye para ödememize gerek yok. Ne yaptığımı biliyorum. Bunu yapabilirim.”
Böylece Serdar klimayı kendi bildiği şekilde monte etti ve sigorta kutusuna daha yüksek Vat değerli bir devre kesici yerleştirdi.
Sıcak bir yaz günü Muharrem apartmanın yanından geçiyordu ve gözlerine inanamadı. Camdan duman çıkıyor, itfaiye Serdar’ın evine su sıkıyordu. Muharrem arabasından fırlayarak itfaiyecilerin yanına koştu.
“Herkes iyi mi? Herkes emniyette mi?” diye sordu.
İtfaiyeci “Herkes iyi” dedi. “Binada hiç kimse kalmadı. Hepsini dışarı çıkarttık.”
Muharrem yangında yaralanan ya da ölen olmadığını öğrendiğinde çok rahatladı. Fakat duman siyahtan griye ve beyaza dönmeye, itfaiyeciler hortumlarını, teçhizatlarını ve giysilerini toplamaya başladıklarında, Muharrem yangına neyin neden olduğunu düşünmeye başladı. İtfaiye şefinin yanına giderek yangın hakkında ne öğrendiğini sordu.
“Çok basit” dedi. “Bu ince kablolu tesisat üzerinde o büyük klima ile mikrodalgayı aynı anda çalıştıramazsınız. Bu da yetmezmiş gibi, devre kesici doğru bağlanmamış. Yangına bu sebep olmuş. Bu elektrik devresi imar kanununa tamamen aykırı. Bunu bir profesyonele yaptırmadınız, öyle değil mi?”
Muharrem mosmor oldu.
“Serdar’a bunu yapamayacağını söyledim, ona söyledim. Peki dinledi mi? Hayır! Evimi yaktı. Bu ahmakla ne yapacağım!” diye bağırdı.
Muharrem Bey’in yerinde olsaydınız ne yapardınız? Serdar’ı mahkemeye verir miydiniz? Kişisel bir intikam almak ister miydiniz? Serdar’ın, işi yapabileceğine güveni vardı. Kendi düşündüğü kadar iyi olmadığını ancak büyük bir kayıp ile öğrenebildi.
Bu durum Allah’ın halkıyla ilgili olsaydı, sizce Allah ne yapardı? Aslında tahmin yürütmemize gerek yok, zira Kutsal Kitap’ta böyle bir öykü var. Bakalım İsrailliler kendi iyiliklerinden fazlasıyla eminken Allah ne yapmış. Mısır’dan Çıkış 32. bölüm, 1. ayeti okuyarak başlayalım:
1 Halk Musa’nın dağdan inmediğini, geciktiğini görünce, Harun’un çevresine toplandı. Ona, “Kalk, bize öncülük edecek bir ilah yap” dediler, “Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz!”
İnsanların Allah’ı bu kadar çabuk unutmaları hayret verici değil mi? Gerçekten de Kızıldeniz’i ikiye Allah’ın değil de Musa’nın mı ayırdığını düşünüyorlardı? Onları günbegün gökten man yağdırarak besleyenin kim olduğunu gerçekten unutmuş muydular? Gerçekten de kendilerine çölde su sağlayanın Musa olduğunu mu sanıyorlardı? Tanık oldukları onca şeyden sonra, daha sabırlı ve inançlı olacaklarını sanırdınız. Allah’la O’na güvenmek ve O’nun emirlerini tutmak üzere daha henüz antlaşma yaptıklarını unutmayın. Oysa şimdi, birkaç gün içinde, Allah’ı putlar için terk etmeye başlamışlardı bile. Bundan sonra neler olduğunu 2–6 ayetlerinde okuyalım:
2 Harun, “Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri çıkarıp bana getirin” dedi. 3 Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp Harun’a getirdi. 4 Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı biçiminde dökme bir put yaptı. Halk, “Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran Tanrınız budur!” dedi. 5 Harun bunu görünce, buzağının önünde bir sunak yaptı ve, “Yarın RAB’bin onuruna bayram olacak” diye ilan etti. 6 Ertesi gün halk erkenden kalkıp yakmalık sunular sundu, esenlik sunuları getirdi. Yiyip içmeye oturdu, sonra kalkıp çılgınca eğlendi.
Bu olay, bu noktaya kadar okuduklarımız arasında en tuhafı olmalı. İsrailliler, kutsal bir kahinler ulusu olmaları gereken Allah’ın öz halkı, kendi elleriyle yaptıkları bir şeye tapmaya başlamışlardı. Bunu nasıl yapabilirlerdi? Dağda ateş sütunlarından On Emri bildiren Allah’ı gerçekten unutabilirler miydi? Gerçekten de küpelerinden yapmış oldukları bu altın nesnenin tüm o mucizeleri gerçekleştirdiğini mi sanıyorlardı? Gerisin geriye dönerek anlaş- mayı bozacaklarsa, Allah ile antlaşma yapmanın ne anlamı vardı? Gerçekten de hiç mantıklı gelmiyor, değil mi? 7–14 ayetleriyle devam edelim:
7 RAB Musa’ya, “Aşağı in” dedi, “Mısır’dan çıkardığın halkın baştan çıktı. 8 Buyurduğum yoldan hemen saptılar. Kendilerine dökme bir buzağı yaparak önünde tapındılar, kurban kestiler. ‘Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran ilahınız budur!’ dediler.” 9 RAB Musa’ya, “Bu halkın ne inatçı olduğunu biliyorum” dedi, 10 “Şimdi bana engel olma, bırak öfkem alevlensin, onları yok edeyim. Sonra seni büyük bir ulus yapacağım.” 11 Musa Tanrısı RAB’be yalvardı: “Ya RAB, niçin kendi halkına karşı öfken alevlensin? Onları Mısır’dan büyük kudretinle, güçlü elinle çıkardın. 12 Neden Mısırlılar, ‘Tanrı kötü amaçla, dağlarda öldürmek, yeryüzünden silmek için onları Mısır’dan çıkardı’ desinler? Öfkelenme, vazgeç halkına yapacağın kötülükten. 13 Kulların İbrahim’i, İshak’ı, İsrail’i anımsa. Onlara kendi üzerine ant içtin, ‘Soyunuzu gökteki yıldızlar kadar çoğaltacağım. Söz verdiğim bu ülkenin tümünü soyunuza vereceğim. Sonsuza dek onlara miras olacak’dedin.” 14 Böylece RAB halkına yapacağını söylediği kötülükten vazgeçti.
Bu ayetlerde dikkate değer birkaç şey var. İlk olarak, Allah İsrailliler’i inatçı bir halk olarak adlandırıyor. Dikbaşlı, kendini beğenmiş ve kibirliydiler. Akılsızlıklarını da unutmayalım. İkinci olarak, Musa’nın İsrail adına arabuluculukta bulunduğu zaman yaptığı şeyi görmek ilginç. Allah halktan “onlar” diye bahsederken, Musa onlara “Senin halkın” olarak atıfta bulunuyordu. Bundan sonra Musa Allah’a antlaşmasından bahsetti ve Allah’ın onları yok etmesi halinde gerçeğin davası için çok yazık olacağını belirtti. Bu bize, İbrahim’in Sodom halkı için arabuluculukta bulunmasını hatırlatıyor. Üçüncü olarak, Allah Musa’yı dinledi ve merhamet gösterdi. 15–19 ayetlerini okuyalım:
15 Musa döndü, elinde antlaşma koşulları yazılı iki taş levhayla dağdan indi. Levhaların ön ve arka iki yüzü de yazılıydı. 16 Onları Tanrı yapmıştı, üzerlerindeki oyma yazılar O’nun yazısıydı. 17 Yeşu, bağrışan halkın sesini duyunca, Musa’ya, “Ordugahtan savaş sesi geliyor!” dedi. 18 Musa şöyle yanıtladı: “Ne yenenlerin, Ne de yenilenlerin sesidir bu; ezgiler duyuyorum ben.” 19 Musa ordugaha yaklaşınca, buzağıyı ve oynayan insanları gördü; çok öfkelendi. Elindeki taş levhaları fırlatıp dağın eteğinde parçaladı.
On emri ihtiva eden taş levhaların kırılması, halkın Allah’ın yasasını çiğnemesinin mükemmel bir sembolüydü. Allah’la olan ilişkilerini parçalamışlardı. Günahın suçu altındaydılar ve artık antlaşmanın bereketleri için hiçbir hakları yoktu. Bundan sonra Musa’nın ne yaptığını 20. ayette görelim:
20 Yaptıkları buzağıyı alıp yaktı, toz haline gelinceye dek ezdi, sonra suya serperek İsrailliler’e içirdi.
“İlahlarının” altını sindirim sistemlerinden geçerken, onları Mısır’dan çıkaranın bu “ilah” olmadığını iyice anlamış olmalılar. Bu ilahları ancak septik sistemlerine yakışırdı. Fakat Musa’nın işi bitmemişti. Kardeşi Harun’la yüzleşmesi gerekiyordu. Meydana gelenleri 21–24 ayetlerinde okuyabiliriz:
21 Harun’a, “Bu halk sana ne yaptı ki, onları bu korkunç günaha sürükledin?” dedi. 22 Harun, “Öfkelenme, efendim!” diye karşılık verdi, “Bilirsin, halk kötülüğe eğilimlidir. 23 Bana, ‘Bize öncülük edecek bir ilah yap. Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz’ dediler. 24 Ben de, ‘Kimde altın varsa çıkarsın’ dedim. Altınlarını bana verdiler. Ateşe atınca, bu buzağı ortaya çıktı!”
Harun, Musa’yla birlikte İsrailliler’in ruhsal önderiydi. Musa Allah’ın yanındayken insanlara önderlik etmesi gerekiyordu. Ancak kararlı durarak günahlarına dikkati çekmek yerine, ellerinde oyuncak oldu. Daha da kötüsü, hatasını kapatmak için yalan söyledi. Sizce Allah bundan sonra ne yaptı? Herkesi affedip geçtiğini sanıyor musunuz? 25–35 ayetlerini okuyarak öğrenelim:
25 Musa halkın başıboş hale geldiğini gördü. Çünkü Harun onları dizginlememiş, düşmanlarına alay konusu olmalarına neden olmuştu. 26 Musa ordugahın girişinde durdu, “RAB’den yana olanlar yanıma gelsin!” dedi. Bütün Levililer çevresine toplandı. 27 Musa şöyle dedi: “İsrail’in Tanrısı RAB diyor ki, ‘Herkes kılıcını kuşansın. Ordugahta kapı kapı dolaşarak kardeşini, komşusunu, yakınını öldürsün.’” 28 Levililer Musa’nın buyruğunu yerine getirdiler. O gün halktan üç bine yakın adam öldürüldü. 29 Musa, “Bugün kendinizi RAB’be adamış oldunuz” dedi, “Herkes öz oğluna, öz kardeşine düşman kesildiği için bugün RAB sizi kutsadı.” 30 Ertesi gün halka, “Korkunç bir günah işlediniz” dedi, “Şimdi RAB’bin huzuruna çıkacağım. Belki günahınızı bağışlatabilirim.” 31 Sonra RAB’be dönerek, “Çok yazık, bu halk korkunç bir günah işledi” dedi, “Kendilerine altın put yaptılar. 32 Lütfen günahlarını bağışla, yoksa yazdığın kitaptan adımı sil.” 33 RAB, “Kim bana karşı günah işlediyse onun adını sileceğim” diye karşılık verdi, 34 “Şimdi git, halkı sana söylediğim yere götür. Meleğim sana öncülük edecek. Ama zamanı gelince günahlarından ötürü onları cezalandıracağım.” 35 RAB halkı cezalandırdı. Çünkü Harun’a buzağı yaptırmışlardı.
Bazı kişiler için bunlar kabullenmesi zor ayetler.
“Allah nasıl bu insanları öylece öldürebilir?” diye soruyorlar.
Fakat yanıt, şimdiye dek çalıştığımız konuların bağlamında çok basit. İsrailliler, halk olarak antlaşmanın kendi üzerlerine düşen kısmını yerine getirmediler. Evet, halkın bir bölümü, yani öldürülenler, muhtemelen günahın elebaşlarıydı. Fakat İsrailliler müşterek olarak günaha izin vermişlerdi. Allah’ın emirlerine göre yaşamaya ve O’nu temsil etmeye söz vermişlerdi, fakat çıtanın son derece altında kalmışlardı. Yalnızca birkaç kuralı ihlâl etmekle de kalmadılar, Allah’ı tamamen terk ettiler. İsrailliler’in, Allah’ın yasasına açık isyana ve saygısızlığa izin verdikleri sürece, Allah’ın halkı olarak devam etmelerine imkân yoktu. Bu nedenle cezalandırıldılar.
Bu ayetlerde belirtilen Allah’ın tepkisine odaklanan ve bununla mücadele edenler, çoğunlukla Kutsal Kitap’ın tümündeki en harika sevgi ve bağlılık örneğini göz ardı etmektedirler. Musa, asî ve nankör bir halkın önderi olmasına rağmen, İsrailliler’i gerçekten çok seviyordu. Hatta onları o kadar çok seviyordu ki, kendisi masum olmasına rağmen onlarla birlikte ölmeye razıydı. Onları kurtarmak için arabulucu olarak Allah’a yalvardı. Allah da, onları cezalandırmasına rağmen, Musa’nın ricalarını kabul ederek halkın canını bağışladı ve onlara bir şans daha verdi.
Burada önemli bir soru sormak istiyoruz. Bu problemin nedeni neydi? Halk neden Allah’ın yasasını doğrudan çiğnemişti? Allah’ın Mısır’da gösterdiği yargıya dair işaretleri ve mucizeleri görmüşlerdi. Ayrıca Allah’ın görülür varlığı da hemen önlerindeydi. Pek çok kişi polisin önünde kırmızı ışıkta geçecek kadar cüretkâr değildir. Allah hemen oradayken neden O’nun yasasını çiğnemişlerdi? İnsanlar gündüz kendileriyle birlikte olan bulutu, gece ise ateş sütununu görüyorlardı. On emri aldıklarında dağdan kendilerine seslenen Allah’ın sesini duymuşlardı. Çölde her gün kendilerine su ve yiyecek veriliyordu. Herhangi bir insan bu koşullarda Allah’ı nasıl unutabilirdi? Belki de insanın isyan sorunu, salt insanî unutkanlıktan daha derinde yatmaktadır.
Belki de halk, Allah’ın yasasını tutabileceğinden emindi. Allah İsrailliler’e On Emri, antlaşmanın kontratını verdiğinde bunu okuduğunuzu hatırlıyor musunuz? Hemen Mısır’dan Çıkış 24. bölüm, 7. ayeti okuyalım:
7 Sonra antlaşma kitabını alıp halka okudu. Halk, “RAB’bin her söylediğini yapacağız, O’nu dinleyeceğiz” dedi.
Doğru yanıt bu, öyle değil mi? Allah’la bir antlaşma yaptığımızda, herkesin kabul etmesi gereken bu değil mi? Ancak kimi zaman bu kadar kolay değil, öyle mi? İçimizde çalışarak bizi yanlış yapmaya yönelten bir güç olması mümkün mü?
Bir zamanlar, sigarayı bırakmak için sağlam bir söz veren bir adam varmış. Bunun sağlığına zararlı olduğunu biliyormuş. Karısının bundan hoşlanmadığını biliyormuş. Çocuklarına zararlı olduğunu biliyormuş. Büyük miktarda paraya mal olduğunu biliyormuş. Alın teriyle kazandığı parasının Amerikan tütün şirketlerine gittiğini görmeyi kesinlikle istemiyormuş. Bu nedenle bırakmaya karar vermiş. Sigara paketini parçalayıp çöpe atmış.
İş arkadaşına, “Bu benim son sigara paketim” demiş.
Eve giderek, son sigarasını içtiğini kendinden emin bir şekilde bildirmiş.
Karısı, “Seninle gurur duyuyorum. Yapabileceğini biliyorum” demiş.
Fakat o kadar kolay değilmiş. Takip eden birkaç günde cehennem azabı yaşamış. Sinirliymiş ve müşterilere bağırmış. Midesi bulanmış ve başı dönmüş. Karısına ve çocuklarına bağırmış. Sonunda bir paket sigara alarak yeniden içmeye başlamış.
Kararına ne olmuştu? Düşündüğü kadar güçlü değilmiş. Sigarayı bırakmak için yardıma ihtiyacı varmış. Fakat bunu bilmiyordu.
Serdar’ın evdeki elektrik işini yapmak için yardıma ihtiyacı vardı. Fakat yardım istemeyecek kadar gururluydu. İsrailliler Allah’ın yasasını tutabileceklerini söylediler. Ancak yapamadılar. O kadar kolay değildi.
Bazı kişilerin iradeleri güçlüdür ve sigarayı kolaylıkla bırakabilir- ler. Başkaları yapamaz. Ancak hepimizin başarabileceği ve başaramayacağı, kendimize has şeyler vardır. Bazıları için bu gururdur. Diğerleri için oburluktur. Daha başkaları tembel ve bencildir, başkalarına yardım etmezler. Bazı insanlar yalan söyler. Diğerlerinin kötü düşünceleri vardır. Farklı olsak da, bir şey aynıdır. Er ya da geç, bireysel yaşamlarımızda Allah’ın yardımı olmazsa, O’na karşı günah işleriz. Öz varlığımızda bizi yanlış yapmaya iten, kötülüğe meyilli bir gücün olduğunu ne kadar erken fark edersek, bunun çaresini Allah’ta o kadar çabuk bulabiliriz. Evet, bedenin yanlış yapmaya iten gücünü yenmek için gereken kudreti ancak Allah verebilir.
Tartışma Soruları
1. Hiç içinizde, düşünsel olarak yanlış olduğunu bildiğiniz bir şeyi yapmak için bir arzu duydunuz mu? Sizce bu
duygular nereden geliyor?
2. Hiç üzerinde fazla düşünmeden gerçekten bencilce bir şey yaptınız mı? Yani, yapıp da sonradan bencilce olduğunu
anladığınız bir şey? Neden cömert işleri üzerinde fazla düşünmeden, doğal bir şekilde yapmıyoruz?
3. Bir daha asla günah işlememeyi aklınıza koysaydınız, sizce bunu başarabilir miydiniz? Neden?
Bazı kişiler, dünyaya gelen tüm bebeklerin günah bakımından tamamen nötr olduklarını düşünürler. Çocukların iyiyle kötü arasındaki farkı bilmediklerini, böylece kendilerine ne öğretilirse onu yaptıklarını söylerler. Başkaları ise küçük çocuklarına düşünceli bir şekilde bakarlar ve kimi zaman küçük çocukların dahi kötü şeyler yapabileceğini anlarlar. Bazen onlara oyuncağı bırakarak yatmalarını söylediğimizde, söylediğimiz şeyi yapmayı reddederler. Bu meydan okuma nereden kaynaklanıyor? Küçük çocuklarımıza isyan etmeyi biz mi öğrettik? Hayır, öğretmedik. Öyleyse bu davranış nereden geldi? Annelerinin ya da babalarının isteklerine karşı çıkmayı nereden öğrendiler?
Her birimiz şu veya bu zamanda zihinlerimizde ve bedenlerimizde iyi olmayan bir şeyi yapma dürtüsü duymuşuzdur. Bu tür suç düşünceleri nereden gelmektedir? İnsanlar neden her zaman doğal olarak iyi düşünceler düşünmez ve iyi işler yapmazlar? Doğruyla yanlışın arasındaki farkı biliyorsak, neden bazen yanlış yaparız? İçimizde doğru olana aykırı hareket eden birtakım güçler olabilir mi?
Pek çok kişi, herhangi bir durumda, doğru ile yanlış arasında bir tercih yapmaları gerektiğinde doğru olanı yapacaklarından emindir. Öyleyse neden bu kadar insan yanlış yapmaktadır? Neden doğru olanı yapmak istediğimizde dahi kimi zaman gidip yanlış olan şeyi yapıyoruz? Belki de her zaman doğru olanı yapacağımızdan bu kadar emin olmamamız gerekiyor. Belki de ahlâki gücümüz düşündüğümüzden daha zayıf. Belki sürekli olarak sendelememizin nedeni budur. Kendine aşırı güvenin ve bunun ilgili kişilerin hayatlarını nasıl etkilediğinin örneği olan şu öyküyü düşünün.
Muharrem Bey dairesini tekrar kiralayabilmek için binlerce lira ödediği onarımını yeni tamamlamıştı. Onu geçen dersimizden hatırlıyor musunuz? Dairesini akılsız bir şekilde kontrat olmadan kiralayan oydu. Orada oturan aile sonunda daireden çıkmış ve arkalarında çöpler, kırık kapılar, dolaplar ve pencerelerden oluşan korkunç bir mezbelelik bırakmışlardı. Temizlemek, tamir etmek ve kokuyu gidermek birkaç ay sürmüştü. Fakat Muharrem Bey bir ders aldı. Artık dairesini kontrat olmadan asla kiralamayacaktı.
Bunun sorunların sonu olduğunu sanmıştı, ama değildi. Yeni bir kiracı geldi ve çok büyük bir klima takmak istedi. Serdar adlı kiracı, klimayı kendisi bağlamak ve kablo tesisatının devresini yüksek Vat gücüne göre değiştirmek istedi.
Muharrem, “Serdar Bey, kira sözleşmesine göre tüm cihazlar yapım ve kullanım yönetmeliklerine göre monte edilmelidir. Siz elektrik teknisyeni değilsiniz. Bunu düzgün biçimde yapamazsınız. Yönetmelikleri de yerine getirecek kadar iyi bilmiyorsunuz.” dedi.
Serdar, soğukça ev sahibine bakarak kaşlarını kaldırdı ve ağzını çıklattı.
“Asla! Bunun için elektrikçiye para ödememize gerek yok. Ne yaptığımı biliyorum. Bunu yapabilirim.”
Böylece Serdar klimayı kendi bildiği şekilde monte etti ve sigorta kutusuna daha yüksek Vat değerli bir devre kesici yerleştirdi.
Sıcak bir yaz günü Muharrem apartmanın yanından geçiyordu ve gözlerine inanamadı. Camdan duman çıkıyor, itfaiye Serdar’ın evine su sıkıyordu. Muharrem arabasından fırlayarak itfaiyecilerin yanına koştu.
“Herkes iyi mi? Herkes emniyette mi?” diye sordu.
İtfaiyeci “Herkes iyi” dedi. “Binada hiç kimse kalmadı. Hepsini dışarı çıkarttık.”
Muharrem yangında yaralanan ya da ölen olmadığını öğrendiğinde çok rahatladı. Fakat duman siyahtan griye ve beyaza dönmeye, itfaiyeciler hortumlarını, teçhizatlarını ve giysilerini toplamaya başladıklarında, Muharrem yangına neyin neden olduğunu düşünmeye başladı. İtfaiye şefinin yanına giderek yangın hakkında ne öğrendiğini sordu.
“Çok basit” dedi. “Bu ince kablolu tesisat üzerinde o büyük klima ile mikrodalgayı aynı anda çalıştıramazsınız. Bu da yetmezmiş gibi, devre kesici doğru bağlanmamış. Yangına bu sebep olmuş. Bu elektrik devresi imar kanununa tamamen aykırı. Bunu bir profesyonele yaptırmadınız, öyle değil mi?”
Muharrem mosmor oldu.
“Serdar’a bunu yapamayacağını söyledim, ona söyledim. Peki dinledi mi? Hayır! Evimi yaktı. Bu ahmakla ne yapacağım!” diye bağırdı.
Muharrem Bey’in yerinde olsaydınız ne yapardınız? Serdar’ı mahkemeye verir miydiniz? Kişisel bir intikam almak ister miydiniz? Serdar’ın, işi yapabileceğine güveni vardı. Kendi düşündüğü kadar iyi olmadığını ancak büyük bir kayıp ile öğrenebildi.
Bu durum Allah’ın halkıyla ilgili olsaydı, sizce Allah ne yapardı? Aslında tahmin yürütmemize gerek yok, zira Kutsal Kitap’ta böyle bir öykü var. Bakalım İsrailliler kendi iyiliklerinden fazlasıyla eminken Allah ne yapmış. Mısır’dan Çıkış 32. bölüm, 1. ayeti okuyarak başlayalım:
1 Halk Musa’nın dağdan inmediğini, geciktiğini görünce, Harun’un çevresine toplandı. Ona, “Kalk, bize öncülük edecek bir ilah yap” dediler, “Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz!”
İnsanların Allah’ı bu kadar çabuk unutmaları hayret verici değil mi? Gerçekten de Kızıldeniz’i ikiye Allah’ın değil de Musa’nın mı ayırdığını düşünüyorlardı? Onları günbegün gökten man yağdırarak besleyenin kim olduğunu gerçekten unutmuş muydular? Gerçekten de kendilerine çölde su sağlayanın Musa olduğunu mu sanıyorlardı? Tanık oldukları onca şeyden sonra, daha sabırlı ve inançlı olacaklarını sanırdınız. Allah’la O’na güvenmek ve O’nun emirlerini tutmak üzere daha henüz antlaşma yaptıklarını unutmayın. Oysa şimdi, birkaç gün içinde, Allah’ı putlar için terk etmeye başlamışlardı bile. Bundan sonra neler olduğunu 2–6 ayetlerinde okuyalım:
2 Harun, “Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri çıkarıp bana getirin” dedi. 3 Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp Harun’a getirdi. 4 Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı biçiminde dökme bir put yaptı. Halk, “Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran Tanrınız budur!” dedi. 5 Harun bunu görünce, buzağının önünde bir sunak yaptı ve, “Yarın RAB’bin onuruna bayram olacak” diye ilan etti. 6 Ertesi gün halk erkenden kalkıp yakmalık sunular sundu, esenlik sunuları getirdi. Yiyip içmeye oturdu, sonra kalkıp çılgınca eğlendi.
Bu olay, bu noktaya kadar okuduklarımız arasında en tuhafı olmalı. İsrailliler, kutsal bir kahinler ulusu olmaları gereken Allah’ın öz halkı, kendi elleriyle yaptıkları bir şeye tapmaya başlamışlardı. Bunu nasıl yapabilirlerdi? Dağda ateş sütunlarından On Emri bildiren Allah’ı gerçekten unutabilirler miydi? Gerçekten de küpelerinden yapmış oldukları bu altın nesnenin tüm o mucizeleri gerçekleştirdiğini mi sanıyorlardı? Gerisin geriye dönerek anlaş- mayı bozacaklarsa, Allah ile antlaşma yapmanın ne anlamı vardı? Gerçekten de hiç mantıklı gelmiyor, değil mi? 7–14 ayetleriyle devam edelim:
7 RAB Musa’ya, “Aşağı in” dedi, “Mısır’dan çıkardığın halkın baştan çıktı. 8 Buyurduğum yoldan hemen saptılar. Kendilerine dökme bir buzağı yaparak önünde tapındılar, kurban kestiler. ‘Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran ilahınız budur!’ dediler.” 9 RAB Musa’ya, “Bu halkın ne inatçı olduğunu biliyorum” dedi, 10 “Şimdi bana engel olma, bırak öfkem alevlensin, onları yok edeyim. Sonra seni büyük bir ulus yapacağım.” 11 Musa Tanrısı RAB’be yalvardı: “Ya RAB, niçin kendi halkına karşı öfken alevlensin? Onları Mısır’dan büyük kudretinle, güçlü elinle çıkardın. 12 Neden Mısırlılar, ‘Tanrı kötü amaçla, dağlarda öldürmek, yeryüzünden silmek için onları Mısır’dan çıkardı’ desinler? Öfkelenme, vazgeç halkına yapacağın kötülükten. 13 Kulların İbrahim’i, İshak’ı, İsrail’i anımsa. Onlara kendi üzerine ant içtin, ‘Soyunuzu gökteki yıldızlar kadar çoğaltacağım. Söz verdiğim bu ülkenin tümünü soyunuza vereceğim. Sonsuza dek onlara miras olacak’dedin.” 14 Böylece RAB halkına yapacağını söylediği kötülükten vazgeçti.
Bu ayetlerde dikkate değer birkaç şey var. İlk olarak, Allah İsrailliler’i inatçı bir halk olarak adlandırıyor. Dikbaşlı, kendini beğenmiş ve kibirliydiler. Akılsızlıklarını da unutmayalım. İkinci olarak, Musa’nın İsrail adına arabuluculukta bulunduğu zaman yaptığı şeyi görmek ilginç. Allah halktan “onlar” diye bahsederken, Musa onlara “Senin halkın” olarak atıfta bulunuyordu. Bundan sonra Musa Allah’a antlaşmasından bahsetti ve Allah’ın onları yok etmesi halinde gerçeğin davası için çok yazık olacağını belirtti. Bu bize, İbrahim’in Sodom halkı için arabuluculukta bulunmasını hatırlatıyor. Üçüncü olarak, Allah Musa’yı dinledi ve merhamet gösterdi. 15–19 ayetlerini okuyalım:
15 Musa döndü, elinde antlaşma koşulları yazılı iki taş levhayla dağdan indi. Levhaların ön ve arka iki yüzü de yazılıydı. 16 Onları Tanrı yapmıştı, üzerlerindeki oyma yazılar O’nun yazısıydı. 17 Yeşu, bağrışan halkın sesini duyunca, Musa’ya, “Ordugahtan savaş sesi geliyor!” dedi. 18 Musa şöyle yanıtladı: “Ne yenenlerin, Ne de yenilenlerin sesidir bu; ezgiler duyuyorum ben.” 19 Musa ordugaha yaklaşınca, buzağıyı ve oynayan insanları gördü; çok öfkelendi. Elindeki taş levhaları fırlatıp dağın eteğinde parçaladı.
On emri ihtiva eden taş levhaların kırılması, halkın Allah’ın yasasını çiğnemesinin mükemmel bir sembolüydü. Allah’la olan ilişkilerini parçalamışlardı. Günahın suçu altındaydılar ve artık antlaşmanın bereketleri için hiçbir hakları yoktu. Bundan sonra Musa’nın ne yaptığını 20. ayette görelim:
20 Yaptıkları buzağıyı alıp yaktı, toz haline gelinceye dek ezdi, sonra suya serperek İsrailliler’e içirdi.
“İlahlarının” altını sindirim sistemlerinden geçerken, onları Mısır’dan çıkaranın bu “ilah” olmadığını iyice anlamış olmalılar. Bu ilahları ancak septik sistemlerine yakışırdı. Fakat Musa’nın işi bitmemişti. Kardeşi Harun’la yüzleşmesi gerekiyordu. Meydana gelenleri 21–24 ayetlerinde okuyabiliriz:
21 Harun’a, “Bu halk sana ne yaptı ki, onları bu korkunç günaha sürükledin?” dedi. 22 Harun, “Öfkelenme, efendim!” diye karşılık verdi, “Bilirsin, halk kötülüğe eğilimlidir. 23 Bana, ‘Bize öncülük edecek bir ilah yap. Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz’ dediler. 24 Ben de, ‘Kimde altın varsa çıkarsın’ dedim. Altınlarını bana verdiler. Ateşe atınca, bu buzağı ortaya çıktı!”
Harun, Musa’yla birlikte İsrailliler’in ruhsal önderiydi. Musa Allah’ın yanındayken insanlara önderlik etmesi gerekiyordu. Ancak kararlı durarak günahlarına dikkati çekmek yerine, ellerinde oyuncak oldu. Daha da kötüsü, hatasını kapatmak için yalan söyledi. Sizce Allah bundan sonra ne yaptı? Herkesi affedip geçtiğini sanıyor musunuz? 25–35 ayetlerini okuyarak öğrenelim:
25 Musa halkın başıboş hale geldiğini gördü. Çünkü Harun onları dizginlememiş, düşmanlarına alay konusu olmalarına neden olmuştu. 26 Musa ordugahın girişinde durdu, “RAB’den yana olanlar yanıma gelsin!” dedi. Bütün Levililer çevresine toplandı. 27 Musa şöyle dedi: “İsrail’in Tanrısı RAB diyor ki, ‘Herkes kılıcını kuşansın. Ordugahta kapı kapı dolaşarak kardeşini, komşusunu, yakınını öldürsün.’” 28 Levililer Musa’nın buyruğunu yerine getirdiler. O gün halktan üç bine yakın adam öldürüldü. 29 Musa, “Bugün kendinizi RAB’be adamış oldunuz” dedi, “Herkes öz oğluna, öz kardeşine düşman kesildiği için bugün RAB sizi kutsadı.” 30 Ertesi gün halka, “Korkunç bir günah işlediniz” dedi, “Şimdi RAB’bin huzuruna çıkacağım. Belki günahınızı bağışlatabilirim.” 31 Sonra RAB’be dönerek, “Çok yazık, bu halk korkunç bir günah işledi” dedi, “Kendilerine altın put yaptılar. 32 Lütfen günahlarını bağışla, yoksa yazdığın kitaptan adımı sil.” 33 RAB, “Kim bana karşı günah işlediyse onun adını sileceğim” diye karşılık verdi, 34 “Şimdi git, halkı sana söylediğim yere götür. Meleğim sana öncülük edecek. Ama zamanı gelince günahlarından ötürü onları cezalandıracağım.” 35 RAB halkı cezalandırdı. Çünkü Harun’a buzağı yaptırmışlardı.
Bazı kişiler için bunlar kabullenmesi zor ayetler.
“Allah nasıl bu insanları öylece öldürebilir?” diye soruyorlar.
Fakat yanıt, şimdiye dek çalıştığımız konuların bağlamında çok basit. İsrailliler, halk olarak antlaşmanın kendi üzerlerine düşen kısmını yerine getirmediler. Evet, halkın bir bölümü, yani öldürülenler, muhtemelen günahın elebaşlarıydı. Fakat İsrailliler müşterek olarak günaha izin vermişlerdi. Allah’ın emirlerine göre yaşamaya ve O’nu temsil etmeye söz vermişlerdi, fakat çıtanın son derece altında kalmışlardı. Yalnızca birkaç kuralı ihlâl etmekle de kalmadılar, Allah’ı tamamen terk ettiler. İsrailliler’in, Allah’ın yasasına açık isyana ve saygısızlığa izin verdikleri sürece, Allah’ın halkı olarak devam etmelerine imkân yoktu. Bu nedenle cezalandırıldılar.
Bu ayetlerde belirtilen Allah’ın tepkisine odaklanan ve bununla mücadele edenler, çoğunlukla Kutsal Kitap’ın tümündeki en harika sevgi ve bağlılık örneğini göz ardı etmektedirler. Musa, asî ve nankör bir halkın önderi olmasına rağmen, İsrailliler’i gerçekten çok seviyordu. Hatta onları o kadar çok seviyordu ki, kendisi masum olmasına rağmen onlarla birlikte ölmeye razıydı. Onları kurtarmak için arabulucu olarak Allah’a yalvardı. Allah da, onları cezalandırmasına rağmen, Musa’nın ricalarını kabul ederek halkın canını bağışladı ve onlara bir şans daha verdi.
Burada önemli bir soru sormak istiyoruz. Bu problemin nedeni neydi? Halk neden Allah’ın yasasını doğrudan çiğnemişti? Allah’ın Mısır’da gösterdiği yargıya dair işaretleri ve mucizeleri görmüşlerdi. Ayrıca Allah’ın görülür varlığı da hemen önlerindeydi. Pek çok kişi polisin önünde kırmızı ışıkta geçecek kadar cüretkâr değildir. Allah hemen oradayken neden O’nun yasasını çiğnemişlerdi? İnsanlar gündüz kendileriyle birlikte olan bulutu, gece ise ateş sütununu görüyorlardı. On emri aldıklarında dağdan kendilerine seslenen Allah’ın sesini duymuşlardı. Çölde her gün kendilerine su ve yiyecek veriliyordu. Herhangi bir insan bu koşullarda Allah’ı nasıl unutabilirdi? Belki de insanın isyan sorunu, salt insanî unutkanlıktan daha derinde yatmaktadır.
Belki de halk, Allah’ın yasasını tutabileceğinden emindi. Allah İsrailliler’e On Emri, antlaşmanın kontratını verdiğinde bunu okuduğunuzu hatırlıyor musunuz? Hemen Mısır’dan Çıkış 24. bölüm, 7. ayeti okuyalım:
7 Sonra antlaşma kitabını alıp halka okudu. Halk, “RAB’bin her söylediğini yapacağız, O’nu dinleyeceğiz” dedi.
Doğru yanıt bu, öyle değil mi? Allah’la bir antlaşma yaptığımızda, herkesin kabul etmesi gereken bu değil mi? Ancak kimi zaman bu kadar kolay değil, öyle mi? İçimizde çalışarak bizi yanlış yapmaya yönelten bir güç olması mümkün mü?
Bir zamanlar, sigarayı bırakmak için sağlam bir söz veren bir adam varmış. Bunun sağlığına zararlı olduğunu biliyormuş. Karısının bundan hoşlanmadığını biliyormuş. Çocuklarına zararlı olduğunu biliyormuş. Büyük miktarda paraya mal olduğunu biliyormuş. Alın teriyle kazandığı parasının Amerikan tütün şirketlerine gittiğini görmeyi kesinlikle istemiyormuş. Bu nedenle bırakmaya karar vermiş. Sigara paketini parçalayıp çöpe atmış.
İş arkadaşına, “Bu benim son sigara paketim” demiş.
Eve giderek, son sigarasını içtiğini kendinden emin bir şekilde bildirmiş.
Karısı, “Seninle gurur duyuyorum. Yapabileceğini biliyorum” demiş.
Fakat o kadar kolay değilmiş. Takip eden birkaç günde cehennem azabı yaşamış. Sinirliymiş ve müşterilere bağırmış. Midesi bulanmış ve başı dönmüş. Karısına ve çocuklarına bağırmış. Sonunda bir paket sigara alarak yeniden içmeye başlamış.
Kararına ne olmuştu? Düşündüğü kadar güçlü değilmiş. Sigarayı bırakmak için yardıma ihtiyacı varmış. Fakat bunu bilmiyordu.
Serdar’ın evdeki elektrik işini yapmak için yardıma ihtiyacı vardı. Fakat yardım istemeyecek kadar gururluydu. İsrailliler Allah’ın yasasını tutabileceklerini söylediler. Ancak yapamadılar. O kadar kolay değildi.
Bazı kişilerin iradeleri güçlüdür ve sigarayı kolaylıkla bırakabilir- ler. Başkaları yapamaz. Ancak hepimizin başarabileceği ve başaramayacağı, kendimize has şeyler vardır. Bazıları için bu gururdur. Diğerleri için oburluktur. Daha başkaları tembel ve bencildir, başkalarına yardım etmezler. Bazı insanlar yalan söyler. Diğerlerinin kötü düşünceleri vardır. Farklı olsak da, bir şey aynıdır. Er ya da geç, bireysel yaşamlarımızda Allah’ın yardımı olmazsa, O’na karşı günah işleriz. Öz varlığımızda bizi yanlış yapmaya iten, kötülüğe meyilli bir gücün olduğunu ne kadar erken fark edersek, bunun çaresini Allah’ta o kadar çabuk bulabiliriz. Evet, bedenin yanlış yapmaya iten gücünü yenmek için gereken kudreti ancak Allah verebilir.
Tartışma Soruları
1. Hiç içinizde, düşünsel olarak yanlış olduğunu bildiğiniz bir şeyi yapmak için bir arzu duydunuz mu? Sizce bu
duygular nereden geliyor?
2. Hiç üzerinde fazla düşünmeden gerçekten bencilce bir şey yaptınız mı? Yani, yapıp da sonradan bencilce olduğunu
anladığınız bir şey? Neden cömert işleri üzerinde fazla düşünmeden, doğal bir şekilde yapmıyoruz?
3. Bir daha asla günah işlememeyi aklınıza koysaydınız, sizce bunu başarabilir miydiniz? Neden?