Bir insanı dindar yapan şey nedir? Daha doğrusu, bir insanı Yahudi, Hristiyan ya da Müslüman yapan nedir? Büyüdükleri ya da yaşadıkları yere göre mi, anne–babasının söylediğine göre mi, yoksa kimlik kartlarında yazana göre mi belirlenir? Dış görünüşümüze mi bağlıdır? Din kendimizi bir kontrol listesinin sonuçlarına göre içine koyduğumuz bir kategoriden mi ibarettir?
• _________________________’de büyüdüm.
• Babam _____________.
• Peygamberimiz _____________.
• Sonuç _____________.
Şimdiye kadar öğrendiklerimizin ışığında, ilk sorumuzun, “Bir insanı dindar yapan şey nedir” sorusunun yanıtının iman olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dindar kişilerin imanı vardır. Ya ikinci soru? Bir insan belli bir yerde büyüdüğü için mi, kimlik kartlarında öyle yazdığı için mi, yoksa anne–babaları öyle dediği için mi Yahudi, Hristiyan ya da Müslüman’dır? Hayır, bunun fazlası var; bu bir seçimdir. Allah’ın yasalarına itaat etmeyi seçeriz. Başka insanlara saygıyla ve sevgiyle davranmayı seçeriz. Allah’ın bizden daha kutsal ve daha büyük olduğunu kabul etmeyi seçeriz. Bir Yahudinin, Hristiyanın, Müslümanın ve benzerlerinin seçimleri, üzerinde yaşamayı seçtiğimiz değişmez temel ilkelere bağlı olmalıdır. Kutsal Kitap boyunca, Allah’ın gerçeğinin en temel ilkelerinden birinin, her insanın günahlarının bağışlanması için tövbe etmesi gerektiği olduğunu öğrendik. Bu gerçeği biraz daha araştıralım.
Tuba yedinci sınıftaki dersine girmekten her zaman dehşet duyuyordu. Tabii ki birkaç iyi öğrenci vardı, fakat gruptaki öğrenciler ödevlerini yapmayı hiç istemiyor, her zaman şikâyet ediyor ve yalnızca arkadaşlarıyla konuşmak istiyorlardı. Bu bir öğretmenin dayanamayacağı bir şeydi. Fakat önceki deneyimlerine rağmen, her dersten önce öğrencilerinin daha iyi davranacaklarını, ilgi göstereceklerini ve saygılı olacaklarını umut ediyordu.
Öğretmenlikten genel olarak zevk alıyordu. Fakat son zamanlarda canını sıkan birkaç şey fark etmişti. Öğrenciler kopya çekiyor, yalan söylüyor ve birbirlerine saygısızca davranıyorlardı. Yıllar önce öğretmenliğe ilk başladığı zaman bunlar münferit olaylardı. Fakat gitgide sıklaşmaya başlamışlardı ve öğrenciler yakalandıkları zaman pişmanlık belirtisi göstermiyorlardı.
O gün Tuba bir sınav yapıyordu. Sınavdan önce öğrencilere konuşmamalarını, yanıt kâğıtlarını kapatmalarını ve soruları varsa el kaldırmalarını hatırlattı. Sonra sınav kâğıtlarını dağıttı.
Beş dakika geçmeden, Tuba bir öğrencinin başka bir öğrencinin kâğıdına baktığını gördü. Tuba bunu görmezden gelmeye ve öğrenciye bir şans daha vermeye karar verdi, fakat çok geçmeden bunu yine yaptı. Aynı anda iki kızın birbirlerine fısıldadığını gördü.
“Kızlar, konuşmayı kesin” dedi. “Konuşmuyoruz” karşılığını verdiler.
“Ne demek konuşmuyorsunuz? Birbirinize fısıldadığınızı gördüm. Sınav kâğıtlarınızı alıp kopya çektiğiniz için size sıfır vermem gerekir.”
“Yapmayın hocam. Özür dileriz” diye yalvardılar.
“Tamam, ama bir daha yapmayın. Atıl, buraya gel!”
“Evet hocam.”
“Atıl, Bahar’ın kâğıdına bakmayı bırak, yoksa sıfır alacaksın.”
“Hocam, Bahar’ın kâğıdına bakmadım!” diye kesin bir şekilde itiraz etti.
“Köre mi benziyorum? Bahar’ın sınav kâğıdına bakıp kendine yanıt yazdığını gördüm.”
“Hayır, yazmadım.”
“Atıl, yalan söylediğimi veya neden söz ettiğimi bilmediğimi mi söylüyorsun?”
Orada durarak öğretmene baktı.
“Sınav kâğıdını ver. Sıfır alıyorsun ve anneni babanı çağıracağım. Şimdi yerine otur.”
Tam o sırada Tuba iki kızın yine konuştuklarını gördü. Sınavda birbirlerine yardım ettikleri belli oluyordu.
“Kızlar! Size konuşmak yok demiştim.”
Aynı anda “Üzgünüz hocam” yanıtını verdiler.
“Gerçekten üzgün olsaydınız yine konuşmaya başlamazdınız.”
Tuba öğrencilere kalemlerini bırakmalarını, test kitapçıklarını kapatmalarını ve dikkatle dinlemelerini söyledi.
“Çocuklar, bir kimse özür dilediği zaman yaptıklarının yanlış olduğunu kabul ediyor demektir. Fakat üzgün olmak kabullenmekle bitmiyor. Bir sonraki adım, bunu bir daha yapmamaktır. Üzgünüm deyip aynı şeyi yapmaya devam ederseniz, bu sizin karakteriniz hakkında ne söyler? İfade ettiğiniz üzüntünün gerçek olmadığını gösterir! Sizi yalancı gibi gösterir.”
Tuba sonra kızlara doğru gitti ve sınav kâğıtlarını aldı.
Sınıfa “Size kuralları tekrar söylememe gerek var mı?” diye sordu.
“Hayır hocam.”
Öğretmenlerin çocuklarımıza matematik, tarih, fen bilgisi ve yabancı dil öğretmekten sorumlu olduklarını biliyoruz. Belki çocuklarımıza dürüst olmak, saygılı olmak, yanlışı kabul etmek ve pişmanlık göstermek gibi ahlâki değerleri de öğretmeleri gerektiğini zaman zaman unutuyoruz. Okuduğumuz öyküde, aynı sözcüğü kullanmış olmasa da, Tuba kendini çocuklara tövbeyi öğretirken buldu.
Yeni Antlaşma’da, yine tövbe mesajını getiren, güçlü ve karizmatik bir öğretmen ve peygamber vardı. Adı Vaftizci Yahya’ydı. Babası Levi oymağından olmasına ve Yeruşalim’deki tapınakta rahiplik yapmasına rağmen, Yahya kendi zamanındaki din okullarına gitmedi. Evde ve Yahudiye çölünde eğitim gördü.
Yahya’nın anne–babası Allah’ın adanmış izleyicileriydi ve en derin anlamda çok dindarlardı. Yahya’nın babası Zekeriya tapınakta hizmet etmekteyken bir melek ona görünerek bir çocuğu olacağını ve bu çocuğun özel bir görevi olacağını söyledi. Yahya hakkındaki bu olayın hikayesini Luka 1. bölüm, 15–17 ayetlerinde görelim:
15 O, Rab’bin gözünde büyük olacak. Hiç şarap ve içki içmeyecek; daha annesinin rahmindeyken Kutsal Ruh’la dolacak. 16 İsrailoğulları’ndan birçoğunu, Tanrıları Rab’be döndürecek. 17 Babaların yüreklerini çocuklarına döndürmek, söz dinlemeyenleri doğru kişilerin anlayışına yöneltmek ve Rab için hazırlanmış bir halk yetiştirmek üzere, İlyas’ın ruhu ve gücüyle Rab’bin önünden gidecektir.
Yahya’nın hedefi belliydi. Tıpkı 800 yıl önce yaşamış olan İlyas peygamber gibi bir peygamber ve öğretmen olacaktı. Önceki bir dersimizde,15 Malaki kitabındaki bir peygamberlik sözünü işlemiştik. Allah Malaki’ye Rabb’in yolunu hazırlamak üzere bir haberci ya da peygamber geleceğini söylemişti. Şimdi okuduğumuz ayetlerde bu peygamberlik sözünün yerine gelişini görüyoruz. Yahya’nın hede insanları Rabb’in gelişine hazırlamaktı! O, Haberci’den önce gelecek olan haberciydi.16
Yahya örnekliğiyle yol göstermeliydi. Alkolden kaçınmalı ve insanları Rabb’e dönmeye teşvik etmeliydi. Bu mesajın zaten imanlı oldukları varsayılan İsrailoğulları için olduğunu unutmayın. Rabb’e dönmeleri, veya geri dönmeleri gerekiyor idiyse, belli ki O’nun emirlerine uymuyorlardı. Başka bir deyişle, Yahya’nın mesajı bir tövbe çağrısı olacaktı. Luka 3. bölüm, 1–3 ayetleriyle devam edelim:
1 Sezar Tiberius’un egemenliğinin on beşinci yılıydı. Yahudiye’de Pontius Pilatus valilik yapıyordu. Celile’yi Hirodes, İtureya ve Trahonitis bölgesini Hirodes’in kardeşi Filipus, Avilini’yi Lisanias yönetiyordu. 2 Hanan ile Kayafa başkâhinlik ediyorlardı. Bu sırada Tanrı çölde bulunan Zekeriya oğlu Yahya’ya seslendi. 3 O da Şeria Irmağı’nın çevresindeki bütün bölgeyi dolaşarak insanları, günahlarının bağışlanması için tövbe edip vaftiz olmaya çağırdı.
Bu ayetlerde verilen bilgilere bakarak, Yahya’nın Şeria Irmağı’nda M.S. 27 yılında vaaz ettiğini anlıyoruz. O sırada Yahya, dünyevî dikkat dağıtıcılardan ve yozlaşmış din önderlerinin etkisinden çok uzakta, kuru ve ıssız bir yer olan Yahudiye çölünde yaşıyordu. Evet, ne yazık ki tıpkı günümüzdeki gibi Yahya’nın zamanında da dindar gözüken fakat diğer herkes gibi yaşayan kimseler vardı. Yahya’nın hayat tarzı hakkında Matta 3. bölüm 4. ayette biraz daha ayrıntılı bilgi alıyoruz:
4 Yahya’nın deve tüyünden giysisi, belinde deri kuşağı vardı. Yediği, çekirge ve yaban balıydı.
Yahya ıssız bir yerde, deve tüyünden yapılma basit bir giysi giyerek yaşıyordu. Dışarıdan bakıldığında kentte yaşayan rahiplere nazaran kaba ve medeniyetsiz gibi görülebilirdi. Fakat içeride ruhsal olarak arındırılmıştı. Kendini Allah’a ve kendisine verilen mesaja adamıştı, bu mesajı sözünü sakınmadan veriyordu, ve mesaj doğrudan kalbe işliyordu. Luka 3. bölüm, 7–9 ayetleriyle devam edelim:
7 Yahya, vaftiz olmak için kendisine gelen kalabalıklara şöyle seslendi: “Ey engerekler soyu! Gelecek gazaptan kaçmak için sizi kim uyardı? 8 Bundan böyle tövbeye yaraşır meyveler verin! Kendi kendinize, ‘Biz İbrahim’in soyundanız’ demeye kalkmayın. Ben size şunu söyleyeyim: Tanrı, İbrahim’e şu taşlardan da çocuk yaratabilir. 9 Balta ağaçların köküne dayanmış bile. İyi meyve vermeyen her ağaç kesilip ateşe atılır.”
Bazı insanlar babaları dindar olduğu için kendilerinin de dindar olduğunu sanırlar. Bazı insanlar Müslüman, Hristiyan ya da Yahudi gibi bir ülkede yaşadıkları için sonunda cennete gideceklerine inanırlar. Yahya’nın zamanında İbrahim’in soyundan gelenlerin cennette kendileri için doğal olarak ayrılmış bir yerleri oldukları düşüncesi yaygındı. Bu yanlış inancı düzeltmek Yahya’nın göreviydi. Öz olarak, atan kim olursa olsun, iyi meyve vermiyorsan yok olacaksın diyordu. Öyleyse sorunun çözümü neydi? Tövbe et ve vaftiz ol!17
Kendi hayatını kurtarmak isteyen kişinin günahtan tövbe etmesi, Allah’tan bağışlanma dilemesi ve vaftiz olması gerekiyordu. Bu pek çok kişinin kabul ettiği bir çağrıydı. Fakat halen pek çoklarının merak ettiği bir şey vardı. Tövbe ettikten ve vaftiz olduktan sonra ne yapmaları gerekiyordu? Yahya’nın yanıtını Luka 3. bölüm, 10–14 ayetlerinde okuyalım:
10 Halk ona, “Öyleyse biz ne yapalım?” diye sordu. 11 Yahya onlara, “İki mintanı olan birini mintanı olmayana versin; yiyeceği olan yiyeceği olmayanla paylaşsın” yanıtını verdi. 12 Bazı vergi görevlileri de vaftiz olmaya gelerek, “Öğretmenimiz, biz ne yapalım?” dediler. 13 Yahya, “Size buyrulandan çok vergi almayın” dedi. 14 Bazı askerler de, “Ya biz ne yapalım?” diye sordular. O da, “Kaba kuvvetle ya da yalan suçlamalarla kimseden para koparmayın” dedi, “Ücretinizle yetinin.”
Maddi zenginlikle bereketlenmişseniz, başkalarına verin. Güç sahibi bir konumdaysanız, bunu kötüye kullanmayın. İnsanların gözünü korkutmayın ve onlardan çıkar sağlamayın. Başka bir deyişle, paylaşın, dürüst olun, başkalarına ziksel zarar vermeyin, yalan söylemeyin ve bencillik etmeyin. Bu doğruluk eylemlerinin önkoşulunun tövbe olduğu dikkatinizi çekti mi? Allah, O’ndan yardım istemezseniz bu şeyleri yapmanıza yardım etmez. Yardım istemenin ilk adımı günah sorununuz olduğunu kabul etmektir.
Melek Cebrail Yahya’nın babasıyla konuştuğunda, Yahya’nın Rabb’in önünden gideceğini söylemişti. Sizce Cebrail ne demek istedi? Belki sıradaki birkaç ayet bize anlayış verebilir. Luka 3. bölüm, 15–17 ayetlerini okuyalım:
15 Halk umut içinde bekliyordu. Yahya’yla ilgili olarak herkesin aklında, “Acaba Mesih bu mu?” sorusu vardı. 16 Yahya ise hepsine şöyle yanıt verdi: “Ben sizi suyla vaftiz ediyorum, ama benden daha güçlü Olan geliyor. Ben O’nun çarıklarının bağını çözmeye bile layık değilim. O sizi Kutsal Ruh’la ve ateşle vaftiz edecek. 17 Harman yerini temizlemek ve buğdayı toplayıp ambarına yığmak için yabası elinde hazır duruyor. Samanı ise sönmeyen ateşte yakacak.”
Halkın düşüncesine ve Yahya’nın dediğine bakılırsa, melek Cebrail Mesih’ten söz ediyordu. Yüzlerce yıl önce, Mesih’in gelmesinden hemen önce bir peygamberin ortaya çıkacağı öngörülmüştü. Bunu Yeşaya kitabında, 40. bölüm, 3–5 ayetlerinde okuyabiliriz:
3 Şöyle haykırıyor bir ses: “Çölde RAB’bin yolunu hazırlayın, bozkırda Tanrımız için düz bir yol açın. 4 Her vadi yükseltilecek, her dağ, her tepe alçaltılacak. Böylelikle engebeler düzleştirilecek, sarp yerler ovaya dönüştürülecek. 5 O zaman RAB’bin yüceliği görünecek, bütün insanlar hep birlikte onu görecek. Bunu söyleyen RAB’dir.”
Yahya’nın tövbe bildirisi, kendisinden çok daha büyük olduğunu söylediği Mesih’i karşılayacak olanların kalplerini hazırlama amacını taşıyordu. Yahya kendisini O’nun çarıklarının bağını çözmeye bile lâyık görmüyordu! Yahya’nın ifadesine göre, Mesih’in gelişinin karışık sonuçları olacaktı. Bazıları için bu büyük bir gün olacak, başkaları içinse korkunç olacaktı. Mesih’e hazır olanları belirmek için en önemli faktör ne olacaktı? Doğru, tövbe!
Bu dersi bitirmeden önce yaygın bir yanlış anlayışı çözümleyelim. Pek çok kişi günahın çeşitli derecelerinin olduğunu düşünür. Örneğin cinayet kumar oynamaktan daha kötüdür, içki içmek hırsızlık yapmaktan daha kötüdür, faiz almak ise yalan söylemekten daha kötüdür. Ancak Allah’ın gözünde günah günahtır.
Yüzeysel olarak bakıldığında birini öldürmek hırsızlık yapmaktan daha kötü gibi görülebilir. Fakat günaha Allah’ın bakış açısından bakarsanız, fark olmadığını görürsünüz. Birini öldürdüğünüzde onun hayatını izinsiz olarak almış olursunuz. Pek çok sözlük bu eylemi hırsızlık olarak tanımlar. Bu açıdan bakıldığında, hem cinayetin hem de hırsızlığın kökü aynıdır; yani size ait olmayan bir şeyi (örneğin, para, kadın, intikam vs.) almak için bencilce arzular. Peki ya kumar? Pek çok insan neden kumar oynar?
Pek çok kişi kumar oynar çünkü fazla çaba harcamadan zengin olmak isterler. Tabii ki bazı kişiler bağımlı hale gelirler. Kumar oynadığımızda gerçekte Allah’a güvensizlik gösteriyor olabilir miyiz acaba? Ne de olsa, O her şeyin denetimini elinde tutmaktadır. O bizim tüm ihtiyaçlarımızı karşılayabilir. Basit bir kumar oynama eyleminin etrafımızdaki kişilere Allah’ın bizi gözetebileceğini sanmadığımızı, bizim bazı şeylerin denetimini elimize alarak O’na yardım etmemiz gerektiğini söylüyor olması mümkün müdür? Öyleyse, kumar oynamak cinayetten daha da kötü olacaktır!
Mesele şu ki, günah günahtır. Herkes günah işler! Bu nedenle herkesin tövbeye ihtiyacı vardır! Tövbe etmezseniz cennette bulunmaya hakkınız yoktur. Cennet tövbesiz günahkârlar için bir yer değildir! Öyleyse nasıl tövbe ederiz? Bir örneği inceleyelim.
Tolga’nın babası her zaman geç kalıyordu. İşe, akşam yemeğine, hatta sinemaya bile geç kalıyordu. Saatini 15 dakika ileri almayı denedi, fakat işe yaramadı. Arkadaşları ile ailesi ona gideceği yere gerekenden 20 dakika önce gitmesini bile söylediler. Fakat tüm bunların hiçbir yararı yoktu. Tolga’nın babası sanki kendi zaman kuşağında yaşıyor gibiydi.
Bir gün Tolga’nın önemli bir yüzme yarışı vardı. Aylardır bu etkinlik için hazırlanıyordu ve kazanırsa bölge şampiyonasına gidecekti. Yarışma akşam 7’de başlıyordu.
Tolga “Baba, Cuma akşamı yüzme yarışıma geliyor musun?” diye sordu.
“Tabii ki oğlum, orada olacağım.”
“Baba, benim yarışım ilk sıralarda. Zamanında yetişebileceğinden emin misin?”
“Meraklanma oğlum, orada olacağım” diye güvence verdi.
Büyük gün geldi, Tolga hazırlandı ve babasının sözünü tutup tutmadığını görmek için izleyicileri gözden geçirdi. Fakat ne yazık ki onu görmedi. Zihinsel hazırlıklarını yaptı ve dalış platformuna doğru ilerledi. Platforma çıkmadan önce son bir kez baktı. Babası orada değildi. Babasının yokluğuna rağmen, Tolga kendi kendine şöyle dedi:
“Bu yarışı kazanacağım ve onu gururlandıracağım.”
Zil çaldığında Tolga elinden geldiği kadar hızlı bir biçimde suya daldı ve tüm dönüşleri mükemmeldi, sonunda duvara ilk dokunan da o oldu. Bölge finallerine kaldı.
O gece yarıştan sonra, Tolga geç gelen babasıyla birlikte arabada oturuyordu.
“Baba, bu akşam gerçekten orada olmanı isterdim.”
“Biliyorum oğlum, ben de orada olmak isterdim. Üzgünüm.”
“Baba, her zaman üzgün olduğunu söylüyorsun. Fakat hiç değişmiyorsun. Yarışmamın nedenlerinden biri seni ve ailemizi gururlandırmak. Fakat sanki senin hiç umurunda değil gibi.”
Tolga’nın sözleri babasının kalbini delip geçti. Birden, önemli olayları kaçırdığı tüm zamanlar hatırına geldi. O anda farklı olmak için kararını verdi.
“Oğlum, gerçekten çok üzgünüm. Haklısın, sorumsuzca davrandım. Bana bu sefer inanmanın zor olacağını biliyorum, fakat artık geç kalmayacağıma söz veriyorum. Her zaman sözümü tutmak ve zamanında yetişmek için elimden geleni yapacağım, özellikle senin yarışlarına.”
Bilin bakalım ne oldu? Tolga’nın babası bölge şampiyonasına erken geldi ve oğlu zafere giderken ona tezahürat yaptı. Sizce Tolga’yı en çok etkileyen neydi: babasının özür dilemiş olması mı, yoksa dakikliği mi? Tabii ki dakikliğiydi, zira bu onun gerçekten üzgün olduğunu gösteriyordu. Dedikleri gibi:
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.”
Ne kadar basit görünse de, kalpten edilen gerçek tövbe iki bölümden oluşur. Birinci bölüm yaptığınız yanlışlığı kabul etmek ve üzgün olduğunuzu söylemektir. İkinci bölüm, yapılan yanlışı iyi bir şey yaparak tela etmeye çalışmak, ya da aynı suçu bir daha işlememektir. Birinci öykümüzde, Atıl yaptığı yanlışı kabul etmiyordu ve özür dilemek bir yana, kötü bir şey yaptığını kabul etme niyetinde bile değildi. Kızlar ise yanlışlıklarını kabul ederek özür dilemelerine rağmen, itaatsizlik etmeye devam ederek gerçekten üzgün olmadıklarını gösterdiler. Tıpkı Tuba’nın öğrencilere dediği gibi, bağışlanmayı hak etmiyorlardı ve hatalı davranışlarının sonuçlarına katlandılar. Belki öğretmenlerinin yanlış yapmakta
devam etmelerine göz yumacağını sanmışlardı. Ya da belki onun nazik olduğunu biliyor ve nezaketini istismar ediyorlardı.
Gerçek şu ki, Allah istismar edilemez. O kalplerimizin gerçek niyetlerini bilir. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, O’ndan hiçbir şeyi gerçekten saklayamayız. Öyleyse uğraşmayı bırakalım! Tövbe edin ve Allah’tan size günah işlemeyi bırakmada yardım etmesini isteyin.
Tartışma Soruları
1. Size göre çocukların davranışı iyi miydi, kötü müydü?
2. Kutsal Kitap’ta pek çok peygamberin çölde Allah’la iletişim kurduklarını ve O’ndan öğrendiklerini gördük. Sizce
neden böyle?
3. Yahya’nın öyküsünü okumaya devam ederseniz, verdiği mesajın din önderleri arasında pek hoş karşılanmadığını
görürsünüz. Bunun bazı nedenleri nelerdi?
4. Bağışlanmak istediğimiz zaman tövbe neden bu kadar önemlidir?
5. Hayatınızda tövbe etmeniz gereken bir şey var mı? Yalancılık, dedikoduculuk, açgözlülük, gurur, tembellik,
tamahkârlık, hırsızlık, küfürbazlık, vs.?
6. Yahya’nın tövbe çağrısı, halkın kalplerini Tanrıları’yla karşılaşmaya hazırlama amacını taşıyordu. Hatırlayın, Rab
gelmekteydi ve Yahya bunu duyuruyordu! Aynı zamanda peygamberliklerin gelecek Mesih’e atıfta bulunduklarını
anlıyoruz. Bu, Mesih’in kim olduğu hakkinda ne demektedir?
15 Bkz. Kaderi Değiştiren 3, ders 20.
16 Bkz. Malaki 3:1.
17 İleriki bir derste vaftizin simgeselliğini ve amacını araştıracağız. Şimdilik bilmemiz gereken, bunun bir temizlenme simgesi olduğu. İlginç bir şekilde, rahiplerin Yahya’nın halkı vaftiz etmesine herhangi bir şekilde itiraz ettiklerini görmüyoruz. Aksine, yalnızca onun bunu yapma yetkisine sahip olmadığını düşündüklerini görüyoruz. Yahya’nın zamanında putperestlerin Yahudiliğe ihtida ettikleri zaman vaftiz edilmeleri ve Essenilerin inançsızlarla temas kurduktan sonra kendi kendilerini vaftiz etmeleri yaygındı.
• _________________________’de büyüdüm.
• Babam _____________.
• Peygamberimiz _____________.
• Sonuç _____________.
Şimdiye kadar öğrendiklerimizin ışığında, ilk sorumuzun, “Bir insanı dindar yapan şey nedir” sorusunun yanıtının iman olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Dindar kişilerin imanı vardır. Ya ikinci soru? Bir insan belli bir yerde büyüdüğü için mi, kimlik kartlarında öyle yazdığı için mi, yoksa anne–babaları öyle dediği için mi Yahudi, Hristiyan ya da Müslüman’dır? Hayır, bunun fazlası var; bu bir seçimdir. Allah’ın yasalarına itaat etmeyi seçeriz. Başka insanlara saygıyla ve sevgiyle davranmayı seçeriz. Allah’ın bizden daha kutsal ve daha büyük olduğunu kabul etmeyi seçeriz. Bir Yahudinin, Hristiyanın, Müslümanın ve benzerlerinin seçimleri, üzerinde yaşamayı seçtiğimiz değişmez temel ilkelere bağlı olmalıdır. Kutsal Kitap boyunca, Allah’ın gerçeğinin en temel ilkelerinden birinin, her insanın günahlarının bağışlanması için tövbe etmesi gerektiği olduğunu öğrendik. Bu gerçeği biraz daha araştıralım.
Tuba yedinci sınıftaki dersine girmekten her zaman dehşet duyuyordu. Tabii ki birkaç iyi öğrenci vardı, fakat gruptaki öğrenciler ödevlerini yapmayı hiç istemiyor, her zaman şikâyet ediyor ve yalnızca arkadaşlarıyla konuşmak istiyorlardı. Bu bir öğretmenin dayanamayacağı bir şeydi. Fakat önceki deneyimlerine rağmen, her dersten önce öğrencilerinin daha iyi davranacaklarını, ilgi göstereceklerini ve saygılı olacaklarını umut ediyordu.
Öğretmenlikten genel olarak zevk alıyordu. Fakat son zamanlarda canını sıkan birkaç şey fark etmişti. Öğrenciler kopya çekiyor, yalan söylüyor ve birbirlerine saygısızca davranıyorlardı. Yıllar önce öğretmenliğe ilk başladığı zaman bunlar münferit olaylardı. Fakat gitgide sıklaşmaya başlamışlardı ve öğrenciler yakalandıkları zaman pişmanlık belirtisi göstermiyorlardı.
O gün Tuba bir sınav yapıyordu. Sınavdan önce öğrencilere konuşmamalarını, yanıt kâğıtlarını kapatmalarını ve soruları varsa el kaldırmalarını hatırlattı. Sonra sınav kâğıtlarını dağıttı.
Beş dakika geçmeden, Tuba bir öğrencinin başka bir öğrencinin kâğıdına baktığını gördü. Tuba bunu görmezden gelmeye ve öğrenciye bir şans daha vermeye karar verdi, fakat çok geçmeden bunu yine yaptı. Aynı anda iki kızın birbirlerine fısıldadığını gördü.
“Kızlar, konuşmayı kesin” dedi. “Konuşmuyoruz” karşılığını verdiler.
“Ne demek konuşmuyorsunuz? Birbirinize fısıldadığınızı gördüm. Sınav kâğıtlarınızı alıp kopya çektiğiniz için size sıfır vermem gerekir.”
“Yapmayın hocam. Özür dileriz” diye yalvardılar.
“Tamam, ama bir daha yapmayın. Atıl, buraya gel!”
“Evet hocam.”
“Atıl, Bahar’ın kâğıdına bakmayı bırak, yoksa sıfır alacaksın.”
“Hocam, Bahar’ın kâğıdına bakmadım!” diye kesin bir şekilde itiraz etti.
“Köre mi benziyorum? Bahar’ın sınav kâğıdına bakıp kendine yanıt yazdığını gördüm.”
“Hayır, yazmadım.”
“Atıl, yalan söylediğimi veya neden söz ettiğimi bilmediğimi mi söylüyorsun?”
Orada durarak öğretmene baktı.
“Sınav kâğıdını ver. Sıfır alıyorsun ve anneni babanı çağıracağım. Şimdi yerine otur.”
Tam o sırada Tuba iki kızın yine konuştuklarını gördü. Sınavda birbirlerine yardım ettikleri belli oluyordu.
“Kızlar! Size konuşmak yok demiştim.”
Aynı anda “Üzgünüz hocam” yanıtını verdiler.
“Gerçekten üzgün olsaydınız yine konuşmaya başlamazdınız.”
Tuba öğrencilere kalemlerini bırakmalarını, test kitapçıklarını kapatmalarını ve dikkatle dinlemelerini söyledi.
“Çocuklar, bir kimse özür dilediği zaman yaptıklarının yanlış olduğunu kabul ediyor demektir. Fakat üzgün olmak kabullenmekle bitmiyor. Bir sonraki adım, bunu bir daha yapmamaktır. Üzgünüm deyip aynı şeyi yapmaya devam ederseniz, bu sizin karakteriniz hakkında ne söyler? İfade ettiğiniz üzüntünün gerçek olmadığını gösterir! Sizi yalancı gibi gösterir.”
Tuba sonra kızlara doğru gitti ve sınav kâğıtlarını aldı.
Sınıfa “Size kuralları tekrar söylememe gerek var mı?” diye sordu.
“Hayır hocam.”
Öğretmenlerin çocuklarımıza matematik, tarih, fen bilgisi ve yabancı dil öğretmekten sorumlu olduklarını biliyoruz. Belki çocuklarımıza dürüst olmak, saygılı olmak, yanlışı kabul etmek ve pişmanlık göstermek gibi ahlâki değerleri de öğretmeleri gerektiğini zaman zaman unutuyoruz. Okuduğumuz öyküde, aynı sözcüğü kullanmış olmasa da, Tuba kendini çocuklara tövbeyi öğretirken buldu.
Yeni Antlaşma’da, yine tövbe mesajını getiren, güçlü ve karizmatik bir öğretmen ve peygamber vardı. Adı Vaftizci Yahya’ydı. Babası Levi oymağından olmasına ve Yeruşalim’deki tapınakta rahiplik yapmasına rağmen, Yahya kendi zamanındaki din okullarına gitmedi. Evde ve Yahudiye çölünde eğitim gördü.
Yahya’nın anne–babası Allah’ın adanmış izleyicileriydi ve en derin anlamda çok dindarlardı. Yahya’nın babası Zekeriya tapınakta hizmet etmekteyken bir melek ona görünerek bir çocuğu olacağını ve bu çocuğun özel bir görevi olacağını söyledi. Yahya hakkındaki bu olayın hikayesini Luka 1. bölüm, 15–17 ayetlerinde görelim:
15 O, Rab’bin gözünde büyük olacak. Hiç şarap ve içki içmeyecek; daha annesinin rahmindeyken Kutsal Ruh’la dolacak. 16 İsrailoğulları’ndan birçoğunu, Tanrıları Rab’be döndürecek. 17 Babaların yüreklerini çocuklarına döndürmek, söz dinlemeyenleri doğru kişilerin anlayışına yöneltmek ve Rab için hazırlanmış bir halk yetiştirmek üzere, İlyas’ın ruhu ve gücüyle Rab’bin önünden gidecektir.
Yahya’nın hedefi belliydi. Tıpkı 800 yıl önce yaşamış olan İlyas peygamber gibi bir peygamber ve öğretmen olacaktı. Önceki bir dersimizde,15 Malaki kitabındaki bir peygamberlik sözünü işlemiştik. Allah Malaki’ye Rabb’in yolunu hazırlamak üzere bir haberci ya da peygamber geleceğini söylemişti. Şimdi okuduğumuz ayetlerde bu peygamberlik sözünün yerine gelişini görüyoruz. Yahya’nın hede insanları Rabb’in gelişine hazırlamaktı! O, Haberci’den önce gelecek olan haberciydi.16
Yahya örnekliğiyle yol göstermeliydi. Alkolden kaçınmalı ve insanları Rabb’e dönmeye teşvik etmeliydi. Bu mesajın zaten imanlı oldukları varsayılan İsrailoğulları için olduğunu unutmayın. Rabb’e dönmeleri, veya geri dönmeleri gerekiyor idiyse, belli ki O’nun emirlerine uymuyorlardı. Başka bir deyişle, Yahya’nın mesajı bir tövbe çağrısı olacaktı. Luka 3. bölüm, 1–3 ayetleriyle devam edelim:
1 Sezar Tiberius’un egemenliğinin on beşinci yılıydı. Yahudiye’de Pontius Pilatus valilik yapıyordu. Celile’yi Hirodes, İtureya ve Trahonitis bölgesini Hirodes’in kardeşi Filipus, Avilini’yi Lisanias yönetiyordu. 2 Hanan ile Kayafa başkâhinlik ediyorlardı. Bu sırada Tanrı çölde bulunan Zekeriya oğlu Yahya’ya seslendi. 3 O da Şeria Irmağı’nın çevresindeki bütün bölgeyi dolaşarak insanları, günahlarının bağışlanması için tövbe edip vaftiz olmaya çağırdı.
Bu ayetlerde verilen bilgilere bakarak, Yahya’nın Şeria Irmağı’nda M.S. 27 yılında vaaz ettiğini anlıyoruz. O sırada Yahya, dünyevî dikkat dağıtıcılardan ve yozlaşmış din önderlerinin etkisinden çok uzakta, kuru ve ıssız bir yer olan Yahudiye çölünde yaşıyordu. Evet, ne yazık ki tıpkı günümüzdeki gibi Yahya’nın zamanında da dindar gözüken fakat diğer herkes gibi yaşayan kimseler vardı. Yahya’nın hayat tarzı hakkında Matta 3. bölüm 4. ayette biraz daha ayrıntılı bilgi alıyoruz:
4 Yahya’nın deve tüyünden giysisi, belinde deri kuşağı vardı. Yediği, çekirge ve yaban balıydı.
Yahya ıssız bir yerde, deve tüyünden yapılma basit bir giysi giyerek yaşıyordu. Dışarıdan bakıldığında kentte yaşayan rahiplere nazaran kaba ve medeniyetsiz gibi görülebilirdi. Fakat içeride ruhsal olarak arındırılmıştı. Kendini Allah’a ve kendisine verilen mesaja adamıştı, bu mesajı sözünü sakınmadan veriyordu, ve mesaj doğrudan kalbe işliyordu. Luka 3. bölüm, 7–9 ayetleriyle devam edelim:
7 Yahya, vaftiz olmak için kendisine gelen kalabalıklara şöyle seslendi: “Ey engerekler soyu! Gelecek gazaptan kaçmak için sizi kim uyardı? 8 Bundan böyle tövbeye yaraşır meyveler verin! Kendi kendinize, ‘Biz İbrahim’in soyundanız’ demeye kalkmayın. Ben size şunu söyleyeyim: Tanrı, İbrahim’e şu taşlardan da çocuk yaratabilir. 9 Balta ağaçların köküne dayanmış bile. İyi meyve vermeyen her ağaç kesilip ateşe atılır.”
Bazı insanlar babaları dindar olduğu için kendilerinin de dindar olduğunu sanırlar. Bazı insanlar Müslüman, Hristiyan ya da Yahudi gibi bir ülkede yaşadıkları için sonunda cennete gideceklerine inanırlar. Yahya’nın zamanında İbrahim’in soyundan gelenlerin cennette kendileri için doğal olarak ayrılmış bir yerleri oldukları düşüncesi yaygındı. Bu yanlış inancı düzeltmek Yahya’nın göreviydi. Öz olarak, atan kim olursa olsun, iyi meyve vermiyorsan yok olacaksın diyordu. Öyleyse sorunun çözümü neydi? Tövbe et ve vaftiz ol!17
Kendi hayatını kurtarmak isteyen kişinin günahtan tövbe etmesi, Allah’tan bağışlanma dilemesi ve vaftiz olması gerekiyordu. Bu pek çok kişinin kabul ettiği bir çağrıydı. Fakat halen pek çoklarının merak ettiği bir şey vardı. Tövbe ettikten ve vaftiz olduktan sonra ne yapmaları gerekiyordu? Yahya’nın yanıtını Luka 3. bölüm, 10–14 ayetlerinde okuyalım:
10 Halk ona, “Öyleyse biz ne yapalım?” diye sordu. 11 Yahya onlara, “İki mintanı olan birini mintanı olmayana versin; yiyeceği olan yiyeceği olmayanla paylaşsın” yanıtını verdi. 12 Bazı vergi görevlileri de vaftiz olmaya gelerek, “Öğretmenimiz, biz ne yapalım?” dediler. 13 Yahya, “Size buyrulandan çok vergi almayın” dedi. 14 Bazı askerler de, “Ya biz ne yapalım?” diye sordular. O da, “Kaba kuvvetle ya da yalan suçlamalarla kimseden para koparmayın” dedi, “Ücretinizle yetinin.”
Maddi zenginlikle bereketlenmişseniz, başkalarına verin. Güç sahibi bir konumdaysanız, bunu kötüye kullanmayın. İnsanların gözünü korkutmayın ve onlardan çıkar sağlamayın. Başka bir deyişle, paylaşın, dürüst olun, başkalarına ziksel zarar vermeyin, yalan söylemeyin ve bencillik etmeyin. Bu doğruluk eylemlerinin önkoşulunun tövbe olduğu dikkatinizi çekti mi? Allah, O’ndan yardım istemezseniz bu şeyleri yapmanıza yardım etmez. Yardım istemenin ilk adımı günah sorununuz olduğunu kabul etmektir.
Melek Cebrail Yahya’nın babasıyla konuştuğunda, Yahya’nın Rabb’in önünden gideceğini söylemişti. Sizce Cebrail ne demek istedi? Belki sıradaki birkaç ayet bize anlayış verebilir. Luka 3. bölüm, 15–17 ayetlerini okuyalım:
15 Halk umut içinde bekliyordu. Yahya’yla ilgili olarak herkesin aklında, “Acaba Mesih bu mu?” sorusu vardı. 16 Yahya ise hepsine şöyle yanıt verdi: “Ben sizi suyla vaftiz ediyorum, ama benden daha güçlü Olan geliyor. Ben O’nun çarıklarının bağını çözmeye bile layık değilim. O sizi Kutsal Ruh’la ve ateşle vaftiz edecek. 17 Harman yerini temizlemek ve buğdayı toplayıp ambarına yığmak için yabası elinde hazır duruyor. Samanı ise sönmeyen ateşte yakacak.”
Halkın düşüncesine ve Yahya’nın dediğine bakılırsa, melek Cebrail Mesih’ten söz ediyordu. Yüzlerce yıl önce, Mesih’in gelmesinden hemen önce bir peygamberin ortaya çıkacağı öngörülmüştü. Bunu Yeşaya kitabında, 40. bölüm, 3–5 ayetlerinde okuyabiliriz:
3 Şöyle haykırıyor bir ses: “Çölde RAB’bin yolunu hazırlayın, bozkırda Tanrımız için düz bir yol açın. 4 Her vadi yükseltilecek, her dağ, her tepe alçaltılacak. Böylelikle engebeler düzleştirilecek, sarp yerler ovaya dönüştürülecek. 5 O zaman RAB’bin yüceliği görünecek, bütün insanlar hep birlikte onu görecek. Bunu söyleyen RAB’dir.”
Yahya’nın tövbe bildirisi, kendisinden çok daha büyük olduğunu söylediği Mesih’i karşılayacak olanların kalplerini hazırlama amacını taşıyordu. Yahya kendisini O’nun çarıklarının bağını çözmeye bile lâyık görmüyordu! Yahya’nın ifadesine göre, Mesih’in gelişinin karışık sonuçları olacaktı. Bazıları için bu büyük bir gün olacak, başkaları içinse korkunç olacaktı. Mesih’e hazır olanları belirmek için en önemli faktör ne olacaktı? Doğru, tövbe!
Bu dersi bitirmeden önce yaygın bir yanlış anlayışı çözümleyelim. Pek çok kişi günahın çeşitli derecelerinin olduğunu düşünür. Örneğin cinayet kumar oynamaktan daha kötüdür, içki içmek hırsızlık yapmaktan daha kötüdür, faiz almak ise yalan söylemekten daha kötüdür. Ancak Allah’ın gözünde günah günahtır.
Yüzeysel olarak bakıldığında birini öldürmek hırsızlık yapmaktan daha kötü gibi görülebilir. Fakat günaha Allah’ın bakış açısından bakarsanız, fark olmadığını görürsünüz. Birini öldürdüğünüzde onun hayatını izinsiz olarak almış olursunuz. Pek çok sözlük bu eylemi hırsızlık olarak tanımlar. Bu açıdan bakıldığında, hem cinayetin hem de hırsızlığın kökü aynıdır; yani size ait olmayan bir şeyi (örneğin, para, kadın, intikam vs.) almak için bencilce arzular. Peki ya kumar? Pek çok insan neden kumar oynar?
Pek çok kişi kumar oynar çünkü fazla çaba harcamadan zengin olmak isterler. Tabii ki bazı kişiler bağımlı hale gelirler. Kumar oynadığımızda gerçekte Allah’a güvensizlik gösteriyor olabilir miyiz acaba? Ne de olsa, O her şeyin denetimini elinde tutmaktadır. O bizim tüm ihtiyaçlarımızı karşılayabilir. Basit bir kumar oynama eyleminin etrafımızdaki kişilere Allah’ın bizi gözetebileceğini sanmadığımızı, bizim bazı şeylerin denetimini elimize alarak O’na yardım etmemiz gerektiğini söylüyor olması mümkün müdür? Öyleyse, kumar oynamak cinayetten daha da kötü olacaktır!
Mesele şu ki, günah günahtır. Herkes günah işler! Bu nedenle herkesin tövbeye ihtiyacı vardır! Tövbe etmezseniz cennette bulunmaya hakkınız yoktur. Cennet tövbesiz günahkârlar için bir yer değildir! Öyleyse nasıl tövbe ederiz? Bir örneği inceleyelim.
Tolga’nın babası her zaman geç kalıyordu. İşe, akşam yemeğine, hatta sinemaya bile geç kalıyordu. Saatini 15 dakika ileri almayı denedi, fakat işe yaramadı. Arkadaşları ile ailesi ona gideceği yere gerekenden 20 dakika önce gitmesini bile söylediler. Fakat tüm bunların hiçbir yararı yoktu. Tolga’nın babası sanki kendi zaman kuşağında yaşıyor gibiydi.
Bir gün Tolga’nın önemli bir yüzme yarışı vardı. Aylardır bu etkinlik için hazırlanıyordu ve kazanırsa bölge şampiyonasına gidecekti. Yarışma akşam 7’de başlıyordu.
Tolga “Baba, Cuma akşamı yüzme yarışıma geliyor musun?” diye sordu.
“Tabii ki oğlum, orada olacağım.”
“Baba, benim yarışım ilk sıralarda. Zamanında yetişebileceğinden emin misin?”
“Meraklanma oğlum, orada olacağım” diye güvence verdi.
Büyük gün geldi, Tolga hazırlandı ve babasının sözünü tutup tutmadığını görmek için izleyicileri gözden geçirdi. Fakat ne yazık ki onu görmedi. Zihinsel hazırlıklarını yaptı ve dalış platformuna doğru ilerledi. Platforma çıkmadan önce son bir kez baktı. Babası orada değildi. Babasının yokluğuna rağmen, Tolga kendi kendine şöyle dedi:
“Bu yarışı kazanacağım ve onu gururlandıracağım.”
Zil çaldığında Tolga elinden geldiği kadar hızlı bir biçimde suya daldı ve tüm dönüşleri mükemmeldi, sonunda duvara ilk dokunan da o oldu. Bölge finallerine kaldı.
O gece yarıştan sonra, Tolga geç gelen babasıyla birlikte arabada oturuyordu.
“Baba, bu akşam gerçekten orada olmanı isterdim.”
“Biliyorum oğlum, ben de orada olmak isterdim. Üzgünüm.”
“Baba, her zaman üzgün olduğunu söylüyorsun. Fakat hiç değişmiyorsun. Yarışmamın nedenlerinden biri seni ve ailemizi gururlandırmak. Fakat sanki senin hiç umurunda değil gibi.”
Tolga’nın sözleri babasının kalbini delip geçti. Birden, önemli olayları kaçırdığı tüm zamanlar hatırına geldi. O anda farklı olmak için kararını verdi.
“Oğlum, gerçekten çok üzgünüm. Haklısın, sorumsuzca davrandım. Bana bu sefer inanmanın zor olacağını biliyorum, fakat artık geç kalmayacağıma söz veriyorum. Her zaman sözümü tutmak ve zamanında yetişmek için elimden geleni yapacağım, özellikle senin yarışlarına.”
Bilin bakalım ne oldu? Tolga’nın babası bölge şampiyonasına erken geldi ve oğlu zafere giderken ona tezahürat yaptı. Sizce Tolga’yı en çok etkileyen neydi: babasının özür dilemiş olması mı, yoksa dakikliği mi? Tabii ki dakikliğiydi, zira bu onun gerçekten üzgün olduğunu gösteriyordu. Dedikleri gibi:
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.”
Ne kadar basit görünse de, kalpten edilen gerçek tövbe iki bölümden oluşur. Birinci bölüm yaptığınız yanlışlığı kabul etmek ve üzgün olduğunuzu söylemektir. İkinci bölüm, yapılan yanlışı iyi bir şey yaparak tela etmeye çalışmak, ya da aynı suçu bir daha işlememektir. Birinci öykümüzde, Atıl yaptığı yanlışı kabul etmiyordu ve özür dilemek bir yana, kötü bir şey yaptığını kabul etme niyetinde bile değildi. Kızlar ise yanlışlıklarını kabul ederek özür dilemelerine rağmen, itaatsizlik etmeye devam ederek gerçekten üzgün olmadıklarını gösterdiler. Tıpkı Tuba’nın öğrencilere dediği gibi, bağışlanmayı hak etmiyorlardı ve hatalı davranışlarının sonuçlarına katlandılar. Belki öğretmenlerinin yanlış yapmakta
devam etmelerine göz yumacağını sanmışlardı. Ya da belki onun nazik olduğunu biliyor ve nezaketini istismar ediyorlardı.
Gerçek şu ki, Allah istismar edilemez. O kalplerimizin gerçek niyetlerini bilir. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım, O’ndan hiçbir şeyi gerçekten saklayamayız. Öyleyse uğraşmayı bırakalım! Tövbe edin ve Allah’tan size günah işlemeyi bırakmada yardım etmesini isteyin.
Tartışma Soruları
1. Size göre çocukların davranışı iyi miydi, kötü müydü?
2. Kutsal Kitap’ta pek çok peygamberin çölde Allah’la iletişim kurduklarını ve O’ndan öğrendiklerini gördük. Sizce
neden böyle?
3. Yahya’nın öyküsünü okumaya devam ederseniz, verdiği mesajın din önderleri arasında pek hoş karşılanmadığını
görürsünüz. Bunun bazı nedenleri nelerdi?
4. Bağışlanmak istediğimiz zaman tövbe neden bu kadar önemlidir?
5. Hayatınızda tövbe etmeniz gereken bir şey var mı? Yalancılık, dedikoduculuk, açgözlülük, gurur, tembellik,
tamahkârlık, hırsızlık, küfürbazlık, vs.?
6. Yahya’nın tövbe çağrısı, halkın kalplerini Tanrıları’yla karşılaşmaya hazırlama amacını taşıyordu. Hatırlayın, Rab
gelmekteydi ve Yahya bunu duyuruyordu! Aynı zamanda peygamberliklerin gelecek Mesih’e atıfta bulunduklarını
anlıyoruz. Bu, Mesih’in kim olduğu hakkinda ne demektedir?
15 Bkz. Kaderi Değiştiren 3, ders 20.
16 Bkz. Malaki 3:1.
17 İleriki bir derste vaftizin simgeselliğini ve amacını araştıracağız. Şimdilik bilmemiz gereken, bunun bir temizlenme simgesi olduğu. İlginç bir şekilde, rahiplerin Yahya’nın halkı vaftiz etmesine herhangi bir şekilde itiraz ettiklerini görmüyoruz. Aksine, yalnızca onun bunu yapma yetkisine sahip olmadığını düşündüklerini görüyoruz. Yahya’nın zamanında putperestlerin Yahudiliğe ihtida ettikleri zaman vaftiz edilmeleri ve Essenilerin inançsızlarla temas kurduktan sonra kendi kendilerini vaftiz etmeleri yaygındı.