Kadın hayal kırıklığı ile “Allah benden ne istiyor?” dedi. “Ben iyi bir insanım. Kendi işime bakarım, hiç kimseye zarar vermem.”
Allah’ın kendisinden “iyi birisi olmak”tan daha başka bir şey istediğini düşündüğü için kızgındı. Tabii ki, kendi tanımına göre. Kadın Allah’a yersiz bir şekilde öfke ifade ediyor olsa da, sorduğu soru Allah’ı gerçekten arayan birisi için güzel bir soru. Allah benden ne istiyor?
Bu sorunun pek çok yanıtı var, fakat bu dersimizde yalnızca birkaçına bakacağız. Anlayışımıza yardımcı olacak bir öyküyle başlayalım.
Adnan uzun ve ince yapılı bir adamdı, kemikli ve yanık tenli yüzünde göze çarpan siyah gözleri vardı. Saçının rengine bakarak onun 74 yaşından çok daha genç olmasını beklerdiniz. Bazıları saçını boyadığını dahi söylüyorlardı, fakat bu doğru değildi. Genç görünümünün gerçek sırrı genlerinde, nezaketinde, olumlu tutumunda ve her zaman yeni bir şeyler öğrenmeye istekli oluşunda yatıyordu.
Bu özellikler onun birkaç koyunu olan bir çobanın oğulluğundan şeker fabrikası sahipliğine yükselmesine yardımcı olmuşlardı. Mercedes’i ve Blackberry akıllı telefonu ona modern bir adam görünümü verse de, Adnan’da halen eski moda olan pek çok şey vardı. Örneğin, oğulları bugünlerde fabrikadaki iş yükünün büyük kısmını üstleniyor olmalarına rağmen, onlardan elini öpmelerini bekliyordu. Adnan’ın halen işletmenin dizginlerini elinde tutması da cabası.
Bir gün o sinde oturmuş arkadaşlarıyla çay içerken, sekreteri içeri bir adam getirdi, adam sanki ceplerinden birinde çok ağır bir şey varmış gibi bir tarafından sarkan, yıpranmış, ekose bir ceket giymişti. Omuzları ileri doğru sarkıktı, bu onun zayıf görünümünü iyice kırılgan bir hale getiriyordu. Pantolonu o kadar boldu ki, içine bir kişinin daha sığabileceğini düşünürdünüz. Gri tellerle lekeli üç günlük sakalı vardı. Hiç dişi kalmadığı için ağzı buruşuktu. Ellerinde bir demet kırmızı gül vardı.
Adnan çayından bir yudum aldı ve bekleyen arkadaşlarının merakını daha da arttırarak durdu. Onların ilgisini gördüğünde, sigara dumanı yüzünden pis kokan yaşlı adamla konuştu.
“Ellerinde ne var?”
“Çiçek istediniz. Aynen dediğiniz gibi size çiçek getirdim.”
Adnan “Adam, sana menekşe getirmeni söylemiştim, gül değil” karşılığını verdi.
“Biliyorum, fakat güller iyi görünüyordu, ve kadınlar gül sever. Eşiniz bunları daha çok beğenecek. Şimdi paramı alabilir miyim?”
Adnan’ın dostları bu son cümledeki cüretkârlıktan dolayı şaşkına döndüler. Kiminle konuştuğunun farkında değil miydi? Adnan’ın ne yapacağını görmek için beklediler.
“Adam, sana bu güller için bir kuruş dahi vermeyeceğim. Menekşe istediğimi özellikle söyledim. Sen bana istemediğim gülleri getirdin.”
Hırpani kılıklı adam şöyle dedi, “Ne fark eder, çiçek çiçektir. Bana parayı verecek misin, vermeyecek misin?”
Adnan büyük deri koltuğunda arkasına yaslandı ve şöyle dedi:
“Sana yalnızca menekşeler için para vereceğim, başka bir şey için değil.”
Bununla birlikte, tuhaf ziyaretçi gülleri masanın üzerine koydu ve yüzünde nefret dolu bir bakışla şöyle dedi:
“Tamam öyleyse, al güllerini.”
Sonra da asık suratla, para almadan orayı terk etti.
Adnan’ın dostları yüzlerinde şaşkın bir ifadeyle ona baktılar. Onlar bir açıklama istemeden önce, kendisi hikâyeyi anlatmaya başladı.
“Bu sabah işe geliyordum. Fabrikanın hemen dışındaki tra k ışığında bu dilenci vardı. Benden iki lira istedi. Dedim ki, ‘Bak, senin için yararlı bir iş sahibi olmak dilenmekten daha iyidir. Benim için bir şey yaparsan, sana beş lira veririm.’ Gözleri büyüdü, ve ‘Kafeterya mutfağının arkasındaki bahçe alanına gidip bana bir demet menekşe getir’ dedim.
‘Tamam’ dedi, o bahçeye gitti, ben de o sime gittim. Sonra da buraya bu güllerle geliyor. Ben gül istemedim, menekşe istedim. Ona söylediğimi yapmadı.”
Adnan’ın arkadaşlarından biri araya girmeye kalkıştı:
“Adnan, gülleri neden reddettin? Doğru, ondan yapmasını istediğin şeyi yapmamış. Fakat yine de gülleri kullanabilirdin.”
“Bugün benim evlilik yıldönümüm ve o çiçekleri karım için istiyordum. Öğle yemeğine çıkacağız. Karıma evlilik teklif ettiğim zaman ona menekşe vermiştim, gül değil. O adam buraya sanki benim ne yapmam gerektiğini biliyormuş gibi bir tavırla geldi. Dünyanın gururlu bir dilenciye ihtiyacı yok!”
Adnan’ın verdiği karşılık bazı insanlara sert gelebilse de, söylediklerinde bir gerçeklik var. Bazen biz de Allah’a istediğimiz şeyin O’nun istediğinden daha iyi olduğunu söylemeye çalışan gururlu dilenciler gibi olabiliyoruz. İnsanlar Allah’tan çok bildiklerini varsaymasalar, dünya kesinlikle daha iyi bir yer olabilir.
Bu dersimizde bir adamın “Allah’ın istediği şey” ile mücadelesini göreceğiz. 2. Krallar 5. bölüm, 1–12 ayetlerini okuyarak başlayalım:
1 Aram Kralı’nın ordu komutanı Naaman efendisinin gözünde saygın, değerli bir adamdı. Çünkü RAB onun aracılığıyla Aramlılar’ı zafere ulaştırmıştı. Naaman yiğit bir askerdi, ama bir deri hastalığına yakalanmıştı. 2 Aramlılar düzenledikleri akınlar sırasında İsrail’den küçük bir kızı tutsak almışlardı. Bu kız Naaman’ın karısının hizmetine verilmişti. 3 Bir gün hanımına, “Keşke efendim Samiriye’deki peygamberin yanına gitse! Peygamber onu deri hastalığından kurtarırdı” dedi. 4 Naaman gidip İsrailli kızın söylediklerini efendisi krala anlattı. 5 Aram Kralı şöyle karşılık verdi: “Kalk git, seninle İsrail Kralı’na bir mektup göndereceğim.” Naaman yanına on talant8 gümüş, altı bin şekel9 altın ve on takım giysi alıp gitti. 6 Mektubu İsrail Kralı’na verdi. Mektupta şunlar yazılıydı: “Bu mektupla birlikte sana kulum Naaman’ı gönderiyorum. Onu deri hastalığından kurtarmanı dilerim.” 7 İsrail Kralı mektubu okuyunca giysilerini yırtıp şöyle haykırdı: “Ben Tanrı mıyım, can alıp can vereyim? Nasıl bana bir adam gönderip onu deri hastalığından kurtar der? Görüyor musunuz, açıkça benimle kavga çıkarmaya çalışıyor!” 8 İsrail Kralı’nın giysilerini yırttığını duyan Tanrı adamı Elişa ona şu haberi gönderdi: “Neden giysilerini yırttın? Adam bana gelsin, İsrail’de bir peygamber olduğunu anlasın!” 9 Böylece Naaman atları ve savaş arabalarıyla birlikte gidip Elişa’nın evinin kapısı önünde durdu. 10 Elişa ona şu haberi gönderdi: “Git, Şeria Irmağı’nda yedi kez yıkan. Tenin eski halini alacak, tertemiz olacaksın.” 11 Gelgelelim Naaman oradan öfkeyle ayrıldı. “Sandım ki dışarı çıkıp yanıma gelecek, Tanrısı RAB’be yalvararak eliyle hastalıklı derime dokunup beni iyileştirecek” dedi, 12 “Şam’ın Avana ve Farpar ırmakları İsrail’in bütün ırmaklarından daha iyi değil mi? Oralarda yıkanıp paklanamaz mıydım sanki?” Sonra öfkeyle dönüp gitti.
Naaman İsrail’de kendisini cüzamdan iyileştirebilecek bir adam olduğunu duymuştu. Bunun nasıl olması gerektiği konusunda kendine göre bir sonuca varmıştı. Bir plan yaptı ve Allah’ın bu plana göre çalışacağını umdu. Ancak Allah her zaman bizim kirlerimize göre çalışmaz. Bizden kendi düşüncemize uygun olmayan beklentileri olabilir. Pek çok kişi şöyle haykırıyor:
“Allah benden ne istiyor? Ben iyi bir insanım!”
Gerçekte iddia ettikleri şey, Allah’ın kendilerinin belirlediği beklenti ve doğruluk standardına uygun hareket etmesi. Peki Allah’ın gerçekten istediği bu mu?
Başlangıçtaki öykümüzde para isteyen bir dilenci vardı. Sonra kendisine para verebilecek biriyle karşılaştı. Ne yazık ki dilenci Adnan’ın isteğini yerine getirmek yerine kendisinin en iyi olduğunu düşündüğü şeyi yaptı. Fakat Adnan dilenciyi şaşırttı, çünkü kendisinin dilencinin zannettiğinden farklı beklentileri vardı.
Denetim gerçekte kimdeydi, dilencide mi, Adnan’da mı? Tabii ki denetim Adnan’daydı. Para Adnan’ındı, bahçe onundu, çiçek tarhları, her şey onundu. Ayrıca menekşeleri istemek için dilencinin bilmediği mantıksal bir nedeni vardı. Adnan gönüllü itaat bek- liyordu. Fakat dilenci kendi iradesini Adnan’ın beklentisine teslim edemeyecek kadar gururluydu. O kadar gururluydu ki, eli boş gitmeyi dahi kabullendi. Suriyeli Naaman da öyle!
Naaman gerçekte Allah’ın önünde bir dilenciydi. Hastalığı üzerinde hiçbir gücü yoktu. Altın ve gümüş sağlığını satın alamazdı. Fakat şimdi Naaman Allah’ın kendi çabalarını ve armağanlarını iyileşmesi için “yeteri kadar iyi” kabul etmesi gerektiğini düşünüyor. Allah, Şeria Irmağı’ndan muhtemelen daha büyük ve daha güzel olan Suriye’deki ırmaklara “Hayır” derken, Naaman tıpkı dilencinin Adnan’ın o sinden ayrıldığı gibi boş elle ayrılmaya razı geliyor.
2. Krallar 5. bölüm, 13. ve 14. ayetlerden okumaya devam edelim:
13 Naaman’ın görevlileri yanına varıp, “Efendim, peygamber senden daha zor bir şey istemiş olsaydı, yapmaz mıydın?” dediler, “Oysa o sana sadece, ‘Yıkan, temizlen’ diyor.” 14 Bunun üzerine Naaman Tanrı adamının sözü uyarınca gidip Şeria Irmağı’nda yedi kez suya daldı. Teni eski haline döndü, bebek teni gibi tertemiz oldu.
Naaman ne kadar harika bir hayrete uğramış olmalı! Korkunç hastalık gitmişti! Belki gözlerini gördüklerine inandırabilmek için elleriyle yeni temiz tenini defalarca okşamıştır. Belki yoldaşlarına sevinçle bağırmıştır, “İyileştim, iyileştim!”
Belki “Rabb’e hamd olsun!” diye de bağırmıştır. Allah sizi örneğin ölümcül aşamadaki kanserden iyileştirseydi, sizin tepkiniz ne olurdu? Naaman’ın zihninden ne geçtiğini hayal edin. Eve geri döndüğünde her şeyi ailesine ve krala nasıl açıklayabilirdi?
Allah’tan doğruluğa ilişkin kendi kirlerimize ya da değerlerimize göre bir şeyler bekleyemeyiz. Bu, onun kudretine ve ihtiyacımızı karşılayabilme yeteneğine bağlıdır. Ayrıca O’na O’nun beklentilerine göre yaklaşabiliriz. Biz Allah’ın önünde dilencileriz. Sonsuz hayatı paramızla satın alamayız. Sonsuz hayatı yalnızca Allah’ın şartlarına göre edinebiliriz. 2. Krallar 5. bölüm, 15–19 ayetlerinden okumaya devam edelim:
15 Naaman adamlarıyla birlikte Tanrı adamının yanına döndü. Onun önünde durup şöyle dedi: “Şimdi anladım ki, İsrail dışında dünyanın hiçbir yerinde Tanrı yoktur. Lütfen, bu kulunun armağanını kabul et.” 16 Elişa, “Hizmetinde olduğum yaşayan RAB’bin adıyla ant içerim ki, hiçbir şey alamam” diye karşılık verdi. Naaman direttiyse de, Elişa almak istemedi. 17 Bunun üzerine Naaman, “Madem armağan istemiyorsun, öyleyse buradan iki katır yükü toprak almama izin ver” dedi, “Çünkü bu kulun artık RAB’bin dışında başka ilahlara yakmalık sunu ve kurban sunmayacaktır. 18 Ama RAB kulunu bir konuda bağışlasın. Efendim tapınmak için Rimmon Tapınağı’na girip kendisine eşlik etmemi isteyince, tapınakta onunla birlikte yere kapandığımda RAB bu kulunu bağışlasın.” 19 Elişa ona, “Esenlikle git” dedi...
Naaman cüzamdan temizlenmekle kalmamıştı, daha önemlisi gerçek Allah’ı tanımıştı. Kalbinde gerçeği bulduğu için sevinç ve huzur vardı. Fakat Naaman bilge bir adamdı ve putperestlikle dolu bir diyara geri döneceğini biliyordu. İnancını muhalif bir ortamda yaşamak zorunda kalacağını biliyordu. Bunu nasıl yapabilirdi?
Karşılaşacağı ilk sorunlardan biri kraldı. Kral kendi ilahının tapınağına gidecek ve onun önünde eğilecekti. Bunu yaparken, hizmetkârı Naaman’ın düşmemesi için kendisini kolundan tutmasını bekleyecekti. Naaman Elişa’nın kendisinin putlara tapınmaya geri döndüğünü sanmasını istemiyordu.
Elişa Naaman’ı azarlamadı, fakat ona esenlikle gitmesini söyledi. Allah’ın Ruhu Naaman’a ailesine ve dostlarına karşı nasıl davranması gerektiğini öğretecekti. Pek çok kişi Allah’a ruhta ve gerçekte ibadet etmeye başladıklarında neler olacağından endişe ederler. Allah’ın imanlılardan anne–babalarını, yeni girdikleri imanı kabul etmeseler dahi, sevmelerini ve onlara saygı göstermelerini istediğini görüyoruz. Bir imanlı aile fertlerinin özel günlerine ve bayramlarına karşı, eğer bunları kabul etmiyorsa, nasıl bir tavır almalıdır? Anne– babaya saygı nerede sınırı aşar ve Allah’ın emirlerine saygısızlık haline gelir? Bunlar kolay sorular değil. Fakat yeni bir imanlı kendi hayatında Allah’ın iradesini arar ve buna teslim olursa, O kendisine yolu gösterecektir. O, onu huzursuz bırakmayacaktır. 2. Krallar 5. bölüm, 19–27 ayetlerine bakalım:
19 ... Naaman oradan ayrılıp biraz uzaklaşınca, 20 Tanrı adamı Elişa’nın uşağı Gehazi, “Efendim, Aramlı Naaman’a çok yumuşak davrandı; getirdiği armağanları kabul etmedi” dedi, “Yaşayan RAB’bin hakkı için, peşinden koşup ondan bir şey alacağım.” 21 Böylece Gehazi Naaman’ın peşine düştü. Naaman ardından birinin koştuğunu görünce, arabasından inip onu karşıladı ve, “Ne oldu?” diye sordu. 22 Gehazi, “Bir şey yok” dedi, “Yalnız efendimin bir ricası var. Biraz önce Efrayim’in dağlık bölgesinden iki genç peygamber geldi. Efendim onlara bir talant10 gümüşle iki takım giysi vermen için beni gönderdi.” 23 Naaman,“Lütfen iki talant11 al!” dedi ve ısrarla iki talant gümüşü iki torbaya koyup bağladı. Ayrıca iki uşağına da birer takım giysi verdi. Uşaklar Gehazi’nin önüsıra bunları taşıdılar. 24 Tepeye varınca Gehazi eşyaları ellerinden alıp eve koydu, adamları da geri gönderdi. 25 Sonra gidip efendisi Elişa’nın huzuruna çıktı. Elişa, “Neredeydin, Gehazi?” diye sordu. Gehazi, “Kulun hiçbir yere gitmedi” diye karşılık verdi. 26 Bunun üzerine Elişa, “O adam arabasından inip seni karşılarken ruhum seninle değil miydi?” diye sordu, “Şimdi gümüş ya da giysi, zeytinlik, bağ, koyun, sığır, erkek ve kadın köle almanın zamanı mı? 27 Bu yüzden Naaman’ın deri hastalığı sonsuza dek senin ve soyunun üzerinde kalacak.” Böylece Gehazi Elişa’nın huzurundan kar gibi beyaz bir deri hastalığıyla ayrıldı.
Türkiye’de yalanlar ve beyaz yalanlar çok yaygın. “Allah affeder” diyorlar.
Fakat Gehazi’nin dersi bizim için. Allah yaptığımız her şeyde bizden dürüstlük ve gerçek bekler. Gehazi, Naaman için yeni inancında bir tökezleme kayasıydı. Allah’ın hoşnutluğu parayla satın alınamaz. Gönüllü itaat yoluyla edinilir. Yalan söylemek küçük bir günah değildir. On Emir’de, yalan söylemenin tıpkı öldürmek ve çalmak gibi kendi yeri vardır.12 Gehazi’nin yalanının sonucu çürümüş bir ten ve aşağılayıcı bakışlar oldu. Hayatının geri kalanında cüzamlı oldu.
Allah ne istiyor? Bu Kutsal Kitap dersinde Allah’ın bizden istediği bazı şeyleri gördük. Beklentilerimizi bir kenara bırakmalı ve Allah’a O’nun koşullarıyla gelmeliyiz. Allah’ın koşullarının basit bir mekanik servis olmadığını anlamalıyız. Şu örneği düşünün.
Şevket arkadaşlarıyla birlikte hastanede, annesinin muayene odasından çıkmasını bekliyordu. Beklerlerken Şevket arkadaşlarını bir yiyecek dağıtma makinesinin bulunduğu kantine götürdü.
Arkadaşlarına “Bakın” dedi, “burada torna dükkanında yerde bulduğum bir çelik parçası var. Yaklaşık bir lira boyutlarında. Makineye koyalım, bakalım kabul edecek mi.”
Şevket çelik parçasını makineye koydu ve makine çalıştı. Dışarı bir Fanta geldi! Şevket cesur bir tatmin duygusuyla, arkadaşlarına şöyle dedi:
“Makineyi kandırdım!”
Allah, gerçek para ile metal parçası arasındaki farkı bilmeyen, hastanedeki yiyecek dağıtma makinesi değildir. O, kişiliği olan, yaşayan bir varlıktır. O’nu yalnızca kendi seçtiğimiz armağanları ya da sunuları O’na getirerek kandıramayız. Allah gönüllü itaat ister.
Allah bizden bir şey yapmamızı istediğinde, bunun için bizim bilmediğimiz bir neden olabilir. Dilenci Adnan’ın neden gül değil de menekşe istediğini bilmiyordu. Menekşe getirmeliydi. Fakat bunun için bir neden olması gerekmiyordu. Adnan’ın parası vardı, dilencinin ise hiçbir şeyi yoktu. Adnan menekşeleri sırf kendisi öyle istediği için dahi istemişse de, bu dilencinin menekşe getirmesi için yeterli bir neden olmalıydı. Allah İbrahim’i İbrahim herkesten daha iyi olduğu için mi seçti? Allah İsrail’i İsrail herkesten daha iyi olduğu için mi seçti? Hayır. Hayatta Allah emir verebilir ve bunun için bizim bilmediğimiz iyi bir neden olabilir. Ancak öte yandan, bunun nedeni Allah’ın bizim O’nun emirlerine ve sözlerine sadık kalıp kalmayacağımızı görmek istemesi de olabilir. Biz dilencileriz, Allah tedarik edicidir. O’na yalnızca O’nun koşullarıyla ve O’nun beklentilerine göre yaklaşabiliriz. Fakat Naaman’ın farkına vardığı gibi, Allah Kendisini gayretle arayanları ödüllendirir.
Tartışma Soruları
1. Naaman ırmakta yıkandıktan sonra evine döndüğünde, sizce karısına ne dedi?
2. Hiç “Allah benden ne istiyor?” diye sordunuz mu? Sizce Allah sizden gerçekten ne istiyor? Nasıl emin olabilirsiniz?
3. İnsanlar çoğunlukla Allah’ın kendilerinden yalnızca “iyi” olmalarını istediğini ve öyle olurlarsa O’nun kendilerini
cennete alacağını düşünür. Allah’ın “iyi insan”ı meydana getiren şeyler hususunda onlardan farklı bir kre sahip
olması mümkün müdür? Bu ne olabilir?
4. Yalan söylemek gibi “küçük” günahlara karşı sizin tutumunuz nedir?
5. Hayatınızı Allah’ın beklentilerine teslim etmeye istekli misiniz?
6. Sizin inançlarınız çevrenizdeki insanlardan ne bakımlardan farklı? İnançlarınızı taviz vermeden nasıl sürdürebilir ve
yine de Allah’ı sizden farklı anlayanlara karşı nasıl anlayışlı ve müsamahalı olabilirsiniz?
8 “On talant”: Yaklaşık 345 kg.
9 “Altı bin şekel”: Yaklaşık 69 kg.
10 “Bir talant”: Yaklaşık 34.5 kg.
11 “İki talant”: Yaklaşık 69 kg.
12 Bkz. Mısır’dan Çıkış 20:13–16.
Allah’ın kendisinden “iyi birisi olmak”tan daha başka bir şey istediğini düşündüğü için kızgındı. Tabii ki, kendi tanımına göre. Kadın Allah’a yersiz bir şekilde öfke ifade ediyor olsa da, sorduğu soru Allah’ı gerçekten arayan birisi için güzel bir soru. Allah benden ne istiyor?
Bu sorunun pek çok yanıtı var, fakat bu dersimizde yalnızca birkaçına bakacağız. Anlayışımıza yardımcı olacak bir öyküyle başlayalım.
Adnan uzun ve ince yapılı bir adamdı, kemikli ve yanık tenli yüzünde göze çarpan siyah gözleri vardı. Saçının rengine bakarak onun 74 yaşından çok daha genç olmasını beklerdiniz. Bazıları saçını boyadığını dahi söylüyorlardı, fakat bu doğru değildi. Genç görünümünün gerçek sırrı genlerinde, nezaketinde, olumlu tutumunda ve her zaman yeni bir şeyler öğrenmeye istekli oluşunda yatıyordu.
Bu özellikler onun birkaç koyunu olan bir çobanın oğulluğundan şeker fabrikası sahipliğine yükselmesine yardımcı olmuşlardı. Mercedes’i ve Blackberry akıllı telefonu ona modern bir adam görünümü verse de, Adnan’da halen eski moda olan pek çok şey vardı. Örneğin, oğulları bugünlerde fabrikadaki iş yükünün büyük kısmını üstleniyor olmalarına rağmen, onlardan elini öpmelerini bekliyordu. Adnan’ın halen işletmenin dizginlerini elinde tutması da cabası.
Bir gün o sinde oturmuş arkadaşlarıyla çay içerken, sekreteri içeri bir adam getirdi, adam sanki ceplerinden birinde çok ağır bir şey varmış gibi bir tarafından sarkan, yıpranmış, ekose bir ceket giymişti. Omuzları ileri doğru sarkıktı, bu onun zayıf görünümünü iyice kırılgan bir hale getiriyordu. Pantolonu o kadar boldu ki, içine bir kişinin daha sığabileceğini düşünürdünüz. Gri tellerle lekeli üç günlük sakalı vardı. Hiç dişi kalmadığı için ağzı buruşuktu. Ellerinde bir demet kırmızı gül vardı.
Adnan çayından bir yudum aldı ve bekleyen arkadaşlarının merakını daha da arttırarak durdu. Onların ilgisini gördüğünde, sigara dumanı yüzünden pis kokan yaşlı adamla konuştu.
“Ellerinde ne var?”
“Çiçek istediniz. Aynen dediğiniz gibi size çiçek getirdim.”
Adnan “Adam, sana menekşe getirmeni söylemiştim, gül değil” karşılığını verdi.
“Biliyorum, fakat güller iyi görünüyordu, ve kadınlar gül sever. Eşiniz bunları daha çok beğenecek. Şimdi paramı alabilir miyim?”
Adnan’ın dostları bu son cümledeki cüretkârlıktan dolayı şaşkına döndüler. Kiminle konuştuğunun farkında değil miydi? Adnan’ın ne yapacağını görmek için beklediler.
“Adam, sana bu güller için bir kuruş dahi vermeyeceğim. Menekşe istediğimi özellikle söyledim. Sen bana istemediğim gülleri getirdin.”
Hırpani kılıklı adam şöyle dedi, “Ne fark eder, çiçek çiçektir. Bana parayı verecek misin, vermeyecek misin?”
Adnan büyük deri koltuğunda arkasına yaslandı ve şöyle dedi:
“Sana yalnızca menekşeler için para vereceğim, başka bir şey için değil.”
Bununla birlikte, tuhaf ziyaretçi gülleri masanın üzerine koydu ve yüzünde nefret dolu bir bakışla şöyle dedi:
“Tamam öyleyse, al güllerini.”
Sonra da asık suratla, para almadan orayı terk etti.
Adnan’ın dostları yüzlerinde şaşkın bir ifadeyle ona baktılar. Onlar bir açıklama istemeden önce, kendisi hikâyeyi anlatmaya başladı.
“Bu sabah işe geliyordum. Fabrikanın hemen dışındaki tra k ışığında bu dilenci vardı. Benden iki lira istedi. Dedim ki, ‘Bak, senin için yararlı bir iş sahibi olmak dilenmekten daha iyidir. Benim için bir şey yaparsan, sana beş lira veririm.’ Gözleri büyüdü, ve ‘Kafeterya mutfağının arkasındaki bahçe alanına gidip bana bir demet menekşe getir’ dedim.
‘Tamam’ dedi, o bahçeye gitti, ben de o sime gittim. Sonra da buraya bu güllerle geliyor. Ben gül istemedim, menekşe istedim. Ona söylediğimi yapmadı.”
Adnan’ın arkadaşlarından biri araya girmeye kalkıştı:
“Adnan, gülleri neden reddettin? Doğru, ondan yapmasını istediğin şeyi yapmamış. Fakat yine de gülleri kullanabilirdin.”
“Bugün benim evlilik yıldönümüm ve o çiçekleri karım için istiyordum. Öğle yemeğine çıkacağız. Karıma evlilik teklif ettiğim zaman ona menekşe vermiştim, gül değil. O adam buraya sanki benim ne yapmam gerektiğini biliyormuş gibi bir tavırla geldi. Dünyanın gururlu bir dilenciye ihtiyacı yok!”
Adnan’ın verdiği karşılık bazı insanlara sert gelebilse de, söylediklerinde bir gerçeklik var. Bazen biz de Allah’a istediğimiz şeyin O’nun istediğinden daha iyi olduğunu söylemeye çalışan gururlu dilenciler gibi olabiliyoruz. İnsanlar Allah’tan çok bildiklerini varsaymasalar, dünya kesinlikle daha iyi bir yer olabilir.
Bu dersimizde bir adamın “Allah’ın istediği şey” ile mücadelesini göreceğiz. 2. Krallar 5. bölüm, 1–12 ayetlerini okuyarak başlayalım:
1 Aram Kralı’nın ordu komutanı Naaman efendisinin gözünde saygın, değerli bir adamdı. Çünkü RAB onun aracılığıyla Aramlılar’ı zafere ulaştırmıştı. Naaman yiğit bir askerdi, ama bir deri hastalığına yakalanmıştı. 2 Aramlılar düzenledikleri akınlar sırasında İsrail’den küçük bir kızı tutsak almışlardı. Bu kız Naaman’ın karısının hizmetine verilmişti. 3 Bir gün hanımına, “Keşke efendim Samiriye’deki peygamberin yanına gitse! Peygamber onu deri hastalığından kurtarırdı” dedi. 4 Naaman gidip İsrailli kızın söylediklerini efendisi krala anlattı. 5 Aram Kralı şöyle karşılık verdi: “Kalk git, seninle İsrail Kralı’na bir mektup göndereceğim.” Naaman yanına on talant8 gümüş, altı bin şekel9 altın ve on takım giysi alıp gitti. 6 Mektubu İsrail Kralı’na verdi. Mektupta şunlar yazılıydı: “Bu mektupla birlikte sana kulum Naaman’ı gönderiyorum. Onu deri hastalığından kurtarmanı dilerim.” 7 İsrail Kralı mektubu okuyunca giysilerini yırtıp şöyle haykırdı: “Ben Tanrı mıyım, can alıp can vereyim? Nasıl bana bir adam gönderip onu deri hastalığından kurtar der? Görüyor musunuz, açıkça benimle kavga çıkarmaya çalışıyor!” 8 İsrail Kralı’nın giysilerini yırttığını duyan Tanrı adamı Elişa ona şu haberi gönderdi: “Neden giysilerini yırttın? Adam bana gelsin, İsrail’de bir peygamber olduğunu anlasın!” 9 Böylece Naaman atları ve savaş arabalarıyla birlikte gidip Elişa’nın evinin kapısı önünde durdu. 10 Elişa ona şu haberi gönderdi: “Git, Şeria Irmağı’nda yedi kez yıkan. Tenin eski halini alacak, tertemiz olacaksın.” 11 Gelgelelim Naaman oradan öfkeyle ayrıldı. “Sandım ki dışarı çıkıp yanıma gelecek, Tanrısı RAB’be yalvararak eliyle hastalıklı derime dokunup beni iyileştirecek” dedi, 12 “Şam’ın Avana ve Farpar ırmakları İsrail’in bütün ırmaklarından daha iyi değil mi? Oralarda yıkanıp paklanamaz mıydım sanki?” Sonra öfkeyle dönüp gitti.
Naaman İsrail’de kendisini cüzamdan iyileştirebilecek bir adam olduğunu duymuştu. Bunun nasıl olması gerektiği konusunda kendine göre bir sonuca varmıştı. Bir plan yaptı ve Allah’ın bu plana göre çalışacağını umdu. Ancak Allah her zaman bizim kirlerimize göre çalışmaz. Bizden kendi düşüncemize uygun olmayan beklentileri olabilir. Pek çok kişi şöyle haykırıyor:
“Allah benden ne istiyor? Ben iyi bir insanım!”
Gerçekte iddia ettikleri şey, Allah’ın kendilerinin belirlediği beklenti ve doğruluk standardına uygun hareket etmesi. Peki Allah’ın gerçekten istediği bu mu?
Başlangıçtaki öykümüzde para isteyen bir dilenci vardı. Sonra kendisine para verebilecek biriyle karşılaştı. Ne yazık ki dilenci Adnan’ın isteğini yerine getirmek yerine kendisinin en iyi olduğunu düşündüğü şeyi yaptı. Fakat Adnan dilenciyi şaşırttı, çünkü kendisinin dilencinin zannettiğinden farklı beklentileri vardı.
Denetim gerçekte kimdeydi, dilencide mi, Adnan’da mı? Tabii ki denetim Adnan’daydı. Para Adnan’ındı, bahçe onundu, çiçek tarhları, her şey onundu. Ayrıca menekşeleri istemek için dilencinin bilmediği mantıksal bir nedeni vardı. Adnan gönüllü itaat bek- liyordu. Fakat dilenci kendi iradesini Adnan’ın beklentisine teslim edemeyecek kadar gururluydu. O kadar gururluydu ki, eli boş gitmeyi dahi kabullendi. Suriyeli Naaman da öyle!
Naaman gerçekte Allah’ın önünde bir dilenciydi. Hastalığı üzerinde hiçbir gücü yoktu. Altın ve gümüş sağlığını satın alamazdı. Fakat şimdi Naaman Allah’ın kendi çabalarını ve armağanlarını iyileşmesi için “yeteri kadar iyi” kabul etmesi gerektiğini düşünüyor. Allah, Şeria Irmağı’ndan muhtemelen daha büyük ve daha güzel olan Suriye’deki ırmaklara “Hayır” derken, Naaman tıpkı dilencinin Adnan’ın o sinden ayrıldığı gibi boş elle ayrılmaya razı geliyor.
2. Krallar 5. bölüm, 13. ve 14. ayetlerden okumaya devam edelim:
13 Naaman’ın görevlileri yanına varıp, “Efendim, peygamber senden daha zor bir şey istemiş olsaydı, yapmaz mıydın?” dediler, “Oysa o sana sadece, ‘Yıkan, temizlen’ diyor.” 14 Bunun üzerine Naaman Tanrı adamının sözü uyarınca gidip Şeria Irmağı’nda yedi kez suya daldı. Teni eski haline döndü, bebek teni gibi tertemiz oldu.
Naaman ne kadar harika bir hayrete uğramış olmalı! Korkunç hastalık gitmişti! Belki gözlerini gördüklerine inandırabilmek için elleriyle yeni temiz tenini defalarca okşamıştır. Belki yoldaşlarına sevinçle bağırmıştır, “İyileştim, iyileştim!”
Belki “Rabb’e hamd olsun!” diye de bağırmıştır. Allah sizi örneğin ölümcül aşamadaki kanserden iyileştirseydi, sizin tepkiniz ne olurdu? Naaman’ın zihninden ne geçtiğini hayal edin. Eve geri döndüğünde her şeyi ailesine ve krala nasıl açıklayabilirdi?
Allah’tan doğruluğa ilişkin kendi kirlerimize ya da değerlerimize göre bir şeyler bekleyemeyiz. Bu, onun kudretine ve ihtiyacımızı karşılayabilme yeteneğine bağlıdır. Ayrıca O’na O’nun beklentilerine göre yaklaşabiliriz. Biz Allah’ın önünde dilencileriz. Sonsuz hayatı paramızla satın alamayız. Sonsuz hayatı yalnızca Allah’ın şartlarına göre edinebiliriz. 2. Krallar 5. bölüm, 15–19 ayetlerinden okumaya devam edelim:
15 Naaman adamlarıyla birlikte Tanrı adamının yanına döndü. Onun önünde durup şöyle dedi: “Şimdi anladım ki, İsrail dışında dünyanın hiçbir yerinde Tanrı yoktur. Lütfen, bu kulunun armağanını kabul et.” 16 Elişa, “Hizmetinde olduğum yaşayan RAB’bin adıyla ant içerim ki, hiçbir şey alamam” diye karşılık verdi. Naaman direttiyse de, Elişa almak istemedi. 17 Bunun üzerine Naaman, “Madem armağan istemiyorsun, öyleyse buradan iki katır yükü toprak almama izin ver” dedi, “Çünkü bu kulun artık RAB’bin dışında başka ilahlara yakmalık sunu ve kurban sunmayacaktır. 18 Ama RAB kulunu bir konuda bağışlasın. Efendim tapınmak için Rimmon Tapınağı’na girip kendisine eşlik etmemi isteyince, tapınakta onunla birlikte yere kapandığımda RAB bu kulunu bağışlasın.” 19 Elişa ona, “Esenlikle git” dedi...
Naaman cüzamdan temizlenmekle kalmamıştı, daha önemlisi gerçek Allah’ı tanımıştı. Kalbinde gerçeği bulduğu için sevinç ve huzur vardı. Fakat Naaman bilge bir adamdı ve putperestlikle dolu bir diyara geri döneceğini biliyordu. İnancını muhalif bir ortamda yaşamak zorunda kalacağını biliyordu. Bunu nasıl yapabilirdi?
Karşılaşacağı ilk sorunlardan biri kraldı. Kral kendi ilahının tapınağına gidecek ve onun önünde eğilecekti. Bunu yaparken, hizmetkârı Naaman’ın düşmemesi için kendisini kolundan tutmasını bekleyecekti. Naaman Elişa’nın kendisinin putlara tapınmaya geri döndüğünü sanmasını istemiyordu.
Elişa Naaman’ı azarlamadı, fakat ona esenlikle gitmesini söyledi. Allah’ın Ruhu Naaman’a ailesine ve dostlarına karşı nasıl davranması gerektiğini öğretecekti. Pek çok kişi Allah’a ruhta ve gerçekte ibadet etmeye başladıklarında neler olacağından endişe ederler. Allah’ın imanlılardan anne–babalarını, yeni girdikleri imanı kabul etmeseler dahi, sevmelerini ve onlara saygı göstermelerini istediğini görüyoruz. Bir imanlı aile fertlerinin özel günlerine ve bayramlarına karşı, eğer bunları kabul etmiyorsa, nasıl bir tavır almalıdır? Anne– babaya saygı nerede sınırı aşar ve Allah’ın emirlerine saygısızlık haline gelir? Bunlar kolay sorular değil. Fakat yeni bir imanlı kendi hayatında Allah’ın iradesini arar ve buna teslim olursa, O kendisine yolu gösterecektir. O, onu huzursuz bırakmayacaktır. 2. Krallar 5. bölüm, 19–27 ayetlerine bakalım:
19 ... Naaman oradan ayrılıp biraz uzaklaşınca, 20 Tanrı adamı Elişa’nın uşağı Gehazi, “Efendim, Aramlı Naaman’a çok yumuşak davrandı; getirdiği armağanları kabul etmedi” dedi, “Yaşayan RAB’bin hakkı için, peşinden koşup ondan bir şey alacağım.” 21 Böylece Gehazi Naaman’ın peşine düştü. Naaman ardından birinin koştuğunu görünce, arabasından inip onu karşıladı ve, “Ne oldu?” diye sordu. 22 Gehazi, “Bir şey yok” dedi, “Yalnız efendimin bir ricası var. Biraz önce Efrayim’in dağlık bölgesinden iki genç peygamber geldi. Efendim onlara bir talant10 gümüşle iki takım giysi vermen için beni gönderdi.” 23 Naaman,“Lütfen iki talant11 al!” dedi ve ısrarla iki talant gümüşü iki torbaya koyup bağladı. Ayrıca iki uşağına da birer takım giysi verdi. Uşaklar Gehazi’nin önüsıra bunları taşıdılar. 24 Tepeye varınca Gehazi eşyaları ellerinden alıp eve koydu, adamları da geri gönderdi. 25 Sonra gidip efendisi Elişa’nın huzuruna çıktı. Elişa, “Neredeydin, Gehazi?” diye sordu. Gehazi, “Kulun hiçbir yere gitmedi” diye karşılık verdi. 26 Bunun üzerine Elişa, “O adam arabasından inip seni karşılarken ruhum seninle değil miydi?” diye sordu, “Şimdi gümüş ya da giysi, zeytinlik, bağ, koyun, sığır, erkek ve kadın köle almanın zamanı mı? 27 Bu yüzden Naaman’ın deri hastalığı sonsuza dek senin ve soyunun üzerinde kalacak.” Böylece Gehazi Elişa’nın huzurundan kar gibi beyaz bir deri hastalığıyla ayrıldı.
Türkiye’de yalanlar ve beyaz yalanlar çok yaygın. “Allah affeder” diyorlar.
Fakat Gehazi’nin dersi bizim için. Allah yaptığımız her şeyde bizden dürüstlük ve gerçek bekler. Gehazi, Naaman için yeni inancında bir tökezleme kayasıydı. Allah’ın hoşnutluğu parayla satın alınamaz. Gönüllü itaat yoluyla edinilir. Yalan söylemek küçük bir günah değildir. On Emir’de, yalan söylemenin tıpkı öldürmek ve çalmak gibi kendi yeri vardır.12 Gehazi’nin yalanının sonucu çürümüş bir ten ve aşağılayıcı bakışlar oldu. Hayatının geri kalanında cüzamlı oldu.
Allah ne istiyor? Bu Kutsal Kitap dersinde Allah’ın bizden istediği bazı şeyleri gördük. Beklentilerimizi bir kenara bırakmalı ve Allah’a O’nun koşullarıyla gelmeliyiz. Allah’ın koşullarının basit bir mekanik servis olmadığını anlamalıyız. Şu örneği düşünün.
Şevket arkadaşlarıyla birlikte hastanede, annesinin muayene odasından çıkmasını bekliyordu. Beklerlerken Şevket arkadaşlarını bir yiyecek dağıtma makinesinin bulunduğu kantine götürdü.
Arkadaşlarına “Bakın” dedi, “burada torna dükkanında yerde bulduğum bir çelik parçası var. Yaklaşık bir lira boyutlarında. Makineye koyalım, bakalım kabul edecek mi.”
Şevket çelik parçasını makineye koydu ve makine çalıştı. Dışarı bir Fanta geldi! Şevket cesur bir tatmin duygusuyla, arkadaşlarına şöyle dedi:
“Makineyi kandırdım!”
Allah, gerçek para ile metal parçası arasındaki farkı bilmeyen, hastanedeki yiyecek dağıtma makinesi değildir. O, kişiliği olan, yaşayan bir varlıktır. O’nu yalnızca kendi seçtiğimiz armağanları ya da sunuları O’na getirerek kandıramayız. Allah gönüllü itaat ister.
Allah bizden bir şey yapmamızı istediğinde, bunun için bizim bilmediğimiz bir neden olabilir. Dilenci Adnan’ın neden gül değil de menekşe istediğini bilmiyordu. Menekşe getirmeliydi. Fakat bunun için bir neden olması gerekmiyordu. Adnan’ın parası vardı, dilencinin ise hiçbir şeyi yoktu. Adnan menekşeleri sırf kendisi öyle istediği için dahi istemişse de, bu dilencinin menekşe getirmesi için yeterli bir neden olmalıydı. Allah İbrahim’i İbrahim herkesten daha iyi olduğu için mi seçti? Allah İsrail’i İsrail herkesten daha iyi olduğu için mi seçti? Hayır. Hayatta Allah emir verebilir ve bunun için bizim bilmediğimiz iyi bir neden olabilir. Ancak öte yandan, bunun nedeni Allah’ın bizim O’nun emirlerine ve sözlerine sadık kalıp kalmayacağımızı görmek istemesi de olabilir. Biz dilencileriz, Allah tedarik edicidir. O’na yalnızca O’nun koşullarıyla ve O’nun beklentilerine göre yaklaşabiliriz. Fakat Naaman’ın farkına vardığı gibi, Allah Kendisini gayretle arayanları ödüllendirir.
Tartışma Soruları
1. Naaman ırmakta yıkandıktan sonra evine döndüğünde, sizce karısına ne dedi?
2. Hiç “Allah benden ne istiyor?” diye sordunuz mu? Sizce Allah sizden gerçekten ne istiyor? Nasıl emin olabilirsiniz?
3. İnsanlar çoğunlukla Allah’ın kendilerinden yalnızca “iyi” olmalarını istediğini ve öyle olurlarsa O’nun kendilerini
cennete alacağını düşünür. Allah’ın “iyi insan”ı meydana getiren şeyler hususunda onlardan farklı bir kre sahip
olması mümkün müdür? Bu ne olabilir?
4. Yalan söylemek gibi “küçük” günahlara karşı sizin tutumunuz nedir?
5. Hayatınızı Allah’ın beklentilerine teslim etmeye istekli misiniz?
6. Sizin inançlarınız çevrenizdeki insanlardan ne bakımlardan farklı? İnançlarınızı taviz vermeden nasıl sürdürebilir ve
yine de Allah’ı sizden farklı anlayanlara karşı nasıl anlayışlı ve müsamahalı olabilirsiniz?
8 “On talant”: Yaklaşık 345 kg.
9 “Altı bin şekel”: Yaklaşık 69 kg.
10 “Bir talant”: Yaklaşık 34.5 kg.
11 “İki talant”: Yaklaşık 69 kg.
12 Bkz. Mısır’dan Çıkış 20:13–16.