Denilir ki, “Dost, kalbindeki şarkıyı bilen ve sen sözlerini unuttuğunda sana söyleyen kişidir.”
Evet, iyi bir dost hayatımızın yükünü ha etir ve moralimizi düzeltir. İyi bir dostun değeri nedir? Buna bir paha biçilebilir mi? Sadık dostlar kolay bulunmaz. Fakat hayatınızda yakın bir dostunuz olduysa, içten dostluğun ne kadar büyük bir hazine olduğunu bilirsiniz. Tanıdıklar çoktur, fakat sizi içtenlikle seven ve anlayan birini bulmak çok nadirdir. En yüce ilişki, sizi yalnızca siz olduğunuz için sevmekle kalmayıp, size daha iyi biri olmayı ilham eden bir dosta sahip olmaktır! Özdeyişler 18. bölüm, 24. ayette Kral Süleyman şöyle yazdı:
24 Yıkıma götüren dostlar vardır, ama öyle dost var ki, kardeşten yakındır insana.
Bu dersimizde nasıl bu türden bir dost –kardeşten daha yakın bir dost– olabileceğimizi düşünmek için zaman ayıracağız.
Türk tarihindeki belki en ünlü dostluk, Celalettin Rumi (Mevlana) ile Şems–i Tebrizi’nin dostluğudur. 13. yüzyılda Konya’da kurulan bu dostluk, Türk tarihini sonsuza dek değiştirdi. Rumi yetenekli bir avukat ve alimdi. Şems gezgin bir sufiydi. İkisi karşılaştıklarında, Şems Rumi’ye daha önce sahip olmadığı bir şey verdi: ilham. İkili hemen ruh eşi oldu. Allah’a, insana ve ilahî sevgiye dair konuları konuşmaktan ve tartışmaktan zevk alan entelektüel akranlardı. Rumi bilgiliydi, belki de fazla bilgiliydi. Fakat Şems, Rumi için daha önce hiç bakmadığı bir pencere açmış gibiydi. Bilgiye dayalı bir dinden, ruhsal bir karşılaşmaya doğru döndü. Yeni dostu ona, Rumi’nin ilahî bilincin mutluluğu adını verdiği bir şeyi açtı.
Dostlukları Şems’in acıklı ölümüyle sona erdi. Ancak Rumi’nin hayatı bir daha eskisi gibi olmayacaktı. Rumi şiirlerinin pek çoğunu en sevgili dostuna bir kaside olarak yazar. Bu, çoğumuzun anlayamayacağı bir dostluktur.
Rumi Şems için “Ben rüzgârım, sen ateşsin” yazar.
Bazıları, Rumi Şems’le hiç tanışmasaydı Türkiye’nin bu Konyalı avukatın adını muhtemelen duymayacağını düşünmüşlerdir. İyi bir dost işte bunu yapar. Bize ilham verir ki, biz de dünyaya ilham verebilelim.
Şimdi daha da eski bir dostluğa bakalım. İki peygamberin, İlyas ile Elişa’nın çarpıcı ortaklığına. İlyas hakkında daha önce okumuştuk. Bu kez en yakın dostu Elişa’nın ilham verici öyküsünü okuyalım.
Öyküye İlyas’ın Karmel Dağı’nda 850 putperest rahibe cesaretle meydan okumasından itibaren devam ediyoruz. İlyas’ın duasına karşılık olarak gökten ateş yağmıştı. Ancak bu muhteşem zaferin hemen ardından kötü haber geldi. İlyas’ın yanına koşarak gelen bir haberci, şeytani kraliçe İzebel’in kendisini aradığını bildirdi. İzebel’in onu aramak için bir tek nedeni vardı; kafasını kestirmek istiyordu! Siz ve ben ne yaparsak İlyas da onu yaptı; Kutsal Kitap telaşa kapılıp kaçtığını bildiriyor. Allah onun durmaksızın koşmasına izin verdi. İlyas bir aydan uzun bir süre çölde korkuyla kaçtı. Putperest rahiplere karşı gösterdiği kendi cesaretinden kork- muştu ve İzebel’in kendisine yapabileceklerinden korkuyordu. İlyas duygusal yönden çökmüştü ve insani zayıflığı içinde yalnızca ölmek istedi. Kutsal Kitap iki kez Rabb’in onu meleklerin eliyle beslediğini söylüyor. Ancak İlyas yine de korkuyla doluydu. Bundan sonra Allah İlyas’a konuştu. Öyküyü 1. Krallar 19. bölüm, 13. ve 14. ayetlerden okumaya başlayalım:
13 İlyas bu sesi duyunca, cüppesiyle yüzünü örttü, çıkıp mağaranın girişinde durdu. O sırada bir ses, “Burada ne yapıyorsun, İlyas?” dedi. 14 İlyas, “RAB’be, Her Şeye Egemen Tanrı’ya büyük bir istekle kulluk ettim” diye karşılık verdi, “Ama İsrail halkı senin antlaşmanı reddetti, sunaklarını yıktı ve peygamberlerini kılıçtan geçirdi. Yalnız ben kaldım. Beni de öldürmeye çalışıyorlar.”
Anlaşılan Allah İlyas’ın özgeçmişiyle pek ilgili değildi. Allah, gösterdiği başarılar nedeniyle İlyas’ın sırtını sıvazlamak yerine, onu farklı bir yolla cesaretlendirmek üzereydi. Ona bir dost, peygamberlik hizmetinde bir müttefik verecekti. 15. ve 16. ayetlerden bir bölüm okuyarak devam edelim.
15–16 RAB, “Geldiğin yoldan geri dön...” dedi, “Oraya vardığında... Yehu’yu İsrail Kralı olarak... Şafat’ın oğlu Elişa’yı da kendi yerine peygamber olarak meshedeceksin.”
Yeni bir cesaretle dolarak saklandığı mağaradan çıktı ve Allah’ın adıyla belirttiği bu adamı, “Elişa”yı bulmak için hemen yola koyuldu. Bahar zamanıydı, bu nedenle çiftçiler tarlalarında çalışıyorlardı. Yaklaşırken, kısmen sürülmüş tarladaki hale ni görebiliyordu. Belki İlyas, Elişa’nın hayvanlara koşum takan diğer çiftlik işçilerine talimatlar vermesini seyretmek üzere bir dakika duraklamıştır. Şimdi, bu iki adamın ilk kez karşılaştıkları o muhteşem anı zihninizde canlandırın. Öykü 1. Krallar 19. bölüm, 19–21 ayetlerinde kayıtlıdır:
19 İlyas oradan ayrılıp gitti, Şafat oğlu Elişa’yı buldu. Elişa, on iki çift öküzle saban sürenlerin ardından on ikinci çifti sürüyordu. İlyas Elişa’nın yanından geçerek kendi cüppesini onun üzerine attı. 20 Elişa öküzleri bırakıp İlyas’ın ardından koştu ve, “İzin ver, annemle babamı öpeyim, sonra seninle geleyim” dedi. İlyas, “Geri dön, ben sana ne yaptım ki?” diye karşılık verdi. 21 Böylece Elişa gidip sürdüğü çiftin öküzlerini kesti. Boyunduruklarıyla ateş yakıp etleri pişirdikten sonra, yesinler diye halka dağıttı. Sonra, İlyas’ın ardından gidip ona hizmet etti.
Bu metni gerçekten anlayabilmek için, geçen dersten birkaç hususu hatırlamamız gerek. İsrail’de üç buçuk yıl boyunca yağmur yağmadığını hatırlarsınız. Şimdi Allah’ın lütfuyla yağmurlar tekrar düşmeye başlamıştı. Toprak nemli ve verimliydi. Bu bir çiftçinin görmek için yaşadığı zamandı ve Elişa bir çiftçiydi. Hem de yetenekli bir çiftçiydi. Onun on iki çift öküzü idare ettiğini görüyoruz.
Elişa sevdiği işi yapıyordu ve büyük bir fırsat zamanındaydı. Toprağı kesen sabanın istikrarlı ritminin ve zorla ilerleyen öküz- lerin yan yana hareketlerinin nerdeyse hipnotize edici bir gücü vardı. Elişa muhtemelen biçeceğinden emin olduğu harika hasadı düşünmekteydi.
Birden omzuna bir el dokundu, Elişa döndü ve hayatı boyunca hakkında işittiği bir adamı görerek şaşkına uğradı. İlyas peygamber! İlyas üzerine cüppesini örttüğünde, bunun çağrıldığı anlamına gelen bir işaret olduğunu biliyordu. Kutsal Ruh’un varlığını hissedebiliyordu. İlyas’a büyük bir saygısı vardı ve ilişkilerinin kendisini götüreceği her yerde İlyas’a hizmet ederek kendi geleceğini Allah’ın gözetimine emanet edebileceğini biliyordu. Her ihtimale karşı İlyas, Elişa’ya “Geri dön, ben sana ne yaptım ki?” diye başka bir seçenek yapması için bir fırsat daha verdi. Fakat Elişa’nın aklında başka bir seçenek yoktu. Allah’ın çağırısını kabul edecekti.
Evden ayrılmadan önce anne–babasına hürmet ve saygılarını göstermek istedi. Onları öptü ve vedalaştı; fakat bununla kalmadı. Çalışma aletlerini de feda etti! Sabanını yakarak öküzlerini pişirdi. Bu onun eski işiyle bağlarını koparma yöntemiydi. Geri dönüş yoktu. Allah onu daha önemli bir şey için çağırmıştı. O zamandan itibaren o ve İlyas Allah’ın hizmetinde müttefikler, ortaklar ve dostlar olacaklardı.
Burada Allah’ın işini yapmada yetkinlik için önderliğin anahtar bir unsurunu öğreniyoruz. Elişa çalışkan bir işçiydi. Çiftlikteki işini iyi yaptığı için de, peygamberlik işini yapmak üzere yetkinlik kazanmıştı. Siz de, gerek bir lokantada bulaşık yıkıyor olun, gerek bir fabrikada elbise dikiyor, gerekse patronunuz için hesapları tutuyor olun, sıkı çalışın. İşinizi Allah’ı yüceltmek için yapın, öyle ki Allah sizi daha yüksek bir konuma çağırdığında hazır olasınız.
Elişa’nın işi kısaca İlyas’a bir asistan gibi yardımcı olmaktı. Kutsal Kitap onun “efendisinin ellerine su döktüğünü” söylüyor. İlyas’ı bereketleyecek olan her şeyi yapmaya istekliydi. Her adımda Allah’a faydalı hizmet için en önemli karakter özelliği olan alçakgönüllülüğü gelişiyordu.
Peygamberlerin okulundaki önderlik eğitimi, günümüzün işadamlarının güce aç tarzından çok daha farklıydı. Elişa, peygamberin kişisel yardımcısı olarak İlyas’ın başkalarına nasıl hizmet ettiğini izledi ve davranışını taklit etti. Elişa küçük şeylerde sadık olduğunu göstermeye devam ederken, bir yandan da kendisini gündelik olarak ruhsal gelişime adıyordu. Bunu İlyas’ın duaya olan tutkusunu paylaşarak, Tevrat ve Zebur üzerinde derin düşünmek için sabah erkenden kalkarak ve bir kimsenin arkadaşını dinlediği gibi Allah’ı dinleyerek gerçekleştirdiğinden emin olabiliriz.
İlyas’ın işi bir filozofun, sufinin ya da şairin işi değildi. Hayır, o bir peygamberdi! Onun görevi insanları Allah’ın Yasası’na geri çağırmaktı. Halkın arasında, yıkılmış olan yasaları tekrar ayağa kaldırmak gibi zor bir görevi vardı. İlyas kelimenin gerçek anlamıyla ölüyü diriltmişti. Gökten ateş yağdırmış ve başka mucizeler gerçekleştirmişti. Bu hayalperest felsefe değildi, ne de dönen dervişin yaşamıydı. Hayır, İlyas Allah’ın gücüyle günahın gücüne karşı koyuyor ve ruhsal savaşlar veriyordu! Şeytan’la ve onun aracılarıyla bu doğrudan karşılaşma, Elişa’nın öğrenmesi gereken bir işti. Ancak mucize gösterme çıraklık yoluyla öğretilemez. Ruhsal güç bir yetenek değildir. Bu, İlahî olanla yaşayan bir ilişkidir!
İlyas’ın Allah’la olan ilişkisi Elişa’ya ilham veren şeydi. İlyas gibi bir adam olmayı şiddetle istiyordu. Elişa İlyas’ı bağlılığından ve Allah’ın gerçeği için ayakta durmaktaki azimli kararlılığından ötürü seviyordu. Elişa kalbinde tıpkı efendisi gibi göğün huzurunda yaşayabilmeyi arzuluyordu. Allah onu bu büyük peygamberle bir ekip olmak üzere şere endirmişti. Şimdi o bu şerefe lâyık olmayı arzuluyordu.
Yıllar önce, Davut’un zamanında, Samuel Peygamber “Peygamberlik Okulları”nı hayata geçirmişti. Bu okullar İsrail’in uzun putperestlik dönemi sırasında kapatılmışlardı. İlyas, gençlere Tevrat’tan gerçeklerin öğretilerek ailelerinde ve ülkelerinde ruhsal önderler olmayı öğrenebilmeleri için bu eğitim merkezlerini yeniden canlandırmayı son işi haline getirdi. Bu okullarda gençler kuzu kurbanının derin anlamını ve ulusu Allah’ın görkemli bağışlayıcılığına yönlendirmeyi öğrenebileceklerdi.
İlyas yaşlanıyordu ve bu okulları son kez ziyaret ediyordu. Allah İlyas’ı göğe almak üzereydi. Kutsal Kitap 2. Krallar 2. bölüm, 1. ve 2. ayetlerde şöyle diyor:
1 RAB İlyas’ı kasırgayla göklere çıkarmadan önce, İlyas ile Elişa Gilgal’dan ayrılıp yola çıkmışlardı. 2 İlyas Elişa’ya, “Lütfen sen burada kal, çünkü RAB beni Beytel’e gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB’bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece Beytel’e birlikte gittiler.
İlyas’ın zamanının sona ermek üzere olduğuna dair haberler dolaşıyordu. Elişa dostuna veda etmek istemiyordu. Hatta onun gitmesini de istemiyordu. Böylece efendisini gözünün önünden ayırmayacaktı. Onun yakınında olmak istiyordu. 3. ayeti okuyarak devam edelim:
3 Beytel’deki peygamber topluluğu Elişa’nın yanına geldi. “RAB bugün efendini senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın!” diye karşılık verdi.
Bir peygamberin başka bir peygamberden sır saklaması kolay değildi! İlyas dostunun ruhsal radarının kapsama alanının dışına çıkmakta zorlanıyordu! Aslında burada biraz mizah var, çünkü onlar “peygamber okulları”nı ziyaret ederken, genç öğrencilere de dua saatlerinde İlyas’ın alınacağı gösterilmişti. Bildiklerini hemen söylemeye başladılar. Olay benzer şekilde üç kez gerçekleşti. Bunu 4–6 ayetlerinde okuyabiliriz:
4 İlyas, “Elişa, lütfen burada kal, çünkü RAB beni Eriha’ya gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB’bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece birlikte Eriha’ya gittiler. 5 Eriha’daki peygamber topluluğu Elişa’nın yanına geldi. “RAB efendini bugün senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın” diye karşılık verdi. 6 Sonra İlyas, “Lütfen, burada kal, çünkü RAB beni Şeria Irmağı kıyısına gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB’bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece ikisi birlikte yollarına devam etti.
Ve bu büyük kudretli ikili yollarına devam ettiler. Konuşarak, dua ederek ve Allah’ı överek kilometrelerce tozlu yollar kat etmişlerdi. Şimdi eğitim tamamlanmıştı. Kutsal Kitap, peygamber olan genç adamların durmakta olduğu Şeria Irmağı’na doğru gittiklerini söylüyor. 2. Krallar 2. bölüm, 7. ve 8. ayetlerle devam edelim:
7 Elli peygamber de onları Şeria Irmağı’na kadar izledi. İlyas ile Elişa Şeria Irmağı’nın kıyısında durdular. Peygamberler de biraz ötede, onların karşısında durdu. 8 İlyas cüppesini dürüp sulara vurunca, sular ikiye ayrıldı. Elişa ile İlyas kuru toprağın üzerinden yürüyerek karşıya geçtiler.
Hayır, bu gezgin bir ozan değildi, ne de kitabi bir alimdi! Bu, Allah’ın kudretiyle dolu bir adamdı. O kuru nehir yatağından geçerlerken Elişa kendi kendine gülümsemiş olmalı. Bu onun dostu, Allah adamıydı. Birdenbire, bunun birbirlerini uzun bir süre için son görüşleri olduğunu fark ettiğinde, gülüşü soldu ve gözleri doldu.
İlyas arkasına döndü ve dostuna bakarak ona büyük bir armağan verdi: bir dilek. 9–12 ayetlerini okuyalım:
9 Karşı yakaya geçtikten sonra İlyas Elişa’ya, “Söyle, yanından alınmadan önce senin için ne yapabilirim?” dedi. Elişa, “İzin ver, senin ruhundan iki pay miras alayım” diye karşılık verdi. 10 İlyas, “Zor bir şey istedin” dedi, “Eğer yanından alındığımı görürsen olur, yoksa olmaz.” 11 Onlar yürüyüp konuşurlarken, ansızın ateşten bir atlı araba göründü, onları birbirinden ayırdı. İlyas kasırgayla göklere alındı. 12 Olanları gören Elişa şöyle bağırdı: “Baba, baba, İsrail’in arabası ve atlıları!” İlyas’ı bir daha göremedi. Giysilerini yırtıp paramparça etti.
Elişa neden giysilerini yırttı? Bu bir zafer anı değil miydi? Evet, fakat Elişa dostunu gözden kaybolurken gördüğünde üzüntü de vardı! Aralarındaki bağ koparılmıştı. Kalbini boş gibi hissediyordu. Akıl hocası bir anda gitmişti!
Bu, Spielberg’in ya da başka bir Hollywood yapımcısının yarata- bileceğinden daha iyi bir sahneydi. Bir şimşek çakması ile, yaklaşan bir ateş topu gürledi. Gökten yeleleri gümüş ipek, gözleri dökme metal gibi dört ateş beyazı at indi. Atlar, kasları dalgalanarak ve kuyrukları bayraklar gibi uçuşarak geldiler. İlyas altından arabaya bindi ve bir anda, sıcak rüzgârın ani esişiyle gittiler. İlyas ölümü görmeden göğe gitmişti! Bu ayrıcalığa başka yalnızca bir peygamber, Hanok sahip olmuştu. Musa dahi ölmüştü. Sanki Allah İlyas için Kendi özel şoförünü göndermişti! Siz de aynı şekilde göğe götürülmek ister miydiniz?
Elişa halen yerde diz çökmekte iken, birdenbire mavi gökyüzünden bir şey hızla yeryüzüne gelmeye başladı. “Poff” diye bir ses çıkararak çimlerin üzerine indi. Bu İlyas’ın deve derisinden cüppesiydi. Yıllar önce tarlayı sürerken dostunun üzerine örttüğü ve böylece onun çağrısını aldığı cüppenin ta kendisiydi. Sahneyi hayal edebiliyor musunuz? Elişa yüzünü yere çevirmiş, dostunu kaybettiği için ağlıyordu. Birden hıçkırıkları kendi düşünceleri ile kesildi.
Kendi kendine “İlyas’tan ne istedim?” diye düşündü. Ricasında söylediği sözler zihnine geri geldi:
“Lütfen senin ruhundan iki pay benim olsun.”
Peygamberlik ruhundan iki pay. Bununla birlikte Elişa başını kaldırdı, ayağa kalktı ve cüppeyi sıkıca kavradı. 2. Krallar 2. bölüm 13–15 ayetlerini okuyarak öyküyü bitirebiliriz:
13 Sonra İlyas’ın üzerinden düşen cüppeyi alıp geri döndü ve Şeria Irmağı’nın kıyısında durdu. 14 İlyas’ın üzerinden düşen cüppeyi sulara vurarak, “İlyas’ın Tanrısı RAB nerede?” diye seslendi. Cüppeyi sulara vurunca ırmak ikiye ayrıldı, Elişa karşı yakaya geçti. 15 Erihalı peygamberler karşıdan Elişa’yı görünce, “İlyas’ın ruhu Elişa’nın üzerinde!” dediler. Sonra onu karşılamaya giderek önünde yere kapandılar.
Allah Elişa’nın ricasını yerine getirmişti. Aslında, Kutsal Kitap’ı dikkatle incelerseniz İlyas peygamberin yedi mucize gösterdiğini göreceksiniz. Elişa peygamberin çalışmasını ve hizmetini izlerseniz, on dört mucizenin kaydedildiğini bulacaksınız! Tam iki misli. Sormuş olduğu iki payı almıştı.
İkisi hizmetlerinde çok farklı birer vurguya sahipti. İlyas ateşli bir reformcuydu. Elişa uzlaşma getiren kişiydi. Her ikisi de önemliydi, her ikisi de peygamberdi, ancak farklıydılar. Tuhaf bir şekilde, Elişa akıl hocasının “ruhundan iki pay” almış olmasına rağmen, sonunda öldü ve gömüldü. Her ikisinin de varış yeri göktü, fakat oraya farklı zamanlarda gideceklerdi. İlk gidecek olan, ölümü hiç tecrübe etmeden göğe özel taşıma aracıyla giden İlyas’tı. İkinci, Elişa, öldü ve cennetin tadını çıkarmak için halen zamanın sonundaki büyük dirilişi bekliyor. Her ikisi de peygamber olmasına rağmen, Allah’ın neden bu kişiyi almayı ve diğerini ölmek üzere bırakmayı seçtiği burada açıklanmamış. Ancak bu konuyu gelecek derslerimizden birinde araştıracağız.
Bu dersi tarihten kısa bir öyküyle kapatıyoruz. İtalyan besteci Puccini, La Boheme ve Madame Butter y operalarının bestecisi olarak tanınmaktaydı. Pek çok kişinin en iyi eseri saydığı Turandot’u 1922 yılında kanserle mücadele ederken yazmaya başladı. Arkadaşlarının dinlenmesi ve enerjisini toplaması yönündeki tavsiyelerine rağmen, gece gündüz beste üzerinde çalıştı. Puccini, hastalığı kötüleştiğinde öğrencilerine “Turandot’u ben bitiremezsem, sizin tamamlamanızı istiyorum” dedi. 1924 yılında öldüğünde eseri yarım bırakmıştı. Öğrenciler Turandot’tan yazılı olan her şeyi bir araya topladılar, büyük bir dikkatle incelediler ve sonra operanın geri kalanını yazmaya koyuldular. Dünya prömiyeri 1926 yılında Milan’da gerçekleştirildi ve Puccini’nin gözde öğrencisi Toscanini tarafından yönetildi. Opera güzel bir şekilde akıyordu, ta ki Toscanini Puccini tarafından yazılan bölümün sonuna gelinceye dek. O zaman müziği durdurdu, çubuğu elinden bıraktı, izleyicilere dönerek şöyle duyurdu:
“Usta ölünceye dek bu kadarını yazdı.”
Uzun bir sessizlik oldu; hiç kimse kıpırdamadı. Sonra Toscanini çubuğu tekrar aldı, izleyicilere döndü ve gözlerinde yaşlarla şöyle duyurdu:
“Fakat öğrencileri onun eserini tamamladı.”
Opera gök gürültüsü gibi bir alkışla sona erdi ve dünyanın en büyük besteleri arasındaki kalıcı yerini aldı.
Muhtemelen İlyas’ın bir peygamber olarak en büyük eseri, kendi ruhsal çalışmasını devam ettirmek için Elişa’ya akıl hocalığı yapmasıydı. Her birimizin başka birine ilham verebilme yeteneği vardır. Hepimize, elimizden gelenin en iyisi olabilmemiz için birbirimize yardımcı olma sorumluluğu verilmiştir. Anne–babalara çocuklarına ilham verme, öğretmenlere de öğrencilerine ilham verme görevi verilmiştir. Bu derste gördüğümüz gibi, doğru dostluk bizi en üst düzey performansa itebilir. Bu derslerde epey ilerlediniz. Bu ruhsal yolculukta kendinizle birlikte başka birini de götürüyor musunuz? Belki “palto”nuzu dua ile dürüst birisinin omuzlarına örtme ve onu ruhsal dostunuz olmaya davet etme zamanınız gelmiştir.
Tartışma Soruları
1. Sizce iyi bir dostluğun en önemli unsuru nedir?
2. Elişa ile İlyas Allah onları tanıştırıncaya dek dost değildiler. Sizce Allah neden ikisini bir araya getirdi?
3. Sizce İlyas neden enerjisini okullar kurmaya harcadı?
4. İlyas doğrudan göğe gitti. Elişa öldü ve mezarda dirilişi bekliyor. Sizce neden peygamberler ölüme tabidir?
Evet, iyi bir dost hayatımızın yükünü ha etir ve moralimizi düzeltir. İyi bir dostun değeri nedir? Buna bir paha biçilebilir mi? Sadık dostlar kolay bulunmaz. Fakat hayatınızda yakın bir dostunuz olduysa, içten dostluğun ne kadar büyük bir hazine olduğunu bilirsiniz. Tanıdıklar çoktur, fakat sizi içtenlikle seven ve anlayan birini bulmak çok nadirdir. En yüce ilişki, sizi yalnızca siz olduğunuz için sevmekle kalmayıp, size daha iyi biri olmayı ilham eden bir dosta sahip olmaktır! Özdeyişler 18. bölüm, 24. ayette Kral Süleyman şöyle yazdı:
24 Yıkıma götüren dostlar vardır, ama öyle dost var ki, kardeşten yakındır insana.
Bu dersimizde nasıl bu türden bir dost –kardeşten daha yakın bir dost– olabileceğimizi düşünmek için zaman ayıracağız.
Türk tarihindeki belki en ünlü dostluk, Celalettin Rumi (Mevlana) ile Şems–i Tebrizi’nin dostluğudur. 13. yüzyılda Konya’da kurulan bu dostluk, Türk tarihini sonsuza dek değiştirdi. Rumi yetenekli bir avukat ve alimdi. Şems gezgin bir sufiydi. İkisi karşılaştıklarında, Şems Rumi’ye daha önce sahip olmadığı bir şey verdi: ilham. İkili hemen ruh eşi oldu. Allah’a, insana ve ilahî sevgiye dair konuları konuşmaktan ve tartışmaktan zevk alan entelektüel akranlardı. Rumi bilgiliydi, belki de fazla bilgiliydi. Fakat Şems, Rumi için daha önce hiç bakmadığı bir pencere açmış gibiydi. Bilgiye dayalı bir dinden, ruhsal bir karşılaşmaya doğru döndü. Yeni dostu ona, Rumi’nin ilahî bilincin mutluluğu adını verdiği bir şeyi açtı.
Dostlukları Şems’in acıklı ölümüyle sona erdi. Ancak Rumi’nin hayatı bir daha eskisi gibi olmayacaktı. Rumi şiirlerinin pek çoğunu en sevgili dostuna bir kaside olarak yazar. Bu, çoğumuzun anlayamayacağı bir dostluktur.
Rumi Şems için “Ben rüzgârım, sen ateşsin” yazar.
Bazıları, Rumi Şems’le hiç tanışmasaydı Türkiye’nin bu Konyalı avukatın adını muhtemelen duymayacağını düşünmüşlerdir. İyi bir dost işte bunu yapar. Bize ilham verir ki, biz de dünyaya ilham verebilelim.
Şimdi daha da eski bir dostluğa bakalım. İki peygamberin, İlyas ile Elişa’nın çarpıcı ortaklığına. İlyas hakkında daha önce okumuştuk. Bu kez en yakın dostu Elişa’nın ilham verici öyküsünü okuyalım.
Öyküye İlyas’ın Karmel Dağı’nda 850 putperest rahibe cesaretle meydan okumasından itibaren devam ediyoruz. İlyas’ın duasına karşılık olarak gökten ateş yağmıştı. Ancak bu muhteşem zaferin hemen ardından kötü haber geldi. İlyas’ın yanına koşarak gelen bir haberci, şeytani kraliçe İzebel’in kendisini aradığını bildirdi. İzebel’in onu aramak için bir tek nedeni vardı; kafasını kestirmek istiyordu! Siz ve ben ne yaparsak İlyas da onu yaptı; Kutsal Kitap telaşa kapılıp kaçtığını bildiriyor. Allah onun durmaksızın koşmasına izin verdi. İlyas bir aydan uzun bir süre çölde korkuyla kaçtı. Putperest rahiplere karşı gösterdiği kendi cesaretinden kork- muştu ve İzebel’in kendisine yapabileceklerinden korkuyordu. İlyas duygusal yönden çökmüştü ve insani zayıflığı içinde yalnızca ölmek istedi. Kutsal Kitap iki kez Rabb’in onu meleklerin eliyle beslediğini söylüyor. Ancak İlyas yine de korkuyla doluydu. Bundan sonra Allah İlyas’a konuştu. Öyküyü 1. Krallar 19. bölüm, 13. ve 14. ayetlerden okumaya başlayalım:
13 İlyas bu sesi duyunca, cüppesiyle yüzünü örttü, çıkıp mağaranın girişinde durdu. O sırada bir ses, “Burada ne yapıyorsun, İlyas?” dedi. 14 İlyas, “RAB’be, Her Şeye Egemen Tanrı’ya büyük bir istekle kulluk ettim” diye karşılık verdi, “Ama İsrail halkı senin antlaşmanı reddetti, sunaklarını yıktı ve peygamberlerini kılıçtan geçirdi. Yalnız ben kaldım. Beni de öldürmeye çalışıyorlar.”
Anlaşılan Allah İlyas’ın özgeçmişiyle pek ilgili değildi. Allah, gösterdiği başarılar nedeniyle İlyas’ın sırtını sıvazlamak yerine, onu farklı bir yolla cesaretlendirmek üzereydi. Ona bir dost, peygamberlik hizmetinde bir müttefik verecekti. 15. ve 16. ayetlerden bir bölüm okuyarak devam edelim.
15–16 RAB, “Geldiğin yoldan geri dön...” dedi, “Oraya vardığında... Yehu’yu İsrail Kralı olarak... Şafat’ın oğlu Elişa’yı da kendi yerine peygamber olarak meshedeceksin.”
Yeni bir cesaretle dolarak saklandığı mağaradan çıktı ve Allah’ın adıyla belirttiği bu adamı, “Elişa”yı bulmak için hemen yola koyuldu. Bahar zamanıydı, bu nedenle çiftçiler tarlalarında çalışıyorlardı. Yaklaşırken, kısmen sürülmüş tarladaki hale ni görebiliyordu. Belki İlyas, Elişa’nın hayvanlara koşum takan diğer çiftlik işçilerine talimatlar vermesini seyretmek üzere bir dakika duraklamıştır. Şimdi, bu iki adamın ilk kez karşılaştıkları o muhteşem anı zihninizde canlandırın. Öykü 1. Krallar 19. bölüm, 19–21 ayetlerinde kayıtlıdır:
19 İlyas oradan ayrılıp gitti, Şafat oğlu Elişa’yı buldu. Elişa, on iki çift öküzle saban sürenlerin ardından on ikinci çifti sürüyordu. İlyas Elişa’nın yanından geçerek kendi cüppesini onun üzerine attı. 20 Elişa öküzleri bırakıp İlyas’ın ardından koştu ve, “İzin ver, annemle babamı öpeyim, sonra seninle geleyim” dedi. İlyas, “Geri dön, ben sana ne yaptım ki?” diye karşılık verdi. 21 Böylece Elişa gidip sürdüğü çiftin öküzlerini kesti. Boyunduruklarıyla ateş yakıp etleri pişirdikten sonra, yesinler diye halka dağıttı. Sonra, İlyas’ın ardından gidip ona hizmet etti.
Bu metni gerçekten anlayabilmek için, geçen dersten birkaç hususu hatırlamamız gerek. İsrail’de üç buçuk yıl boyunca yağmur yağmadığını hatırlarsınız. Şimdi Allah’ın lütfuyla yağmurlar tekrar düşmeye başlamıştı. Toprak nemli ve verimliydi. Bu bir çiftçinin görmek için yaşadığı zamandı ve Elişa bir çiftçiydi. Hem de yetenekli bir çiftçiydi. Onun on iki çift öküzü idare ettiğini görüyoruz.
Elişa sevdiği işi yapıyordu ve büyük bir fırsat zamanındaydı. Toprağı kesen sabanın istikrarlı ritminin ve zorla ilerleyen öküz- lerin yan yana hareketlerinin nerdeyse hipnotize edici bir gücü vardı. Elişa muhtemelen biçeceğinden emin olduğu harika hasadı düşünmekteydi.
Birden omzuna bir el dokundu, Elişa döndü ve hayatı boyunca hakkında işittiği bir adamı görerek şaşkına uğradı. İlyas peygamber! İlyas üzerine cüppesini örttüğünde, bunun çağrıldığı anlamına gelen bir işaret olduğunu biliyordu. Kutsal Ruh’un varlığını hissedebiliyordu. İlyas’a büyük bir saygısı vardı ve ilişkilerinin kendisini götüreceği her yerde İlyas’a hizmet ederek kendi geleceğini Allah’ın gözetimine emanet edebileceğini biliyordu. Her ihtimale karşı İlyas, Elişa’ya “Geri dön, ben sana ne yaptım ki?” diye başka bir seçenek yapması için bir fırsat daha verdi. Fakat Elişa’nın aklında başka bir seçenek yoktu. Allah’ın çağırısını kabul edecekti.
Evden ayrılmadan önce anne–babasına hürmet ve saygılarını göstermek istedi. Onları öptü ve vedalaştı; fakat bununla kalmadı. Çalışma aletlerini de feda etti! Sabanını yakarak öküzlerini pişirdi. Bu onun eski işiyle bağlarını koparma yöntemiydi. Geri dönüş yoktu. Allah onu daha önemli bir şey için çağırmıştı. O zamandan itibaren o ve İlyas Allah’ın hizmetinde müttefikler, ortaklar ve dostlar olacaklardı.
Burada Allah’ın işini yapmada yetkinlik için önderliğin anahtar bir unsurunu öğreniyoruz. Elişa çalışkan bir işçiydi. Çiftlikteki işini iyi yaptığı için de, peygamberlik işini yapmak üzere yetkinlik kazanmıştı. Siz de, gerek bir lokantada bulaşık yıkıyor olun, gerek bir fabrikada elbise dikiyor, gerekse patronunuz için hesapları tutuyor olun, sıkı çalışın. İşinizi Allah’ı yüceltmek için yapın, öyle ki Allah sizi daha yüksek bir konuma çağırdığında hazır olasınız.
Elişa’nın işi kısaca İlyas’a bir asistan gibi yardımcı olmaktı. Kutsal Kitap onun “efendisinin ellerine su döktüğünü” söylüyor. İlyas’ı bereketleyecek olan her şeyi yapmaya istekliydi. Her adımda Allah’a faydalı hizmet için en önemli karakter özelliği olan alçakgönüllülüğü gelişiyordu.
Peygamberlerin okulundaki önderlik eğitimi, günümüzün işadamlarının güce aç tarzından çok daha farklıydı. Elişa, peygamberin kişisel yardımcısı olarak İlyas’ın başkalarına nasıl hizmet ettiğini izledi ve davranışını taklit etti. Elişa küçük şeylerde sadık olduğunu göstermeye devam ederken, bir yandan da kendisini gündelik olarak ruhsal gelişime adıyordu. Bunu İlyas’ın duaya olan tutkusunu paylaşarak, Tevrat ve Zebur üzerinde derin düşünmek için sabah erkenden kalkarak ve bir kimsenin arkadaşını dinlediği gibi Allah’ı dinleyerek gerçekleştirdiğinden emin olabiliriz.
İlyas’ın işi bir filozofun, sufinin ya da şairin işi değildi. Hayır, o bir peygamberdi! Onun görevi insanları Allah’ın Yasası’na geri çağırmaktı. Halkın arasında, yıkılmış olan yasaları tekrar ayağa kaldırmak gibi zor bir görevi vardı. İlyas kelimenin gerçek anlamıyla ölüyü diriltmişti. Gökten ateş yağdırmış ve başka mucizeler gerçekleştirmişti. Bu hayalperest felsefe değildi, ne de dönen dervişin yaşamıydı. Hayır, İlyas Allah’ın gücüyle günahın gücüne karşı koyuyor ve ruhsal savaşlar veriyordu! Şeytan’la ve onun aracılarıyla bu doğrudan karşılaşma, Elişa’nın öğrenmesi gereken bir işti. Ancak mucize gösterme çıraklık yoluyla öğretilemez. Ruhsal güç bir yetenek değildir. Bu, İlahî olanla yaşayan bir ilişkidir!
İlyas’ın Allah’la olan ilişkisi Elişa’ya ilham veren şeydi. İlyas gibi bir adam olmayı şiddetle istiyordu. Elişa İlyas’ı bağlılığından ve Allah’ın gerçeği için ayakta durmaktaki azimli kararlılığından ötürü seviyordu. Elişa kalbinde tıpkı efendisi gibi göğün huzurunda yaşayabilmeyi arzuluyordu. Allah onu bu büyük peygamberle bir ekip olmak üzere şere endirmişti. Şimdi o bu şerefe lâyık olmayı arzuluyordu.
Yıllar önce, Davut’un zamanında, Samuel Peygamber “Peygamberlik Okulları”nı hayata geçirmişti. Bu okullar İsrail’in uzun putperestlik dönemi sırasında kapatılmışlardı. İlyas, gençlere Tevrat’tan gerçeklerin öğretilerek ailelerinde ve ülkelerinde ruhsal önderler olmayı öğrenebilmeleri için bu eğitim merkezlerini yeniden canlandırmayı son işi haline getirdi. Bu okullarda gençler kuzu kurbanının derin anlamını ve ulusu Allah’ın görkemli bağışlayıcılığına yönlendirmeyi öğrenebileceklerdi.
İlyas yaşlanıyordu ve bu okulları son kez ziyaret ediyordu. Allah İlyas’ı göğe almak üzereydi. Kutsal Kitap 2. Krallar 2. bölüm, 1. ve 2. ayetlerde şöyle diyor:
1 RAB İlyas’ı kasırgayla göklere çıkarmadan önce, İlyas ile Elişa Gilgal’dan ayrılıp yola çıkmışlardı. 2 İlyas Elişa’ya, “Lütfen sen burada kal, çünkü RAB beni Beytel’e gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB’bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece Beytel’e birlikte gittiler.
İlyas’ın zamanının sona ermek üzere olduğuna dair haberler dolaşıyordu. Elişa dostuna veda etmek istemiyordu. Hatta onun gitmesini de istemiyordu. Böylece efendisini gözünün önünden ayırmayacaktı. Onun yakınında olmak istiyordu. 3. ayeti okuyarak devam edelim:
3 Beytel’deki peygamber topluluğu Elişa’nın yanına geldi. “RAB bugün efendini senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın!” diye karşılık verdi.
Bir peygamberin başka bir peygamberden sır saklaması kolay değildi! İlyas dostunun ruhsal radarının kapsama alanının dışına çıkmakta zorlanıyordu! Aslında burada biraz mizah var, çünkü onlar “peygamber okulları”nı ziyaret ederken, genç öğrencilere de dua saatlerinde İlyas’ın alınacağı gösterilmişti. Bildiklerini hemen söylemeye başladılar. Olay benzer şekilde üç kez gerçekleşti. Bunu 4–6 ayetlerinde okuyabiliriz:
4 İlyas, “Elişa, lütfen burada kal, çünkü RAB beni Eriha’ya gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB’bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece birlikte Eriha’ya gittiler. 5 Eriha’daki peygamber topluluğu Elişa’nın yanına geldi. “RAB efendini bugün senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın” diye karşılık verdi. 6 Sonra İlyas, “Lütfen, burada kal, çünkü RAB beni Şeria Irmağı kıyısına gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB’bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece ikisi birlikte yollarına devam etti.
Ve bu büyük kudretli ikili yollarına devam ettiler. Konuşarak, dua ederek ve Allah’ı överek kilometrelerce tozlu yollar kat etmişlerdi. Şimdi eğitim tamamlanmıştı. Kutsal Kitap, peygamber olan genç adamların durmakta olduğu Şeria Irmağı’na doğru gittiklerini söylüyor. 2. Krallar 2. bölüm, 7. ve 8. ayetlerle devam edelim:
7 Elli peygamber de onları Şeria Irmağı’na kadar izledi. İlyas ile Elişa Şeria Irmağı’nın kıyısında durdular. Peygamberler de biraz ötede, onların karşısında durdu. 8 İlyas cüppesini dürüp sulara vurunca, sular ikiye ayrıldı. Elişa ile İlyas kuru toprağın üzerinden yürüyerek karşıya geçtiler.
Hayır, bu gezgin bir ozan değildi, ne de kitabi bir alimdi! Bu, Allah’ın kudretiyle dolu bir adamdı. O kuru nehir yatağından geçerlerken Elişa kendi kendine gülümsemiş olmalı. Bu onun dostu, Allah adamıydı. Birdenbire, bunun birbirlerini uzun bir süre için son görüşleri olduğunu fark ettiğinde, gülüşü soldu ve gözleri doldu.
İlyas arkasına döndü ve dostuna bakarak ona büyük bir armağan verdi: bir dilek. 9–12 ayetlerini okuyalım:
9 Karşı yakaya geçtikten sonra İlyas Elişa’ya, “Söyle, yanından alınmadan önce senin için ne yapabilirim?” dedi. Elişa, “İzin ver, senin ruhundan iki pay miras alayım” diye karşılık verdi. 10 İlyas, “Zor bir şey istedin” dedi, “Eğer yanından alındığımı görürsen olur, yoksa olmaz.” 11 Onlar yürüyüp konuşurlarken, ansızın ateşten bir atlı araba göründü, onları birbirinden ayırdı. İlyas kasırgayla göklere alındı. 12 Olanları gören Elişa şöyle bağırdı: “Baba, baba, İsrail’in arabası ve atlıları!” İlyas’ı bir daha göremedi. Giysilerini yırtıp paramparça etti.
Elişa neden giysilerini yırttı? Bu bir zafer anı değil miydi? Evet, fakat Elişa dostunu gözden kaybolurken gördüğünde üzüntü de vardı! Aralarındaki bağ koparılmıştı. Kalbini boş gibi hissediyordu. Akıl hocası bir anda gitmişti!
Bu, Spielberg’in ya da başka bir Hollywood yapımcısının yarata- bileceğinden daha iyi bir sahneydi. Bir şimşek çakması ile, yaklaşan bir ateş topu gürledi. Gökten yeleleri gümüş ipek, gözleri dökme metal gibi dört ateş beyazı at indi. Atlar, kasları dalgalanarak ve kuyrukları bayraklar gibi uçuşarak geldiler. İlyas altından arabaya bindi ve bir anda, sıcak rüzgârın ani esişiyle gittiler. İlyas ölümü görmeden göğe gitmişti! Bu ayrıcalığa başka yalnızca bir peygamber, Hanok sahip olmuştu. Musa dahi ölmüştü. Sanki Allah İlyas için Kendi özel şoförünü göndermişti! Siz de aynı şekilde göğe götürülmek ister miydiniz?
Elişa halen yerde diz çökmekte iken, birdenbire mavi gökyüzünden bir şey hızla yeryüzüne gelmeye başladı. “Poff” diye bir ses çıkararak çimlerin üzerine indi. Bu İlyas’ın deve derisinden cüppesiydi. Yıllar önce tarlayı sürerken dostunun üzerine örttüğü ve böylece onun çağrısını aldığı cüppenin ta kendisiydi. Sahneyi hayal edebiliyor musunuz? Elişa yüzünü yere çevirmiş, dostunu kaybettiği için ağlıyordu. Birden hıçkırıkları kendi düşünceleri ile kesildi.
Kendi kendine “İlyas’tan ne istedim?” diye düşündü. Ricasında söylediği sözler zihnine geri geldi:
“Lütfen senin ruhundan iki pay benim olsun.”
Peygamberlik ruhundan iki pay. Bununla birlikte Elişa başını kaldırdı, ayağa kalktı ve cüppeyi sıkıca kavradı. 2. Krallar 2. bölüm 13–15 ayetlerini okuyarak öyküyü bitirebiliriz:
13 Sonra İlyas’ın üzerinden düşen cüppeyi alıp geri döndü ve Şeria Irmağı’nın kıyısında durdu. 14 İlyas’ın üzerinden düşen cüppeyi sulara vurarak, “İlyas’ın Tanrısı RAB nerede?” diye seslendi. Cüppeyi sulara vurunca ırmak ikiye ayrıldı, Elişa karşı yakaya geçti. 15 Erihalı peygamberler karşıdan Elişa’yı görünce, “İlyas’ın ruhu Elişa’nın üzerinde!” dediler. Sonra onu karşılamaya giderek önünde yere kapandılar.
Allah Elişa’nın ricasını yerine getirmişti. Aslında, Kutsal Kitap’ı dikkatle incelerseniz İlyas peygamberin yedi mucize gösterdiğini göreceksiniz. Elişa peygamberin çalışmasını ve hizmetini izlerseniz, on dört mucizenin kaydedildiğini bulacaksınız! Tam iki misli. Sormuş olduğu iki payı almıştı.
İkisi hizmetlerinde çok farklı birer vurguya sahipti. İlyas ateşli bir reformcuydu. Elişa uzlaşma getiren kişiydi. Her ikisi de önemliydi, her ikisi de peygamberdi, ancak farklıydılar. Tuhaf bir şekilde, Elişa akıl hocasının “ruhundan iki pay” almış olmasına rağmen, sonunda öldü ve gömüldü. Her ikisinin de varış yeri göktü, fakat oraya farklı zamanlarda gideceklerdi. İlk gidecek olan, ölümü hiç tecrübe etmeden göğe özel taşıma aracıyla giden İlyas’tı. İkinci, Elişa, öldü ve cennetin tadını çıkarmak için halen zamanın sonundaki büyük dirilişi bekliyor. Her ikisi de peygamber olmasına rağmen, Allah’ın neden bu kişiyi almayı ve diğerini ölmek üzere bırakmayı seçtiği burada açıklanmamış. Ancak bu konuyu gelecek derslerimizden birinde araştıracağız.
Bu dersi tarihten kısa bir öyküyle kapatıyoruz. İtalyan besteci Puccini, La Boheme ve Madame Butter y operalarının bestecisi olarak tanınmaktaydı. Pek çok kişinin en iyi eseri saydığı Turandot’u 1922 yılında kanserle mücadele ederken yazmaya başladı. Arkadaşlarının dinlenmesi ve enerjisini toplaması yönündeki tavsiyelerine rağmen, gece gündüz beste üzerinde çalıştı. Puccini, hastalığı kötüleştiğinde öğrencilerine “Turandot’u ben bitiremezsem, sizin tamamlamanızı istiyorum” dedi. 1924 yılında öldüğünde eseri yarım bırakmıştı. Öğrenciler Turandot’tan yazılı olan her şeyi bir araya topladılar, büyük bir dikkatle incelediler ve sonra operanın geri kalanını yazmaya koyuldular. Dünya prömiyeri 1926 yılında Milan’da gerçekleştirildi ve Puccini’nin gözde öğrencisi Toscanini tarafından yönetildi. Opera güzel bir şekilde akıyordu, ta ki Toscanini Puccini tarafından yazılan bölümün sonuna gelinceye dek. O zaman müziği durdurdu, çubuğu elinden bıraktı, izleyicilere dönerek şöyle duyurdu:
“Usta ölünceye dek bu kadarını yazdı.”
Uzun bir sessizlik oldu; hiç kimse kıpırdamadı. Sonra Toscanini çubuğu tekrar aldı, izleyicilere döndü ve gözlerinde yaşlarla şöyle duyurdu:
“Fakat öğrencileri onun eserini tamamladı.”
Opera gök gürültüsü gibi bir alkışla sona erdi ve dünyanın en büyük besteleri arasındaki kalıcı yerini aldı.
Muhtemelen İlyas’ın bir peygamber olarak en büyük eseri, kendi ruhsal çalışmasını devam ettirmek için Elişa’ya akıl hocalığı yapmasıydı. Her birimizin başka birine ilham verebilme yeteneği vardır. Hepimize, elimizden gelenin en iyisi olabilmemiz için birbirimize yardımcı olma sorumluluğu verilmiştir. Anne–babalara çocuklarına ilham verme, öğretmenlere de öğrencilerine ilham verme görevi verilmiştir. Bu derste gördüğümüz gibi, doğru dostluk bizi en üst düzey performansa itebilir. Bu derslerde epey ilerlediniz. Bu ruhsal yolculukta kendinizle birlikte başka birini de götürüyor musunuz? Belki “palto”nuzu dua ile dürüst birisinin omuzlarına örtme ve onu ruhsal dostunuz olmaya davet etme zamanınız gelmiştir.
Tartışma Soruları
1. Sizce iyi bir dostluğun en önemli unsuru nedir?
2. Elişa ile İlyas Allah onları tanıştırıncaya dek dost değildiler. Sizce Allah neden ikisini bir araya getirdi?
3. Sizce İlyas neden enerjisini okullar kurmaya harcadı?
4. İlyas doğrudan göğe gitti. Elişa öldü ve mezarda dirilişi bekliyor. Sizce neden peygamberler ölüme tabidir?