Hiç bir tartışmada taraf tuttunuz mu? Kaç kez hangi futbol takımını tuttuğunuz soruldu? Kimi zaman taraf tutmak rahatsızlık vericidir. Diğer zamanlarda, basketbol, voleybol ya da futbol gibi bir oyunu oynamanızdan önce gerekli bir adımdır. Ve zaman zaman, taraf tutmak geleceğinizi ve kaderinizi şekillendirebilir. Bunu akılda tutarak, Kutsal Kitap’a bakmadan önce kısa bir öykü okuyalım.
Havada haftalardır heyecan vardı. Futbol sezonunun sonu yaklaşıyordu, hava ısınıyordu ve iki takım birincilik için mücadele ediyordu. Öyle olmuştu ki, kazananın şampiyon olacağı bir maç oynayacaklardı. Bu iki takım ezeli rakipler olan Fenerbahçe ile Beşiktaş’tı.
İki takımın gerçek bir şampiyonluk maçında karşı karşıya gelmeleri sık olan bir şey değildi, bu yüzden Erdem’in bunu kaçırmaya hiç niyeti yoktu. Coşkun bir Beşiktaş taraftarıydı ve bilet bulmak için kaldırımda yatması gerektiğinde tereddüt etmemişti. Arkadaşı Berk’in de maça gitmek isteyebileceğini biliyordu, bu yüzden sıra kendisine geldiğinde iki bilet aldı.
Beklenen gün geldi, sokaklar her iki takımın tezahüratlarıyla doldu ve kalabalıklar stadyuma gitmeye başladılar. Futbolla ilgisiz biri bunu isyan zannederdi, fakat İstanbul halkına göre bu kontrollü bir çılgınlıktı (eğer öyle bir şey varsa tabii).
Beşiktaş forması giyinmiş olan Erdem ve Berk stadyuma girerek oturacak bir yer buldular. Tıklım tıklım doluydu ve ne yazık ki boş olan tek bölüm iki takımın taraftarlarını ayırmak için ayrılmış olan yerdi. Tabii ki hiç kimse bu iki grup arasında olmak istemiyordu, zira tarafsız bölge olarak ayrılmış birkaç sıra olsa da, bir futbol maçında tarafsızlık diye bir şey yoktur. Erdem ile Berk yerlerini aldılar, Berk sıranın dış kenarına oturdu.
Taraftarlar zıplıyorlar, havlular sallıyorlar, işaret şekleri yakıyorlar ve konfeti atıyorlardı. Ancak Erdem ile Berk aynı deneyimi yaşamıyorlardı. Erdem Beşiktaş’a olan bağlılığını gösterirken, Berk öylesine izliyordu. Tüm tezahüratları bilmiyordu, bunları öğrenmek için çaba da göstermiyordu. Futbolu seviyordu fakat belli bir takımı tutmuyordu. Devre arasında, kalabalık biraz olsun yatıştığında, Erdem Berk’in karşısına dikildi:
“Ne yapıyorsun? Neden tezahürat yapmıyorsun? Yoksa Fener- bahçeli misin?”
Berk “Hayır. Takım tutmuyorum” karşılığını verdi. “Ne? Sen Türk müsün? Duyduklarıma inanamıyorum!”
“Yapma! Ne diyorsun, bir takımı tutmuyorsam Türk değil miyim?”
Erdem ona “Bak kardeşim, herkes bir takım tutar. Futbol maçı izleyip tarafsız kalamazsın. Bu doğru değil işte. Hatta tuhaf. Büyükannem bile takım tutuyor” diye çıkıştı.
Erdem’e göre bir kimsenin futbol maçında tarafsız kalabilmesi imkânsızdı. Bazılarımıza göre tuhaf gelse de, bazı insanlar taraf tutmaz ve hangi takımın kazanacağı umurlarında olmaz. Ancak ruhsal konularda böyle olamazsınız. Hiçbir şey yapmadığımızda aslında bir seçim yapmış oluruz. Allah’ın yolunu kesin olarak seçmezsek, otomatik olarak Şeytan’ın yolunu seçmiş oluruz, zira yalnızca iki seçenek vardır. Ya Allah’ın tarafında, ya da Şeytan’ın tarafındasınızdır. Hayatınız boyunca vereceğiniz en önemli karar, bu ruhsal savaşta kimin tarafında olacağınıza karar vermektir. 1. Krallar 18. bölüm, 17. ve 18. ayetlerden itibaren okumaya başlayalım:
17 [Ahav] İlyas’ı görünce, “Ey İsrail’i sıkıntıya sokan adam, sen misin?” diye sordu. 18 İlyas, “İsrail’i sıkıntıya sokan ben değilim, seninle babanın ailesi İsrail’i sıkıntıya soktunuz” diye karşılık verdi, “RAB’bin buyruklarını terk edip Baallar’ın ardınca gittiniz.”
İlyas Allah’ın kudretli bir peygamberiydi. Zengin bir evden ya da ünlü bir kentten gelmiyordu. Fakat imanlı ve duacı bir adamdı, sapkın bir ulusa azarlama ve yeniden yapılandırma mesajı iletmeye istekli bir adamdı. Evet, ne yazık ki kral Ahav tarafından yönetilen İsrail ulusu Evrenin Yaratıcısı’nı reddetmişti. Allah’ın Kendi antlaşmasını devam ettirdiği kişiler, Baal, Aşera ve kendi putlarına tapınmak için bir ve gerçek Allah’a ibadeti terk etmişlerdi. Davut ve Süleyman’ın krallıkları döneminde refah ve şöhret içinde geçen yıllardan sonra, İsrail ulusu şimdi bölünmüş bir krallıktı. İki oymak, Benyamin ve Yahuda, güney Yahuda krallığını meydana getirirken, geri kalan on oymak putperest Ahav ile kötü yürekli karısı İzebel tarafından yönetilen kuzey İsrail krallığını meydana getiriyordu.
Kral Ahav’ın İlyas’a sıkıntı verici bir adam demesi ilginç. Kral Ahav İsrail’in yaşamakta olduğu üç yıllık kuraklıktan söz ediyordu – İsrail’i kendi yoldan saptırmasının cezası olmasına rağmen, gerçekleşmesinden dolayı İlyas’ı suçladığı kuraklık. İlyas kuraklığı önceden bildirdiğinde yalnızca Allah’ın kendisine söylediği şeyi yapıyordu. Ancak Kral Ahav’ın seçeneği yok da değildi. Günahın- dan tövbe etmiş olsaydı, Allah kuraklığın meydana gelmesine izin vermezdi. Fakat tıpkı Mısır’ın Firavunu gibi, Kral Ahav da tövbe etmeyi reddetti ve İsrailliler’i putperestliğe yönlendirmeye devam etti. Bu nedenle üç yıl boyunca yağmur yağmadı.
Fakat Allah İsrail’den vazgeçmedi, çünkü onları halen seviyordu. O, antlaşmasında verdiği vaadinin yerine gelmesi gerektiğini biliyordu. İşte bu noktada, üç yıldır gizlenmekte olan İlyas’ı, yalnızca önemli bir mesaj iletmek üzere değil, ayrıca Allah’ın kudretinin en büyük tezahürlerinden birinde Kendisi’ni temsil etmek üzere çağırır. 1. Krallar 18. bölüm, 19. ve 20. ayetlerde yer alan, İlyas’ın Kral Ahav’a verdiği emirle devam edelim:
19 “Şimdi haber sal: Bütün İsrail halkı, İzebel’in sofrasında yiyip içen Baal’ın dört yüz elli peygamberi ve Aşera’nın dört yüz peygamberi Karmel Dağı’na gelip önümde toplansın.” 20 Ahav bütün İsrail’e haber salarak peygamberlerin Karmel Dağı’nda toplanmalarını sağladı.
Allah’ın peygamberi herkesin Karmel Dağı’nda toplanmasına ilişkin duyuruyu ilan etti. Bu dağ vadi tabanından epey yüksekte yer alır ve doruk noktasından dört bir yanı görebilirsiniz. Saklı ormanlarda gizlice ibadet etmeyi seven Baal ve Aşera tapınıcılarının aksine, Allah herkesin görebileceği bir şey yapmak üzereydi. Her bir İsrailli’ye yalnızca Kendisi’nin kudretli olduğunu burada hatırlatacaktı. Böylece Baal’ın ve Aşera’nın sahte peygamberleri, Kral Ahav, İlyas ve tüm İsrail dağın üzerinde ve çevresinde toplandılar. Öyküye 1. Krallar 18. bölüm, 21–24 ayetlerinden devam edelim:
21 İlyas halka doğru ilerleyip, “Daha ne zamana kadar böyle iki taraf arasında dalgalanacaksınız?” dedi, “Eğer RAB Tanrı’ysa, onu izleyin; yok eğer Baal Tanrı’ysa, onun ardınca gidin.” Halk İlyas’a hiç karşılık vermedi. 22 İlyas konuşmasını şöyle sürdürdü: “RAB’bin peygamberi olarak sadece ben kaldım. Ama Baal’ın dört yüz elli peygamberi var. 23 Bize iki boğa getirin. Birini Baal’ın peygamberleri alıp kessinler, parçalayıp odunların üzerine koysunlar; ama odunları yakmasınlar. Öbür boğayı da ben kesip hazırlayacağım ve odunların üzerine koyacağım; ama odunları yakmayacağım. 24 Sonra siz kendi ilahınızı adıyla çağırın, ben de RAB’bi adıyla çağırayım. Hangisi ateşle karşılık verirse, Tanrı odur.” Bütün halk, “Peki, öyle olsun” dedi.
İlyas Kutsal Kitap’ta yer alan en derinlikli sorulardan birini sordu ve ardından en önemli tekli erden biriyle devam etti.
“Daha ne zamana kadar böyle iki taraf arasında dalga- lanacaksınız? Eğer RAB Tanrı’ysa, onu izleyin; yok eğer Baal Tanrı’ysa, onun ardınca gidin.”
Başka bir deyişle, muallakta kalmayın. Tarafsız kalmaya çalışmaktan vazgeçin. Ya Allah’tan yanasınızdır, ya da O’na karşısınızdır. Ya bir ve gerçek Allah’a ibadet eder ve O sizin için önemliymiş gibi yaşarsınız, ya da bunu yapmazsınız! Bugünkü dille, hangi takımı tutuyorsunuz?
Bir an için İlyas’ın ne hissettiğini düşünün. Esasen o, etrafı düşman oldukları düşünülebilecek bir kalabalıkla kuşatılmış olan, toplumdan kovulmuş biriydi. Onların kendisini bu kuraklığın tek nedeni olarak gördüklerini biliyordu. Onu kolaylıkla yakalayabilir, dövebilir ve öldürebilirlerdi. Ancak yine de orada güvenle durarak Kralı, halkı ve sahte ibadet sistemini kınadı. Bu halkın geleceklerinin bu tek karara bağlı olacağını biliyordu. Ancak Kutsal Kitap şöyle diyor,
“Halk İlyas’a hiç karşılık vermedi.”
Sessizlik. Yanıt vermeyerek aslında çok net bir yanıt veriyorlardı. Sahte ibadete kalpten bağlılıkları ve akran baskısı, kültürel yalandan kurtulamayacakları kadar güçlüydü. Sessizlikleri aleyhlerinde tanıklık ediyordu. Suçluydular. 25–29 ayetlerini okuyalım:
25 İlyas, Baal’ın peygamberlerine, “Kalabalık olduğunuz için önce siz boğalardan birini seçip hazırlayın ve ilahınızı adıyla çağırın” dedi, “Ama ateş yakmayın.” 26 Kendilerine verilen boğayı alıp hazırlayan Baal’ın peygamberleri sabahtan öğlene kadar, “Ey Baal, bize karşılık ver!” diye yalvardılar. Ama ne bir ses vardı, ne de bir karşılık. Yaptıkları sunağın çevresinde zıplayıp oynadılar. 27 Öğleyin İlyas onlarla alay etmeye başladı: “Bağırın, yüksek sesle bağırın! O tanrıymış. Belki dalgındır, ya da heladadır, belki de yolculuk yapıyor! Yahut uyuyordur da uyandırmak gerekir!” 28 Böylece yüksek sesle bağırdılar. Adetleri uyarınca, kılıç ve mızraklarla kanlarını akıtıncaya dek bedenlerini yaraladılar. 29 Öğlenden akşam sunusu saatine kadar kıvrandılar. Ama hâlâ ne bir ses, ne ilgi, ne de bir karşılık vardı.
Putperest rahipler sunaklarını ve kurbanlarını hazırladılar. Baal’a ve Aşera’ya dua ettiler. Şarkı söyleyip dans ettiler. Fakat yanıt yoktu. İlyas onlarla alay ederek tanrılarının nerede olduğunu sordu.
“Meşgul olmalı, bu yüzden sizi duyamıyor” diye iğneledi.
Böylece sahte rahipler kendilerini kesmeye ve inlemeye başladılar. Ancak ne kadar dua ettiler, şarkı söylediler, kestiler ya da kan döktülerse de, Baal ile Aşera sessiz kaldı. Sahte tanrıları çok şey bekliyor, karşılığında da hiçbir şey vermiyordu. Bundan sonra neler olduğunu 30–35. ayetlerinde görelim:
30 O zaman İlyas bütün halka, “Bana yaklaşın” dedi. Herkes onun çevresinde toplandı. İlyas RAB’bin yıkılan sunağını onarmaya başladı. 31 On iki taş aldı. Bu sayı RAB’bin Yakup’a, “Senin adın İsrail olacak” diye bildirdiği Yakupoğulları oymaklarının sayısı kadardı. 32 İlyas bu taşlarla RAB’bin adına bir sunak yaptırdı. Çevresine de iki sea7 tohum alacak kadar bir hendek kazdı. 33 Sunağın üzerine odunları dizdi, boğayı parça parça kesip odunların üzerine yerleştirdi. “Dört küp su doldurup yakmalık sunuyla odunların üzerine dökün” dedi. 34 Sonra, “Bir daha yapın” dedi. Bir daha yaptılar. “Bir kez daha yapın” dedi. Üçüncü kez aynı şeyi yaptılar. 35 O zaman sunağın çevresine akan su hendeği doldurdu.
İnsanlar Baal’ın ve Aşera’nın karşılık vermediğini gördüklerinde, bir ve gerçek Allah’ın ne yapacağını merak ettiler. İlyas’a yaklaştılar ve o eski bir sunağı onarırken ilgiyle izlediler. Yakup’un ve on iki oğlunun öyküsünü anlatırken dinlediler. Kendi uluslarına aktarılan antlaşma vaadini hatırladılar. Ne kadar büyük olduklarını düşündüler ve refahlarını kaybetmelerine yandılar. Her biri, putperestliğe batışlarının kademe kademe gerçekleştiğini biliyordu. Günler, aylar,
yıllar süren bir süreçte meydana gelmişti. Şimdi 36–40 ayetlerini okuyalım:
36 Akşam sunusu saatinde, Peygamber İlyas sunağa yaklaşıp şöyle dua etti: “Ey İbrahim’in, İshak’ın ve İsrail’in Tanrısı olan RAB! Bugün bilinsin ki, sen İsrail’in Tanrısı’sın, ben de senin kulunum ve bütün bunları senin buyruklarınla yaptım. 37 Ya RAB, bana yanıt ver! Yanıt ver ki, bu halk senin Tanrı olduğunu anlasın. Onların yine sana dönmelerini sağla.” 38 O anda gökten RAB’bin ateşi düştü. Düşen ateş yakmalık sunuyu, odunları, taşları ve toprağı yakıp hendekteki suyu kuruttu. 39 Halk olanları görünce yüzüstü yere kapandı. “RAB Tanrı’dır, RAB Tanrı’dır!” dediler. 40 İlyas, “Baal’ın peygamberlerini yakalayın, hiçbirini kaçırmayın” diye onlara buyruk verdi. Peygamberler yakalandı, İlyas onları Kişon Vadisi’ne götürüp orada öldürdü.
İlyas Baal’ın sahte rahiplerine tam bir tezat teşkil ediyordu. Şarkı söyleyip dans etmedi, ya da kendisini yaralamadı. Allah’ın kimliğini ve üstünlüğünü ikrar ederek başladı. Basit bir dua okudu ve Allah’tan kurbanı ve halkın tövbesini kabul etmesini diledi. Neredeyse aynı anda, gökten ateş düşerek sunağı kuşattı. Alevler o kadar sıcaktı ki, kurban halkın gözü önünde parçalanıp dağıldı. Bir ve gerçek Allah’ın hakiki olduğuna ve yalnızca O’nun ibadete lâyık olduğuna şüphe yoktu. İnsanlar hemen yüzlerini örttüler ve yere düştüler. Tek söyleyebildikleri sözler şunlardı:
“RAB Tanrı’dır, RAB Tanrı’dır!”
Allah tarafından yönlendirilen İlyas, tövbe etmeyen Baal rahiplerinin yakalanarak götürülmelerini emretti. Korkuyla harekete geçen ve ruhsal uykularından uyanan halk, putperestleri yakaladı, oradan uzaklaştırdı ve onları öldürdü. Bundan böyle Allah’ın halkını günaha teşvik etmelerine izin verilmeyecekti. İsrailliler bir karara vardılar ve Allah’ın tarafında olmak istediklerine karar verdiler. Siz kimin tarafında olmak istiyorsunuz?
Başka bir Dünya Savaşı için adımlar atılırken ve ülkeler ittifaklar kurmaya başlamışken, Türkiye Cumhuriyeti önemli bir kararla karşı karşıyaydı. Müttefik mi, yoksa Mihver devlet mi olacaklardı? I. Dünya Savaşı’nda verilen korkunç kayıplardan ve anavatanın neredeyse kaybedilecek olduğu mücadelelerden sonra, Türk ulusu savaşın faturasının çok yüksek olduğuna karar verdi. Her iki taraftaki ülkelerden gelen yoğun baskıya rağmen, Türkiye savaş boyunca tarafsız kaldı. Zor, fakat mümkün olduğu ortaya çıkan bir konum.
Ruhsal hayatta ise, bu derste gördüğümüz gibi, tarafsızlığa yer yoktur. Ya Allah’a ibadet edersiniz, ya da etmezsiniz. Yaratıcı’ya ibadet etmemeyi seçerseniz, kaçınılmaz olarak başka bir şeye ibadet edersiniz. Bu başka bir tanrı, bir ilişki, eğlence ya da para olabilir. Bir şey kesin, yalnızca bir ve gerçek Allah özünde sizin yararınızı ister. Aldatılmanızı istemez, ne de günaha köle olmanızı ister. O sizin bereketlenmenizi ister!
O’nun tarafında olmak istiyorsanız, bu duayı edin:
“Allahım, Senin tarafında olmak istiyorum. Lütfen bana düz ve dar yolu göster. Lütfen bana iradeni göster ve beni doğruluk yolunda yürüt. Senin beni sevdiğini biliyorum. Sen, yalnızca sen Tanrı’sın. Amin.”
Tartışma Soruları
1. Hayatınızda sizi Allah’ın tarafında olmaktan alıkoyan herhangi bir şey, örneğin eylemler ya da düşünceler var mı?
Yani, yapmakta olduğunuz fakat Allah’ın önünde yapmayacağınız şeyler var mı?
2. Allah’a tamamen teslim olmaya kendinizi ikna etmek için gökten ateş mi yağması gerekir, yoksa şu anda hazır
mısınız?
3. Allah’ın tarafındaysanız, İlyas gibi olmanız ve başkalarına anlatmanız için ne gerekiyor?
4. Allah’a sadık kalmak için dostlarınızın ya da küçük bir grubun yardımına ihtiyacınız var mı? Öyle ise, onlardan
yardım isteyin. Bu ruhsal yolculukta birbirinizi desteklemek için bir antlaşma yapın.
7 “İki sea”: Yaklaşık 14.7 litrelik bir ölçek.
Havada haftalardır heyecan vardı. Futbol sezonunun sonu yaklaşıyordu, hava ısınıyordu ve iki takım birincilik için mücadele ediyordu. Öyle olmuştu ki, kazananın şampiyon olacağı bir maç oynayacaklardı. Bu iki takım ezeli rakipler olan Fenerbahçe ile Beşiktaş’tı.
İki takımın gerçek bir şampiyonluk maçında karşı karşıya gelmeleri sık olan bir şey değildi, bu yüzden Erdem’in bunu kaçırmaya hiç niyeti yoktu. Coşkun bir Beşiktaş taraftarıydı ve bilet bulmak için kaldırımda yatması gerektiğinde tereddüt etmemişti. Arkadaşı Berk’in de maça gitmek isteyebileceğini biliyordu, bu yüzden sıra kendisine geldiğinde iki bilet aldı.
Beklenen gün geldi, sokaklar her iki takımın tezahüratlarıyla doldu ve kalabalıklar stadyuma gitmeye başladılar. Futbolla ilgisiz biri bunu isyan zannederdi, fakat İstanbul halkına göre bu kontrollü bir çılgınlıktı (eğer öyle bir şey varsa tabii).
Beşiktaş forması giyinmiş olan Erdem ve Berk stadyuma girerek oturacak bir yer buldular. Tıklım tıklım doluydu ve ne yazık ki boş olan tek bölüm iki takımın taraftarlarını ayırmak için ayrılmış olan yerdi. Tabii ki hiç kimse bu iki grup arasında olmak istemiyordu, zira tarafsız bölge olarak ayrılmış birkaç sıra olsa da, bir futbol maçında tarafsızlık diye bir şey yoktur. Erdem ile Berk yerlerini aldılar, Berk sıranın dış kenarına oturdu.
Taraftarlar zıplıyorlar, havlular sallıyorlar, işaret şekleri yakıyorlar ve konfeti atıyorlardı. Ancak Erdem ile Berk aynı deneyimi yaşamıyorlardı. Erdem Beşiktaş’a olan bağlılığını gösterirken, Berk öylesine izliyordu. Tüm tezahüratları bilmiyordu, bunları öğrenmek için çaba da göstermiyordu. Futbolu seviyordu fakat belli bir takımı tutmuyordu. Devre arasında, kalabalık biraz olsun yatıştığında, Erdem Berk’in karşısına dikildi:
“Ne yapıyorsun? Neden tezahürat yapmıyorsun? Yoksa Fener- bahçeli misin?”
Berk “Hayır. Takım tutmuyorum” karşılığını verdi. “Ne? Sen Türk müsün? Duyduklarıma inanamıyorum!”
“Yapma! Ne diyorsun, bir takımı tutmuyorsam Türk değil miyim?”
Erdem ona “Bak kardeşim, herkes bir takım tutar. Futbol maçı izleyip tarafsız kalamazsın. Bu doğru değil işte. Hatta tuhaf. Büyükannem bile takım tutuyor” diye çıkıştı.
Erdem’e göre bir kimsenin futbol maçında tarafsız kalabilmesi imkânsızdı. Bazılarımıza göre tuhaf gelse de, bazı insanlar taraf tutmaz ve hangi takımın kazanacağı umurlarında olmaz. Ancak ruhsal konularda böyle olamazsınız. Hiçbir şey yapmadığımızda aslında bir seçim yapmış oluruz. Allah’ın yolunu kesin olarak seçmezsek, otomatik olarak Şeytan’ın yolunu seçmiş oluruz, zira yalnızca iki seçenek vardır. Ya Allah’ın tarafında, ya da Şeytan’ın tarafındasınızdır. Hayatınız boyunca vereceğiniz en önemli karar, bu ruhsal savaşta kimin tarafında olacağınıza karar vermektir. 1. Krallar 18. bölüm, 17. ve 18. ayetlerden itibaren okumaya başlayalım:
17 [Ahav] İlyas’ı görünce, “Ey İsrail’i sıkıntıya sokan adam, sen misin?” diye sordu. 18 İlyas, “İsrail’i sıkıntıya sokan ben değilim, seninle babanın ailesi İsrail’i sıkıntıya soktunuz” diye karşılık verdi, “RAB’bin buyruklarını terk edip Baallar’ın ardınca gittiniz.”
İlyas Allah’ın kudretli bir peygamberiydi. Zengin bir evden ya da ünlü bir kentten gelmiyordu. Fakat imanlı ve duacı bir adamdı, sapkın bir ulusa azarlama ve yeniden yapılandırma mesajı iletmeye istekli bir adamdı. Evet, ne yazık ki kral Ahav tarafından yönetilen İsrail ulusu Evrenin Yaratıcısı’nı reddetmişti. Allah’ın Kendi antlaşmasını devam ettirdiği kişiler, Baal, Aşera ve kendi putlarına tapınmak için bir ve gerçek Allah’a ibadeti terk etmişlerdi. Davut ve Süleyman’ın krallıkları döneminde refah ve şöhret içinde geçen yıllardan sonra, İsrail ulusu şimdi bölünmüş bir krallıktı. İki oymak, Benyamin ve Yahuda, güney Yahuda krallığını meydana getirirken, geri kalan on oymak putperest Ahav ile kötü yürekli karısı İzebel tarafından yönetilen kuzey İsrail krallığını meydana getiriyordu.
Kral Ahav’ın İlyas’a sıkıntı verici bir adam demesi ilginç. Kral Ahav İsrail’in yaşamakta olduğu üç yıllık kuraklıktan söz ediyordu – İsrail’i kendi yoldan saptırmasının cezası olmasına rağmen, gerçekleşmesinden dolayı İlyas’ı suçladığı kuraklık. İlyas kuraklığı önceden bildirdiğinde yalnızca Allah’ın kendisine söylediği şeyi yapıyordu. Ancak Kral Ahav’ın seçeneği yok da değildi. Günahın- dan tövbe etmiş olsaydı, Allah kuraklığın meydana gelmesine izin vermezdi. Fakat tıpkı Mısır’ın Firavunu gibi, Kral Ahav da tövbe etmeyi reddetti ve İsrailliler’i putperestliğe yönlendirmeye devam etti. Bu nedenle üç yıl boyunca yağmur yağmadı.
Fakat Allah İsrail’den vazgeçmedi, çünkü onları halen seviyordu. O, antlaşmasında verdiği vaadinin yerine gelmesi gerektiğini biliyordu. İşte bu noktada, üç yıldır gizlenmekte olan İlyas’ı, yalnızca önemli bir mesaj iletmek üzere değil, ayrıca Allah’ın kudretinin en büyük tezahürlerinden birinde Kendisi’ni temsil etmek üzere çağırır. 1. Krallar 18. bölüm, 19. ve 20. ayetlerde yer alan, İlyas’ın Kral Ahav’a verdiği emirle devam edelim:
19 “Şimdi haber sal: Bütün İsrail halkı, İzebel’in sofrasında yiyip içen Baal’ın dört yüz elli peygamberi ve Aşera’nın dört yüz peygamberi Karmel Dağı’na gelip önümde toplansın.” 20 Ahav bütün İsrail’e haber salarak peygamberlerin Karmel Dağı’nda toplanmalarını sağladı.
Allah’ın peygamberi herkesin Karmel Dağı’nda toplanmasına ilişkin duyuruyu ilan etti. Bu dağ vadi tabanından epey yüksekte yer alır ve doruk noktasından dört bir yanı görebilirsiniz. Saklı ormanlarda gizlice ibadet etmeyi seven Baal ve Aşera tapınıcılarının aksine, Allah herkesin görebileceği bir şey yapmak üzereydi. Her bir İsrailli’ye yalnızca Kendisi’nin kudretli olduğunu burada hatırlatacaktı. Böylece Baal’ın ve Aşera’nın sahte peygamberleri, Kral Ahav, İlyas ve tüm İsrail dağın üzerinde ve çevresinde toplandılar. Öyküye 1. Krallar 18. bölüm, 21–24 ayetlerinden devam edelim:
21 İlyas halka doğru ilerleyip, “Daha ne zamana kadar böyle iki taraf arasında dalgalanacaksınız?” dedi, “Eğer RAB Tanrı’ysa, onu izleyin; yok eğer Baal Tanrı’ysa, onun ardınca gidin.” Halk İlyas’a hiç karşılık vermedi. 22 İlyas konuşmasını şöyle sürdürdü: “RAB’bin peygamberi olarak sadece ben kaldım. Ama Baal’ın dört yüz elli peygamberi var. 23 Bize iki boğa getirin. Birini Baal’ın peygamberleri alıp kessinler, parçalayıp odunların üzerine koysunlar; ama odunları yakmasınlar. Öbür boğayı da ben kesip hazırlayacağım ve odunların üzerine koyacağım; ama odunları yakmayacağım. 24 Sonra siz kendi ilahınızı adıyla çağırın, ben de RAB’bi adıyla çağırayım. Hangisi ateşle karşılık verirse, Tanrı odur.” Bütün halk, “Peki, öyle olsun” dedi.
İlyas Kutsal Kitap’ta yer alan en derinlikli sorulardan birini sordu ve ardından en önemli tekli erden biriyle devam etti.
“Daha ne zamana kadar böyle iki taraf arasında dalga- lanacaksınız? Eğer RAB Tanrı’ysa, onu izleyin; yok eğer Baal Tanrı’ysa, onun ardınca gidin.”
Başka bir deyişle, muallakta kalmayın. Tarafsız kalmaya çalışmaktan vazgeçin. Ya Allah’tan yanasınızdır, ya da O’na karşısınızdır. Ya bir ve gerçek Allah’a ibadet eder ve O sizin için önemliymiş gibi yaşarsınız, ya da bunu yapmazsınız! Bugünkü dille, hangi takımı tutuyorsunuz?
Bir an için İlyas’ın ne hissettiğini düşünün. Esasen o, etrafı düşman oldukları düşünülebilecek bir kalabalıkla kuşatılmış olan, toplumdan kovulmuş biriydi. Onların kendisini bu kuraklığın tek nedeni olarak gördüklerini biliyordu. Onu kolaylıkla yakalayabilir, dövebilir ve öldürebilirlerdi. Ancak yine de orada güvenle durarak Kralı, halkı ve sahte ibadet sistemini kınadı. Bu halkın geleceklerinin bu tek karara bağlı olacağını biliyordu. Ancak Kutsal Kitap şöyle diyor,
“Halk İlyas’a hiç karşılık vermedi.”
Sessizlik. Yanıt vermeyerek aslında çok net bir yanıt veriyorlardı. Sahte ibadete kalpten bağlılıkları ve akran baskısı, kültürel yalandan kurtulamayacakları kadar güçlüydü. Sessizlikleri aleyhlerinde tanıklık ediyordu. Suçluydular. 25–29 ayetlerini okuyalım:
25 İlyas, Baal’ın peygamberlerine, “Kalabalık olduğunuz için önce siz boğalardan birini seçip hazırlayın ve ilahınızı adıyla çağırın” dedi, “Ama ateş yakmayın.” 26 Kendilerine verilen boğayı alıp hazırlayan Baal’ın peygamberleri sabahtan öğlene kadar, “Ey Baal, bize karşılık ver!” diye yalvardılar. Ama ne bir ses vardı, ne de bir karşılık. Yaptıkları sunağın çevresinde zıplayıp oynadılar. 27 Öğleyin İlyas onlarla alay etmeye başladı: “Bağırın, yüksek sesle bağırın! O tanrıymış. Belki dalgındır, ya da heladadır, belki de yolculuk yapıyor! Yahut uyuyordur da uyandırmak gerekir!” 28 Böylece yüksek sesle bağırdılar. Adetleri uyarınca, kılıç ve mızraklarla kanlarını akıtıncaya dek bedenlerini yaraladılar. 29 Öğlenden akşam sunusu saatine kadar kıvrandılar. Ama hâlâ ne bir ses, ne ilgi, ne de bir karşılık vardı.
Putperest rahipler sunaklarını ve kurbanlarını hazırladılar. Baal’a ve Aşera’ya dua ettiler. Şarkı söyleyip dans ettiler. Fakat yanıt yoktu. İlyas onlarla alay ederek tanrılarının nerede olduğunu sordu.
“Meşgul olmalı, bu yüzden sizi duyamıyor” diye iğneledi.
Böylece sahte rahipler kendilerini kesmeye ve inlemeye başladılar. Ancak ne kadar dua ettiler, şarkı söylediler, kestiler ya da kan döktülerse de, Baal ile Aşera sessiz kaldı. Sahte tanrıları çok şey bekliyor, karşılığında da hiçbir şey vermiyordu. Bundan sonra neler olduğunu 30–35. ayetlerinde görelim:
30 O zaman İlyas bütün halka, “Bana yaklaşın” dedi. Herkes onun çevresinde toplandı. İlyas RAB’bin yıkılan sunağını onarmaya başladı. 31 On iki taş aldı. Bu sayı RAB’bin Yakup’a, “Senin adın İsrail olacak” diye bildirdiği Yakupoğulları oymaklarının sayısı kadardı. 32 İlyas bu taşlarla RAB’bin adına bir sunak yaptırdı. Çevresine de iki sea7 tohum alacak kadar bir hendek kazdı. 33 Sunağın üzerine odunları dizdi, boğayı parça parça kesip odunların üzerine yerleştirdi. “Dört küp su doldurup yakmalık sunuyla odunların üzerine dökün” dedi. 34 Sonra, “Bir daha yapın” dedi. Bir daha yaptılar. “Bir kez daha yapın” dedi. Üçüncü kez aynı şeyi yaptılar. 35 O zaman sunağın çevresine akan su hendeği doldurdu.
İnsanlar Baal’ın ve Aşera’nın karşılık vermediğini gördüklerinde, bir ve gerçek Allah’ın ne yapacağını merak ettiler. İlyas’a yaklaştılar ve o eski bir sunağı onarırken ilgiyle izlediler. Yakup’un ve on iki oğlunun öyküsünü anlatırken dinlediler. Kendi uluslarına aktarılan antlaşma vaadini hatırladılar. Ne kadar büyük olduklarını düşündüler ve refahlarını kaybetmelerine yandılar. Her biri, putperestliğe batışlarının kademe kademe gerçekleştiğini biliyordu. Günler, aylar,
yıllar süren bir süreçte meydana gelmişti. Şimdi 36–40 ayetlerini okuyalım:
36 Akşam sunusu saatinde, Peygamber İlyas sunağa yaklaşıp şöyle dua etti: “Ey İbrahim’in, İshak’ın ve İsrail’in Tanrısı olan RAB! Bugün bilinsin ki, sen İsrail’in Tanrısı’sın, ben de senin kulunum ve bütün bunları senin buyruklarınla yaptım. 37 Ya RAB, bana yanıt ver! Yanıt ver ki, bu halk senin Tanrı olduğunu anlasın. Onların yine sana dönmelerini sağla.” 38 O anda gökten RAB’bin ateşi düştü. Düşen ateş yakmalık sunuyu, odunları, taşları ve toprağı yakıp hendekteki suyu kuruttu. 39 Halk olanları görünce yüzüstü yere kapandı. “RAB Tanrı’dır, RAB Tanrı’dır!” dediler. 40 İlyas, “Baal’ın peygamberlerini yakalayın, hiçbirini kaçırmayın” diye onlara buyruk verdi. Peygamberler yakalandı, İlyas onları Kişon Vadisi’ne götürüp orada öldürdü.
İlyas Baal’ın sahte rahiplerine tam bir tezat teşkil ediyordu. Şarkı söyleyip dans etmedi, ya da kendisini yaralamadı. Allah’ın kimliğini ve üstünlüğünü ikrar ederek başladı. Basit bir dua okudu ve Allah’tan kurbanı ve halkın tövbesini kabul etmesini diledi. Neredeyse aynı anda, gökten ateş düşerek sunağı kuşattı. Alevler o kadar sıcaktı ki, kurban halkın gözü önünde parçalanıp dağıldı. Bir ve gerçek Allah’ın hakiki olduğuna ve yalnızca O’nun ibadete lâyık olduğuna şüphe yoktu. İnsanlar hemen yüzlerini örttüler ve yere düştüler. Tek söyleyebildikleri sözler şunlardı:
“RAB Tanrı’dır, RAB Tanrı’dır!”
Allah tarafından yönlendirilen İlyas, tövbe etmeyen Baal rahiplerinin yakalanarak götürülmelerini emretti. Korkuyla harekete geçen ve ruhsal uykularından uyanan halk, putperestleri yakaladı, oradan uzaklaştırdı ve onları öldürdü. Bundan böyle Allah’ın halkını günaha teşvik etmelerine izin verilmeyecekti. İsrailliler bir karara vardılar ve Allah’ın tarafında olmak istediklerine karar verdiler. Siz kimin tarafında olmak istiyorsunuz?
Başka bir Dünya Savaşı için adımlar atılırken ve ülkeler ittifaklar kurmaya başlamışken, Türkiye Cumhuriyeti önemli bir kararla karşı karşıyaydı. Müttefik mi, yoksa Mihver devlet mi olacaklardı? I. Dünya Savaşı’nda verilen korkunç kayıplardan ve anavatanın neredeyse kaybedilecek olduğu mücadelelerden sonra, Türk ulusu savaşın faturasının çok yüksek olduğuna karar verdi. Her iki taraftaki ülkelerden gelen yoğun baskıya rağmen, Türkiye savaş boyunca tarafsız kaldı. Zor, fakat mümkün olduğu ortaya çıkan bir konum.
Ruhsal hayatta ise, bu derste gördüğümüz gibi, tarafsızlığa yer yoktur. Ya Allah’a ibadet edersiniz, ya da etmezsiniz. Yaratıcı’ya ibadet etmemeyi seçerseniz, kaçınılmaz olarak başka bir şeye ibadet edersiniz. Bu başka bir tanrı, bir ilişki, eğlence ya da para olabilir. Bir şey kesin, yalnızca bir ve gerçek Allah özünde sizin yararınızı ister. Aldatılmanızı istemez, ne de günaha köle olmanızı ister. O sizin bereketlenmenizi ister!
O’nun tarafında olmak istiyorsanız, bu duayı edin:
“Allahım, Senin tarafında olmak istiyorum. Lütfen bana düz ve dar yolu göster. Lütfen bana iradeni göster ve beni doğruluk yolunda yürüt. Senin beni sevdiğini biliyorum. Sen, yalnızca sen Tanrı’sın. Amin.”
Tartışma Soruları
1. Hayatınızda sizi Allah’ın tarafında olmaktan alıkoyan herhangi bir şey, örneğin eylemler ya da düşünceler var mı?
Yani, yapmakta olduğunuz fakat Allah’ın önünde yapmayacağınız şeyler var mı?
2. Allah’a tamamen teslim olmaya kendinizi ikna etmek için gökten ateş mi yağması gerekir, yoksa şu anda hazır
mısınız?
3. Allah’ın tarafındaysanız, İlyas gibi olmanız ve başkalarına anlatmanız için ne gerekiyor?
4. Allah’a sadık kalmak için dostlarınızın ya da küçük bir grubun yardımına ihtiyacınız var mı? Öyle ise, onlardan
yardım isteyin. Bu ruhsal yolculukta birbirinizi desteklemek için bir antlaşma yapın.
7 “İki sea”: Yaklaşık 14.7 litrelik bir ölçek.