Sizce gelecek nasıl olacak? Eğer bilinebilirse, sizce cevabı nerede bulabilirsiniz? Borsa simsarları, işadamları, siyasetçiler ve bilim adamları geleceği açıkça görebilselerdi dünya ne kadar da farklı olurdu. Geleceğin sakladıklarının ne olduğuna ilişkin bilgi, herhalde en çok aranan bilgidir. Belki yalnızca ölümün çaresinin ardından ikinci. Ve buna rağmen, binlerce yıldan sonra, insanlar hiçbir zaman geleceği ikna edici bir şekilde tahmin etmeyi başaramamışlardır. Tabii ki denemişlerdir ve denemeye devam edeceklerdir, fakat en çok yaklaştıkları yalnızca bir tahminin ötesine gidemez. Bu dersimizde, bir kralın rüyası ve bir peygamberin yorumu ile, Allah’ın bize geleceğe doğru, hatta dünyanın sonuna kadar açık bir görüş verdiğini keşfedeceğiz.
Geleceği bilmek Cem için her zaman büyük bir merak konusu olmuştu; bazıları buna saplantı dahi diyebilir. Muhtemelen oyun ya da vakit geçirme faaliyeti olarak başlamıştı. Fakat Cem büyüdükçe, bundan sonra ne olacağını bir şekilde öğrenmeye çalışmadığı bir gün dahi geçmez oldu. Tek sorun, bilgi arayışının güvence sağlamak yerine daha fazla karmaşaya ve hayal kırıklığına neden olmasıydı.
Cem’in ilk olarak çocukken meraka düştüğünü herhalde söyleyebilirdiniz. Annesinin arkadaşlarının bir araya gelerek, kahve içip sohbet ettikleri zamanı hatırladı. Kahve bittiğinde tabağı fıncanın üzerine koyarak birkaç kez kendi etrafında döndürürler, telvenin oturmasını bekler, sonra da ters çevirerek koyarlardı. Kahve telvelerine bakarak “bunların söylediklerini yorumlayan” yaşlı kadını bilhassa hatırlıyordu. Meleklerden, üçgenlerden, bulutlardan, sincaplardan, fasulyelerden, kedilerden, kartallardan ve gözlerden söz edilirdi. Kadınlar için bu yalnızca bir oyun olabilirdi, fakat Cem için bu bilinmeze açılan gizemli bir kapıydı. Pek çok kez geçmeye çalışacağı bir kapı.
Cem yetişkin olduğunda geleceği burçlar aracılığıyla öğrenmeye çalıştı. İşe giderken gazeteyi alır ve ofise koşardı. Bir elinde bir fincan çayla ve gazete masasına yayılmış halde, yıldız falını okur ve gerçekleşmesi halinde hayatın nasıl olacağını hayal ederdi. Fakat bahsedilen olaylar olmadığında ve pek çok “burcun” tahminlerinin aynı şeyin sulandırılmış versiyonları olduğunu anladığında, bundan vazgeçti.
Kendi kendine “Başka bir yol olmalı!” diye düşündü. “Biliyorum, bir astroloğa gideceğim ve yıldız haritamı okutacağım.”
Böylece Cem gazeteyi araştırdı, bir reklam buldu, verilen numarayı aradı ve randevu ayarladı. Oraya gittiğinde, kadın ona doğum tarihi, doğum yeri, anne–babası ve kardeşleri hakkında birkaç soru sordu. Cem’in haritasını çıkarırken ve yıldızları “okurken,” duraklayarak şöyle dedi:
“Daha ayrıntılı bilgi vermemi isterseniz ya da kaderinizi değiştirmek için bir şansınız olmasını isterseniz, sizin için tarot kartlarını okuyabilirim. Tabii ki bunun ek ücreti var.”
Cem bu noktada yatı çok fazla düşünmüyordu. Kendi kendine şöyle düşündü:
“Aslında parayı harcamayı gerçekten istemiyorum. Öte yandan, geleceği bilmeye paha biçilebilir mi? Sonuçta, geleceği bilmek bir felâketten kaçınmamı, bir kadınla tanışmamı, hatta zengin olmamı sağlayabilir. Ayrıca, parayı yalnızca onu harcamak için kazanırsın!”
“Benim için uygun” diye yanıtladı.
Birkaç saat sonra, Cem elinde bir tabloyla, aklında bir tahminle ve içinde bir başarı duygusuyla o sten çıktı. Çok az kişinin sahip olabileceği bir bilgiye sahipmiş gibi hissediyordu. Eve yürürken, henüz edindiği bilgiyle bir plan yapmaya başladı. Çok geçmeden tüm rüyaları ve arzuları gerçek olacaktı.
Sonra, astroloğa gidişinden yaklaşık iki hafta sonra, Cem’in dünyası başına yıkıldı. Hem tahmin edilmeyen, hem de kadının kendisine söylediğine tamamen ters bir deneyim yaşadı. Cem’in tüm duy- guları birbirine karıştı; öfke, endişe, şüphe, utanç ve karmaşa, yaşadıklarından yalnızca birkaçıydı. Ancak belki de en kötü his belirsizlikti – özellikle gelecek hakkında. Bu belirsizlik o kadar dayanılmaz hale geldi ki, yıllar boyu bunalıma girdi. Ne yazık ki, Cem hiçbir zaman doğru yere bakmamıştı.
Kutsal Kitap’ın en harika yönlerinden biri hayatın pek çok sorusuna yanıt vermesidir – bir insanın hayatına, yalnızca şimdiki zaman için değil, gelecek zaman için de gerçek huzur getirebilecek olan yanıtlar. Bu noktaya kadar tarihî olaylar hakkında okuyarak, geleceğe ara sıra atıfta bulunulduğunu gördük. Ancak Daniel kitapçığında, Kutsal Kitap’ın mesajı çarpıcı bir biçimde yön değiştiriyor. Allah, M.Ö. 6. yüzyıldan başlayarak, yeryüzünün geleceği hakkında kimi zaman genel, kimi zaman ayrıntılı bir bakış sağlıyor. Adalet ve adaletsizlikle, mutlulukla ve çaresizlikle dolu bir gelecek.
Pek çok kişi, Daniel kitapçığını okudukları ve Kutsal Yazılar’ı tarihle karşılaştırdıkları zaman, hayrete düşer. Kutsal Kitap’tan şüphe duyanların, bir kişinin nasıl olup da geleceğe dair böylesi net ayrıntıları meydana gelişlerinden yüzlerce yıl önce yazabileceğini anlamakta büyük zorluk çektiklerini söylemek abartı olmaz. Boş yere çabaladıkları halde, gerçeklere karşı koyamazlar. Allah geleceği önceden bildirmiştir; ve tıpkı O’nun olacağını söylediği gibi meydana gelmiştir.
Daniel kitapçığından bu ikinci dersimizde, Daniel’in bakış açısından geleceğe doğru çok genel bir açıdan göz atacağız. Başka bir deyişle, gördüğü olaylardan pek çoğu hayatının sonlarında ya da daha sonra tarihte meydana geldi. Bu görümler yalnızca Allah’ın geleceğin olaylarını yakından bildiğini göstermekle kalmaz, ayrıca dünyanın sonunda gerçekleşecek olan olayları tasvir eden Daniel’in sonraki görümleri için arka plan oluşturur. Bu sürükleyici derse Daniel kitapçığının 2. bölümünden 1–6 ayetlerini okuyarak başlayalım:
1 Krallığının ikinci yılında Nebukadnessar bir düş gördü. Ruhu üzüntüyle sarsıldı, uykusu kaçtı. 2 Düşünün ne olduğunu söylesinler diye sihirbazları, falcıları, büyücüleri, yıldızbilimci- leri çağırttı. Hepsi gelip kralın önünde durdular. 3 Kral, “Beni üzüntüyle sarsan bir düş gördüm. Ne anlama geldiğini öğrenmek istiyorum” dedi. 4 Yıldızbilimciler Aramice, “Ey kral, sen çok yaşa!” dediler, “Düşünü bu kullarına anlat ki, ne anlama geldiğini söyleyelim.” 5 Kral, “Gördüğüm düşü ve ne anlama geldiğini bana açıklamazsanız, kararım kesin, paramparça edileceksiniz” diye karşılık verdi, “Evleriniz de çöplüğe çevrilecek. 6 Ama düşü ve ne anlama geldiğini açıklayabilirseniz, sizi büyük armağanlarla ödüllendirip onurlandıracağım. Onun için bana düşü ve ne anlama geldiğini açıklayın.”
Geçen dersten hatırlayacak olursanız, Kral Nebukadnessar Babil İmparatorluğu’nun hükümdarıydı. Tarihte hüküm sürecek olan pek çok kral gibi, o da kendisini dünyanın hükümdarı olarak görüyordu. İstediği her şeye sahip olmuştu. Krallığı Akdeniz’in doğu sahillerinden Basra Körfezi’ne, Dicle ve Fırat boyunca modern Türkiye’nin içlerine dek uzanıyordu.
Fakat birkaç başarılı askerî seferden sonra, Nebukadnessar bazı şeylerin insani araçlarla elde edilemeyeceğini öğrendi. Yatakta bir o yana, bir bu yana döndüğü, neredeyse uykusuz geçen bir gecenin ardından, dehşete düşmüş ve kafası karışmış bir halde uyandı. Bir rüya gördüğünü biliyordu, fakat neler olduğunu hatırlayamıyordu. Anlaşılan o ki, rüyası sıradan bir rüya değildi, çünkü tüm sihirbazlarını, büyücülerini ve astrologlarını odasına çağırttı. Nebukadnessar hiç zaman harcamadı, derhal onlardan rüyasını sadece yorumlamalarını değil, fakat ne olduğunu kendisine söylemelerini de istedi. Siz olsanız böyle bir durumda ne yapardınız? Onların yaptığı şeyin aynını yapardınız, ondan rüyayı anlatmasını isterdiniz.
Fakat Nebukadnessar onların hilekârlıklarını çok iyi anlamıştı. Bu görevin imkânsız olduğunu biliyordu, ve muhtemelen onların ritüellerinin ve büyülerinin gösteriden başka bir şey olmadığını da biliyordu. Ne de olsa, bu adamlar Mısır Firavunu’nun büyücülerinin yaptığı şeyi yapıyorlardı. Fakat Babil’deki büyücüler Mısır’dakiler gibi dik başlı değillerdi. Sınırlarını biliyorlardı. Verdikleri karşılığı Daniel 2. bölüm, 10–12 ayetlerinde okuyalım:
10 Yıldızbilimciler, “Yeryüzünde senin bu isteğini yerine getirecek tek kişi yoktur” diye yanıtladılar, “Kaldı ki, büyük, güçlü hiçbir kral bir sihirbazdan, falcıdan ya da yıldızbilimciden böyle bir şey istememiştir. 11 Kralın isteğini yerine getirmek güçtür. İnsanlar arasında yaşamayan ilahlardan başka krala bunu açıklayabilecek kimse yoktur.” 12 Buna çok öfkelenen kral, Babil’deki bütün bilgelerin öldürülmesini buyurdu.
Nebukadnessar’ın adamları onun arzusunu yerine getirmeye güçlerinin yetmediğini kabul ettiler. Bu yalnızca ilahlar tarafından yerine getirilebilecek bir görevdi ve ilahların insanları çok az dikkate aldıkları düşünülüyordu. Hatta, onların “insanlar arasında yaşamadıklarını” söylediler. Belli ki İbrahim’in, İshak’ın, Yakup’un ve Daniel’in Tanrısı’nı –yalnızca insanlar arasında yaşamakla kalmayıp, onlarla anlaşmalar da yapan Yaratıcı’yı– pek fazla tanımıyorlardı.
Mazeretlerine rağmen, Kral Nebukadnessar ciddiydi ve rüya bu adamlar tarafından açıklanmaz ve yorumlanmaz ise, hepsi öleceklerdi. Ayrıca, adları tarih kitaplarından silinecek, malları yok edilecek ve varlıkları sonsuza dek unutulacaktı. Ve olmak üzere olan şey buydu. 13–16 ayetleriyle devam edelim:
13 Böylece hepsinin öldürülmesi için buyruk çıktı. Daniel’le arkadaşlarının öldürülmesi için de adamlar gönderildi. 14 Daniel Babil’in bilgelerini öldürmeye giden kralın muhafız birliği komutanı Aryok’la bilgece, akıllıca konuştu. 15 Aryok’a, “Kralın buyruğu neden bu denli sert?” diye sordu. Aryok durumu Daniel’e anlattı. 16 Bunun üzerine Daniel krala gidip düşünün ne anlama geldiğini söyleyebilmesi için zaman istedi.
Geçen dersimizde Daniel hakkında pek çok şey öğrendik. Dürüst bir adamdı, güçlü bir imanı vardı ve kendini tamamen kutsal bir hayat yaşamaya adamıştı. Onun şanssızlığına, eğitimi ve Babil’de danışman olarak konumu, astrologlarla, büyücülerle ve sihirbazlarla aynı kefeye konmasına neden oluyordu. Fakat geçen derste okuduğumuz gibi, yaşının gerektirdiğinden daha hikmetli ve daha güvenilir olduğuna dair kendini kanıtlamıştı. Bu nedenle, rüyayı yorumlamak için kendisine ek süre verilmesi şaşırtıcı değil. Fakat bunu nasıl yapabilirdi? Daniel sonuçta sadece insandı ve insanlar zihin okuyamaz.
Daniel arkadaşlarına giderek onlardan dua etmelerini istedi. Hiçbir zaman rüyayı kendi başına yorumlamaya niyetlenmemişti ve İbrahim’in Tanrısı’nın kendisini ve arkadaşlarını daha önce koruduğu gibi şimdi de koruyacağını biliyordu. Böylece dua ettiler ve Daniel uyurken Allah ona rüyayı göstererek ne anlama geldiğini açıkladı. Rüyayı okumadan önce, 20–23 ayetlerinde Daniel’in Allah’a verdiği karşılığı okuyalım:
20 Şöyle dedi: “Tanrı’nın adına öncesizlikten sonsuzluğa dek övgüler olsun! Bilgelik ve güç O’na özgüdür. 21 O’dur zamanları ve mevsimleri değiştiren. Kralları tahttan indirir, tahta çıkarır. Bilgelere bilgelik, anlayışlılara bilgi verir. 22 Derin ve gizli şeyleri ortaya çıkarır, karanlıkta neler olduğunu bilir, çevresi ışıkla kuşatılmıştır. 23 Ey atalarımın Tanrısı, Sana şükreder, Seni överim. Sen ki, bana bilgelik ve güç verdin, Senden istediklerimizi bana bildirdin ve kralın düşünü bize açıkladın.”
Kısacası, Daniel rüyayı bildirdiği için tüm övgüyü Allah’a verdi ve Allah’ın karakterinin pek çok anahtar niteliğine işaret etti. Allah’ın hikmetli ve kudretli olduğuna işaret etti. O zamanları ve mevsimleri değiştirme gücüne sahiptir, O dünyasal yönetimleri denetimi altında tutmaktadır, ve O tüm bilgeliğin ve anlayışın kaynağıdır. Kutsal Kitap’ı okumaya devam ettiğimizde, bunların tümünün sergilendiğini göreceğiz. Fakat bu dersin bağlamında, Allah’ın karakterinin en önemli niteliği O’nun derin ve gizli şeyleri açığa çıkarması ve karanlıkta olanı bilmesi. Gelecekten daha gizli bir şey var mı?
Daniel kararlılıkla ve güvenle Kral Nebukadnessar’la görüşmeyi talep etti ve saraya gitti. Daniel o saraya gösterişle ve kibirle girebilirdi. Rüyayı açıklayarak kral için yorumlayabilirdi. Tüm şere kendisi edinirken, bir yandan ünlü ve zengin de olabilirdi. Fakat böyle yapmadı. Övgüyü, gizli olanları açıklayabilecek olan tek Kişi’ye verdi. Daniel 2. bölüm, 26–30 ayetlerini okuyalım:
26 Kral, öbür adı Belteşassar olan Daniel’e, “Gördüğüm düşü ve ne anlama geldiğini bana söyleyebilir misin?” diye sordu. 27 Daniel şöyle yanıtladı: “Kralın açıklanmasını istediği gizi ne bir bilge, ne falcı, ne de sihirbaz açıklayabilir. 28 Ama gökte gizleri açıklayan bir Tanrı var. Gelecekte neler olacağını Kral Nebukadnessar’a O bildirmiştir. Yatağında yatarken gördüğün düş ve görümler şunlardır: 29 Sen, ey kral, yatarken gelecekle ilgili düşüncelere daldın, gizleri açan da neler olacağını sana bildirdi. 30 Bana gelince, ey kral, öbür insanlardan daha bilge olduğum için değil, düşünün ne anlama geldiğini bilesin, aklından geçenleri anlayasın diye bu giz bana açıklandı.”
Keşke biz hepimiz de Daniel kadar alçakgönüllü olabilseydik. Herkes Allah’ı hikmetin, iyiliğin ve başarının kaynağı olarak tanısaydı, dünyamız ne kadar daha iyi olurdu? O geleceği görmek için sihir, büyü ve astrolojinin kullanımını kınamakla kalmadı, Kral Nebukadnessar’a olayları olmadan önce açıklayacak kadar ilgilenen bir Tanrı olduğunu da bildirdi. Sizce Allah neden Nebukadnessar’ın geleceği bilmesini istedi? Bu ona imparatorluğunu yönetmekte
yardımcı mı olacaktı? Bu onu daha iyi bir hükümdar mı yapacaktı? Yoksa bu başka bir nedenden ötürü müydü? 31–35 ayetlerinde rüyayı okuyalım:
31 “Ey kral, düşünde önünde duran büyük bir heykel gördün. Çok büyük ve olağanüstü parlaktı, görünüşü ürkütücüydü. 32 Başı saf altından, göğsüyle kolları gümüşten, karnıyla kalçaları tunçtan, 33 bacakları demirden, ayaklarının bir kesimi demirden, bir kesimi kildendi. 34 Sen bakıyordun ki, bir taş insan eli değmeden kesilip heykelin demirden, kilden ayaklarına çarparak onları paramparça etti. 35 Demir, kil, tunç, gümüş, altın aynı anda parçalandı; yazın harman yerindeki saman çöpleri gibi oldular. Derken bir rüzgar çıktı, hiç iz bırakmadan hepsini alıp götürdü. Heykele çarpan taşsa büyük bir dağ oldu, bütün dünyayı doldurdu.”
Hiç bir rüya görüp, ne olduğunu tamamen unuttuğunuz, sonra da ertesi gün bir zaman hatırladığınız oldu mu? Belki birisi bunu size hatırlatan bir şey söylemiştir, ya da bir koku, tat ya da ses hafızanızı tetiklemiştir. Peki biri size gelip şöyle dese ne yapardınız:
“Geçen gece bir rüya gördüğünü biliyorum, ve konusu şuydu”?
Şaşkınlığa uğrayacağınızı söylemek herhalde ha f kalır. Ancak bu tam da Daniel’in şimdi yaptığı şey!
Nebukadnessar’ın rüyasında iyi bir öykünün tüm unsurlarına sa- hibiz: bir kral, bir peygamber, değerli madenleri ve nihai yıkımı içeren bir görüm. Tüm bunlar ne anlama gelebilirdi? Heykel neden farklı türden madenlerden yapılmış? Sizce o neye benziyordu? Ve bir kaya parçası demiri, gümüşü ve altını nasıl parçalayabilirdi? Bu sorulara bazı yanıtları 2. bölüm, 36–43 ayetlerinde arayalım:
36 “Gördüğün düş buydu. Şimdi de ne anlama geldiğini sana açıklayalım. 37 Sen, ey kral, kralların kralısın. Göklerin Tanrısı sana egemenlik, güç, kudret, yücelik verdi. 38 İnsanoğullarını, yabanıl hayvanları, gökte uçan kuşları senin eline teslim etti. Seni hepsine egemen kıldı. Altından baş sensin. 39 Senden sonra senden daha aşağı durumda başka bir krallık çıkacak. Sonra bü- tün dünyada egemenlik sürecek tunçtan üçüncü bir krallık çıkacak. 40 Dördüncü krallık demir gibi güçlü olacak. Çünkü demir her şeyi kırıp ezer. Demir gibi tümünü kırıp parçalayacak. 41 Ayaklarla parmakların bir kesiminin çömlekçi kilinden, bir kesi- minin demirden olduğunu gördün; yani bölünmüş bir krallık ola- cak bu. Öyleyken onda demirin gücü de bulunacak, çünkü demiri kille karışık gördün. 42 Ayak parmaklarının bir kesimi demirden, bir kesimi kilden olduğu gibi, krallığın da bir bölümü güçlü, bir bölümü zayıf olacak. 43 Demirin kille karışık olduğunu gördüğüne göre halklar evlilik bağıyla birbirleriyle karışacaklar, ama demirin kille karışmadığı gibi onlar da birbirine bağlı kalmayacaklar.”
Heykel, müzelerimizin çoğunda bulunan heykeller gibi bir insan şeklindeydi. Başı, omuzları, kolları, gövdesi ve bacakları vardı. Daniel’in Nebukadnessar’a verdiği tanıma göre, tasvir ya da heykel beş bölüme ayrılmıştı ve her bölüm farklı bir metalden yapılmıştı (resme bakınız). Baştan başlayarak ve ayaklara doğru giderek, her bir bölüm bir imparatorluğu temsil ediyordu; bir öncekini yenilgiye uğratmakla kalmayacak, fakat aynı zamanda onun tüm kültürel inceliklerini (örneğin askeri taktiklerini, sanatını, inançlarını, yasalarını ve mimari tasarımlarını) kendisine katacak olan bir imparatorluk. Belki de en önemli niteliği, bu imparatorlukların tümünün İsrail’i, İbrahim’in so- yundan gelenlere vaat edilen ülkeyi, kontrol altında tutacak olmalarıydı. Ve çok daha derin bir düzeyde, Allah’ın antlaşma halkının
kaderini kontrol altında tutacaklardı. Bazı durumlarda onlara yardımcı olacaklar, diğer durumlarda ise onlara zulmedeceklerdi.
Bu peygamberlik sözünün şimdiye dek var olmuş tüm kralları ve imparatorlukları açıklamaya teşebbüs etmediğini unutmayalım. Daha ziyade tarihin çok genel bir görünümü, ve daha sonraki peygamberlik sözlerinin üzerine inşa edileceği bir temel. Herhangi bir şüpheniz olursa, bu konuyu Daniel 7–9 bölümlerinde çok daha ayrıntılı işleyeceğiz.
O günlerde Kral Nebukadnessar’ın imparatorluğu dünyadaki en güçlü imparatorluklardan biriydi. Öyle olmuştu ki, kutsal kent ve İsrail’in başkenti olan Yeruşalim’i de denetimi altına tutuyordu. Bu nedenle Babil İmparatorluğu’nun altından baş olması mantıklıdır. İlginç bir şekilde, altın Kral Nebukadnessar için de büyük önem taşıyordu. Nebukadnessar’ın altından bir insan heykeli ve iki aslan yaptırdığı biliniyor (üçü de yaklaşık 6 metre yüksekliğindeydi). Altın Masa ve Baal’in altından heykelini de unutmamalı; bunların her ikisi de som altından yapılmıştı ve yaklaşık 25,000 kilo ağırlığındaydılar.
Fakat Nebukadnessar sonsuza dek yaşamayacaktı ve imparatorluğu sonunda yıkılacaktı. Babil İmparatorluğu MÖ. 605–539 yılları arasında hüküm sürdü. Fakat doğuda başka bir imparatorluk yükselişe geçmişti: dünyayı egemenlik altına alma maksadıyla birleşen iki ayrı krallıktan meydana gelen bir imparatorluk, heykelde gümüşten göğüs ve iki kolla temsil edilen bir birlik. Bu imparatorluk Babil kadar zengin değildi, tıpkı gümüşün altın kadar değerli olmadığı gibi. Ne var ki, ondan daha güçlüydü. Daniel’in önceden bildirdiği krallık, doğu Akdeniz’de M.Ö. 539–331 yılları arasında hüküm süren Med–Pers İmparatorluğu’ydu.
Ortaya çıkan bir sonraki krallık, rekor bir süre içinde önceki ikisinden daha geniş bir imparatorluk yaratan Büyük İsken- der tarafından yönetiliyordu. İskender’in orduları günümüzde Afganistan olan bölgeye ulaşana dek doğuya doğru hızla ilerlediler. İskender’in kurduğu Grek İmparatorluğu M.Ö. 331–168 yılları arasında hüküm sürecekti ve tunçtan kalçalarla temsil ediliyordu. Fakat en güçlü olacak ve en uzun süre hüküm sürecek olan krallık, bir sonrakiydi.
Geleceği bilmek Cem için her zaman büyük bir merak konusu olmuştu; bazıları buna saplantı dahi diyebilir. Muhtemelen oyun ya da vakit geçirme faaliyeti olarak başlamıştı. Fakat Cem büyüdükçe, bundan sonra ne olacağını bir şekilde öğrenmeye çalışmadığı bir gün dahi geçmez oldu. Tek sorun, bilgi arayışının güvence sağlamak yerine daha fazla karmaşaya ve hayal kırıklığına neden olmasıydı.
Cem’in ilk olarak çocukken meraka düştüğünü herhalde söyleyebilirdiniz. Annesinin arkadaşlarının bir araya gelerek, kahve içip sohbet ettikleri zamanı hatırladı. Kahve bittiğinde tabağı fıncanın üzerine koyarak birkaç kez kendi etrafında döndürürler, telvenin oturmasını bekler, sonra da ters çevirerek koyarlardı. Kahve telvelerine bakarak “bunların söylediklerini yorumlayan” yaşlı kadını bilhassa hatırlıyordu. Meleklerden, üçgenlerden, bulutlardan, sincaplardan, fasulyelerden, kedilerden, kartallardan ve gözlerden söz edilirdi. Kadınlar için bu yalnızca bir oyun olabilirdi, fakat Cem için bu bilinmeze açılan gizemli bir kapıydı. Pek çok kez geçmeye çalışacağı bir kapı.
Cem yetişkin olduğunda geleceği burçlar aracılığıyla öğrenmeye çalıştı. İşe giderken gazeteyi alır ve ofise koşardı. Bir elinde bir fincan çayla ve gazete masasına yayılmış halde, yıldız falını okur ve gerçekleşmesi halinde hayatın nasıl olacağını hayal ederdi. Fakat bahsedilen olaylar olmadığında ve pek çok “burcun” tahminlerinin aynı şeyin sulandırılmış versiyonları olduğunu anladığında, bundan vazgeçti.
Kendi kendine “Başka bir yol olmalı!” diye düşündü. “Biliyorum, bir astroloğa gideceğim ve yıldız haritamı okutacağım.”
Böylece Cem gazeteyi araştırdı, bir reklam buldu, verilen numarayı aradı ve randevu ayarladı. Oraya gittiğinde, kadın ona doğum tarihi, doğum yeri, anne–babası ve kardeşleri hakkında birkaç soru sordu. Cem’in haritasını çıkarırken ve yıldızları “okurken,” duraklayarak şöyle dedi:
“Daha ayrıntılı bilgi vermemi isterseniz ya da kaderinizi değiştirmek için bir şansınız olmasını isterseniz, sizin için tarot kartlarını okuyabilirim. Tabii ki bunun ek ücreti var.”
Cem bu noktada yatı çok fazla düşünmüyordu. Kendi kendine şöyle düşündü:
“Aslında parayı harcamayı gerçekten istemiyorum. Öte yandan, geleceği bilmeye paha biçilebilir mi? Sonuçta, geleceği bilmek bir felâketten kaçınmamı, bir kadınla tanışmamı, hatta zengin olmamı sağlayabilir. Ayrıca, parayı yalnızca onu harcamak için kazanırsın!”
“Benim için uygun” diye yanıtladı.
Birkaç saat sonra, Cem elinde bir tabloyla, aklında bir tahminle ve içinde bir başarı duygusuyla o sten çıktı. Çok az kişinin sahip olabileceği bir bilgiye sahipmiş gibi hissediyordu. Eve yürürken, henüz edindiği bilgiyle bir plan yapmaya başladı. Çok geçmeden tüm rüyaları ve arzuları gerçek olacaktı.
Sonra, astroloğa gidişinden yaklaşık iki hafta sonra, Cem’in dünyası başına yıkıldı. Hem tahmin edilmeyen, hem de kadının kendisine söylediğine tamamen ters bir deneyim yaşadı. Cem’in tüm duy- guları birbirine karıştı; öfke, endişe, şüphe, utanç ve karmaşa, yaşadıklarından yalnızca birkaçıydı. Ancak belki de en kötü his belirsizlikti – özellikle gelecek hakkında. Bu belirsizlik o kadar dayanılmaz hale geldi ki, yıllar boyu bunalıma girdi. Ne yazık ki, Cem hiçbir zaman doğru yere bakmamıştı.
Kutsal Kitap’ın en harika yönlerinden biri hayatın pek çok sorusuna yanıt vermesidir – bir insanın hayatına, yalnızca şimdiki zaman için değil, gelecek zaman için de gerçek huzur getirebilecek olan yanıtlar. Bu noktaya kadar tarihî olaylar hakkında okuyarak, geleceğe ara sıra atıfta bulunulduğunu gördük. Ancak Daniel kitapçığında, Kutsal Kitap’ın mesajı çarpıcı bir biçimde yön değiştiriyor. Allah, M.Ö. 6. yüzyıldan başlayarak, yeryüzünün geleceği hakkında kimi zaman genel, kimi zaman ayrıntılı bir bakış sağlıyor. Adalet ve adaletsizlikle, mutlulukla ve çaresizlikle dolu bir gelecek.
Pek çok kişi, Daniel kitapçığını okudukları ve Kutsal Yazılar’ı tarihle karşılaştırdıkları zaman, hayrete düşer. Kutsal Kitap’tan şüphe duyanların, bir kişinin nasıl olup da geleceğe dair böylesi net ayrıntıları meydana gelişlerinden yüzlerce yıl önce yazabileceğini anlamakta büyük zorluk çektiklerini söylemek abartı olmaz. Boş yere çabaladıkları halde, gerçeklere karşı koyamazlar. Allah geleceği önceden bildirmiştir; ve tıpkı O’nun olacağını söylediği gibi meydana gelmiştir.
Daniel kitapçığından bu ikinci dersimizde, Daniel’in bakış açısından geleceğe doğru çok genel bir açıdan göz atacağız. Başka bir deyişle, gördüğü olaylardan pek çoğu hayatının sonlarında ya da daha sonra tarihte meydana geldi. Bu görümler yalnızca Allah’ın geleceğin olaylarını yakından bildiğini göstermekle kalmaz, ayrıca dünyanın sonunda gerçekleşecek olan olayları tasvir eden Daniel’in sonraki görümleri için arka plan oluşturur. Bu sürükleyici derse Daniel kitapçığının 2. bölümünden 1–6 ayetlerini okuyarak başlayalım:
1 Krallığının ikinci yılında Nebukadnessar bir düş gördü. Ruhu üzüntüyle sarsıldı, uykusu kaçtı. 2 Düşünün ne olduğunu söylesinler diye sihirbazları, falcıları, büyücüleri, yıldızbilimci- leri çağırttı. Hepsi gelip kralın önünde durdular. 3 Kral, “Beni üzüntüyle sarsan bir düş gördüm. Ne anlama geldiğini öğrenmek istiyorum” dedi. 4 Yıldızbilimciler Aramice, “Ey kral, sen çok yaşa!” dediler, “Düşünü bu kullarına anlat ki, ne anlama geldiğini söyleyelim.” 5 Kral, “Gördüğüm düşü ve ne anlama geldiğini bana açıklamazsanız, kararım kesin, paramparça edileceksiniz” diye karşılık verdi, “Evleriniz de çöplüğe çevrilecek. 6 Ama düşü ve ne anlama geldiğini açıklayabilirseniz, sizi büyük armağanlarla ödüllendirip onurlandıracağım. Onun için bana düşü ve ne anlama geldiğini açıklayın.”
Geçen dersten hatırlayacak olursanız, Kral Nebukadnessar Babil İmparatorluğu’nun hükümdarıydı. Tarihte hüküm sürecek olan pek çok kral gibi, o da kendisini dünyanın hükümdarı olarak görüyordu. İstediği her şeye sahip olmuştu. Krallığı Akdeniz’in doğu sahillerinden Basra Körfezi’ne, Dicle ve Fırat boyunca modern Türkiye’nin içlerine dek uzanıyordu.
Fakat birkaç başarılı askerî seferden sonra, Nebukadnessar bazı şeylerin insani araçlarla elde edilemeyeceğini öğrendi. Yatakta bir o yana, bir bu yana döndüğü, neredeyse uykusuz geçen bir gecenin ardından, dehşete düşmüş ve kafası karışmış bir halde uyandı. Bir rüya gördüğünü biliyordu, fakat neler olduğunu hatırlayamıyordu. Anlaşılan o ki, rüyası sıradan bir rüya değildi, çünkü tüm sihirbazlarını, büyücülerini ve astrologlarını odasına çağırttı. Nebukadnessar hiç zaman harcamadı, derhal onlardan rüyasını sadece yorumlamalarını değil, fakat ne olduğunu kendisine söylemelerini de istedi. Siz olsanız böyle bir durumda ne yapardınız? Onların yaptığı şeyin aynını yapardınız, ondan rüyayı anlatmasını isterdiniz.
Fakat Nebukadnessar onların hilekârlıklarını çok iyi anlamıştı. Bu görevin imkânsız olduğunu biliyordu, ve muhtemelen onların ritüellerinin ve büyülerinin gösteriden başka bir şey olmadığını da biliyordu. Ne de olsa, bu adamlar Mısır Firavunu’nun büyücülerinin yaptığı şeyi yapıyorlardı. Fakat Babil’deki büyücüler Mısır’dakiler gibi dik başlı değillerdi. Sınırlarını biliyorlardı. Verdikleri karşılığı Daniel 2. bölüm, 10–12 ayetlerinde okuyalım:
10 Yıldızbilimciler, “Yeryüzünde senin bu isteğini yerine getirecek tek kişi yoktur” diye yanıtladılar, “Kaldı ki, büyük, güçlü hiçbir kral bir sihirbazdan, falcıdan ya da yıldızbilimciden böyle bir şey istememiştir. 11 Kralın isteğini yerine getirmek güçtür. İnsanlar arasında yaşamayan ilahlardan başka krala bunu açıklayabilecek kimse yoktur.” 12 Buna çok öfkelenen kral, Babil’deki bütün bilgelerin öldürülmesini buyurdu.
Nebukadnessar’ın adamları onun arzusunu yerine getirmeye güçlerinin yetmediğini kabul ettiler. Bu yalnızca ilahlar tarafından yerine getirilebilecek bir görevdi ve ilahların insanları çok az dikkate aldıkları düşünülüyordu. Hatta, onların “insanlar arasında yaşamadıklarını” söylediler. Belli ki İbrahim’in, İshak’ın, Yakup’un ve Daniel’in Tanrısı’nı –yalnızca insanlar arasında yaşamakla kalmayıp, onlarla anlaşmalar da yapan Yaratıcı’yı– pek fazla tanımıyorlardı.
Mazeretlerine rağmen, Kral Nebukadnessar ciddiydi ve rüya bu adamlar tarafından açıklanmaz ve yorumlanmaz ise, hepsi öleceklerdi. Ayrıca, adları tarih kitaplarından silinecek, malları yok edilecek ve varlıkları sonsuza dek unutulacaktı. Ve olmak üzere olan şey buydu. 13–16 ayetleriyle devam edelim:
13 Böylece hepsinin öldürülmesi için buyruk çıktı. Daniel’le arkadaşlarının öldürülmesi için de adamlar gönderildi. 14 Daniel Babil’in bilgelerini öldürmeye giden kralın muhafız birliği komutanı Aryok’la bilgece, akıllıca konuştu. 15 Aryok’a, “Kralın buyruğu neden bu denli sert?” diye sordu. Aryok durumu Daniel’e anlattı. 16 Bunun üzerine Daniel krala gidip düşünün ne anlama geldiğini söyleyebilmesi için zaman istedi.
Geçen dersimizde Daniel hakkında pek çok şey öğrendik. Dürüst bir adamdı, güçlü bir imanı vardı ve kendini tamamen kutsal bir hayat yaşamaya adamıştı. Onun şanssızlığına, eğitimi ve Babil’de danışman olarak konumu, astrologlarla, büyücülerle ve sihirbazlarla aynı kefeye konmasına neden oluyordu. Fakat geçen derste okuduğumuz gibi, yaşının gerektirdiğinden daha hikmetli ve daha güvenilir olduğuna dair kendini kanıtlamıştı. Bu nedenle, rüyayı yorumlamak için kendisine ek süre verilmesi şaşırtıcı değil. Fakat bunu nasıl yapabilirdi? Daniel sonuçta sadece insandı ve insanlar zihin okuyamaz.
Daniel arkadaşlarına giderek onlardan dua etmelerini istedi. Hiçbir zaman rüyayı kendi başına yorumlamaya niyetlenmemişti ve İbrahim’in Tanrısı’nın kendisini ve arkadaşlarını daha önce koruduğu gibi şimdi de koruyacağını biliyordu. Böylece dua ettiler ve Daniel uyurken Allah ona rüyayı göstererek ne anlama geldiğini açıkladı. Rüyayı okumadan önce, 20–23 ayetlerinde Daniel’in Allah’a verdiği karşılığı okuyalım:
20 Şöyle dedi: “Tanrı’nın adına öncesizlikten sonsuzluğa dek övgüler olsun! Bilgelik ve güç O’na özgüdür. 21 O’dur zamanları ve mevsimleri değiştiren. Kralları tahttan indirir, tahta çıkarır. Bilgelere bilgelik, anlayışlılara bilgi verir. 22 Derin ve gizli şeyleri ortaya çıkarır, karanlıkta neler olduğunu bilir, çevresi ışıkla kuşatılmıştır. 23 Ey atalarımın Tanrısı, Sana şükreder, Seni överim. Sen ki, bana bilgelik ve güç verdin, Senden istediklerimizi bana bildirdin ve kralın düşünü bize açıkladın.”
Kısacası, Daniel rüyayı bildirdiği için tüm övgüyü Allah’a verdi ve Allah’ın karakterinin pek çok anahtar niteliğine işaret etti. Allah’ın hikmetli ve kudretli olduğuna işaret etti. O zamanları ve mevsimleri değiştirme gücüne sahiptir, O dünyasal yönetimleri denetimi altında tutmaktadır, ve O tüm bilgeliğin ve anlayışın kaynağıdır. Kutsal Kitap’ı okumaya devam ettiğimizde, bunların tümünün sergilendiğini göreceğiz. Fakat bu dersin bağlamında, Allah’ın karakterinin en önemli niteliği O’nun derin ve gizli şeyleri açığa çıkarması ve karanlıkta olanı bilmesi. Gelecekten daha gizli bir şey var mı?
Daniel kararlılıkla ve güvenle Kral Nebukadnessar’la görüşmeyi talep etti ve saraya gitti. Daniel o saraya gösterişle ve kibirle girebilirdi. Rüyayı açıklayarak kral için yorumlayabilirdi. Tüm şere kendisi edinirken, bir yandan ünlü ve zengin de olabilirdi. Fakat böyle yapmadı. Övgüyü, gizli olanları açıklayabilecek olan tek Kişi’ye verdi. Daniel 2. bölüm, 26–30 ayetlerini okuyalım:
26 Kral, öbür adı Belteşassar olan Daniel’e, “Gördüğüm düşü ve ne anlama geldiğini bana söyleyebilir misin?” diye sordu. 27 Daniel şöyle yanıtladı: “Kralın açıklanmasını istediği gizi ne bir bilge, ne falcı, ne de sihirbaz açıklayabilir. 28 Ama gökte gizleri açıklayan bir Tanrı var. Gelecekte neler olacağını Kral Nebukadnessar’a O bildirmiştir. Yatağında yatarken gördüğün düş ve görümler şunlardır: 29 Sen, ey kral, yatarken gelecekle ilgili düşüncelere daldın, gizleri açan da neler olacağını sana bildirdi. 30 Bana gelince, ey kral, öbür insanlardan daha bilge olduğum için değil, düşünün ne anlama geldiğini bilesin, aklından geçenleri anlayasın diye bu giz bana açıklandı.”
Keşke biz hepimiz de Daniel kadar alçakgönüllü olabilseydik. Herkes Allah’ı hikmetin, iyiliğin ve başarının kaynağı olarak tanısaydı, dünyamız ne kadar daha iyi olurdu? O geleceği görmek için sihir, büyü ve astrolojinin kullanımını kınamakla kalmadı, Kral Nebukadnessar’a olayları olmadan önce açıklayacak kadar ilgilenen bir Tanrı olduğunu da bildirdi. Sizce Allah neden Nebukadnessar’ın geleceği bilmesini istedi? Bu ona imparatorluğunu yönetmekte
yardımcı mı olacaktı? Bu onu daha iyi bir hükümdar mı yapacaktı? Yoksa bu başka bir nedenden ötürü müydü? 31–35 ayetlerinde rüyayı okuyalım:
31 “Ey kral, düşünde önünde duran büyük bir heykel gördün. Çok büyük ve olağanüstü parlaktı, görünüşü ürkütücüydü. 32 Başı saf altından, göğsüyle kolları gümüşten, karnıyla kalçaları tunçtan, 33 bacakları demirden, ayaklarının bir kesimi demirden, bir kesimi kildendi. 34 Sen bakıyordun ki, bir taş insan eli değmeden kesilip heykelin demirden, kilden ayaklarına çarparak onları paramparça etti. 35 Demir, kil, tunç, gümüş, altın aynı anda parçalandı; yazın harman yerindeki saman çöpleri gibi oldular. Derken bir rüzgar çıktı, hiç iz bırakmadan hepsini alıp götürdü. Heykele çarpan taşsa büyük bir dağ oldu, bütün dünyayı doldurdu.”
Hiç bir rüya görüp, ne olduğunu tamamen unuttuğunuz, sonra da ertesi gün bir zaman hatırladığınız oldu mu? Belki birisi bunu size hatırlatan bir şey söylemiştir, ya da bir koku, tat ya da ses hafızanızı tetiklemiştir. Peki biri size gelip şöyle dese ne yapardınız:
“Geçen gece bir rüya gördüğünü biliyorum, ve konusu şuydu”?
Şaşkınlığa uğrayacağınızı söylemek herhalde ha f kalır. Ancak bu tam da Daniel’in şimdi yaptığı şey!
Nebukadnessar’ın rüyasında iyi bir öykünün tüm unsurlarına sa- hibiz: bir kral, bir peygamber, değerli madenleri ve nihai yıkımı içeren bir görüm. Tüm bunlar ne anlama gelebilirdi? Heykel neden farklı türden madenlerden yapılmış? Sizce o neye benziyordu? Ve bir kaya parçası demiri, gümüşü ve altını nasıl parçalayabilirdi? Bu sorulara bazı yanıtları 2. bölüm, 36–43 ayetlerinde arayalım:
36 “Gördüğün düş buydu. Şimdi de ne anlama geldiğini sana açıklayalım. 37 Sen, ey kral, kralların kralısın. Göklerin Tanrısı sana egemenlik, güç, kudret, yücelik verdi. 38 İnsanoğullarını, yabanıl hayvanları, gökte uçan kuşları senin eline teslim etti. Seni hepsine egemen kıldı. Altından baş sensin. 39 Senden sonra senden daha aşağı durumda başka bir krallık çıkacak. Sonra bü- tün dünyada egemenlik sürecek tunçtan üçüncü bir krallık çıkacak. 40 Dördüncü krallık demir gibi güçlü olacak. Çünkü demir her şeyi kırıp ezer. Demir gibi tümünü kırıp parçalayacak. 41 Ayaklarla parmakların bir kesiminin çömlekçi kilinden, bir kesi- minin demirden olduğunu gördün; yani bölünmüş bir krallık ola- cak bu. Öyleyken onda demirin gücü de bulunacak, çünkü demiri kille karışık gördün. 42 Ayak parmaklarının bir kesimi demirden, bir kesimi kilden olduğu gibi, krallığın da bir bölümü güçlü, bir bölümü zayıf olacak. 43 Demirin kille karışık olduğunu gördüğüne göre halklar evlilik bağıyla birbirleriyle karışacaklar, ama demirin kille karışmadığı gibi onlar da birbirine bağlı kalmayacaklar.”
Heykel, müzelerimizin çoğunda bulunan heykeller gibi bir insan şeklindeydi. Başı, omuzları, kolları, gövdesi ve bacakları vardı. Daniel’in Nebukadnessar’a verdiği tanıma göre, tasvir ya da heykel beş bölüme ayrılmıştı ve her bölüm farklı bir metalden yapılmıştı (resme bakınız). Baştan başlayarak ve ayaklara doğru giderek, her bir bölüm bir imparatorluğu temsil ediyordu; bir öncekini yenilgiye uğratmakla kalmayacak, fakat aynı zamanda onun tüm kültürel inceliklerini (örneğin askeri taktiklerini, sanatını, inançlarını, yasalarını ve mimari tasarımlarını) kendisine katacak olan bir imparatorluk. Belki de en önemli niteliği, bu imparatorlukların tümünün İsrail’i, İbrahim’in so- yundan gelenlere vaat edilen ülkeyi, kontrol altında tutacak olmalarıydı. Ve çok daha derin bir düzeyde, Allah’ın antlaşma halkının
kaderini kontrol altında tutacaklardı. Bazı durumlarda onlara yardımcı olacaklar, diğer durumlarda ise onlara zulmedeceklerdi.
Bu peygamberlik sözünün şimdiye dek var olmuş tüm kralları ve imparatorlukları açıklamaya teşebbüs etmediğini unutmayalım. Daha ziyade tarihin çok genel bir görünümü, ve daha sonraki peygamberlik sözlerinin üzerine inşa edileceği bir temel. Herhangi bir şüpheniz olursa, bu konuyu Daniel 7–9 bölümlerinde çok daha ayrıntılı işleyeceğiz.
O günlerde Kral Nebukadnessar’ın imparatorluğu dünyadaki en güçlü imparatorluklardan biriydi. Öyle olmuştu ki, kutsal kent ve İsrail’in başkenti olan Yeruşalim’i de denetimi altına tutuyordu. Bu nedenle Babil İmparatorluğu’nun altından baş olması mantıklıdır. İlginç bir şekilde, altın Kral Nebukadnessar için de büyük önem taşıyordu. Nebukadnessar’ın altından bir insan heykeli ve iki aslan yaptırdığı biliniyor (üçü de yaklaşık 6 metre yüksekliğindeydi). Altın Masa ve Baal’in altından heykelini de unutmamalı; bunların her ikisi de som altından yapılmıştı ve yaklaşık 25,000 kilo ağırlığındaydılar.
Fakat Nebukadnessar sonsuza dek yaşamayacaktı ve imparatorluğu sonunda yıkılacaktı. Babil İmparatorluğu MÖ. 605–539 yılları arasında hüküm sürdü. Fakat doğuda başka bir imparatorluk yükselişe geçmişti: dünyayı egemenlik altına alma maksadıyla birleşen iki ayrı krallıktan meydana gelen bir imparatorluk, heykelde gümüşten göğüs ve iki kolla temsil edilen bir birlik. Bu imparatorluk Babil kadar zengin değildi, tıpkı gümüşün altın kadar değerli olmadığı gibi. Ne var ki, ondan daha güçlüydü. Daniel’in önceden bildirdiği krallık, doğu Akdeniz’de M.Ö. 539–331 yılları arasında hüküm süren Med–Pers İmparatorluğu’ydu.
Ortaya çıkan bir sonraki krallık, rekor bir süre içinde önceki ikisinden daha geniş bir imparatorluk yaratan Büyük İsken- der tarafından yönetiliyordu. İskender’in orduları günümüzde Afganistan olan bölgeye ulaşana dek doğuya doğru hızla ilerlediler. İskender’in kurduğu Grek İmparatorluğu M.Ö. 331–168 yılları arasında hüküm sürecekti ve tunçtan kalçalarla temsil ediliyordu. Fakat en güçlü olacak ve en uzun süre hüküm sürecek olan krallık, bir sonrakiydi.
Demir çok değerli bir maden değildir, fakat çok güçlü ve dayanıklıdır. Heykeldeki dördüncü krallık en güçlüsü olacaktı, aynı zamanda önceki üç krallıktan daha uzun sürecekti. Herhangi bir tarih öğrencisi size bir sonraki büyük imparatorluğun Roma İmparatorluğu olduğunu söyleyecektir. Roma İmparatorluğu M.Ö. 168 yılından M.S. 476 yılına kadar Avrupa’yı ve Akdeniz bölgesini “demir yumrukla” yönetti. Mimarisinin, kültürünün ve yönetiminin ihtişamı günümüzde halen belirgindir. Evet, demirden bacaklar Roma’ydı. Peki demir ve kil karışımından olan ayaklara ne olacak? Bunlar neyi temsil ediyor? Ayakların içinde demir bulunduğu için, beşinci krallığın Roma İmparatorluğu’nun bir devamı olacağını, en azından Romalı selefinden miras alınmış özellikleri olacağını biliyoruz. 41–43 ayetlerinde Daniel’in heykelin ayakları hakkında söylediklerini gözden geçirelim: 41 Ayaklarla parmakların bir kesiminin çömlekçi kilinden, bir kesiminin demirden olduğunu gördün; yani bölünmüş bir krallık olacak bu. Öyleyken onda demirin gücü de bulunacak, çünkü demiri kille karışık gördün. 42 Ayak parmaklarının bir kesimi demirden, bir kesimi kilden olduğu gibi, krallığın da bir bölümü güçlü, bir bölümü zayıf olacak. 43 Demirin kille karışık olduğunu gördüğüne göre halklar evlilik bağıyla birbirleriyle karışacaklar, ama demirin kille karışmadığı gibi onlar da birbirine bağlı kalmayacaklar. |
Avrupa’nın kaderinin Roma İmparatorluğu tarafından şekillendirilmediğini hiç kimse iddia etmek istemez. Bu ülkelerin neredeyse her şeyleri Roma kültüründen, ideolojisinden ve yönetiminden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, Avrupalılar’ın yıllardan beridir birleşmeye çalıştıklarını, fakat bunu hiçbir zaman başaramadıklarını da ilginç bir bilgi olarak belirtelim. Fransız ve İngiliz kraliyet aileleri kendi aralarında evlilikler düzenlemişler, fakat yüzlerce yıl düşman olarak kalmışlardır. Şarlman, Napolyon, hatta Hitler Avrupa’yı birleştirmeye çalışmışlar, fakat sonunda başarısız olmuşlardır. Sizce Avrupa Birliği’ne ne olacak? Kaderinde sonsuza dek sürmek var mı? Bu bizi son krallığa, “insan elleri” ile kurulmamış olan krallığa getiriyor. O ne kadar sürecek? Daniel 2. bölüm, 44. ve 45. ayetlerde öğrenebiliriz:
44 “Bu krallar döneminde Göklerin Tanrısı hiç yıkılmayacak, başka halkın eline geçmeyecek bir krallık kuracak. Bu krallık önceki krallıkları ezip yok edecek, kendisiyse sonsuza dek sürecek. 45 İnsan eli değmeden dağdan kesilip gelen taşın demiri, tuncu, kili, gümüşü, altını parçaladığını gördün. Ulu Tanrı bundan sonra neler olacağını krala açıklamıştır. Düş gerçek, yorumu da güvenilirdir.”
Bu krallığı önceki beş krallıktan ayıran şey nedir? Öncelikle, krallığı insan değil, Allah kuracaktır. İkincisi, hiçbir zaman yok edilmeyecek ya da başka insanlar tarafından ele geçirilmeyecektir. Üçüncüsü, tüm dünyasal krallıkları yok edecek ve sonsuza dek sürecektir. Dördüncüsü, rüyanın henüz gerçekleşmemiş olan tek kısmı budur. Öyleyse şimdi okuduğumuz şeyin doğru olduğunu nereden biliyoruz? Tarihin kanıtına ve Allah’ın vaadine sahibiz!
Şimdi bazı kişiler şöyle düşünebilir:
“Biliyordum! Bilim adamları bizi bir meteorun dünyayı yok edeceğine dair uyarıyorlar. Kutsal Kitap da tam olarak aynı şeyi söylüyor.”
Kutsal Kitap’ın dediği gerçekten de bu mu? Bu rüya simgelerle dolu ve kaya da bir simge. Bunun Allah’ın krallığını simgelediğini biliyoruz, fakat bu krallık ziksel mi, ruhsal mı olacak? Yeryüzünde mi, yoksa gökte mi olacak? Allah’ın “acı çeken kralı”nın kuracağı sonsuz krallıkla bir şekilde bağlantılı mı? Şu anda bu sorulara cevap vermeye yetecek bilgilere sahip değiliz. Fakat dersleri işlemeye devam ettiğimizde, bu soruların yanıtlarını bulmakla kalmayacağız, ayrıca Allah’ın krallığının sonsuza dek sürecek olan tek şey olduğunu görecek ve bunun bir parçası olmak isteyeceğiz.
Öyleyse, sizce Kral Nebukadnessar Daniel’in yorumuna nasıl tepki gösterdi? Bunu Daniel 2. bölüm, 46–49 ayetlerinde görelim:
46 Bunun üzerine Kral Nebukadnessar Daniel’in önünde yüzüstü yere kapandı. Ona bir sunu ve buhur sunulmasını buyurdu. 47 Daniel’e, “Madem bu gizi açıklayabildin, Tanrın gerçekten tanrıların Tanrısı, kralların Efendisi” dedi, “Gizleri açan O’dur.” 48 Sonra Daniel’i yüksek bir göreve getirdi; ona birçok değerli armağan verdi. Onu Babil İli’ne vali atadı, Babil’in bütün bilgelerinin başkanı yaptı. 49 Daniel’in isteği üzerine Şadrak’ı, Meşak’ı, Abed–Nego’yu da Babil İli’nde yüksek görevlere atadı. Daniel ise sarayda kaldı.
Nebukadnessar Allah’ın sırların açıklayıcısı olduğunu kabul etti ve Daniel’i vali yaptı. Allah’ın kendisine göstermiş olduğu şeyin gerçekleşeceğine dair aklında hiçbir şüphe yoktu. Sizin şüpheniz var mı? Geleceğin belirsizliği sizde gerilime yol açıyor mu? Öyle ise, yıldızlardan, falcılıktan ya da büyücülükten yardım aramayın.
Cem, geleceğe dair yanıtlar için yaratılmış nesnelere bakmanın, ayakkabı boyacısından ev inşa etmesini istemeye benzediğinin farkına varmamıştı. Ayakkabı boyacısının işlevi ayakkabılarınızı temizlemek ve parlatmaktır. O amaç için eğitilmiştir. Mimari, taşıyıcı noktalar, imar mevzuatı ya da beton takviyesi hakkında hiçbir bilgisi yoktur. Bir ev inşa etmek isterseniz mühendise ya da mimara gidebilirsiniz. Yıldızlar için de aynısı geçerlidir; Allah yıldızları karanlık geceye ışık getirmeleri, okyanustaki denizcilere kılavuzluk etmeleri ve zamanı kaydetmek için yaratmıştır. Onlara kaç kere bakarsanız bakın, ne kadar haritalarını çıkartırsanız çıkartın, size hiçbir zaman geleceği söylemezler! Geleceği bilmek isterseniz, bizzat zamanın mühendisine ve mimarına, Sırların Gerçek Açıklayıcısı’na, Evrenin Tanrısı’na, Yaratıcı’ya gitmeniz gerekir!
Tartışma Soruları
1. Geleceği düşünmekle ne kadar zaman geçiriyorsunuz?
2. Gelecekteki olayların belirsizliği sizi korkutuyor ya da gerilime neden oluyor mu?
3. Kayanın temsil ediyor olabileceği bazı şeyleri düşünebiliyor musunuz? (İpucu: Şimdiye kadar okuduğumuz
öykülerden içinde kaya geçenleri düşünün.)
4. Dünyadaki herkes bir ülkenin, kentin ya da kasabanın yurttaşıdır. Nasıl Allah’ın krallığının bir yurttaşı olabiliriz?
5. Allah’ın bu dünya için ve hayatınız için planına dair daha büyük bir resmin ortaya çıktığını görmeye başladınız mı?
Bu sizin kader, hayat ve ölüm hakkındaki düşüncelerinizi değiştiriyor mu?
44 “Bu krallar döneminde Göklerin Tanrısı hiç yıkılmayacak, başka halkın eline geçmeyecek bir krallık kuracak. Bu krallık önceki krallıkları ezip yok edecek, kendisiyse sonsuza dek sürecek. 45 İnsan eli değmeden dağdan kesilip gelen taşın demiri, tuncu, kili, gümüşü, altını parçaladığını gördün. Ulu Tanrı bundan sonra neler olacağını krala açıklamıştır. Düş gerçek, yorumu da güvenilirdir.”
Bu krallığı önceki beş krallıktan ayıran şey nedir? Öncelikle, krallığı insan değil, Allah kuracaktır. İkincisi, hiçbir zaman yok edilmeyecek ya da başka insanlar tarafından ele geçirilmeyecektir. Üçüncüsü, tüm dünyasal krallıkları yok edecek ve sonsuza dek sürecektir. Dördüncüsü, rüyanın henüz gerçekleşmemiş olan tek kısmı budur. Öyleyse şimdi okuduğumuz şeyin doğru olduğunu nereden biliyoruz? Tarihin kanıtına ve Allah’ın vaadine sahibiz!
Şimdi bazı kişiler şöyle düşünebilir:
“Biliyordum! Bilim adamları bizi bir meteorun dünyayı yok edeceğine dair uyarıyorlar. Kutsal Kitap da tam olarak aynı şeyi söylüyor.”
Kutsal Kitap’ın dediği gerçekten de bu mu? Bu rüya simgelerle dolu ve kaya da bir simge. Bunun Allah’ın krallığını simgelediğini biliyoruz, fakat bu krallık ziksel mi, ruhsal mı olacak? Yeryüzünde mi, yoksa gökte mi olacak? Allah’ın “acı çeken kralı”nın kuracağı sonsuz krallıkla bir şekilde bağlantılı mı? Şu anda bu sorulara cevap vermeye yetecek bilgilere sahip değiliz. Fakat dersleri işlemeye devam ettiğimizde, bu soruların yanıtlarını bulmakla kalmayacağız, ayrıca Allah’ın krallığının sonsuza dek sürecek olan tek şey olduğunu görecek ve bunun bir parçası olmak isteyeceğiz.
Öyleyse, sizce Kral Nebukadnessar Daniel’in yorumuna nasıl tepki gösterdi? Bunu Daniel 2. bölüm, 46–49 ayetlerinde görelim:
46 Bunun üzerine Kral Nebukadnessar Daniel’in önünde yüzüstü yere kapandı. Ona bir sunu ve buhur sunulmasını buyurdu. 47 Daniel’e, “Madem bu gizi açıklayabildin, Tanrın gerçekten tanrıların Tanrısı, kralların Efendisi” dedi, “Gizleri açan O’dur.” 48 Sonra Daniel’i yüksek bir göreve getirdi; ona birçok değerli armağan verdi. Onu Babil İli’ne vali atadı, Babil’in bütün bilgelerinin başkanı yaptı. 49 Daniel’in isteği üzerine Şadrak’ı, Meşak’ı, Abed–Nego’yu da Babil İli’nde yüksek görevlere atadı. Daniel ise sarayda kaldı.
Nebukadnessar Allah’ın sırların açıklayıcısı olduğunu kabul etti ve Daniel’i vali yaptı. Allah’ın kendisine göstermiş olduğu şeyin gerçekleşeceğine dair aklında hiçbir şüphe yoktu. Sizin şüpheniz var mı? Geleceğin belirsizliği sizde gerilime yol açıyor mu? Öyle ise, yıldızlardan, falcılıktan ya da büyücülükten yardım aramayın.
Cem, geleceğe dair yanıtlar için yaratılmış nesnelere bakmanın, ayakkabı boyacısından ev inşa etmesini istemeye benzediğinin farkına varmamıştı. Ayakkabı boyacısının işlevi ayakkabılarınızı temizlemek ve parlatmaktır. O amaç için eğitilmiştir. Mimari, taşıyıcı noktalar, imar mevzuatı ya da beton takviyesi hakkında hiçbir bilgisi yoktur. Bir ev inşa etmek isterseniz mühendise ya da mimara gidebilirsiniz. Yıldızlar için de aynısı geçerlidir; Allah yıldızları karanlık geceye ışık getirmeleri, okyanustaki denizcilere kılavuzluk etmeleri ve zamanı kaydetmek için yaratmıştır. Onlara kaç kere bakarsanız bakın, ne kadar haritalarını çıkartırsanız çıkartın, size hiçbir zaman geleceği söylemezler! Geleceği bilmek isterseniz, bizzat zamanın mühendisine ve mimarına, Sırların Gerçek Açıklayıcısı’na, Evrenin Tanrısı’na, Yaratıcı’ya gitmeniz gerekir!
Tartışma Soruları
1. Geleceği düşünmekle ne kadar zaman geçiriyorsunuz?
2. Gelecekteki olayların belirsizliği sizi korkutuyor ya da gerilime neden oluyor mu?
3. Kayanın temsil ediyor olabileceği bazı şeyleri düşünebiliyor musunuz? (İpucu: Şimdiye kadar okuduğumuz
öykülerden içinde kaya geçenleri düşünün.)
4. Dünyadaki herkes bir ülkenin, kentin ya da kasabanın yurttaşıdır. Nasıl Allah’ın krallığının bir yurttaşı olabiliriz?
5. Allah’ın bu dünya için ve hayatınız için planına dair daha büyük bir resmin ortaya çıktığını görmeye başladınız mı?
Bu sizin kader, hayat ve ölüm hakkındaki düşüncelerinizi değiştiriyor mu?