Akıntıya karşı kürek çekmek kolay değildir. Tarihin tek yükselen bir sesin kahraman olabileceğini kanıtlamış olmasına rağmen, çoğunluğun görüşüne katılmanın çok daha kolay olduğunu hepimiz öğrendik. Ancak kanaatlerimiz bir ilkeye dayandığında, bu kana- atleri kararlılıkla korumamız Allah’ı daha hoşnut eder. Çoğunlu- ğun görüşüne aykırı olsa bile. Tek başına durmak cesaret ister. Bu derste, vicdanımızın sesini dinlemenin başkalarını memnun etmeye çalışmaktan daha önemli olduğunu göreceğiz. Doğru olanı yapa- rak Allah’ı dinlemeye kesin bir karar vermek, içerdiği risklere ve kalabalığın popüler görüşüne rağmen, hayatımızın yönünü kişisel başarıya, aile mutluluğuna, hatta ulusumuzun kurtuluşuna doğru çe- virecek şey olabilir.
Berrak bir zihin, iyi öğüt ve milliyetçi bir bakış açısı gerektiren bir andı. İkinci Dünya Savaşı Avrupa’yı felce uğratmıştı. Birkaç hafta içinde, Hitler’in yıldırım savaşı (Blitzkrig) Polonya’yı yok etmiş, Norveç’i boyunduruğu altına almış ve Fransa Ordusu’nun tamamı- na korku salmıştı.
Soğuk bir sabah, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ceketini giyerek hu- susî arabasıyla gizli bir toplantıya gitti. Bu gizli toplantıda buluşa- cağı kişi, İngiliz Başbakanı Winston Churchill’den başkası değildi. Cumhurbaşkanı İnönü yoldayken, zihni sevgili ulusuna ilişkin dü- şüncelerle karmakarışık olmuş olmalı. Kısa bir süre önce Hitler’in adamı Franz von Papen’le görüşmüştü, bu adam Türkiye’yi mihver 115 devletlerine katılmaya ikna etmek için kararlılıkla çalışmıştı.
Şimdi ise Winston Churchill’in de benzer bir teklifte bulunacağından emindi.
Cumhurbaşkanı İnönü, Churchill’i Adana’ya 23 kilometre uzak- lıktaki Yenice istasyonunda bir tren vagonunun içinde bekliyordu. Tarih 30 Ocak 1943’tü. Savaşın ilk yıllarında Almanların kazandığı zaferlerin gücü, Churchill’i Türkiye’den mütte k devletlere katıl- malarını istemek için harekete geçirmişti. Türkiye bu noktaya değin savaşa katılmamış olmasına rağmen, yeterince büyük bir Kara ve Hava kuvvetlerine sahipti. Churchill’in umudu, Türklerin Balkan- larda yeni bir cephe açmalarıydı. İnönü bu ülkenin 1908 ile 1922 yılları arasında süren aralıksız savaşlarda çektiği sıkıntıları çok iyi biliyordu, bu nedenle Türkiye’yi mümkün olduğunca başka bir savaşın dışında tutmaya kararlıydı. Genç Türkiye Cumhuriyeti halen önceki savaşların kayıplarını tela eden bir yeniden yapılanma için- deydi, bu nedenle böylesi bir savaş için gereken modern silahlardan ve altyapıdan yoksundu.
Ancak bu kolay bir karar değildi, zira İnönü Stalin’in de Türk düz- lüklerine sahip olmayı çok isteyeceğinden emindi. Muhtemel bir Sovyet işgali durumunda Birleşik Krallık’tan ve Amerika Birleşik Devletleri’nden gelecek malî ve askerî yardımın önemli değerini görebiliyordu. Cumhurbaşkanı ne karar vermeliydi? Savaşa kesinlikle yabancı değildi, ordu idare etmeyi ve saldırı yönetmeyi çok iyi biliyordu. Peki zaman savaşa katılma zamanı mıydı? Bu ülke için en iyi seçenek başka bir savaşa girmek miydi?
Dünyanın en etkili adamlarından biriyle birlikte otururken hissettiği baskıyı düşünebiliyor musunuz? Churchill’in kendisine Hitler rejimine karşı davaya katılmak için akla gelebilecek her nedeni bildirdiğinden emin olabilirsiniz. Fakat Cumhurbaşkanı İnönü büyük cesaret isteyen bir şey yaptı: katılma baskısına karşı direndi. Ulu- sunun iyileşmek, içeride büyümek için zamana ihtiyacı olduğuna karar verdi. Türkiye savaşa girmiş olsaydı bunların ikisi de
gerçekleşemezdi. Tarih onun bilgeliğini ortaya çıkardı. Cumhurbaşkanının kararı, belki yüz binden fazla Türk’ün ve onların torunlarının kaderini değiştirdi. O nesilden binlerce genç adam büyüdü, evlendi, çocukları oldu ve torunlarını görecek kadar yaşadılar. Türk kanı savaş meydanında kahramanlığını zaten kanıtlamıştı, Cumhurbaşkanı İnönü’nün seçimi ise Türkiye’nin gücünü ve şereni gelecek savaşlar için korudu.
Savaş zamanları gizli işler ve büyük kararlar gerektirir. İsrailliler Musa’nın önderliğinde Mısır’dan ayrıldıktan sonra, kendilerini böyle bir durumda buldular. Sina yarımadasının çöllerindeki yolculuklarını henüz tamamlamışlardı ve Vaat Edilen Ülke’nin sınırında duruyorlardı. Allah’ın yaklaşık dört yüz yıl önce vermiş olduğu vaat yerine gelmek üzereydi. Sonunda kendi bahçeleri, tarlaları ve evleri olacaktı. Fakat o ülkeye girmeden önce, Allah onlara orayı araştırmalarını bildirdi. Bunu Çölde Sayım 13. bölüm, 1. ve 2. ayetlerde okuyalım:
1–2 RAB Musa’ya, “İsrail halkına vereceğim Kenan ülkesini araştırmak için bazı adamlar gönder” dedi, “Ataların her oymağından bir önder gönder.”
İsrail’in her bir oymağı Kenan ülkesine casus olarak göndermek üzere birer kişi seçti. Casusların görevi basitti. Çok yakında ken- dilerinin olacak olan ülke hakkında mümkün olduğunca çok bilgi edinmeleri gerekiyordu. Bol meyve veren, pek çok ağaç bulunan, verimli tarlalara sahip güzel bir ülkeydi. Allah’ın tasarısı İbrahim’le yaptığı antlaşmayı yerine getirmek ve İsrailliler’e içinde ibadet ede- cekleri, dürüstlükle çalışacakları ve arkadaşları ve aileleriyle bir- likte zevkini sürecekleri harika bir ülke vermekti. İbrahim’in vaat edilen soyu doğana dek, O’na güvenli bir barınak olacaktı. Atanan on iki casusun görevi, Çölde Sayım 13. bölüm, 17–20 ayetlerinde açıklanmaktadır:
17 Musa, Kenan ülkesini araştırmak üzere onları gönderirken, “Negev’e, dağlık bölgeye gidin” dedi, 18 “Nasıl bir ülke olduğunu, orada yaşayan halkın güçlü mü zayıf mı, çok mu az mı olduğunu öğrenin. 19 Yaşadıkları ülke iyi mi kötü mü, kentleri nasıl, surlu mu değil mi anlayın. 20 Toprak nasıl? Verimli mi, kıraç mı? Çevre ağaçlık mı, değil mi? Elinizden geleni yapıp orada yetişen meyvelerden getirin.” Mevsim üzümün olgunlaşmaya başladığı zamandı.
Böylece adamlar yolculuklarına başladılar ve kırk gün süreyle ül- keyi araştırdılar. Hayatlarının büyük bölümünü Nil nehri boyunda esirler olarak yaşadıktan sonra, bu onlar için müthiş bir macera olmuş olmalı. Verimli kahverengi toprağa, bereketli vadilere, çam ağaçlarına ve akarsulara hayretle bakmış olmalılar. Sanki cennet gibiydi! Serin pınarlardan içtiklerinde, ne s üzümleri yediklerinde ve bakışlarını tepelerin ötesine uzattıklarında, bunun Allah’ın kendi- lerine verdiği armağan olduğuna neredeyse inanamadılar. Cennette kırk gün geçirdikten sonra, casuslar Kenan ülkesinden emniyetle çıkarak geri döndüler ve halka gördükleri her şeyi anlattılar. Getirdikleri haber hızla tüm kampa yayıldı ve insanlar bunun nasıl bir şey olduğunu duymak için heyecanla bir araya toplandılar.
Casusların öyküsünü Çölde Sayım 13. bölüm, 23–31 ayetlerinde okuyalım:
23 Eşkol Vadisi’ne varınca, üzerinde bir salkım üzüm olan bir asma dalı kestiler. Adamlardan ikisi dalı bir sırıkta taşıdılar. Yanlarına nar, incir de aldılar. 24 İsrailliler’in kestiği üzüm salkımından dolayı oraya Eşkol28 Vadisi adı verildi. 25 Kırk gün dolaştıktan sonra adamlar ülkeyi araştırmaktan döndüler. 26 Paran Çölü’ndeki Kadeş’e, Musa’yla Harun’un ve İsrail topluluğunun yanına geldiler. Onlara ve bütün topluluğa gör- düklerini anlatıp ülkenin ürünlerini gösterdiler. 27 Musa’ya, “Bizi gönderdiğin ülkeye gittik” dediler, “Gerçekten süt ve bal akıyor orada! İşte ülkenin ürünleri! 28 Ancak orada yaşayan halk güçlü, kentler de surlu ve çok büyük. Orada Anak soyundan gelen insanları bile gördük. 29 Amalekliler Negev’de; Hititler, Yevuslular ve Amorlular dağlık bölgede; Kenanlılar da denizin yanında ve Şeria Irmağı’nın kıyısında yaşıyor.” 30 Kalev, Musa’nın önünde halkı susturup, “Oraya gidip ülkeyi ele geçirelim. Kesinlikle buna yetecek gücümüz var” dedi. 31 Ne var ki, kendisiyle oraya giden adamlar, “Bu halka saldıramayız, onlar bizden daha güçlü” dediler.
Halk, oradan getirilen güzel meyveleri gördüklerinde ve temiz sular ve yeşil bayırlar hakkındaki hikayeleri dinlediklerinde, kendi çiftliklerine sahip olma hayalleri kurdular. Bu onların kaderiydi! Fakat casuslar onlara olumsuz, hatta ürkütücü şeyler anlatmaya başladı. Şöyle dediler:
“Adamlar dev gibi, biz yanlarında çekirge gibi kalıyoruz, surlarla çevrili kentleri ise zapt edilemez.”
Kalabalığın neşesi birden şüpheye ve korkuya dönüştü. Yeni bir re- sim ortaya çıkıyordu. İnsan dehşet ve yıkım düşüncesiyle doluyordu.
Tam o sırada imanla dolu iki adam, Kalev ve Yeşu, ileri çıkarak kalabalığın karşısına geldiler ve seslendiler:
“Durun, dostlarım! Bunun üstesinden gelelim.”
Küçük bir topluluğun düşüncesine karşı çıkmak dahi kolay değildir, hele ki koskoca bir ulusa! Fakat Kalev ile Yeşu diğer casusların yanıldıklarını biliyor ve şüphe etmeyi reddediyorlardı. Böylesi bir toplumsal baskıya nasıl dayanabiliyorlardı? Kısacası, insanların ya- pamayacaklarına değil, Allah’ın yapabileceklerine odaklanıyorlardı. Cennette geçirdikleri o kırk günü ve Allah’ın kendilerine verdiği sağlam vaatleri hatırladılar. Kızıldeniz’in ikiye ayrıldığını görmemişler miydi? Allah’ın mucize göstererek yiyecek ve su sağladığını görmemişler miydi? Allah’ın varlığının Sina Dağı’na ateş ve yıldırımla indiğini bu kadar çabuk mu unutmuşlardı? Kalabalığı izleme güdüsüne karşı koyarak, bunun yerine Allah’ı izlediler.
Çölde Sayım 13. bölüm, 31. ve 32. ayetler ile 14. bölüm, 1–10 ayetlerini okuyarak öyküye devam edelim:
31 Ne var ki, kendisiyle oraya giden adamlar, “Bu halka saldıramayız, onlar bizden daha güçlü” dediler. 32 Araştırdıkları ülke hakkında İsrailliler arasında kötü haber yayarak, “Boydan boya araştırdığımız ülke, içinde yaşayanları yiyip bitiren bir ülkedir” dediler, “Üstelik orada gördüğümüz herkes uzun boyluydu.”
1 O gece bütün topluluk yüksek sesle bağrışıp ağladı. 2 Bütün İsrail halkı Musa’yla Harun’a karşı söylenmeye başladı. Onlara, “Keşke Mısır’da ya da bu çölde ölseydik!” dediler, 3 “RAB neden bizi bu ülkeye götürüyor? Kılıçtan geçirilelim diye mi? Karılarımız, çocuklarımız tutsak edilecek. Mısıra dönmek bizim için daha iyi değil mi?” 4 Sonra birbirlerine, “Kendimize bir önder seçip Mısır’a dönelim” dediler. 5 Bunun üzerine Musa’yla Harun İsrail topluluğunun önünde yüzüstü yere kapandılar. 6 Ülkeyi araştıranlardan Nun oğlu Yeşu’yla Yefunne oğlu Kalev giysilerini yırttılar. 7 Sonra bütün İsrail topluluğuna şöyle dediler: “İçinden geçip araştırdığımız ülke çok iyi bir ülkedir. 8 Eğer RAB bizden hoşnut kalırsa, süt ve bal akan o ülkeye bizi götürecek ve orayı bize verecektir. 9 Ancak RAB’be karşı gelmeyin. Orada yaşayan halktan korkmayın. Onları ekmek yer gibi yiyip bitireceğiz. Koruyucuları onları bırakıp gitti. Ama RAB bizimledir. Onlardan korkmayın!” 10 Topluluk onları taşa tutmayı düşünürken, ansızın RAB’bin görkemi Buluşma Çadırı’nda bütün İsrail halkına göründü.
Pek çok kişi, hayatlarının akışının önceden yazılmış bir kadere dayalı olduğunu düşünür. Fakat bu Kutsal Kitap olayında, halkın kaderini biçimlendiren şeyin onların davranışı olduğunu görüyoruz. Korkunun kendilerini yenmesine izin vererek ve öz- denetim yoksunlukları ile, gerçekte kendilerini Allah’ın onlar için tasarladığı kaderden uzaklaştırmış oluyorlardı. Allah, onlara kendi ülkelerine sahip olabilmeleri için her şeyi sağlamıştı. Allah’ın onla- rın sahip olmasını istediği güzel bir ülke. Şimdi ise halkın kuruntuları ve korkuları, on casusun kötü haberi ve Allah’ın vaatlerine karşı inançsızlıkları, Allah’ın onlar için istediği bereket ile bunu elde etme şansları arasına belirgin bir engel koyuyordu.
Denilebilir ki, “Aslında o insanlar korkmakta haklıydılar. Kenanlılar dev gibiydiler.”
Fakat Allah onlara o insanlarla savaşmak zorunda olduklarını söylememişti ki! O istese, ülkenin sakinlerini arılarla kovabilirdi! Mısır İmparatorluğu’nu kurbağa ve sivrisinek belalarıyla dize getirmemiş miydi? Allah’ın sorunlarımızı çözmek için aklınıza bile gelmemiş olan bin yolu olduğunu hiçbir zaman unutmayın. Ne olursa olsun O’na güvenin. Korkmayın!
Kalev ve Yeşu halkı ikna etmeye çalıştı. Fakat halk onları dinlemi- yordu. Allah halkın imansızlığına o kadar kızdı ki, Kenan ülkesine girme imkânlarını ellerinden aldı. Çocuğunun öfke nöbeti geçirme- sine müsamaha göstermeyen iyi bir ebeveyn gibi, İsrail’in kötü dav- ranışının da sonuçları olmasını bekleyebiliriz. Böylece Allah’ın, bu çocuğun – İbrahim’in torunlarının – zor yoldan bir ders almalarını sağlamaktan başka bir seçeneği kalmamıştı. Çölde Sayım 14.
bölüm, 26–35 ayetlerini okuyarak konuyu tamamlayalım:
26–27 RAB Musa’yla Harun’a da, “Bu kötü topluluk ne zamana dek bana söylenecek?” dedi, “Bana söylenen İsrail halkının yakınmalarını duydum. 28 Onlara RAB şöyle diyor de: ‘Varlığım adına ant içerim ki, söylediklerinizin aynısını size yapacağım: 29 Cesetleriniz bu çöle serilecek. Bana söylenen, yirmi ve daha yukarı yaşta sayılan herkes çölde ölecek. 30 Sizi yerleştireceğime ant içtiğim ülkeye Yefunne oğlu Kalev’le Nun oğlu Yeşu’dan başkası girmeyecek. 31 Ama tutsak edilecek dediğiniz çocuk- larınızı oraya, sizin reddettiğiniz ülkeye götüreceğim; orayı tanıyacaklar. 32 Size gelince, cesetleriniz bu çöle serilecek. 33 Çocuklarınız, hepiniz ölünceye dek kırk yıl çölde çobanlık edecek ve sizin sadakatsizliğiniz yüzünden sıkıntı çekecekler. 34 Ülkeyi araştırdığınız günler kadar –kırk gün, her gün için bir yıldan kırk yıl– suçunuzun cezasını çekeceksiniz. Sizden yüz çevirdiğimi bileceksiniz!’ 35 Ben RAB söyledim; bana karşı toplanan bu kötü topluluğa bunları gerçekten yapacağım. Bu çölde yıkıma uğrayacak, burada ölecekler.”
İsrail ordugâhının vaat edilen ülkenin sınırlarından, sonraki kırk yılı geçirmek üzere tekrar çöle döndükleri gün ne kadar da üzücü bir gün. İsyan edilen her gün için çölde dolaşılan bir yıl. Bir gün için bir yıl. Bu onların kaderi miydi? Hayır. Onların kaderi, iyi ülkede 121 kutlama yapmaktı. Kötü inançları ve kötü davranışlarıyla kaderlerini olumsuz yönde değiştirdiler. Cumhurbaşkanı İnönü’nün 1943 yılında iyi bir seçim yaparak ulusunu koruduğu gibi, o on casus da kendi uluslarını kötü bir seçimle felâkete uğratmışlardı. Kötü haber getiren on casusa ne olduğunu biliyor musunuz? Kutsal Kitap onların vebadan öldüğünü söylüyor!
Kaderinizi nasıl olumlu yönde değiştirebilirsiniz?
Kaderi olumlu yönde değiştirme arayışınızda size yardımcı olabilecek bir anahtar, kumandan İnönü’nün yer aldığı bir olayda gizli. İnönü milli şef olmasından çok önce, 1922 yılının Aralık ayında İsviçre’nin Lozan kentinde Türkiye’yi temsil etmek üzere davet edilmişti. Konferans, Britanya, Fransa ve Türkiye arasında, Sevr antlaşmasını yeniden görüşmek üzere düzenlenmişti. Konferans süreci, İnönü’nün inatçı diplomasisi nedeniyle dikkate değerdi.
Britanya’nın temsilcisi Lord Curzon’du. Lord Curzon uzun konuş- malar yaparak, Türklerin misakı millinin tanınması taleplerine karşı çıkıyordu. Zaten kısmen sağır olan İnönü, Curzon Türklerin duruşunu kınadığı uzun konuşmalarını yaparken işitme cihazını kapatıyordu. Curzon bitirdiğinde, İnönü işitme cihazını açarak başlangıçtaki taleplerini yineliyordu. Curzon’un suçlamalarından haber- sizdi. Neden? Gerçekten bunları duymuyordu bile!
Her insanda bir çeşit işitme cihazı vardır. İhtiyaç olduğunda bunu kapatırsak, kaderi güçle ve sık sık değiştirebiliriz. On casusun korku verici haberlerini dinleyen kalabalık, o olumsuz hatalı kirleri çok daha önceden kapatmalıydı. Kulaklarını yalnızca Allah’ın sözünü dinlemek için açmalıydılar. Her zaman hatırınızda tutun, sadece Allah’ın sözünü dinleyenler cennete girecektir.
Tartışma Soruları
1. Kararlarınız önderliğinizi izleyenlerin yollarını ve yönlerini şekillendirmede yardımcı oluyor mu?
Eşinizin, çocuklarınızın, ya da diğer saygın dostlarınızın?
2. On casusun olumsuz haberi kalabalığın düşüncesini hızla sevinçten korkuya dönüştürmüştü. Sizin hayatınızda sizi
korkutan, güveninizi kaybettiren, ya da mutsuz eden şeyler ya da kişiler var mı? Onları nasıl göz ardı edebilirsiniz?
3. Sizce Allah, İbrahim’in çocuklarına armağan etmiş olduğu ülkeyi halkın reddetmesi karşısında ne hissetmiştir?
4. Allah’ın vaatlerini korkuyu silmek ve imanda büyümek için nasıl kullanıyorsunuz?
28 “Eşkol”: “Salkım” anlamına gelir.
Berrak bir zihin, iyi öğüt ve milliyetçi bir bakış açısı gerektiren bir andı. İkinci Dünya Savaşı Avrupa’yı felce uğratmıştı. Birkaç hafta içinde, Hitler’in yıldırım savaşı (Blitzkrig) Polonya’yı yok etmiş, Norveç’i boyunduruğu altına almış ve Fransa Ordusu’nun tamamı- na korku salmıştı.
Soğuk bir sabah, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ceketini giyerek hu- susî arabasıyla gizli bir toplantıya gitti. Bu gizli toplantıda buluşa- cağı kişi, İngiliz Başbakanı Winston Churchill’den başkası değildi. Cumhurbaşkanı İnönü yoldayken, zihni sevgili ulusuna ilişkin dü- şüncelerle karmakarışık olmuş olmalı. Kısa bir süre önce Hitler’in adamı Franz von Papen’le görüşmüştü, bu adam Türkiye’yi mihver 115 devletlerine katılmaya ikna etmek için kararlılıkla çalışmıştı.
Şimdi ise Winston Churchill’in de benzer bir teklifte bulunacağından emindi.
Cumhurbaşkanı İnönü, Churchill’i Adana’ya 23 kilometre uzak- lıktaki Yenice istasyonunda bir tren vagonunun içinde bekliyordu. Tarih 30 Ocak 1943’tü. Savaşın ilk yıllarında Almanların kazandığı zaferlerin gücü, Churchill’i Türkiye’den mütte k devletlere katıl- malarını istemek için harekete geçirmişti. Türkiye bu noktaya değin savaşa katılmamış olmasına rağmen, yeterince büyük bir Kara ve Hava kuvvetlerine sahipti. Churchill’in umudu, Türklerin Balkan- larda yeni bir cephe açmalarıydı. İnönü bu ülkenin 1908 ile 1922 yılları arasında süren aralıksız savaşlarda çektiği sıkıntıları çok iyi biliyordu, bu nedenle Türkiye’yi mümkün olduğunca başka bir savaşın dışında tutmaya kararlıydı. Genç Türkiye Cumhuriyeti halen önceki savaşların kayıplarını tela eden bir yeniden yapılanma için- deydi, bu nedenle böylesi bir savaş için gereken modern silahlardan ve altyapıdan yoksundu.
Ancak bu kolay bir karar değildi, zira İnönü Stalin’in de Türk düz- lüklerine sahip olmayı çok isteyeceğinden emindi. Muhtemel bir Sovyet işgali durumunda Birleşik Krallık’tan ve Amerika Birleşik Devletleri’nden gelecek malî ve askerî yardımın önemli değerini görebiliyordu. Cumhurbaşkanı ne karar vermeliydi? Savaşa kesinlikle yabancı değildi, ordu idare etmeyi ve saldırı yönetmeyi çok iyi biliyordu. Peki zaman savaşa katılma zamanı mıydı? Bu ülke için en iyi seçenek başka bir savaşa girmek miydi?
Dünyanın en etkili adamlarından biriyle birlikte otururken hissettiği baskıyı düşünebiliyor musunuz? Churchill’in kendisine Hitler rejimine karşı davaya katılmak için akla gelebilecek her nedeni bildirdiğinden emin olabilirsiniz. Fakat Cumhurbaşkanı İnönü büyük cesaret isteyen bir şey yaptı: katılma baskısına karşı direndi. Ulu- sunun iyileşmek, içeride büyümek için zamana ihtiyacı olduğuna karar verdi. Türkiye savaşa girmiş olsaydı bunların ikisi de
gerçekleşemezdi. Tarih onun bilgeliğini ortaya çıkardı. Cumhurbaşkanının kararı, belki yüz binden fazla Türk’ün ve onların torunlarının kaderini değiştirdi. O nesilden binlerce genç adam büyüdü, evlendi, çocukları oldu ve torunlarını görecek kadar yaşadılar. Türk kanı savaş meydanında kahramanlığını zaten kanıtlamıştı, Cumhurbaşkanı İnönü’nün seçimi ise Türkiye’nin gücünü ve şereni gelecek savaşlar için korudu.
Savaş zamanları gizli işler ve büyük kararlar gerektirir. İsrailliler Musa’nın önderliğinde Mısır’dan ayrıldıktan sonra, kendilerini böyle bir durumda buldular. Sina yarımadasının çöllerindeki yolculuklarını henüz tamamlamışlardı ve Vaat Edilen Ülke’nin sınırında duruyorlardı. Allah’ın yaklaşık dört yüz yıl önce vermiş olduğu vaat yerine gelmek üzereydi. Sonunda kendi bahçeleri, tarlaları ve evleri olacaktı. Fakat o ülkeye girmeden önce, Allah onlara orayı araştırmalarını bildirdi. Bunu Çölde Sayım 13. bölüm, 1. ve 2. ayetlerde okuyalım:
1–2 RAB Musa’ya, “İsrail halkına vereceğim Kenan ülkesini araştırmak için bazı adamlar gönder” dedi, “Ataların her oymağından bir önder gönder.”
İsrail’in her bir oymağı Kenan ülkesine casus olarak göndermek üzere birer kişi seçti. Casusların görevi basitti. Çok yakında ken- dilerinin olacak olan ülke hakkında mümkün olduğunca çok bilgi edinmeleri gerekiyordu. Bol meyve veren, pek çok ağaç bulunan, verimli tarlalara sahip güzel bir ülkeydi. Allah’ın tasarısı İbrahim’le yaptığı antlaşmayı yerine getirmek ve İsrailliler’e içinde ibadet ede- cekleri, dürüstlükle çalışacakları ve arkadaşları ve aileleriyle bir- likte zevkini sürecekleri harika bir ülke vermekti. İbrahim’in vaat edilen soyu doğana dek, O’na güvenli bir barınak olacaktı. Atanan on iki casusun görevi, Çölde Sayım 13. bölüm, 17–20 ayetlerinde açıklanmaktadır:
17 Musa, Kenan ülkesini araştırmak üzere onları gönderirken, “Negev’e, dağlık bölgeye gidin” dedi, 18 “Nasıl bir ülke olduğunu, orada yaşayan halkın güçlü mü zayıf mı, çok mu az mı olduğunu öğrenin. 19 Yaşadıkları ülke iyi mi kötü mü, kentleri nasıl, surlu mu değil mi anlayın. 20 Toprak nasıl? Verimli mi, kıraç mı? Çevre ağaçlık mı, değil mi? Elinizden geleni yapıp orada yetişen meyvelerden getirin.” Mevsim üzümün olgunlaşmaya başladığı zamandı.
Böylece adamlar yolculuklarına başladılar ve kırk gün süreyle ül- keyi araştırdılar. Hayatlarının büyük bölümünü Nil nehri boyunda esirler olarak yaşadıktan sonra, bu onlar için müthiş bir macera olmuş olmalı. Verimli kahverengi toprağa, bereketli vadilere, çam ağaçlarına ve akarsulara hayretle bakmış olmalılar. Sanki cennet gibiydi! Serin pınarlardan içtiklerinde, ne s üzümleri yediklerinde ve bakışlarını tepelerin ötesine uzattıklarında, bunun Allah’ın kendi- lerine verdiği armağan olduğuna neredeyse inanamadılar. Cennette kırk gün geçirdikten sonra, casuslar Kenan ülkesinden emniyetle çıkarak geri döndüler ve halka gördükleri her şeyi anlattılar. Getirdikleri haber hızla tüm kampa yayıldı ve insanlar bunun nasıl bir şey olduğunu duymak için heyecanla bir araya toplandılar.
Casusların öyküsünü Çölde Sayım 13. bölüm, 23–31 ayetlerinde okuyalım:
23 Eşkol Vadisi’ne varınca, üzerinde bir salkım üzüm olan bir asma dalı kestiler. Adamlardan ikisi dalı bir sırıkta taşıdılar. Yanlarına nar, incir de aldılar. 24 İsrailliler’in kestiği üzüm salkımından dolayı oraya Eşkol28 Vadisi adı verildi. 25 Kırk gün dolaştıktan sonra adamlar ülkeyi araştırmaktan döndüler. 26 Paran Çölü’ndeki Kadeş’e, Musa’yla Harun’un ve İsrail topluluğunun yanına geldiler. Onlara ve bütün topluluğa gör- düklerini anlatıp ülkenin ürünlerini gösterdiler. 27 Musa’ya, “Bizi gönderdiğin ülkeye gittik” dediler, “Gerçekten süt ve bal akıyor orada! İşte ülkenin ürünleri! 28 Ancak orada yaşayan halk güçlü, kentler de surlu ve çok büyük. Orada Anak soyundan gelen insanları bile gördük. 29 Amalekliler Negev’de; Hititler, Yevuslular ve Amorlular dağlık bölgede; Kenanlılar da denizin yanında ve Şeria Irmağı’nın kıyısında yaşıyor.” 30 Kalev, Musa’nın önünde halkı susturup, “Oraya gidip ülkeyi ele geçirelim. Kesinlikle buna yetecek gücümüz var” dedi. 31 Ne var ki, kendisiyle oraya giden adamlar, “Bu halka saldıramayız, onlar bizden daha güçlü” dediler.
Halk, oradan getirilen güzel meyveleri gördüklerinde ve temiz sular ve yeşil bayırlar hakkındaki hikayeleri dinlediklerinde, kendi çiftliklerine sahip olma hayalleri kurdular. Bu onların kaderiydi! Fakat casuslar onlara olumsuz, hatta ürkütücü şeyler anlatmaya başladı. Şöyle dediler:
“Adamlar dev gibi, biz yanlarında çekirge gibi kalıyoruz, surlarla çevrili kentleri ise zapt edilemez.”
Kalabalığın neşesi birden şüpheye ve korkuya dönüştü. Yeni bir re- sim ortaya çıkıyordu. İnsan dehşet ve yıkım düşüncesiyle doluyordu.
Tam o sırada imanla dolu iki adam, Kalev ve Yeşu, ileri çıkarak kalabalığın karşısına geldiler ve seslendiler:
“Durun, dostlarım! Bunun üstesinden gelelim.”
Küçük bir topluluğun düşüncesine karşı çıkmak dahi kolay değildir, hele ki koskoca bir ulusa! Fakat Kalev ile Yeşu diğer casusların yanıldıklarını biliyor ve şüphe etmeyi reddediyorlardı. Böylesi bir toplumsal baskıya nasıl dayanabiliyorlardı? Kısacası, insanların ya- pamayacaklarına değil, Allah’ın yapabileceklerine odaklanıyorlardı. Cennette geçirdikleri o kırk günü ve Allah’ın kendilerine verdiği sağlam vaatleri hatırladılar. Kızıldeniz’in ikiye ayrıldığını görmemişler miydi? Allah’ın mucize göstererek yiyecek ve su sağladığını görmemişler miydi? Allah’ın varlığının Sina Dağı’na ateş ve yıldırımla indiğini bu kadar çabuk mu unutmuşlardı? Kalabalığı izleme güdüsüne karşı koyarak, bunun yerine Allah’ı izlediler.
Çölde Sayım 13. bölüm, 31. ve 32. ayetler ile 14. bölüm, 1–10 ayetlerini okuyarak öyküye devam edelim:
31 Ne var ki, kendisiyle oraya giden adamlar, “Bu halka saldıramayız, onlar bizden daha güçlü” dediler. 32 Araştırdıkları ülke hakkında İsrailliler arasında kötü haber yayarak, “Boydan boya araştırdığımız ülke, içinde yaşayanları yiyip bitiren bir ülkedir” dediler, “Üstelik orada gördüğümüz herkes uzun boyluydu.”
1 O gece bütün topluluk yüksek sesle bağrışıp ağladı. 2 Bütün İsrail halkı Musa’yla Harun’a karşı söylenmeye başladı. Onlara, “Keşke Mısır’da ya da bu çölde ölseydik!” dediler, 3 “RAB neden bizi bu ülkeye götürüyor? Kılıçtan geçirilelim diye mi? Karılarımız, çocuklarımız tutsak edilecek. Mısıra dönmek bizim için daha iyi değil mi?” 4 Sonra birbirlerine, “Kendimize bir önder seçip Mısır’a dönelim” dediler. 5 Bunun üzerine Musa’yla Harun İsrail topluluğunun önünde yüzüstü yere kapandılar. 6 Ülkeyi araştıranlardan Nun oğlu Yeşu’yla Yefunne oğlu Kalev giysilerini yırttılar. 7 Sonra bütün İsrail topluluğuna şöyle dediler: “İçinden geçip araştırdığımız ülke çok iyi bir ülkedir. 8 Eğer RAB bizden hoşnut kalırsa, süt ve bal akan o ülkeye bizi götürecek ve orayı bize verecektir. 9 Ancak RAB’be karşı gelmeyin. Orada yaşayan halktan korkmayın. Onları ekmek yer gibi yiyip bitireceğiz. Koruyucuları onları bırakıp gitti. Ama RAB bizimledir. Onlardan korkmayın!” 10 Topluluk onları taşa tutmayı düşünürken, ansızın RAB’bin görkemi Buluşma Çadırı’nda bütün İsrail halkına göründü.
Pek çok kişi, hayatlarının akışının önceden yazılmış bir kadere dayalı olduğunu düşünür. Fakat bu Kutsal Kitap olayında, halkın kaderini biçimlendiren şeyin onların davranışı olduğunu görüyoruz. Korkunun kendilerini yenmesine izin vererek ve öz- denetim yoksunlukları ile, gerçekte kendilerini Allah’ın onlar için tasarladığı kaderden uzaklaştırmış oluyorlardı. Allah, onlara kendi ülkelerine sahip olabilmeleri için her şeyi sağlamıştı. Allah’ın onla- rın sahip olmasını istediği güzel bir ülke. Şimdi ise halkın kuruntuları ve korkuları, on casusun kötü haberi ve Allah’ın vaatlerine karşı inançsızlıkları, Allah’ın onlar için istediği bereket ile bunu elde etme şansları arasına belirgin bir engel koyuyordu.
Denilebilir ki, “Aslında o insanlar korkmakta haklıydılar. Kenanlılar dev gibiydiler.”
Fakat Allah onlara o insanlarla savaşmak zorunda olduklarını söylememişti ki! O istese, ülkenin sakinlerini arılarla kovabilirdi! Mısır İmparatorluğu’nu kurbağa ve sivrisinek belalarıyla dize getirmemiş miydi? Allah’ın sorunlarımızı çözmek için aklınıza bile gelmemiş olan bin yolu olduğunu hiçbir zaman unutmayın. Ne olursa olsun O’na güvenin. Korkmayın!
Kalev ve Yeşu halkı ikna etmeye çalıştı. Fakat halk onları dinlemi- yordu. Allah halkın imansızlığına o kadar kızdı ki, Kenan ülkesine girme imkânlarını ellerinden aldı. Çocuğunun öfke nöbeti geçirme- sine müsamaha göstermeyen iyi bir ebeveyn gibi, İsrail’in kötü dav- ranışının da sonuçları olmasını bekleyebiliriz. Böylece Allah’ın, bu çocuğun – İbrahim’in torunlarının – zor yoldan bir ders almalarını sağlamaktan başka bir seçeneği kalmamıştı. Çölde Sayım 14.
bölüm, 26–35 ayetlerini okuyarak konuyu tamamlayalım:
26–27 RAB Musa’yla Harun’a da, “Bu kötü topluluk ne zamana dek bana söylenecek?” dedi, “Bana söylenen İsrail halkının yakınmalarını duydum. 28 Onlara RAB şöyle diyor de: ‘Varlığım adına ant içerim ki, söylediklerinizin aynısını size yapacağım: 29 Cesetleriniz bu çöle serilecek. Bana söylenen, yirmi ve daha yukarı yaşta sayılan herkes çölde ölecek. 30 Sizi yerleştireceğime ant içtiğim ülkeye Yefunne oğlu Kalev’le Nun oğlu Yeşu’dan başkası girmeyecek. 31 Ama tutsak edilecek dediğiniz çocuk- larınızı oraya, sizin reddettiğiniz ülkeye götüreceğim; orayı tanıyacaklar. 32 Size gelince, cesetleriniz bu çöle serilecek. 33 Çocuklarınız, hepiniz ölünceye dek kırk yıl çölde çobanlık edecek ve sizin sadakatsizliğiniz yüzünden sıkıntı çekecekler. 34 Ülkeyi araştırdığınız günler kadar –kırk gün, her gün için bir yıldan kırk yıl– suçunuzun cezasını çekeceksiniz. Sizden yüz çevirdiğimi bileceksiniz!’ 35 Ben RAB söyledim; bana karşı toplanan bu kötü topluluğa bunları gerçekten yapacağım. Bu çölde yıkıma uğrayacak, burada ölecekler.”
İsrail ordugâhının vaat edilen ülkenin sınırlarından, sonraki kırk yılı geçirmek üzere tekrar çöle döndükleri gün ne kadar da üzücü bir gün. İsyan edilen her gün için çölde dolaşılan bir yıl. Bir gün için bir yıl. Bu onların kaderi miydi? Hayır. Onların kaderi, iyi ülkede 121 kutlama yapmaktı. Kötü inançları ve kötü davranışlarıyla kaderlerini olumsuz yönde değiştirdiler. Cumhurbaşkanı İnönü’nün 1943 yılında iyi bir seçim yaparak ulusunu koruduğu gibi, o on casus da kendi uluslarını kötü bir seçimle felâkete uğratmışlardı. Kötü haber getiren on casusa ne olduğunu biliyor musunuz? Kutsal Kitap onların vebadan öldüğünü söylüyor!
Kaderinizi nasıl olumlu yönde değiştirebilirsiniz?
Kaderi olumlu yönde değiştirme arayışınızda size yardımcı olabilecek bir anahtar, kumandan İnönü’nün yer aldığı bir olayda gizli. İnönü milli şef olmasından çok önce, 1922 yılının Aralık ayında İsviçre’nin Lozan kentinde Türkiye’yi temsil etmek üzere davet edilmişti. Konferans, Britanya, Fransa ve Türkiye arasında, Sevr antlaşmasını yeniden görüşmek üzere düzenlenmişti. Konferans süreci, İnönü’nün inatçı diplomasisi nedeniyle dikkate değerdi.
Britanya’nın temsilcisi Lord Curzon’du. Lord Curzon uzun konuş- malar yaparak, Türklerin misakı millinin tanınması taleplerine karşı çıkıyordu. Zaten kısmen sağır olan İnönü, Curzon Türklerin duruşunu kınadığı uzun konuşmalarını yaparken işitme cihazını kapatıyordu. Curzon bitirdiğinde, İnönü işitme cihazını açarak başlangıçtaki taleplerini yineliyordu. Curzon’un suçlamalarından haber- sizdi. Neden? Gerçekten bunları duymuyordu bile!
Her insanda bir çeşit işitme cihazı vardır. İhtiyaç olduğunda bunu kapatırsak, kaderi güçle ve sık sık değiştirebiliriz. On casusun korku verici haberlerini dinleyen kalabalık, o olumsuz hatalı kirleri çok daha önceden kapatmalıydı. Kulaklarını yalnızca Allah’ın sözünü dinlemek için açmalıydılar. Her zaman hatırınızda tutun, sadece Allah’ın sözünü dinleyenler cennete girecektir.
Tartışma Soruları
1. Kararlarınız önderliğinizi izleyenlerin yollarını ve yönlerini şekillendirmede yardımcı oluyor mu?
Eşinizin, çocuklarınızın, ya da diğer saygın dostlarınızın?
2. On casusun olumsuz haberi kalabalığın düşüncesini hızla sevinçten korkuya dönüştürmüştü. Sizin hayatınızda sizi
korkutan, güveninizi kaybettiren, ya da mutsuz eden şeyler ya da kişiler var mı? Onları nasıl göz ardı edebilirsiniz?
3. Sizce Allah, İbrahim’in çocuklarına armağan etmiş olduğu ülkeyi halkın reddetmesi karşısında ne hissetmiştir?
4. Allah’ın vaatlerini korkuyu silmek ve imanda büyümek için nasıl kullanıyorsunuz?
28 “Eşkol”: “Salkım” anlamına gelir.