Hayatınızda, cesur olmanızı gerektiren ne yaptınız? Hepimiz korkularımızı yenmek, zorluklara göğüs germek ve sıkıntılı durumların üstesinden gelmek zorundayız. Bu yüzden hayat belli bir seviyede cesaret gerektirir. Okul sınavlarının, yeni bir işin ya da sigarayı bırakmanın korkusunu nasıl yenebiliriz? Cesur kişi, normalde doğası gereği korkudan çekineceği şeye meydan okumaya cüret eden kişidir. Bu, cesur kişinin hiçbir korku duymadığı anlamına gelmez, ancak bir zorluktan diğerine geçerken cesaretimiz artar. Zorlayıcı bir şeyle karşılaşmak zorunda kalmayan kişi, cesareti öğrenemez. Bir gün Allah sizden cesur bir eylemde bulunmanızı isteyebilir. Öne çıkıp zorluğu göğüslemeye hazır mısınız?
Kanunî Sultan Süleyman’ın babası, Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını Arabistan’a kadar uzattığı için “Yavuz” (cesur) lâkabını almıştı. Süleyman ise kuzeye doğru ilerleyerek ve Macaristan’ı işgal ederek imparatorluğun sınırlarını daha da genişletiyordu. Tüm Avrupa Süleyman’dan korkuyordu, çünkü onun muhteşem başarılarını duymuşlardı.
O zaman Avrupa, adında belirtilen kutsallık, Roma, ya da imparatorlukla ilgisi olmayan Kutsal Roma İmparatorluğu tarafından yönetiliyordu. Bunun merkezî bir yönetim altındaki geniş bir ülke yerine, Katolik Kilisesi’nin denetimi altındaki ulus devletlerden oluşan bir küme olduğunu biliyoruz. Katolik Kilisesi’nin ise bin yıldan uzun süredir hileli politikalar, komplo ve entrikalar, cinayetler ve skandallarla dolu olduğu yaygın olarak bilindiğine göre, kesinlikle “kutsal” da değildi.
Ancak Süleyman’ın başarılarının pek bilinmeyen bir arka planı var. Kanunî Sultan Süleyman’ın Kutsal Roma İmparatorluğu’na karşı savaşında alışılmadık bir ortağı vardı. Tıpkı Süleyman gibi yiğitçe savaşan, büyük bir adam. Tarih, bu iki adamın hiçbir zaman bir araya gelmemiş olmalarına rağmen, aynı düşmana karşı mütte k olduklarını gösteriyor. Adamın adı Martin Luther’di ve 1500’lerin başında Almanya’da yaşamıştı. Savaşlarını kılıçla icra eden Süleyman’ın aksine, Martin Luther kalemiyle savaşmayı yeğliyordu. Fakat bu güçlü bir kalemdi! Martin Luther’in sözlerinin düşman üzerindeki etkisi, Osmanlı toplarından ateşlenen demir gülleler kadar güçlüydü. Osmanlı’nın davasına nasıl yardımcı oldu? Olay şu şekilde gelişti.
Martin Luther’in babası oğlunun avukat olmasını istiyordu, fakat çocuk cehennemde yanacağı korkusuna kapılmıştı ve bu nedenle rahip olmakta ısrar ediyordu. Fakat rahip olmak Martin Luther’in lanete uğrama korkusunu gidermemiş, aksine endişelerini art- tırmıştı. Bir şekilde günahlarına kefaret olması ve cennette bir yer kazanabilmesi umuduyla, kimi zaman saatlerce kilisede kalarak dua eder, dualarını tespihiyle sayar, günlerce oruç tutar ve sırtını kırbaçla döverdi.
Roma Kilisesi o zamanlar “endüljanslar” denen şeyleri satıyordu. Kısacası, insanlar para ödeyerek günahlarının bağışını satın alabiliyorlardı. Katolik Kilisesi’nin bundan ne kadar para topladığını tahmin edemezsiniz! Zavallı insanlara para vermedikleri takdirde büyük ihtimalle bir işkence yerinde uzun bir süre kalacakları öğretiliyordu. Sizce bu parayı ne için kullanıyorlardı? Bir kısmı Vatikan’ın ihtişamını arttırmak için kullanıldı. Ancak büyük kısmını Türklere karşı savaşacak askerleri silahlandırmak için kullandılar!
O günlerde Martin Luther günahlardan kurtuluşu elde etmek ve vicdan azabı veren ceza tehdidinden kurtulabilmek için Roma’ya gelmişti. Oraya vardığında, putlarla, genelevlerle ve dinsel öteberi satan insanlarla dolu bir şehirle karşılaşarak şaşkınlığa uğradı; satılan eşyalar arasında haçlar, azizlerin resimleri ve güya İsa’nın haçından gelen tahta parçaları bulunuyordu. Bunun sonucunda Luther Almanya’ya eskisinden de çok kafası karışmış bir halde döndü. Sorularına yanıt arayarak, Kutsal Kitap’ı okumaya başladı. Burada, Roma’da gördüğü uygulamaların taban tabana zıttıyla karşılaştı. Sonra da kutsal yazıda şu sözleri okudu:
“Doğru kişi imanla yaşayacaktır.”
Bu sözler onu yıldırım gibi çarptı. “İman!” Uzun dualarla, azizlerin mezarlarına dokunarak değil. Tıpkı İbrahim gibi, onun da İMAN ile yaşaması mümkündü. Cehennem ateşinden ölesiye korkan Luther, artık bir çıkış yolu bulmuştu. Korkusunun, hiçbir zaman Allah’ın beklentisini karşılamaya yetecek kadar iyi işler yapamayacağı gerçeğine dayandığını anladı. Fakat iman, bu basitti. Tüm yapması gereken, Allah’a inanmak ve güvenmekti.
Bu yeni bulduğu gerçekle canı o kadar büyük bir cesaret kazandı ki, bu gerçeği başkalarına bildirmek için hayatını tehlikeye atmaya hazır hale geldi.
O zamanlar Roma kilisesi kendi görüşlerine karşı çıkan herkesi öldürüyordu. Buna rağmen, Luther Roma papalığının ve rahipliğinin 95 hatasını yazdığı devasa bir ilan hazırladı. Tespit ettiği her bir sorunun gerçekliğini kanıtlamak için, Allah’ın Sözü olan Kutsal Kitap’tan kanıtlar ortaya koydu. İlanı yazmayı bitirdiğinde, bunu cesaretle şehir merkezindeki üniversitenin ana kapısına astı!
O kâğıt parçası üzerine yazılan gerçekler kentte yangın gibi yayıldı. Tıpkı Luther gibi ruhsal olarak esir tutulanların kalpleri sonunda korkudan özgür kılındı. İman lizlenerek hayata geldi. “Matbaa makinesi” adı verilen yeni icadın buluştuğu ilk yayınlardan biri oldu. 95 Tez adıyla bilinen bu bildiri, önce Almanya’da, sonra tüm Avrupa’da yayıldı. İnsanların kurtuluşu satın alabileceği yalanını ifşa etti ve paranın ya da iyi işlerin gökte bir yer kazandırabileceği vaadini geçersiz kıldı. Bu haber Katolik Kilisesi’ne yapılan bağışları nasıl etkiledi dersiniz? Gelirler aniden azaldı ve Kanunî Sultan Süleyman’a karşı yapılacak savaş için para kalmadı. Ayrıca Roma’nın dikkati ikiye bölünmüştü. Şimdi “Protestanlık” denilen yeni bir düşman vardı.
Luther’in amacı hiçbir zaman Türklerle kol kola girmek olmamasına rağmen, sonuçta birbirinden habersiz ortaklar haline geldiler. Allah’ın sözünü gerçek olarak kabul ettiğinde, Allah bu adamın gereksiz korkularını giderdi ve onu zamanının en güçlü varlıklarından birini yaralamak için kullandı. Onun putperestliğe ve sahte dine karşı duruşu, Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük düşmanının istikrarının bozulmasını sağladı.
Kutsal Kitap’ta, Martin Luther’e çok benzeyen bir adamın etkileyici öyküsü yer almaktadır. Bu adamın adı Gidyon’du. Musa ve Yeşu’nun ölümlerinden sonra yaşamıştı. Halk Kenan ülkesini çoktan fethetmişti, evler yapmışlar, bağlar dikmişler ve ülkede yaşamaya başlamışlardı. Ne yazık ki, insanlar bu rahat durumdayken putlara tapmaya başladılar! Gidyon’un öyküsü işte burada başlıyor. Hakimler 6. bölüm 1. ayeti okuyalım:
1 İsrailliler yine RAB’bin gözünde kötü olanı yaptılar. RAB de onları yedi yıl süreyle Midyanlılar’ın eline teslim etti.
Midyanlı yağmacılar günlük hayatı altüst etmişti. Hasat zamanı terör dönemine dönüşmüştü.
Kutsal Kitap, Hakimler 6. Bölüm 3–6 ayetlerinde şöyle diyor:
3 Ekin ektikleri vakit, Midyanlılar, Amalekliler ve öbür doğulu halklar topraklarına girip 4 ordugâh kurarlardı. Gazze’ye dek ekinleri yok eder, koyun, sığır, eşek gibi geçim kaynağı olan her şeyi alırlardı. 5 Hayvanları ve çadırlarıyla birlikte çekirge sürüsü gibi gelirlerdi. Adamları, develeri saymak olanaksızdı. Yakıp yıkmak amacıyla toprakları işgal ederlerdi. 6 Midyanlılar İsrail’i öyle yoksul düşürdüler ki, İsrailliler RAB’be yakarmaya başladılar.
O günlerde Gidyon adında genç bir adam üzüm sıkma çukurunda çalışıyordu. Tuhaf bir şekilde, orada yazın başında, ortalıkta üzüm gözükmediği bir zamanda çalışıyordu! Bu adam üzüm olmadan üzüm sıkma çukurunda ne yapıyordu? Gizlice buğdayı dövüyordu.
Yani, korkuyordu ve yağmacıların kendisini bulmayı en son bekleyeceklerini düşündüğü yerde saklanıyordu. Fakat Allah onun nerede olduğunu biliyordu! Hakimler 6. bölüm, 12–14 ayetlerinden okumaya devam edelim:
12 RAB’bin meleği ona görünerek, “Ey yiğit savaşçı, RAB seninledir” dedi. 13 Gidyon, “Ey Efendim, eğer RAB bizimleyse bütün bunlar neden başımıza geldi?” diye karşılık verdi, “Atalarımız RAB’bin bizi Mısır’dan çıkardığını söylemediler mi? Bize anlattıkları RAB’bin bütün o harikaları nerede? RAB bizi terk etti, Midyanlılar’ın eline teslim etti.” 14 RAB Gidyon’a dönüp, “Kendi gücünle git, İsrail’i Midyanlılar’ın elinden kurtar” dedi, “Seni ben gönderiyorum.”
Rabb’in meleğinin onu “yiğit savaşçı” diye seslenerek selamladığını fark ettiniz mi? Belli ki Allah Gidyon’da endişeli bir genç adamdan daha fazlası olarak görüyordu. Allah’ın potansiyelimizi her zaman görmesi ve bunun üzerine inşa etmek istemesi hayret vericidir. Gidyon’un melekle konuşmasını Hakimler 6. bölüm, 15–23 ayetlerinde okuyabiliriz:
15 Gidyon, “Ey Efendim, ben İsrail’i nasıl kurtarabilirim?” diye karşılık verdi, “Ait olduğum boy Manaşşe oymağının en zayıf boyudur. Ben de ailemin en genç adamıyım.” 16 RAB, “Ben seninle olacağım” dedi, “Midyanlılar’ı tek bir adamı yener gibi bozguna uğratacaksın.” 17 Gidyon, “Benden hoşnutsan, benimle konuşanın sen olduğuna dair bana bir belirti göster” dedi, 18 “Lütfen gelip sana adağımı sununcaya, önüne koyuncaya dek buradan ayrılma.” RAB, “Sen dönünceye dek kalırım” diye yanıtladı. 19 Gidyon eve gidip bir oğlak kesti, bir efa32 undan mayasız pide yaptı. Eti sepete, et suyunu tencereye koydu; bunları getirip yabanıl fıstık ağacının altında meleğe sundu. 20 Tanrı’nın meleği, “Eti ve mayasız pideleri al, şu kayanın üzerine koy. Et suyunu ise dök” dedi. Gidyon söyleneni yaptı. 21 RAB’bin meleği elindeki değneğin ucuyla ete ve mayasız pidelere dokununca kayadan ateş fışkırdı. Ateş eti ve mayasız pideleri yakıp kül etti. Sonra RAB’bin meleği gözden kayboldu. 22 Gidyon, gördüğü kişinin RAB’bin meleği olduğunu anlayınca, “Eyvah, Egemen RAB! Meleğinin yüzünü gördüm” dedi. 23 RAB ona, “Sana esenlik olsun. Korkma, ölmeyeceksin” dedi.
Meleğin ziyareti Gidyon’a büyük cesaret veren olağanüstü bir deneyimdi. Kutsal Kitap bize Allah’ın o gece Gidyon’a görünerek ona ilk görevini verdiğini anlatıyor. Cesaret isteyen bir görevdi, zira Gidyon’un kendi ailesinden çok Allah’a sadık oluşunu sınıyordu. Geceleyin dışarı çıkarak, babasının biri Baal isimli ilaha, diğeri ana tanrıçaya adanmış iki putunu kırmalıydı. Bundan sonra bir sunak yaparak, babasının değerli boğasını gerçek Allah’a, göğün ve yerin Yaratıcısı’na kurban edecekti. Gidyon, Midyanlılarla savaşmadan önce, kendi halkının Allah’ı gereği gibi izlediğinden emin olmalıydı. Bunu 25. ve 26. ayetlerde okuyalım:
25 Aynı gece RAB, Gidyon’a, “Babanın boğasını, yedi yaşındaki ikinci boğayı al” dedi, “Sonra babanın Baal için yaptırdığı sunağı yık. Sunağın yanındaki Aşera putunu kes. 26 Tanrın RAB için bu höyüğün üstünde uygun bir sunak yap. İkinci boğayı al, keseceğin Aşera putunun odunlarıyla yakmalık sunu olarak sun.”
Gidyon yanına on adam alarak Rabb’in isteğini tam olarak yerine getirdi. Sabahleyin kasabalılar kırılmış putları gördüklerinde küplere bindiler. Heykelleri kimin kırdığını öğrenmek istediler. Gidyon’un babasını bulduklarında şöyle dediler:
“Oğlunu dışarı çıkar, onu öldürelim.”
Fakat Gidyon’un babası hikmet sahibiydi, şöyle dedi:
“Baal bir tanrıysa, bırakın kendini savunsun! İlahlar dediğiniz şeyler gerçek ise, sizin onların yardımına koşmanız gerekir mi?”
Tabii ki sahte dinde hiçbir güç yoktu. Batıl inançları ve yalanları izleyenler çoğunlukla biri kendi yanlış inanışlarına meydan okuduğunda kızarlar, çünkü kendi dinlerinin gerçekte güçsüz olduğundan utanmaktadırlar. Gerçeğin kendi gücü vardır ve insani güçle ya da şiddetle desteklenmesi gerekmez.
Gidyon kendi mahallesini temizledikten sonra, Allah’ın kendisiyle birlikte olduğuna dair güvence istedi. Bu nedenle yeniden Rab’den bir belirti istedi. Bunu Hakimler 6. bölüm, 36–40 ayetlerinde okuyabiliriz:
36 Gidyon Tanrı’ya şöyle seslendi: “Söz verdiğin gibi İsrail’i benim aracılığımla kurtaracağın doğruysa, 37 çiy yalnızca harman yerine koyduğum yün yapağının üzerine düşsün, topraksa kuru kalsın. Böylece, söylediğin gibi İsrail’i benim aracılığımla kurtaracağını bileceğim.” 38 Ve öyle oldu. Ertesi gün erkenden kalkan Gidyon yapağıyı alıp sıktı. Yapağıdan bir tas dolusu çiy süzüldü. 39 Bunun üzerine Gidyon Tanrı’ya şöyle seslendi: “Bana kızma, bir istekte daha bulunmak istiyorum. Yapağıyla bir deneme daha yapmama izin ver. Lütfen bu kez yalnızca yapağı kuru kalsın, topraksa çiyle ıslansın.” 40 Tanrı o gece Gidyon’un dediğini yaptı. Yapağı kuru kaldı, toprağın her yanıysa çiyle kaplandı.
Gidyon’un tanık olduğu mucize, ona devam etmesi için gereken tüm cesareti verdi. Cesur eylemler, kişinin yaptığı şeyin doğru olduğuna dair bir içsel güven gerektirir. Gidyon belirtiler ve mucizeler gerçekleştiği zaman cesur olabilirdi. Peki Allah ondan ordusunu yarı yarıya azaltmasını istese nasıl karşılık verecekti? Bundan sonra olanlar, hayret verici bir iman eylemidir. Bunu Hakimler 7. bölüm, 2. ve 3. ayetlerde görelim:
2 RAB Gidyon’a şöyle dedi: “Yanında fazla adam var; Midyan’ı onların eline teslim etmem. Yoksa İsrailliler, ‘Kendi gücümüzle kurtulduk’ diyerek bana karşı övünebilirler. 3 Şimdi halka şunu söyle: ‘Korkudan titreyen dönsün, Gilat Dağı’ndan geri gitsin.’” Bunun üzerine halktan yirmi iki bin kişi döndü, on bin kişi orada kaldı.
Gidyon’un gece yatarken günün olaylarını düşündüğünü ve 22.000 askerinin geri gönderilişini hatırladığını düşünebiliyor musunuz? Korkmak için bir neden varsa, işte buydu. Fakat anlaşılan Gidyon’un inancı sağlam kalmıştı. Allah Gidyon’un, yanınızda kaç kişinin olduğunun değil, kimin olduğunun önemli olduğunu öğrenmesini istemişti. Fakat Allah Gidyon’un inancının sağlamlığını sınamayı bitirmemişti. Bundan sonra neler olduğunu görmek için Hakimler 7. bölüm, 4–7 ayetlerine bakalım:
4 RAB Gidyon’a, “Adamların sayısı hâlâ fazla” dedi, “Kalanları suyun başına götür, onları orada senin için sınayayım. ‘Bu seninle gidecek’ dediğim adam seninle gidecek; ‘Bu seninle gitmeyecek’ dediğim gitmeyecek.” 5 Gidyon halkı suyun başına götürdü. RAB Gidyon’a, “Köpek gibi diliyle su içenleri bir yana, su içmek için dizleri üzerine çökenleri öbür yana ayır” dedi. 6 Ellerini ağızlarına götürerek dilleriyle su içenlerin sayısı üç yüzü buldu. Geri kalanların hepsi su içmek için dizleri üzerine çöktüler. 7 RAB Gidyon’a, “Sizi diliyle su içen üç yüz kişinin eliyle kurtaracağım” dedi, “Midyanlılar’ı senin eline teslim edeceğim. Öbürleri yerlerine dönsün.”
Şimdi Gidyon’un elinde büyük bir orduyla savaşa girecek yalnızca üç yüz adam vardı. Allah orduyu, haberi duyan herkesin savaşın askerî kuvvetle değil, Allah’a imanla kazanıldığını anlayabileceği bir ölçüde küçültmüştü.
O gece Allah Gidyon ve adamlarına yanlarında borular, topraktan testiler ve çıralar götürmelerini bildirdi. Bunlar tuhaf savaş aletleriydi! Midyanlıların ordugâhının çevresinde karanlıkta bekleyeceklerdi. Aşağılarında binlerce düşman çadırı vardı. Gidyon adamlarını yüzerli üç gruba ayırdı ve adamlar karanlıkta yokuşlarda oturarak Gidyon’un işaretini beklediler. Bundan sonra neler olduğunu Hakimler 7. bölüm, 19–22 ayetlerinde okuyabiliriz:
19 Gidyon ile yanındaki yüz kişi gece yarısından az önce, nöbetçi 151 değişiminden hemen sonra ordugahın yanına vardılar; borularını çalmaya başlayıp ellerindeki testileri kırdılar. 20 Üç bölük de borularını çalıp testileri kırdı. Çalacakları boruları sağ ellerinde, çıralarıysa sol ellerinde tutuyorlardı. “Yaşasın RAB’bin ve Gidyon’un kılıcı!” diye bağırdılar. 21 Onlar ordugâhın çevresinde dururken, ordugâhtakilerin hepsi koşuşmaya, bağırıp kaçışmaya başladı. 22 Üç yüz boru birden çalınca RAB ordugâhtakilerin hepsini kılıçla birbirlerine saldırttı. Midyan ordusu . . . kaçtı.
Bir anda 300 testi kayalara çarptı. Midyanlılar gürleyen dağlara baktıklarında gördükleri ışıkların binlerce askere ait olduğunu sandılar ve yüreklerini korku sardı. Çıra ışıkları gecenin karanlığını deliyordu, kalplerini korku aldı ve kargaşa içinde birbirleriyle savaşmaya başladılar! Allah Gidyon’un istekliliğini kullanarak, bunu onun halkı için cesarete ve zafere dönüştürmüştü.
Son olarak, işte sizden fazla uzakta olmayan bir köyden bir cesaret öyküsü.
Kenan’ın babası alkolikti. Köylüler, Kenan ilkokula başladığından itibaren ona sürekli şöyle dediler:
“Büyükbaban alkolikti, baban alkolik, sen de alkolik olacaksın.”
Aynı şekilde, Kenan liseye başladıktan sonra ilk birasını içti. Fakat bu yalnızca başlangıçtı. Çok geçmeden, rakı Kenan’ın en iyi arkadaşı, daha doğrusu en kötü düşmanı oldu ve bu durum 37 yaşına kadar sürdü. 37 yaşındayken Kenan’ın hayatını değiştiren bir şey oldu ve ailesinin mutluluğunu kurtardı.
Kenan bir otobüs yolculuğunda, alkolden kurtulmuş olan Ankaralı bir işadamıyla karşılaştı. Kenan daha önce kendisinin babasından ya da büyükbabasından farklı olabileceğini hiç düşünmemişti. Fakat kurtulmayı ne kadar da çok istiyordu! Karısını incitmişti, şimdi ise küçük oğlunu incitmeye başlamıştı. İçkiyi bırakmaya ne kadar çabaladıysa da, gerçekte şişe onun efendisiydi. Kenan Ankaralı bir adamın hikâyesini dinlerken, kendisinin de kurtulabileceğine inandı.
Bu işadamı başarısının yedi sırrını aşama aşama onunla paylaştı. Ankaralı adam Kenan’a şöyle dedi:
“Bilmen gereken ilk şey, kendinde içkiyi bırakacak gücün olmadığıdır. Bu otobüsü itecek gücün yok, uçak uçuracak gücün yok, alkolü bırakacak gücün de yok. Ancak, bu gücü sana Allah verebilir.”
Kenan’a şöyle dedi:
“İnsanî çaban yeterli değildir.”
Kenan bunun doğru olduğunu biliyordu, çünkü kendisi de daha önce bırakmayı denemişti. Sonra adam muavinden aldığı peçeteye ilk sırrıyı yazdı ve bunun hakkında konuştu. Bundan sonra yedi sırrın hepsini yazdı ve ayrılmadan önce Kenan’a verdi. O gün, o saat, o an, bu yedi sırrı ne pahasına olursa olsun yerine getireceğine dair yüreğinde cesur bir karar verdi. Kenan bugün özgür, mutlu ve yeni bir insan.
Bu adamın korkusu neydi? Tıpkı babası ve büyükbabası gibi olmasını sağlayacak olan kalıtsal eğilimin üstesinden gelemeyeceğinden kor- kuyordu. Bir gün, yalnızca Allah’a iman ederek değişebileceğini söyleyen birine inandığında, yeni bir başlangıç yaptı.
Luther’in, Gidyon’un ve Kenan’ın cesaret öykülerinde ortak olan bir şeyleri vardı. Her biri cesur olmaya ve zorluklara göğüs germeye karar vermişti, ve her biri görülmeyen bir güç yardımıyla korkularına galip geldi. Bu güç onlara iman eylemi aracılığıyla gelmişti. Luther bir pozitivist düşünür olsaydı ve kendi kendisine inansaydı, bu sayede ölüm ve cehennem ateşi korkusuna galip gelebilir miydi? Gidyon yalnızca kendisine inansaydı, Midyanlılar kaçar mıydı? Kenan yalnızca kendisine inansaydı, alkolü yenebilir miydi? Yanlış şeye iman edebiliriz ve böylece galip gelemeyiz. Bu olayların her birinde, zafer kendi kendilerine imanları olduğu için gelmedi. Bu mucizevî cesaret Allah’a imanla ortaya çıktı. Her kötü şey üzerinde etkili olan bu gerçek güç, Allah’tan gelir. Bu gerçek cesaret, dünyayı yenen cesarettir. Ve iman sayesinde sizindir.
Bugün Allah’tan imanınızı güçlendirmesini istemeyecek misiniz?
Tartışma Soruları
1. Sizce Allah bir insanı cesur yapabilir mi?
2. Martin Luther rahipliği bıraktı ve hayatının geri kalanında bir zamanlar parçası olduğu dine karşı savaş verdi. Onu cesur hale getiren dönüm noktası neydi?
3. Gidyon Allah’tan bir belirti istemişti. Allah’tan belirti isteme konusunda Gidyon’dan ne öğrenebiliriz?
4. Gidyon ıslak yapağı ile açık bir işaret almıştı. Sizce bu olay ordusunun üç yüz askere düşmesini izlemeyi
kolaylaştırmış mıydı?
5. En çok ihtiyaç duyduğunuz zamanda size cesaret vermesi için Allah’a dua edin.
32 “Bir efa”: Yaklaşık 13.2 kg.
Kanunî Sultan Süleyman’ın babası, Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını Arabistan’a kadar uzattığı için “Yavuz” (cesur) lâkabını almıştı. Süleyman ise kuzeye doğru ilerleyerek ve Macaristan’ı işgal ederek imparatorluğun sınırlarını daha da genişletiyordu. Tüm Avrupa Süleyman’dan korkuyordu, çünkü onun muhteşem başarılarını duymuşlardı.
O zaman Avrupa, adında belirtilen kutsallık, Roma, ya da imparatorlukla ilgisi olmayan Kutsal Roma İmparatorluğu tarafından yönetiliyordu. Bunun merkezî bir yönetim altındaki geniş bir ülke yerine, Katolik Kilisesi’nin denetimi altındaki ulus devletlerden oluşan bir küme olduğunu biliyoruz. Katolik Kilisesi’nin ise bin yıldan uzun süredir hileli politikalar, komplo ve entrikalar, cinayetler ve skandallarla dolu olduğu yaygın olarak bilindiğine göre, kesinlikle “kutsal” da değildi.
Ancak Süleyman’ın başarılarının pek bilinmeyen bir arka planı var. Kanunî Sultan Süleyman’ın Kutsal Roma İmparatorluğu’na karşı savaşında alışılmadık bir ortağı vardı. Tıpkı Süleyman gibi yiğitçe savaşan, büyük bir adam. Tarih, bu iki adamın hiçbir zaman bir araya gelmemiş olmalarına rağmen, aynı düşmana karşı mütte k olduklarını gösteriyor. Adamın adı Martin Luther’di ve 1500’lerin başında Almanya’da yaşamıştı. Savaşlarını kılıçla icra eden Süleyman’ın aksine, Martin Luther kalemiyle savaşmayı yeğliyordu. Fakat bu güçlü bir kalemdi! Martin Luther’in sözlerinin düşman üzerindeki etkisi, Osmanlı toplarından ateşlenen demir gülleler kadar güçlüydü. Osmanlı’nın davasına nasıl yardımcı oldu? Olay şu şekilde gelişti.
Martin Luther’in babası oğlunun avukat olmasını istiyordu, fakat çocuk cehennemde yanacağı korkusuna kapılmıştı ve bu nedenle rahip olmakta ısrar ediyordu. Fakat rahip olmak Martin Luther’in lanete uğrama korkusunu gidermemiş, aksine endişelerini art- tırmıştı. Bir şekilde günahlarına kefaret olması ve cennette bir yer kazanabilmesi umuduyla, kimi zaman saatlerce kilisede kalarak dua eder, dualarını tespihiyle sayar, günlerce oruç tutar ve sırtını kırbaçla döverdi.
Roma Kilisesi o zamanlar “endüljanslar” denen şeyleri satıyordu. Kısacası, insanlar para ödeyerek günahlarının bağışını satın alabiliyorlardı. Katolik Kilisesi’nin bundan ne kadar para topladığını tahmin edemezsiniz! Zavallı insanlara para vermedikleri takdirde büyük ihtimalle bir işkence yerinde uzun bir süre kalacakları öğretiliyordu. Sizce bu parayı ne için kullanıyorlardı? Bir kısmı Vatikan’ın ihtişamını arttırmak için kullanıldı. Ancak büyük kısmını Türklere karşı savaşacak askerleri silahlandırmak için kullandılar!
O günlerde Martin Luther günahlardan kurtuluşu elde etmek ve vicdan azabı veren ceza tehdidinden kurtulabilmek için Roma’ya gelmişti. Oraya vardığında, putlarla, genelevlerle ve dinsel öteberi satan insanlarla dolu bir şehirle karşılaşarak şaşkınlığa uğradı; satılan eşyalar arasında haçlar, azizlerin resimleri ve güya İsa’nın haçından gelen tahta parçaları bulunuyordu. Bunun sonucunda Luther Almanya’ya eskisinden de çok kafası karışmış bir halde döndü. Sorularına yanıt arayarak, Kutsal Kitap’ı okumaya başladı. Burada, Roma’da gördüğü uygulamaların taban tabana zıttıyla karşılaştı. Sonra da kutsal yazıda şu sözleri okudu:
“Doğru kişi imanla yaşayacaktır.”
Bu sözler onu yıldırım gibi çarptı. “İman!” Uzun dualarla, azizlerin mezarlarına dokunarak değil. Tıpkı İbrahim gibi, onun da İMAN ile yaşaması mümkündü. Cehennem ateşinden ölesiye korkan Luther, artık bir çıkış yolu bulmuştu. Korkusunun, hiçbir zaman Allah’ın beklentisini karşılamaya yetecek kadar iyi işler yapamayacağı gerçeğine dayandığını anladı. Fakat iman, bu basitti. Tüm yapması gereken, Allah’a inanmak ve güvenmekti.
Bu yeni bulduğu gerçekle canı o kadar büyük bir cesaret kazandı ki, bu gerçeği başkalarına bildirmek için hayatını tehlikeye atmaya hazır hale geldi.
O zamanlar Roma kilisesi kendi görüşlerine karşı çıkan herkesi öldürüyordu. Buna rağmen, Luther Roma papalığının ve rahipliğinin 95 hatasını yazdığı devasa bir ilan hazırladı. Tespit ettiği her bir sorunun gerçekliğini kanıtlamak için, Allah’ın Sözü olan Kutsal Kitap’tan kanıtlar ortaya koydu. İlanı yazmayı bitirdiğinde, bunu cesaretle şehir merkezindeki üniversitenin ana kapısına astı!
O kâğıt parçası üzerine yazılan gerçekler kentte yangın gibi yayıldı. Tıpkı Luther gibi ruhsal olarak esir tutulanların kalpleri sonunda korkudan özgür kılındı. İman lizlenerek hayata geldi. “Matbaa makinesi” adı verilen yeni icadın buluştuğu ilk yayınlardan biri oldu. 95 Tez adıyla bilinen bu bildiri, önce Almanya’da, sonra tüm Avrupa’da yayıldı. İnsanların kurtuluşu satın alabileceği yalanını ifşa etti ve paranın ya da iyi işlerin gökte bir yer kazandırabileceği vaadini geçersiz kıldı. Bu haber Katolik Kilisesi’ne yapılan bağışları nasıl etkiledi dersiniz? Gelirler aniden azaldı ve Kanunî Sultan Süleyman’a karşı yapılacak savaş için para kalmadı. Ayrıca Roma’nın dikkati ikiye bölünmüştü. Şimdi “Protestanlık” denilen yeni bir düşman vardı.
Luther’in amacı hiçbir zaman Türklerle kol kola girmek olmamasına rağmen, sonuçta birbirinden habersiz ortaklar haline geldiler. Allah’ın sözünü gerçek olarak kabul ettiğinde, Allah bu adamın gereksiz korkularını giderdi ve onu zamanının en güçlü varlıklarından birini yaralamak için kullandı. Onun putperestliğe ve sahte dine karşı duruşu, Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük düşmanının istikrarının bozulmasını sağladı.
Kutsal Kitap’ta, Martin Luther’e çok benzeyen bir adamın etkileyici öyküsü yer almaktadır. Bu adamın adı Gidyon’du. Musa ve Yeşu’nun ölümlerinden sonra yaşamıştı. Halk Kenan ülkesini çoktan fethetmişti, evler yapmışlar, bağlar dikmişler ve ülkede yaşamaya başlamışlardı. Ne yazık ki, insanlar bu rahat durumdayken putlara tapmaya başladılar! Gidyon’un öyküsü işte burada başlıyor. Hakimler 6. bölüm 1. ayeti okuyalım:
1 İsrailliler yine RAB’bin gözünde kötü olanı yaptılar. RAB de onları yedi yıl süreyle Midyanlılar’ın eline teslim etti.
Midyanlı yağmacılar günlük hayatı altüst etmişti. Hasat zamanı terör dönemine dönüşmüştü.
Kutsal Kitap, Hakimler 6. Bölüm 3–6 ayetlerinde şöyle diyor:
3 Ekin ektikleri vakit, Midyanlılar, Amalekliler ve öbür doğulu halklar topraklarına girip 4 ordugâh kurarlardı. Gazze’ye dek ekinleri yok eder, koyun, sığır, eşek gibi geçim kaynağı olan her şeyi alırlardı. 5 Hayvanları ve çadırlarıyla birlikte çekirge sürüsü gibi gelirlerdi. Adamları, develeri saymak olanaksızdı. Yakıp yıkmak amacıyla toprakları işgal ederlerdi. 6 Midyanlılar İsrail’i öyle yoksul düşürdüler ki, İsrailliler RAB’be yakarmaya başladılar.
O günlerde Gidyon adında genç bir adam üzüm sıkma çukurunda çalışıyordu. Tuhaf bir şekilde, orada yazın başında, ortalıkta üzüm gözükmediği bir zamanda çalışıyordu! Bu adam üzüm olmadan üzüm sıkma çukurunda ne yapıyordu? Gizlice buğdayı dövüyordu.
Yani, korkuyordu ve yağmacıların kendisini bulmayı en son bekleyeceklerini düşündüğü yerde saklanıyordu. Fakat Allah onun nerede olduğunu biliyordu! Hakimler 6. bölüm, 12–14 ayetlerinden okumaya devam edelim:
12 RAB’bin meleği ona görünerek, “Ey yiğit savaşçı, RAB seninledir” dedi. 13 Gidyon, “Ey Efendim, eğer RAB bizimleyse bütün bunlar neden başımıza geldi?” diye karşılık verdi, “Atalarımız RAB’bin bizi Mısır’dan çıkardığını söylemediler mi? Bize anlattıkları RAB’bin bütün o harikaları nerede? RAB bizi terk etti, Midyanlılar’ın eline teslim etti.” 14 RAB Gidyon’a dönüp, “Kendi gücünle git, İsrail’i Midyanlılar’ın elinden kurtar” dedi, “Seni ben gönderiyorum.”
Rabb’in meleğinin onu “yiğit savaşçı” diye seslenerek selamladığını fark ettiniz mi? Belli ki Allah Gidyon’da endişeli bir genç adamdan daha fazlası olarak görüyordu. Allah’ın potansiyelimizi her zaman görmesi ve bunun üzerine inşa etmek istemesi hayret vericidir. Gidyon’un melekle konuşmasını Hakimler 6. bölüm, 15–23 ayetlerinde okuyabiliriz:
15 Gidyon, “Ey Efendim, ben İsrail’i nasıl kurtarabilirim?” diye karşılık verdi, “Ait olduğum boy Manaşşe oymağının en zayıf boyudur. Ben de ailemin en genç adamıyım.” 16 RAB, “Ben seninle olacağım” dedi, “Midyanlılar’ı tek bir adamı yener gibi bozguna uğratacaksın.” 17 Gidyon, “Benden hoşnutsan, benimle konuşanın sen olduğuna dair bana bir belirti göster” dedi, 18 “Lütfen gelip sana adağımı sununcaya, önüne koyuncaya dek buradan ayrılma.” RAB, “Sen dönünceye dek kalırım” diye yanıtladı. 19 Gidyon eve gidip bir oğlak kesti, bir efa32 undan mayasız pide yaptı. Eti sepete, et suyunu tencereye koydu; bunları getirip yabanıl fıstık ağacının altında meleğe sundu. 20 Tanrı’nın meleği, “Eti ve mayasız pideleri al, şu kayanın üzerine koy. Et suyunu ise dök” dedi. Gidyon söyleneni yaptı. 21 RAB’bin meleği elindeki değneğin ucuyla ete ve mayasız pidelere dokununca kayadan ateş fışkırdı. Ateş eti ve mayasız pideleri yakıp kül etti. Sonra RAB’bin meleği gözden kayboldu. 22 Gidyon, gördüğü kişinin RAB’bin meleği olduğunu anlayınca, “Eyvah, Egemen RAB! Meleğinin yüzünü gördüm” dedi. 23 RAB ona, “Sana esenlik olsun. Korkma, ölmeyeceksin” dedi.
Meleğin ziyareti Gidyon’a büyük cesaret veren olağanüstü bir deneyimdi. Kutsal Kitap bize Allah’ın o gece Gidyon’a görünerek ona ilk görevini verdiğini anlatıyor. Cesaret isteyen bir görevdi, zira Gidyon’un kendi ailesinden çok Allah’a sadık oluşunu sınıyordu. Geceleyin dışarı çıkarak, babasının biri Baal isimli ilaha, diğeri ana tanrıçaya adanmış iki putunu kırmalıydı. Bundan sonra bir sunak yaparak, babasının değerli boğasını gerçek Allah’a, göğün ve yerin Yaratıcısı’na kurban edecekti. Gidyon, Midyanlılarla savaşmadan önce, kendi halkının Allah’ı gereği gibi izlediğinden emin olmalıydı. Bunu 25. ve 26. ayetlerde okuyalım:
25 Aynı gece RAB, Gidyon’a, “Babanın boğasını, yedi yaşındaki ikinci boğayı al” dedi, “Sonra babanın Baal için yaptırdığı sunağı yık. Sunağın yanındaki Aşera putunu kes. 26 Tanrın RAB için bu höyüğün üstünde uygun bir sunak yap. İkinci boğayı al, keseceğin Aşera putunun odunlarıyla yakmalık sunu olarak sun.”
Gidyon yanına on adam alarak Rabb’in isteğini tam olarak yerine getirdi. Sabahleyin kasabalılar kırılmış putları gördüklerinde küplere bindiler. Heykelleri kimin kırdığını öğrenmek istediler. Gidyon’un babasını bulduklarında şöyle dediler:
“Oğlunu dışarı çıkar, onu öldürelim.”
Fakat Gidyon’un babası hikmet sahibiydi, şöyle dedi:
“Baal bir tanrıysa, bırakın kendini savunsun! İlahlar dediğiniz şeyler gerçek ise, sizin onların yardımına koşmanız gerekir mi?”
Tabii ki sahte dinde hiçbir güç yoktu. Batıl inançları ve yalanları izleyenler çoğunlukla biri kendi yanlış inanışlarına meydan okuduğunda kızarlar, çünkü kendi dinlerinin gerçekte güçsüz olduğundan utanmaktadırlar. Gerçeğin kendi gücü vardır ve insani güçle ya da şiddetle desteklenmesi gerekmez.
Gidyon kendi mahallesini temizledikten sonra, Allah’ın kendisiyle birlikte olduğuna dair güvence istedi. Bu nedenle yeniden Rab’den bir belirti istedi. Bunu Hakimler 6. bölüm, 36–40 ayetlerinde okuyabiliriz:
36 Gidyon Tanrı’ya şöyle seslendi: “Söz verdiğin gibi İsrail’i benim aracılığımla kurtaracağın doğruysa, 37 çiy yalnızca harman yerine koyduğum yün yapağının üzerine düşsün, topraksa kuru kalsın. Böylece, söylediğin gibi İsrail’i benim aracılığımla kurtaracağını bileceğim.” 38 Ve öyle oldu. Ertesi gün erkenden kalkan Gidyon yapağıyı alıp sıktı. Yapağıdan bir tas dolusu çiy süzüldü. 39 Bunun üzerine Gidyon Tanrı’ya şöyle seslendi: “Bana kızma, bir istekte daha bulunmak istiyorum. Yapağıyla bir deneme daha yapmama izin ver. Lütfen bu kez yalnızca yapağı kuru kalsın, topraksa çiyle ıslansın.” 40 Tanrı o gece Gidyon’un dediğini yaptı. Yapağı kuru kaldı, toprağın her yanıysa çiyle kaplandı.
Gidyon’un tanık olduğu mucize, ona devam etmesi için gereken tüm cesareti verdi. Cesur eylemler, kişinin yaptığı şeyin doğru olduğuna dair bir içsel güven gerektirir. Gidyon belirtiler ve mucizeler gerçekleştiği zaman cesur olabilirdi. Peki Allah ondan ordusunu yarı yarıya azaltmasını istese nasıl karşılık verecekti? Bundan sonra olanlar, hayret verici bir iman eylemidir. Bunu Hakimler 7. bölüm, 2. ve 3. ayetlerde görelim:
2 RAB Gidyon’a şöyle dedi: “Yanında fazla adam var; Midyan’ı onların eline teslim etmem. Yoksa İsrailliler, ‘Kendi gücümüzle kurtulduk’ diyerek bana karşı övünebilirler. 3 Şimdi halka şunu söyle: ‘Korkudan titreyen dönsün, Gilat Dağı’ndan geri gitsin.’” Bunun üzerine halktan yirmi iki bin kişi döndü, on bin kişi orada kaldı.
Gidyon’un gece yatarken günün olaylarını düşündüğünü ve 22.000 askerinin geri gönderilişini hatırladığını düşünebiliyor musunuz? Korkmak için bir neden varsa, işte buydu. Fakat anlaşılan Gidyon’un inancı sağlam kalmıştı. Allah Gidyon’un, yanınızda kaç kişinin olduğunun değil, kimin olduğunun önemli olduğunu öğrenmesini istemişti. Fakat Allah Gidyon’un inancının sağlamlığını sınamayı bitirmemişti. Bundan sonra neler olduğunu görmek için Hakimler 7. bölüm, 4–7 ayetlerine bakalım:
4 RAB Gidyon’a, “Adamların sayısı hâlâ fazla” dedi, “Kalanları suyun başına götür, onları orada senin için sınayayım. ‘Bu seninle gidecek’ dediğim adam seninle gidecek; ‘Bu seninle gitmeyecek’ dediğim gitmeyecek.” 5 Gidyon halkı suyun başına götürdü. RAB Gidyon’a, “Köpek gibi diliyle su içenleri bir yana, su içmek için dizleri üzerine çökenleri öbür yana ayır” dedi. 6 Ellerini ağızlarına götürerek dilleriyle su içenlerin sayısı üç yüzü buldu. Geri kalanların hepsi su içmek için dizleri üzerine çöktüler. 7 RAB Gidyon’a, “Sizi diliyle su içen üç yüz kişinin eliyle kurtaracağım” dedi, “Midyanlılar’ı senin eline teslim edeceğim. Öbürleri yerlerine dönsün.”
Şimdi Gidyon’un elinde büyük bir orduyla savaşa girecek yalnızca üç yüz adam vardı. Allah orduyu, haberi duyan herkesin savaşın askerî kuvvetle değil, Allah’a imanla kazanıldığını anlayabileceği bir ölçüde küçültmüştü.
O gece Allah Gidyon ve adamlarına yanlarında borular, topraktan testiler ve çıralar götürmelerini bildirdi. Bunlar tuhaf savaş aletleriydi! Midyanlıların ordugâhının çevresinde karanlıkta bekleyeceklerdi. Aşağılarında binlerce düşman çadırı vardı. Gidyon adamlarını yüzerli üç gruba ayırdı ve adamlar karanlıkta yokuşlarda oturarak Gidyon’un işaretini beklediler. Bundan sonra neler olduğunu Hakimler 7. bölüm, 19–22 ayetlerinde okuyabiliriz:
19 Gidyon ile yanındaki yüz kişi gece yarısından az önce, nöbetçi 151 değişiminden hemen sonra ordugahın yanına vardılar; borularını çalmaya başlayıp ellerindeki testileri kırdılar. 20 Üç bölük de borularını çalıp testileri kırdı. Çalacakları boruları sağ ellerinde, çıralarıysa sol ellerinde tutuyorlardı. “Yaşasın RAB’bin ve Gidyon’un kılıcı!” diye bağırdılar. 21 Onlar ordugâhın çevresinde dururken, ordugâhtakilerin hepsi koşuşmaya, bağırıp kaçışmaya başladı. 22 Üç yüz boru birden çalınca RAB ordugâhtakilerin hepsini kılıçla birbirlerine saldırttı. Midyan ordusu . . . kaçtı.
Bir anda 300 testi kayalara çarptı. Midyanlılar gürleyen dağlara baktıklarında gördükleri ışıkların binlerce askere ait olduğunu sandılar ve yüreklerini korku sardı. Çıra ışıkları gecenin karanlığını deliyordu, kalplerini korku aldı ve kargaşa içinde birbirleriyle savaşmaya başladılar! Allah Gidyon’un istekliliğini kullanarak, bunu onun halkı için cesarete ve zafere dönüştürmüştü.
Son olarak, işte sizden fazla uzakta olmayan bir köyden bir cesaret öyküsü.
Kenan’ın babası alkolikti. Köylüler, Kenan ilkokula başladığından itibaren ona sürekli şöyle dediler:
“Büyükbaban alkolikti, baban alkolik, sen de alkolik olacaksın.”
Aynı şekilde, Kenan liseye başladıktan sonra ilk birasını içti. Fakat bu yalnızca başlangıçtı. Çok geçmeden, rakı Kenan’ın en iyi arkadaşı, daha doğrusu en kötü düşmanı oldu ve bu durum 37 yaşına kadar sürdü. 37 yaşındayken Kenan’ın hayatını değiştiren bir şey oldu ve ailesinin mutluluğunu kurtardı.
Kenan bir otobüs yolculuğunda, alkolden kurtulmuş olan Ankaralı bir işadamıyla karşılaştı. Kenan daha önce kendisinin babasından ya da büyükbabasından farklı olabileceğini hiç düşünmemişti. Fakat kurtulmayı ne kadar da çok istiyordu! Karısını incitmişti, şimdi ise küçük oğlunu incitmeye başlamıştı. İçkiyi bırakmaya ne kadar çabaladıysa da, gerçekte şişe onun efendisiydi. Kenan Ankaralı bir adamın hikâyesini dinlerken, kendisinin de kurtulabileceğine inandı.
Bu işadamı başarısının yedi sırrını aşama aşama onunla paylaştı. Ankaralı adam Kenan’a şöyle dedi:
“Bilmen gereken ilk şey, kendinde içkiyi bırakacak gücün olmadığıdır. Bu otobüsü itecek gücün yok, uçak uçuracak gücün yok, alkolü bırakacak gücün de yok. Ancak, bu gücü sana Allah verebilir.”
Kenan’a şöyle dedi:
“İnsanî çaban yeterli değildir.”
Kenan bunun doğru olduğunu biliyordu, çünkü kendisi de daha önce bırakmayı denemişti. Sonra adam muavinden aldığı peçeteye ilk sırrıyı yazdı ve bunun hakkında konuştu. Bundan sonra yedi sırrın hepsini yazdı ve ayrılmadan önce Kenan’a verdi. O gün, o saat, o an, bu yedi sırrı ne pahasına olursa olsun yerine getireceğine dair yüreğinde cesur bir karar verdi. Kenan bugün özgür, mutlu ve yeni bir insan.
Bu adamın korkusu neydi? Tıpkı babası ve büyükbabası gibi olmasını sağlayacak olan kalıtsal eğilimin üstesinden gelemeyeceğinden kor- kuyordu. Bir gün, yalnızca Allah’a iman ederek değişebileceğini söyleyen birine inandığında, yeni bir başlangıç yaptı.
Luther’in, Gidyon’un ve Kenan’ın cesaret öykülerinde ortak olan bir şeyleri vardı. Her biri cesur olmaya ve zorluklara göğüs germeye karar vermişti, ve her biri görülmeyen bir güç yardımıyla korkularına galip geldi. Bu güç onlara iman eylemi aracılığıyla gelmişti. Luther bir pozitivist düşünür olsaydı ve kendi kendisine inansaydı, bu sayede ölüm ve cehennem ateşi korkusuna galip gelebilir miydi? Gidyon yalnızca kendisine inansaydı, Midyanlılar kaçar mıydı? Kenan yalnızca kendisine inansaydı, alkolü yenebilir miydi? Yanlış şeye iman edebiliriz ve böylece galip gelemeyiz. Bu olayların her birinde, zafer kendi kendilerine imanları olduğu için gelmedi. Bu mucizevî cesaret Allah’a imanla ortaya çıktı. Her kötü şey üzerinde etkili olan bu gerçek güç, Allah’tan gelir. Bu gerçek cesaret, dünyayı yenen cesarettir. Ve iman sayesinde sizindir.
Bugün Allah’tan imanınızı güçlendirmesini istemeyecek misiniz?
Tartışma Soruları
1. Sizce Allah bir insanı cesur yapabilir mi?
2. Martin Luther rahipliği bıraktı ve hayatının geri kalanında bir zamanlar parçası olduğu dine karşı savaş verdi. Onu cesur hale getiren dönüm noktası neydi?
3. Gidyon Allah’tan bir belirti istemişti. Allah’tan belirti isteme konusunda Gidyon’dan ne öğrenebiliriz?
4. Gidyon ıslak yapağı ile açık bir işaret almıştı. Sizce bu olay ordusunun üç yüz askere düşmesini izlemeyi
kolaylaştırmış mıydı?
5. En çok ihtiyaç duyduğunuz zamanda size cesaret vermesi için Allah’a dua edin.
32 “Bir efa”: Yaklaşık 13.2 kg.