Yalan söylemek pek çok kişi için bir yaşam tarzıdır. İnsanlar yalan söylememeleri gerektiğini bilirler, fakat anlaşılan buna karşı koyamazlar. Onların bakış açısına göre, yalan söylemenin işleri kolaylaştıracağı ya da gerekli olacağı pek çok durum vardır! Ev sahiplerine, bankaya, devlete yalan söylerler. Hatta eşlerine bile yalan söylerler. Ne tuhaftır ki, bazı insanlar yalanlara inanmayı sever! Kendi kendilerine de yalan söylerler ve bu onları cesaretlendirir. Bir insan neden kendi kendisine yalan söylesin? Bu dersimiz başkalarına ve kişinin kendi kendine yalan söyleme eyleminden, ayartısından, yalanın ödüllerinden ve sonuçlarından söz edecek.
Bir zamanlar gezip dolaşarak dürüst bir ülke ve dürüst bir kral arayan dürüst bir tacir vardı. Seyahat ederken bir kervansarayda bir demirciyle tanıştı, bu adam ona şunları söyledi:
“Doğduğum çok uzaktaki ülkenin bir kralı var. Benim kralım ‘kudretli bir kahraman,’ ‘alçakgönüllü bir kişi’ ve ‘doğru sözlü bir adam’dır. Kudretine ilişkin olarak, kudretli olduğunu biliyorum, zira ülkesinin etrafı denizle çevrilidir ve denizde toplarıyla bir donanma durur, hiçbir gemi yaklaşmaya cesaret edemez. Alçakgönüllülüğüne ilişkin olarak, buna inanıyorum çünkü askerleriyle yan yana çarpışır ve rütbeleri birbirinden ayırmaz. Ancak neden ‘doğru sözlü bir adam’ denildiği benim için de merak konusu, bilmiyorum. Belki sen bulabilirsin.”
Dürüst tacir bütün gece kral hakkında düşündü ve sabahleyin o ülkeye yolculuk yapmaya karar verdi. Tacir, kralıyla karşılaşmadan önce ülkenin özünü öğrenmeye karar verdi. Sizce ülkenin özünü nasıl öğrenebilirdi? Tabii ki ülkenin fıkralarını dinleyerek. Ne de olsa fıkralar bir halkın kalbini ve karakterini ortaya serer.
Tacir yanına bol miktarda para aldı ve kralının ‘kudretli bir kahraman,’ ‘alçakgönüllü bir kişi’ ve ‘doğru sözlü bir adam’ olduğu söylenen ülkeye gitti. Bir kahvehane bulup orada oturdu ve insanların birbirlerine her türlü hikâyeler ve fıkralar anlattıklarını farketti. Fıkralar sayesinde ülkenin tepeden tırnağa yalanlarla dolu olduğunu anladı. Ayrıca ticaret yaparken insanları nasıl aldattıklarını ve yanlış yönlendirdiklerini gördü. İnsanların adalet için hakime gittiklerinde, oradaki herkesin yalan söylediğini ve rüşvet aldığını gördü.
Bilge tacir tüm ülkenin yalanlarla ve aldatmacayla dolu olduğunu, içinde hiç gerçek olmadığını anladı. Ülkede iş yapmaya karar verdi ve ticarette kendisini aldatmalarına izin verdi. Bunu mahkemeye gitmek ve ‘kudretli bir kahraman,’ ‘alçakgönüllü bir kişi’ ve ‘doğru sözlü bir insan’ olduğunu duyduğu kralla eninde sonunda görüşmek için bir yol olarak tasarlamıştı. Planına göre davası mahkemede görüldü ve alt mahkeme sisteminin yalanlar ve rüşvetle dolu olduğunu gördü.
Zamanla tacirin davası yüksek mahkemeye gitti ve orada da her şey yalandan ibaretti. Senatoya ulaştığında orasının da yalanlarla ve rüşvetle dolu olduğunu söylemeye gerek yok. Sonunda kralın kendisiyle görüşmeye çağrıldı.
Kralın huzuruna çağrıldığına çok memnun oldu, zira baştan beri asıl isteği buydu. Kralın yanına geldiğinde çoktan beridir görmek için beklediği “doğru sözlü adam”la buluşacağından emindi. Tüm dürüst insanlar birbirlerini takdir ettiklerinden, orada hemen bir dost edineceğini düşündü. Krala düşüncelerini söyledi:
“Saygıdeğer kral, ülkenizde sorun var çünkü yalanlarla dolu, her tarafında, baştan başa. Ve içinde hiç gerçek yok!”
Düşündüğünün aksine, kral kaşlarını çattı. “Neden ülkemize geldin?”
Tacir yanıtladı:
“Ey kral, bilmelisiniz ki ününüz çok uzaklara yayılmış. Benim hikâyem şöyledir, ben dürüst bir tacirim ve dürüst bir kral arıyordum. Buradan iki aylık yolculuk uzaklığındaki bir kervansarayda kaldığım sırada, bir demirci bana sizden söz etti. Şöyle dedi: “Kudretli bir adam, alçakgönüllü bir adam, doğru sözlü bir adam olan bir kral var.”
Kral şöyle dedi:
“Kudretli bir adam olarak dengim yoktur. Küçük parmağım başka bir kralın bacağından daha güçlüdür. Alçakgönüllülüğüme gelince, abartılıyor. Bu nezaketten daha kolay bir erdem. Fakat ‘doğru sözlü bir adam’ olduğum söylentisine gelince, hem sevindim, hem de meraklandım, zira bunu daha önce duymamıştım. Sana bunu kim söyledi?”
Tacir yanıtladı:
“Size söylediğim gibi, kervansarayda gördüğüm demirci.”
Kral sordu:
“Peki demircinin milliyeti neydi? Sana hangi ülkeden olduğunu söyledi mi?”
Tacir yanıtladı:
“Büyük ülkenizde doğmuş efendim.”
Kral muhafıza işaret etti, o da kemerinden kılıcını çekti.
Kral “Öyleyse onun yalancı olduğunu mu söylüyorsun?” diye sordu.
Hikâye burada bitiyor. Ne yazık ki tacir haklıydı. Krallık tepeden tırnağa yalancılarla doluydu. Bu efsane Kutsal Kitap dersimiz için mükemmel bir zemin sağlıyor. 1. Krallar kitapçığında Süleyman’dan sonraki İsrail krallarının hayatlarını okuyabiliriz. Bunların çoğu Allah’tan dönerek putlara, sapkınlığa ve savaşlara düştüler. Yalnızca birkaçı dürüsttü ve Allah’ı izledi. Kralların günahları halkı hızla yozlaştırdı ve önderlerinin karakteri ulusu kirletti.
Süleyman öldüğünde oğlu Rehavam kral oldu. Neredeyse hemen devletin önde gelenlerinin tavsiyesini reddetti ve basiretsiz önderliği yüzünden İsrail ikiye bölündü. Süleyman’ın eski düşmanlarından Yarovam adlı biri halk tarafından İsrail’in kuzey bölgesinin kralı olarak atandı. Burası “İsrail” olarak bilindi. İsrail’in güney kısmına ise “Yahuda” adı verildi.
Her iki kral da kendi bölgelerinde tam yetkili olmalarına rağmen, halkın odak noktası Yeruşalim’di çünkü Süleyman’ın tapınağı oradaydı. Orası ibadet merkezi olduğundan, Kral Yarovam tebaasının (kuzey halkının) Yeruşalim’e seyahat etmeleri halinde anlaşmazlık durumlarında Yahuda krallığının yanında yer alacaklarından korktu. Böylece Kral Yarovam halkın ibadet etmesi için iki altın buzağı dikerek sahte bir ibadet sistemi kurdu. Bu Mısır’dan Çıkış bölümünde işlediğimiz derse benzer geliyor mu? Evet, tıpkı Musa Sina Dağı’ndayken Harun’un yaptığı altın put gibi.
Öyküyü 1. Krallar 12. bölüm, 28–30 ayetlerinde okuyalım:
28 Kral, danışmanlarına danıştıktan sonra, iki altın buzağı yaptırıp halkına, “Tapınmak için artık Yeruşalim’e gitmenize gerek yok” dedi, “Ey İsrail halkı, işte sizi Mısır’dan çıkaran ilahlarınız!” 29 Altın buzağılardan birini Beytel, ötekini Dan Kenti’ne yerleştirdi. 30 Bu günahtı. Böylece halk buzağıya tapmak için Dan’a kadar gitmeye başladı.
Putlara tapınmalarının Allah’ı çok kızdırdığını söylemeye gerek yok. Bu nedenle O kralı azarlamak ve haddini bildirmek üzere bir peygamber gönderdi. Kutsal Kitap’ta bize peygamberin adı dahi söylenmiyor. Fakat bu Allah adamı yürekli bir iş yaptı. Kral Yarovam’ın ibadet etmekte olduğu putun altından sunağı önünde cesaretle durarak, Allah’ın krala ve putuna karşı olduğunu söyledi. Bunu 1. Krallar 13. bölüm, 1. ve 2. ayetlerde okuyalım:
1 Yarovam buhur yakmak için sunağın yanında dururken, bir Tanrı adamı RAB’bin buyruğu üzerine Yahuda’dan Beytel’e geldi. 2 RAB’bin buyruğu uyarınca sunağa karşı... seslendi.
Tabii ki hiçbir yalancı birisinin kendi yalanını ortaya çıkardığını duymak istemez! Bu onu utandırır ve küçük düşürür. Tabii ki bir put da gözleri ve bedeni olan bir yalandan başka bir şey değildir. Şüphesiz Kral bunu biliyordu, fakat kendi yalanına inanmak istiyordu. Kral Yarovam’ın ne karşılık verdiğini 1. Krallar 13. bölüm, 4. ve 5. ayetlerde görelim:
4 Kral Yarovam, Tanrı adamının Beytel’de sunağa karşı söylediklerini duyunca, elini ona doğru uzatarak, “Yakalayın onu!” diye buyruk verdi. Ancak Tanrı adamına uzattığı eli felç oldu ve düzelmedi. 5 Tanrı adamının RAB’bin buyruğuyla gösterdiği belirti uyarınca, sunak parçalandı, üstündeki küller çevreye savruldu.
Sunağı parçalayanın deprem mi, yoksa bir meleğin eli mi olduğunu bilmiyoruz, fakat sunağın parçalara ayrıldığını kesinlikle biliyoruz. Allah bu genç peygamberle birlikteydi! O Allah adına konuşmuştu ve Allah derhal Kendi gücünü göstermişti. Kral Yarovam’ın sakat bir elle altından ineğin önünde kalakaldığında ne kadar korktuğunu tahmin edebiliyor musunuz? Kutsal Kitap’a göre, o kadar korktu ki, hemen peygamberden kendisi için aracılık etmesini istedi. 6. ayeti okuyarak devam edelim:
6 O zaman Kral Yarovam, Tanrı adamına, “Lütfen benim için dua et, Tanrın RAB’be yalvar ki, elim eski halini alsın” dedi. Tanrı adamı RAB’be yalvarınca kralın eli iyileşip eski halini aldı.
Evet, kulluk ettiğimiz merhametli Allah, isyankâr kralın elini iyileştirdi. Bu olaydan Allah’ın bağışlayıcılığının derhal olduğunu ve O’nun başkaları için ettiğimiz duaları, her ne kadar bunu hak etmeseler de, işittiğini öğreniyoruz. Bundan sonra neler olduğunu 7. ayette görelim:
7 Kral, Tanrı adamına, "Benimle eve kadar gel de bir şeyler ye" dedi, "Sana bir armağan vereceğim."
Peki sizce Kral Yarovam peygamberi neden yemek yemeye davet etti? Daha iyi bir kral olmak için tavsiye mi almak istiyordu? Ya da, Kutsal Yazı’nın dediği gibi, yalnızca elini iyileştirdiği için peygamberi ödüllendirmek istiyordu! 8–10 ayetlerini okuyarak peygamberin bu daveti kabul edip etmediğini görelim:
8 Tanrı adamı, “Varlığının yarısını bile versen, seninle gelmem” diye karşılık verdi, “Burada ne yer, ne de içerim. 9 Çünkü RAB bana, ‘Orada hiçbir şey yiyip içme ve gittiğin yoldan dönme’ diye buyruk verdi.” 10 Böylece Tanrı adamı, Beytel’e gelmiş olduğu yoldan değil, başka bir yoldan gitti.
Genç “Allah adamı” iyi yapmıştı, çünkü Kral’dan ödül almak yerine Allah’ın sözüne itaat etmeyi seçmişti. Kralın teklifini geri çevirmek hayatına mal olabilirdi, fakat o doğru yolu seçmişti. Fakat tuhaf bir şekilde peygamberin öyküsü buradan itibaren beklenmedik bir değişikliğe uğruyor. 1. Krallar 13. bölüm, 11–17 ayetlerinden okumaya devam edebiliriz:
11 O sıralarda Beytel’de yaşayan yaşlı bir peygamber vardı. Çocukları gelip o gün Tanrı adamının Beytel’de yaptıklarını ve krala söylediklerini babalarına anlattılar. 12 Yaşlı baba, “Tanrı adamı hangi yoldan gitti?” diye sordu. Çocuklar Yahuda’dan gelen Tanrı adamının hangi yoldan gittiğini ona gösterdiler. 13 Bunun üzerine yaşlı baba, “Eşeğimi hazırlayın” dedi. Çocuklar eşeğe palan vurunca, binip 14 Tanrı adamının ardına düştü. Onun bir yabanıl fıstık ağacının altında oturduğunu görünce, “Yahuda’dan gelen Tanrı adamı sen misin?” diye sordu. Adam, “Evet, benim” diye karşılık verdi. 15 Yaşlı peygamber, “Gel benimle eve gidelim, bir şeyler ye” dedi. 16 Tanrı adamı şöyle karşılık verdi: “Yolumdan dönüp seninle gelemem. Burada ne yer, ne de içerim. 17 Çünkü RAB bana, ‘Orada hiçbir şey yiyip içme ve gittiğin yoldan dönme’ diye buyruk verdi.”
Anlaşılan “Allah adamı” Allah’ın emirlerini açıkça anlamıştı. Allah ona ne yapması gerektiğini söylemişti, o da O’na itaat etmeye kararlıydı. Aynı şekilde biz de Allah’ın yapmamızı istediği şeyi açıkça anlamalı ve itaat etmeye istekli olmalıyız. Şüpheye düşecek olursak, tek yapmamız gereken Kutsal Kitap’a, özellikle de 10 emre bakmak. Adem ile Havva Aden Bahçesi’nde Allah’a itaat etselerdi dünya ne kadar farklı olurdu!
Hikâye işte burada tuha aşıyor. Anlaşılan yaşlı peygamber Allah’ın genç peygambere verdiği emirlere saygı göstermemiş. Belki yaşlı adamın konukseverlik kültürü onu daha fazla ısrar etmeye zorlamıştır. Onu iten şeyin ne olduğunu bilmiyoruz, fakat ne olduğunu 18. ve 19. ayetlerde görebiliriz:
18 Bunun üzerine yaşlı peygamber, “Ben de senin gibi [bir] peygamberim” dedi, “RAB’bin buyruğu üzerine bir melek bana, ‘Onu evine götür ve yiyip içmesini sağla’ dedi.” Ne var ki yalan söyleyerek Tanrı adamını kandırdı. 19 Böylece Tanrı adamı onunla birlikte geri döndü ve evinde yiyip içmeye başladı.
Bu da nedir? Yaşlı peygamber genç peygamberi ağırlamayı o kadar istiyordu ki, ona yalan söyledi! Belki de yaşlı adam Allah’ın kendisini kudretle kullandığı zamanları hatırlamıştır. Belki geçmişte melekler kendisini ziyaret etmişti ve o da “Rab’den bir söz” almış olmayı diledi. Allah’ın kendisini bu kez kullanmadığı gerçeğini kabul etmek yerine, kendisini ön plana çıkarmak için yalan söyledi.
Okuduğumuza göre, planı işe yaradı. Genç peygamber yaşlı peygamberle birlikte gitmeye karar verdi. Genç peygamberin yalandan gerçekten ikna olup olmadığını bilmiyoruz. Belki gerçekten de ihtiyar peygamberin gerçeği söylediğini düşünmüştür. Fakat genç peygamberin yalana inanmak istemiş olması daha muhtemel görünüyor. Belki o kadar açtı ki, yiyecek arzusu Rabb’in emrine itaat etme arzusuna galip gelmiştir. Belki arkadaşlık ya da dinlenmek istiyordu. “Allah adamı”nı ihtiyar peygambere katılmaya iten güdü ne olursa olsun, Allah’ın iradesine aykırıydı ve çok ciddi bir sonuca neden oldu. Her yalanın bir sonucu vardır ve ne zaman bir yanlışlığı izlesek kendimizi tehlikeli bir duruma koyarız.
İki peygamber sofrada oturmuş yemek yerlerken, Allah’ın Ruhu birdenbire yalan söyleyen yaşlı peygamberin üzerine geldi ve genç peygamberi itaatsizlik ettiği için azarladı. Bunu 1. Krallar 13. bölüm, 20–24 ayetlerinde görelim:
20 Sofrada otururlarken, RAB, Tanrı adamını yolundan döndüren peygambere seslendi. 21 O da Yahuda’dan gelen Tanrı adamına şöyle dedi: “RAB diyor ki, ‘Madem RAB’bin sözünü dinlemedin, Tanrın RAB’bin sana verdiği buyruğa uymayıp 22 yolundan döndün; sana yiyip içme dediği yerde yiyip içtin, cesedin atalarının mezarlığına gömülmeyecek.’” 23 Tanrı adamı yiyip içtikten sonra yaşlı peygamber onun için eşeği hazırladı. 24 Tanrı adamı giderken yolda bir aslanla karşılaştı. Aslan onu oracıkta öldürdü. Eşekle aslan yere serilen cesedin yanında duruyordu.
Bu yaşlı peygamberin yalanının başka bir adamın ölümüne neden olması ne kadar üzücü. Daha önceki derslerimizde peygamberlerin erkek ve kadın insanlar olduklarını ve ayartıya tabi olduklarını görmüştük. Allah’a itaatleri aracılığıyla Allah tarafından bereketlenirler. Ancak tıpkı diğer insanlar gibi, örneğin Adem gibi, onlar da itaatsizlik nedeniyle cezalandırılabilirler.
Bu öyküde, bir adamın günahının başka bir kişinin itaatsizliğini mazur göstermediğini görüyoruz. Kavga eden çocuklar çoğunlukla anne–babalarına şöyle derler:
“Ama önce o bana vurdu.”
Mazeret değildir. Hile yapan bir adam şöyle diyecektir:
“Ama herkes bunu yapıyor.”
Fark etmez. İnsanlar yalanlarına ve itaatsizliklerine mazeret bulmaya bayılırlar. Fakat ne kadar uğraşırsanız uğraşın, mazeretler Allah’ın emirlerini değiştiremez ve yalan olduğunu bildiğiniz bir şeye inanmanız hiçbir zaman Allah’ın acımasını sağlamaz.
Bu öyküyü 25–31 ayetlerinde yer alan ilginç sonucunu okuyarak bitirelim:
25 Yoldan geçenler yerde yatan cesetle yanında duran aslanı gördüler. Gidip yaşlı peygamberin yaşadığı kentte gördüklerini anlattılar. 26 Tanrı adamını yolundan döndüren yaşlı peygamber olanları duyunca, şöyle dedi: “RAB’bin sözünü dinlemeyen Tanrı adamı budur. Bu yüzden RAB, sözü uyarınca, onun üzerine bir aslan gönderdi. Aslan onu parçalayıp öldürdü.” 27–28 Peygamber, çocuklarına, “Eşeği hazırlayın!” dedi. Çocukların hazırladığı eşeğe binip gitti. Eşekle aslanı yerde yatan Tanrı adamının cesedi başında buldu. Ancak aslan cesedi yemediği gibi eşeğe de dokunmamıştı. 29 Yaşlı peygamber Tanrı adamının cesedini eşeğin sırtına attı ve ona ağıt yakıp gömmek için kendi kentine götürdü. 30 Cesedi kendi mezarına gömdü. “Ah kardeşim!” diyerek ardından ağıt yaktılar. 31 Tanrı adamını gömdükten sonra, yaşlı peygamber çocuklarına şöyle dedi: “Ben ölünce beni bu Tanrı adamının yanına gömün, kemiklerimi de onun kemiklerinin yanına koyun.”
Anlaşılan yaşlı peygamber şimdi yalanının sonucunu görmüştü ve vicdan azabı çekiyordu. Bu genç adama karşı işlediği günahtan kim bilir ne kadar pişman olmuştur. Genç peygamberin hayatını kurtarabilmiş olmayı kim bilir ne kadar istemiştir. Anlaşılan genç peygambere şöyle söylemeyi çok arzulamıştır:
“Yalan söyledim, çok üzgünüm.”
Fakat özürler için çok geçti! Şansımız var ki, Allah’tan bağışlanma dilemek için hiçbir zaman çok geç değil. Günah, tövbe ettiğimiz zaman dahi Allah’ın geri almadığı birtakım sonuçlar getirir. Yalanından keder duyarak, şöyle dedi:
“Kemiklerimi bu adamın kemiklerinin yanına koyun.”
Belki de dirilişte işleri yoluna koymayı tasarlıyordur. Hayata geri döndüklerinde, günahını itiraf etmeye ve kendisini kucaklamaya hazır olarak o genç Allah adamının yanında duracak. Sizce bu mantığı yürütmüş olabilir mi?
Kutsal Kitap yaşlı peygamberin yalanından ötürü, hayatı boyunca hissettiği keder haricinde, aldığı cezayı açıklamıyor. Fakat Allah’ın yalanla ilgili hesapları yargıda çözeceğini biliyoruz, her ne kadar bu hayatta insanların “yanına kâr kalıyor” gibi görünse de. Kutsal Yazılar’ın tutarlı mesajı, Allah’ın günahla kesinlikle, tıpkı genç peygamberle ilgilendiği gibi sadakatle ilgileneceğidir. Bu nedenle günahlarımızı halen hayattayken itiraf etmemiz gerekiyor, çünkü dirilişte buna fırsat olmayacak.
Bu çok ciddi bir öykü ve hepimizi derin bir kişisel düşünceye yönlendirmeli. Kendimize şöyle sormalıyız,
“Ne yalanlar söylüyorum ve bunlar başkalarını nasıl etkiliyor ya da yanlış yönlendiriyor?”
Yaşlı peygamber kendi zevki ve çıkarı için yalan söyledi. O genç peygamberi sofrasında görmek istiyordu! Kaç kez gerçeği çarpıtarak arzu ettiğiniz olayların meydana gelmesini sağlamaya çalıştınız? Yoksa siz de Allah’ın açık sözüne aykırı olmasına rağmen yalana inanmak isteyen genç adam gibi misiniz?
Gerçeği yaşamak ve dürüst olmak çok daha iyidir. Tarihten ilgi çekici bir öykü bize dürüstlüğün önemini hatırlatıyor.
Büyük Antarktika kâşi Ernest Shackleton’a bir keresinde Arktik bölgesindeki buz sahalarında yaşadığı en korkunç deneyim sorulmuştu. Pek çok soğuk ve dehşet verici deneyim paylaşılabilirdi. Fakat o en kötüsünün acil durum kulübesinde geçirdiği bir gece olduğunu söyledi. Tehlikeli bir durumdaydılar ve hepsi ölebileceklerini biliyorlardı. Son bisküvi paylarını verdikten sonra, diğer adamlardan biraz uzakta yattı. Kısa bir süre sonra, tüm adamlar uyumuş gibi gözüküyordu.
Bundan sonra Shackleton adamlardan birinin bir yandan diğer yana dönerek durumu yokladığını görmüştü. Anlaşılan adam herkesin uyuduğuna kanaat getirmişti. Kâşif, karanlıkta adamın silüetinin yanındaki adama uzandığını ve onun bisküvi paketini kendisine doğru çektiğini görmüştü. Shackleton, kendisine sonsuzluk kadar uzun gelen bir tereddütte kaldığını söyledi. Kendi hayatını bu adamın ellerine teslim edemezdi. Bu adam bu kadar korkunç şartlar altında bir hırsızın karakterine mi sahipti? Gerçekten başka bir adamın son bisküvisini çalacak mıydı?
Shackleton bundan sonra ne olacağını görmek için gözlerini zorlamış ve şaşkınlık içinde aynı adamın kendi kutusunu açtığını, tek bisküvisini çıkardığını ve yoldaşının paketine koyduğunu görmüştü. Sonra paketi yavaşça uyuyan adamın yanına koymuştu. Gizli bir iyilik eylemi. Shackleton şöyle dedi:
“O adamın adını size söyleyemem. O eylemin kendisiyle Allah arasında bir sır olduğunu hissettim.”
Her gün yalan söyleyen insanlarla, yalan söyleyen televizyon programlarıyla ve yalan söyleyen gazetelerle birlikte yaşıyor, birlikte çalışıyoruz. Bunlardan bıkmak çok kolay. Daha da kötüsü, yalana kapılmak, bunu normal olarak kabul etmek ve bundan gerçekten zevk duymak çok kolay. Fakat dürüst bir şekilde yaşamak da o kadar kolay. Kendinizi doğru bir şekilde yaşamaya, doğruyu söylemeye ve doğruya inanmaya adayın; bu başka birini kurtarmak için son bisküvinizi vermek anlamına gelse bile. Bilge bir adam şöyle dedi:
“Gerçek sizi özgür kılacak.”
Tartışma Soruları
1. Sizce yaşlı peygamberi bir meleğin kendisini ziyaret etmesiyle ilgili hikâyeyi uydurmaya iten neydi?
2. Söylemekte olduğumuz bir yalanı düzeltmenin en iyi yolu nedir?
3. İnsanların inanmaktan zevk duydukları bazı yalanları düşünebiliyor musunuz?
4. Kendiniz her zaman gerçeği söylemeye kararlı mısınız?
5. Şu sözü tartışın: “Bir yalanı yüceltebilirsiniz, bir yalanı yasal hale getirebilirsiniz, bir yalanı silahlarla donatabilirsiniz, bir yalanı dinsel şekillerle ve korkunç cezalarla kutsallaştırabilirsiniz, fakat tüm bunlara rağmen yalan yine sadece yalandır. Diğer her yalan gibi bir ülkeyi çürütür ve bir halkı yozlaştırır, ve zamanla Allah’ın gerçeğinin beyaz ışığı
içinden geçerek parlar, işte o zaman yalan olduğu ortaya çıkar.”
Bir zamanlar gezip dolaşarak dürüst bir ülke ve dürüst bir kral arayan dürüst bir tacir vardı. Seyahat ederken bir kervansarayda bir demirciyle tanıştı, bu adam ona şunları söyledi:
“Doğduğum çok uzaktaki ülkenin bir kralı var. Benim kralım ‘kudretli bir kahraman,’ ‘alçakgönüllü bir kişi’ ve ‘doğru sözlü bir adam’dır. Kudretine ilişkin olarak, kudretli olduğunu biliyorum, zira ülkesinin etrafı denizle çevrilidir ve denizde toplarıyla bir donanma durur, hiçbir gemi yaklaşmaya cesaret edemez. Alçakgönüllülüğüne ilişkin olarak, buna inanıyorum çünkü askerleriyle yan yana çarpışır ve rütbeleri birbirinden ayırmaz. Ancak neden ‘doğru sözlü bir adam’ denildiği benim için de merak konusu, bilmiyorum. Belki sen bulabilirsin.”
Dürüst tacir bütün gece kral hakkında düşündü ve sabahleyin o ülkeye yolculuk yapmaya karar verdi. Tacir, kralıyla karşılaşmadan önce ülkenin özünü öğrenmeye karar verdi. Sizce ülkenin özünü nasıl öğrenebilirdi? Tabii ki ülkenin fıkralarını dinleyerek. Ne de olsa fıkralar bir halkın kalbini ve karakterini ortaya serer.
Tacir yanına bol miktarda para aldı ve kralının ‘kudretli bir kahraman,’ ‘alçakgönüllü bir kişi’ ve ‘doğru sözlü bir adam’ olduğu söylenen ülkeye gitti. Bir kahvehane bulup orada oturdu ve insanların birbirlerine her türlü hikâyeler ve fıkralar anlattıklarını farketti. Fıkralar sayesinde ülkenin tepeden tırnağa yalanlarla dolu olduğunu anladı. Ayrıca ticaret yaparken insanları nasıl aldattıklarını ve yanlış yönlendirdiklerini gördü. İnsanların adalet için hakime gittiklerinde, oradaki herkesin yalan söylediğini ve rüşvet aldığını gördü.
Bilge tacir tüm ülkenin yalanlarla ve aldatmacayla dolu olduğunu, içinde hiç gerçek olmadığını anladı. Ülkede iş yapmaya karar verdi ve ticarette kendisini aldatmalarına izin verdi. Bunu mahkemeye gitmek ve ‘kudretli bir kahraman,’ ‘alçakgönüllü bir kişi’ ve ‘doğru sözlü bir insan’ olduğunu duyduğu kralla eninde sonunda görüşmek için bir yol olarak tasarlamıştı. Planına göre davası mahkemede görüldü ve alt mahkeme sisteminin yalanlar ve rüşvetle dolu olduğunu gördü.
Zamanla tacirin davası yüksek mahkemeye gitti ve orada da her şey yalandan ibaretti. Senatoya ulaştığında orasının da yalanlarla ve rüşvetle dolu olduğunu söylemeye gerek yok. Sonunda kralın kendisiyle görüşmeye çağrıldı.
Kralın huzuruna çağrıldığına çok memnun oldu, zira baştan beri asıl isteği buydu. Kralın yanına geldiğinde çoktan beridir görmek için beklediği “doğru sözlü adam”la buluşacağından emindi. Tüm dürüst insanlar birbirlerini takdir ettiklerinden, orada hemen bir dost edineceğini düşündü. Krala düşüncelerini söyledi:
“Saygıdeğer kral, ülkenizde sorun var çünkü yalanlarla dolu, her tarafında, baştan başa. Ve içinde hiç gerçek yok!”
Düşündüğünün aksine, kral kaşlarını çattı. “Neden ülkemize geldin?”
Tacir yanıtladı:
“Ey kral, bilmelisiniz ki ününüz çok uzaklara yayılmış. Benim hikâyem şöyledir, ben dürüst bir tacirim ve dürüst bir kral arıyordum. Buradan iki aylık yolculuk uzaklığındaki bir kervansarayda kaldığım sırada, bir demirci bana sizden söz etti. Şöyle dedi: “Kudretli bir adam, alçakgönüllü bir adam, doğru sözlü bir adam olan bir kral var.”
Kral şöyle dedi:
“Kudretli bir adam olarak dengim yoktur. Küçük parmağım başka bir kralın bacağından daha güçlüdür. Alçakgönüllülüğüme gelince, abartılıyor. Bu nezaketten daha kolay bir erdem. Fakat ‘doğru sözlü bir adam’ olduğum söylentisine gelince, hem sevindim, hem de meraklandım, zira bunu daha önce duymamıştım. Sana bunu kim söyledi?”
Tacir yanıtladı:
“Size söylediğim gibi, kervansarayda gördüğüm demirci.”
Kral sordu:
“Peki demircinin milliyeti neydi? Sana hangi ülkeden olduğunu söyledi mi?”
Tacir yanıtladı:
“Büyük ülkenizde doğmuş efendim.”
Kral muhafıza işaret etti, o da kemerinden kılıcını çekti.
Kral “Öyleyse onun yalancı olduğunu mu söylüyorsun?” diye sordu.
Hikâye burada bitiyor. Ne yazık ki tacir haklıydı. Krallık tepeden tırnağa yalancılarla doluydu. Bu efsane Kutsal Kitap dersimiz için mükemmel bir zemin sağlıyor. 1. Krallar kitapçığında Süleyman’dan sonraki İsrail krallarının hayatlarını okuyabiliriz. Bunların çoğu Allah’tan dönerek putlara, sapkınlığa ve savaşlara düştüler. Yalnızca birkaçı dürüsttü ve Allah’ı izledi. Kralların günahları halkı hızla yozlaştırdı ve önderlerinin karakteri ulusu kirletti.
Süleyman öldüğünde oğlu Rehavam kral oldu. Neredeyse hemen devletin önde gelenlerinin tavsiyesini reddetti ve basiretsiz önderliği yüzünden İsrail ikiye bölündü. Süleyman’ın eski düşmanlarından Yarovam adlı biri halk tarafından İsrail’in kuzey bölgesinin kralı olarak atandı. Burası “İsrail” olarak bilindi. İsrail’in güney kısmına ise “Yahuda” adı verildi.
Her iki kral da kendi bölgelerinde tam yetkili olmalarına rağmen, halkın odak noktası Yeruşalim’di çünkü Süleyman’ın tapınağı oradaydı. Orası ibadet merkezi olduğundan, Kral Yarovam tebaasının (kuzey halkının) Yeruşalim’e seyahat etmeleri halinde anlaşmazlık durumlarında Yahuda krallığının yanında yer alacaklarından korktu. Böylece Kral Yarovam halkın ibadet etmesi için iki altın buzağı dikerek sahte bir ibadet sistemi kurdu. Bu Mısır’dan Çıkış bölümünde işlediğimiz derse benzer geliyor mu? Evet, tıpkı Musa Sina Dağı’ndayken Harun’un yaptığı altın put gibi.
Öyküyü 1. Krallar 12. bölüm, 28–30 ayetlerinde okuyalım:
28 Kral, danışmanlarına danıştıktan sonra, iki altın buzağı yaptırıp halkına, “Tapınmak için artık Yeruşalim’e gitmenize gerek yok” dedi, “Ey İsrail halkı, işte sizi Mısır’dan çıkaran ilahlarınız!” 29 Altın buzağılardan birini Beytel, ötekini Dan Kenti’ne yerleştirdi. 30 Bu günahtı. Böylece halk buzağıya tapmak için Dan’a kadar gitmeye başladı.
Putlara tapınmalarının Allah’ı çok kızdırdığını söylemeye gerek yok. Bu nedenle O kralı azarlamak ve haddini bildirmek üzere bir peygamber gönderdi. Kutsal Kitap’ta bize peygamberin adı dahi söylenmiyor. Fakat bu Allah adamı yürekli bir iş yaptı. Kral Yarovam’ın ibadet etmekte olduğu putun altından sunağı önünde cesaretle durarak, Allah’ın krala ve putuna karşı olduğunu söyledi. Bunu 1. Krallar 13. bölüm, 1. ve 2. ayetlerde okuyalım:
1 Yarovam buhur yakmak için sunağın yanında dururken, bir Tanrı adamı RAB’bin buyruğu üzerine Yahuda’dan Beytel’e geldi. 2 RAB’bin buyruğu uyarınca sunağa karşı... seslendi.
Tabii ki hiçbir yalancı birisinin kendi yalanını ortaya çıkardığını duymak istemez! Bu onu utandırır ve küçük düşürür. Tabii ki bir put da gözleri ve bedeni olan bir yalandan başka bir şey değildir. Şüphesiz Kral bunu biliyordu, fakat kendi yalanına inanmak istiyordu. Kral Yarovam’ın ne karşılık verdiğini 1. Krallar 13. bölüm, 4. ve 5. ayetlerde görelim:
4 Kral Yarovam, Tanrı adamının Beytel’de sunağa karşı söylediklerini duyunca, elini ona doğru uzatarak, “Yakalayın onu!” diye buyruk verdi. Ancak Tanrı adamına uzattığı eli felç oldu ve düzelmedi. 5 Tanrı adamının RAB’bin buyruğuyla gösterdiği belirti uyarınca, sunak parçalandı, üstündeki küller çevreye savruldu.
Sunağı parçalayanın deprem mi, yoksa bir meleğin eli mi olduğunu bilmiyoruz, fakat sunağın parçalara ayrıldığını kesinlikle biliyoruz. Allah bu genç peygamberle birlikteydi! O Allah adına konuşmuştu ve Allah derhal Kendi gücünü göstermişti. Kral Yarovam’ın sakat bir elle altından ineğin önünde kalakaldığında ne kadar korktuğunu tahmin edebiliyor musunuz? Kutsal Kitap’a göre, o kadar korktu ki, hemen peygamberden kendisi için aracılık etmesini istedi. 6. ayeti okuyarak devam edelim:
6 O zaman Kral Yarovam, Tanrı adamına, “Lütfen benim için dua et, Tanrın RAB’be yalvar ki, elim eski halini alsın” dedi. Tanrı adamı RAB’be yalvarınca kralın eli iyileşip eski halini aldı.
Evet, kulluk ettiğimiz merhametli Allah, isyankâr kralın elini iyileştirdi. Bu olaydan Allah’ın bağışlayıcılığının derhal olduğunu ve O’nun başkaları için ettiğimiz duaları, her ne kadar bunu hak etmeseler de, işittiğini öğreniyoruz. Bundan sonra neler olduğunu 7. ayette görelim:
7 Kral, Tanrı adamına, "Benimle eve kadar gel de bir şeyler ye" dedi, "Sana bir armağan vereceğim."
Peki sizce Kral Yarovam peygamberi neden yemek yemeye davet etti? Daha iyi bir kral olmak için tavsiye mi almak istiyordu? Ya da, Kutsal Yazı’nın dediği gibi, yalnızca elini iyileştirdiği için peygamberi ödüllendirmek istiyordu! 8–10 ayetlerini okuyarak peygamberin bu daveti kabul edip etmediğini görelim:
8 Tanrı adamı, “Varlığının yarısını bile versen, seninle gelmem” diye karşılık verdi, “Burada ne yer, ne de içerim. 9 Çünkü RAB bana, ‘Orada hiçbir şey yiyip içme ve gittiğin yoldan dönme’ diye buyruk verdi.” 10 Böylece Tanrı adamı, Beytel’e gelmiş olduğu yoldan değil, başka bir yoldan gitti.
Genç “Allah adamı” iyi yapmıştı, çünkü Kral’dan ödül almak yerine Allah’ın sözüne itaat etmeyi seçmişti. Kralın teklifini geri çevirmek hayatına mal olabilirdi, fakat o doğru yolu seçmişti. Fakat tuhaf bir şekilde peygamberin öyküsü buradan itibaren beklenmedik bir değişikliğe uğruyor. 1. Krallar 13. bölüm, 11–17 ayetlerinden okumaya devam edebiliriz:
11 O sıralarda Beytel’de yaşayan yaşlı bir peygamber vardı. Çocukları gelip o gün Tanrı adamının Beytel’de yaptıklarını ve krala söylediklerini babalarına anlattılar. 12 Yaşlı baba, “Tanrı adamı hangi yoldan gitti?” diye sordu. Çocuklar Yahuda’dan gelen Tanrı adamının hangi yoldan gittiğini ona gösterdiler. 13 Bunun üzerine yaşlı baba, “Eşeğimi hazırlayın” dedi. Çocuklar eşeğe palan vurunca, binip 14 Tanrı adamının ardına düştü. Onun bir yabanıl fıstık ağacının altında oturduğunu görünce, “Yahuda’dan gelen Tanrı adamı sen misin?” diye sordu. Adam, “Evet, benim” diye karşılık verdi. 15 Yaşlı peygamber, “Gel benimle eve gidelim, bir şeyler ye” dedi. 16 Tanrı adamı şöyle karşılık verdi: “Yolumdan dönüp seninle gelemem. Burada ne yer, ne de içerim. 17 Çünkü RAB bana, ‘Orada hiçbir şey yiyip içme ve gittiğin yoldan dönme’ diye buyruk verdi.”
Anlaşılan “Allah adamı” Allah’ın emirlerini açıkça anlamıştı. Allah ona ne yapması gerektiğini söylemişti, o da O’na itaat etmeye kararlıydı. Aynı şekilde biz de Allah’ın yapmamızı istediği şeyi açıkça anlamalı ve itaat etmeye istekli olmalıyız. Şüpheye düşecek olursak, tek yapmamız gereken Kutsal Kitap’a, özellikle de 10 emre bakmak. Adem ile Havva Aden Bahçesi’nde Allah’a itaat etselerdi dünya ne kadar farklı olurdu!
Hikâye işte burada tuha aşıyor. Anlaşılan yaşlı peygamber Allah’ın genç peygambere verdiği emirlere saygı göstermemiş. Belki yaşlı adamın konukseverlik kültürü onu daha fazla ısrar etmeye zorlamıştır. Onu iten şeyin ne olduğunu bilmiyoruz, fakat ne olduğunu 18. ve 19. ayetlerde görebiliriz:
18 Bunun üzerine yaşlı peygamber, “Ben de senin gibi [bir] peygamberim” dedi, “RAB’bin buyruğu üzerine bir melek bana, ‘Onu evine götür ve yiyip içmesini sağla’ dedi.” Ne var ki yalan söyleyerek Tanrı adamını kandırdı. 19 Böylece Tanrı adamı onunla birlikte geri döndü ve evinde yiyip içmeye başladı.
Bu da nedir? Yaşlı peygamber genç peygamberi ağırlamayı o kadar istiyordu ki, ona yalan söyledi! Belki de yaşlı adam Allah’ın kendisini kudretle kullandığı zamanları hatırlamıştır. Belki geçmişte melekler kendisini ziyaret etmişti ve o da “Rab’den bir söz” almış olmayı diledi. Allah’ın kendisini bu kez kullanmadığı gerçeğini kabul etmek yerine, kendisini ön plana çıkarmak için yalan söyledi.
Okuduğumuza göre, planı işe yaradı. Genç peygamber yaşlı peygamberle birlikte gitmeye karar verdi. Genç peygamberin yalandan gerçekten ikna olup olmadığını bilmiyoruz. Belki gerçekten de ihtiyar peygamberin gerçeği söylediğini düşünmüştür. Fakat genç peygamberin yalana inanmak istemiş olması daha muhtemel görünüyor. Belki o kadar açtı ki, yiyecek arzusu Rabb’in emrine itaat etme arzusuna galip gelmiştir. Belki arkadaşlık ya da dinlenmek istiyordu. “Allah adamı”nı ihtiyar peygambere katılmaya iten güdü ne olursa olsun, Allah’ın iradesine aykırıydı ve çok ciddi bir sonuca neden oldu. Her yalanın bir sonucu vardır ve ne zaman bir yanlışlığı izlesek kendimizi tehlikeli bir duruma koyarız.
İki peygamber sofrada oturmuş yemek yerlerken, Allah’ın Ruhu birdenbire yalan söyleyen yaşlı peygamberin üzerine geldi ve genç peygamberi itaatsizlik ettiği için azarladı. Bunu 1. Krallar 13. bölüm, 20–24 ayetlerinde görelim:
20 Sofrada otururlarken, RAB, Tanrı adamını yolundan döndüren peygambere seslendi. 21 O da Yahuda’dan gelen Tanrı adamına şöyle dedi: “RAB diyor ki, ‘Madem RAB’bin sözünü dinlemedin, Tanrın RAB’bin sana verdiği buyruğa uymayıp 22 yolundan döndün; sana yiyip içme dediği yerde yiyip içtin, cesedin atalarının mezarlığına gömülmeyecek.’” 23 Tanrı adamı yiyip içtikten sonra yaşlı peygamber onun için eşeği hazırladı. 24 Tanrı adamı giderken yolda bir aslanla karşılaştı. Aslan onu oracıkta öldürdü. Eşekle aslan yere serilen cesedin yanında duruyordu.
Bu yaşlı peygamberin yalanının başka bir adamın ölümüne neden olması ne kadar üzücü. Daha önceki derslerimizde peygamberlerin erkek ve kadın insanlar olduklarını ve ayartıya tabi olduklarını görmüştük. Allah’a itaatleri aracılığıyla Allah tarafından bereketlenirler. Ancak tıpkı diğer insanlar gibi, örneğin Adem gibi, onlar da itaatsizlik nedeniyle cezalandırılabilirler.
Bu öyküde, bir adamın günahının başka bir kişinin itaatsizliğini mazur göstermediğini görüyoruz. Kavga eden çocuklar çoğunlukla anne–babalarına şöyle derler:
“Ama önce o bana vurdu.”
Mazeret değildir. Hile yapan bir adam şöyle diyecektir:
“Ama herkes bunu yapıyor.”
Fark etmez. İnsanlar yalanlarına ve itaatsizliklerine mazeret bulmaya bayılırlar. Fakat ne kadar uğraşırsanız uğraşın, mazeretler Allah’ın emirlerini değiştiremez ve yalan olduğunu bildiğiniz bir şeye inanmanız hiçbir zaman Allah’ın acımasını sağlamaz.
Bu öyküyü 25–31 ayetlerinde yer alan ilginç sonucunu okuyarak bitirelim:
25 Yoldan geçenler yerde yatan cesetle yanında duran aslanı gördüler. Gidip yaşlı peygamberin yaşadığı kentte gördüklerini anlattılar. 26 Tanrı adamını yolundan döndüren yaşlı peygamber olanları duyunca, şöyle dedi: “RAB’bin sözünü dinlemeyen Tanrı adamı budur. Bu yüzden RAB, sözü uyarınca, onun üzerine bir aslan gönderdi. Aslan onu parçalayıp öldürdü.” 27–28 Peygamber, çocuklarına, “Eşeği hazırlayın!” dedi. Çocukların hazırladığı eşeğe binip gitti. Eşekle aslanı yerde yatan Tanrı adamının cesedi başında buldu. Ancak aslan cesedi yemediği gibi eşeğe de dokunmamıştı. 29 Yaşlı peygamber Tanrı adamının cesedini eşeğin sırtına attı ve ona ağıt yakıp gömmek için kendi kentine götürdü. 30 Cesedi kendi mezarına gömdü. “Ah kardeşim!” diyerek ardından ağıt yaktılar. 31 Tanrı adamını gömdükten sonra, yaşlı peygamber çocuklarına şöyle dedi: “Ben ölünce beni bu Tanrı adamının yanına gömün, kemiklerimi de onun kemiklerinin yanına koyun.”
Anlaşılan yaşlı peygamber şimdi yalanının sonucunu görmüştü ve vicdan azabı çekiyordu. Bu genç adama karşı işlediği günahtan kim bilir ne kadar pişman olmuştur. Genç peygamberin hayatını kurtarabilmiş olmayı kim bilir ne kadar istemiştir. Anlaşılan genç peygambere şöyle söylemeyi çok arzulamıştır:
“Yalan söyledim, çok üzgünüm.”
Fakat özürler için çok geçti! Şansımız var ki, Allah’tan bağışlanma dilemek için hiçbir zaman çok geç değil. Günah, tövbe ettiğimiz zaman dahi Allah’ın geri almadığı birtakım sonuçlar getirir. Yalanından keder duyarak, şöyle dedi:
“Kemiklerimi bu adamın kemiklerinin yanına koyun.”
Belki de dirilişte işleri yoluna koymayı tasarlıyordur. Hayata geri döndüklerinde, günahını itiraf etmeye ve kendisini kucaklamaya hazır olarak o genç Allah adamının yanında duracak. Sizce bu mantığı yürütmüş olabilir mi?
Kutsal Kitap yaşlı peygamberin yalanından ötürü, hayatı boyunca hissettiği keder haricinde, aldığı cezayı açıklamıyor. Fakat Allah’ın yalanla ilgili hesapları yargıda çözeceğini biliyoruz, her ne kadar bu hayatta insanların “yanına kâr kalıyor” gibi görünse de. Kutsal Yazılar’ın tutarlı mesajı, Allah’ın günahla kesinlikle, tıpkı genç peygamberle ilgilendiği gibi sadakatle ilgileneceğidir. Bu nedenle günahlarımızı halen hayattayken itiraf etmemiz gerekiyor, çünkü dirilişte buna fırsat olmayacak.
Bu çok ciddi bir öykü ve hepimizi derin bir kişisel düşünceye yönlendirmeli. Kendimize şöyle sormalıyız,
“Ne yalanlar söylüyorum ve bunlar başkalarını nasıl etkiliyor ya da yanlış yönlendiriyor?”
Yaşlı peygamber kendi zevki ve çıkarı için yalan söyledi. O genç peygamberi sofrasında görmek istiyordu! Kaç kez gerçeği çarpıtarak arzu ettiğiniz olayların meydana gelmesini sağlamaya çalıştınız? Yoksa siz de Allah’ın açık sözüne aykırı olmasına rağmen yalana inanmak isteyen genç adam gibi misiniz?
Gerçeği yaşamak ve dürüst olmak çok daha iyidir. Tarihten ilgi çekici bir öykü bize dürüstlüğün önemini hatırlatıyor.
Büyük Antarktika kâşi Ernest Shackleton’a bir keresinde Arktik bölgesindeki buz sahalarında yaşadığı en korkunç deneyim sorulmuştu. Pek çok soğuk ve dehşet verici deneyim paylaşılabilirdi. Fakat o en kötüsünün acil durum kulübesinde geçirdiği bir gece olduğunu söyledi. Tehlikeli bir durumdaydılar ve hepsi ölebileceklerini biliyorlardı. Son bisküvi paylarını verdikten sonra, diğer adamlardan biraz uzakta yattı. Kısa bir süre sonra, tüm adamlar uyumuş gibi gözüküyordu.
Bundan sonra Shackleton adamlardan birinin bir yandan diğer yana dönerek durumu yokladığını görmüştü. Anlaşılan adam herkesin uyuduğuna kanaat getirmişti. Kâşif, karanlıkta adamın silüetinin yanındaki adama uzandığını ve onun bisküvi paketini kendisine doğru çektiğini görmüştü. Shackleton, kendisine sonsuzluk kadar uzun gelen bir tereddütte kaldığını söyledi. Kendi hayatını bu adamın ellerine teslim edemezdi. Bu adam bu kadar korkunç şartlar altında bir hırsızın karakterine mi sahipti? Gerçekten başka bir adamın son bisküvisini çalacak mıydı?
Shackleton bundan sonra ne olacağını görmek için gözlerini zorlamış ve şaşkınlık içinde aynı adamın kendi kutusunu açtığını, tek bisküvisini çıkardığını ve yoldaşının paketine koyduğunu görmüştü. Sonra paketi yavaşça uyuyan adamın yanına koymuştu. Gizli bir iyilik eylemi. Shackleton şöyle dedi:
“O adamın adını size söyleyemem. O eylemin kendisiyle Allah arasında bir sır olduğunu hissettim.”
Her gün yalan söyleyen insanlarla, yalan söyleyen televizyon programlarıyla ve yalan söyleyen gazetelerle birlikte yaşıyor, birlikte çalışıyoruz. Bunlardan bıkmak çok kolay. Daha da kötüsü, yalana kapılmak, bunu normal olarak kabul etmek ve bundan gerçekten zevk duymak çok kolay. Fakat dürüst bir şekilde yaşamak da o kadar kolay. Kendinizi doğru bir şekilde yaşamaya, doğruyu söylemeye ve doğruya inanmaya adayın; bu başka birini kurtarmak için son bisküvinizi vermek anlamına gelse bile. Bilge bir adam şöyle dedi:
“Gerçek sizi özgür kılacak.”
Tartışma Soruları
1. Sizce yaşlı peygamberi bir meleğin kendisini ziyaret etmesiyle ilgili hikâyeyi uydurmaya iten neydi?
2. Söylemekte olduğumuz bir yalanı düzeltmenin en iyi yolu nedir?
3. İnsanların inanmaktan zevk duydukları bazı yalanları düşünebiliyor musunuz?
4. Kendiniz her zaman gerçeği söylemeye kararlı mısınız?
5. Şu sözü tartışın: “Bir yalanı yüceltebilirsiniz, bir yalanı yasal hale getirebilirsiniz, bir yalanı silahlarla donatabilirsiniz, bir yalanı dinsel şekillerle ve korkunç cezalarla kutsallaştırabilirsiniz, fakat tüm bunlara rağmen yalan yine sadece yalandır. Diğer her yalan gibi bir ülkeyi çürütür ve bir halkı yozlaştırır, ve zamanla Allah’ın gerçeğinin beyaz ışığı
içinden geçerek parlar, işte o zaman yalan olduğu ortaya çıkar.”