Müzik öğretmeninin en iyi öğrencisini bir performans sırasında takdirle izleyişini seyretmek ne kadar ilgi çekicidir! Takdir, hayranlık, zevk ve onay içeren bir duygudur. Başka birindeki iyiliği görmek ve bundan zevk almaktır. Bir düğüne katılmak ve gelin ile damadın karşılıklı hayranlıklarını görmek ne harikadır. Takdir, saygı ve sevginin bir büyük deneyimde harmanlanmış halidir. Bu dersimizde Allah’ın İsa’yı takdir edişini göreceğiz. Bu, ateşli tartışmalara, hatta kanlı savaşlara neden olmuş bir konudur. Yanlış anlama kabuklarını soymaya çalışalım ve kutsal yazıların öğretmek istediği şeyi yeni gözlerle görelim. Önce, tanıdık bir öykü.
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selanik’in fakir bir bölgesinde doğdu. Sokakları arşınlayan ve zorbalık yapan Yunan çeteleri, babası Ali Rıza Bey’e zor zamanlar yaşatıyorlardı. İmkânlarının kaybolduğunu ve ruhunun ezildiğini hisseden Ali, dertlerinden kaçışı alkolde aradı. Ne yazık ki, babası tüberkülozdan öldüğünde durum küçük Mustafa için daha da kötü hale geldi. Annesi Zübeyde Hanım dindar bir Müslüman’dı. Zamanındaki diğer Türk kadınları gibi, tüm hayatını en büyük oğluna odaklamıştı. Zübeyde Hanım derin dinî inançları nedeniyle onun bir din alimi olmasını istiyordu. Fakat Mustafa’nın farklı kirleri vardı.
Öğretmenlerinin kirleri ve tavırlarıyla her zaman hem kir olmuyordu ve kendi görüşlerini ortaya koymaktan hiçbir zaman çekinmiyordu. Kendisini çocuktan ziyade bir yetişkin olarak gördüğünden, çocukların oyunlarına katılmıyor ve çoğunlukla onların ortamlarından uzak duruyordu. Çoğunlukla yalnız başına oynamayı tercih ediyor ve sık sık diğer çocuklarla kavga ediyordu. Bir keresinde kavga ettiği sırada öğretmenlerinden biri öfkeden gözü dönmüş şekilde müdahale etti ve onu öyle sert dövdü ki, şere ni lekelenmiş hissetti. Mustafa kaçtı ve okula dönmeyi reddetti.
Zübeyde Hanım çaresizdi ve ne yapacağını bilmiyordu. Sonunda amcalarından biri ona Mustafa’yı asker olması için Selanik’teki askerî liseye göndermesini önerdi. Devlet yardım sağladığı için kendilerine hiçbir masrafı olmayacaktı. Çocuk yetenek gösterirse subay olacaktı. Aksi halde en azından er olarak kalırdı. Her durumda gelecekte geçimini garanti altına almış olurdu. Ancak Zübeyde Hanım bunu onaylamadı. Fakat onu durdurmak için bir şey yapmadan önce, on iki yaşındaki Mustafa babasının arkadaşlarından birini kendisini lise yetkililerinden biriyle tanıştırması için ikna etmişti bile. Sınava girdi ve geçerek askeri öğrenci oldu. Bu okulda odaklanabildi ve yetenekleri ortaya çıktı.
Bu önemli biyografide bu dersimizin Kutsal Yazı kısmını çok güzel örnekleyen kişisel bir öykü var. Askeri okuldayken Mustafa’nın adı yine Mustafa olan bir matematik öğretmeni vardı. Genç Mustafa derslerinde o kadar başarılıydı ki, matematik öğretmeni ona hayatı boyunca kullanacağı özel bir unvan verdi. Matematik öğretmeni şöyle dedi:
“Adlarımızın karıştırılmaması için senin adın bundan böyle Mustafa Kemal olsun.”
Her Türk’ün muhakkak bildiği gibi, Mustafa’yı takdir eden bu öğretmenin verdiği unvan Arapçada “mükemmellik” anlamına gelir. Bir öğretmenin bir öğrenciye bu şekilde hayran olabilmesi çok ilginç. Keşke o öğretmenin gözlerinin içine bakabilsek ve Mustafa Kemal’in başarısıyla keyi e parladıklarını görebilseydik. İhtimal ki, Mustafa Kemal’in gelecekteki başarılarını küçük bir ölçüde de olsa hayal etmiştir.
Mustafa Kemal’e başarılarından ötürü hayatı boyunca başka unvanlar ve adlar da verildi. Osmanlı ordusundaki askeri başarılarından sonra paşa unvanını, yabancı işgalcilerin ordularını dışarı attıktan ve modern Cumhuriyetin kurulmasına yardımcı olduktan sonra da Atatürk adını aldı. Unvanlar, gerek bireyler, gerek kurumlar ya da toplum, gerekse Allah olsun, onu verenin alıcıya atfettiği değeri ortaya koydukları için önemlidirler. Bir kişinin hak ettiği takdir seviyesine açılan bir penceredir.
Geçen dersimizde Şeria Irmağı’nın kıyılarında tövbe bildirisini ilan eden Vaftizci Yahya’yı tanımıştık.
“Tövbe edin ve günahlarınızdan arının” diye duyuruyordu.
İnsanlar onun öğretilerini dinlemek, tövbe etmek ve günahlarından simgesel olarak temizlenmek için kilometrelerce öteden geliyorlardı.
Vaftizci Yahya kendisine Allah tarafından verilen görevin Mesih’in “yolunu hazırlamak” olduğunu belirtmişti. Yahya peygamberin Mesih İsa’ya baktığında ve İsa’nın kimliğiyle amacını açıkça beyan ettiğinde ne olduğuna dikkat edin. Yuhanna 1. bölüm, 28–31 ayetlerinden itibaren okumaya başlayalım:
28 Bütün bunlar Şeria Irmağı’nın ötesinde bulunan Beytanya’da, Yahya’nın vaftiz ettiği yerde oldu. 29 Yahya ertesi gün İsa’nın kendisine doğru geldiğini görünce şöyle dedi: “İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu! 30 Kendisi için, ‘Benden sonra biri geliyor, O benden üstündür. Çünkü O benden önce vardı’ dediğim kişi işte budur. 31 Ben O’nu tanımıyordum, ama İsrail’in O’nu tanıması için ben suyla vaftiz ederek geldim.”
Yahya neden birdenbire İsa’ya yeni bir unvan verdi? İsa’ya baktığında söylediği sözlere dikkat ettiniz mi?
“İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!”
Belli ki İsa gerçek bir kuzu değildi. Yahya peygamber İsa’nın nesine hayranlık gösteriyordu?
İbrahim ile oğlunun kurban vermek üzere Moriya Dağı’na çıktıkları dersi hatırlıyor musunuz?18 İbrahim nedenini anlayamamasına rağmen, Allah’ın emrine uymaya ve sevgili oğlunu kurban etmeye karar verdi. Dağa giderlerken oğlu ona sordu,
“Baba, odunumuz var, ateşimiz de var, ama kuzusu nerede?”19
Babası çocuğa baktı ve Yaratılış 22. bölüm 8. ayette yer alan şu peygamberlik sözlerini söyledi:
8 İbrahim, “Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak” dedi. İkisi birlikte yürümeye devam ettiler.
İbrahim’in sevgili masum oğlu üzerine bıçağı kaldırışını hatırlıyor musunuz? Bıçağı indirecekken, Allah’ın meleği onu durdurarak şöyle dedi:
‘Ama RAB'bin meleği göklerden, “İbrahim, İbrahim!” diye seslendi. İbrahim, “İşte buradayım!” diye karşılık verdi. Melek, “Çocuğa dokunma” dedi, “Ona hiçbir şey yapma. Şimdi Tanrıdan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin.”’20
Kutsal Yazılar bundan sonra İbrahim’in gözlerini kaldırdığını ve boynuzlarında çalılara takılmış bir koç gördüğünü söylüyor. İbrahim’in o gün kurban ettiği bu mucizevi koç oldu.
Bir an için bu olayı düşünün. Allah neden bir koç verdi? İbrahim’in hakkında peygamberlikte bulunduğu kuzuya ne oldu? Şöyle dedi:
“Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak.”21
İbrahim yanılıyor muydu? Hayır, İbrahim Allah’ın bir kuzu sağlayacağına dair kesin bir şekilde peygamberlik etti. Yahudiler bu peygamberlik sözünü hiçbir zaman unutmadılar. İbrahim’in sözlerinin yerine gelmesini bekliyorlardı, zira bu kuzu çok büyük öneme sahip olacaktı.
Yaklaşık 2000 yıl önce, Vaftizci Yahya Şeria Irmağı’nın ortasında dururken, İsa’nın yaklaştığını gördü. Birden Allah’ın Ruhu bu kadim peygamberlik sözünü Yahya’nın aklına getirdi. Kendisi de bir peygamber olan Yahya, İsa’nın İbrahim’in peygamberlik sözünün yerine gelişi olduğunu gördü. Yahya seslendi:
“Bak, Allah’ın Kuzusu!”
Bu sıradan bir unvan değildi ve kesinlikle İsa’nın görevi sıradan değildi. O dünyanın günahlarını ortadan kaldıracaktı! O Allah’ın kurbanı olacaktı. O çoktan beridir beklenen kuzuydu!
İsa yavaşça suya girdi ve vaftiz olmak üzere ilerledi. Yahya’nın nasıl tepki verdiğini Matta 3. bölüm, 14. ve 15. ayetlerde görelim:
14 Ne var ki Yahya, “Benim senin tarafından vaftiz edilmem gerekirken sen mi bana geliyorsun?” diyerek O’na engel olmak istedi. 15 İsa ona şu karşılığı verdi: “Şimdilik buna razı ol! Çünkü doğru olan her şeyi bu şekilde yerine getirmemiz gerekir.” O zaman Yahya O’nun dediğine razı oldu.
İsa vaftiz olmak üzere Yahya’ya geldiğinde Yahya hayrete düştü ve O’nu vaftiz etmek istemedi. Yahya’nın kanaatince kendisi İsa tarafından vaftiz edilmeliydi. Bir günahkâr olarak günahsız bir adamı nasıl vaftiz edebilirdi?
İsa neden vaftiz oldu? Öncelikle Yahudiler için vaftiz olmanın sıradan bir olay olmadığını anlamamız gerek. Evet, dinî bayramlardan önce arınma banyoları vardı, fakat vaftiz diğer dinsel inanışlardan Yahudiliğe gelen mühtedilere mahsustu. Günahla lekelenmiş, kirlenmiş bir yabancının vaftiz edilmesi gerektiği mantıklıydı. Fakat Yahudiler, İbrahim’in soyundan gelenler olarak Allah’ın onların günahlarını kendiliğinden affedeceğini düşünüyorlardı. Zihinlerinde, kendilerinin Allah’ın bereketlerinden mahrum bırakılan günahkârlar olabilecekleri düşüncesi akla yatkın gelmiyordu.
Yahya benzersiz bir ulusal emniyetsizlik zamanında geldi. Yahudiye doğrudan Roma’nın denetimi altındaydı. Neredeyse 400 yıldır ilk kez, Yahudiler kendi günahlarını ve Allah’ın sunduğu af tekli ne olan kişisel ve acil ihtiyaçlarını fark ettiler. Tümü Roma’dan kurtulmaya can atıyordu, fakat Ürdün Nehrinde toplananlar daha yüce ve daha asil bir kurtuluşa, günahtan kurtuluşa can atıyorlardı!
Yahya İsrail’in dinsel hayatının en aşağı noktada olduğu bir zamanda geldi. Törensellik ve şekilcilik doruk noktasındaydı, insanlar kurbanlara büyük paralar ödüyorlardı ve dinî bayramlarda şaşaalı törenler yapılıyordu. Fakat kapalı kapılar ardında, gizlilikte, zina ve her çeşit sapkınlıklar ayyuka çıkıyordu. Kadınlar namuslu olmaktan çok uzaktılar, günlerini dedikoduyla ve boş işlerle geçiriyorlardı. Alçakgönüllü bir kalbin iç güzelliğinden çok altın ve ipekten dış süslerle ilgiliydiler. Erkekler dış görünüşe bakıldığında dindardılar, fakat gerçekte bir yalanı yaşıyorlardı. Tapınaktaki dualar gösteriden ibaretti. Gerçekte çarşı–pazarda hile yapıyorlar, birbirlerini ve devletlerini soymanın yollarını arıyorlardı. Fakat Yahya’nın sözleri vicdanlarını delip geçti ve farklı yaşamak için bir arzu uyandırdı.
Bu, İsa’nın beklediği andı. İnsanlar günahlarının ve Allah’tan bağışlanma dilemeleri gerektiğinin bilincindeydiler. Allah bu fırsatı bilhassa tasarlamıştı. Şeria Irmağı kıyıları Allah’ın kendilerini ikiyüzlülük ve aldatmacayla dolu yaşamlarından ayrılmaya çağırdığına derinden ikna olmuş insanlarla doluydu.
İsa vaftizinde, kurtarmaya geldiği insanlarla özdeşleştirdi. Tıpkı tüm hizmeti boyunca fakir köylülerin ve toplumun alt tabakalarından insanların arasına karıştığı gibi, vaftiz olma şansını da kaçıramazdı. Vaftiz olmak, zamanındaki ikiyüzlü dinî yapıya indirdiği ilk darbeydi.
Aslında İsa’nın vaftiz olma isteğinden çıkarabileceğimiz birkaç hayati önemde ders bulunmakta. İlk olarak, kendi hizmetinin ve öğretilerinin Yahya’nın hizmeti ve öğretileriyle mükemmel bir uyum içinde olduğunu gösterdi. Başka bir deyişle, tüm gerçek peygamberler uyum içindedir. İsa kendi eserini zaten kurulmuş olan temeller üzerinde inşa edecekti. İkincisi, İsa bize bir örnek olarak vaftiz oldu. Birinci yüzyılda yaşamış, kendisi de Yahudi olan tarihçi Josefus, Vaftizci Yahya hakkında şunları yazdı:
Vaftizci lakabı verilen Yahya... iyi bir adamdı ve Yahudileri doğru hayatlar sürmeye, insan kardeşlerine adil davranmaya ve Allah’a adanmışlıkla bağlanmaya, böylece vaftizde birleşmeye yönlendirdi. Onun görüşüne göre, vaftizin Allah tarafından makbul olması için, tövbe gerekli bir ön hazırlıktı. Bunu işledikleri günahlar her neyse bunlardan bağışlanmak için değil, fakat canın doğru davranışla zaten temizlenmiş olduğunu ima ederek, bedenin bir adanması olarak yapmalıydılar.22
Bunlar, Allah’ın affını ya da lütfunu kazanmak için törensel temizlik yapanlarımız için önemli sözler. Vaftiz bir “adanma” eylemiydi, tövbe eylemi ve değişen davranışlar yoluyla kalbin temizlendiğinin ikrar edilmesiydi. Vaftiz Allah’ın lütfunu kazanmak için yapılan bir eylem değildi. Böylece İsa, zaten pak ve günahsız olarak ve tövbeye hiçbir ihtiyacı bulunmamasına rağmen, hizmete adanmışlığın bir göstergesi olarak vaftize girdi.
O zamanın adetlerine göre bir erkek ya da kadın vaftiz edildiğinde tamamen suya batırılırlardı. Üzerlerine bir kova su dökülmez, başlarına su serpilmezdi. Hayır, vaftiz bir su kütlesine tamamen batırılmak demekti. Bazı kiliselerde neredeyse ortadan kalkmasına rağmen, bu gelenek yüzyıllar boyunca canlı kalmıştır.23
Vaftiz kişinin ölümünü, gömülüşünü ve dirilişini temsil ediyordu. Kişi vaftiz olduğunda günahlı hayatını ardında bırakarak yeni bir hayata başlar. 1. yüzyılda yaşayan bâtıni bir Yahudi toplumu olan Esseniler bu sürece “Işık Çocuğu olmak” adını veriyorlar.
Fakat İsa ile vaftiz olan diğer insanlar arasında büyük bir fark vardı. İsa günahsızdı ve tövbe etmesi gerekmiyordu! Bu nedenle İsa’nın vaftizi özeldi ve sıra dışı olaylarla çevrelenmişti. Bu olayların kaydına sahibiz, çünkü elçi Yuhanna Vaftizci Yahya’nın görgü tanıklığını kaydetti. Bunu Yuhanna 1. bölüm, 32. ve 33. ayetlerde okuyalım:
32 Yahya tanıklığını şöyle sürdürdü: “Ruh’un güvercin gibi gökten indiğini, O’nun üzerinde durduğunu gördüm. 33 Ben O’nu tanımıyordum. Ama suyla vaftiz etmek için beni gönderen, ‘Ruh’un kimin üzerine inip durduğunu görürsen, Kutsal Ruh’la vaftiz eden O’dur’ dedi.”
Olaya dair aynı tanıklığı Matta’nın, Markos’un ve Luka’nın kitaplarında da buluyoruz. Matta’nın, 3. bölüm 16. ayette bulunan tarifi şöyle:
16 İsa vaftiz olur olmaz sudan çıktı. O anda gökler açıldı ve İsa, Tanrı’nın Ruhu’nun güvercin gibi inip üzerine konduğunu gördü.
Bir an için bu sahneyi hayal edelim. Nehir kıyısında bir kalabalık duruyor, güneş parlıyor, gök mavi. Birden gökten zarafetle inen bir şey görüyorlar. İsa’ya doğru ilerliyor ve O’nu kuşatmaya başlıyor. Bir anda gökten gelen bir ses gök gürültüsü gibi gürleyerek tüm Şeria vadisinde yankılanıyor. Allah’ın ne dediğini Matta 3. bölüm, 17. ayette görelim:
17 Göklerden gelen bir ses, “Sevgili Oğlum budur, O’ndan hoşnudum” dedi.
Allah İsa’ya “Oğlum” dedi! Neden? Anlaşılan Allah İsa’nın karakterinden ve yaşamından o kadar hoşnuttu ki, O’nu ne kadar sevdiğini ve değer verdiğini herkese göstermek istedi. Allah’ın oğlu olarak adlandırılmak İsa’nın Allah’a benzediğini ima ediyordu; yani O Yaratıcı’yla aynı sevgiye, düşüncelere, isteklere ve amaçlara sahipti. İsa Allah’ın zürriyeti midir? Hayır. Allah bir erkek çocuk mu edinmiştir? Kesinlikle hayır. Gökteki Allah İsa’ya “oğlum” diyor mu? Kesinlikle evet!
“Oğul” son derece şere i bir unvandır. Allah’ın başka hiçbir peygambere “oğlum” demediğini biliyor muydunuz? Bizim için anlaşılması güç olabilir, hatta bazı insanlara yanlış gelebilir, fakat Allah İsa’ya olan sevgisini utanmaksızın ilan etti ve O’na Şeria Irmağı kıyısında duran herkesin önünde “Oğlum” dedi. Tarihte bu konu üzerinde savaşlar meydana geldi! İnsanlar Allah’ın ne diyebileceğini ve ne diyemeyeceğini denetlemeye kalktılar. Hatta bazıları kutsal yazıların değiştirilerek bunu dedirttiğini ileri sürerek Allah’ın itibarını koruduklarını sandılar. Allah kendi kutsal yazılarını koruyabilecek kadar güçlü değil midir? Kutsal Yazılar gerçekten değiştirilebilir mi? Allah’ın kutsal kitapları mı vardır, yoksa “eskiden” kutsal olan kitapları mı? Şükür ki, Allah eski çağlardan beri kendi sözünü bizim için korumuştur ve insanların uydurma suçlamalarına karşılık vermeye yetecek somut kanıtları vardır.
Mesih’in İsa doğmadan 700 yıl önce “oğul” olarak adlandırıldığını biliyor muydunuz? Bu, birilerinin ilahiyat anlayışına uyması için uydurulmuş bir unvan değildi. Bu, zamanın sınavından başarıyla çıkan bir gerçekti. Yahudiler tektanrıcıdırlar. Tek ve her şeye kadir olan Allah’a inanırlar. Buna rağmen, belki de şaşırtıcı bir şekilde, Yahudiler kadim zamanlardan beri “Oğul”un Allah’ın kendi Mesihi’ne vereceği bir unvan olduğunu biliyorlardı ve kabul etmişlerdi. Hatta bunu Kral Davut’un zamanından beri biliyorlardı. Gelecek olan Mesih’e ilk kez “Allah’ın Oğlu” denilen yer, eski elyazmaları Yeni Antlaşma’dan çok daha eski tarihlere ait olan Mezmurlar’dadır. Kral Davut tarafından 2. Mezmur’da yazılan birkaç ayeti okuyalım:
2 Dünyanın kıralları kalkıyor, ve hükümdarlar RABBE karşı ve mesihine karşı, birbiriyle öğütleşiyorlar: 3 Onların bağlarını koparalım, ve iplerini kendimizden atalım, diyorlar. 4 Göklerde oturan gülecek; RAB onlarla eğlenecektir. 5 O zaman onlara hiddetile söyliyecek, gazabı ile onları sıkıntıya koyacaktır. 6 Fakat ben kralımı mukaddes dağım Sion üzerine koydum. 7 Fermanı ilân edeceğim; RAB bana dedi: Sen benim oğlumsun; Ben seni bugün tevlit ettim. 8 İste benden, ve miras olarak sana milletleri, mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim. 9 Onları demir çomakla kıracaksın; bir çömlekçi kabı gibi onları parçalıyacaksın. 10 Ve şimdi, ey kırallar, artık aklınızı başınıza alın; ey dünya hâkimleri, ibret alın. 11 RABBE korku ile kulluk edin, ve titriyerek mesrur olun. 12 Oğlu öpün ki, hiddet etmesin, siz de yolda yok olmıyasınız, çünkü birazdan hiddeti alevlenir. Bütün ona sığınanlar ne mutludur! (KM.)
İsa’nın hayatını araştırırken, Yahudilerin Allah’ın Oğlu kavramını serbestçe kullandıklarını göreceğiz. Yahudi Başrahibi bile bunu söyledi! Bu unvandan neden gücenmiyorlardı? Çünkü bu mezmuru hatırlıyor ve Mesih’in karakterinin Allah’ın karakterine benzeyeceğini biliyorlardı. Ayrıca, dünyevi bir babası olmayan ve bakireden doğmuş olan bir adama ne dersiniz ki?
Bu soruyu Luka 3. bölüm, 37. ve 38. ayetlerde kayıtlı olan İsa’nın soyağacına bakarak yanıtlayalım:
37 Metuşelah oğlu, Hanok oğlu, Yared oğlu, Mahalaleel oğlu, Kainan oğlu, 38 Enoş oğlu, Şit oğlu, Adem oğlu, Allah’ın oğlu idi.
Babası olmayan birisine ne dersiniz? Adem’e Allah’ın Oğlu deniyordu. Bakireden doğan İsa bir anlamda ikinci Adem’di, çünkü O’nun da babası yoktu.
İnsanlar Ürdün Nehrinin kıyılarında duruyor ve İsa’yı hayranlıkla seyrediyorlardı. Vaftizci Yahya O’na “Allah Kuzusu” demişti. Şimdi Allah gökten gökgürlemesiyle konuştu:
“Oğlum budur, O’ndan hoşnudum.”
Allah’ın hoşnut olduğu bir şeyden zevk almak yanlış mıdır? Kendimizi Allah’ın takdir ettiği ve sevdiği şeylere, saygı ve hayranlık duymaya zorunlu hissetmemeli miyiz? Allah’ın İsa’ya verdiği unvanla O’nun şerefini koruyalım: Allah’ın Oğlu. Allah’a takdir ettiği kişiye kendi unvanını istediği şekilde verme hakkını verelim.
Bir yanlış anlamayı miras almış olmamız mümkün müdür, öyle ise bunu terk edebilecek kadar cesur olabilecek miyiz? Bu dersimizi ikna edici bir konusu olan basit bir öyküyü paylaşarak bitirelim.
Bir zamanlar komşu çiftliklerde yaşayan Temel ve Mehmet adında iki kardeş anlaşmazlığa düştüler. Bu, 40 yıl yan yana çiftçilik yaptıktan sonra yaşadıkları ilk ciddi tartışmaydı. Zira hayatları boyunca ihtiyaçları oldukça alet edevatı, iş gücünü ve eşyayı tartışmasız paylaşmışlardı.
Fakat bir bahar günü uzun süreli işbirliği bozuldu. Küçük bir yanlış anlamayla başladı, önemli bir anlaşmazlığa dönüştü ve sonunda karşılıklı söylenen acı sözlerin ardından yaklaşık bir yıl boyunca birbirlerini görmezlikten gelmeye devam etti.
Bir sabah Mehmet’in kapısı çalındı. Açtığında karşısında marangoz çantalı bir adam duruyordu.
Adam “Birkaç günlük bir iş arıyorum” dedi. “Belki sizin yardımcı olabileceğim ufak tefek işleriniz vardır? Size yardımcı olabilir miyim?”
Küçük kardeş, “Evet” dedi. “Sana göre bir işim var. Derenin karşısındaki o çiftliğe bak. Bu benim komşum. Aslında o benim ağabeyim! Eskiden aramızda bir çayır vardı. Geçenlerde nehir üzerindeki seti buldozerle yıktı, şimdi aramızda bir dere var. Bunu kesinlikle bana nispet olsun diye yaptı. Fakat ben kendimi ondan daha da uzaklaştırmak istiyorum. Ahırın yanındaki kereste yığınını görüyor musun? Bana bir çit yapman için para veririm, iki buçuk metre yüksekliğinde bir çit, böylece artık onun evini de yüzünü de görmek zorunda kalmam.”
Marangoz “Sanırım durumu anladım” dedi. “Bana çivilerin yerini göster ve kazıkların yerini kazmak için bir kürek ver, ben de seni memnun edecek bir iş çıkarabileyim.”
Ertesi gün Mehmet’in kasabaya gitmesi gerekiyordu, bu nedenle marangozun malzemeleri hazırlamasına yardımcı oldu ve gün boyunca ortada görünmedi. Marangoz tüm gün arı gibi çalışarak ölçtü, testereyle biçti ve çivi çaktı. Günbatımı vaktinde çiftçi kahvehaneden döndüğünde marangoz işini henüz bitirmişti.
Çiftçinin gözleri fal taşı gibi açıldı; ağzı bir karış açık kaldı. Ortada çit falan yoktu.
Marangoz bunun yerine bir köprü inşa etmişti! Derenin bir yanından diğer yanına uzanan bir köprü! Çiftçi marangoza bağırmaya başladı.
“Ne yaptın sen?!”
Tam o anda köprüye baktı ve ağabeyi Temel’in elini uzatarak ve yüzünde bir gülümsemeyle kendisine doğru geldiğini gördü.
Ağabey, “Sen iyi bir kardeşsin, tüm söylediklerimden ve yaptıklarımdan sonra bu köprüyü yaptırdın. Özür dilerim” dedi.
İki kardeş köprünün iki ucunda duruyorlardı, sonra ortada buluşarak el sıkıştılar ve birbirlerini yanaklarından öptüler.
Döndüklerinde marangozun çantasını omzuna yükleyerek gitmeye hazırlandığını gördüler.
“Dur, bekle! Birkaç gün kal. Senin için pek çok başka projemiz var” dedi Mehmet.
Marangoz, “Kalmayı çok isterdim” dedi, “fakat daha kuracağım çok köprü var.”
Kimi zaman uzun süreli bir yanlış anlamayı düzeltmenin tek yolu bir uzlaşma köprüsünü ilk inşa eden olmaktır. ‘Allah’ın Oğlu’ unvanı hakkındaki binlerce yıllık yanlış algılama sizi İsa’yı ve Allah’ın İsa için düşündüğünü tam anlamıyla takdir etmekten alıkoyduysa, bu ders sizin marangozunuz olsun!
Tartışma Soruları
1. Kime hayranlık duyuyorsunuz? Neden? Onların nesi hoşunuza gidiyor?
2. Yahya “Allah’ın Kuzusu”nun ne yapacağını ileri sürdü?
3. İsa’nın vaftizindeki insanların Allah’ın Ruhu’nu inen bir güvercine benzetmeleri ilginç. Kutsal Kitap’ta içinde güvercin geçen başka bir öykü hatırlıyor musunuz? Güvercin neyi simgeliyordu?
4. Allah’ın “O’ndan hoşnudum” dediğinde ne demek istediğini düşünün. Tartışın.
Ülkemizde “Aslanoğlu”, “Demiroğlu” ve benzeri şekillerde yaygın görülen soyadları var, bunları 1934 tarihli Soyadı Kanunu zamanında bazı kişiler kendilerine ad olarak seçmiş. Muhtemelen bu adları hayran oldukları bir karakter
özelliğini belirtmek için seçmişlerdir. Aslanlar cesurdur, demir güçlüdür, vs. Bu adlar Allah’ın İsa’ya “Allah’ın Oğlu”
adını neden verdiğini anlamamıza nasıl yardımcı olabilir? Bir ihtimal, O hangi karakter özelliğini yüceltmek
istiyordu?
18 İbrahim’le ve önemli olayla ilgili tüm bilgileri hatırlamak için Kaderi Değiştiren: Yaratılış, 13–16 derslerini gözden geçirin.
19 Bkz. Yaratılış 22:7.
20 Bkz. Yaratılış 22:11, 12.
21 Bkz. Yaratılış 22:8.
22 (Yahudilerin Kadim Tarihi, kitap 18, bölüm 116.)
23 İlginç bir not olarak belirtelim, kısa bir süre önce arkeologlar Ayasofya’da ve Laodikya’da 4. yüzyıla ait birer vaftiz havuzu ortaya çıkardılar.
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selanik’in fakir bir bölgesinde doğdu. Sokakları arşınlayan ve zorbalık yapan Yunan çeteleri, babası Ali Rıza Bey’e zor zamanlar yaşatıyorlardı. İmkânlarının kaybolduğunu ve ruhunun ezildiğini hisseden Ali, dertlerinden kaçışı alkolde aradı. Ne yazık ki, babası tüberkülozdan öldüğünde durum küçük Mustafa için daha da kötü hale geldi. Annesi Zübeyde Hanım dindar bir Müslüman’dı. Zamanındaki diğer Türk kadınları gibi, tüm hayatını en büyük oğluna odaklamıştı. Zübeyde Hanım derin dinî inançları nedeniyle onun bir din alimi olmasını istiyordu. Fakat Mustafa’nın farklı kirleri vardı.
Öğretmenlerinin kirleri ve tavırlarıyla her zaman hem kir olmuyordu ve kendi görüşlerini ortaya koymaktan hiçbir zaman çekinmiyordu. Kendisini çocuktan ziyade bir yetişkin olarak gördüğünden, çocukların oyunlarına katılmıyor ve çoğunlukla onların ortamlarından uzak duruyordu. Çoğunlukla yalnız başına oynamayı tercih ediyor ve sık sık diğer çocuklarla kavga ediyordu. Bir keresinde kavga ettiği sırada öğretmenlerinden biri öfkeden gözü dönmüş şekilde müdahale etti ve onu öyle sert dövdü ki, şere ni lekelenmiş hissetti. Mustafa kaçtı ve okula dönmeyi reddetti.
Zübeyde Hanım çaresizdi ve ne yapacağını bilmiyordu. Sonunda amcalarından biri ona Mustafa’yı asker olması için Selanik’teki askerî liseye göndermesini önerdi. Devlet yardım sağladığı için kendilerine hiçbir masrafı olmayacaktı. Çocuk yetenek gösterirse subay olacaktı. Aksi halde en azından er olarak kalırdı. Her durumda gelecekte geçimini garanti altına almış olurdu. Ancak Zübeyde Hanım bunu onaylamadı. Fakat onu durdurmak için bir şey yapmadan önce, on iki yaşındaki Mustafa babasının arkadaşlarından birini kendisini lise yetkililerinden biriyle tanıştırması için ikna etmişti bile. Sınava girdi ve geçerek askeri öğrenci oldu. Bu okulda odaklanabildi ve yetenekleri ortaya çıktı.
Bu önemli biyografide bu dersimizin Kutsal Yazı kısmını çok güzel örnekleyen kişisel bir öykü var. Askeri okuldayken Mustafa’nın adı yine Mustafa olan bir matematik öğretmeni vardı. Genç Mustafa derslerinde o kadar başarılıydı ki, matematik öğretmeni ona hayatı boyunca kullanacağı özel bir unvan verdi. Matematik öğretmeni şöyle dedi:
“Adlarımızın karıştırılmaması için senin adın bundan böyle Mustafa Kemal olsun.”
Her Türk’ün muhakkak bildiği gibi, Mustafa’yı takdir eden bu öğretmenin verdiği unvan Arapçada “mükemmellik” anlamına gelir. Bir öğretmenin bir öğrenciye bu şekilde hayran olabilmesi çok ilginç. Keşke o öğretmenin gözlerinin içine bakabilsek ve Mustafa Kemal’in başarısıyla keyi e parladıklarını görebilseydik. İhtimal ki, Mustafa Kemal’in gelecekteki başarılarını küçük bir ölçüde de olsa hayal etmiştir.
Mustafa Kemal’e başarılarından ötürü hayatı boyunca başka unvanlar ve adlar da verildi. Osmanlı ordusundaki askeri başarılarından sonra paşa unvanını, yabancı işgalcilerin ordularını dışarı attıktan ve modern Cumhuriyetin kurulmasına yardımcı olduktan sonra da Atatürk adını aldı. Unvanlar, gerek bireyler, gerek kurumlar ya da toplum, gerekse Allah olsun, onu verenin alıcıya atfettiği değeri ortaya koydukları için önemlidirler. Bir kişinin hak ettiği takdir seviyesine açılan bir penceredir.
Geçen dersimizde Şeria Irmağı’nın kıyılarında tövbe bildirisini ilan eden Vaftizci Yahya’yı tanımıştık.
“Tövbe edin ve günahlarınızdan arının” diye duyuruyordu.
İnsanlar onun öğretilerini dinlemek, tövbe etmek ve günahlarından simgesel olarak temizlenmek için kilometrelerce öteden geliyorlardı.
Vaftizci Yahya kendisine Allah tarafından verilen görevin Mesih’in “yolunu hazırlamak” olduğunu belirtmişti. Yahya peygamberin Mesih İsa’ya baktığında ve İsa’nın kimliğiyle amacını açıkça beyan ettiğinde ne olduğuna dikkat edin. Yuhanna 1. bölüm, 28–31 ayetlerinden itibaren okumaya başlayalım:
28 Bütün bunlar Şeria Irmağı’nın ötesinde bulunan Beytanya’da, Yahya’nın vaftiz ettiği yerde oldu. 29 Yahya ertesi gün İsa’nın kendisine doğru geldiğini görünce şöyle dedi: “İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu! 30 Kendisi için, ‘Benden sonra biri geliyor, O benden üstündür. Çünkü O benden önce vardı’ dediğim kişi işte budur. 31 Ben O’nu tanımıyordum, ama İsrail’in O’nu tanıması için ben suyla vaftiz ederek geldim.”
Yahya neden birdenbire İsa’ya yeni bir unvan verdi? İsa’ya baktığında söylediği sözlere dikkat ettiniz mi?
“İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!”
Belli ki İsa gerçek bir kuzu değildi. Yahya peygamber İsa’nın nesine hayranlık gösteriyordu?
İbrahim ile oğlunun kurban vermek üzere Moriya Dağı’na çıktıkları dersi hatırlıyor musunuz?18 İbrahim nedenini anlayamamasına rağmen, Allah’ın emrine uymaya ve sevgili oğlunu kurban etmeye karar verdi. Dağa giderlerken oğlu ona sordu,
“Baba, odunumuz var, ateşimiz de var, ama kuzusu nerede?”19
Babası çocuğa baktı ve Yaratılış 22. bölüm 8. ayette yer alan şu peygamberlik sözlerini söyledi:
8 İbrahim, “Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak” dedi. İkisi birlikte yürümeye devam ettiler.
İbrahim’in sevgili masum oğlu üzerine bıçağı kaldırışını hatırlıyor musunuz? Bıçağı indirecekken, Allah’ın meleği onu durdurarak şöyle dedi:
‘Ama RAB'bin meleği göklerden, “İbrahim, İbrahim!” diye seslendi. İbrahim, “İşte buradayım!” diye karşılık verdi. Melek, “Çocuğa dokunma” dedi, “Ona hiçbir şey yapma. Şimdi Tanrıdan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin.”’20
Kutsal Yazılar bundan sonra İbrahim’in gözlerini kaldırdığını ve boynuzlarında çalılara takılmış bir koç gördüğünü söylüyor. İbrahim’in o gün kurban ettiği bu mucizevi koç oldu.
Bir an için bu olayı düşünün. Allah neden bir koç verdi? İbrahim’in hakkında peygamberlikte bulunduğu kuzuya ne oldu? Şöyle dedi:
“Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak.”21
İbrahim yanılıyor muydu? Hayır, İbrahim Allah’ın bir kuzu sağlayacağına dair kesin bir şekilde peygamberlik etti. Yahudiler bu peygamberlik sözünü hiçbir zaman unutmadılar. İbrahim’in sözlerinin yerine gelmesini bekliyorlardı, zira bu kuzu çok büyük öneme sahip olacaktı.
Yaklaşık 2000 yıl önce, Vaftizci Yahya Şeria Irmağı’nın ortasında dururken, İsa’nın yaklaştığını gördü. Birden Allah’ın Ruhu bu kadim peygamberlik sözünü Yahya’nın aklına getirdi. Kendisi de bir peygamber olan Yahya, İsa’nın İbrahim’in peygamberlik sözünün yerine gelişi olduğunu gördü. Yahya seslendi:
“Bak, Allah’ın Kuzusu!”
Bu sıradan bir unvan değildi ve kesinlikle İsa’nın görevi sıradan değildi. O dünyanın günahlarını ortadan kaldıracaktı! O Allah’ın kurbanı olacaktı. O çoktan beridir beklenen kuzuydu!
İsa yavaşça suya girdi ve vaftiz olmak üzere ilerledi. Yahya’nın nasıl tepki verdiğini Matta 3. bölüm, 14. ve 15. ayetlerde görelim:
14 Ne var ki Yahya, “Benim senin tarafından vaftiz edilmem gerekirken sen mi bana geliyorsun?” diyerek O’na engel olmak istedi. 15 İsa ona şu karşılığı verdi: “Şimdilik buna razı ol! Çünkü doğru olan her şeyi bu şekilde yerine getirmemiz gerekir.” O zaman Yahya O’nun dediğine razı oldu.
İsa vaftiz olmak üzere Yahya’ya geldiğinde Yahya hayrete düştü ve O’nu vaftiz etmek istemedi. Yahya’nın kanaatince kendisi İsa tarafından vaftiz edilmeliydi. Bir günahkâr olarak günahsız bir adamı nasıl vaftiz edebilirdi?
İsa neden vaftiz oldu? Öncelikle Yahudiler için vaftiz olmanın sıradan bir olay olmadığını anlamamız gerek. Evet, dinî bayramlardan önce arınma banyoları vardı, fakat vaftiz diğer dinsel inanışlardan Yahudiliğe gelen mühtedilere mahsustu. Günahla lekelenmiş, kirlenmiş bir yabancının vaftiz edilmesi gerektiği mantıklıydı. Fakat Yahudiler, İbrahim’in soyundan gelenler olarak Allah’ın onların günahlarını kendiliğinden affedeceğini düşünüyorlardı. Zihinlerinde, kendilerinin Allah’ın bereketlerinden mahrum bırakılan günahkârlar olabilecekleri düşüncesi akla yatkın gelmiyordu.
Yahya benzersiz bir ulusal emniyetsizlik zamanında geldi. Yahudiye doğrudan Roma’nın denetimi altındaydı. Neredeyse 400 yıldır ilk kez, Yahudiler kendi günahlarını ve Allah’ın sunduğu af tekli ne olan kişisel ve acil ihtiyaçlarını fark ettiler. Tümü Roma’dan kurtulmaya can atıyordu, fakat Ürdün Nehrinde toplananlar daha yüce ve daha asil bir kurtuluşa, günahtan kurtuluşa can atıyorlardı!
Yahya İsrail’in dinsel hayatının en aşağı noktada olduğu bir zamanda geldi. Törensellik ve şekilcilik doruk noktasındaydı, insanlar kurbanlara büyük paralar ödüyorlardı ve dinî bayramlarda şaşaalı törenler yapılıyordu. Fakat kapalı kapılar ardında, gizlilikte, zina ve her çeşit sapkınlıklar ayyuka çıkıyordu. Kadınlar namuslu olmaktan çok uzaktılar, günlerini dedikoduyla ve boş işlerle geçiriyorlardı. Alçakgönüllü bir kalbin iç güzelliğinden çok altın ve ipekten dış süslerle ilgiliydiler. Erkekler dış görünüşe bakıldığında dindardılar, fakat gerçekte bir yalanı yaşıyorlardı. Tapınaktaki dualar gösteriden ibaretti. Gerçekte çarşı–pazarda hile yapıyorlar, birbirlerini ve devletlerini soymanın yollarını arıyorlardı. Fakat Yahya’nın sözleri vicdanlarını delip geçti ve farklı yaşamak için bir arzu uyandırdı.
Bu, İsa’nın beklediği andı. İnsanlar günahlarının ve Allah’tan bağışlanma dilemeleri gerektiğinin bilincindeydiler. Allah bu fırsatı bilhassa tasarlamıştı. Şeria Irmağı kıyıları Allah’ın kendilerini ikiyüzlülük ve aldatmacayla dolu yaşamlarından ayrılmaya çağırdığına derinden ikna olmuş insanlarla doluydu.
İsa vaftizinde, kurtarmaya geldiği insanlarla özdeşleştirdi. Tıpkı tüm hizmeti boyunca fakir köylülerin ve toplumun alt tabakalarından insanların arasına karıştığı gibi, vaftiz olma şansını da kaçıramazdı. Vaftiz olmak, zamanındaki ikiyüzlü dinî yapıya indirdiği ilk darbeydi.
Aslında İsa’nın vaftiz olma isteğinden çıkarabileceğimiz birkaç hayati önemde ders bulunmakta. İlk olarak, kendi hizmetinin ve öğretilerinin Yahya’nın hizmeti ve öğretileriyle mükemmel bir uyum içinde olduğunu gösterdi. Başka bir deyişle, tüm gerçek peygamberler uyum içindedir. İsa kendi eserini zaten kurulmuş olan temeller üzerinde inşa edecekti. İkincisi, İsa bize bir örnek olarak vaftiz oldu. Birinci yüzyılda yaşamış, kendisi de Yahudi olan tarihçi Josefus, Vaftizci Yahya hakkında şunları yazdı:
Vaftizci lakabı verilen Yahya... iyi bir adamdı ve Yahudileri doğru hayatlar sürmeye, insan kardeşlerine adil davranmaya ve Allah’a adanmışlıkla bağlanmaya, böylece vaftizde birleşmeye yönlendirdi. Onun görüşüne göre, vaftizin Allah tarafından makbul olması için, tövbe gerekli bir ön hazırlıktı. Bunu işledikleri günahlar her neyse bunlardan bağışlanmak için değil, fakat canın doğru davranışla zaten temizlenmiş olduğunu ima ederek, bedenin bir adanması olarak yapmalıydılar.22
Bunlar, Allah’ın affını ya da lütfunu kazanmak için törensel temizlik yapanlarımız için önemli sözler. Vaftiz bir “adanma” eylemiydi, tövbe eylemi ve değişen davranışlar yoluyla kalbin temizlendiğinin ikrar edilmesiydi. Vaftiz Allah’ın lütfunu kazanmak için yapılan bir eylem değildi. Böylece İsa, zaten pak ve günahsız olarak ve tövbeye hiçbir ihtiyacı bulunmamasına rağmen, hizmete adanmışlığın bir göstergesi olarak vaftize girdi.
O zamanın adetlerine göre bir erkek ya da kadın vaftiz edildiğinde tamamen suya batırılırlardı. Üzerlerine bir kova su dökülmez, başlarına su serpilmezdi. Hayır, vaftiz bir su kütlesine tamamen batırılmak demekti. Bazı kiliselerde neredeyse ortadan kalkmasına rağmen, bu gelenek yüzyıllar boyunca canlı kalmıştır.23
Vaftiz kişinin ölümünü, gömülüşünü ve dirilişini temsil ediyordu. Kişi vaftiz olduğunda günahlı hayatını ardında bırakarak yeni bir hayata başlar. 1. yüzyılda yaşayan bâtıni bir Yahudi toplumu olan Esseniler bu sürece “Işık Çocuğu olmak” adını veriyorlar.
Fakat İsa ile vaftiz olan diğer insanlar arasında büyük bir fark vardı. İsa günahsızdı ve tövbe etmesi gerekmiyordu! Bu nedenle İsa’nın vaftizi özeldi ve sıra dışı olaylarla çevrelenmişti. Bu olayların kaydına sahibiz, çünkü elçi Yuhanna Vaftizci Yahya’nın görgü tanıklığını kaydetti. Bunu Yuhanna 1. bölüm, 32. ve 33. ayetlerde okuyalım:
32 Yahya tanıklığını şöyle sürdürdü: “Ruh’un güvercin gibi gökten indiğini, O’nun üzerinde durduğunu gördüm. 33 Ben O’nu tanımıyordum. Ama suyla vaftiz etmek için beni gönderen, ‘Ruh’un kimin üzerine inip durduğunu görürsen, Kutsal Ruh’la vaftiz eden O’dur’ dedi.”
Olaya dair aynı tanıklığı Matta’nın, Markos’un ve Luka’nın kitaplarında da buluyoruz. Matta’nın, 3. bölüm 16. ayette bulunan tarifi şöyle:
16 İsa vaftiz olur olmaz sudan çıktı. O anda gökler açıldı ve İsa, Tanrı’nın Ruhu’nun güvercin gibi inip üzerine konduğunu gördü.
Bir an için bu sahneyi hayal edelim. Nehir kıyısında bir kalabalık duruyor, güneş parlıyor, gök mavi. Birden gökten zarafetle inen bir şey görüyorlar. İsa’ya doğru ilerliyor ve O’nu kuşatmaya başlıyor. Bir anda gökten gelen bir ses gök gürültüsü gibi gürleyerek tüm Şeria vadisinde yankılanıyor. Allah’ın ne dediğini Matta 3. bölüm, 17. ayette görelim:
17 Göklerden gelen bir ses, “Sevgili Oğlum budur, O’ndan hoşnudum” dedi.
Allah İsa’ya “Oğlum” dedi! Neden? Anlaşılan Allah İsa’nın karakterinden ve yaşamından o kadar hoşnuttu ki, O’nu ne kadar sevdiğini ve değer verdiğini herkese göstermek istedi. Allah’ın oğlu olarak adlandırılmak İsa’nın Allah’a benzediğini ima ediyordu; yani O Yaratıcı’yla aynı sevgiye, düşüncelere, isteklere ve amaçlara sahipti. İsa Allah’ın zürriyeti midir? Hayır. Allah bir erkek çocuk mu edinmiştir? Kesinlikle hayır. Gökteki Allah İsa’ya “oğlum” diyor mu? Kesinlikle evet!
“Oğul” son derece şere i bir unvandır. Allah’ın başka hiçbir peygambere “oğlum” demediğini biliyor muydunuz? Bizim için anlaşılması güç olabilir, hatta bazı insanlara yanlış gelebilir, fakat Allah İsa’ya olan sevgisini utanmaksızın ilan etti ve O’na Şeria Irmağı kıyısında duran herkesin önünde “Oğlum” dedi. Tarihte bu konu üzerinde savaşlar meydana geldi! İnsanlar Allah’ın ne diyebileceğini ve ne diyemeyeceğini denetlemeye kalktılar. Hatta bazıları kutsal yazıların değiştirilerek bunu dedirttiğini ileri sürerek Allah’ın itibarını koruduklarını sandılar. Allah kendi kutsal yazılarını koruyabilecek kadar güçlü değil midir? Kutsal Yazılar gerçekten değiştirilebilir mi? Allah’ın kutsal kitapları mı vardır, yoksa “eskiden” kutsal olan kitapları mı? Şükür ki, Allah eski çağlardan beri kendi sözünü bizim için korumuştur ve insanların uydurma suçlamalarına karşılık vermeye yetecek somut kanıtları vardır.
Mesih’in İsa doğmadan 700 yıl önce “oğul” olarak adlandırıldığını biliyor muydunuz? Bu, birilerinin ilahiyat anlayışına uyması için uydurulmuş bir unvan değildi. Bu, zamanın sınavından başarıyla çıkan bir gerçekti. Yahudiler tektanrıcıdırlar. Tek ve her şeye kadir olan Allah’a inanırlar. Buna rağmen, belki de şaşırtıcı bir şekilde, Yahudiler kadim zamanlardan beri “Oğul”un Allah’ın kendi Mesihi’ne vereceği bir unvan olduğunu biliyorlardı ve kabul etmişlerdi. Hatta bunu Kral Davut’un zamanından beri biliyorlardı. Gelecek olan Mesih’e ilk kez “Allah’ın Oğlu” denilen yer, eski elyazmaları Yeni Antlaşma’dan çok daha eski tarihlere ait olan Mezmurlar’dadır. Kral Davut tarafından 2. Mezmur’da yazılan birkaç ayeti okuyalım:
2 Dünyanın kıralları kalkıyor, ve hükümdarlar RABBE karşı ve mesihine karşı, birbiriyle öğütleşiyorlar: 3 Onların bağlarını koparalım, ve iplerini kendimizden atalım, diyorlar. 4 Göklerde oturan gülecek; RAB onlarla eğlenecektir. 5 O zaman onlara hiddetile söyliyecek, gazabı ile onları sıkıntıya koyacaktır. 6 Fakat ben kralımı mukaddes dağım Sion üzerine koydum. 7 Fermanı ilân edeceğim; RAB bana dedi: Sen benim oğlumsun; Ben seni bugün tevlit ettim. 8 İste benden, ve miras olarak sana milletleri, mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim. 9 Onları demir çomakla kıracaksın; bir çömlekçi kabı gibi onları parçalıyacaksın. 10 Ve şimdi, ey kırallar, artık aklınızı başınıza alın; ey dünya hâkimleri, ibret alın. 11 RABBE korku ile kulluk edin, ve titriyerek mesrur olun. 12 Oğlu öpün ki, hiddet etmesin, siz de yolda yok olmıyasınız, çünkü birazdan hiddeti alevlenir. Bütün ona sığınanlar ne mutludur! (KM.)
İsa’nın hayatını araştırırken, Yahudilerin Allah’ın Oğlu kavramını serbestçe kullandıklarını göreceğiz. Yahudi Başrahibi bile bunu söyledi! Bu unvandan neden gücenmiyorlardı? Çünkü bu mezmuru hatırlıyor ve Mesih’in karakterinin Allah’ın karakterine benzeyeceğini biliyorlardı. Ayrıca, dünyevi bir babası olmayan ve bakireden doğmuş olan bir adama ne dersiniz ki?
Bu soruyu Luka 3. bölüm, 37. ve 38. ayetlerde kayıtlı olan İsa’nın soyağacına bakarak yanıtlayalım:
37 Metuşelah oğlu, Hanok oğlu, Yared oğlu, Mahalaleel oğlu, Kainan oğlu, 38 Enoş oğlu, Şit oğlu, Adem oğlu, Allah’ın oğlu idi.
Babası olmayan birisine ne dersiniz? Adem’e Allah’ın Oğlu deniyordu. Bakireden doğan İsa bir anlamda ikinci Adem’di, çünkü O’nun da babası yoktu.
İnsanlar Ürdün Nehrinin kıyılarında duruyor ve İsa’yı hayranlıkla seyrediyorlardı. Vaftizci Yahya O’na “Allah Kuzusu” demişti. Şimdi Allah gökten gökgürlemesiyle konuştu:
“Oğlum budur, O’ndan hoşnudum.”
Allah’ın hoşnut olduğu bir şeyden zevk almak yanlış mıdır? Kendimizi Allah’ın takdir ettiği ve sevdiği şeylere, saygı ve hayranlık duymaya zorunlu hissetmemeli miyiz? Allah’ın İsa’ya verdiği unvanla O’nun şerefini koruyalım: Allah’ın Oğlu. Allah’a takdir ettiği kişiye kendi unvanını istediği şekilde verme hakkını verelim.
Bir yanlış anlamayı miras almış olmamız mümkün müdür, öyle ise bunu terk edebilecek kadar cesur olabilecek miyiz? Bu dersimizi ikna edici bir konusu olan basit bir öyküyü paylaşarak bitirelim.
Bir zamanlar komşu çiftliklerde yaşayan Temel ve Mehmet adında iki kardeş anlaşmazlığa düştüler. Bu, 40 yıl yan yana çiftçilik yaptıktan sonra yaşadıkları ilk ciddi tartışmaydı. Zira hayatları boyunca ihtiyaçları oldukça alet edevatı, iş gücünü ve eşyayı tartışmasız paylaşmışlardı.
Fakat bir bahar günü uzun süreli işbirliği bozuldu. Küçük bir yanlış anlamayla başladı, önemli bir anlaşmazlığa dönüştü ve sonunda karşılıklı söylenen acı sözlerin ardından yaklaşık bir yıl boyunca birbirlerini görmezlikten gelmeye devam etti.
Bir sabah Mehmet’in kapısı çalındı. Açtığında karşısında marangoz çantalı bir adam duruyordu.
Adam “Birkaç günlük bir iş arıyorum” dedi. “Belki sizin yardımcı olabileceğim ufak tefek işleriniz vardır? Size yardımcı olabilir miyim?”
Küçük kardeş, “Evet” dedi. “Sana göre bir işim var. Derenin karşısındaki o çiftliğe bak. Bu benim komşum. Aslında o benim ağabeyim! Eskiden aramızda bir çayır vardı. Geçenlerde nehir üzerindeki seti buldozerle yıktı, şimdi aramızda bir dere var. Bunu kesinlikle bana nispet olsun diye yaptı. Fakat ben kendimi ondan daha da uzaklaştırmak istiyorum. Ahırın yanındaki kereste yığınını görüyor musun? Bana bir çit yapman için para veririm, iki buçuk metre yüksekliğinde bir çit, böylece artık onun evini de yüzünü de görmek zorunda kalmam.”
Marangoz “Sanırım durumu anladım” dedi. “Bana çivilerin yerini göster ve kazıkların yerini kazmak için bir kürek ver, ben de seni memnun edecek bir iş çıkarabileyim.”
Ertesi gün Mehmet’in kasabaya gitmesi gerekiyordu, bu nedenle marangozun malzemeleri hazırlamasına yardımcı oldu ve gün boyunca ortada görünmedi. Marangoz tüm gün arı gibi çalışarak ölçtü, testereyle biçti ve çivi çaktı. Günbatımı vaktinde çiftçi kahvehaneden döndüğünde marangoz işini henüz bitirmişti.
Çiftçinin gözleri fal taşı gibi açıldı; ağzı bir karış açık kaldı. Ortada çit falan yoktu.
Marangoz bunun yerine bir köprü inşa etmişti! Derenin bir yanından diğer yanına uzanan bir köprü! Çiftçi marangoza bağırmaya başladı.
“Ne yaptın sen?!”
Tam o anda köprüye baktı ve ağabeyi Temel’in elini uzatarak ve yüzünde bir gülümsemeyle kendisine doğru geldiğini gördü.
Ağabey, “Sen iyi bir kardeşsin, tüm söylediklerimden ve yaptıklarımdan sonra bu köprüyü yaptırdın. Özür dilerim” dedi.
İki kardeş köprünün iki ucunda duruyorlardı, sonra ortada buluşarak el sıkıştılar ve birbirlerini yanaklarından öptüler.
Döndüklerinde marangozun çantasını omzuna yükleyerek gitmeye hazırlandığını gördüler.
“Dur, bekle! Birkaç gün kal. Senin için pek çok başka projemiz var” dedi Mehmet.
Marangoz, “Kalmayı çok isterdim” dedi, “fakat daha kuracağım çok köprü var.”
Kimi zaman uzun süreli bir yanlış anlamayı düzeltmenin tek yolu bir uzlaşma köprüsünü ilk inşa eden olmaktır. ‘Allah’ın Oğlu’ unvanı hakkındaki binlerce yıllık yanlış algılama sizi İsa’yı ve Allah’ın İsa için düşündüğünü tam anlamıyla takdir etmekten alıkoyduysa, bu ders sizin marangozunuz olsun!
Tartışma Soruları
1. Kime hayranlık duyuyorsunuz? Neden? Onların nesi hoşunuza gidiyor?
2. Yahya “Allah’ın Kuzusu”nun ne yapacağını ileri sürdü?
3. İsa’nın vaftizindeki insanların Allah’ın Ruhu’nu inen bir güvercine benzetmeleri ilginç. Kutsal Kitap’ta içinde güvercin geçen başka bir öykü hatırlıyor musunuz? Güvercin neyi simgeliyordu?
4. Allah’ın “O’ndan hoşnudum” dediğinde ne demek istediğini düşünün. Tartışın.
Ülkemizde “Aslanoğlu”, “Demiroğlu” ve benzeri şekillerde yaygın görülen soyadları var, bunları 1934 tarihli Soyadı Kanunu zamanında bazı kişiler kendilerine ad olarak seçmiş. Muhtemelen bu adları hayran oldukları bir karakter
özelliğini belirtmek için seçmişlerdir. Aslanlar cesurdur, demir güçlüdür, vs. Bu adlar Allah’ın İsa’ya “Allah’ın Oğlu”
adını neden verdiğini anlamamıza nasıl yardımcı olabilir? Bir ihtimal, O hangi karakter özelliğini yüceltmek
istiyordu?
18 İbrahim’le ve önemli olayla ilgili tüm bilgileri hatırlamak için Kaderi Değiştiren: Yaratılış, 13–16 derslerini gözden geçirin.
19 Bkz. Yaratılış 22:7.
20 Bkz. Yaratılış 22:11, 12.
21 Bkz. Yaratılış 22:8.
22 (Yahudilerin Kadim Tarihi, kitap 18, bölüm 116.)
23 İlginç bir not olarak belirtelim, kısa bir süre önce arkeologlar Ayasofya’da ve Laodikya’da 4. yüzyıla ait birer vaftiz havuzu ortaya çıkardılar.