Korku yalnızca beş har i bir sözcüktür. Fakat üzerimizde çok büyük etkiye sahiptir. İnsanlar örümcekten, yılandan, parasız kalmaktan, sevgilisini kaybetmekten, terörden, depremden, hastalıktan, hatta gelecekten korkarlar.
Görebildiğimiz ve göremediğimiz şeylerden korkarız. Tabii ki ölümü de unutmayalım! Peki ya tüm bu korkular boş yereyse? Korkunun yalnızca Allah’a güvenmemenin bir sonucu olması mümkün müdür? Bu fikri araştıralım.
Can’ın arkadaşları onu her zaman güçlü kuvvetli bir adam olarak görmüşlerdi. Ağır bir şeyin kaldırılması gerektiğinde, bunu tek başına yapabilirdi. Yalnızca eğilir, nesneyi sırtına alır ve kalkardı. Arkadaşlarından biri tanık olduğu bir olayı halen keyife anlatmaktadır:
“O günü dün gibi hatırlıyorum. Hatta ölene kadar unutmayacağım. Can buzdolabını sırtladı ve merdivenlerden dört kat çıkardı. Dinlenmek için mola bile vermedi. Başka birisi olsaydı sanırım belini kalıcı olarak zedelemişti.”
Ancak bu sıra dışı kuvvet gösterilerine rağmen, Can yine de sıradan bir adamdı. Herkes gibi, göremediği bir şeye karşı kendisini çaresiz hisseden bir adam. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, kuvvetle ya da kurnazlıkla alt edemiyordu. Ayrıca ondan saklanmaya çalışmanın da yararı yoktu, zira o her yerdeydi. Bu nedenle o da geleneğe uyarak onu kontrol altına almaya çalıştı. Yoksa o mu Can’ı kontrol altına aldı?
Can çok dindar bir adam değildi, fakat Allah’a inanıyordu. Bu yüzden yeni kamyonetini aldığında önüne ve arkasına boyayla, “Allah Korusun” yazdırdı. Ancak her ihtimale karşı, bir de arka kapağa büyük bir nazar boncuğu resmi yaptırdı. Ne de olsa beklenmedik kazaları ya da arızaları davet etmek istemiyordu. Fakat görülmeyenden korkusu, stratejik yerlerinde küçük mavi boncuklar takılı olan evi ya da arabası gibi maddesel şeylerle sınırlı değildi. Karısı için de geçerliydi, ona da kolyeler ve bilezikler alıyordu. Her ne olursa olsun, Can için değerli olduğundan, onu bir mavi boncukla koruyordu.
Kızı Deniz doğduğunda, giysilerine küçük bir mavi boncuk taktı, kapısının üzerineyse daha büyüğünü astı. Can ile karısı Deniz’in son derece sevimli bir kız olduğunu biliyorlardı, fakat ona çirkin ve pis demenin onu koruyacağını sanıyorlardı. Bu nedenle Deniz büyüyüp genç bir kız olana dek bu adeti sürdürdüler. Fakat bir gün yaşlı bir adam Can’a yanıt veremeyeceği bir soru sordu.
“Can, Allah’a inanıyor musun?”
Can “Evet, tabii ki inanıyorum! İnanmayan gerçek bir Türk olabilir mi?” karşılığını verdi.
“Öyleyse neden nazardan bu kadar çok korkuyorsun? Neden o mavi boncukları her şeyin üzerine asıyorsun? Allah’ın bir boncuktan daha güçlü olduğuna inanmıyor musun? Can, neden Allah’a güvenmiyorsun?”
Can ne diyeceğini bilemedi. Birkaç saniye orada durarak yaşlı adama baktı. Hiçbir zaman mazeretler ileri süren biri olmamıştı, yaşlı adamın sorularındaki hikmeti gördüğünde geri dönerek oradan uzaklaştı.
Kutsal Kitap boyunca, insanların korkuyu nasıl yendiklerine ve nasıl korkuya tabi olduklarına ilişkin birçok öykü anlatılmaktadır.
İlginç bir şekilde, Allah’a en çok güvenenler en az korkanlardı. Herhalde en ünlü öykü, daha sonra İsrail Kralı olan Davut isimli genç bir adamla ilgili olandır.
O sırada İsrailliler ile Filistliler savaş halindeydiler. Ordular büyük bir vadinin iki yanında toplanmış ve ordugâh kurmuşlardı. Ancak her iki taraf da ilk saldıran olmak istemiyordu, zira bu onları savunmasız bırakacaktı. Modern silahların ve savaş taktiklerinin kullanılması dışında, I. Dünya Savaşı’ndaki siper harplerinin açmazları gibiydi. Ve tıpkı I. Dünya Savaşı’nda askerlerin birbirlerine hakaretler yağdırması gibi, İsrailliler’e açıkça meydan okuyan bir adam vardı. Öyküyü 1. Samuel 17. bölüm, 4–11 ayetlerinden okumaya başlayalım:
4 Filist ordugâhından Gatlı Golyat adında usta bir dövüşçü ortaya çıktı. Boyu altı arşın bir karıştı.35 5 Başına tunç miğfer takmış, pullu bir zırh kuşanmıştı. Tunç zırhın ağırlığı beş bin şekeldi.36 6 Baldırları zırhlarla korunmuştu. Omuzları arasında tunç bir pala asılıydı. 7 Mızrağının sapı dokumacı tezgahının sırığı gibiydi. Mızrağın demir başının ağırlığı altı yüz şekeldi.37 Golyat’ın önüsıra kalkanını taşıyan bir adam yürüyordu. 8 Golyat durup İsrail ordusuna, “Neden savaş düzeni aldınız?” diye haykırdı, “Ben Filistli’yim, sizse Saul’un kölelerisiniz. Aranızdan karşıma çıkacak birini seçin. 9 Dövüşte beni yenip öldürebilirse, biz sizin köleniz oluruz. Ama ben üstün gelip onu yok edebilirsem, siz bizim kölemiz olur, bize kulluk edersiniz.” 10 Filistli Golyat konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bugün İsrail ordusuna meydan okuyorum! Benimle dövüşecek birini çıkarın karşıma!” 11 Filistli’nin bu sözlerini duyunca, Saul da İsrailliler de çok korkup dehşet içinde kaldılar.
Golyat dev bir adamdı! Profesyonel bir basketbol oyuncusu gördüyseniz, onun boyu Golyat’ın büyüklüğünü anlamanıza yardımcı olabilecek en yakın örnektir. Modern tahminlere göre Golyat yaklaşık 3 metre uzunluğundaydı. Yani yanında basketbolcu 167 Shaquille O’Neal (Şakil Onil) küçük kalırdı. Bu adamın tüm rakiplerinin kalplerinde ve zihinlerinde yarattığı korkuyu düşünebiliyor musunuz? İşte İsrailliler’e meydan okuduğunda aynen böyle oldu. Öyle ki, hiç kimse, hatta Kral Saul dahi, ne yapacağını bilemedi!
O günlerde ailelerin askerde bulunan oğullarına erzak göndermesi ve haber alması yaygındı. Böylece Davut’un babası İşay, biraz ekmek ve peynir gönderdi. Üç büyük oğlunun iyi olup olmadığını öğrenmek istedi. 17. bölüm, 20–23 ayetlerinden devam edelim:
20 Ertesi sabah Davut erkenden kalktı. Sürüyü bir çobana bıraktı. İşay’ın buyurduğu gibi erzağı alıp yola koyuldu. Ordugâha vardığı sırada askerler savaş naraları atarak savaş düzenine giriyorlardı. 21 İsrailliler’le Filistliler karşı karşıya savaş düzeni almışlardı. 22 Davut getirdiklerini levazım görevlisine bırakıp cepheye koştu; kardeşlerinin yanına varıp onları selamladı. 23 Davut onlarla konuşurken, Gatlı Filistli, Golyat adındaki dövüşçü Filist cephesinden ileri çıkarak daha önce yaptığı gibi meydan okudu. Davut bunu duydu.
Genç bir çocuk için bu sahne hayret verici olmuş olmalı. Çadırlar kurulmuştu, askerler kılıçlarını ve mızraklarını biliyorlardı. Okçular oklarını hazırlarken, bayraklar rüzgârda dalgalanıyordu. Davut oraya vardığında elinde olmadan meraka düştü ve askerlerin arasında koşarak ağabeylerini aradı. Onlarla konuşurken, hayatında gördüğü en iri adam iki orduyu birbirinden ayıran vadiye doğru yürüdü.
Golyat bir kez daha İsraillilere meydan okudu. Önceki kırk günde olduğu gibi, askerlerin hiçbiri karşılık vermedi. Ayrıca Golyat’ı öldürecek olan asker ödülsüz de kalmayacaktı. Kral Saul ona kızını ve büyük bir armağan vereceğini vaat etmişti. Fakat bunlar boşunaydı, zira askerlerin korkusu şöhret isteklerini bastırıyordu. Harekete geçemeyecek kadar ürkmüşlerdi.
Davut ödülü öğrendikten sonra etkili bir soru sordu:
“Bu sünnetsiz Filistli kim oluyor da yaşayan Tanrı’nın ordusuna meydan okuyor?” (1. Samuel 17:26)
Davut mükemmel bir tespitte bulunmuştu! Savaş için toplanan adamlar, İsrail’den çok Allah’ı temsil ediyorlardı. Davut’un bahsettiği Tanrı ise, taş, tahta ya da hayvan değildi. O, bugün de var olan; yaşayan Allah, Yaratıcı ve Vaatleri Yerine Getiren’di. Kral Saul’un ordusunun korkmak için bir nedeni yoktu, Davut da bunu biliyordu. Fakat cesurmuş gibi davranarak hiçbir şey yapmayan pek çok kişinin aksine, Davut sözlerini eylemleriyle desteklemeye hazırdı. 31–37 ayetleriyle devam edelim:
31 Davut’un söylediklerini duyanlar Saul’a ilettiler. Saul onu çağırttı. 32 Davut Saul’a, “Bu Filistli yüzünden kimse yılmasın! Ben kulun gidip onunla dövüşeceğim!” dedi. 33 Saul, “Sen bu Filistliyle dövüşemezsin” dedi, “Çünkü daha gençsin, o ise gençliğinden beri savaşçıdır.” 34 Ama Davut, “Kulun babasının sürüsünü güder” diye karşılık verdi, “Bir aslan ya da ayı gelip sürüden bir kuzu kaçırınca, 35 peşinden gidip ona saldırır, kuzuyu ağzından kurtarırım. Eğer aslan ya da ayı üzerime gelirse, boğazından tuttuğum gibi vurur öldürürüm. 36 Kulun, aslan da ayı da öldürmüştür. Bu sünnetsiz Filistli de onlar gibi olacak. Çünkü yaşayan Tanrı’nın ordusuna meydan okudu. 37 Beni aslanın, ayının pençesinden kurtaran RAB, bu Filistli’nin elinden de kurtaracaktır.” Saul, “Öyleyse git, RAB seninle birlikte olsun” dedi.
Davut’un ağzından çıkan bu sözler, kendinden emin sözler. Fakat gururla ya da kendini yüceltmek için konuşmadı. Başarıyla çobanlık yapması ve vahşi hayvanlara karşı üstün gelmesi bir yana, kendisini Allah’ın koruduğunu biliyordu. Ve Allah aslanların ve ayıların onu öldürmesine izin vermediyse, sünnetsiz bir Filistlinin hiçbir şansı yoktu.
Kral Saul Davut’un sözlerini duyduğunda ve kendine güvenini gördüğünde, ona savaşması için izin verdi. Fakat işler Kral Saul’un sandığı gibi yürümeyecekti. Bunu 38–40 ayetlerinde okuyalım:
38 Sonra kendi giysilerini Davut’a verdi; başına tunç miğfer taktı, ona bir zırh giydirdi. 39 Davut giysilerinin üzerine kılıcını kuşanıp yürümeye çalıştı. Çünkü bu giysilere alışık değildi. Saul’a, “Bunlarla yürüyemiyorum” dedi, “Çünkü alışık değilim.” Sonra giysileri üzerinden çıkardı. 40 Değneğini alıp dereden beş çakıl taşı seçti. Bunları çoban dağarcığının cebine koyduktan sonra sapanını alıp Filistli Golyat’a doğru ilerledi.
Tecrübeli bir savaşçıyla karşılaşacak olsanız, zırh ve kılıcı mı, yoksa sapan ve değneği mi seçersiniz? Sorunlarını sürekli olarak mantık ve sağduyu yoluyla çözmeye çalışan bizler için, zırh ve kılıç tercih edilirdi. Fakat Davut farklıydı. Akıllı olmadığından değil; ancak Allah’a güveniyordu. Bu savaşa da, kırlardayken sahip olduğu şeyle, Allah’ın kendini başarılı kılacağına olan güveniyle girecekti. Peki sizce bundan sonra ne oldu? Bunu 41–47 ayetlerinde görelim:
41 Filistli de, önünde kalkan taşıyıcısı, Davut’a doğru ilerliyordu. 42 Davut’u tepeden tırnağa süzdü. Kızıl saçlı, yakışıklı bir genç olduğu için onu küçümsedi. 43 “Ben köpek miyim ki, üzerime değnekle geliyorsun?” diyerek kendi ilahlarının adıyla Davut’u lanetledi. 44 “Bana gelsene! Bedenini gökteki kuşlara ve kırdaki hayvanlara yem edeceğim!” dedi. 45 Davut, “Sen kılıçla, mızrakla, palayla üzerime geliyorsun” diye karşılık verdi, “Bense meydan okuduğun İsrail ordusunun Tanrısı, Her Şeye Egemen RAB’bin adıyla senin üzerine geliyorum. 46 Bugün RAB seni elime teslim edecek. Seni vurup başını gövdenden ayıracağım. Bugün Filistli askerlerin leşlerini gökteki kuşlarla yerdeki hayvanlara yem edeceğim. Böylece bütün dünya İsrail’de Tanrı’nın var olduğunu anlayacak. 47 Bütün bu topluluk RAB’bin kılıçla, mızrakla kurtarmadığını anlayacak. Çünkü savaş zaten RAB’bindir! O sizi elimize teslim edecek.”
Golyat’ın boyu yeterince ürkütücü değilmiş gibi, kendi ilahlarının adıyla Davut’u lanetleyerek gözünü korkutmaya çalıştı. Fakat Davut Golyat’ın cüssesinden, silahlarından ya da sözlerinden korkmuyordu. Her iki ordunun önünde durarak, Allah’ın her silahtan, sahte ilahtan ya da şer güçten daha büyük olduğunu bildirdi. Bu Davut’un değil, Allah’ın savaşıydı. Golyat, kendini beğenmişliği, gururu, putperestliği ve küstahlığı yüzünden hak ettiği biçimde ölecekti. Allah’ın Davut’a nasıl zafer kazandırdığını görelim. Sonucu 48–51 ayetlerinde okuyabiliriz:
48 Golyat saldırmak amacıyla Davut’a doğru ilerledi. Davut da onunla dövüşmek üzere hemen Filist cephesine doğru koştu. 49 Elini dağarcığına sokup bir taş çıkardı, sapanla fırlattı. Taş Filistli’nin alnına çarpıp saplandı. Filistli yüzükoyun yere düştü. 50 Böylece Davut Filistli Golyat’ı sapan ve taşla yendi. Elinde kılıç olmaksızın onu yere serdi. 51 Sonra koşup üzerine çıktı. Golyat’ın kılıcını tutup kınından çektiği gibi onu öldürdü ve başını kesti. Kahraman Golyat’ın öldüğünü gören Filistliler kaçtılar.
48. ayeti tekrar okuyun. Davut orada durarak Golyat’ın yaklaşmasını bekledi mi? Hayır, ona doğru koşarak saldırıyı başlattı. Eyleme geçebilirdi, çünkü korkmuyordu. Allah’a yalnızca inanmakla kalmıyordu, O’na tüm hayatıyla güveniyor ve Allah’ın kendisini koruyacağını biliyordu. Aslında aynı ilkeyi atlarda da görüyoruz.
Atlar doğaları gereği çok hareketli hayvanlardır. Kolaylıkla ürkütülebilirler ve neredeyse her şeyden korkarlar. Öyleyse, doğal olarak korkak olan bir atı nasıl büyük bir yarış atına dönüştürebilir, ya da savaşa sürebilirsiniz? Bunun için terbiyecinin/binicinin onunla çalışması ve bir ilişki kurması gerekir. Zaman geçtikçe at daha az korku duymaya başlar ve terbiyecisinin/binicisinin önderliğini izlemeye istekli olur. Korkusu güvenle yer değiştirir!
Golyat’la çarpışmadan önce, Davut’un Allah’la deneyimi vardı. Rabb’e güvenmeyi ve O’na bel bağlamayı öğrenmişti. Bu sayede, durum zorlaştığında kalbinde ya da zihninde korkuya hiçbir yer kalmıyordu. Davut bir dev görmedi, Allah’ı gördü. Filist ordusunun, 171 Golyat’ın, Golyat’ın sahte ilahlarının ve yenilgi korkusunun üzerinde hiçbir etkisi yoktu, zira Allah’ın gücünün daha büyük olduğunu biliyordu.
Hayatta pek çok korkutucu şey vardır. Fakat korku dolu bir yaşam sürmemiz gerekmez. Örümcekler, yılanlar, köpekler, parasızlık, terör, depremler, hastalık, hatta geleceğin belirsizliği gibi şeyler, hep hayatın bir parçasıdır. Ancak bunların bize hükmetmesi ya da bizi denetim altına alması gerekmez. Yalnızca Allah’ın bizi sevdiğine, gözettiğine ve hiçbir zaman kendimizi savunmak için başımızın çaresine bakmak üzere bırakmayacağına güvenmemiz gerekir. Tılsımlar, muskalar ve boncuklar yerine, Allah’a güvenin!
Tartışma Soruları
1. Sizce Can nazar boncuklarını kullanmaya devam etmiş midir? Bunları siz kullanıyor musunuz?
2. Sizce hangisi daha güçlü: insan ellerini Yaratan mı, yoksa insan elleriyle yaratılan mavi boncuklar mı?
3. Davut Allah’ın kendisini koruyacağından neden bu kadar emindi?
4. Sizce Davut neden yalnızca bir sapan ile beş taş aldı?
5. Golyat kırk gün boyunca ortaya çıkarak İsrailliler’e meydan okudu. Hayatta korktuğumuz şeyler tıpkı Golyat gibidir.
Sürekli olarak canımızı sıkmakta ve bizi engellemektedirler. Hayatınızda sizi korkutan bir “Golyat” var mı? Gece
uykularınızı kaçıran, gerginliğe ya da endişeye neden olan bir şey var mi?
6. Sizce Allah Davut için yaptığı şeyi sizin için de yapabilir mi? Öyle değilse, Allah’a daha çok güvenmeyi
nasıl öğrenebilirsiniz?
35 “Altı arşın bir karış”: Yaklaşık 2.9 m.
36 “Beş bin şekel”: Yaklaşık 57.5 kg.
37 “Altı yüz şekel”: Yaklaşık 6.9 kg.
Görebildiğimiz ve göremediğimiz şeylerden korkarız. Tabii ki ölümü de unutmayalım! Peki ya tüm bu korkular boş yereyse? Korkunun yalnızca Allah’a güvenmemenin bir sonucu olması mümkün müdür? Bu fikri araştıralım.
Can’ın arkadaşları onu her zaman güçlü kuvvetli bir adam olarak görmüşlerdi. Ağır bir şeyin kaldırılması gerektiğinde, bunu tek başına yapabilirdi. Yalnızca eğilir, nesneyi sırtına alır ve kalkardı. Arkadaşlarından biri tanık olduğu bir olayı halen keyife anlatmaktadır:
“O günü dün gibi hatırlıyorum. Hatta ölene kadar unutmayacağım. Can buzdolabını sırtladı ve merdivenlerden dört kat çıkardı. Dinlenmek için mola bile vermedi. Başka birisi olsaydı sanırım belini kalıcı olarak zedelemişti.”
Ancak bu sıra dışı kuvvet gösterilerine rağmen, Can yine de sıradan bir adamdı. Herkes gibi, göremediği bir şeye karşı kendisini çaresiz hisseden bir adam. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, kuvvetle ya da kurnazlıkla alt edemiyordu. Ayrıca ondan saklanmaya çalışmanın da yararı yoktu, zira o her yerdeydi. Bu nedenle o da geleneğe uyarak onu kontrol altına almaya çalıştı. Yoksa o mu Can’ı kontrol altına aldı?
Can çok dindar bir adam değildi, fakat Allah’a inanıyordu. Bu yüzden yeni kamyonetini aldığında önüne ve arkasına boyayla, “Allah Korusun” yazdırdı. Ancak her ihtimale karşı, bir de arka kapağa büyük bir nazar boncuğu resmi yaptırdı. Ne de olsa beklenmedik kazaları ya da arızaları davet etmek istemiyordu. Fakat görülmeyenden korkusu, stratejik yerlerinde küçük mavi boncuklar takılı olan evi ya da arabası gibi maddesel şeylerle sınırlı değildi. Karısı için de geçerliydi, ona da kolyeler ve bilezikler alıyordu. Her ne olursa olsun, Can için değerli olduğundan, onu bir mavi boncukla koruyordu.
Kızı Deniz doğduğunda, giysilerine küçük bir mavi boncuk taktı, kapısının üzerineyse daha büyüğünü astı. Can ile karısı Deniz’in son derece sevimli bir kız olduğunu biliyorlardı, fakat ona çirkin ve pis demenin onu koruyacağını sanıyorlardı. Bu nedenle Deniz büyüyüp genç bir kız olana dek bu adeti sürdürdüler. Fakat bir gün yaşlı bir adam Can’a yanıt veremeyeceği bir soru sordu.
“Can, Allah’a inanıyor musun?”
Can “Evet, tabii ki inanıyorum! İnanmayan gerçek bir Türk olabilir mi?” karşılığını verdi.
“Öyleyse neden nazardan bu kadar çok korkuyorsun? Neden o mavi boncukları her şeyin üzerine asıyorsun? Allah’ın bir boncuktan daha güçlü olduğuna inanmıyor musun? Can, neden Allah’a güvenmiyorsun?”
Can ne diyeceğini bilemedi. Birkaç saniye orada durarak yaşlı adama baktı. Hiçbir zaman mazeretler ileri süren biri olmamıştı, yaşlı adamın sorularındaki hikmeti gördüğünde geri dönerek oradan uzaklaştı.
Kutsal Kitap boyunca, insanların korkuyu nasıl yendiklerine ve nasıl korkuya tabi olduklarına ilişkin birçok öykü anlatılmaktadır.
İlginç bir şekilde, Allah’a en çok güvenenler en az korkanlardı. Herhalde en ünlü öykü, daha sonra İsrail Kralı olan Davut isimli genç bir adamla ilgili olandır.
O sırada İsrailliler ile Filistliler savaş halindeydiler. Ordular büyük bir vadinin iki yanında toplanmış ve ordugâh kurmuşlardı. Ancak her iki taraf da ilk saldıran olmak istemiyordu, zira bu onları savunmasız bırakacaktı. Modern silahların ve savaş taktiklerinin kullanılması dışında, I. Dünya Savaşı’ndaki siper harplerinin açmazları gibiydi. Ve tıpkı I. Dünya Savaşı’nda askerlerin birbirlerine hakaretler yağdırması gibi, İsrailliler’e açıkça meydan okuyan bir adam vardı. Öyküyü 1. Samuel 17. bölüm, 4–11 ayetlerinden okumaya başlayalım:
4 Filist ordugâhından Gatlı Golyat adında usta bir dövüşçü ortaya çıktı. Boyu altı arşın bir karıştı.35 5 Başına tunç miğfer takmış, pullu bir zırh kuşanmıştı. Tunç zırhın ağırlığı beş bin şekeldi.36 6 Baldırları zırhlarla korunmuştu. Omuzları arasında tunç bir pala asılıydı. 7 Mızrağının sapı dokumacı tezgahının sırığı gibiydi. Mızrağın demir başının ağırlığı altı yüz şekeldi.37 Golyat’ın önüsıra kalkanını taşıyan bir adam yürüyordu. 8 Golyat durup İsrail ordusuna, “Neden savaş düzeni aldınız?” diye haykırdı, “Ben Filistli’yim, sizse Saul’un kölelerisiniz. Aranızdan karşıma çıkacak birini seçin. 9 Dövüşte beni yenip öldürebilirse, biz sizin köleniz oluruz. Ama ben üstün gelip onu yok edebilirsem, siz bizim kölemiz olur, bize kulluk edersiniz.” 10 Filistli Golyat konuşmasını şöyle sürdürdü: “Bugün İsrail ordusuna meydan okuyorum! Benimle dövüşecek birini çıkarın karşıma!” 11 Filistli’nin bu sözlerini duyunca, Saul da İsrailliler de çok korkup dehşet içinde kaldılar.
Golyat dev bir adamdı! Profesyonel bir basketbol oyuncusu gördüyseniz, onun boyu Golyat’ın büyüklüğünü anlamanıza yardımcı olabilecek en yakın örnektir. Modern tahminlere göre Golyat yaklaşık 3 metre uzunluğundaydı. Yani yanında basketbolcu 167 Shaquille O’Neal (Şakil Onil) küçük kalırdı. Bu adamın tüm rakiplerinin kalplerinde ve zihinlerinde yarattığı korkuyu düşünebiliyor musunuz? İşte İsrailliler’e meydan okuduğunda aynen böyle oldu. Öyle ki, hiç kimse, hatta Kral Saul dahi, ne yapacağını bilemedi!
O günlerde ailelerin askerde bulunan oğullarına erzak göndermesi ve haber alması yaygındı. Böylece Davut’un babası İşay, biraz ekmek ve peynir gönderdi. Üç büyük oğlunun iyi olup olmadığını öğrenmek istedi. 17. bölüm, 20–23 ayetlerinden devam edelim:
20 Ertesi sabah Davut erkenden kalktı. Sürüyü bir çobana bıraktı. İşay’ın buyurduğu gibi erzağı alıp yola koyuldu. Ordugâha vardığı sırada askerler savaş naraları atarak savaş düzenine giriyorlardı. 21 İsrailliler’le Filistliler karşı karşıya savaş düzeni almışlardı. 22 Davut getirdiklerini levazım görevlisine bırakıp cepheye koştu; kardeşlerinin yanına varıp onları selamladı. 23 Davut onlarla konuşurken, Gatlı Filistli, Golyat adındaki dövüşçü Filist cephesinden ileri çıkarak daha önce yaptığı gibi meydan okudu. Davut bunu duydu.
Genç bir çocuk için bu sahne hayret verici olmuş olmalı. Çadırlar kurulmuştu, askerler kılıçlarını ve mızraklarını biliyorlardı. Okçular oklarını hazırlarken, bayraklar rüzgârda dalgalanıyordu. Davut oraya vardığında elinde olmadan meraka düştü ve askerlerin arasında koşarak ağabeylerini aradı. Onlarla konuşurken, hayatında gördüğü en iri adam iki orduyu birbirinden ayıran vadiye doğru yürüdü.
Golyat bir kez daha İsraillilere meydan okudu. Önceki kırk günde olduğu gibi, askerlerin hiçbiri karşılık vermedi. Ayrıca Golyat’ı öldürecek olan asker ödülsüz de kalmayacaktı. Kral Saul ona kızını ve büyük bir armağan vereceğini vaat etmişti. Fakat bunlar boşunaydı, zira askerlerin korkusu şöhret isteklerini bastırıyordu. Harekete geçemeyecek kadar ürkmüşlerdi.
Davut ödülü öğrendikten sonra etkili bir soru sordu:
“Bu sünnetsiz Filistli kim oluyor da yaşayan Tanrı’nın ordusuna meydan okuyor?” (1. Samuel 17:26)
Davut mükemmel bir tespitte bulunmuştu! Savaş için toplanan adamlar, İsrail’den çok Allah’ı temsil ediyorlardı. Davut’un bahsettiği Tanrı ise, taş, tahta ya da hayvan değildi. O, bugün de var olan; yaşayan Allah, Yaratıcı ve Vaatleri Yerine Getiren’di. Kral Saul’un ordusunun korkmak için bir nedeni yoktu, Davut da bunu biliyordu. Fakat cesurmuş gibi davranarak hiçbir şey yapmayan pek çok kişinin aksine, Davut sözlerini eylemleriyle desteklemeye hazırdı. 31–37 ayetleriyle devam edelim:
31 Davut’un söylediklerini duyanlar Saul’a ilettiler. Saul onu çağırttı. 32 Davut Saul’a, “Bu Filistli yüzünden kimse yılmasın! Ben kulun gidip onunla dövüşeceğim!” dedi. 33 Saul, “Sen bu Filistliyle dövüşemezsin” dedi, “Çünkü daha gençsin, o ise gençliğinden beri savaşçıdır.” 34 Ama Davut, “Kulun babasının sürüsünü güder” diye karşılık verdi, “Bir aslan ya da ayı gelip sürüden bir kuzu kaçırınca, 35 peşinden gidip ona saldırır, kuzuyu ağzından kurtarırım. Eğer aslan ya da ayı üzerime gelirse, boğazından tuttuğum gibi vurur öldürürüm. 36 Kulun, aslan da ayı da öldürmüştür. Bu sünnetsiz Filistli de onlar gibi olacak. Çünkü yaşayan Tanrı’nın ordusuna meydan okudu. 37 Beni aslanın, ayının pençesinden kurtaran RAB, bu Filistli’nin elinden de kurtaracaktır.” Saul, “Öyleyse git, RAB seninle birlikte olsun” dedi.
Davut’un ağzından çıkan bu sözler, kendinden emin sözler. Fakat gururla ya da kendini yüceltmek için konuşmadı. Başarıyla çobanlık yapması ve vahşi hayvanlara karşı üstün gelmesi bir yana, kendisini Allah’ın koruduğunu biliyordu. Ve Allah aslanların ve ayıların onu öldürmesine izin vermediyse, sünnetsiz bir Filistlinin hiçbir şansı yoktu.
Kral Saul Davut’un sözlerini duyduğunda ve kendine güvenini gördüğünde, ona savaşması için izin verdi. Fakat işler Kral Saul’un sandığı gibi yürümeyecekti. Bunu 38–40 ayetlerinde okuyalım:
38 Sonra kendi giysilerini Davut’a verdi; başına tunç miğfer taktı, ona bir zırh giydirdi. 39 Davut giysilerinin üzerine kılıcını kuşanıp yürümeye çalıştı. Çünkü bu giysilere alışık değildi. Saul’a, “Bunlarla yürüyemiyorum” dedi, “Çünkü alışık değilim.” Sonra giysileri üzerinden çıkardı. 40 Değneğini alıp dereden beş çakıl taşı seçti. Bunları çoban dağarcığının cebine koyduktan sonra sapanını alıp Filistli Golyat’a doğru ilerledi.
Tecrübeli bir savaşçıyla karşılaşacak olsanız, zırh ve kılıcı mı, yoksa sapan ve değneği mi seçersiniz? Sorunlarını sürekli olarak mantık ve sağduyu yoluyla çözmeye çalışan bizler için, zırh ve kılıç tercih edilirdi. Fakat Davut farklıydı. Akıllı olmadığından değil; ancak Allah’a güveniyordu. Bu savaşa da, kırlardayken sahip olduğu şeyle, Allah’ın kendini başarılı kılacağına olan güveniyle girecekti. Peki sizce bundan sonra ne oldu? Bunu 41–47 ayetlerinde görelim:
41 Filistli de, önünde kalkan taşıyıcısı, Davut’a doğru ilerliyordu. 42 Davut’u tepeden tırnağa süzdü. Kızıl saçlı, yakışıklı bir genç olduğu için onu küçümsedi. 43 “Ben köpek miyim ki, üzerime değnekle geliyorsun?” diyerek kendi ilahlarının adıyla Davut’u lanetledi. 44 “Bana gelsene! Bedenini gökteki kuşlara ve kırdaki hayvanlara yem edeceğim!” dedi. 45 Davut, “Sen kılıçla, mızrakla, palayla üzerime geliyorsun” diye karşılık verdi, “Bense meydan okuduğun İsrail ordusunun Tanrısı, Her Şeye Egemen RAB’bin adıyla senin üzerine geliyorum. 46 Bugün RAB seni elime teslim edecek. Seni vurup başını gövdenden ayıracağım. Bugün Filistli askerlerin leşlerini gökteki kuşlarla yerdeki hayvanlara yem edeceğim. Böylece bütün dünya İsrail’de Tanrı’nın var olduğunu anlayacak. 47 Bütün bu topluluk RAB’bin kılıçla, mızrakla kurtarmadığını anlayacak. Çünkü savaş zaten RAB’bindir! O sizi elimize teslim edecek.”
Golyat’ın boyu yeterince ürkütücü değilmiş gibi, kendi ilahlarının adıyla Davut’u lanetleyerek gözünü korkutmaya çalıştı. Fakat Davut Golyat’ın cüssesinden, silahlarından ya da sözlerinden korkmuyordu. Her iki ordunun önünde durarak, Allah’ın her silahtan, sahte ilahtan ya da şer güçten daha büyük olduğunu bildirdi. Bu Davut’un değil, Allah’ın savaşıydı. Golyat, kendini beğenmişliği, gururu, putperestliği ve küstahlığı yüzünden hak ettiği biçimde ölecekti. Allah’ın Davut’a nasıl zafer kazandırdığını görelim. Sonucu 48–51 ayetlerinde okuyabiliriz:
48 Golyat saldırmak amacıyla Davut’a doğru ilerledi. Davut da onunla dövüşmek üzere hemen Filist cephesine doğru koştu. 49 Elini dağarcığına sokup bir taş çıkardı, sapanla fırlattı. Taş Filistli’nin alnına çarpıp saplandı. Filistli yüzükoyun yere düştü. 50 Böylece Davut Filistli Golyat’ı sapan ve taşla yendi. Elinde kılıç olmaksızın onu yere serdi. 51 Sonra koşup üzerine çıktı. Golyat’ın kılıcını tutup kınından çektiği gibi onu öldürdü ve başını kesti. Kahraman Golyat’ın öldüğünü gören Filistliler kaçtılar.
48. ayeti tekrar okuyun. Davut orada durarak Golyat’ın yaklaşmasını bekledi mi? Hayır, ona doğru koşarak saldırıyı başlattı. Eyleme geçebilirdi, çünkü korkmuyordu. Allah’a yalnızca inanmakla kalmıyordu, O’na tüm hayatıyla güveniyor ve Allah’ın kendisini koruyacağını biliyordu. Aslında aynı ilkeyi atlarda da görüyoruz.
Atlar doğaları gereği çok hareketli hayvanlardır. Kolaylıkla ürkütülebilirler ve neredeyse her şeyden korkarlar. Öyleyse, doğal olarak korkak olan bir atı nasıl büyük bir yarış atına dönüştürebilir, ya da savaşa sürebilirsiniz? Bunun için terbiyecinin/binicinin onunla çalışması ve bir ilişki kurması gerekir. Zaman geçtikçe at daha az korku duymaya başlar ve terbiyecisinin/binicisinin önderliğini izlemeye istekli olur. Korkusu güvenle yer değiştirir!
Golyat’la çarpışmadan önce, Davut’un Allah’la deneyimi vardı. Rabb’e güvenmeyi ve O’na bel bağlamayı öğrenmişti. Bu sayede, durum zorlaştığında kalbinde ya da zihninde korkuya hiçbir yer kalmıyordu. Davut bir dev görmedi, Allah’ı gördü. Filist ordusunun, 171 Golyat’ın, Golyat’ın sahte ilahlarının ve yenilgi korkusunun üzerinde hiçbir etkisi yoktu, zira Allah’ın gücünün daha büyük olduğunu biliyordu.
Hayatta pek çok korkutucu şey vardır. Fakat korku dolu bir yaşam sürmemiz gerekmez. Örümcekler, yılanlar, köpekler, parasızlık, terör, depremler, hastalık, hatta geleceğin belirsizliği gibi şeyler, hep hayatın bir parçasıdır. Ancak bunların bize hükmetmesi ya da bizi denetim altına alması gerekmez. Yalnızca Allah’ın bizi sevdiğine, gözettiğine ve hiçbir zaman kendimizi savunmak için başımızın çaresine bakmak üzere bırakmayacağına güvenmemiz gerekir. Tılsımlar, muskalar ve boncuklar yerine, Allah’a güvenin!
Tartışma Soruları
1. Sizce Can nazar boncuklarını kullanmaya devam etmiş midir? Bunları siz kullanıyor musunuz?
2. Sizce hangisi daha güçlü: insan ellerini Yaratan mı, yoksa insan elleriyle yaratılan mavi boncuklar mı?
3. Davut Allah’ın kendisini koruyacağından neden bu kadar emindi?
4. Sizce Davut neden yalnızca bir sapan ile beş taş aldı?
5. Golyat kırk gün boyunca ortaya çıkarak İsrailliler’e meydan okudu. Hayatta korktuğumuz şeyler tıpkı Golyat gibidir.
Sürekli olarak canımızı sıkmakta ve bizi engellemektedirler. Hayatınızda sizi korkutan bir “Golyat” var mı? Gece
uykularınızı kaçıran, gerginliğe ya da endişeye neden olan bir şey var mi?
6. Sizce Allah Davut için yaptığı şeyi sizin için de yapabilir mi? Öyle değilse, Allah’a daha çok güvenmeyi
nasıl öğrenebilirsiniz?
35 “Altı arşın bir karış”: Yaklaşık 2.9 m.
36 “Beş bin şekel”: Yaklaşık 57.5 kg.
37 “Altı yüz şekel”: Yaklaşık 6.9 kg.