Hepimiz keşke hayat adil olsaydı diye düşünürüz. Fakat kimi zaman iyi insanların başına kötü şeyler, kötü insanların başına ise iyi şeyler gelmekte gibi görülüyor. Tabii ki hepimiz kendimizi “iyi insanlar” olarak görürüz. Bir kişi sıkı çalışırsa, toplumuna ve ailesine yararlı olursa ortaya iyi sonuçlar çıkması mantık gereğidir. Çoğunlukla da öyledir. Peki neden çalışanlarını haddinden fazla çalıştıran ve yeteri kadar ücret vermeyen paragöz ya da ahlaksız patron çoğunlukla kârlı çıkmakta gibi görünür? Anlaşmaları bozan adam neden sonunda güzel bir yazlığa sahip olur? Bu adamların başına neden kötü şeyler gelmez? Bu dersimizde İsa bu konuyu açıklıyor ve birkaç sürpriz ortaya çıkarıyor.
Gökhan gündüzleri kasaplık yapıyordu, fakat geceleyin ilginç bir hobiye başlamıştı. Son birkaç yıldır bilgisayarlara merak sarmıştı. İnternet ona büyüleyici geliyordu, çünkü pek çok şeyi bedava alabiliyordu. En gözde keş ücretsiz müzik indirmeydi. “Torrent” adlı bir programı kullanarak başkalarının sabit disklerinden ve müzik koleksiyonlarından kullanıma sundukları müzik albümlerini nasıl indirebileceğini öğrenmişti. Dünyanın dört bir yanından sevdiği tüm sanatçıların müziğini toplamaya başladı. Geçmişin ünlü şarkıcıları ve her türden müzik vardı. Buna bayıldı. Barış Manço, Cem Karaca, Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Abba, Michael Jackson gibi yerli ve yabancı, sevdiği yüzlerce sanatçı ve grubun işlerini, hatta Engelbert Humperdinck gibi klasikleri buldu. Gökhan tamamen bu hobinin içine çekilmişti ve bedava koleksiyonu sayesinde kendisini milyoner gibi hissediyordu. Bilgisayarın sabit disk kapasitesinden yüzlerce gigabayt kullanarak gerçek anlamda on binlerce şarkı biriktirmişti. Gün boyunca Gökhan tavukları parçalarken ve kuzu kemiklerinden et keserken, evde bilgisayarı müzik indirmek için var gücüyle çalışıyordu.
Paydos zamanını çok seviyordu, çünkü kanlı önlüğünü çıkararak eve gidebilir ve kendisi işteyken bilgisayarının indirmiş olduğu yeni müziği gözden geçirebilirdi. Yasal açıdan bakıldığında, Gökhan’ın tüm müzik koleksiyonu “korsan” kapsamına dahil olurdu. Fakat sınırsız İnternet bağlantısı için aylık bir ücret ödediğinden, bir anlamda albümler için de ödeme yaptığını varsayıyordu. Üstelik, “torrent” yazılımı grubundaki bütün üyeler yalnızca müziği birbirleriyle paylaşıyorlardı. Paylaşmayı yasaklayan tüm yasaların zaten kötü yasalar olduğunu düşündü.
Bir gün Gökhan bir siteyi gezerken küçük bir pencere açıldı. Şöyle diyordu: “Windows kurtarma: 11 hata bulundu, düzeltmek için buraya tıklayın.”
Aslında Microsoft Windows’dan gelen bir mesaj değildi, yalnızca biri öyle görünmesini sağlamıştı. Gökhan gerçek olmasından endişelenerek üzerine tıkladı. Bu Gökhan’ın büyük müzik koleksiyonu için sonun başlangıcı oldu. Bundan sonra Gökhan bilgisayarının hard diskinin durmadan döndüğünü fark etti. Bilgisayarının bir şeyleri güncellediğini ya da tamir ettiğini düşündü. Böylece yatarak bilgisayarını tüm gece açık bıraktı. Bilgisayarının özellikle hard diskleri kullanılamaz hale getirmek için tasarlanmış bir virüs kaptığından haberi bile yoktu! Birileri virüsü yazmakla kalmamış, açılır pencere mesajını da insanları kandırarak tıklamayı “seçmelerini,” böylece ölümcül virüsü açmalarını sağlamak için tasarlamışlardı. Esas itibariyle, Gökhan mesajı tıklayarak virüsü kendisi davet etmişti!
Gökhan ertesi gün işyerinde eti kızgınlıkla kesiyordu. Pat! Pat! Pat! Düşündüğü tek şey donup kalan cansız bilgisayarıydı. Büyük et bıçağını müzik koleksiyonunu yok eden adamın üzerinde kullanabilmeyi diliyordu! Fakat yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Gökhan’ın deneyimi bize düşmanımızı her zaman göremeyeceğimizi öğretmektedir. Ayrıca bize hayat bir gün müreffeh ve mutlu görünse de, ertesi günün şaşırtıcı, hatta felaket dolu şeyler getirebileceğini hatırlatmaktadır. Gökhan bu durumunda polisi arayamazdı. Bir avukatı arayamazdı. Kendisine yardım edebilecek hiç kimse yoktu. Kısmen suçlunun bir virüs olduğundan, kısmen de tüm koleksiyonunun korsan olduğundan!
Çok daha büyük bir ölçekte, kıyamet günü geliyor. Yalnızca sabit disklerin silineceği bir gün olmayacak, fakat tüm dünyadan kötülük silenecek! Bu, iyi ile kötüyü adil bir şekilde birbirinden ayıracak ve en küçük gizli sırlarımızı dahi ortaya çıkaracak olan bir gündür. İsa’nın kıyamet günü ve yargı hakkında söylediklerini görelim.
Bazı insanlar İsa’nın harika bir hikâye anlatıcı olduğunu öğrendiklerinde şaşırırlar. İsa’yı öykülerini anlatırken dinlemek için binlerce çocuk ve yetişkin gelerek Celile Denizi’nin çevresindeki çimli yamaçlarda otururlardı. İyi bir öyküyü herkes sever, belki de İsa öykü anlatmayı bu nedenle başlıca öğretim aracı haline getirmişti. İsa her zaman iki anlamı olan öyküler, insanları düşündüren benzetmeler anlatıyordu. O’nun bu yöntemi kullanması akıllıcaydı, çünkü hiç kimsenin O’nun gerçekte kendileri hakkında konuştuğunu kanıtlamalarına imkân vermeden, siyasi anlamlar yüklü ifadeleri söyleyebilmesini sağlıyordu! İsa bu gizli amacı öğrencilerine Matta 13. bölüm, 13. ayette yazılı olduğu şekilde açıkladı:
13 Onlara benzetmelerle konuşmamın nedeni budur. Çünkü, “Gördükleri halde görmezler, duydukları halde duymaz ve anlamazlar.”
Örneğin, ihmalkâr işçiler tutan bir çiftçiye dair öyküler anlattı. Anlayışlı dinleyiciler İsa’nın öyküsünün gerçekte bölgenin ikiyüzlü din önderleri Ferisiler hakkında olduğunu anladılar. O tüm görüşlerini açıkça paylaşmış olsaydı, kesinlikle O’nu daha önce öldürürlerdi! Fakat İsa’nın bakımsız bırakılan asmalar hakkındaki öyküsünün gerçekte Ferisilerin halkın ruhsal ihtiyaçlarını karşılamamaları hakkında olduğunu kim kanıtlayabilirdi ki?
Önümüzdeki derslerde İsa’nın öykülerinden bir derlemeyi araştıracağız. Şimdi Matta kitabının 13. bölümünde bulunan birine bakacağız. Bu benzersiz, çünkü İsa öğrencilerine hem öyküyü, hem de yorumunu verdi. İsa’nın bu benzetmeyi nasıl yorumladığına çok dikkat edin. Umarız ki bu size daha fazla anlayış ve Yeni Antlaşma’yı çalışmanızda yardımcı olacak bazı araçlar verir.
Öykü, Matta 13. bölüm, 24–30 ayetlerinde başlıyor:
24 İsa onlara başka bir benzetme anlattı: “Göklerin Egemenliği, tarlasına iyi tohum eken adama benzer” dedi 25 “Herkes uyurken, adamın düşmanı geldi, buğdayın arasına delice ekip gitti. 26 Ekin gelişip başak salınca, deliceler de göründü. 27 Mal sahibinin köleleri gelip ona şöyle dediler: ‘Efendimiz, sen tarlana iyi tohum ekmedin mi? Bu deliceler nereden çıktı?’ 28 Mal sahibi, ‘Bunu bir düşman yapmıştır’ dedi. “‘Gidip deliceleri toplamamızı ister misin?’ diye sordu köleler. 29 “‘Hayır’ dedi adam. ‘Deliceleri toplarken belki buğdayı da sökersiniz. 30 Bırakın biçim vaktine dek birlikte büyüsünler. Biçim vakti orak- çılara, önce deliceleri toplayın diyeceğim, yakmak için demet yapın. Buğdayı ise toplayıp ambarıma koyun.’”
Bir kimsenin başka birinin tarlasına kasıtlı olarak yabani ot ekmesini düşünmek tuhaf. Öte yandan, insanların birbirlerine karşı işledikleri kötülüğün sınırı yok. Herhalde bunun modern karşılığı, kötü bir komşunun komşusunun arabasını anahtarla çizerek intikam alması olurdu.
İsa’nın zamanında yabani ot ekerek intikam almak o kadar yaygındı ki, Roma hükümeti bunu yasaklayan bir kanun çıkarmıştı. Ektikleri tohumlar iyi tahıldan ayırt etmesi çok zor olan otlara dönüşüyordu, öyle ki bunları sökmeden önce uzun bir süre beklemeleri gerekiyordu. Doktor Thomson adında bir tarihçi, bu deliceleri şöyle tarif etti:
“Delicelerin Arapça adı zavan’dır, bunlar Doğu’da çok yaygındır ve çiftçi için tam bir baş belasıdır. Buğday gibi uzun ve dik dururlar. Tanesi küçüktür ve tadı acıdır, ayrı olarak yenildiğinde ya da kazara öğütülerek ekmek hamuruna katıldığında baş dönmesi yapar ve kusmaya neden olabilir. Kısacası, uyuşukluğa neden olan güçlü bir zehirdir, bu nedenle dikkatle ayıklanmalı, buğday öğütülmeden önce arasından tane tane seçilmelidir, yoksa un sağlıklı olmaz. Tabii ki çiftçiler bunu imha etmeye can atarlar, ancak bu neredeyse imkânsızdır.”
Arazi sahibinin tavsiyesi onları birlikte büyümeye bırakmak oldu. Onun düşüncesine göre buğdayın olgunlaşması için zaman gerekliydi. Buğdayı yabani otlarla birlikte hasat ederek sonradan ayırmayı, otları henüz küçükken yok etmeye kalkarak tüm buğdayı kaybetme riskine tercih ediyordu.
Neyse ki bu öykünün gerçek anlamını tahmin etmek zorunda değiliz. İsa bunu halka anlattıktan sonra, dersi öğrencileriyle birlikte özel olarak gözden geçirerek gerçek anlamını açıkladı.
Matta 13. bölüm, 36–39 ayetlerini okuyalım:
36 Bundan sonra İsa halktan ayrılıp eve gitti. Öğrencileri yanına gelip, “Tarladaki delicelerle ilgili benzetmeyi bize açıkla” dediler. 37 İsa, “İyi tohumu eken, İnsanoğlu’dur” diye karşılık verdi. 38 Tarla ise dünyadır. İyi tohum, göksel egemenliğin oğulları, deliceler de kötü olanın oğullarıdır. 39 Deliceleri eken düşman, İblis’tir. Biçim vakti, çağın sonu; orakçılar ise meleklerdir.”
Önceki derslerden “İnsanoğlu”nun kim olduğunu hatırlıyor musunuz? Evet, O Daniel kitabında açıklandığı gibi yargı sıra- sında Allah’a yaklaşan ve sonsuza dek kalıcı bir krallık alan kişiydi. “İnsanoğlu” terimi ayrıca Mesih’in başka bir adıydı. Tabii ki hepimiz İsa’nın Mesih olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, bu benzetmede iyi tohumu eken kişi İsa’dır.
İsa tarlanın dünya olduğunu ve iyi tohumların “göksel egemenliğin oğulları” olduklarını söyledi. Hangi krallık? Bu göğün krallığı, Allah’ın krallığı, sadık meleklerle ve doğruluğu seçen insanlarla dolu bir yerdir. Bu Allah’ın kutsal emirleri üzerine kurulu bir krallıktır, Şeytan’a ve düşmüş meleklere karşı savaşan, ışık ve kutsallık krallığıdır. İsa, Allah’ın krallığının bir adamın tarlada bulduğu gömülü bir hazineye benzediğini söyledi. Bunu o kadar çok ister ki, tarlayı satın almak, böylece krallığı elde etmek için sahip olduğu her şeyi satar.49 Ne tuhaftır ki, bu krallıkta yer almak için herkes çağrılacak, fakat herkes gelmeyecektir. Krallığa giden yol dardır ve bunu bulmak için böyle bir yolda yürümeyi pek az kişi seçer. Fakat onu bulanlar hiçbir zaman sona ermeyecek bir sevinci yaşayacaklardır.
İsa’nın benzetmesinde iki türden insan arasında büyük bir tezat görüyoruz: buğday gibi olanlar ve yabani otlar gibi olanlar. Buğday ile yabani otlar arasındaki fark nedir? Cevap basit: tarla sahibine olan yararlılıkları! Buğday başkalarını besler. Otlar yalnızca kendilerini beslerler. Aynı şekilde, diyor İsa, otlar gibi olup yalnızca kendilerine hizmet eden bir insan sınıfı mevcuttur.
Bu benzetmenin bize öğrettiği ikinci şey, dünyada iyi tohumu yok etmeye çalışan düşman bir gücün olduğu. Onun bir adı ve planı vardır. Sakının, çünkü Şeytan işbaşında! İnsanların hayatlarında çalışan iki tür etki olduğunu kabul edersiniz: Allah’ın sözünün tohumunun büyümesine ve gelişmesine yardımcı olan etki; ve iyi tohumu hiç ürün veremeden yok etmeye çalışan etki. Bu nedenle kişisel hayatlarımızın tarlalarının iyi ürün vermelerini sağlamak için tüm hayatımız boyunca tetikte olmalıyız.
Başımıza kötü şeyler geldiğinde bunu hatırlamamız önemlidir. Pek çok kişi şöyle der: “Bunu Allah benim için seçti.”
Durun, bekleyin bir dakika! Şeytan’ın da bu dünyada çalışmakta olduğunu unutmayın! O bize karşı çalışan düşmandır. İnsanlar felaketlerin arkasında Allah’ın olduğunu söylemekten, hatta bunu söyleyerek O’na küfretmekten çekinmezler. Kutsal Kitap bizim bir savaşta olduğumuzu vurgular. Şeytan Allah’a karşı savaş halindedir. O Allah’ın düşmanıdır ve insanların hayatlarına felaket ve sıkıntı ekmek için elinden geleni yapmaktadır. Dökülen kandan ve ıztıraplardan ötürü Allah’ı suçlamamız Şeytan’ın çok hoşuna gider, çünkü bunun Allah’a bakışımızı etkilediğini bilmektedir. İsa Şeytan’ı hırsız olarak adlandırarak, acının ve ıztırabın kaynağını daha iyi anlamamıza yardımcı oldu, Yuhanna 10. bölüm, 10. ayette yazılı:
10 Hırsız ancak çalıp öldürmek ve yok etmek için gelir. Bense insanlar yaşama, bol yaşama sahip olsunlar diye geldim.
Bu öykünün bize öğrettiği üçüncü nokta, Allah’ın krallığında olanların ve olmayanların ayırt edilmesinin ne kadar zor olduğudur. Bir kişi dıştan iyi gibi görünebilir, ancak içte kötü olabilir. Aynı şekilde, dıştan bir kişi kötü gibi görünebilir, ancak içte iyi olabilir. İnsanları yalnızca nasıl göründüklerine bakarak sınıflandırmakta ve damgalamakta acele etmeyelim. Kalbi yalnızca Allah bilir ve O her şeyi kendi belirlediği zamanda çözümlendirecektir.
Orakçılara kalsa yabani otları erkenden söker ve buğdayı da mahvederlerdi. Ancak arazi sahibini dinleyip ekinler olgunlaşıp hasada hazır oluncaya kadar beklediler. Evet, biraz daha fazla çalışma gerektirecekti, fakat buğday emniyette olacaktı. Aynı şekilde, Allah da bir kimsenin eylemlerini ve kalbini harekete geçiren güdüleri bir bütün olarak değerlendirmek için onun hayatının sonuna kadar bekler. Kimi zaman adaleti kendi ellerimize alarak Allah’ın elini zorlamaya çalışırız. Ancak İsa bunun yanlış olduğunu söylüyor. İnsan hayatının sonunda değerlendirilmelidir, hayatındaki tek bir eylemle ya da tek bir dönemle değil. Bir kişi hayatının ilk dönemini berbat edebilir, fakat Allah’ın lütfuyla daha sonra samimiyetle tövbe ederek af bulabilir. Ya da bir kişi şere i bir hayat yaşamış gibi görünebilir, fakat bencil olduğu ve değersiz, aşağılık meraklara odaklandığı için ebedî yıkıma mahkûm olabilir. Bir şeyin yalnızca bir bölümünü gören hiç kimse bütünü değerlendiremez; aynı şekilde bir insanın hayatı yalnızca bir bölümüne göre değerlendirilemez.
İsa öyküyü açıklamaya Matta 13. bölüm, 40–42 ayetlerinde devam ediyor:
40 Deliceler nasıl toplanıp yakılırsa, çağın sonunda da böyle olacaktır. 41–42 İnsanoğlu meleklerini gönderecek, onlar da insanları günaha düşüren her şeyi, kötülük yapan herkesi O’nun egemenliğinden toplayıp kızgın fırına atacaklar. Orada ağlayış ve diş gıcırtısı olacaktır.
Hilekâr işverenin, yalancı patronun, yolsuzluk yapan devlet memurunun, sapkın amcanın ya da dedikoducu huysuz teyzenin yaptıklarının karşılıklarını alacakları bir zaman var mı? Evet. İsa bir yargı gününün geldiğini açık bir şekilde ortaya koydu. O, Allah’ın yasalarını çiğneyen herkesin ve tüm kötülüğün ateşle yok edileceğini söyledi. Bu pek çok kişi için yanma ve ağlayış günü olacak.
Bu yargının başında kimin olduğunu fark ettiniz mi? İsa şöyle dedi: “İnsanoğlu meleklerini gönderecek.”
Yargıç İsa olacak! O, doğruları kötülerden ayırmak için emrindeki melekleri gönderecek. O, son yargıyı yönetecek. O’nun dostunuz olmasını ister miydiniz? Geçen dersimizde İsa’nın yargılama yetkisi hakkında okuduklarımızı hatırlıyor musunuz? Bundan bir kısmı, Yuhanna 5. bölüm, 22–24 ayetlerini yeniden okuyarak gözden geçirelim.
22 Baba kimseyi yargılamaz, bütün yargılama işini Oğul’a vermiştir. 23 Öyle ki, herkes Baba’yı onurlandırdığı gibi Oğul’u onurlandırsın. Oğul’u onurlandırmayan, O’nu gönderen Baba’yı da onurlandırmaz. 24 Size doğrusunu söyleyeyim, sözümü işitip beni gönderene iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Böyle biri yargılanmaz, ölümden yaşama geçmiştir.
Evet, Allah Mesih’e büyük sorumluluk taşıyan bir görev vermiştir. Tüm yargı yetkisi İsa’ya verilmiştir. (Yargıyı ilerleyen derslerimiz- den birinde ayrıntılı olarak inceleyeceğiz.) Şu anda gökte hayatta olan İsa’nın, işini tam olarak yerine getireceğinden ve Allah’ın krallığında hiçbir “yabani ot” olmayacağından emin olabiliriz. Neyse ki Allah merhametle doludur ve O’nun başlıca amacı mümkün olduğunca çok insanı kurtarmaktır. Ancak bu merhamet koşulsuz olarak gelmez. O’nun merhametini almaya nasıl layık oluyoruz? İsa’nın Yuhanna 3. bölüm, 17. ve 18. ayetlerde bulunan Allah’ın amacına ve isteklerine dair sözlerine dikkat edin:
17 Tanrı, Oğlu’nu dünyayı yargılamak için göndermedi, dünya O’nun aracılığıyla kurtulsun diye gönderdi. 18 O’na iman eden yargılanmaz, iman etmeyen ise zaten yargılanmıştır. Çünkü Tanrı’nın biricik Oğlu’nun adına iman etmemiştir.
Allah’ın merhametini almanın koşulu, O’nun Mesihi’ne inanmaktır. Allah’ın amacı insanı mahkûm etmek değildir. Hatta, O’nun arzusu tüm insanları kurtarmaktır. Neyden? Az önce okuduğumuz ayete göre, biz (insan nesli) zaten mahkûmiyete uğramış durumdayız! Başka bir deyişle, Allah sizi kesin ölümden kurtarıyor. İşlediğiniz günah nedeniyle yargılanmayı bekleyen idam mahkûmlarısınız. Bu sizin kaderiniz. Bu dünyanın önderi olarak Şeytan’la kötü bir alışveriş yapmış olan büyük büyükbabanız Adem’den ölümü miras aldınız. Onun çocukları Allah’ın suretinde yaratılmadılar.
Adem’in suretinde (yani günahlı olarak) doğdular. Adem’in kararı kendisinden gelen herkesin doğal durumunu kirletti. Allah’ın amacı insan neslini, siz de dahil olmak üzere, Adem’in seçiminin bizi içine düşürdüğü kargaşadan çekip çıkarmaktır. Sonraki derslerimizde bu konuda daha fazla ayrıntı olacak.
İsa buğday ve deliceler hakkındaki öyküye getirdiği açıklamayı Matta 13. bölüm, 43. ayette bulunan şu umut verici sözlerle bitirdi:
43 Doğru kişiler o zaman Babaları’nın egemenliğinde güneş gibi parlayacaklar. Kulağı olan işitsin!
İyiliği sevenlerin ve kötülüğü sevenlerin “bir arada büyümesi,” komşu olmaları, birbirlerini aile bilmeleri ve birlikte çalışmaları gereklidir. Fakat sonunda yargı kesinlikle gelecektir. Umarız bilgece bir şekilde yaşama fırsatını ve çağrısını ciddiye alırsınız.
1897 yılında The New York Times gazetesi manşetten şu haberi verdi:
“Boston’un Eski Türkiye Başkonsolosu Yolsuzluktan Mahkûm Edildi.”
Yazı şöyle devam ediyordu:
“Birkaç gündür Yüksek Mahkemede davası devam etmekte olan [Boston] kentindeki eski Türkiye Başkonsolosu Joseph A. İasigi, malvarlığına mutemetlik yaptığı Fransız Pierre Charles Deriuex’dan yaklaşık 200.000 doları zimmetine geçirmekle suçlandı. Bugün kendisine karşı yazılan iddianamede bulunan 78 maddenin 21’inden suçlu bulundu.”
Suç şöyle ortaya çıkmıştı: Joseph’in babası 1830 yılında Yunanistan’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne gelerek bir meyve dükkanı açtı. Eğitimli ve kültürlüydü, başarılı olmasıyla da yüksek sosyetede yer edindi. Türkçe bilmesi ve Türkiye’de iyi bağlantılarının olması Boston kentine Başkonsolos olarak atanmasına yardımcı oldu. Aynı zamanda Amerika topraklarında bulunan Avrupalılara ait çeşitli malvarlıklarının mutemedi oldu. Böylece 1849 yılında Paris’e ait Derfeux mülkünün mutemedi oldu, bunların değeri yaklaşık 400.000 dolardı. (160 yıl öncesi için çok para!)
Joseph’in babası öldüğünde, ağabeyi Oscar mutemet oldu. Ancak 1887 yılında Oscar bir gemi kazasında boğuldu. Böylece arazilerin mutemetliği ve Başkonsolosluk görevi Joseph’e geçti.
Küçük kardeş ne büyük bir sorumluluğa sahip bir konumu miras almıştı! İş babasından ağabeyine, ondan da kendisine geçmişti. Fakat kendisine verilen emanete sadakatle vekilharçlık etmedi. Gazete şöyle bildirdi:
“Joseph İasigi zimmete geçirme suçlamalarının yapılmasından kısa bir süre sonra geçen yaz New York’ta tutuklandı. Hukuk mahkemesinde işlemler başlamıştı, ancak Bay İasigi’nin Şubat başında New York’a gelmesi şüphe uyandırdı. Gemiyle Avrupa’ya gitmeyi amaçladığı düşünüldü, bu nedenle kendisine karşı ceza davası açılmasına karar verildi.”
Ne yazık! Göçmen babasının kazandığı iyi ismi leke sürülmüştü. Bay İasigi kendisini ve kısa bir süreliğine Türkiye sultanını utandırmıştı. Aynı gazete şöyle bildirdi:
“Bay İasigi tutuklanmasından önce Boston sosyetesinin önde gelen üyelerinden biriydi. Beacon Caddesi’nde lüks ve konfor içinde yaşıyordu.”
İlginç! Buğdayın ve delicelerin birlikte büyüdüğünü her zaman hatırlayalım. Buğday gibi görünen şey aslında bir deliceydi.
Joseph İasigi, davasının görülmesinden önce resmi görevi nedeniyle tutukluluğunun temyiz edilmesi başvurusunda bulundu. Türk devletinin diplomatı olduğu için Amerika'nın devletinin kendisini suçlamaya ya da yargılamaya hakkı olmadığına inanıyordu. Fakat Joseph’in talebi incelendiğinde, tutuklanmasından dört gün önce Türk devletinin kendisiyle olan bağlarını resmen kopardığı ortaya çıktı! Başka bir deyişle, sultanın ya da Türk devlet memurlarının kendisine aracılık etmeleri için umudu kalmadı. Bağlantıları kesilmişti ve hiçbir arabulucusu da yoktu.
İsa bir yargı olacağını söyledi. Buğday ile deliceler ayrılacaktır. İsa doğruları almak ve kötüleri yok etmek üzere kendi meleklerini gönderecektir. İsa yargıç, arabulucu ve kurtarıcıdır. Bu muhakkak sahip olmak isteyebileceğimiz bir bağlantıdır.
Tartışma Soruları
1. Sizce insanlar neden bilgisayar virüsleri yazar?
2. Gökhan’ın bilgisayarı bir tıklamayla o virüsü aldı. Zaman zaman yıkıcı olan bir şeyi “seçerek” kendi kaderimizi nasıl
değiştiriyoruz?
3. Deliceleri tarlaya kim ekti?
4. Size haksızlık eden birinden intikam almayı hiç istediniz mi? Adaleti Allah’a bırakmaya ne dersiniz?
5. Sizce otlar neden yakıldı? Sizce Allah kötüleri neden yakıyor?
49 Bkz. Matta 13:44.
Gökhan gündüzleri kasaplık yapıyordu, fakat geceleyin ilginç bir hobiye başlamıştı. Son birkaç yıldır bilgisayarlara merak sarmıştı. İnternet ona büyüleyici geliyordu, çünkü pek çok şeyi bedava alabiliyordu. En gözde keş ücretsiz müzik indirmeydi. “Torrent” adlı bir programı kullanarak başkalarının sabit disklerinden ve müzik koleksiyonlarından kullanıma sundukları müzik albümlerini nasıl indirebileceğini öğrenmişti. Dünyanın dört bir yanından sevdiği tüm sanatçıların müziğini toplamaya başladı. Geçmişin ünlü şarkıcıları ve her türden müzik vardı. Buna bayıldı. Barış Manço, Cem Karaca, Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Abba, Michael Jackson gibi yerli ve yabancı, sevdiği yüzlerce sanatçı ve grubun işlerini, hatta Engelbert Humperdinck gibi klasikleri buldu. Gökhan tamamen bu hobinin içine çekilmişti ve bedava koleksiyonu sayesinde kendisini milyoner gibi hissediyordu. Bilgisayarın sabit disk kapasitesinden yüzlerce gigabayt kullanarak gerçek anlamda on binlerce şarkı biriktirmişti. Gün boyunca Gökhan tavukları parçalarken ve kuzu kemiklerinden et keserken, evde bilgisayarı müzik indirmek için var gücüyle çalışıyordu.
Paydos zamanını çok seviyordu, çünkü kanlı önlüğünü çıkararak eve gidebilir ve kendisi işteyken bilgisayarının indirmiş olduğu yeni müziği gözden geçirebilirdi. Yasal açıdan bakıldığında, Gökhan’ın tüm müzik koleksiyonu “korsan” kapsamına dahil olurdu. Fakat sınırsız İnternet bağlantısı için aylık bir ücret ödediğinden, bir anlamda albümler için de ödeme yaptığını varsayıyordu. Üstelik, “torrent” yazılımı grubundaki bütün üyeler yalnızca müziği birbirleriyle paylaşıyorlardı. Paylaşmayı yasaklayan tüm yasaların zaten kötü yasalar olduğunu düşündü.
Bir gün Gökhan bir siteyi gezerken küçük bir pencere açıldı. Şöyle diyordu: “Windows kurtarma: 11 hata bulundu, düzeltmek için buraya tıklayın.”
Aslında Microsoft Windows’dan gelen bir mesaj değildi, yalnızca biri öyle görünmesini sağlamıştı. Gökhan gerçek olmasından endişelenerek üzerine tıkladı. Bu Gökhan’ın büyük müzik koleksiyonu için sonun başlangıcı oldu. Bundan sonra Gökhan bilgisayarının hard diskinin durmadan döndüğünü fark etti. Bilgisayarının bir şeyleri güncellediğini ya da tamir ettiğini düşündü. Böylece yatarak bilgisayarını tüm gece açık bıraktı. Bilgisayarının özellikle hard diskleri kullanılamaz hale getirmek için tasarlanmış bir virüs kaptığından haberi bile yoktu! Birileri virüsü yazmakla kalmamış, açılır pencere mesajını da insanları kandırarak tıklamayı “seçmelerini,” böylece ölümcül virüsü açmalarını sağlamak için tasarlamışlardı. Esas itibariyle, Gökhan mesajı tıklayarak virüsü kendisi davet etmişti!
Gökhan ertesi gün işyerinde eti kızgınlıkla kesiyordu. Pat! Pat! Pat! Düşündüğü tek şey donup kalan cansız bilgisayarıydı. Büyük et bıçağını müzik koleksiyonunu yok eden adamın üzerinde kullanabilmeyi diliyordu! Fakat yapabileceği hiçbir şey yoktu.
Gökhan’ın deneyimi bize düşmanımızı her zaman göremeyeceğimizi öğretmektedir. Ayrıca bize hayat bir gün müreffeh ve mutlu görünse de, ertesi günün şaşırtıcı, hatta felaket dolu şeyler getirebileceğini hatırlatmaktadır. Gökhan bu durumunda polisi arayamazdı. Bir avukatı arayamazdı. Kendisine yardım edebilecek hiç kimse yoktu. Kısmen suçlunun bir virüs olduğundan, kısmen de tüm koleksiyonunun korsan olduğundan!
Çok daha büyük bir ölçekte, kıyamet günü geliyor. Yalnızca sabit disklerin silineceği bir gün olmayacak, fakat tüm dünyadan kötülük silenecek! Bu, iyi ile kötüyü adil bir şekilde birbirinden ayıracak ve en küçük gizli sırlarımızı dahi ortaya çıkaracak olan bir gündür. İsa’nın kıyamet günü ve yargı hakkında söylediklerini görelim.
Bazı insanlar İsa’nın harika bir hikâye anlatıcı olduğunu öğrendiklerinde şaşırırlar. İsa’yı öykülerini anlatırken dinlemek için binlerce çocuk ve yetişkin gelerek Celile Denizi’nin çevresindeki çimli yamaçlarda otururlardı. İyi bir öyküyü herkes sever, belki de İsa öykü anlatmayı bu nedenle başlıca öğretim aracı haline getirmişti. İsa her zaman iki anlamı olan öyküler, insanları düşündüren benzetmeler anlatıyordu. O’nun bu yöntemi kullanması akıllıcaydı, çünkü hiç kimsenin O’nun gerçekte kendileri hakkında konuştuğunu kanıtlamalarına imkân vermeden, siyasi anlamlar yüklü ifadeleri söyleyebilmesini sağlıyordu! İsa bu gizli amacı öğrencilerine Matta 13. bölüm, 13. ayette yazılı olduğu şekilde açıkladı:
13 Onlara benzetmelerle konuşmamın nedeni budur. Çünkü, “Gördükleri halde görmezler, duydukları halde duymaz ve anlamazlar.”
Örneğin, ihmalkâr işçiler tutan bir çiftçiye dair öyküler anlattı. Anlayışlı dinleyiciler İsa’nın öyküsünün gerçekte bölgenin ikiyüzlü din önderleri Ferisiler hakkında olduğunu anladılar. O tüm görüşlerini açıkça paylaşmış olsaydı, kesinlikle O’nu daha önce öldürürlerdi! Fakat İsa’nın bakımsız bırakılan asmalar hakkındaki öyküsünün gerçekte Ferisilerin halkın ruhsal ihtiyaçlarını karşılamamaları hakkında olduğunu kim kanıtlayabilirdi ki?
Önümüzdeki derslerde İsa’nın öykülerinden bir derlemeyi araştıracağız. Şimdi Matta kitabının 13. bölümünde bulunan birine bakacağız. Bu benzersiz, çünkü İsa öğrencilerine hem öyküyü, hem de yorumunu verdi. İsa’nın bu benzetmeyi nasıl yorumladığına çok dikkat edin. Umarız ki bu size daha fazla anlayış ve Yeni Antlaşma’yı çalışmanızda yardımcı olacak bazı araçlar verir.
Öykü, Matta 13. bölüm, 24–30 ayetlerinde başlıyor:
24 İsa onlara başka bir benzetme anlattı: “Göklerin Egemenliği, tarlasına iyi tohum eken adama benzer” dedi 25 “Herkes uyurken, adamın düşmanı geldi, buğdayın arasına delice ekip gitti. 26 Ekin gelişip başak salınca, deliceler de göründü. 27 Mal sahibinin köleleri gelip ona şöyle dediler: ‘Efendimiz, sen tarlana iyi tohum ekmedin mi? Bu deliceler nereden çıktı?’ 28 Mal sahibi, ‘Bunu bir düşman yapmıştır’ dedi. “‘Gidip deliceleri toplamamızı ister misin?’ diye sordu köleler. 29 “‘Hayır’ dedi adam. ‘Deliceleri toplarken belki buğdayı da sökersiniz. 30 Bırakın biçim vaktine dek birlikte büyüsünler. Biçim vakti orak- çılara, önce deliceleri toplayın diyeceğim, yakmak için demet yapın. Buğdayı ise toplayıp ambarıma koyun.’”
Bir kimsenin başka birinin tarlasına kasıtlı olarak yabani ot ekmesini düşünmek tuhaf. Öte yandan, insanların birbirlerine karşı işledikleri kötülüğün sınırı yok. Herhalde bunun modern karşılığı, kötü bir komşunun komşusunun arabasını anahtarla çizerek intikam alması olurdu.
İsa’nın zamanında yabani ot ekerek intikam almak o kadar yaygındı ki, Roma hükümeti bunu yasaklayan bir kanun çıkarmıştı. Ektikleri tohumlar iyi tahıldan ayırt etmesi çok zor olan otlara dönüşüyordu, öyle ki bunları sökmeden önce uzun bir süre beklemeleri gerekiyordu. Doktor Thomson adında bir tarihçi, bu deliceleri şöyle tarif etti:
“Delicelerin Arapça adı zavan’dır, bunlar Doğu’da çok yaygındır ve çiftçi için tam bir baş belasıdır. Buğday gibi uzun ve dik dururlar. Tanesi küçüktür ve tadı acıdır, ayrı olarak yenildiğinde ya da kazara öğütülerek ekmek hamuruna katıldığında baş dönmesi yapar ve kusmaya neden olabilir. Kısacası, uyuşukluğa neden olan güçlü bir zehirdir, bu nedenle dikkatle ayıklanmalı, buğday öğütülmeden önce arasından tane tane seçilmelidir, yoksa un sağlıklı olmaz. Tabii ki çiftçiler bunu imha etmeye can atarlar, ancak bu neredeyse imkânsızdır.”
Arazi sahibinin tavsiyesi onları birlikte büyümeye bırakmak oldu. Onun düşüncesine göre buğdayın olgunlaşması için zaman gerekliydi. Buğdayı yabani otlarla birlikte hasat ederek sonradan ayırmayı, otları henüz küçükken yok etmeye kalkarak tüm buğdayı kaybetme riskine tercih ediyordu.
Neyse ki bu öykünün gerçek anlamını tahmin etmek zorunda değiliz. İsa bunu halka anlattıktan sonra, dersi öğrencileriyle birlikte özel olarak gözden geçirerek gerçek anlamını açıkladı.
Matta 13. bölüm, 36–39 ayetlerini okuyalım:
36 Bundan sonra İsa halktan ayrılıp eve gitti. Öğrencileri yanına gelip, “Tarladaki delicelerle ilgili benzetmeyi bize açıkla” dediler. 37 İsa, “İyi tohumu eken, İnsanoğlu’dur” diye karşılık verdi. 38 Tarla ise dünyadır. İyi tohum, göksel egemenliğin oğulları, deliceler de kötü olanın oğullarıdır. 39 Deliceleri eken düşman, İblis’tir. Biçim vakti, çağın sonu; orakçılar ise meleklerdir.”
Önceki derslerden “İnsanoğlu”nun kim olduğunu hatırlıyor musunuz? Evet, O Daniel kitabında açıklandığı gibi yargı sıra- sında Allah’a yaklaşan ve sonsuza dek kalıcı bir krallık alan kişiydi. “İnsanoğlu” terimi ayrıca Mesih’in başka bir adıydı. Tabii ki hepimiz İsa’nın Mesih olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla, bu benzetmede iyi tohumu eken kişi İsa’dır.
İsa tarlanın dünya olduğunu ve iyi tohumların “göksel egemenliğin oğulları” olduklarını söyledi. Hangi krallık? Bu göğün krallığı, Allah’ın krallığı, sadık meleklerle ve doğruluğu seçen insanlarla dolu bir yerdir. Bu Allah’ın kutsal emirleri üzerine kurulu bir krallıktır, Şeytan’a ve düşmüş meleklere karşı savaşan, ışık ve kutsallık krallığıdır. İsa, Allah’ın krallığının bir adamın tarlada bulduğu gömülü bir hazineye benzediğini söyledi. Bunu o kadar çok ister ki, tarlayı satın almak, böylece krallığı elde etmek için sahip olduğu her şeyi satar.49 Ne tuhaftır ki, bu krallıkta yer almak için herkes çağrılacak, fakat herkes gelmeyecektir. Krallığa giden yol dardır ve bunu bulmak için böyle bir yolda yürümeyi pek az kişi seçer. Fakat onu bulanlar hiçbir zaman sona ermeyecek bir sevinci yaşayacaklardır.
İsa’nın benzetmesinde iki türden insan arasında büyük bir tezat görüyoruz: buğday gibi olanlar ve yabani otlar gibi olanlar. Buğday ile yabani otlar arasındaki fark nedir? Cevap basit: tarla sahibine olan yararlılıkları! Buğday başkalarını besler. Otlar yalnızca kendilerini beslerler. Aynı şekilde, diyor İsa, otlar gibi olup yalnızca kendilerine hizmet eden bir insan sınıfı mevcuttur.
Bu benzetmenin bize öğrettiği ikinci şey, dünyada iyi tohumu yok etmeye çalışan düşman bir gücün olduğu. Onun bir adı ve planı vardır. Sakının, çünkü Şeytan işbaşında! İnsanların hayatlarında çalışan iki tür etki olduğunu kabul edersiniz: Allah’ın sözünün tohumunun büyümesine ve gelişmesine yardımcı olan etki; ve iyi tohumu hiç ürün veremeden yok etmeye çalışan etki. Bu nedenle kişisel hayatlarımızın tarlalarının iyi ürün vermelerini sağlamak için tüm hayatımız boyunca tetikte olmalıyız.
Başımıza kötü şeyler geldiğinde bunu hatırlamamız önemlidir. Pek çok kişi şöyle der: “Bunu Allah benim için seçti.”
Durun, bekleyin bir dakika! Şeytan’ın da bu dünyada çalışmakta olduğunu unutmayın! O bize karşı çalışan düşmandır. İnsanlar felaketlerin arkasında Allah’ın olduğunu söylemekten, hatta bunu söyleyerek O’na küfretmekten çekinmezler. Kutsal Kitap bizim bir savaşta olduğumuzu vurgular. Şeytan Allah’a karşı savaş halindedir. O Allah’ın düşmanıdır ve insanların hayatlarına felaket ve sıkıntı ekmek için elinden geleni yapmaktadır. Dökülen kandan ve ıztıraplardan ötürü Allah’ı suçlamamız Şeytan’ın çok hoşuna gider, çünkü bunun Allah’a bakışımızı etkilediğini bilmektedir. İsa Şeytan’ı hırsız olarak adlandırarak, acının ve ıztırabın kaynağını daha iyi anlamamıza yardımcı oldu, Yuhanna 10. bölüm, 10. ayette yazılı:
10 Hırsız ancak çalıp öldürmek ve yok etmek için gelir. Bense insanlar yaşama, bol yaşama sahip olsunlar diye geldim.
Bu öykünün bize öğrettiği üçüncü nokta, Allah’ın krallığında olanların ve olmayanların ayırt edilmesinin ne kadar zor olduğudur. Bir kişi dıştan iyi gibi görünebilir, ancak içte kötü olabilir. Aynı şekilde, dıştan bir kişi kötü gibi görünebilir, ancak içte iyi olabilir. İnsanları yalnızca nasıl göründüklerine bakarak sınıflandırmakta ve damgalamakta acele etmeyelim. Kalbi yalnızca Allah bilir ve O her şeyi kendi belirlediği zamanda çözümlendirecektir.
Orakçılara kalsa yabani otları erkenden söker ve buğdayı da mahvederlerdi. Ancak arazi sahibini dinleyip ekinler olgunlaşıp hasada hazır oluncaya kadar beklediler. Evet, biraz daha fazla çalışma gerektirecekti, fakat buğday emniyette olacaktı. Aynı şekilde, Allah da bir kimsenin eylemlerini ve kalbini harekete geçiren güdüleri bir bütün olarak değerlendirmek için onun hayatının sonuna kadar bekler. Kimi zaman adaleti kendi ellerimize alarak Allah’ın elini zorlamaya çalışırız. Ancak İsa bunun yanlış olduğunu söylüyor. İnsan hayatının sonunda değerlendirilmelidir, hayatındaki tek bir eylemle ya da tek bir dönemle değil. Bir kişi hayatının ilk dönemini berbat edebilir, fakat Allah’ın lütfuyla daha sonra samimiyetle tövbe ederek af bulabilir. Ya da bir kişi şere i bir hayat yaşamış gibi görünebilir, fakat bencil olduğu ve değersiz, aşağılık meraklara odaklandığı için ebedî yıkıma mahkûm olabilir. Bir şeyin yalnızca bir bölümünü gören hiç kimse bütünü değerlendiremez; aynı şekilde bir insanın hayatı yalnızca bir bölümüne göre değerlendirilemez.
İsa öyküyü açıklamaya Matta 13. bölüm, 40–42 ayetlerinde devam ediyor:
40 Deliceler nasıl toplanıp yakılırsa, çağın sonunda da böyle olacaktır. 41–42 İnsanoğlu meleklerini gönderecek, onlar da insanları günaha düşüren her şeyi, kötülük yapan herkesi O’nun egemenliğinden toplayıp kızgın fırına atacaklar. Orada ağlayış ve diş gıcırtısı olacaktır.
Hilekâr işverenin, yalancı patronun, yolsuzluk yapan devlet memurunun, sapkın amcanın ya da dedikoducu huysuz teyzenin yaptıklarının karşılıklarını alacakları bir zaman var mı? Evet. İsa bir yargı gününün geldiğini açık bir şekilde ortaya koydu. O, Allah’ın yasalarını çiğneyen herkesin ve tüm kötülüğün ateşle yok edileceğini söyledi. Bu pek çok kişi için yanma ve ağlayış günü olacak.
Bu yargının başında kimin olduğunu fark ettiniz mi? İsa şöyle dedi: “İnsanoğlu meleklerini gönderecek.”
Yargıç İsa olacak! O, doğruları kötülerden ayırmak için emrindeki melekleri gönderecek. O, son yargıyı yönetecek. O’nun dostunuz olmasını ister miydiniz? Geçen dersimizde İsa’nın yargılama yetkisi hakkında okuduklarımızı hatırlıyor musunuz? Bundan bir kısmı, Yuhanna 5. bölüm, 22–24 ayetlerini yeniden okuyarak gözden geçirelim.
22 Baba kimseyi yargılamaz, bütün yargılama işini Oğul’a vermiştir. 23 Öyle ki, herkes Baba’yı onurlandırdığı gibi Oğul’u onurlandırsın. Oğul’u onurlandırmayan, O’nu gönderen Baba’yı da onurlandırmaz. 24 Size doğrusunu söyleyeyim, sözümü işitip beni gönderene iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Böyle biri yargılanmaz, ölümden yaşama geçmiştir.
Evet, Allah Mesih’e büyük sorumluluk taşıyan bir görev vermiştir. Tüm yargı yetkisi İsa’ya verilmiştir. (Yargıyı ilerleyen derslerimiz- den birinde ayrıntılı olarak inceleyeceğiz.) Şu anda gökte hayatta olan İsa’nın, işini tam olarak yerine getireceğinden ve Allah’ın krallığında hiçbir “yabani ot” olmayacağından emin olabiliriz. Neyse ki Allah merhametle doludur ve O’nun başlıca amacı mümkün olduğunca çok insanı kurtarmaktır. Ancak bu merhamet koşulsuz olarak gelmez. O’nun merhametini almaya nasıl layık oluyoruz? İsa’nın Yuhanna 3. bölüm, 17. ve 18. ayetlerde bulunan Allah’ın amacına ve isteklerine dair sözlerine dikkat edin:
17 Tanrı, Oğlu’nu dünyayı yargılamak için göndermedi, dünya O’nun aracılığıyla kurtulsun diye gönderdi. 18 O’na iman eden yargılanmaz, iman etmeyen ise zaten yargılanmıştır. Çünkü Tanrı’nın biricik Oğlu’nun adına iman etmemiştir.
Allah’ın merhametini almanın koşulu, O’nun Mesihi’ne inanmaktır. Allah’ın amacı insanı mahkûm etmek değildir. Hatta, O’nun arzusu tüm insanları kurtarmaktır. Neyden? Az önce okuduğumuz ayete göre, biz (insan nesli) zaten mahkûmiyete uğramış durumdayız! Başka bir deyişle, Allah sizi kesin ölümden kurtarıyor. İşlediğiniz günah nedeniyle yargılanmayı bekleyen idam mahkûmlarısınız. Bu sizin kaderiniz. Bu dünyanın önderi olarak Şeytan’la kötü bir alışveriş yapmış olan büyük büyükbabanız Adem’den ölümü miras aldınız. Onun çocukları Allah’ın suretinde yaratılmadılar.
Adem’in suretinde (yani günahlı olarak) doğdular. Adem’in kararı kendisinden gelen herkesin doğal durumunu kirletti. Allah’ın amacı insan neslini, siz de dahil olmak üzere, Adem’in seçiminin bizi içine düşürdüğü kargaşadan çekip çıkarmaktır. Sonraki derslerimizde bu konuda daha fazla ayrıntı olacak.
İsa buğday ve deliceler hakkındaki öyküye getirdiği açıklamayı Matta 13. bölüm, 43. ayette bulunan şu umut verici sözlerle bitirdi:
43 Doğru kişiler o zaman Babaları’nın egemenliğinde güneş gibi parlayacaklar. Kulağı olan işitsin!
İyiliği sevenlerin ve kötülüğü sevenlerin “bir arada büyümesi,” komşu olmaları, birbirlerini aile bilmeleri ve birlikte çalışmaları gereklidir. Fakat sonunda yargı kesinlikle gelecektir. Umarız bilgece bir şekilde yaşama fırsatını ve çağrısını ciddiye alırsınız.
1897 yılında The New York Times gazetesi manşetten şu haberi verdi:
“Boston’un Eski Türkiye Başkonsolosu Yolsuzluktan Mahkûm Edildi.”
Yazı şöyle devam ediyordu:
“Birkaç gündür Yüksek Mahkemede davası devam etmekte olan [Boston] kentindeki eski Türkiye Başkonsolosu Joseph A. İasigi, malvarlığına mutemetlik yaptığı Fransız Pierre Charles Deriuex’dan yaklaşık 200.000 doları zimmetine geçirmekle suçlandı. Bugün kendisine karşı yazılan iddianamede bulunan 78 maddenin 21’inden suçlu bulundu.”
Suç şöyle ortaya çıkmıştı: Joseph’in babası 1830 yılında Yunanistan’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne gelerek bir meyve dükkanı açtı. Eğitimli ve kültürlüydü, başarılı olmasıyla da yüksek sosyetede yer edindi. Türkçe bilmesi ve Türkiye’de iyi bağlantılarının olması Boston kentine Başkonsolos olarak atanmasına yardımcı oldu. Aynı zamanda Amerika topraklarında bulunan Avrupalılara ait çeşitli malvarlıklarının mutemedi oldu. Böylece 1849 yılında Paris’e ait Derfeux mülkünün mutemedi oldu, bunların değeri yaklaşık 400.000 dolardı. (160 yıl öncesi için çok para!)
Joseph’in babası öldüğünde, ağabeyi Oscar mutemet oldu. Ancak 1887 yılında Oscar bir gemi kazasında boğuldu. Böylece arazilerin mutemetliği ve Başkonsolosluk görevi Joseph’e geçti.
Küçük kardeş ne büyük bir sorumluluğa sahip bir konumu miras almıştı! İş babasından ağabeyine, ondan da kendisine geçmişti. Fakat kendisine verilen emanete sadakatle vekilharçlık etmedi. Gazete şöyle bildirdi:
“Joseph İasigi zimmete geçirme suçlamalarının yapılmasından kısa bir süre sonra geçen yaz New York’ta tutuklandı. Hukuk mahkemesinde işlemler başlamıştı, ancak Bay İasigi’nin Şubat başında New York’a gelmesi şüphe uyandırdı. Gemiyle Avrupa’ya gitmeyi amaçladığı düşünüldü, bu nedenle kendisine karşı ceza davası açılmasına karar verildi.”
Ne yazık! Göçmen babasının kazandığı iyi ismi leke sürülmüştü. Bay İasigi kendisini ve kısa bir süreliğine Türkiye sultanını utandırmıştı. Aynı gazete şöyle bildirdi:
“Bay İasigi tutuklanmasından önce Boston sosyetesinin önde gelen üyelerinden biriydi. Beacon Caddesi’nde lüks ve konfor içinde yaşıyordu.”
İlginç! Buğdayın ve delicelerin birlikte büyüdüğünü her zaman hatırlayalım. Buğday gibi görünen şey aslında bir deliceydi.
Joseph İasigi, davasının görülmesinden önce resmi görevi nedeniyle tutukluluğunun temyiz edilmesi başvurusunda bulundu. Türk devletinin diplomatı olduğu için Amerika'nın devletinin kendisini suçlamaya ya da yargılamaya hakkı olmadığına inanıyordu. Fakat Joseph’in talebi incelendiğinde, tutuklanmasından dört gün önce Türk devletinin kendisiyle olan bağlarını resmen kopardığı ortaya çıktı! Başka bir deyişle, sultanın ya da Türk devlet memurlarının kendisine aracılık etmeleri için umudu kalmadı. Bağlantıları kesilmişti ve hiçbir arabulucusu da yoktu.
İsa bir yargı olacağını söyledi. Buğday ile deliceler ayrılacaktır. İsa doğruları almak ve kötüleri yok etmek üzere kendi meleklerini gönderecektir. İsa yargıç, arabulucu ve kurtarıcıdır. Bu muhakkak sahip olmak isteyebileceğimiz bir bağlantıdır.
Tartışma Soruları
1. Sizce insanlar neden bilgisayar virüsleri yazar?
2. Gökhan’ın bilgisayarı bir tıklamayla o virüsü aldı. Zaman zaman yıkıcı olan bir şeyi “seçerek” kendi kaderimizi nasıl
değiştiriyoruz?
3. Deliceleri tarlaya kim ekti?
4. Size haksızlık eden birinden intikam almayı hiç istediniz mi? Adaleti Allah’a bırakmaya ne dersiniz?
5. Sizce otlar neden yakıldı? Sizce Allah kötüleri neden yakıyor?
49 Bkz. Matta 13:44.