Hiç ne yapacağınızı bilemediğiniz bir durumda kaldınız mı? Ne hissettiniz? Kime döndünüz, ya da kimden yardım istediniz? Bu noktada Kutsal Kitap’ın bize Allah’a dönmemizi tavsiye ettiğini herhalde tahmin edebilirsiniz. Yalnızca O bizi kurtaracak ve koruyacak güce sahiptir. İçinde bulunduğumuz koşulları yalnızca O kontrol eder. En büyük ıztıraplarımızı yalnızca O giderebilir. Ancak Allah’ın kendi yetkisini ve gücünü İsa’ya vermiş olduğu da gerçektir. Bu dersimizde doğanın tıpkı Allah’a olduğu gibi İsa’nın isteğine de boyun eğdiğini göreceğiz. Kısa bir öyküyle başlayalım.
Haluk Karadeniz’deki Görele adında bir sahil kasabasında yaşayan deneyimli bir balıkçıydı. Tüm balıkçılar gibi, kendisini en rahat hissettiği yer teknesiydi. Tabii ki zaman zaman karada da çalışması gerekiyordu. Fakat ağları onarırken, teknesini tamir ederken ve balıklarını satarken aklında her zaman bir sonraki seferi olurdu.
Yalnızca deniz kıyısında yaşayanlar, insanın karadan çok uzaktayken, rüzgar yüzüne doğru estiğinde hissettiği özgürlüğü bilebilir. Her balıkçı gibi Haluk da sabah güneş doğmadan dışarı çıkarak günün ilk ışıklarının açık deniz üzerinde parıldamasını seyretmeyi çok seviyordu. Cennetin nasıl olduğunu sorsalar, bu sabahlardan biri gibi olduğunu söylerdi. Tek fark yalnız olmayacak olmasıydı. Tüm dostları ve ailesi onunla birlikte orada olacaklardı.
Ancak o göksel sabahların taban tabana zıddı olan sabahlar, hatta kimi zaman bütün günler oluyordu. Ancak “yeryüzü cehennemi” olarak tanımlanabilecek anlar ve saatlerdi bunlar. Ne kadar deneyimli olursanız olun, teknede ne kadar zaman geçirmiş olursanız olun, o anlarda hayatınızın tehlikede olduğunu bilirsiniz. Ani ve güçlü bir rüzgar, dalga, ya da bir hata ölüm anlamına gelebilir.
Bir kış günü Haluk sardalye peşinde denize açıldı. Kışın karadan çok uzaklaşmayı sevmiyordu, çünkü birden sert fırtına patlayabilirdi. Ancak paraya ihtiyacı vardı ve başarı şansının başarısızlıktan daha yüksek olduğunu düşünüyordu. Ne yazık ki yanlış tahminde bulunmuştu.
Güzel bir gündoğumundan sonra, Haluk ağlarını kontrol etmek için geri gidiyordu ki, rüzgarların kuvvetlendiğini fark etti. Yavaşça dalgalanan deniz orta büyüklükte dalgalarla dolu çalkantılı bir yığına dönmüştü. Birkaç dakika boyunca bundan sonra ne yapacağını düşündü:
“Fırtına kuzeybatıdan geliyor. Şu şansa bak! Kolaylıkla yön değiştirebilir ya da hızla geçebilir. Öte yandan, kuvvetlenebilir de. Deniz böyle kalırsa ağlarımı toplamak için biraz daha bekleyebilir ve eve iyi bir avla dönebilirim. Fakat kötüye giderse, tüm ağlarımı kaybedebilirim.”
Haluk bunu kafasına takmadı, ancak fırtınanın sertleşmesi halinde eve varamayabileceğini biliyordu. Birkaç dakika sonra tüm ağlarını toplayıp eve doğru geri dönmeye karar verdi. Fakat hayatının en kötü kabusu gözlerinin önünde gerçekleşiyordu. Her geçen dakika dalgalar büyüyordu, tekne sağdan sola şiddetle sallanmaya başladı ve Haluk’un öncelikleri hızla değişti. Deniz öyle dalgalıydı ki, ağlarını bırakarak canını kurtarmak için çalışmaya başladı. Fırtınadan kaçmak için çok geçti, böylece bir sonraki hamlesini planlamaya başladı. Beline bir ip bağladı, can yeleğini giydi ve tekneyi gelmekte olan dalgaların üzerine sürdü. Her bir dalganın tepesine çıktığında yardım için Allah’a sesleniyordu:
“Allah’ım lütfen bana yardım et. Ölmek istemiyorum. Ailemi görmek istiyorum. Beni uzun bir hayatla bereketlediğin için sana şükrederim. Fakat lütfen, lütfen yaşamama izin ver!”
Duasını bitirir bitirmez tekne 5 metrelik bir dalganın üzerinde hopladı ve Haluk en az 10 metre yüksekliğinde bir su duvarıyla yüz yüze geldi. İçgüdüsel olarak motoru tam gaza getirdi ve doğrudan dalganın üzerine sürdü. Tekne yukarı çıkmaya başladığında hızı azaldı, Haluk dalga kırılmadan önce ondan kurtulabileceğinden emin değildi. Ve sonra olan oldu!
Tekne bir an için dalganın sırtından geçti ve Haluk ufkun ötesine bakabildi. Uzakta güneş ışınlarının bulutlardan sızdığını görebiliyordu. Allah dualarına yanıt vermişti! Otuz dakika sonra deniz sakin ve cam gibi düzdü.
İsa öğretme ve iyileştirme hizmetine başladığında, birkaç kişiyi öğrencileri olmak üzere seçti. Birlikte yemek yediler, uyudular, yürüdüler ve güldüler. İsa bu kişilerin her birini tanıyordu ve kendi bildiği nedenlerle onları öğrencileri olmak üzere seçti. Bu adamlar arasında iki çift kardeş vardı. Bunların tümü balıkçıydı. Adları Yakup, Yuhanna, Petrus ve Andreas’tı.
İsa İsrail’in doğu bölgelerinde, bilhassa Celile Gölü’nü çevreleyen kasabalarda ve köylerde gezerek çok zaman geçiriyordu. Zaman zaman yürümek yerine gölü tekneyle geçiyorlardı. Bu nedenle bu kardeşlerin yelkenlilerle tecrübeleri çok yararlıydı. Markos 4. bölüm, 35. ve 36. ayetleri okuyarak, hepsinin yaşadığı sıra dışı bir olaya bakarak başlayalım:
35 O gün akşam olunca öğrencilerine, “Karşı yakaya geçelim” dedi. 36 Öğrenciler kalabalığı geride bırakarak İsa’yı, içinde bulunduğu tekneyle götürdüler. Yanında başka tekneler de vardı.
Günün sonunda, saatler süren öğretişin ardından, İsa öğrencilerine gitme zamanının geldiğini söyledi. Kalabalık dağılmaya başladığında, İsa’nın henüz söylemiş olduğu sözler üzerinde düşünüyorlardı. Gün boyunca onlara öyküler anlatmıştı, ancak son öyküsü akıl karıştırıcıydı. Öğrenciler tekneyi hazırlarken kendileri de bunun hakkında konuşmuş olmalılar.
Tohum ekmeye çıkan bir adam hakkındaydı.53 O ekerken tohumların bazıları yol boyuna, bazıları kayalar arasına, bazıları dikenler içine, bazıları da doğal olarak iyi toprağa düştü. Tüm tohumların filizlenmelerine rağmen, yalnızca iyi toprağa düşenler olgunlaşabildi ve hasat edildi. Yola düşen tohumları kuşlar yedi. Kayalara düşen tohumları güneş kuruttu. Dikenler arasına düşen tohumlar ise yeterince günışığı alamadılar, boğuldular ve öldüler.
İsa’nın öğrencileri bu öykünün gerçek anlamını yalnızca sordukları için anlayabildiler. Çok basit, ancak bir o kadar da derindi. Tohum İsa’nın sözleri, Allah’ın öğretileriydi. Tohumların düştüğü yerler ise (yani yol, kayalar, dikenler ve iyi toprak) insanların kalplerini temsil ediyordu. Kuşlar, güneş ve dikenler bizi İsa’nın söylediklerine tamamen güvenmekten alıkoyan şeyleri simgeliyordu. Büyük ihtimalle, öğrenciler tam da o gece gölü geçerlerken kendi kalplerinin deneneceğini bilmiyorlardı.
Yolculuklarının uzun olacağını biliyorlardı, bu nedenle tekneyi çözdüler ve göle açıldılar. 37. ve 38. ayetlerle devam edelim:
37 Bu sırada büyük bir fırtına koptu. Dalgalar tekneye öyle bindirdi ki, tekne neredeyse suyla dolmuştu. 38 İsa, teknenin kıç tarafında bir yastığa yaslanmış uyuyordu. Öğrenciler O’nu uyandırıp, “Öğretmenimiz, öleceğiz! Hiç aldırmıyor musun?” dediler.
Daha önce belirtildiği gibi, Petrus, Andreas, Yakup ve Yuhanna tecrübeli balıkçılardı. Bu sularda balık tutarak büyümüşlerdi ve dayanıklı adamlardı. Yani onlar korktularsa, bunun küçük bir fırtına olmadığını bilirsiniz! Onlar tekneyi kontrol etmeye ve aldığı suyu boşaltmaya çalışarak yaşam savaşı verirken, İsa uyuyordu.
Hiç yatağınızda uyurken dışarıdaki fırtınanın sizi uyandırdığı oldu mu? Küçük değil, büyük bir fırtına. Uğuldayan rüzgarın, camlara çarpan yağmurun ve sert gök gürültüsünün sesleriyle dolu bir fırtına. Böyle bir fırtınada biz yataklarımızda uyumayı sürdüremiyorsak, sizce İsa teknede uyumayı nasıl sürdürdü? Tüm gün iyileştirmekten ve öğretmekten yorulmuş olabilir mi?
Öğrenciler İsa’yı uyandırmadan önce hayatta kalabilmek için ellerinden gelen her şeyi denediler. Yorgundular, sırılsıklamdılar ve ölümü bekliyorlardı.
Muhtemelen birbirlerine “İsa’yı uyandır!” diye bağırdılar. “O’nu olanlardan haberdar edin. Belki O yardım edebilir!”
Belki İsa’yı uyandıran O’nun en yakınında oturan öğrenci olmuştur. Belki de teknenin içindeki suya bata çıka yürüyen ve korkudan donmuş diğer öğrencilerin arasından sıyrılan, teknenin diğer tarafından gelen biriydi. Ne olursa olsun, şöyle seslendiler:
“İsa, uyan! Ölmek üzere olduğumuzu görmüyor musun?”
Sizce İsa ne yaptı? Markos 4. bölüm, 39. ayette görelim:
39 İsa kalkıp rüzgarı azarladı, göle, “Sus, sakin ol!” dedi. Rüzgar dindi, ortalık sütliman oldu.
İsa fırtınaya durmasını emretti. O da durdu! Kutsal Kitap fırtınanın üzerlerinden geçip gittiğini ya da yavaşça yatıştığını söylemiyor. İsa konuştuğunda, doğanın karşılık verdiğini söylüyor. Bir dakika durup bunu düşünün, İsa doğayı kontrol edebiliyor.
Önceki derslerimizden birinde Allah’ın İsa’ya yargılama ve hayat verme yetkisi vermiş olduğunu öğrenmiştik. Bu başka hiçbir peygambere verilmemiş olan bir ayrıcalık. Bu yetkiye ek olarak, İsa’nın doğa üzerinde de yetki sahibi olduğunu görüyoruz. Doğayı kontrol etme gücüne başka kim sahiptir? Yaratıcı! Allah’ın İsa’ya doğa yasalarını değiştirme, bizim “doğa olayları” dediğimiz şeyleri kontrol etme gücü ya da yetkisini verdiği, Kutsal Kitap metinlerinden açıkça anlaşılıyor. Bu hayret verici ise, daha sonraki bir dersimizde İsa’nın ne yaptığını görene dek bekleyin. İsa’nın bundan sonra ne yaptığını Markos 4. bölüm, 40. ayette görelim:
40 İsa öğrencilerine, “Neden korkuyorsunuz? Hâlâ imanınız yok mu?” dedi.
Adamlar İsa’nın konuşmasını dinlerken afallamış bir halde orada oturdular. Bu kutsal adam, bu öğretmen, Mesih, biraz önce yalnızca üç sözcük söyleyerek korkunç bir fırtınayı durdurmuştu. Sonra onlara baktı, ve Kutsal Kitap yalnızca iki cümle kaydetmesine rağmen, aynı ses tonuyla onlara özde şunları söyledi:
“Neden bu kadar korkuyorsunuz? Benimle birlikte yaşıyorsunuz, Benim öğretilerimi dinliyorsunuz ve mucizelere tanık oldunuz. Size öğrettiklerime inanmıyor musunuz? Rüzgar estiğinde ve dalgalar büyüdüğünde imanınız kayalara düşen tohum gibi kuruyup küçülecek mi? Bir dahaki sefere korktuğunuzda, bugün olanları hatırlayın!”
Siz nasıl bir tepki verirdiniz? Ne derdiniz? Öğrencilerin ne yaptığını 41. ayette yazıldığı gibi görelim:
41 Onlar ise büyük korku içinde birbirlerine, “Bu adam kim ki, rüzgar da göl de O’nun sözünü dinliyor?” dediler.
Hint önder Gandi öldürüldüğünde pek çok kişi yas tuttu. Tüm dünyadan önemli kişiler cenazesine katıldılar ve gazeteciler onun hayatı boyunca gerçekleştirdiklerini hatırladılar. Bizzat Albert Einstein şöyle dedi:
“Gelecek nesiller böyle birinin etten ve kemikten beden halinde bu dünyada yaşadığına neredeyse inanamayacaklar.”
Gandi’nin Kutsal Kitap’ı okumayı sevdiğini biliyor muydunuz? Hatta onun kirlerinin pek çoğu doğrudan İsa’dan geliyordu. Evet, o ülkesini bağımsızlığa götürdü. Evet, o şiddet karşıtlığını vaaz etti. Ve evet, onun oruç tutması halkı savaşmamaya teşvik etti. Fakat o hiçbir zaman üç sözcük söyleyerek bir fırtınayı durdurmadı! Albert Einstein’ın yorumu Gandi için yerinde olabilir. Fakat İsa gibi bir adam için daha uygundu. O, yargılama ve hayat verme yetkisine sahipti. O’nun sözleri fırtınadan daha güçlüydü. Evet, İsa’nın öğrencileri şu soruyu sorarken haklıydılar:
“Rüzgarın ve denizin dahi itaat ettiği bu adam kim?”
Tartışma Soruları
1. Hiç Allah’a seslenip hemen sonuç aldığınız oldu mu?
2. Markos 4. bölümün tamamını tekrar okuyun. Bu bölümün en çok hangi kısmı gözünüze çarpıyor?
3. Hayatınızdaki hangi şeyler İsa’nın benzetmesindeki güneş gibi?
4. Hayatınızdaki hangi şeyler İsa’nın benzetmede sözünü ettiği dikenler gibi?
5. Güneşin, kuşların, dikenlerin ve fırtınanın hep tabiatın birer parçası olduğunu fark ettiniz mi? İsa tabiat üzerinde
yetki sahibiyse, ki Kutsal Kitap olduğunu söylüyor, O’nun hayatınızdaki sorunlara ve engellere karşı size yardımcı
olabileceğine inanıyor musunuz?
53 Öykünün tamamını Markos 4. bölümde okuyabilirsiniz.
Haluk Karadeniz’deki Görele adında bir sahil kasabasında yaşayan deneyimli bir balıkçıydı. Tüm balıkçılar gibi, kendisini en rahat hissettiği yer teknesiydi. Tabii ki zaman zaman karada da çalışması gerekiyordu. Fakat ağları onarırken, teknesini tamir ederken ve balıklarını satarken aklında her zaman bir sonraki seferi olurdu.
Yalnızca deniz kıyısında yaşayanlar, insanın karadan çok uzaktayken, rüzgar yüzüne doğru estiğinde hissettiği özgürlüğü bilebilir. Her balıkçı gibi Haluk da sabah güneş doğmadan dışarı çıkarak günün ilk ışıklarının açık deniz üzerinde parıldamasını seyretmeyi çok seviyordu. Cennetin nasıl olduğunu sorsalar, bu sabahlardan biri gibi olduğunu söylerdi. Tek fark yalnız olmayacak olmasıydı. Tüm dostları ve ailesi onunla birlikte orada olacaklardı.
Ancak o göksel sabahların taban tabana zıddı olan sabahlar, hatta kimi zaman bütün günler oluyordu. Ancak “yeryüzü cehennemi” olarak tanımlanabilecek anlar ve saatlerdi bunlar. Ne kadar deneyimli olursanız olun, teknede ne kadar zaman geçirmiş olursanız olun, o anlarda hayatınızın tehlikede olduğunu bilirsiniz. Ani ve güçlü bir rüzgar, dalga, ya da bir hata ölüm anlamına gelebilir.
Bir kış günü Haluk sardalye peşinde denize açıldı. Kışın karadan çok uzaklaşmayı sevmiyordu, çünkü birden sert fırtına patlayabilirdi. Ancak paraya ihtiyacı vardı ve başarı şansının başarısızlıktan daha yüksek olduğunu düşünüyordu. Ne yazık ki yanlış tahminde bulunmuştu.
Güzel bir gündoğumundan sonra, Haluk ağlarını kontrol etmek için geri gidiyordu ki, rüzgarların kuvvetlendiğini fark etti. Yavaşça dalgalanan deniz orta büyüklükte dalgalarla dolu çalkantılı bir yığına dönmüştü. Birkaç dakika boyunca bundan sonra ne yapacağını düşündü:
“Fırtına kuzeybatıdan geliyor. Şu şansa bak! Kolaylıkla yön değiştirebilir ya da hızla geçebilir. Öte yandan, kuvvetlenebilir de. Deniz böyle kalırsa ağlarımı toplamak için biraz daha bekleyebilir ve eve iyi bir avla dönebilirim. Fakat kötüye giderse, tüm ağlarımı kaybedebilirim.”
Haluk bunu kafasına takmadı, ancak fırtınanın sertleşmesi halinde eve varamayabileceğini biliyordu. Birkaç dakika sonra tüm ağlarını toplayıp eve doğru geri dönmeye karar verdi. Fakat hayatının en kötü kabusu gözlerinin önünde gerçekleşiyordu. Her geçen dakika dalgalar büyüyordu, tekne sağdan sola şiddetle sallanmaya başladı ve Haluk’un öncelikleri hızla değişti. Deniz öyle dalgalıydı ki, ağlarını bırakarak canını kurtarmak için çalışmaya başladı. Fırtınadan kaçmak için çok geçti, böylece bir sonraki hamlesini planlamaya başladı. Beline bir ip bağladı, can yeleğini giydi ve tekneyi gelmekte olan dalgaların üzerine sürdü. Her bir dalganın tepesine çıktığında yardım için Allah’a sesleniyordu:
“Allah’ım lütfen bana yardım et. Ölmek istemiyorum. Ailemi görmek istiyorum. Beni uzun bir hayatla bereketlediğin için sana şükrederim. Fakat lütfen, lütfen yaşamama izin ver!”
Duasını bitirir bitirmez tekne 5 metrelik bir dalganın üzerinde hopladı ve Haluk en az 10 metre yüksekliğinde bir su duvarıyla yüz yüze geldi. İçgüdüsel olarak motoru tam gaza getirdi ve doğrudan dalganın üzerine sürdü. Tekne yukarı çıkmaya başladığında hızı azaldı, Haluk dalga kırılmadan önce ondan kurtulabileceğinden emin değildi. Ve sonra olan oldu!
Tekne bir an için dalganın sırtından geçti ve Haluk ufkun ötesine bakabildi. Uzakta güneş ışınlarının bulutlardan sızdığını görebiliyordu. Allah dualarına yanıt vermişti! Otuz dakika sonra deniz sakin ve cam gibi düzdü.
İsa öğretme ve iyileştirme hizmetine başladığında, birkaç kişiyi öğrencileri olmak üzere seçti. Birlikte yemek yediler, uyudular, yürüdüler ve güldüler. İsa bu kişilerin her birini tanıyordu ve kendi bildiği nedenlerle onları öğrencileri olmak üzere seçti. Bu adamlar arasında iki çift kardeş vardı. Bunların tümü balıkçıydı. Adları Yakup, Yuhanna, Petrus ve Andreas’tı.
İsa İsrail’in doğu bölgelerinde, bilhassa Celile Gölü’nü çevreleyen kasabalarda ve köylerde gezerek çok zaman geçiriyordu. Zaman zaman yürümek yerine gölü tekneyle geçiyorlardı. Bu nedenle bu kardeşlerin yelkenlilerle tecrübeleri çok yararlıydı. Markos 4. bölüm, 35. ve 36. ayetleri okuyarak, hepsinin yaşadığı sıra dışı bir olaya bakarak başlayalım:
35 O gün akşam olunca öğrencilerine, “Karşı yakaya geçelim” dedi. 36 Öğrenciler kalabalığı geride bırakarak İsa’yı, içinde bulunduğu tekneyle götürdüler. Yanında başka tekneler de vardı.
Günün sonunda, saatler süren öğretişin ardından, İsa öğrencilerine gitme zamanının geldiğini söyledi. Kalabalık dağılmaya başladığında, İsa’nın henüz söylemiş olduğu sözler üzerinde düşünüyorlardı. Gün boyunca onlara öyküler anlatmıştı, ancak son öyküsü akıl karıştırıcıydı. Öğrenciler tekneyi hazırlarken kendileri de bunun hakkında konuşmuş olmalılar.
Tohum ekmeye çıkan bir adam hakkındaydı.53 O ekerken tohumların bazıları yol boyuna, bazıları kayalar arasına, bazıları dikenler içine, bazıları da doğal olarak iyi toprağa düştü. Tüm tohumların filizlenmelerine rağmen, yalnızca iyi toprağa düşenler olgunlaşabildi ve hasat edildi. Yola düşen tohumları kuşlar yedi. Kayalara düşen tohumları güneş kuruttu. Dikenler arasına düşen tohumlar ise yeterince günışığı alamadılar, boğuldular ve öldüler.
İsa’nın öğrencileri bu öykünün gerçek anlamını yalnızca sordukları için anlayabildiler. Çok basit, ancak bir o kadar da derindi. Tohum İsa’nın sözleri, Allah’ın öğretileriydi. Tohumların düştüğü yerler ise (yani yol, kayalar, dikenler ve iyi toprak) insanların kalplerini temsil ediyordu. Kuşlar, güneş ve dikenler bizi İsa’nın söylediklerine tamamen güvenmekten alıkoyan şeyleri simgeliyordu. Büyük ihtimalle, öğrenciler tam da o gece gölü geçerlerken kendi kalplerinin deneneceğini bilmiyorlardı.
Yolculuklarının uzun olacağını biliyorlardı, bu nedenle tekneyi çözdüler ve göle açıldılar. 37. ve 38. ayetlerle devam edelim:
37 Bu sırada büyük bir fırtına koptu. Dalgalar tekneye öyle bindirdi ki, tekne neredeyse suyla dolmuştu. 38 İsa, teknenin kıç tarafında bir yastığa yaslanmış uyuyordu. Öğrenciler O’nu uyandırıp, “Öğretmenimiz, öleceğiz! Hiç aldırmıyor musun?” dediler.
Daha önce belirtildiği gibi, Petrus, Andreas, Yakup ve Yuhanna tecrübeli balıkçılardı. Bu sularda balık tutarak büyümüşlerdi ve dayanıklı adamlardı. Yani onlar korktularsa, bunun küçük bir fırtına olmadığını bilirsiniz! Onlar tekneyi kontrol etmeye ve aldığı suyu boşaltmaya çalışarak yaşam savaşı verirken, İsa uyuyordu.
Hiç yatağınızda uyurken dışarıdaki fırtınanın sizi uyandırdığı oldu mu? Küçük değil, büyük bir fırtına. Uğuldayan rüzgarın, camlara çarpan yağmurun ve sert gök gürültüsünün sesleriyle dolu bir fırtına. Böyle bir fırtınada biz yataklarımızda uyumayı sürdüremiyorsak, sizce İsa teknede uyumayı nasıl sürdürdü? Tüm gün iyileştirmekten ve öğretmekten yorulmuş olabilir mi?
Öğrenciler İsa’yı uyandırmadan önce hayatta kalabilmek için ellerinden gelen her şeyi denediler. Yorgundular, sırılsıklamdılar ve ölümü bekliyorlardı.
Muhtemelen birbirlerine “İsa’yı uyandır!” diye bağırdılar. “O’nu olanlardan haberdar edin. Belki O yardım edebilir!”
Belki İsa’yı uyandıran O’nun en yakınında oturan öğrenci olmuştur. Belki de teknenin içindeki suya bata çıka yürüyen ve korkudan donmuş diğer öğrencilerin arasından sıyrılan, teknenin diğer tarafından gelen biriydi. Ne olursa olsun, şöyle seslendiler:
“İsa, uyan! Ölmek üzere olduğumuzu görmüyor musun?”
Sizce İsa ne yaptı? Markos 4. bölüm, 39. ayette görelim:
39 İsa kalkıp rüzgarı azarladı, göle, “Sus, sakin ol!” dedi. Rüzgar dindi, ortalık sütliman oldu.
İsa fırtınaya durmasını emretti. O da durdu! Kutsal Kitap fırtınanın üzerlerinden geçip gittiğini ya da yavaşça yatıştığını söylemiyor. İsa konuştuğunda, doğanın karşılık verdiğini söylüyor. Bir dakika durup bunu düşünün, İsa doğayı kontrol edebiliyor.
Önceki derslerimizden birinde Allah’ın İsa’ya yargılama ve hayat verme yetkisi vermiş olduğunu öğrenmiştik. Bu başka hiçbir peygambere verilmemiş olan bir ayrıcalık. Bu yetkiye ek olarak, İsa’nın doğa üzerinde de yetki sahibi olduğunu görüyoruz. Doğayı kontrol etme gücüne başka kim sahiptir? Yaratıcı! Allah’ın İsa’ya doğa yasalarını değiştirme, bizim “doğa olayları” dediğimiz şeyleri kontrol etme gücü ya da yetkisini verdiği, Kutsal Kitap metinlerinden açıkça anlaşılıyor. Bu hayret verici ise, daha sonraki bir dersimizde İsa’nın ne yaptığını görene dek bekleyin. İsa’nın bundan sonra ne yaptığını Markos 4. bölüm, 40. ayette görelim:
40 İsa öğrencilerine, “Neden korkuyorsunuz? Hâlâ imanınız yok mu?” dedi.
Adamlar İsa’nın konuşmasını dinlerken afallamış bir halde orada oturdular. Bu kutsal adam, bu öğretmen, Mesih, biraz önce yalnızca üç sözcük söyleyerek korkunç bir fırtınayı durdurmuştu. Sonra onlara baktı, ve Kutsal Kitap yalnızca iki cümle kaydetmesine rağmen, aynı ses tonuyla onlara özde şunları söyledi:
“Neden bu kadar korkuyorsunuz? Benimle birlikte yaşıyorsunuz, Benim öğretilerimi dinliyorsunuz ve mucizelere tanık oldunuz. Size öğrettiklerime inanmıyor musunuz? Rüzgar estiğinde ve dalgalar büyüdüğünde imanınız kayalara düşen tohum gibi kuruyup küçülecek mi? Bir dahaki sefere korktuğunuzda, bugün olanları hatırlayın!”
Siz nasıl bir tepki verirdiniz? Ne derdiniz? Öğrencilerin ne yaptığını 41. ayette yazıldığı gibi görelim:
41 Onlar ise büyük korku içinde birbirlerine, “Bu adam kim ki, rüzgar da göl de O’nun sözünü dinliyor?” dediler.
Hint önder Gandi öldürüldüğünde pek çok kişi yas tuttu. Tüm dünyadan önemli kişiler cenazesine katıldılar ve gazeteciler onun hayatı boyunca gerçekleştirdiklerini hatırladılar. Bizzat Albert Einstein şöyle dedi:
“Gelecek nesiller böyle birinin etten ve kemikten beden halinde bu dünyada yaşadığına neredeyse inanamayacaklar.”
Gandi’nin Kutsal Kitap’ı okumayı sevdiğini biliyor muydunuz? Hatta onun kirlerinin pek çoğu doğrudan İsa’dan geliyordu. Evet, o ülkesini bağımsızlığa götürdü. Evet, o şiddet karşıtlığını vaaz etti. Ve evet, onun oruç tutması halkı savaşmamaya teşvik etti. Fakat o hiçbir zaman üç sözcük söyleyerek bir fırtınayı durdurmadı! Albert Einstein’ın yorumu Gandi için yerinde olabilir. Fakat İsa gibi bir adam için daha uygundu. O, yargılama ve hayat verme yetkisine sahipti. O’nun sözleri fırtınadan daha güçlüydü. Evet, İsa’nın öğrencileri şu soruyu sorarken haklıydılar:
“Rüzgarın ve denizin dahi itaat ettiği bu adam kim?”
Tartışma Soruları
1. Hiç Allah’a seslenip hemen sonuç aldığınız oldu mu?
2. Markos 4. bölümün tamamını tekrar okuyun. Bu bölümün en çok hangi kısmı gözünüze çarpıyor?
3. Hayatınızdaki hangi şeyler İsa’nın benzetmesindeki güneş gibi?
4. Hayatınızdaki hangi şeyler İsa’nın benzetmede sözünü ettiği dikenler gibi?
5. Güneşin, kuşların, dikenlerin ve fırtınanın hep tabiatın birer parçası olduğunu fark ettiniz mi? İsa tabiat üzerinde
yetki sahibiyse, ki Kutsal Kitap olduğunu söylüyor, O’nun hayatınızdaki sorunlara ve engellere karşı size yardımcı
olabileceğine inanıyor musunuz?
53 Öykünün tamamını Markos 4. bölümde okuyabilirsiniz.