Büyük şehirlerde “Park Yapılmaz” tabelalarının altında sokaklar boyunca yüzlerce araba sıralanır. Halkın genel yaklaşımı adeta şöyledir:
“Cezasız kurtarırsan, yapabilirsin.”
Anlaşılan çok az insan yasakların ardında nedenler olduğunu anlayabiliyor. Ya da belki de yasalara uymak pek çok kişi için yalnızca bir müsaitlik meselesi. Peki ya Allah’ın talimatları? Allah Kendi koyduğu gerekliliklerde titiz mi, yoksa bunları zamanınız olduğunda ya da canınız isterse yerine getirmenizin iyi olacağı birer öneri olarak mı ortaya koyuyor? O’nun isteklerini tela edici başka bir iyi işle dengelediğiniz takdirde, ayrıntılarla gerçekten de o kadar ilgilenmiyor mu?
Şimdi öykümüzde Allah’la olan antlaşma ilişkimize günlük hayatta yerine getirildiği şekliyle bakacağız. Dinimiz hayatın gündelik eylemlerinde ifadesini bulur, bizi yönlendiren ilkeler bu şekilde uygulamaya konurlar. İki adamın günlük hayattaki bazı durumlarla ilgili konuşmalarıyla başlayacağız.
Vural bardağını dikti ve çayının son yudumunu içti. Bir karara vardığını ilan etmek istercesine kaşığı bardağın içine çıngırdatarak bıraktı. Seslendi:
“Kenan, bence sen delisin! Çok titizsin. Boş yere bir sürü para kaybediyorsun.”
Kenan dikkatle arkadaşına baktı. Bu konuşmayı ilk kez yapmıyorlardı.
Kenan “Neden böyle düşünüyorsun, Vural?” diye sordu.
“Neden satışlarının yarısını satış şi olmadan yapmıyorsun? Katma değer vergisi yüzde 18,5. Tüm bu para devlete gidiyor ve bunun hiçbir faydasını görmeyeceksin. O paranın ne kadarının devlet memurlarının yazlık ev ve Mercedes almaları için harcandığını kim biliyor? Demek istiyorum ki, bu kadar vergi fazla değil mi? Ve bu ödediğin tek vergi de değil. Stopaj vergisi var, çünkü bu dükkanı kiralıyorsun, sonra KDV, damga vergisi ve SSK üç aylık vergisi var, ticaret odası aidatıyla Bağ–Kur’u saymıyorum bile. Bu bunaltıcı vergiler ve ücretler başımızın üzerinde sallandıkça kim para kazanabilir ki? Vergi dairesini memnun edecek kadar satışı kayda geçir, geri kalanını masa altından yap da biraz para kazan.”
Kenan’ın bilgisayar mağazası kesinlikle para içinde yüzmüyordu. Onunkisi şehirdeki işlek caddede bulunan bir sürü küçük dükkandan biriydi. Vural Kenan’ın rakiplerinin yaptığını tam olarak tarif etmişti. Kenan, işyerini tamamen yasaya göre işleten kendisinden başka hiç kimse tanımıyordu. Herkes vergi kaçırıyordu.
Hepsi şöyle derdi, “Şimdi makinem bozuk, fiş veremiyorum.”
Kenan arkadaşına karşılık verdi, “Vural, parasal açıdan bakınca haklısın. Fakat para hayattaki tek şey değil. Paranın önemli olmadığını söylemiyorum. Ama para mı bana hizmet etmek için var, yoksa ben mi paraya hizmet için varım?”
Vural araya girdi, “Zengin olmaktan bahsetmiyorum, yaşamı sürdürebilmekten bahsediyorum.”
“Biliyorum, biliyorum. Belki kendi dükkanımla geçimimi sağlayamam ve bunu kapatarak başkasının yanında çalışmam
gerekebilir. Yapmak istediğim bu değil, ama tabii ki imkân dahilinde. Fakat şimdi söylediğim şey, nasıl yaşamak istediğim. Hayatı yalancı ve hilekâr biri olarak yaşamak istemiyorum. Böyle biri olmak istemiyorum. İlke ve karakter sahibi bir kişi olmak istiyorum. Ve buna devletle ilişkim de dahil. Devlete düşmanım gözüyle bakmak istemiyorum. Çeşitli yerlerde yolsuzluk ve yozlaşma olduğundan emin olsam da, tüm o vergiler sağlık yardımlarını, sosyal güvenlik emekliliğini, yolları, okulları ve tüm sistemin yürümesini sağlayan genel yasaları hayata geçiriyor. Bunlar olmasaydı her şey kargaşa içinde olurdu. Ülkemi desteklemek istiyorum, yıkmak değil. Sen Türkiye’yi sevmiyor musun?”
Vural çekinerek şöyle dedi, “Evet, tabii ki seviyorum, fakat yemek yemek de istiyorum. Bu şekilde geçimini sağlayamazsın.”
“Eh, şimdilik zengin olmadım, fakat hayatımı sürdürüyorum. Kimi zaman zor. Ancak yasanın etrafından dolaşmak zorunda kalmadan ihtiyaçlarımı karşılaması için Allah’a güvenmek istiyorum.”
“Devlet senin paranın eksikliğini duymaz. Onların çok parası var. Fakir olan sensin. Bu konuyu dert etme. Bu kadar fazla fiş kesme.”
“Bu kadar mı? Bir kişi zenginse ona para ödememeli miyim? Carrefour’un ve Kipa’nın paraları var, öyleyse onlara zengin oldukları için para ödememeli miyim? Bill Gates’in paraya ihtiyacı olmadığı için korsan yazılım kullanmamı mı istersin?”
“Kesinlikle. Bill Gates zengin. Ona bir kuruş bile vermene gerek yok!” Vural bunu söylerken sesini yükseltti.
Kenan demek istediğini daha vurgulu bir şekilde söyleyebilmek için öne eğildi, “Öyleyse sana göre Allah’a hiçbir şey vermemeliyim, çünkü O herkesten daha zengin, öyle mi?”
Vural kekeleyerek “Şey, o başka” dedi. “Gerçekte Allah’a vermiyoruz, fakirlere ya da dinimize veriyoruz.”
“Nasıl başka? Dinsel kurumlarımız zenginse o zaman vermemize gerek yok. Öyle değil mi? Bu şekilde bir düşünceyle tüm toplumsal kurumlar çökerdi. İşler en iyi herkes kendi üzerine düşeni yaptığında yürür. Bu nedenle ben vergilerimi ödüyorum.”
Vural sigarasını yaktı ve dumanın kıvrılarak yükselişini seyretti.
“Hâlâ senin çok titiz davrandığını düşünüyorum. Sen fakirsin ve devletin senin parana ihtiyacı yok. Zaten çok fazla paraları var.”
“Sana ilke hakkında nasıl bir şey anlatabilirim? Örneğin, yabancı birisi dükkana girerek sana domuz eti verse onu yer miydin?”
Vural “Hayatta olmaz!” diye karşılık verdi. “Bu iğrenç!”
Vural, sanki kötü kokulu et hemen karşısındaymış gibi burnunu kıvırdı.
“Neden yemezsin?”
Vural sigarasının külünü fiskeleyerek yere atarken “Çünkü yasak” dedi.
“Peki neden yasak olduğunu düşünüyorsun? Pis olduğu için mi? Tıpkı kokoreç gibi fazlasıyla yıkanıp iyice pişiriliyor.”
“Etin kendisi kötü. Yiyecek olmaya uygun değil.”
“Öyleyse bunun vücudun için zararlı olduğunu söylüyorsun, öyle mi?”
“Doğru” dedi Vural.
“O içtiğin sigaraya gelince, herhalde onun vücudun için yararlı olduğunu düşünüyorsun! Peki ya içtiğin rakı? O nedir, organik sağlıklı yiyecek mi?”
“Ama o başka.”
“Nasıl başka? İlke nedir? Allah insana domuzun etinin yiyecek olarak uygun olmadığını açıkladı. Ve hiçbir koşulda bunu yemezsin. İğrenç ve pis olduğunu düşünüyorsun. Ve bundan yersen kendini Allah’ın huzurunda murdar hissedersin. Öyleyse neden sigara ve içki içmenin seni Allah’ın huzurunda murdar etmeyeceğini düşünüyorsun? Bunlar da bedeni mahvetmiyor mu? Ve neden domuz eti yemenin bizi Allah’ın huzurunda yalan söylemekten ya da Bill Gates’in yazılımlarını çalmaktan daha fazla murdar edeceğini düşünüyoruz? Fiziksel temizliğin bizi Allah’a ahlâki paklıktan daha çok beğendireceği varsayılan, nasıl bir gelenekte yaşıyoruz? Allah’ın zina işleyenleri domuz eti yiyenlerden daha önce kabul edeceğine dair kir nereden çıktı?”
Vural bir an suskun kaldı.
“Bilmiyorum, yalnızca öyle gözüküyor işte.”
“Öyle gözüküyor, çünkü gelenek bize öyle diyor, Allah’ın Sözü bize öyle dediği için değil. Allah’ın Sözü bize midye yemenin en az domuz eti yemek kadar murdar olduğunu bildiriyor. Fakat Türkiye’deki her sahilde midyeler yiyecek olarak satılıyor. Git, Allah’ın Musa peygamber aracılığıyla hangi yiyecekleri yiyebileceğimize dair verdiği emri araştır.19 Göreceksin. Fakat şu soru halen yanıtlanmadı, ilkeli olarak mı yaşayacağız, yoksa yalnızca çıkarımıza uygun olanı mı yapacağız? Neye mal olursa olsun, doğru olanı yalnızca doğru olduğu için yapacak mıyız?”
Daniel 1. bölüme dayalı olan bu Kutsal Kitap dersinde, ahlâki değerler, yiyecek, gelenek, antlaşma ve ilke; bunların hepsi önemli faktörlerdir. 1–5 ayetlerini okuyarak başlayalım:
1 Yahuda Kralı Yehoyakim’in krallığının üçüncü yılında Babil Kralı Nebukadnessar Yeruşalim’in üzerine yürüyüp kenti kuşattı. 2 Rab, Yahuda Kralı Yehoyakim’i ve Tanrı’nın Tapınağı’ndaki bazı eşyaları Nebukadnessar’ın eline teslim etti. Nebukadnessar bunları Şinar ülkesine götürüp kendi ilahının tapınağının hazinesine yerleştirdi. 3–4 Kral İsrailliler arasından kral soyundan gelme ya da soylu bazı gençlerin seçilip saraya getirilmesi için saray görevlilerinin yöneticisi Aşpenaz’a buyruk verdi. Bu gençler kusursuz, yakışıklı, her konuda bilge, bilgili, öğrenmeye yetenekli, sarayda görev almaya uygun nitelikte kişiler olmalıydı. Aşpenaz onlara Kildaniler’in dilini ve yazısını öğretecekti. 5 Kral bu gençler için kendi sofrasından gündelik yiyecek ve şarap ayırdı. Üç yıl eğitildikten sonra gençler kralın önüne çıkarılacaklardı.
Bu ayetlerde gördüğümüz gibi, Osmanlılar savaşlarda esir alınan kişilerin yeteneklerinden yararlanan ilk ulus değildi. Babil kralı güney Yahuda krallığını ele geçirdikten, Yeruşalim’i harap ettikten ve binlerce insanı esir ettikten sonra, Yahuda kralının ve diğer asil ailelerin çocuklarında kendi hükümetinde hizmet etme potansiyeli bulunduğunu gördü. Böylece onları kendi memurlarının denetimine verdi, ihtiyaçlarını karşıladı ve üç yıl boyunca onlara yerel yasalar, din, dil ve gelenekler üzerine eğitim verdi. 6–8 ayetleriyle devam edelim:
6 Seçilen gençler arasında Yahudalılar’dan Daniel, Hananya, Mişael ve Azarya da vardı. 7 Saray görevlilerinin yöneticisi onlara yeni adlar koydu. Daniel’e Belteşassar, Hananya’ya Şadrak, Mişael’e Meşak, Azarya’ya Abed–Nego adını verdi. 8 Daniel dinsel açıdan kendini kirletmemek için kralın onlara ayırdığı yemeklerden yemeyi de şaraptan içmeyi de istemedi. Bu yoldan kendini kirletmemek için saray görevlilerinin yöneticisine ricada bulundu.
Esir alındığınızı ve anavatanınızdan yüzlerce kilometre uzakta bir yere götürüldüğünüzü hayal edin. Putlara tapan insanların arasındasınız. Size, kendi dininizi bırakmanız ve sizi tutsak edenlerin ilahlarını kabul etmeniz yönünde etkilemenin bir yolu olarak, o sahte tanrılardan biriyle ilgili bir ad verilmiş. Size domuz eti ve şarap verilseydi ne yapardınız? Bunu yiyip içer miydiniz?
“Hayır!” diyorsunuz, “İlkeye sadık kalırdım. Her ikisini de tüketmezdim.”
Ancak ev sahibini gücendirmemek için size sunulan şeyleri yiyip içmenin ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. Üstelik, şu anda Türkiye’de böyle bir sorununuz yok, çünkü herkes aynı değer sistemine göre yiyip içiyor. Peki ailenizden ve dostlarınızdan kilometrelerce uzakta, Almanya’da yaşıyor olsaydınız, yine aynı kararı verir miydiniz? Farklı olmaya cüret eder miydiniz? 9. ve 10. ayetlerde, Daniel’in kendi kanaatlerini yerine getirip getirmediğini görelim:
9 Tanrı saray görevlileri yöneticisinin Daniel’e sevgiyle, sevecenlikle davranmasını sağladı. 10 Adam Daniel’e, “Yiyecek içecek payınızı ayıran efendimiz kraldan korkarım” dedi, “Eğer yüzünüzü yaşıtınız olan öbür gençlerin yüzünden daha solgun görürse, başımı tehlikeye sokmuş olursunuz.”
Şimdi tehlike biraz daha büyük. Daniel kralın yiyeceğini yemeyi ve şarabını içmeyi reddederse, bu kralı gücendirebilir. Hatta Daniel’in öldürülmesine neden olabilir. Bu iki koşul altında, hayatınızı kaybedecek dahi olsanız, yine de ilkeye bağlı kalır mıydınız? Sonuçta, kendi kendinize şöyle düşünebilirdiniz:
“Yememem ve içmemem gereken şeyleri yiyip içmek ve hayatta kalmak mı daha iyi, yoksa reddedip ölmek mi? Ben ölürsem bunun ne yararı var? Hayatımı yiyecek ve içecek için tehlikeye atmama gerek var mı?”
Ancak belki de mesele yiyecek ve içecekten daha büyüktür. Bir de putperestlik konusu yok muydu? Kadim kültürlerde, etler geleneksel olarak putlara sunuluyordu. Bir kimse o etlerden yediğinde, aslında sahte tanrılara şeref vermiş oluyordu. Muhakkak ki, Daniel böyle bir dinsel uygulamada rol almak istemiyordu. Bundan sonra neler olduğunu görmek için Daniel 1. bölüm, 11–21 ayetlerine bakalım:
11–12 Daniel, saray görevlileri yöneticisinin Hananya, Mişael, Azarya ve kendisinin başına koyduğu gözeticiye gidip, “Lütfen kullarınıza on gün olanak tanıyın” dedi, “Bu on gün içinde bize yemek için sebze, içmek için de su verilsin. 13 Sonra yüzlerimizi kralın yemeklerini yiyen öbür gençlerin yüzleriyle kıyaslayın ve kullarınıza gördüğünüze göre davranın.” 14 Gözetici bu isteği kabul etti ve onlara on gün deneme fırsatı verdi. 15 On gün sonra dört genç kralın yemeklerini yiyen öbür gençlerin hepsinden daha sağlıklı, daha iyi beslenmiş görünüyordu. 16 Böylece gözetici o günden sonra kralın gençler için ayırdığı yemekle şarabı kaldırdı ve onlara sebze vermeyi sürdürdü. 17 Tanrı bu dört gence her konuda bilgi, beceri, bilgelik verdi. Daniel her çeşit görümü ve düşü yorumlayabiliyordu. 18 Kralın belirlediği süre tamamlanınca, saray görevlileri yöneticisi gençleri Nebukadnessar’a götürdü. 19 Kral onlarla görüştü; içlerinde Daniel, Hananya, Mişael, Azarya gibisi yoktu. Bu yüzden kralın hizmetine onlar atandı. 20 Kral bilgelik ve anlayışla ilgili konularda onları sınadı ve dört genci ülkesindeki bütün sihirbazlardan, falcılardan on kat üstün buldu. 21 Kral Koreş’in krallığının birinci yılına dek Daniel sarayda kaldı.
Daniel ve üç arkadaşı Allah’ın kendileri için Tevrat’ta ortaya koymuş olduğu antlaşmanın ilkelerinden taviz vermeyeceklerdi. Daniel ve arkadaşları için Tevrat’ın ilkeleri yalnızca kurallardan ve yönetmeliklerden ibaret değildi. Bunlar yaşayan ilkelerdi. Daniel putlara sunulan yiyecekleri yemenin putperestliğe katılım olarak görülebileceğini anlamıştı ve tabii ki bunu yapmak istemiyordu. Dahası, Daniel Allah tarafından yasaklanan yiyecekleri yemenin kendi sağlığına zararlı olacağını anlamıştı. Daniel ilkeye bağlı kalarak zihinsel, fiziksel ve ruhsal olarak daha güçlü olacaktı. Ayartıya ve günaha daha rahat karşı koyabilecekti, zira bedeni, beyni ve ruhu hep birbirine bağlıydı.
Belki de Daniel, Hananya, Mişael ve Azarya, Yaratılış kitapçığında Allah’ın Adem ile Havva’ya Aden Bahçesi’nde bitkilere dayalı mükemmel beslenme düzenini verdiği öyküyü hatırlıyorlardı. Daniel ve arkadaşları Allah’ın başlangıçtaki planına uygun yaşamaları halinde bereketleneceklerine inanıyorlardı. Neden? Çünkü bizi Allah yaratmıştır ve O bizim için en iyi olanı bilir.
Daniel bir tür tela programına başvurmadı, şöyle demedi:
“Eh, bir miktar yememem gereken etten yedim ve içmemem gereken bir içecekten içtim, fakat 99 dua edersem bunu tela edebilirim.”
Hayır, Daniel ilkeye bağlıydı. İlke için hayatını tehlikeye attı. Bunun sonucunda Allah Daniel’i bereketledi ve herkese Kendisi’nin titiz olduğunu ve bizden hem büyük hem de küçük meselelerde sadık olmamızı istediğini gösterdi.
Allah doğru olanı yapmayı bu dünyada ödüllendirir. Kimi zaman bunun sonuçlarını görmek için beklememiz gerekebilir, çünkü Allah aynı zamanda kötülüğe de kendi yolunu izlemesi için izin vermektedir. Allah’ın iyiliğini ve hikmetini, ancak kötülüğün gerçekte ne olduğunu gördükten sonra kavrayabiliriz.
Geçen derste işlediğimiz konuyu, koruyucu keruv Parlak Yıldız isyan ettiğinde Allah’ın onu derhal ve orada yok etmediğini hatırlıyor musunuz? O andan itibaren, Şeytan’a dönüşen o düşmüş meleğe bu dünyanın insanlarını ayartması için izin verildi. Ancak tıpkı Allah’ın Daniel’i antlaşmaya sadık kaldığı ve Şeytan’ın ayartılarına karşı koyduğu için bereketlediği gibi, bizim hayatlarımızı da, O’na sadık kaldığımızda doğruluğun selametiyle ve kötülüğe karşı direnme gücüyle bereketleyecektir. Şu durumu düşünün:
Enver iş arkadaşlarından birkaçı ile İstanbul’da iş gezisindeydi. Akşam yemeğinde kebap yedikten sonra, iş arkadaşları onu içki içmek ve bazı kızlarla tanışmak üzere bir gece kulübüne davet ettiler.
“Benim mutlu bir evliliğim var çocuklar. Bensiz gidebilirsiniz.”
“Bizim de mutlu evliliğimiz var,” dediler. “Sadece biraz eğlence için dışarı çıkıyoruz. Karılarımızın bilmesi gerekmiyor.”
“Doğrusu sizin eğlenmenize katılamam.”
Hepsi “Ana kuzusu” dediler. “Dışarı çıkmak için izin alman mı gerekiyor?” diye takıldılar.
Fakat Enver yerinden oynamadı.
“İstediğinizi diyebilirsiniz, fakat benim karıma olan bağlılığım sizin beni kulübe götürme isteğinizden daha kuvvetli.”
Böylece Enver otele tek başına döndü; karısını aradı. Sohbet ettiler, birbirlerinin sesini duydukları için çok mutlu oldular.
Ertesi gün Enver otelde kahvaltısını bitirmek üzereyken çalışma arkadaşları aşağı indiler. Gözleri yarı kapalı ve kırmızıydı. Kendi aralarında önceki akşam dans ettikleri kızlar hakkında espriler yapıyorlardı. Sonra adamlardan birinin cep telefonu çaldı. Hatta karısı vardı.
“Hayır hayatım, dün gece kulübe falan gitmedik” diye yalan söyledi. “Telefonuma cevap vermedim, çünkü toplantıdaydık ve telefonumu odamda şarj cihazında bırakmıştım.”
Adamın yüzü sinirli bir hâl aldı.
“Yalan söylemiyorum! Neden beni suçluyorsun?” diye bağırdı. “Demek o gece toplantı yapıp yapmadığımızı anlamak için oteli aradın! Demek ki beni kontrol etmek için her tarafta izliyorsun...”
Ortam gergin ve sinirliydi. Enver kulübe gitmediğine çok memnun oldu. Saklayacak ve utanacak bir şeyi yoktu. Aksine, karısıyla olan ilişkisinin huzurundan dolayı rahatladı.
Allah’la olan antlaşmamız bir evlilik ilişkisi gibidir. Her durumda ve her koşulda Allah’a bağlıyız. Eşlerimize bağlıyız. Bu bağlılığı kalplerimizde ya da zihinlerimizde dahi olsa koparırsak, bu ilişkiye hasar veririz. Eşlerimizden uzakta olabiliriz; hareketlerimizi görmüyor olabilirler. Peki onlara bağlı mıyız?
Allah’ın şeklini görmediğimiz anlamında, O’nun huzurunda yaşamıyoruz. Ancak Allah bizim her hareketimizi biliyor. Bizim yalancılar, hileciler ya da zina işleyenler olup olmadığımızı biliyor. Daniel kendisini Allah’a adamış bir adamdı. Aynı şeyi kendiniz için de söyleyebilir misiniz? Söyleyemiyorsanız, dua edebilirsiniz:
“Allahım, hayatımın tüm alanlarında sana adanmış bir adam olabilmeme yardımcı ol.”
O bu duayı kesinlikle yanıtlayacaktır.
Tartışma Soruları
1. Bir kişi zenginse ona borcunuzu ödemeyerek huzurlu olabilir misiniz? Davranışınızın temeli olan ilke Allah’ın Sözü’ne dayanıyor mu?
2. Sizce hangisi Allah’ın gözünde daha nahoştur, birinin evine girerken ayakkabılarınızı çıkarmamak mı, yoksa
postanede sırada onun önüne geçmek mi? Neden?
3. Hangisi Allah’ın gözünde daha kötüdür, içinden kanın uygun şekilde çıkarılmadığı eti yemek mi, yoksa yalan
söylemek mi? Neden böyle düşünüyorsunuz?
4. Her durumda iyi olmaya çalışsaydınız, ailenizden ve arkadaşlarınızdan nasıl bir tepki alırdınız? Bu olumsuz bir yanıt
olursa, başkaları ne düşünürse düşünsün doğru olanı yapmak için gereken ahlâki metaneti nereden alırdınız?
19 Bkz. Levililer 11. bölüm.
“Cezasız kurtarırsan, yapabilirsin.”
Anlaşılan çok az insan yasakların ardında nedenler olduğunu anlayabiliyor. Ya da belki de yasalara uymak pek çok kişi için yalnızca bir müsaitlik meselesi. Peki ya Allah’ın talimatları? Allah Kendi koyduğu gerekliliklerde titiz mi, yoksa bunları zamanınız olduğunda ya da canınız isterse yerine getirmenizin iyi olacağı birer öneri olarak mı ortaya koyuyor? O’nun isteklerini tela edici başka bir iyi işle dengelediğiniz takdirde, ayrıntılarla gerçekten de o kadar ilgilenmiyor mu?
Şimdi öykümüzde Allah’la olan antlaşma ilişkimize günlük hayatta yerine getirildiği şekliyle bakacağız. Dinimiz hayatın gündelik eylemlerinde ifadesini bulur, bizi yönlendiren ilkeler bu şekilde uygulamaya konurlar. İki adamın günlük hayattaki bazı durumlarla ilgili konuşmalarıyla başlayacağız.
Vural bardağını dikti ve çayının son yudumunu içti. Bir karara vardığını ilan etmek istercesine kaşığı bardağın içine çıngırdatarak bıraktı. Seslendi:
“Kenan, bence sen delisin! Çok titizsin. Boş yere bir sürü para kaybediyorsun.”
Kenan dikkatle arkadaşına baktı. Bu konuşmayı ilk kez yapmıyorlardı.
Kenan “Neden böyle düşünüyorsun, Vural?” diye sordu.
“Neden satışlarının yarısını satış şi olmadan yapmıyorsun? Katma değer vergisi yüzde 18,5. Tüm bu para devlete gidiyor ve bunun hiçbir faydasını görmeyeceksin. O paranın ne kadarının devlet memurlarının yazlık ev ve Mercedes almaları için harcandığını kim biliyor? Demek istiyorum ki, bu kadar vergi fazla değil mi? Ve bu ödediğin tek vergi de değil. Stopaj vergisi var, çünkü bu dükkanı kiralıyorsun, sonra KDV, damga vergisi ve SSK üç aylık vergisi var, ticaret odası aidatıyla Bağ–Kur’u saymıyorum bile. Bu bunaltıcı vergiler ve ücretler başımızın üzerinde sallandıkça kim para kazanabilir ki? Vergi dairesini memnun edecek kadar satışı kayda geçir, geri kalanını masa altından yap da biraz para kazan.”
Kenan’ın bilgisayar mağazası kesinlikle para içinde yüzmüyordu. Onunkisi şehirdeki işlek caddede bulunan bir sürü küçük dükkandan biriydi. Vural Kenan’ın rakiplerinin yaptığını tam olarak tarif etmişti. Kenan, işyerini tamamen yasaya göre işleten kendisinden başka hiç kimse tanımıyordu. Herkes vergi kaçırıyordu.
Hepsi şöyle derdi, “Şimdi makinem bozuk, fiş veremiyorum.”
Kenan arkadaşına karşılık verdi, “Vural, parasal açıdan bakınca haklısın. Fakat para hayattaki tek şey değil. Paranın önemli olmadığını söylemiyorum. Ama para mı bana hizmet etmek için var, yoksa ben mi paraya hizmet için varım?”
Vural araya girdi, “Zengin olmaktan bahsetmiyorum, yaşamı sürdürebilmekten bahsediyorum.”
“Biliyorum, biliyorum. Belki kendi dükkanımla geçimimi sağlayamam ve bunu kapatarak başkasının yanında çalışmam
gerekebilir. Yapmak istediğim bu değil, ama tabii ki imkân dahilinde. Fakat şimdi söylediğim şey, nasıl yaşamak istediğim. Hayatı yalancı ve hilekâr biri olarak yaşamak istemiyorum. Böyle biri olmak istemiyorum. İlke ve karakter sahibi bir kişi olmak istiyorum. Ve buna devletle ilişkim de dahil. Devlete düşmanım gözüyle bakmak istemiyorum. Çeşitli yerlerde yolsuzluk ve yozlaşma olduğundan emin olsam da, tüm o vergiler sağlık yardımlarını, sosyal güvenlik emekliliğini, yolları, okulları ve tüm sistemin yürümesini sağlayan genel yasaları hayata geçiriyor. Bunlar olmasaydı her şey kargaşa içinde olurdu. Ülkemi desteklemek istiyorum, yıkmak değil. Sen Türkiye’yi sevmiyor musun?”
Vural çekinerek şöyle dedi, “Evet, tabii ki seviyorum, fakat yemek yemek de istiyorum. Bu şekilde geçimini sağlayamazsın.”
“Eh, şimdilik zengin olmadım, fakat hayatımı sürdürüyorum. Kimi zaman zor. Ancak yasanın etrafından dolaşmak zorunda kalmadan ihtiyaçlarımı karşılaması için Allah’a güvenmek istiyorum.”
“Devlet senin paranın eksikliğini duymaz. Onların çok parası var. Fakir olan sensin. Bu konuyu dert etme. Bu kadar fazla fiş kesme.”
“Bu kadar mı? Bir kişi zenginse ona para ödememeli miyim? Carrefour’un ve Kipa’nın paraları var, öyleyse onlara zengin oldukları için para ödememeli miyim? Bill Gates’in paraya ihtiyacı olmadığı için korsan yazılım kullanmamı mı istersin?”
“Kesinlikle. Bill Gates zengin. Ona bir kuruş bile vermene gerek yok!” Vural bunu söylerken sesini yükseltti.
Kenan demek istediğini daha vurgulu bir şekilde söyleyebilmek için öne eğildi, “Öyleyse sana göre Allah’a hiçbir şey vermemeliyim, çünkü O herkesten daha zengin, öyle mi?”
Vural kekeleyerek “Şey, o başka” dedi. “Gerçekte Allah’a vermiyoruz, fakirlere ya da dinimize veriyoruz.”
“Nasıl başka? Dinsel kurumlarımız zenginse o zaman vermemize gerek yok. Öyle değil mi? Bu şekilde bir düşünceyle tüm toplumsal kurumlar çökerdi. İşler en iyi herkes kendi üzerine düşeni yaptığında yürür. Bu nedenle ben vergilerimi ödüyorum.”
Vural sigarasını yaktı ve dumanın kıvrılarak yükselişini seyretti.
“Hâlâ senin çok titiz davrandığını düşünüyorum. Sen fakirsin ve devletin senin parana ihtiyacı yok. Zaten çok fazla paraları var.”
“Sana ilke hakkında nasıl bir şey anlatabilirim? Örneğin, yabancı birisi dükkana girerek sana domuz eti verse onu yer miydin?”
Vural “Hayatta olmaz!” diye karşılık verdi. “Bu iğrenç!”
Vural, sanki kötü kokulu et hemen karşısındaymış gibi burnunu kıvırdı.
“Neden yemezsin?”
Vural sigarasının külünü fiskeleyerek yere atarken “Çünkü yasak” dedi.
“Peki neden yasak olduğunu düşünüyorsun? Pis olduğu için mi? Tıpkı kokoreç gibi fazlasıyla yıkanıp iyice pişiriliyor.”
“Etin kendisi kötü. Yiyecek olmaya uygun değil.”
“Öyleyse bunun vücudun için zararlı olduğunu söylüyorsun, öyle mi?”
“Doğru” dedi Vural.
“O içtiğin sigaraya gelince, herhalde onun vücudun için yararlı olduğunu düşünüyorsun! Peki ya içtiğin rakı? O nedir, organik sağlıklı yiyecek mi?”
“Ama o başka.”
“Nasıl başka? İlke nedir? Allah insana domuzun etinin yiyecek olarak uygun olmadığını açıkladı. Ve hiçbir koşulda bunu yemezsin. İğrenç ve pis olduğunu düşünüyorsun. Ve bundan yersen kendini Allah’ın huzurunda murdar hissedersin. Öyleyse neden sigara ve içki içmenin seni Allah’ın huzurunda murdar etmeyeceğini düşünüyorsun? Bunlar da bedeni mahvetmiyor mu? Ve neden domuz eti yemenin bizi Allah’ın huzurunda yalan söylemekten ya da Bill Gates’in yazılımlarını çalmaktan daha fazla murdar edeceğini düşünüyoruz? Fiziksel temizliğin bizi Allah’a ahlâki paklıktan daha çok beğendireceği varsayılan, nasıl bir gelenekte yaşıyoruz? Allah’ın zina işleyenleri domuz eti yiyenlerden daha önce kabul edeceğine dair kir nereden çıktı?”
Vural bir an suskun kaldı.
“Bilmiyorum, yalnızca öyle gözüküyor işte.”
“Öyle gözüküyor, çünkü gelenek bize öyle diyor, Allah’ın Sözü bize öyle dediği için değil. Allah’ın Sözü bize midye yemenin en az domuz eti yemek kadar murdar olduğunu bildiriyor. Fakat Türkiye’deki her sahilde midyeler yiyecek olarak satılıyor. Git, Allah’ın Musa peygamber aracılığıyla hangi yiyecekleri yiyebileceğimize dair verdiği emri araştır.19 Göreceksin. Fakat şu soru halen yanıtlanmadı, ilkeli olarak mı yaşayacağız, yoksa yalnızca çıkarımıza uygun olanı mı yapacağız? Neye mal olursa olsun, doğru olanı yalnızca doğru olduğu için yapacak mıyız?”
Daniel 1. bölüme dayalı olan bu Kutsal Kitap dersinde, ahlâki değerler, yiyecek, gelenek, antlaşma ve ilke; bunların hepsi önemli faktörlerdir. 1–5 ayetlerini okuyarak başlayalım:
1 Yahuda Kralı Yehoyakim’in krallığının üçüncü yılında Babil Kralı Nebukadnessar Yeruşalim’in üzerine yürüyüp kenti kuşattı. 2 Rab, Yahuda Kralı Yehoyakim’i ve Tanrı’nın Tapınağı’ndaki bazı eşyaları Nebukadnessar’ın eline teslim etti. Nebukadnessar bunları Şinar ülkesine götürüp kendi ilahının tapınağının hazinesine yerleştirdi. 3–4 Kral İsrailliler arasından kral soyundan gelme ya da soylu bazı gençlerin seçilip saraya getirilmesi için saray görevlilerinin yöneticisi Aşpenaz’a buyruk verdi. Bu gençler kusursuz, yakışıklı, her konuda bilge, bilgili, öğrenmeye yetenekli, sarayda görev almaya uygun nitelikte kişiler olmalıydı. Aşpenaz onlara Kildaniler’in dilini ve yazısını öğretecekti. 5 Kral bu gençler için kendi sofrasından gündelik yiyecek ve şarap ayırdı. Üç yıl eğitildikten sonra gençler kralın önüne çıkarılacaklardı.
Bu ayetlerde gördüğümüz gibi, Osmanlılar savaşlarda esir alınan kişilerin yeteneklerinden yararlanan ilk ulus değildi. Babil kralı güney Yahuda krallığını ele geçirdikten, Yeruşalim’i harap ettikten ve binlerce insanı esir ettikten sonra, Yahuda kralının ve diğer asil ailelerin çocuklarında kendi hükümetinde hizmet etme potansiyeli bulunduğunu gördü. Böylece onları kendi memurlarının denetimine verdi, ihtiyaçlarını karşıladı ve üç yıl boyunca onlara yerel yasalar, din, dil ve gelenekler üzerine eğitim verdi. 6–8 ayetleriyle devam edelim:
6 Seçilen gençler arasında Yahudalılar’dan Daniel, Hananya, Mişael ve Azarya da vardı. 7 Saray görevlilerinin yöneticisi onlara yeni adlar koydu. Daniel’e Belteşassar, Hananya’ya Şadrak, Mişael’e Meşak, Azarya’ya Abed–Nego adını verdi. 8 Daniel dinsel açıdan kendini kirletmemek için kralın onlara ayırdığı yemeklerden yemeyi de şaraptan içmeyi de istemedi. Bu yoldan kendini kirletmemek için saray görevlilerinin yöneticisine ricada bulundu.
Esir alındığınızı ve anavatanınızdan yüzlerce kilometre uzakta bir yere götürüldüğünüzü hayal edin. Putlara tapan insanların arasındasınız. Size, kendi dininizi bırakmanız ve sizi tutsak edenlerin ilahlarını kabul etmeniz yönünde etkilemenin bir yolu olarak, o sahte tanrılardan biriyle ilgili bir ad verilmiş. Size domuz eti ve şarap verilseydi ne yapardınız? Bunu yiyip içer miydiniz?
“Hayır!” diyorsunuz, “İlkeye sadık kalırdım. Her ikisini de tüketmezdim.”
Ancak ev sahibini gücendirmemek için size sunulan şeyleri yiyip içmenin ne kadar önemli olduğunu biliyorsunuz. Üstelik, şu anda Türkiye’de böyle bir sorununuz yok, çünkü herkes aynı değer sistemine göre yiyip içiyor. Peki ailenizden ve dostlarınızdan kilometrelerce uzakta, Almanya’da yaşıyor olsaydınız, yine aynı kararı verir miydiniz? Farklı olmaya cüret eder miydiniz? 9. ve 10. ayetlerde, Daniel’in kendi kanaatlerini yerine getirip getirmediğini görelim:
9 Tanrı saray görevlileri yöneticisinin Daniel’e sevgiyle, sevecenlikle davranmasını sağladı. 10 Adam Daniel’e, “Yiyecek içecek payınızı ayıran efendimiz kraldan korkarım” dedi, “Eğer yüzünüzü yaşıtınız olan öbür gençlerin yüzünden daha solgun görürse, başımı tehlikeye sokmuş olursunuz.”
Şimdi tehlike biraz daha büyük. Daniel kralın yiyeceğini yemeyi ve şarabını içmeyi reddederse, bu kralı gücendirebilir. Hatta Daniel’in öldürülmesine neden olabilir. Bu iki koşul altında, hayatınızı kaybedecek dahi olsanız, yine de ilkeye bağlı kalır mıydınız? Sonuçta, kendi kendinize şöyle düşünebilirdiniz:
“Yememem ve içmemem gereken şeyleri yiyip içmek ve hayatta kalmak mı daha iyi, yoksa reddedip ölmek mi? Ben ölürsem bunun ne yararı var? Hayatımı yiyecek ve içecek için tehlikeye atmama gerek var mı?”
Ancak belki de mesele yiyecek ve içecekten daha büyüktür. Bir de putperestlik konusu yok muydu? Kadim kültürlerde, etler geleneksel olarak putlara sunuluyordu. Bir kimse o etlerden yediğinde, aslında sahte tanrılara şeref vermiş oluyordu. Muhakkak ki, Daniel böyle bir dinsel uygulamada rol almak istemiyordu. Bundan sonra neler olduğunu görmek için Daniel 1. bölüm, 11–21 ayetlerine bakalım:
11–12 Daniel, saray görevlileri yöneticisinin Hananya, Mişael, Azarya ve kendisinin başına koyduğu gözeticiye gidip, “Lütfen kullarınıza on gün olanak tanıyın” dedi, “Bu on gün içinde bize yemek için sebze, içmek için de su verilsin. 13 Sonra yüzlerimizi kralın yemeklerini yiyen öbür gençlerin yüzleriyle kıyaslayın ve kullarınıza gördüğünüze göre davranın.” 14 Gözetici bu isteği kabul etti ve onlara on gün deneme fırsatı verdi. 15 On gün sonra dört genç kralın yemeklerini yiyen öbür gençlerin hepsinden daha sağlıklı, daha iyi beslenmiş görünüyordu. 16 Böylece gözetici o günden sonra kralın gençler için ayırdığı yemekle şarabı kaldırdı ve onlara sebze vermeyi sürdürdü. 17 Tanrı bu dört gence her konuda bilgi, beceri, bilgelik verdi. Daniel her çeşit görümü ve düşü yorumlayabiliyordu. 18 Kralın belirlediği süre tamamlanınca, saray görevlileri yöneticisi gençleri Nebukadnessar’a götürdü. 19 Kral onlarla görüştü; içlerinde Daniel, Hananya, Mişael, Azarya gibisi yoktu. Bu yüzden kralın hizmetine onlar atandı. 20 Kral bilgelik ve anlayışla ilgili konularda onları sınadı ve dört genci ülkesindeki bütün sihirbazlardan, falcılardan on kat üstün buldu. 21 Kral Koreş’in krallığının birinci yılına dek Daniel sarayda kaldı.
Daniel ve üç arkadaşı Allah’ın kendileri için Tevrat’ta ortaya koymuş olduğu antlaşmanın ilkelerinden taviz vermeyeceklerdi. Daniel ve arkadaşları için Tevrat’ın ilkeleri yalnızca kurallardan ve yönetmeliklerden ibaret değildi. Bunlar yaşayan ilkelerdi. Daniel putlara sunulan yiyecekleri yemenin putperestliğe katılım olarak görülebileceğini anlamıştı ve tabii ki bunu yapmak istemiyordu. Dahası, Daniel Allah tarafından yasaklanan yiyecekleri yemenin kendi sağlığına zararlı olacağını anlamıştı. Daniel ilkeye bağlı kalarak zihinsel, fiziksel ve ruhsal olarak daha güçlü olacaktı. Ayartıya ve günaha daha rahat karşı koyabilecekti, zira bedeni, beyni ve ruhu hep birbirine bağlıydı.
Belki de Daniel, Hananya, Mişael ve Azarya, Yaratılış kitapçığında Allah’ın Adem ile Havva’ya Aden Bahçesi’nde bitkilere dayalı mükemmel beslenme düzenini verdiği öyküyü hatırlıyorlardı. Daniel ve arkadaşları Allah’ın başlangıçtaki planına uygun yaşamaları halinde bereketleneceklerine inanıyorlardı. Neden? Çünkü bizi Allah yaratmıştır ve O bizim için en iyi olanı bilir.
Daniel bir tür tela programına başvurmadı, şöyle demedi:
“Eh, bir miktar yememem gereken etten yedim ve içmemem gereken bir içecekten içtim, fakat 99 dua edersem bunu tela edebilirim.”
Hayır, Daniel ilkeye bağlıydı. İlke için hayatını tehlikeye attı. Bunun sonucunda Allah Daniel’i bereketledi ve herkese Kendisi’nin titiz olduğunu ve bizden hem büyük hem de küçük meselelerde sadık olmamızı istediğini gösterdi.
Allah doğru olanı yapmayı bu dünyada ödüllendirir. Kimi zaman bunun sonuçlarını görmek için beklememiz gerekebilir, çünkü Allah aynı zamanda kötülüğe de kendi yolunu izlemesi için izin vermektedir. Allah’ın iyiliğini ve hikmetini, ancak kötülüğün gerçekte ne olduğunu gördükten sonra kavrayabiliriz.
Geçen derste işlediğimiz konuyu, koruyucu keruv Parlak Yıldız isyan ettiğinde Allah’ın onu derhal ve orada yok etmediğini hatırlıyor musunuz? O andan itibaren, Şeytan’a dönüşen o düşmüş meleğe bu dünyanın insanlarını ayartması için izin verildi. Ancak tıpkı Allah’ın Daniel’i antlaşmaya sadık kaldığı ve Şeytan’ın ayartılarına karşı koyduğu için bereketlediği gibi, bizim hayatlarımızı da, O’na sadık kaldığımızda doğruluğun selametiyle ve kötülüğe karşı direnme gücüyle bereketleyecektir. Şu durumu düşünün:
Enver iş arkadaşlarından birkaçı ile İstanbul’da iş gezisindeydi. Akşam yemeğinde kebap yedikten sonra, iş arkadaşları onu içki içmek ve bazı kızlarla tanışmak üzere bir gece kulübüne davet ettiler.
“Benim mutlu bir evliliğim var çocuklar. Bensiz gidebilirsiniz.”
“Bizim de mutlu evliliğimiz var,” dediler. “Sadece biraz eğlence için dışarı çıkıyoruz. Karılarımızın bilmesi gerekmiyor.”
“Doğrusu sizin eğlenmenize katılamam.”
Hepsi “Ana kuzusu” dediler. “Dışarı çıkmak için izin alman mı gerekiyor?” diye takıldılar.
Fakat Enver yerinden oynamadı.
“İstediğinizi diyebilirsiniz, fakat benim karıma olan bağlılığım sizin beni kulübe götürme isteğinizden daha kuvvetli.”
Böylece Enver otele tek başına döndü; karısını aradı. Sohbet ettiler, birbirlerinin sesini duydukları için çok mutlu oldular.
Ertesi gün Enver otelde kahvaltısını bitirmek üzereyken çalışma arkadaşları aşağı indiler. Gözleri yarı kapalı ve kırmızıydı. Kendi aralarında önceki akşam dans ettikleri kızlar hakkında espriler yapıyorlardı. Sonra adamlardan birinin cep telefonu çaldı. Hatta karısı vardı.
“Hayır hayatım, dün gece kulübe falan gitmedik” diye yalan söyledi. “Telefonuma cevap vermedim, çünkü toplantıdaydık ve telefonumu odamda şarj cihazında bırakmıştım.”
Adamın yüzü sinirli bir hâl aldı.
“Yalan söylemiyorum! Neden beni suçluyorsun?” diye bağırdı. “Demek o gece toplantı yapıp yapmadığımızı anlamak için oteli aradın! Demek ki beni kontrol etmek için her tarafta izliyorsun...”
Ortam gergin ve sinirliydi. Enver kulübe gitmediğine çok memnun oldu. Saklayacak ve utanacak bir şeyi yoktu. Aksine, karısıyla olan ilişkisinin huzurundan dolayı rahatladı.
Allah’la olan antlaşmamız bir evlilik ilişkisi gibidir. Her durumda ve her koşulda Allah’a bağlıyız. Eşlerimize bağlıyız. Bu bağlılığı kalplerimizde ya da zihinlerimizde dahi olsa koparırsak, bu ilişkiye hasar veririz. Eşlerimizden uzakta olabiliriz; hareketlerimizi görmüyor olabilirler. Peki onlara bağlı mıyız?
Allah’ın şeklini görmediğimiz anlamında, O’nun huzurunda yaşamıyoruz. Ancak Allah bizim her hareketimizi biliyor. Bizim yalancılar, hileciler ya da zina işleyenler olup olmadığımızı biliyor. Daniel kendisini Allah’a adamış bir adamdı. Aynı şeyi kendiniz için de söyleyebilir misiniz? Söyleyemiyorsanız, dua edebilirsiniz:
“Allahım, hayatımın tüm alanlarında sana adanmış bir adam olabilmeme yardımcı ol.”
O bu duayı kesinlikle yanıtlayacaktır.
Tartışma Soruları
1. Bir kişi zenginse ona borcunuzu ödemeyerek huzurlu olabilir misiniz? Davranışınızın temeli olan ilke Allah’ın Sözü’ne dayanıyor mu?
2. Sizce hangisi Allah’ın gözünde daha nahoştur, birinin evine girerken ayakkabılarınızı çıkarmamak mı, yoksa
postanede sırada onun önüne geçmek mi? Neden?
3. Hangisi Allah’ın gözünde daha kötüdür, içinden kanın uygun şekilde çıkarılmadığı eti yemek mi, yoksa yalan
söylemek mi? Neden böyle düşünüyorsunuz?
4. Her durumda iyi olmaya çalışsaydınız, ailenizden ve arkadaşlarınızdan nasıl bir tepki alırdınız? Bu olumsuz bir yanıt
olursa, başkaları ne düşünürse düşünsün doğru olanı yapmak için gereken ahlâki metaneti nereden alırdınız?
19 Bkz. Levililer 11. bölüm.