Peygamber olmak büyük bir şereftir. Tüm zamanların en ünlü peygamberlerinden biri Musa’ydı. Kutsal Kitap’ın ilk beş kitapçığında Musa’nın deneyimi çokça ayrıntılı olarak görülebilir. Annesinin onu öldürülmekten korumak için bir sepet içinde nehre bıraktığını ve fıravunun kızının onu bulduğunu daha önce öğrenmiştik. Ayrıca Musa’nın İsrail’i güç kullanarak kurtarmaya çalıştığını, bir adamı öldürdüğünü, çöle kaçtığını ve 40 yıl boyunca orada yaşadığını da öğrendik. Bundan sonra, Allah’ın onu Mısır’a nasıl geri getirdiğini ve İsrailliler’i özgür bırakmak için mucizeler gösterdiğini okuduk. Evet, Musa Allah’ın peygamberi ve İsrail halkıyla iletişim kurduğu aracıydı. Kutsal Kitap, Mısır’dan Çıkış 33. bölüm, 11. ayette Allah’ın Musa’yla bir insanın arkadaşıyla konuştuğu gibi yüz yüze konuştuğunu söylüyor. Musa, dağa çıkarak Allah’tan halk için özel talimatlar alma ayrıcalığına sahipti. Kutsal Kitap, Allah’la konuştuktan sonra dağdan indiğinde yüzünün parladığını ve halkın ona yaklaşmaya dahi korktuğunu bildiriyor.
Peygamber olmak aynı zamanda büyük bir sorumluluktur. Allah peygamberlerden halka önderlik etmelerini, onları uyarmalarını, eğitmelerini ve azarlamalarını istemiştir. Tüm bu şeyler peygam- berlerin zaman zaman gözden düşmelerine neden olmuştur. Peygamberler kabul gördüklerinden daha fazla reddedilmişlerdir ve zorluklar ile denemeleri iyi tanımışlardır. Musa İsrailliler’i Mısır’dan çıkmaya çağırdığında ne olduğunu hatırlıyor musunuz?
Israilliler’in çoğu Musa’ya ve Harun’a karşı ayaklanmışlardı. İki önderi kendilerini öldürmeye çalışmakla suçladılar. Musa’nın yerinde olsaydınız bu şikâyetçi halka karşı sabır gösterebilir miydiniz?
Evet, Musa önemli bir göreve çağrılmıştı ve bu görevi yerine getirmede kendisine yardımcı olacak, başkalarının sahip olmadığı özel ayrıcalıklara sahipti. Peki, konu doğruluk olduğunda, Allah insanlara farklı davranır mı? Bir peygamber Allah’ın yasasını çiğneyerek bunun sonuçlarından kaçınabilir mi? Bir peygamber, etkilerine maruz kalmadan Rabb’e itaatsizlik edebilir, hatta yalnızca Allah’a ait olan görkemi kendisine mal edebilir mi? Allah peygamberlerin günahlarını görmezlikten gelerek onlara ayrıcalık mı tanımaktadır?
Sorularımızı örneklemek için, tamamen insanî bir bakış açısından bir kayırmacılık öyküsü okuyalım.
Eda 6. sınıftaydı ve sınıfındaki tüm kızlardan uzun boyluydu. Uzun, parlak, siyah saçlıydı ve okul üniformasını giymediği zamanlarda esmer tenine uyumlu siyah beyaz elbiseler giyiyordu. Uzun boyundan dolayı, sekizinci, hatta dokuzuncu sınıftaymış gibi gösteriyordu. Rahatlıkla yüksek notlar alıyordu, hiçbir zaman çalışmak için eve kitap getirmezdi. Hatta okul ödevlerini yapmak için ayırdığı zamandan daha fazlasını müzik dinlemek için ayırıyordu. Öğretmene yakın oturuyordu, ama en ön sırada değil, erkek çocuklar ise sürekli olarak onun dikkatini çekmeye çalışıyorlardı.
Okulun ilk gününde Eda arka sırasında oturan Kutsal’la konuşurken yakalandı. Öğretmen Nilüfer Hanım Kutsal’ı azarladı, fakat Eda’ya hiçbir şey demedi.
“Kutsal, neden dersimde konuşuyorsun? Herkesin duyması gereken bir şey mi söylemek istiyorsun?” dedi.
Kutsal masasına geri çekildi.
Öğretmen, “Bir daha ben konuşurken sesini duymayayım” diye ekledi.
Çocukların çoğu, öğretmenin Eda’nın da konuştuğunu gördüğünden emindi, bu nedenle nasıl olup da Eda’nın sınıfta konuşmasının yanına kâr kaldığını, fakat Kutsal’ın azarlandığını anlayamadılar. Çok geçmeden öğrenciler onu öğretmenin gözdesi olarak görmeye başladılar. Eda sürekli olarak ev ödevlerini geç getiriyordu, fakat notları hiçbir zaman düşürülmüyor ve ödevleri hiçbir zaman reddedilmiyordu. Eda’nın sınıf arkadaşı Sinan şaşkınlığa uğramıştı.
“Eda, sende ne var anlamıyorum, Nilüfer Hanım bir dakika bile geç getirsem benim ödevimi almıyor. Sen ödevini ertesi gün ya da ertesi hafta getirebiliyorsun. Nasıl oluyor bu?”
Eda, “Bilmiyorum” dedi, “herhalde beni daha çok seviyor.”
Eda’nın sınıf arkadaşları onun öğretmenin gözünde hiçbir yanlış yapmayacağı krine alıştılar. Eda gerçekten de öğretmenin gözüne girmeye çalışmıyordu. Öğretmene gurur okşayıcı sözlerle yağ çekmeye çalışmıyordu. Fakat her nedense öğretmen her zaman Eda’ya diğer çocuklardan daha fazla iltimas geçiyordu, özellikle övgü konusunda.
“Çocuklar, Eda’nın kompozisyonunu gördünüz mü? Mükemmel olmuş!” derdi. “Keşke siz de Eda gibi olabilseniz.”
Diğer çocuklar önceleri güceniyorlardı, fakat bir süre sonra durumun böyle olduğunu ve bunu hiç kimsenin değiştiremeyeceğini gördüler. Öğretmen Eda’yı diğerlerinden daha çok seviyordu işte. Her ne kural varsa, bunlar Eda için geçerli değil gibiydi. Sınıfta konuşabiliyordu, derse geç gelebiliyordu, hatta zaman zaman derse hiç gelmediği oluyordu, buna rağmen hiçbir ceza görmüyordu. Eda sevimliydi, fakat sınıftaki en güzel kız değildi. İyi bir öğrenciydi, fakat en iyisi değildi. Diğer çocuklar Eda’nın neden özel muamele gördüğünü anlamaya çalıştılar, fakat görünürde hiçbir neden yoktu.
Bu öykü hakkında ne hissediyorsunuz? Kendi hayatınızda öğretmeninizle, amirinizle ya da patronunuzla yaşadığınız bir durumu hatırlatıyor mu? Evet, kayırmacılık kıskançlığa neden olur. Kayırmacılığın özünde bir adaletsizlik görülmektedir. Ancak bazı insanlar Allah’ın peygamberlere iltimas geçtiğini söylemektedirler. Öyle mi? Allah’ın iki doğruluk standardı mı var? O’nun iki ölçü değneği mi var? Sizin, benim gibi “normal” insanlar için bir standart, peygamberler için başka bir standart mı var? Hayır, bir şey kesin, Allah’ın yalnızca ve yalnızca bir doğruluk standardı var.
Allah’ın doğruluğu, Eda’nın öğretmeninin doğruluk standardından çok farklıdır. Kutsal Kitap’ta yer alan, Allah’ın tarafsızlığını açıkladığı bir olaya bakalım. Çölde Sayım kitapçığının 20. bölümünde, 1. ayetten başlayabiliriz:
1 İsrail topluluğu birinci ay Zin Çölü’ne vardı, halk Kadeş’te konakladı. Miryam orada öldü ve gömüldü.
Dini takvimin birinci ayı Nisan’dı, çimler kış yağmurlarıyla tazelenmiş ve yeşermiş olurdu. Rab İsrail oğullarını güzel bir ülkeye götüreceğini ve onları oraya yerleştireceğini vaat etmişti. Yeşil çimler vaadi almak için canlarını harekete geçirmeliydi ve Allah’ın o ülkeyi halen onlara vermeyi amaçladığını hatırlatmalıydı. İnançsızlıklarından ötürü cezalandırıldıklarını ve kırk yıllık cezanın sona ermek üzere olduğunu biliyorlardı. Asıl soru, ölmüş babalarından ve dedelerinden ders alıp almadıklarıydı. Allah’a güvenme derslerini almışlar mıydı? Çölde Sayım 20. bölüm, 2–5 ayetlerini okuyarak öğrenelim:
2 Ancak topluluk için içecek su yoktu. Halk Musa’yla Harun’a karşı toplandı. 3 Musa’ya, “Keşke kardeşlerimiz RAB’bin önünde öldüğünde biz de ölseydik!” diye çıkıştılar, 4 “RAB’bin topluluğunu neden bu çöle getirdiniz? Biz de hayvanlarımız da ölelim diye mi? 5 Neden bizi bu korkunç yere getirmek için Mısır’dan çıkardınız? Ne tahıl, ne incir, ne üzüm ne de nar var. Üstelik içecek su da yok!”
Halk kırk yıl önce Musa’ya buna benzer bir şikâyette bulunmuştu. Mısır’dan Çıkış kitapçığında okuduğunuzu hatırlıyor musunuz? Horev’de meydana gelmişti. Bu konuyu Mısır’dan Çıkış 17. bölüm, 3–7 ayetlerinde gözden geçirelim:
3 Ama halk susamıştı. “Niçin bizi Mısır’dan çıkardın?” diye Musa’ya söylendiler, “Bizi, çocuklarımızı, hayvanlarımızı susuz- luktan öldürmek için mi?” 4 Musa, “Bu halka ne yapayım?” diye RAB’be feryat etti, “Neredeyse beni taşlayacaklar.” 5 RAB Musa’ya, “Halkın önüne geç” dedi, “Birkaç İsrail ileri gelenini ve Nil’e vurduğun değneği de yanına alıp yürü. 6 Ben Horev Dağı’nda bir kayanın üzerinde, senin önünde duracağım. Kayaya vuracaksın, halk içsin diye su fışkıracak.” Musa İsrail ileri gelenlerinin önünde denileni yaptı. 7 Oraya Massa29 ve Meriva30 adı verildi. Çünkü İsrailliler orada Musa’ya çıkışmış ve, “Acaba RAB aramızda mı, değil mi?” diye RAB’bi denemişlerdi.
Çölde geçen tüm bu yıllarda Allah İsrailliler’e su sağlamıştı, ki bu hiç de kolay bir iş değildi. Mısır’dan Çıkış kitapçığına göre, çocuklar ve kadınlar haricinde 600.000 erkek vardı. Bir kişi yemek, temizlik ve içmek için günde 8 litre su kullanırsa, günde 12 milyon litre suya ihtiyaçları olacaktı. Üstelik bu çok kısıtlı bir rakam. Ayrıca hayvanları olduğunu da unutmayalım. Günde 12 milyon litrenin üzerinde su, yalnızca bir pınar değildir; bu bir nehirdir.
Kırk yıl boyunca her gün, Allah susuzluklarını giderdi ve açlıklarını yatıştırdı. Bu işlerin her ikisi de Allah’ın gözetiminin ve koruyuculuğunun sürekli bir işaretiydi. Ancak birdenbire su kesilmişti. Allah onları terk mi etmişti?
Anlaşılan İsrail oğulları Allah’a babalarının güvendiğinden daha fazla güvenmiyorlardı. Kırk yıl boyunca çölde Allah’tan yiyecek ve su aldıktan sonra, neden Allah’ın onları yüzüstü bıraktığını düşündüler? Mantıklı değildi. Suların kurumasını vaat edilen ülkeye girmek üzere olduklarının ve mucizevî olarak sağlanan suya artık ihtiyaç duymayacaklarının bir işareti olarak görmeliydiler. Fakat bunun yerine Musa’ya karşı sızlandılar. Kırk yıl önce babalarının yaptığı gibi, Musa’yı ve Harun’u halka zarar vermeye çalışmakla suçladılar.
Bir halkı kölelikten özgürlüğe ulaştırmak için bu kadar çalıştıktan, 40 yıl boyunca çölde yaşadıktan ve sürekli olarak şikâyetlerini dinledikten sonra, en küçük bir zorluk işareti üzerine size karşı çıksalardı ne düşünürdünüz? Sizi kendilerini öldürmeye çalışmakla suçlasalardı sabrınızı koruyabilir miydiniz? Çölde Sayım 20. bölüm, 6–8. ayetlere geri dönerek öyküye devam edelim:
6 Musa’yla Harun topluluktan ayrılıp Buluşma Çadırı’nın giriş bölümüne gittiler, yüzüstü yere kapandılar. RAB’bin görkemi onlara göründü. 7–8 RAB Musa’ya, “Değneği al” dedi, “Sen ve ağabeyin Harun topluluğu toplayın. Halkın gözü önünde su fışkırması için kayaya buyruk verin. Onlar da hayvanları da içsin diye kayadan onlara su çıkaracaksınız.”
Burada Musa’ya verilen talimatlar, Allah’ın daha önce verdiklerinden biraz farklıydı. Horev’de Allah Musa’ya kayaya değne- ğiyle vurmasını söylemişti. Burada ise Allah Musa’ya kayayla konuşmasını söyledi. Kutsal Kitap Allah’ın neden Musa’dan kaya- ya vurmasını istemediğini belirtmiyor, fakat bir nedeni olmalı. Belki bu yöntemin bir anlamı, ya da simgeselliği vardı. Ne yazık ki bunu öğrenmek için biraz beklememiz gerekiyor. Musa’nın ne yaptığını 9–11 ayetlerinde görelim:
9 Musa kendisine verilen buyruk uyarınca değneği RAB’bin önünden aldı. 10 Musa’yla Harun topluluğu kayanın önüne topladılar. Musa, “Ey siz, başkaldıranlar, beni dinleyin!” dedi, “Bu kayadan size su çıkaralım mı?” 11 Sonra kolunu kaldırıp değneğiyle kayaya iki kez vurdu. Kayadan bol su fışkırdı, topluluk da hayvanları da içti.
Musa’nın kayayla konuşması gerekiyordu, fakat bunun yerine öfke ile Allah’ın talimatlarını bırakarak kendi çözümüne yöneldi.
Mucizeyi kendi ellerine alarak kayaya vurdu. Allah, halkına merhamet göstererek suyun akmasını sağladı. Fakat Musa’nın bu öfkeli hareketinden memnun değildi. İtaatsizliğiyle halk için güçlü bir işareti etkisiz hale getirmişti. Çölde Sayım 20. bölüm, 12. ve 13. ayetlerde kaydedilen Allah’ın sözleri şöyle:
12 RAB Musa’yla Harun’a, “Madem İsrailliler’in gözü önünde benim kutsallığımı sayarak bana güvenmediniz” dedi, “Bu topluluğu kendilerine vereceğim ülkeye de götürmeyeceksiniz.” 13 Bu sulara Meriva31 suları denildi. Çünkü İsrail halkı orada RAB’be çıkışmış, RAB de aralarında kutsallığını göstermişti.
Yalnızca talimatları yerine getirmemekten daha büyük bir sorun vardı. Allah Musa ile Harun’a, Kendisine inanmamış olduklarını söyledi! Onların İsrail oğullarının gözü önünde O’nun kutsallığını saymadıklarını belirtti. Musa ile Harun, İsrail oğullarını vaat edilen ülkeye götürmek için kırk yıl çalıştıktan sonra, kendileri giremeyeceklerdi. Tıpkı isyankârların başına geldiği gibi, çölde öleceklerdi! Yanlış giden neydi? Allah ne yapıyordu?
Söyleyebileceğimiz ilk şey, Allah’ın kesinlikle iltimasta bulunmadığıdır. Musa ile Harun yanlış yaptıklarında Allah onların günahını hoş görmedi. Onların günahıyla ilgilendi. Evet, Allah’ın peygamberi hatalı bir davranış için diğer herkes gibi bir bedel öder. Allah doğrudur ve doğruluk konusunda halk için başka, peygamberler için ise başka bir standardı yoktur. Bunlar aynıdır.
Peki Musa ile Harun’un günahı neydi?
Dikkatli bakmamız gerekiyor. Allah Kendisi’nin halk için kayadan su çıkartacağını söylemişti. Fakat Musa şöyle dedi:
“Ey siz, başkaldıranlar, beni dinleyin! (Biz) bu kayadan size su çıkaralım mı?”
Suyun kayadan çıkıp çıkmamasının seçimi Musa ve Harun’a ait değildi. Ancak Musa, Allah Kendi söylediği şeyi yapmayacakmış gibi davranıyordu. Musa ile Harun kendilerini Allah’ın yerine koydular.
“(Biz) bu kayadan size su çıkaralım mı?”
Ayrıca, Musa ile Harun kişisel olarak hakarete uğradıkları için duygusal bir öfke gösteriyorlardı. Şöyle seslendiler:
“Ey siz, başkaldıranlar, beni dinleyin!”
Evet, Allah kimi zaman halkı azarlamak için bir peygamberi kullanabilir, fakat bu peygamber için kişisel bir mesele olmamalıdır. Peygamberler kişisel hakaretleri kullanmamalıdırlar. Peygamberler halkın önünde Allah’ı temsil etmeli ve sabır ile müsamaha göstermelidirler. Tüm bu şeylerde Allah’ı şere endirmediler ve İsrailliler’e şikâyet etmek için bir neden vermiş oldular.
İsrailliler çölde geçirdikleri zaman boyunca Musa’dan şikâyet etmişler ve kendilerini çeşitli güçlüklere sürükleyen kişinin Musa olduğunu söylemişlerdi. Kendilerini imanlarının denendiği yerlere götürenin Allah olduğunu kabul etmemişlerdi. Musa ile Harun, dikkati kendi üzerlerine çekerek onları yönlendirenin Allah değil Musa olduğu iddiasını kuvvetlendirmişlerdi. Bu kesinlikle büyük bir hataydı.
Öyleyse ne diyeceğiz, Allah Musa ile Harun’u yüzüstü bıraktı mı? Ebedi kurtuluşlarını kayıp mı ettiler? Sonraki bölümlerde Allah’ın tövbelerini kabul ettiği anlaşılıyor. Ancak aynı şekilde, işledikleri günahın cezasız kalmasına izin vermediği de anlaşılıyor. Çölde kırk yıl boyunca gezdikten sonra, hem Harun hem de Musa, Vaat Edilen Ülkeye tek bir adım bile atamadan öldüler. Allah kayırmacılık yapmadığını halka açıkça gösteriyordu. Doğruluk standardı hem halk, hem de peygamberler için aynıdır. Bilakis, halk üzerindeki önemli etkileri nedeniyle, önderlerden daha büyük bir itaat ve güven talep eder. Evet, peygamberler günah işleyebilir, ve Allah onların günahını başka birinin günahından farklı değerlendirmez. Onların da tıpkı bizim gibi günahtan tövbe etmeye ve dönmeye ihtiyaçları vardır. Kayırmacılıkla ilgili başka bir öyküyü inceleyelim.
Ankara’da, başka bir devletin elçisi devamlı yasak yerlere park ediyordu. Fakat polis memurları kendisine ceza yazamıyordu. Adam diplomatik dokunulmazlık sahibiydi.
Bir gün elçi sokağın köşesine park etti, arabanın yarısı sokağa taşıyordu. Bir turist otobüsü geldi ve yoldan geçemedi. Sürücü dışarı çıkarak aracın sahibini aradı. Arabanın sahibini bulamadı, ancak sonunda bir polis memuruna rastladı.
Polise “Bu arabayı buradan çektirir misiniz?” diye sordu.
“Üzgünüm, hiçbir şey yapamam. Bu bir diplomatın arabası.”
“Ne demek diplomatın arabası? Diplomat bakireden mi doğuyor ki herkesten farklı olsun? Bu adil değil. Tüm sokağı kapatıyor. Hiç kimse bir yere gidemiyor.”
Otobüsün arkasında kalan diğer otomobiller de geçemedi. Birkaç dakika içinde sabırsızlanarak korna çalmaya başladılar.
Polis “Üzgünüm, hiçbir şey yapamam” dedi.
“Bakın kaç kişi burada kısılıp kaldı. Kornalarını çaldıklarını duymuyor musunuz? Bu konuda ne yapacaksınız?”
“Üzgünüm, hiçbir şey yapamam.”
Otobüs sürücüsü “Bakın” dedi, “diplomatik dokunulmazlık yalnızca diplomatların yalan yere suçlanarak ya da tesadü kültürel uyuşmazlıklar nedeniyle hapse atılmalarına engel olmak içindir. Hiçbir zaman ülkenin tüm yasalarını çiğneme ruhsatı olması amaçlanmamıştır.”
Polis memuru, “Fark etmez” dedi. “Ne isterlerse yapabilirler ve ben onlara dokunamam.”
Ust düzey memurların yasalara uymak zorunda olmadıklarını gördüğünüzde ne hissediyorsunuz? Sinir bozucu mu? Size adaletsiz gibi gelmiyor mu? İnsanî bir bakış açısından adaletsiz ise, düşünceleri bizimkilerden sonsuz kez daha adil olan Allah’ın bakış açısından kesinlikle adaletsizdir.
Yaygın inanışın aksine, peygamberler farklı bir kumaştan değildir. Onlar, Allah’ın yardımıyla sıra dışı işler gerçekleş- tirmek üzere çağrılan sıradan insanlardır. Kendilerine ait hiçbir güçleri yoktur ve herkes gibi kendi kurtuluşlarını Allah’ın lütfuna borçludurlar. Bu nedenle Allah onları günahlarından sorumlu tutar ve gerekirse onları cezalandırır. Allah hiç kimseye günah işleme ruhsatı vermez. Herkesi Kendi doğruluk standardından sorumlu tutar. Bir peygamberin yerine getirmesi gereken özel bir görev olsa da, bu onu Allah’ın yasasının üzerine çıkarmaz. Allah’ın yasası adil ve doğrudur. Bazı insanların buna tabi olmadıklarını söyleyerek onu küçümsemeyelim.
Tartışma Soruları
1. Kayırmacılık neden kıskançlığa neden olur?
2. Bazı insanlar Allah’ın peygamberleri günah işleyemeyecekleri bir şekilde yarattığını düşünür. Bu düşünceyi kutsal
yazılarda bulabilir miyiz, yoksa başka bir yerden mi gelmiştir?
3. Allah’ın bize ve peygamberlere uyguladığı doğruluk standardı aynı olduğuna göre, bunun ölçüldüğü kurallar sistemi
nedir?
4. Sizce Allah neden Musa’dan kayaya değnekle vurmak yerine onunla yalnızca konuşmasını istedi?
5. Adem’in Aden Bahçesi’nde işlediği günahla Musa’nın kayaya vurmaktaki günahı arasında bir benzerlik görebiliyor
musunuz?
29 “Massa”: “Deneme” anlamına gelir.
30 “Meriva”: “Çıkışma” anlamına gelir.
31 “Meriva”: “Çıkışma” anlamına gelir.
Peygamber olmak aynı zamanda büyük bir sorumluluktur. Allah peygamberlerden halka önderlik etmelerini, onları uyarmalarını, eğitmelerini ve azarlamalarını istemiştir. Tüm bu şeyler peygam- berlerin zaman zaman gözden düşmelerine neden olmuştur. Peygamberler kabul gördüklerinden daha fazla reddedilmişlerdir ve zorluklar ile denemeleri iyi tanımışlardır. Musa İsrailliler’i Mısır’dan çıkmaya çağırdığında ne olduğunu hatırlıyor musunuz?
Israilliler’in çoğu Musa’ya ve Harun’a karşı ayaklanmışlardı. İki önderi kendilerini öldürmeye çalışmakla suçladılar. Musa’nın yerinde olsaydınız bu şikâyetçi halka karşı sabır gösterebilir miydiniz?
Evet, Musa önemli bir göreve çağrılmıştı ve bu görevi yerine getirmede kendisine yardımcı olacak, başkalarının sahip olmadığı özel ayrıcalıklara sahipti. Peki, konu doğruluk olduğunda, Allah insanlara farklı davranır mı? Bir peygamber Allah’ın yasasını çiğneyerek bunun sonuçlarından kaçınabilir mi? Bir peygamber, etkilerine maruz kalmadan Rabb’e itaatsizlik edebilir, hatta yalnızca Allah’a ait olan görkemi kendisine mal edebilir mi? Allah peygamberlerin günahlarını görmezlikten gelerek onlara ayrıcalık mı tanımaktadır?
Sorularımızı örneklemek için, tamamen insanî bir bakış açısından bir kayırmacılık öyküsü okuyalım.
Eda 6. sınıftaydı ve sınıfındaki tüm kızlardan uzun boyluydu. Uzun, parlak, siyah saçlıydı ve okul üniformasını giymediği zamanlarda esmer tenine uyumlu siyah beyaz elbiseler giyiyordu. Uzun boyundan dolayı, sekizinci, hatta dokuzuncu sınıftaymış gibi gösteriyordu. Rahatlıkla yüksek notlar alıyordu, hiçbir zaman çalışmak için eve kitap getirmezdi. Hatta okul ödevlerini yapmak için ayırdığı zamandan daha fazlasını müzik dinlemek için ayırıyordu. Öğretmene yakın oturuyordu, ama en ön sırada değil, erkek çocuklar ise sürekli olarak onun dikkatini çekmeye çalışıyorlardı.
Okulun ilk gününde Eda arka sırasında oturan Kutsal’la konuşurken yakalandı. Öğretmen Nilüfer Hanım Kutsal’ı azarladı, fakat Eda’ya hiçbir şey demedi.
“Kutsal, neden dersimde konuşuyorsun? Herkesin duyması gereken bir şey mi söylemek istiyorsun?” dedi.
Kutsal masasına geri çekildi.
Öğretmen, “Bir daha ben konuşurken sesini duymayayım” diye ekledi.
Çocukların çoğu, öğretmenin Eda’nın da konuştuğunu gördüğünden emindi, bu nedenle nasıl olup da Eda’nın sınıfta konuşmasının yanına kâr kaldığını, fakat Kutsal’ın azarlandığını anlayamadılar. Çok geçmeden öğrenciler onu öğretmenin gözdesi olarak görmeye başladılar. Eda sürekli olarak ev ödevlerini geç getiriyordu, fakat notları hiçbir zaman düşürülmüyor ve ödevleri hiçbir zaman reddedilmiyordu. Eda’nın sınıf arkadaşı Sinan şaşkınlığa uğramıştı.
“Eda, sende ne var anlamıyorum, Nilüfer Hanım bir dakika bile geç getirsem benim ödevimi almıyor. Sen ödevini ertesi gün ya da ertesi hafta getirebiliyorsun. Nasıl oluyor bu?”
Eda, “Bilmiyorum” dedi, “herhalde beni daha çok seviyor.”
Eda’nın sınıf arkadaşları onun öğretmenin gözünde hiçbir yanlış yapmayacağı krine alıştılar. Eda gerçekten de öğretmenin gözüne girmeye çalışmıyordu. Öğretmene gurur okşayıcı sözlerle yağ çekmeye çalışmıyordu. Fakat her nedense öğretmen her zaman Eda’ya diğer çocuklardan daha fazla iltimas geçiyordu, özellikle övgü konusunda.
“Çocuklar, Eda’nın kompozisyonunu gördünüz mü? Mükemmel olmuş!” derdi. “Keşke siz de Eda gibi olabilseniz.”
Diğer çocuklar önceleri güceniyorlardı, fakat bir süre sonra durumun böyle olduğunu ve bunu hiç kimsenin değiştiremeyeceğini gördüler. Öğretmen Eda’yı diğerlerinden daha çok seviyordu işte. Her ne kural varsa, bunlar Eda için geçerli değil gibiydi. Sınıfta konuşabiliyordu, derse geç gelebiliyordu, hatta zaman zaman derse hiç gelmediği oluyordu, buna rağmen hiçbir ceza görmüyordu. Eda sevimliydi, fakat sınıftaki en güzel kız değildi. İyi bir öğrenciydi, fakat en iyisi değildi. Diğer çocuklar Eda’nın neden özel muamele gördüğünü anlamaya çalıştılar, fakat görünürde hiçbir neden yoktu.
Bu öykü hakkında ne hissediyorsunuz? Kendi hayatınızda öğretmeninizle, amirinizle ya da patronunuzla yaşadığınız bir durumu hatırlatıyor mu? Evet, kayırmacılık kıskançlığa neden olur. Kayırmacılığın özünde bir adaletsizlik görülmektedir. Ancak bazı insanlar Allah’ın peygamberlere iltimas geçtiğini söylemektedirler. Öyle mi? Allah’ın iki doğruluk standardı mı var? O’nun iki ölçü değneği mi var? Sizin, benim gibi “normal” insanlar için bir standart, peygamberler için başka bir standart mı var? Hayır, bir şey kesin, Allah’ın yalnızca ve yalnızca bir doğruluk standardı var.
Allah’ın doğruluğu, Eda’nın öğretmeninin doğruluk standardından çok farklıdır. Kutsal Kitap’ta yer alan, Allah’ın tarafsızlığını açıkladığı bir olaya bakalım. Çölde Sayım kitapçığının 20. bölümünde, 1. ayetten başlayabiliriz:
1 İsrail topluluğu birinci ay Zin Çölü’ne vardı, halk Kadeş’te konakladı. Miryam orada öldü ve gömüldü.
Dini takvimin birinci ayı Nisan’dı, çimler kış yağmurlarıyla tazelenmiş ve yeşermiş olurdu. Rab İsrail oğullarını güzel bir ülkeye götüreceğini ve onları oraya yerleştireceğini vaat etmişti. Yeşil çimler vaadi almak için canlarını harekete geçirmeliydi ve Allah’ın o ülkeyi halen onlara vermeyi amaçladığını hatırlatmalıydı. İnançsızlıklarından ötürü cezalandırıldıklarını ve kırk yıllık cezanın sona ermek üzere olduğunu biliyorlardı. Asıl soru, ölmüş babalarından ve dedelerinden ders alıp almadıklarıydı. Allah’a güvenme derslerini almışlar mıydı? Çölde Sayım 20. bölüm, 2–5 ayetlerini okuyarak öğrenelim:
2 Ancak topluluk için içecek su yoktu. Halk Musa’yla Harun’a karşı toplandı. 3 Musa’ya, “Keşke kardeşlerimiz RAB’bin önünde öldüğünde biz de ölseydik!” diye çıkıştılar, 4 “RAB’bin topluluğunu neden bu çöle getirdiniz? Biz de hayvanlarımız da ölelim diye mi? 5 Neden bizi bu korkunç yere getirmek için Mısır’dan çıkardınız? Ne tahıl, ne incir, ne üzüm ne de nar var. Üstelik içecek su da yok!”
Halk kırk yıl önce Musa’ya buna benzer bir şikâyette bulunmuştu. Mısır’dan Çıkış kitapçığında okuduğunuzu hatırlıyor musunuz? Horev’de meydana gelmişti. Bu konuyu Mısır’dan Çıkış 17. bölüm, 3–7 ayetlerinde gözden geçirelim:
3 Ama halk susamıştı. “Niçin bizi Mısır’dan çıkardın?” diye Musa’ya söylendiler, “Bizi, çocuklarımızı, hayvanlarımızı susuz- luktan öldürmek için mi?” 4 Musa, “Bu halka ne yapayım?” diye RAB’be feryat etti, “Neredeyse beni taşlayacaklar.” 5 RAB Musa’ya, “Halkın önüne geç” dedi, “Birkaç İsrail ileri gelenini ve Nil’e vurduğun değneği de yanına alıp yürü. 6 Ben Horev Dağı’nda bir kayanın üzerinde, senin önünde duracağım. Kayaya vuracaksın, halk içsin diye su fışkıracak.” Musa İsrail ileri gelenlerinin önünde denileni yaptı. 7 Oraya Massa29 ve Meriva30 adı verildi. Çünkü İsrailliler orada Musa’ya çıkışmış ve, “Acaba RAB aramızda mı, değil mi?” diye RAB’bi denemişlerdi.
Çölde geçen tüm bu yıllarda Allah İsrailliler’e su sağlamıştı, ki bu hiç de kolay bir iş değildi. Mısır’dan Çıkış kitapçığına göre, çocuklar ve kadınlar haricinde 600.000 erkek vardı. Bir kişi yemek, temizlik ve içmek için günde 8 litre su kullanırsa, günde 12 milyon litre suya ihtiyaçları olacaktı. Üstelik bu çok kısıtlı bir rakam. Ayrıca hayvanları olduğunu da unutmayalım. Günde 12 milyon litrenin üzerinde su, yalnızca bir pınar değildir; bu bir nehirdir.
Kırk yıl boyunca her gün, Allah susuzluklarını giderdi ve açlıklarını yatıştırdı. Bu işlerin her ikisi de Allah’ın gözetiminin ve koruyuculuğunun sürekli bir işaretiydi. Ancak birdenbire su kesilmişti. Allah onları terk mi etmişti?
Anlaşılan İsrail oğulları Allah’a babalarının güvendiğinden daha fazla güvenmiyorlardı. Kırk yıl boyunca çölde Allah’tan yiyecek ve su aldıktan sonra, neden Allah’ın onları yüzüstü bıraktığını düşündüler? Mantıklı değildi. Suların kurumasını vaat edilen ülkeye girmek üzere olduklarının ve mucizevî olarak sağlanan suya artık ihtiyaç duymayacaklarının bir işareti olarak görmeliydiler. Fakat bunun yerine Musa’ya karşı sızlandılar. Kırk yıl önce babalarının yaptığı gibi, Musa’yı ve Harun’u halka zarar vermeye çalışmakla suçladılar.
Bir halkı kölelikten özgürlüğe ulaştırmak için bu kadar çalıştıktan, 40 yıl boyunca çölde yaşadıktan ve sürekli olarak şikâyetlerini dinledikten sonra, en küçük bir zorluk işareti üzerine size karşı çıksalardı ne düşünürdünüz? Sizi kendilerini öldürmeye çalışmakla suçlasalardı sabrınızı koruyabilir miydiniz? Çölde Sayım 20. bölüm, 6–8. ayetlere geri dönerek öyküye devam edelim:
6 Musa’yla Harun topluluktan ayrılıp Buluşma Çadırı’nın giriş bölümüne gittiler, yüzüstü yere kapandılar. RAB’bin görkemi onlara göründü. 7–8 RAB Musa’ya, “Değneği al” dedi, “Sen ve ağabeyin Harun topluluğu toplayın. Halkın gözü önünde su fışkırması için kayaya buyruk verin. Onlar da hayvanları da içsin diye kayadan onlara su çıkaracaksınız.”
Burada Musa’ya verilen talimatlar, Allah’ın daha önce verdiklerinden biraz farklıydı. Horev’de Allah Musa’ya kayaya değne- ğiyle vurmasını söylemişti. Burada ise Allah Musa’ya kayayla konuşmasını söyledi. Kutsal Kitap Allah’ın neden Musa’dan kaya- ya vurmasını istemediğini belirtmiyor, fakat bir nedeni olmalı. Belki bu yöntemin bir anlamı, ya da simgeselliği vardı. Ne yazık ki bunu öğrenmek için biraz beklememiz gerekiyor. Musa’nın ne yaptığını 9–11 ayetlerinde görelim:
9 Musa kendisine verilen buyruk uyarınca değneği RAB’bin önünden aldı. 10 Musa’yla Harun topluluğu kayanın önüne topladılar. Musa, “Ey siz, başkaldıranlar, beni dinleyin!” dedi, “Bu kayadan size su çıkaralım mı?” 11 Sonra kolunu kaldırıp değneğiyle kayaya iki kez vurdu. Kayadan bol su fışkırdı, topluluk da hayvanları da içti.
Musa’nın kayayla konuşması gerekiyordu, fakat bunun yerine öfke ile Allah’ın talimatlarını bırakarak kendi çözümüne yöneldi.
Mucizeyi kendi ellerine alarak kayaya vurdu. Allah, halkına merhamet göstererek suyun akmasını sağladı. Fakat Musa’nın bu öfkeli hareketinden memnun değildi. İtaatsizliğiyle halk için güçlü bir işareti etkisiz hale getirmişti. Çölde Sayım 20. bölüm, 12. ve 13. ayetlerde kaydedilen Allah’ın sözleri şöyle:
12 RAB Musa’yla Harun’a, “Madem İsrailliler’in gözü önünde benim kutsallığımı sayarak bana güvenmediniz” dedi, “Bu topluluğu kendilerine vereceğim ülkeye de götürmeyeceksiniz.” 13 Bu sulara Meriva31 suları denildi. Çünkü İsrail halkı orada RAB’be çıkışmış, RAB de aralarında kutsallığını göstermişti.
Yalnızca talimatları yerine getirmemekten daha büyük bir sorun vardı. Allah Musa ile Harun’a, Kendisine inanmamış olduklarını söyledi! Onların İsrail oğullarının gözü önünde O’nun kutsallığını saymadıklarını belirtti. Musa ile Harun, İsrail oğullarını vaat edilen ülkeye götürmek için kırk yıl çalıştıktan sonra, kendileri giremeyeceklerdi. Tıpkı isyankârların başına geldiği gibi, çölde öleceklerdi! Yanlış giden neydi? Allah ne yapıyordu?
Söyleyebileceğimiz ilk şey, Allah’ın kesinlikle iltimasta bulunmadığıdır. Musa ile Harun yanlış yaptıklarında Allah onların günahını hoş görmedi. Onların günahıyla ilgilendi. Evet, Allah’ın peygamberi hatalı bir davranış için diğer herkes gibi bir bedel öder. Allah doğrudur ve doğruluk konusunda halk için başka, peygamberler için ise başka bir standardı yoktur. Bunlar aynıdır.
Peki Musa ile Harun’un günahı neydi?
Dikkatli bakmamız gerekiyor. Allah Kendisi’nin halk için kayadan su çıkartacağını söylemişti. Fakat Musa şöyle dedi:
“Ey siz, başkaldıranlar, beni dinleyin! (Biz) bu kayadan size su çıkaralım mı?”
Suyun kayadan çıkıp çıkmamasının seçimi Musa ve Harun’a ait değildi. Ancak Musa, Allah Kendi söylediği şeyi yapmayacakmış gibi davranıyordu. Musa ile Harun kendilerini Allah’ın yerine koydular.
“(Biz) bu kayadan size su çıkaralım mı?”
Ayrıca, Musa ile Harun kişisel olarak hakarete uğradıkları için duygusal bir öfke gösteriyorlardı. Şöyle seslendiler:
“Ey siz, başkaldıranlar, beni dinleyin!”
Evet, Allah kimi zaman halkı azarlamak için bir peygamberi kullanabilir, fakat bu peygamber için kişisel bir mesele olmamalıdır. Peygamberler kişisel hakaretleri kullanmamalıdırlar. Peygamberler halkın önünde Allah’ı temsil etmeli ve sabır ile müsamaha göstermelidirler. Tüm bu şeylerde Allah’ı şere endirmediler ve İsrailliler’e şikâyet etmek için bir neden vermiş oldular.
İsrailliler çölde geçirdikleri zaman boyunca Musa’dan şikâyet etmişler ve kendilerini çeşitli güçlüklere sürükleyen kişinin Musa olduğunu söylemişlerdi. Kendilerini imanlarının denendiği yerlere götürenin Allah olduğunu kabul etmemişlerdi. Musa ile Harun, dikkati kendi üzerlerine çekerek onları yönlendirenin Allah değil Musa olduğu iddiasını kuvvetlendirmişlerdi. Bu kesinlikle büyük bir hataydı.
Öyleyse ne diyeceğiz, Allah Musa ile Harun’u yüzüstü bıraktı mı? Ebedi kurtuluşlarını kayıp mı ettiler? Sonraki bölümlerde Allah’ın tövbelerini kabul ettiği anlaşılıyor. Ancak aynı şekilde, işledikleri günahın cezasız kalmasına izin vermediği de anlaşılıyor. Çölde kırk yıl boyunca gezdikten sonra, hem Harun hem de Musa, Vaat Edilen Ülkeye tek bir adım bile atamadan öldüler. Allah kayırmacılık yapmadığını halka açıkça gösteriyordu. Doğruluk standardı hem halk, hem de peygamberler için aynıdır. Bilakis, halk üzerindeki önemli etkileri nedeniyle, önderlerden daha büyük bir itaat ve güven talep eder. Evet, peygamberler günah işleyebilir, ve Allah onların günahını başka birinin günahından farklı değerlendirmez. Onların da tıpkı bizim gibi günahtan tövbe etmeye ve dönmeye ihtiyaçları vardır. Kayırmacılıkla ilgili başka bir öyküyü inceleyelim.
Ankara’da, başka bir devletin elçisi devamlı yasak yerlere park ediyordu. Fakat polis memurları kendisine ceza yazamıyordu. Adam diplomatik dokunulmazlık sahibiydi.
Bir gün elçi sokağın köşesine park etti, arabanın yarısı sokağa taşıyordu. Bir turist otobüsü geldi ve yoldan geçemedi. Sürücü dışarı çıkarak aracın sahibini aradı. Arabanın sahibini bulamadı, ancak sonunda bir polis memuruna rastladı.
Polise “Bu arabayı buradan çektirir misiniz?” diye sordu.
“Üzgünüm, hiçbir şey yapamam. Bu bir diplomatın arabası.”
“Ne demek diplomatın arabası? Diplomat bakireden mi doğuyor ki herkesten farklı olsun? Bu adil değil. Tüm sokağı kapatıyor. Hiç kimse bir yere gidemiyor.”
Otobüsün arkasında kalan diğer otomobiller de geçemedi. Birkaç dakika içinde sabırsızlanarak korna çalmaya başladılar.
Polis “Üzgünüm, hiçbir şey yapamam” dedi.
“Bakın kaç kişi burada kısılıp kaldı. Kornalarını çaldıklarını duymuyor musunuz? Bu konuda ne yapacaksınız?”
“Üzgünüm, hiçbir şey yapamam.”
Otobüs sürücüsü “Bakın” dedi, “diplomatik dokunulmazlık yalnızca diplomatların yalan yere suçlanarak ya da tesadü kültürel uyuşmazlıklar nedeniyle hapse atılmalarına engel olmak içindir. Hiçbir zaman ülkenin tüm yasalarını çiğneme ruhsatı olması amaçlanmamıştır.”
Polis memuru, “Fark etmez” dedi. “Ne isterlerse yapabilirler ve ben onlara dokunamam.”
Ust düzey memurların yasalara uymak zorunda olmadıklarını gördüğünüzde ne hissediyorsunuz? Sinir bozucu mu? Size adaletsiz gibi gelmiyor mu? İnsanî bir bakış açısından adaletsiz ise, düşünceleri bizimkilerden sonsuz kez daha adil olan Allah’ın bakış açısından kesinlikle adaletsizdir.
Yaygın inanışın aksine, peygamberler farklı bir kumaştan değildir. Onlar, Allah’ın yardımıyla sıra dışı işler gerçekleş- tirmek üzere çağrılan sıradan insanlardır. Kendilerine ait hiçbir güçleri yoktur ve herkes gibi kendi kurtuluşlarını Allah’ın lütfuna borçludurlar. Bu nedenle Allah onları günahlarından sorumlu tutar ve gerekirse onları cezalandırır. Allah hiç kimseye günah işleme ruhsatı vermez. Herkesi Kendi doğruluk standardından sorumlu tutar. Bir peygamberin yerine getirmesi gereken özel bir görev olsa da, bu onu Allah’ın yasasının üzerine çıkarmaz. Allah’ın yasası adil ve doğrudur. Bazı insanların buna tabi olmadıklarını söyleyerek onu küçümsemeyelim.
Tartışma Soruları
1. Kayırmacılık neden kıskançlığa neden olur?
2. Bazı insanlar Allah’ın peygamberleri günah işleyemeyecekleri bir şekilde yarattığını düşünür. Bu düşünceyi kutsal
yazılarda bulabilir miyiz, yoksa başka bir yerden mi gelmiştir?
3. Allah’ın bize ve peygamberlere uyguladığı doğruluk standardı aynı olduğuna göre, bunun ölçüldüğü kurallar sistemi
nedir?
4. Sizce Allah neden Musa’dan kayaya değnekle vurmak yerine onunla yalnızca konuşmasını istedi?
5. Adem’in Aden Bahçesi’nde işlediği günahla Musa’nın kayaya vurmaktaki günahı arasında bir benzerlik görebiliyor
musunuz?
29 “Massa”: “Deneme” anlamına gelir.
30 “Meriva”: “Çıkışma” anlamına gelir.
31 “Meriva”: “Çıkışma” anlamına gelir.