Allah’ın büyük yargı kürsüsü önünde durduğumuzda ebedî mahkûmiyete uğramaktan nasıl kaçınabiliriz? Belki bir insanın kendisine sorabileceği en önemli sorudur. Cennete girme ihtimalimizi gerçekten yok edebilecek olan şeyler var mıdır? Bunlar yaptığımız şeyler midir, yoksa yapmadığımız şeyler mi? Hiç kimse yargıyla yüz yüze kalmak ve kendilerini “kirli,” “dışlanmış” ya da “murdar” olarak sını andırılmış bir halde bulmak istemez. Kültürümüzde kirlenmenin utancıyla başa çıkmamıza yardımcı olacak ve bize Allah katında makbul olma umudu verecek bazı gelenekler bulunmaktadır. Bu geleneklerin dikkatle yerine getirilmesi Allah’ın değerlendirmesinden geçmemize yeter mi? Yargı Günü’nde kim utanacak ve kim lütuf bulacak? Bu dersimizde bu soruların yanıtlarını arayacağız.
38 yıllık evlilikten sonra, Zeki karısının birlikte yaşaması çok zor biri olduğuna karar verdi. Boşanma zamanıydı. Bir gün komşusu Ali’ye boşanma işlemlerinin ne kadar zor olduğundan söz ediyordu. Bahçelerinin arasındaki çitin yanında sohbet ederlerken, Ali karşılık verdi:
“Hangi boşanma zor değildir ki?”
Zeki hayatı boyunca başarılı olmuş emekli bir bankacıydı. Bir yandan da birkaç emlak yatırımı yapmış, hatta iyi iş yapan lüks bir lokantaya sahip olmuştu. Bankadan emekli olduktan sonra bir nakliye şirketi kurmuştu. Tüm çabaları kâr getirmiş ve Zeki’nin işleri oldukça yolunda gitmişti; yani başarılı bir yaşamın ölçüsü olarak mali başarı kabul edilirse oldukça iyi. Ne yazık ki Zeki, paranın her şey demek olmadığını ancak 60 yaşında depresyonla mücadele etmeye ve profesyonel bir danışmana para ödemeye başladığında fark edebildi.
Ali, Zeki’yi yıllardır tanıyordu ve komşusunun zavallı durumunu düşünüyordu. Zeki kesinlikle çalışkan bir adamdı; villa tipi evi beş yıldızlı bir otel gibi güzel tasarlanmıştı. Fakat Ali, Zeki’nin bir yerlerde hayatın anlamını gözden kaybettiğini düşünüyordu. Zeki’nin neredeyse hiç dostu yoktu, zira çok kurnaz bir adamdı ve tüm komşularıyla düşman olmuştu. Sık sık tartışır, hiçbir zaman geri adım atmaz ve kesinlikle özür dilemezdi. Hatta Ali, Zeki’yle konuşan az sayıda komşudan biriydi. Zeki bir elektrikçi, tesisatçı ya da bahçıvan getirdiğinde, Ali iş bittiğinde çitin diğer tarafından onların bağrıştığını duyardı, çünkü Zeki adama 15–20 lira eksik vermiş olurdu. Zeki pek çok kişinin gündelikçilerine ödedikleri paranın neredeyse yarısını ödemekten gurur duyuyordu.
Ali orada durarak Zeki’nin kendisiyle paylaştığı dertlerini dinledi. Büyük ihtimalle sahip olduğu her şeyi karısına kaptıracak ve yalnızca içinde yaşamakta olduğu yazlık evi elinde tutabilecekti. Her iki oğlunun da boşanıyor olması da Zeki’nin canını sıkıyordu. Torun istiyordu, fakat yoktu. Omuz silkerek Ali’ye gayet sıradan bir şekilde “Kader” dedi. Ancak Ali, Zeki’nin gözlerinin içine baktığında, kendisini çocuklarını hayal kırıklığına uğratmış gibi hissettiğini anlıyordu. Onlara evliliklerini nasıl mutlulukla sür- düreceklerini öğretmemişti. Onları hayata hazırlamamıştı.
Boşanma davası açıldıktan yaklaşık bir ay sonra Ali, Zeki’nin evine bir kadının girdiğini fark etti. Ertesi gün Ali meyve ağacını sulamaktayken Zeki çite geldi. Zeki kocaman gülümseyerek şöyle dedi:
“Yeni bir bayan arkadaşım var. Lütfen bundan kimseye bahsetme, zira karım ya da mahkeme bundan haberdar olursa bir şey alma şansım sıfıra iner.”
Ali belli belirsiz gülümsedi ve başını salladı. Zeki ekledi:
“Her sabah da camiye gitmeye başladım.”
Zeki’nin son ifadesi Ali’nin tuhafına gitti. Sanki Zeki dinî vecibeleri yerine getirerek sadakatsizliğini tela etmeye çalışıyor gibiydi. Neredeyse dine duyduğu yeni ilginin Allah’ın dikkatini dağıtacak bir paravan işlevi görmesini umuyordu. Sanki Allah olan biteni görmüyormuş gibi!
Aslında Zeki yeni “dindarlığı”yla övünmeyi çok seviyordu. Zaten alkol içen biri değildi; hayatı bu açıdan değişmedi. Fakat alkolden uzak durmasıyla övünmeyi seviyordu. Namaz daha önce onun için hiç bu kadar önemli olmamıştı, fakat şimdi her gün namaz kılıyordu. Oruç tutuyordu ve abdesti kurallarına göre alarak kendini temiz tutmak için çaba sarf ediyordu. Hatta her cinsel ilişkiden sonra gusül abdesti almaya başladı. Belki de boşanma mahkemesinde yargıçla karşı karşıya gelmek onu son yargı hakkında daha fazla düşünmeye itmişti. Gerçeği kim bilir?
Sizce Zeki durumunu düzeltmiş ve son yargıda mahkûmiyete uğramaktan kaçınma şansını arttırmış mıdır? Daha fazla dinî vecibeyi yerine getirmesi Allah’ın gözünde durumunu gerçekten değiştirmiş midir? Evrenin Allahı’nın önünde dururken utanacak mıdır? Maalesef Zeki çok önemli bir noktayı gözden kaçırıyordu. Cennete girmek için doğruluğa ihtiyacınız vardır; doğruluk ise törensel ibadetle gelmez.
Bu öyküyü temel alarak, İsa’nın dinî törenler, kirlilik ve yargı hakkında diyeceklerine bakalım.
İsa yeryüzünde yaşarken, zamanının din önderleriyle aynı görüşte değildi. O günlerde din önderleri anlaşmazlık içindeki iki gruptan meydana geliyordu: Ferisiler ve Sadukiler. Bu iki Yahudi grup, Musa’nın yazılarının nasıl yorumlanması ve uygulanması gerektiğine dair az–çok farklı görüşlere sahiptiler. Ancak aynı dinî kibir özelliğini paylaşıyorlardı. Gururları onları İsa’nın alçakgönüllü tarzına aykırı bir duruma düşürüyordu. O’nun fakir ve eğitimsiz kişilerle vakit geçirmesinden hoşlanmıyorlardı. O’nun kendilerinden izin ve onay almadan dinî konuları öğretmesinden de rahatsızlık duyuyorlardı. Kontrol hastalarıydılar, ancak körleri iyileştiren ve cinleri kovan birini nasıl kontrol altında tutacaklarına dair en ufak bir kirleri yoktu! Kısacası, İsa onlara hürmet etmiyordu ve bu onları çileden çıkarıyordu. İsa’nın ayakları dibinde oturarak O’nu dinlemeliydiler. Fakat gururları buna engel oluyordu ve kendilerini alçaltarak Mesih’in öğretilerine kulak vermek istemiyorlardı.
Ferisiler halkın Yahudiliğin törensel ibadetlerine ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmalarını sağlama görevini üzerlerine almışlardı. Kendilerini dinî amir olarak görüyorlardı. “Kurallara” uymaktaki kendi titizlikleri nedeniyle kendilerini etra arındaki “günahkârlar”dan üstün görüyorlardı. Kamuya açık toplantılarda teşrif edilmeye bayılıyorlardı ve sık sık başkalarının duyabilmesi için yüksek sesle dua ediyorlardı. Oruç tuttukları zaman, sokaktaki sıradan adamdan daha dindar görünmeye çalışarak, kendilerine dikkat çekmekten hoşlanıyorlardı. Dini sevmelerine rağmen, gerçekte Allah’ı sevmiyorlardı. Allah hakkında konuşabilir ve Allah’ın yazılarını tartışabilirlerdi, tüm kutsal kitapları da kesinlikle incelemişlerdi. Ancak kalpleri değişmemiş ve Allah’ın kutsallığı ile dolmamıştı! Ulusal tarihlerini, dinî yasalarını ve geleneklerini çok seven dindar kuralcılardı. Kendilerini Allah tarafından savunulmaktan ziyade, “Allah’ı savunuyor” olarak görüyorlardı! Bu adamlar sofuluklarında o kadar aşırıydılar ki, tıpkı Afganistan’daki Taliban gibi, diğer insanların hayatlarını cehenneme çeviriyorlardı.
İsa onların kuralcı, şekilci dinlerine karşıydı. Yeni Antlaşma’yı hiç okumamış biri, İsa’nın bir peygamber olarak dinî törenler konusunda son derece katı olacağını varsayabilir. O’nun kendi öğrencilerinden Vaftizci Yahya’nın istediğinden daha fazla dua, temizlik ve oruç talep ettiğini sanabilir. Ancak şaşırtıcı bir şekilde, İsa’nın işi ve mesajı bunun tam aksiydi! Luka 5. bölüm, 33. ayette din önderlerinin O’nun öğrencilerini dahi suçladıklarını görüyoruz:
33 Onlar İsa’ya, “Yahya’nın öğrencileri sık sık oruç tutup dua ediyorlar, Ferisiler’in öğrencileri de öyle. Seninkiler ise yiyip içiyor” dediler.
İsa basit bir soruyla karşılık verdi. Bunu 34. ayette okuyalım:
34 “Güvey aralarında olduğu sürece davetlilere oruç tutturabilir misiniz?”
İsa, görevini şöyle tanımlıyordu:
“Ben bol yaşam getirmek üzere geldim!”63
Şunu da dedi:
“Bana gelin, Benim yüküm ha ftir.”64
Bu İsa’nın hiçbir konuda katı olmadığı anlamına mı geliyor? Hayır. İnsanların gelenekleri konusunda katı olmamış olabilir, ancak Allah’ın emirlerini tutma hususunda katıydı. Allah’ın emirleri özgürlük getirir, insani geleneklerin eklenen yasaları ise angaryaya neden olur. Matta 5. bölüm, 17–20 ayetlerinde İsa’nın yasa hakkındaki düşüncelerini okuyalım:
17 Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. 18 Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak. 19 Bu nedenle, bu buyrukların en küçüğünden birini kim çiğner ve başkalarına öyle öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde büyük sayılacak. 20 Size şunu söyleyeyim: Doğruluğunuz din bilginleriyle Ferisiler’inkini aşmadıkça, Göklerin Egemenliği’ne asla giremezsiniz!
Ferisilerin hayatları, Allah’ın Eski Antlaşma’da ortaya koyduğunu çok aşan oruçla, temizlenmeyle ve kurbanlarla geçiyordu. Hayatları zordu, bu nedenle İsa’nın dine karşı rahat, hatta sevinçli yaklaşımına içerliyorlardı. Ancak İsa’nın imanı hakkında ciddi olmadığını sanmayın. O çoklukla dua ediyordu! Ancak önemli bir fark vardı. Ferisiler geleneksel törenlere sıkı sıkıya bağlıydılar ve Allah’ın yasalarına mekanik bir şekilde itaat ediyorlardı. İsa Allah’ı tanıyor ve O’nu seviyordu; mecbur olduğu için değil, öyle istediği için Allah’a itaat ediyordu. Allah’ın emirlerine uymak keyifi bir eylemdi. Aynı zamanda O, insani dinî törenlere hiçbir müsamaha göstermiyordu.
İsa’nın zamanındaki din önderlerinin öğrettiği yaygın dinin en büyük kusuru, günahı ve kirliliği tamamen yüzeysel bir şeye dönüştürmeleriydi. Böylece, kendilerindeki günah sorununu bir dizi eylemle ya da dinî törenlerle çözebilecekleri sonucuna ulaşmışlardı. Ancak İsa gerçek dinin içeriden başladığını ve dışa doğru çalıştığını, en sonunda kişiyi bütünüyle dönüştürdüğünü öğretiyordu. Luka 17. bölüm, 21. ayette kayıtlı olan şu öğretiyi verdi:
21 İnsanlar da, ‘İşte burada’ ya da, ‘İşte şurada’ demeyecekler. Çünkü Tanrı’nın Egemenliği içinizdedir.
Bu, İsa ile Yahudilerin önderlerinin kafa kafaya çarpışmalarına neden oldu. Bu durumlardan birini Matta 15. bölüm,
1–9 ayetlerinde görebiliriz:
1–2 Bu sırada Yeruşalim’den bazı Ferisiler ve din bilginleri İsa’ya gelip, “Öğrencilerin neden atalarımızın töresini çiğniyor?” diye sordular, “Yemekten önce ellerini yıkamıyorlar.” 3 İsa onlara şu karşılığı verdi: “Ya siz, neden töreniz uğruna Tanrı buyruğunu çiğniyorsunuz? 4 Çünkü Tanrı şöyle buyurdu: ‘Annene babana saygı göstereceksin’; ‘Annesine ya da babasına söven kesinlikle öldürülecektir.’ 5–6 Ama siz, ‘Her kim anne ya da babasına, benden alacağın bütün yardım Tanrı’ya adanmıştır derse, artık babasına saygı göstermek zorunda değildir’ diyorsunuz. Böylelikle, töreniz uğruna Tanrı’nın sözünü geçersiz kılmış oluyorsunuz. 7–8 Ey ikiyüzlüler! Yeşaya’nın sizinle ilgili şu peygamberlik sözü ne kadar yerindedir: ‘Bu halk dudaklarıyla beni sayar, ama yürekleri benden uzak. 9 Bana boşuna taparlar. Çünkü öğrettikleri, sadece insan buyruklarıdır.’”
İsa onlara ikiyüzlüler dedi, öyleydiler de. İkiyüzlü insan bir fikri ya da standardı savunup, tam aksini yapan kişidir. İkiyüzlüler Allah’ın yasalarından işlerine geleni seçerler. Ya da Allah’ın emirlerine uymamalarını zihinlerinde mazur görmek için kendi geleneklerini oluşturabilirler. İkiyüzlüler çoğunlukla başkaları için yüksek standartlar getirirler, fakat kendi kusurları için istisnalar yaparlar. Örneğin, bir kadın Allah’tan bağışlanma diler, fakat kendi komşusunu bağışlamayı reddeder. Bu kadın ikiyüzlüdür. Diğer bir örnek, Allah’ın yasasına sadık kalma çabası içinde oğlunu sünnet ettirmek isteyen, ancak aynı zamanda zina işleyen bir adamdır. Ya insanlara hile yapmamayı ve yalan söylememeyi söylediği halde kendisi yalan söylüyorsa? Böyle biri ikiyüzlüdür.
Ferisilere gelince, onlar yıkanma yasalarına bayılıyorlardı. Neden? Çünkü ikiyüzlülüklerini yıkayıp temizleyebileceklerini sanıyorlardı. Yıkanma törenleri dışa yönelikti ve hayatlarını gerçekten yenilemeden kolaylıkla yerine getirilebilirdi.
İsa onları ikiyüzlüler olarak adlandırdı ve onların çok daha önemli olan “anne ve babalarına saygı gösterme” yasasını (Allah’ın 10 emrinin beşincisi)65 bozmakta olduklarını söyledi. Dıştaki kirlilikten endişe ediyorlardı, ancak ahlaki günahtan dolayı suçluydular. İşlerine gelen yasaları yerine getirmeyi seçiyorlardı. El yıkama yasasını seviyorlardı, çünkü bu temizlenmek için mütevazı bir kalp gerektirmiyordu; yalnızca bir alışkanlık gerektiriyordu. Yıkanmak, kalplerini kötülükten, zihinlerini kıskançlıktan, öfkeden ve kendini beğenmişlikten arındırmaktan daha kolay geliyordu. Üstelik başkaları kendilerini yıkanırken görebildiği için egolarını okşuyor ve gururlarını kabartıyordu. Dinleri bir gösteriden ibaretti ve bir anlamda Allah’a rüşvet verme çabasıydı. Ancak Allah oyun oynamaz.
İsa’nın bunlar için söyledikleri Matta 15. bölüm, 6. ayette kayıtlı:
6 ... Böylelikle, töreniz uğruna Tanrı’nın sözünü geçersiz kılmış oluyorsunuz.
Vay canına! Geleneği Allah’ın açık sözlerinin üzerine koymuşlardı. Tehlikeli zemindeydiler, zira ‘Allah’ın sözünü geçersiz kılanları’ yıkım beklemektedir. Geleneğe Allah’ın sözlerinden daha çok değer vermek aslında geleneği ilahlaştırmak demektir! Böylece geleneklere çok dikkat etmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Hangi geleneklere değer vermeliyiz?
Pek çok geleneğimiz var. Bunların bazıları Allah’tan, bazıları insanlardan, bazıları atalarımızdan, bazıları inancımızdan, bazıları da şamanizme kadar dayanan batıl inançlardan kaynaklanıyor. Pek çok gelenek bize çocukluğumuzdan beri öğretilmekte. Yediklerimize ve giydiklerimize, nasıl uyumamız gerektiğine, nasıl dua etmemiz gerektiğine, hatta nasıl yıkanmamız gerektiğine ilişkin geleneklerimiz var. İsa geleneklere çok dikkat etmemiz gerektiğini söyledi. Başka bir deyişle, geleneklere sırf gelenek oldukları için değer vermemeliyiz. Böyle yapmanın hata olacağını söyledi. Tüm geleneklerin Allah’ın sözüne uygun olmaları gereklidir.
İsa kirliliğin nereden geldiğini açıklamaya Matta 15. bölüm, 10. ve 11. ayetlerde şöyle devam etti:
10 İsa, halkı yanına çağırıp onlara, “Dinleyin ve şunu belleyin” dedi. 11 “Ağızdan giren şey insanı kirletmez. İnsanı kirleten ağızdan çıkandır.”
Şu soruyu sormakla başlamıştık:
“Bir kimse mahkûmiyete uğramaktan kaçınmak için ne yapmalıdır?”
Şimdi İsa, kutsal yazıların aynı bölümünde, bu soruyu yanıtlamaya çok yaklaşıyor. Matta 15. bölüm, 12–20 ayetlerinden okumaya devam edelim:
12 Bu sırada öğrencileri O’na gelip, “Biliyor musun?” dediler, “Ferisiler bu sözü duyunca gücendiler.” 13 İsa şu karşılığı verdi: “Göksel Babam’ın dikmediği her dan kökünden sökülecektir. 14 Bırakın onları; onlar körlerin kör kılavuzlarıdır. Eğer kör köre kılavuzluk ederse, ikisi de çukura düşer.” 15 Petrus, “Bu benzetmeyi bize açıkla” dedi. 16 “Siz de mi hâlâ anlamıyor- sunuz?” diye sordu İsa. 17 “Ağza giren her şeyin mideye indiğini, oradan da helaya atıldığını bilmiyor musunuz? 18 Ne var ki ağızdan çıkan, yürekten kaynaklanır. İnsanı kirleten de budur. 19 Çünkü kötü düşünceler, cinayet, zina, fuhuş, hırsızlık, yalan yere tanıklık ve iftira hep yürekten kaynaklanır. 20 İnsanı kirleten bunlardır. Yıkanmamış ellerle yemek yemek insanı kirletmez.”
İsa’nın yorumları ışığında, haricî kirliliğin bizi cennetin dışında bırakacağından endişe etmeli miyiz? Hayır. Başka bir deyişle, meni, idrar, dışkı, adet kanaması nedeniyle ya da bir köpeği sevdiği için hiç kimse cennetin dışında bırakılmayacak. Fakat kötü düşünceler, yalan, hırsızlık, zina ve açgözlülük nedeniyle dışarıda bırakılacak.
Allah bizim kalpten başlayarak temiz olmamızı istiyor. Derslerinden kaldığı için anne–babasının kendisini yurt odasında ziyaret ettiği üniversite öğrencisi gibi değil. Her şeyi dolabına tıkıştırıp onlar için “temizlik yaptı.” Anne–babası geldiğinde onlara güzelce yapılmış yatak, rafta sıraya konmuş kitaplar ve masa üzerinde açılmış kalemlerle düzenli bir oda gösterdi. Annesi gardrop kapağını açmak için seğirttiğinde haykırdı:
“Açma onu!”
Fakat artık çok geçti. Tüm kirli giysileri, CD’leri, DVD’leri, bira şişeleri, porno dergileri ve spor malzemeleri dağılarak dışarı fırladılar. Çocuk görünürde tertipli, temiz ve çalışkan bir öğrenciydi. Fakat yerdeki yığın farklı bir hikâye anlatıyordu.
Evet, Allah bedeni ve evi temiz olan temiz insanlar ister. Ancak İsa bize bunun temiz bir kalple başladığını ve bittiğini söylüyor! Bunun haricindekiler ikiyüzlülüktür. İsa’nın, Matta 23. bölüm, 25–28 ayetlerinde kayıtlı olan başka bir konuşmada Ferisilere söylediği sert sözleri düşünün:
25 Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Bardağın ve çanağın dışını temizlersiniz, oysa bunların içi açgözlülük ve taşkınlıkla doludur. 26 Ey kör Ferisi! Sen önce bardağın ve çanağın içini temizle ki, dıştan da temiz olsunlar. 27 Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Siz dıştan güzel görünen, ama içi ölü kemikleri ve her türlü pislikle dolu badanalı mezarlara benzersiniz. 28 Dıştan insanlara doğru görünürsünüz, ama içte ikiyüzlülük ve kötülükle dolusunuz.
İsa bir şeylerin bizi kirleterek cennete girmeye uygunsuz hale getirebileceği gerçeğini küçümsemiyor. O yalnızca kirliliğin nedeni hakkında Ferisilerden farklı görüşte. İsa dış paklığımızı iç paklığımızdan daha fazla önemsemememiz gerektiğini, zira insanın kalbinden ve düşüncelerinden kaynaklanan kötülüğün kaderimiz üzerinde çok daha fazla etki ettiğini açıkça belirtti. Pek çok kişi ruhsal enerjilerini “bardağın dışını” temizlemeye çalışmakla harcamaktadır. İsa bizi cennete götürecek gerçek biletin temiz bir kalp olduğunu söylüyor. Hatta bu süreci “yeniden doğmak” olarak adlandırıyor. Yuhanna 3. bölümde anlatıldığı üzere, O’nun Nikodim’e yeniden doğmaktan söz edişini hatırlıyor musunuz?66 Matta 15. bölüm, 19. ve 20. ayetleri tekrar okuyalım:
19 Çünkü kötü düşünceler, cinayet, zina, fuhuş, hırsızlık, yalan yere tanıklık ve iftira hep yürekten kaynaklanır. 20 İnsanı kirleten bunlardır. Yıkanmamış ellerle yemek yemek insanı kirletmez.”
İsa’nın öğretisi ışığında Zeki’nin durumunu yeniden değerlendirelim. Zeki’nin neyden endişe etmesi gerekiyor? Doğru, kalbinden. Kendisini hiçbir dostu olmayan ve karısını kaybetmiş, münakaşacı ve kurnaz bir adam haline getiren alışkanlıklarını nasıl değiştirebileceğini bulması gerekiyor. Yeni edindiği yıkanma alışkanlığı ona yardımcı olacak mı? Hayır. Üzgünüz Zeki, bu işe yaramayacak. Zeki’nin hayatının baştan aşağı yenilenmesinin abdestle ve namazla çok az ilgisi var. Ancak tövbeyle ve yeniden doğmayla çok ilgisi var. Allah’a kişisel bir itiraf duasından sonra komşularından özür dileyebilir, evlilik dışı cinsel ilişki yaşamayı bırakabilir ve eksik ödeme yaptığı elektrikçilerin ve tesisatçıların gaspettiği paralarını verebilirdi. Zeki tüm hayatını çalarak, çalışanlarının hakkını yiyerek, karısını aldatarak ve komşuları için kötülük düşünerek geçirdi. Bu günahları yıkayıp götürmek için su yetmez. Hayır, Zeki’nin ihtiyacı içeriden temizlenmek.
Bir gün bir lise öğrencisi dersten sonra din bilgisi öğretmeninin yanına gelerek bir soru sordu.
“Hocam, dövme yaptırmak beni günahkâr yapar mı?” Öğretmen düşünceli bir halde ona bakarak şöyle dedi:
“Sen dövmeyi yaptırmadan önce günahkârdın.” Çocuk şaşırdı, bu nedenle başka bir soru sordu.
“Hocam, alkollü içki içmek beni günahkâr yapar mı?” Öğretmen yine yanıtladı:
“Sen içkiyi içmeden önce günahkârdın.”
Öğretmen İsa’nın söylediğinin aynısını söylüyordu. Kirliliğimiz yalnızca yaptığımız ya da yapmadığımız şeylere dayalı değildir. Biz doğal olarak kirliyiz ve temiz olmanın tek yolu yeni bir kalbe sahip olmaktır. Allah bize yeni bir kalp verebilir, bu da bizi doğru eylemler ortaya koymaya yönlendirir. Kalpte gerçek bir değişim olmadan dışa yönelik görünümlere ve davranışlara odaklanmak, Tofaş motoru ile bir Ferrari yapmaya benzer. Bu gerçek doğruluk değildir, sahtedir.
Tartışma Soruları
1. Size hangi dinsel gelenekler miras kaldı?
2. İnsanların neden yaptıklarını bilmeden uyguladıkları bazı gelenekleri düşünebiliyor musunuz?
3. İsa Ferisilere neden ikiyüzlüler dedi?
4. İsa’ya göre bir insanı gerçekten kirleten nedir?
5. Allah size “yeni bir yürek” verebileceğini söyleseydi bunu ister miydiniz? Hezekiel 36. bölüm, 26. ayette yer alan şu
ifadeyi düşünün:
26 Size yeni bir yürek verecek, içinize yeni bir ruh koyacağım. İçinizdeki taştan yüreği çıkaracak, size etten bir yürek vereceğim.
63 Bkz. Yuhanna 10:10.
64 Bkz. Matta 11:28–30.
65 Bkz. Mısır’dan Çıkış 20.
66 Bkz. Kaderi Değiştiren 4, ders 7.
38 yıllık evlilikten sonra, Zeki karısının birlikte yaşaması çok zor biri olduğuna karar verdi. Boşanma zamanıydı. Bir gün komşusu Ali’ye boşanma işlemlerinin ne kadar zor olduğundan söz ediyordu. Bahçelerinin arasındaki çitin yanında sohbet ederlerken, Ali karşılık verdi:
“Hangi boşanma zor değildir ki?”
Zeki hayatı boyunca başarılı olmuş emekli bir bankacıydı. Bir yandan da birkaç emlak yatırımı yapmış, hatta iyi iş yapan lüks bir lokantaya sahip olmuştu. Bankadan emekli olduktan sonra bir nakliye şirketi kurmuştu. Tüm çabaları kâr getirmiş ve Zeki’nin işleri oldukça yolunda gitmişti; yani başarılı bir yaşamın ölçüsü olarak mali başarı kabul edilirse oldukça iyi. Ne yazık ki Zeki, paranın her şey demek olmadığını ancak 60 yaşında depresyonla mücadele etmeye ve profesyonel bir danışmana para ödemeye başladığında fark edebildi.
Ali, Zeki’yi yıllardır tanıyordu ve komşusunun zavallı durumunu düşünüyordu. Zeki kesinlikle çalışkan bir adamdı; villa tipi evi beş yıldızlı bir otel gibi güzel tasarlanmıştı. Fakat Ali, Zeki’nin bir yerlerde hayatın anlamını gözden kaybettiğini düşünüyordu. Zeki’nin neredeyse hiç dostu yoktu, zira çok kurnaz bir adamdı ve tüm komşularıyla düşman olmuştu. Sık sık tartışır, hiçbir zaman geri adım atmaz ve kesinlikle özür dilemezdi. Hatta Ali, Zeki’yle konuşan az sayıda komşudan biriydi. Zeki bir elektrikçi, tesisatçı ya da bahçıvan getirdiğinde, Ali iş bittiğinde çitin diğer tarafından onların bağrıştığını duyardı, çünkü Zeki adama 15–20 lira eksik vermiş olurdu. Zeki pek çok kişinin gündelikçilerine ödedikleri paranın neredeyse yarısını ödemekten gurur duyuyordu.
Ali orada durarak Zeki’nin kendisiyle paylaştığı dertlerini dinledi. Büyük ihtimalle sahip olduğu her şeyi karısına kaptıracak ve yalnızca içinde yaşamakta olduğu yazlık evi elinde tutabilecekti. Her iki oğlunun da boşanıyor olması da Zeki’nin canını sıkıyordu. Torun istiyordu, fakat yoktu. Omuz silkerek Ali’ye gayet sıradan bir şekilde “Kader” dedi. Ancak Ali, Zeki’nin gözlerinin içine baktığında, kendisini çocuklarını hayal kırıklığına uğratmış gibi hissettiğini anlıyordu. Onlara evliliklerini nasıl mutlulukla sür- düreceklerini öğretmemişti. Onları hayata hazırlamamıştı.
Boşanma davası açıldıktan yaklaşık bir ay sonra Ali, Zeki’nin evine bir kadının girdiğini fark etti. Ertesi gün Ali meyve ağacını sulamaktayken Zeki çite geldi. Zeki kocaman gülümseyerek şöyle dedi:
“Yeni bir bayan arkadaşım var. Lütfen bundan kimseye bahsetme, zira karım ya da mahkeme bundan haberdar olursa bir şey alma şansım sıfıra iner.”
Ali belli belirsiz gülümsedi ve başını salladı. Zeki ekledi:
“Her sabah da camiye gitmeye başladım.”
Zeki’nin son ifadesi Ali’nin tuhafına gitti. Sanki Zeki dinî vecibeleri yerine getirerek sadakatsizliğini tela etmeye çalışıyor gibiydi. Neredeyse dine duyduğu yeni ilginin Allah’ın dikkatini dağıtacak bir paravan işlevi görmesini umuyordu. Sanki Allah olan biteni görmüyormuş gibi!
Aslında Zeki yeni “dindarlığı”yla övünmeyi çok seviyordu. Zaten alkol içen biri değildi; hayatı bu açıdan değişmedi. Fakat alkolden uzak durmasıyla övünmeyi seviyordu. Namaz daha önce onun için hiç bu kadar önemli olmamıştı, fakat şimdi her gün namaz kılıyordu. Oruç tutuyordu ve abdesti kurallarına göre alarak kendini temiz tutmak için çaba sarf ediyordu. Hatta her cinsel ilişkiden sonra gusül abdesti almaya başladı. Belki de boşanma mahkemesinde yargıçla karşı karşıya gelmek onu son yargı hakkında daha fazla düşünmeye itmişti. Gerçeği kim bilir?
Sizce Zeki durumunu düzeltmiş ve son yargıda mahkûmiyete uğramaktan kaçınma şansını arttırmış mıdır? Daha fazla dinî vecibeyi yerine getirmesi Allah’ın gözünde durumunu gerçekten değiştirmiş midir? Evrenin Allahı’nın önünde dururken utanacak mıdır? Maalesef Zeki çok önemli bir noktayı gözden kaçırıyordu. Cennete girmek için doğruluğa ihtiyacınız vardır; doğruluk ise törensel ibadetle gelmez.
Bu öyküyü temel alarak, İsa’nın dinî törenler, kirlilik ve yargı hakkında diyeceklerine bakalım.
İsa yeryüzünde yaşarken, zamanının din önderleriyle aynı görüşte değildi. O günlerde din önderleri anlaşmazlık içindeki iki gruptan meydana geliyordu: Ferisiler ve Sadukiler. Bu iki Yahudi grup, Musa’nın yazılarının nasıl yorumlanması ve uygulanması gerektiğine dair az–çok farklı görüşlere sahiptiler. Ancak aynı dinî kibir özelliğini paylaşıyorlardı. Gururları onları İsa’nın alçakgönüllü tarzına aykırı bir duruma düşürüyordu. O’nun fakir ve eğitimsiz kişilerle vakit geçirmesinden hoşlanmıyorlardı. O’nun kendilerinden izin ve onay almadan dinî konuları öğretmesinden de rahatsızlık duyuyorlardı. Kontrol hastalarıydılar, ancak körleri iyileştiren ve cinleri kovan birini nasıl kontrol altında tutacaklarına dair en ufak bir kirleri yoktu! Kısacası, İsa onlara hürmet etmiyordu ve bu onları çileden çıkarıyordu. İsa’nın ayakları dibinde oturarak O’nu dinlemeliydiler. Fakat gururları buna engel oluyordu ve kendilerini alçaltarak Mesih’in öğretilerine kulak vermek istemiyorlardı.
Ferisiler halkın Yahudiliğin törensel ibadetlerine ve geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kalmalarını sağlama görevini üzerlerine almışlardı. Kendilerini dinî amir olarak görüyorlardı. “Kurallara” uymaktaki kendi titizlikleri nedeniyle kendilerini etra arındaki “günahkârlar”dan üstün görüyorlardı. Kamuya açık toplantılarda teşrif edilmeye bayılıyorlardı ve sık sık başkalarının duyabilmesi için yüksek sesle dua ediyorlardı. Oruç tuttukları zaman, sokaktaki sıradan adamdan daha dindar görünmeye çalışarak, kendilerine dikkat çekmekten hoşlanıyorlardı. Dini sevmelerine rağmen, gerçekte Allah’ı sevmiyorlardı. Allah hakkında konuşabilir ve Allah’ın yazılarını tartışabilirlerdi, tüm kutsal kitapları da kesinlikle incelemişlerdi. Ancak kalpleri değişmemiş ve Allah’ın kutsallığı ile dolmamıştı! Ulusal tarihlerini, dinî yasalarını ve geleneklerini çok seven dindar kuralcılardı. Kendilerini Allah tarafından savunulmaktan ziyade, “Allah’ı savunuyor” olarak görüyorlardı! Bu adamlar sofuluklarında o kadar aşırıydılar ki, tıpkı Afganistan’daki Taliban gibi, diğer insanların hayatlarını cehenneme çeviriyorlardı.
İsa onların kuralcı, şekilci dinlerine karşıydı. Yeni Antlaşma’yı hiç okumamış biri, İsa’nın bir peygamber olarak dinî törenler konusunda son derece katı olacağını varsayabilir. O’nun kendi öğrencilerinden Vaftizci Yahya’nın istediğinden daha fazla dua, temizlik ve oruç talep ettiğini sanabilir. Ancak şaşırtıcı bir şekilde, İsa’nın işi ve mesajı bunun tam aksiydi! Luka 5. bölüm, 33. ayette din önderlerinin O’nun öğrencilerini dahi suçladıklarını görüyoruz:
33 Onlar İsa’ya, “Yahya’nın öğrencileri sık sık oruç tutup dua ediyorlar, Ferisiler’in öğrencileri de öyle. Seninkiler ise yiyip içiyor” dediler.
İsa basit bir soruyla karşılık verdi. Bunu 34. ayette okuyalım:
34 “Güvey aralarında olduğu sürece davetlilere oruç tutturabilir misiniz?”
İsa, görevini şöyle tanımlıyordu:
“Ben bol yaşam getirmek üzere geldim!”63
Şunu da dedi:
“Bana gelin, Benim yüküm ha ftir.”64
Bu İsa’nın hiçbir konuda katı olmadığı anlamına mı geliyor? Hayır. İnsanların gelenekleri konusunda katı olmamış olabilir, ancak Allah’ın emirlerini tutma hususunda katıydı. Allah’ın emirleri özgürlük getirir, insani geleneklerin eklenen yasaları ise angaryaya neden olur. Matta 5. bölüm, 17–20 ayetlerinde İsa’nın yasa hakkındaki düşüncelerini okuyalım:
17 Kutsal Yasa’yı ya da peygamberlerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. 18 Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak. 19 Bu nedenle, bu buyrukların en küçüğünden birini kim çiğner ve başkalarına öyle öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliği’nde büyük sayılacak. 20 Size şunu söyleyeyim: Doğruluğunuz din bilginleriyle Ferisiler’inkini aşmadıkça, Göklerin Egemenliği’ne asla giremezsiniz!
Ferisilerin hayatları, Allah’ın Eski Antlaşma’da ortaya koyduğunu çok aşan oruçla, temizlenmeyle ve kurbanlarla geçiyordu. Hayatları zordu, bu nedenle İsa’nın dine karşı rahat, hatta sevinçli yaklaşımına içerliyorlardı. Ancak İsa’nın imanı hakkında ciddi olmadığını sanmayın. O çoklukla dua ediyordu! Ancak önemli bir fark vardı. Ferisiler geleneksel törenlere sıkı sıkıya bağlıydılar ve Allah’ın yasalarına mekanik bir şekilde itaat ediyorlardı. İsa Allah’ı tanıyor ve O’nu seviyordu; mecbur olduğu için değil, öyle istediği için Allah’a itaat ediyordu. Allah’ın emirlerine uymak keyifi bir eylemdi. Aynı zamanda O, insani dinî törenlere hiçbir müsamaha göstermiyordu.
İsa’nın zamanındaki din önderlerinin öğrettiği yaygın dinin en büyük kusuru, günahı ve kirliliği tamamen yüzeysel bir şeye dönüştürmeleriydi. Böylece, kendilerindeki günah sorununu bir dizi eylemle ya da dinî törenlerle çözebilecekleri sonucuna ulaşmışlardı. Ancak İsa gerçek dinin içeriden başladığını ve dışa doğru çalıştığını, en sonunda kişiyi bütünüyle dönüştürdüğünü öğretiyordu. Luka 17. bölüm, 21. ayette kayıtlı olan şu öğretiyi verdi:
21 İnsanlar da, ‘İşte burada’ ya da, ‘İşte şurada’ demeyecekler. Çünkü Tanrı’nın Egemenliği içinizdedir.
Bu, İsa ile Yahudilerin önderlerinin kafa kafaya çarpışmalarına neden oldu. Bu durumlardan birini Matta 15. bölüm,
1–9 ayetlerinde görebiliriz:
1–2 Bu sırada Yeruşalim’den bazı Ferisiler ve din bilginleri İsa’ya gelip, “Öğrencilerin neden atalarımızın töresini çiğniyor?” diye sordular, “Yemekten önce ellerini yıkamıyorlar.” 3 İsa onlara şu karşılığı verdi: “Ya siz, neden töreniz uğruna Tanrı buyruğunu çiğniyorsunuz? 4 Çünkü Tanrı şöyle buyurdu: ‘Annene babana saygı göstereceksin’; ‘Annesine ya da babasına söven kesinlikle öldürülecektir.’ 5–6 Ama siz, ‘Her kim anne ya da babasına, benden alacağın bütün yardım Tanrı’ya adanmıştır derse, artık babasına saygı göstermek zorunda değildir’ diyorsunuz. Böylelikle, töreniz uğruna Tanrı’nın sözünü geçersiz kılmış oluyorsunuz. 7–8 Ey ikiyüzlüler! Yeşaya’nın sizinle ilgili şu peygamberlik sözü ne kadar yerindedir: ‘Bu halk dudaklarıyla beni sayar, ama yürekleri benden uzak. 9 Bana boşuna taparlar. Çünkü öğrettikleri, sadece insan buyruklarıdır.’”
İsa onlara ikiyüzlüler dedi, öyleydiler de. İkiyüzlü insan bir fikri ya da standardı savunup, tam aksini yapan kişidir. İkiyüzlüler Allah’ın yasalarından işlerine geleni seçerler. Ya da Allah’ın emirlerine uymamalarını zihinlerinde mazur görmek için kendi geleneklerini oluşturabilirler. İkiyüzlüler çoğunlukla başkaları için yüksek standartlar getirirler, fakat kendi kusurları için istisnalar yaparlar. Örneğin, bir kadın Allah’tan bağışlanma diler, fakat kendi komşusunu bağışlamayı reddeder. Bu kadın ikiyüzlüdür. Diğer bir örnek, Allah’ın yasasına sadık kalma çabası içinde oğlunu sünnet ettirmek isteyen, ancak aynı zamanda zina işleyen bir adamdır. Ya insanlara hile yapmamayı ve yalan söylememeyi söylediği halde kendisi yalan söylüyorsa? Böyle biri ikiyüzlüdür.
Ferisilere gelince, onlar yıkanma yasalarına bayılıyorlardı. Neden? Çünkü ikiyüzlülüklerini yıkayıp temizleyebileceklerini sanıyorlardı. Yıkanma törenleri dışa yönelikti ve hayatlarını gerçekten yenilemeden kolaylıkla yerine getirilebilirdi.
İsa onları ikiyüzlüler olarak adlandırdı ve onların çok daha önemli olan “anne ve babalarına saygı gösterme” yasasını (Allah’ın 10 emrinin beşincisi)65 bozmakta olduklarını söyledi. Dıştaki kirlilikten endişe ediyorlardı, ancak ahlaki günahtan dolayı suçluydular. İşlerine gelen yasaları yerine getirmeyi seçiyorlardı. El yıkama yasasını seviyorlardı, çünkü bu temizlenmek için mütevazı bir kalp gerektirmiyordu; yalnızca bir alışkanlık gerektiriyordu. Yıkanmak, kalplerini kötülükten, zihinlerini kıskançlıktan, öfkeden ve kendini beğenmişlikten arındırmaktan daha kolay geliyordu. Üstelik başkaları kendilerini yıkanırken görebildiği için egolarını okşuyor ve gururlarını kabartıyordu. Dinleri bir gösteriden ibaretti ve bir anlamda Allah’a rüşvet verme çabasıydı. Ancak Allah oyun oynamaz.
İsa’nın bunlar için söyledikleri Matta 15. bölüm, 6. ayette kayıtlı:
6 ... Böylelikle, töreniz uğruna Tanrı’nın sözünü geçersiz kılmış oluyorsunuz.
Vay canına! Geleneği Allah’ın açık sözlerinin üzerine koymuşlardı. Tehlikeli zemindeydiler, zira ‘Allah’ın sözünü geçersiz kılanları’ yıkım beklemektedir. Geleneğe Allah’ın sözlerinden daha çok değer vermek aslında geleneği ilahlaştırmak demektir! Böylece geleneklere çok dikkat etmemiz gerektiğini öğreniyoruz. Hangi geleneklere değer vermeliyiz?
Pek çok geleneğimiz var. Bunların bazıları Allah’tan, bazıları insanlardan, bazıları atalarımızdan, bazıları inancımızdan, bazıları da şamanizme kadar dayanan batıl inançlardan kaynaklanıyor. Pek çok gelenek bize çocukluğumuzdan beri öğretilmekte. Yediklerimize ve giydiklerimize, nasıl uyumamız gerektiğine, nasıl dua etmemiz gerektiğine, hatta nasıl yıkanmamız gerektiğine ilişkin geleneklerimiz var. İsa geleneklere çok dikkat etmemiz gerektiğini söyledi. Başka bir deyişle, geleneklere sırf gelenek oldukları için değer vermemeliyiz. Böyle yapmanın hata olacağını söyledi. Tüm geleneklerin Allah’ın sözüne uygun olmaları gereklidir.
İsa kirliliğin nereden geldiğini açıklamaya Matta 15. bölüm, 10. ve 11. ayetlerde şöyle devam etti:
10 İsa, halkı yanına çağırıp onlara, “Dinleyin ve şunu belleyin” dedi. 11 “Ağızdan giren şey insanı kirletmez. İnsanı kirleten ağızdan çıkandır.”
Şu soruyu sormakla başlamıştık:
“Bir kimse mahkûmiyete uğramaktan kaçınmak için ne yapmalıdır?”
Şimdi İsa, kutsal yazıların aynı bölümünde, bu soruyu yanıtlamaya çok yaklaşıyor. Matta 15. bölüm, 12–20 ayetlerinden okumaya devam edelim:
12 Bu sırada öğrencileri O’na gelip, “Biliyor musun?” dediler, “Ferisiler bu sözü duyunca gücendiler.” 13 İsa şu karşılığı verdi: “Göksel Babam’ın dikmediği her dan kökünden sökülecektir. 14 Bırakın onları; onlar körlerin kör kılavuzlarıdır. Eğer kör köre kılavuzluk ederse, ikisi de çukura düşer.” 15 Petrus, “Bu benzetmeyi bize açıkla” dedi. 16 “Siz de mi hâlâ anlamıyor- sunuz?” diye sordu İsa. 17 “Ağza giren her şeyin mideye indiğini, oradan da helaya atıldığını bilmiyor musunuz? 18 Ne var ki ağızdan çıkan, yürekten kaynaklanır. İnsanı kirleten de budur. 19 Çünkü kötü düşünceler, cinayet, zina, fuhuş, hırsızlık, yalan yere tanıklık ve iftira hep yürekten kaynaklanır. 20 İnsanı kirleten bunlardır. Yıkanmamış ellerle yemek yemek insanı kirletmez.”
İsa’nın yorumları ışığında, haricî kirliliğin bizi cennetin dışında bırakacağından endişe etmeli miyiz? Hayır. Başka bir deyişle, meni, idrar, dışkı, adet kanaması nedeniyle ya da bir köpeği sevdiği için hiç kimse cennetin dışında bırakılmayacak. Fakat kötü düşünceler, yalan, hırsızlık, zina ve açgözlülük nedeniyle dışarıda bırakılacak.
Allah bizim kalpten başlayarak temiz olmamızı istiyor. Derslerinden kaldığı için anne–babasının kendisini yurt odasında ziyaret ettiği üniversite öğrencisi gibi değil. Her şeyi dolabına tıkıştırıp onlar için “temizlik yaptı.” Anne–babası geldiğinde onlara güzelce yapılmış yatak, rafta sıraya konmuş kitaplar ve masa üzerinde açılmış kalemlerle düzenli bir oda gösterdi. Annesi gardrop kapağını açmak için seğirttiğinde haykırdı:
“Açma onu!”
Fakat artık çok geçti. Tüm kirli giysileri, CD’leri, DVD’leri, bira şişeleri, porno dergileri ve spor malzemeleri dağılarak dışarı fırladılar. Çocuk görünürde tertipli, temiz ve çalışkan bir öğrenciydi. Fakat yerdeki yığın farklı bir hikâye anlatıyordu.
Evet, Allah bedeni ve evi temiz olan temiz insanlar ister. Ancak İsa bize bunun temiz bir kalple başladığını ve bittiğini söylüyor! Bunun haricindekiler ikiyüzlülüktür. İsa’nın, Matta 23. bölüm, 25–28 ayetlerinde kayıtlı olan başka bir konuşmada Ferisilere söylediği sert sözleri düşünün:
25 Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Bardağın ve çanağın dışını temizlersiniz, oysa bunların içi açgözlülük ve taşkınlıkla doludur. 26 Ey kör Ferisi! Sen önce bardağın ve çanağın içini temizle ki, dıştan da temiz olsunlar. 27 Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Siz dıştan güzel görünen, ama içi ölü kemikleri ve her türlü pislikle dolu badanalı mezarlara benzersiniz. 28 Dıştan insanlara doğru görünürsünüz, ama içte ikiyüzlülük ve kötülükle dolusunuz.
İsa bir şeylerin bizi kirleterek cennete girmeye uygunsuz hale getirebileceği gerçeğini küçümsemiyor. O yalnızca kirliliğin nedeni hakkında Ferisilerden farklı görüşte. İsa dış paklığımızı iç paklığımızdan daha fazla önemsemememiz gerektiğini, zira insanın kalbinden ve düşüncelerinden kaynaklanan kötülüğün kaderimiz üzerinde çok daha fazla etki ettiğini açıkça belirtti. Pek çok kişi ruhsal enerjilerini “bardağın dışını” temizlemeye çalışmakla harcamaktadır. İsa bizi cennete götürecek gerçek biletin temiz bir kalp olduğunu söylüyor. Hatta bu süreci “yeniden doğmak” olarak adlandırıyor. Yuhanna 3. bölümde anlatıldığı üzere, O’nun Nikodim’e yeniden doğmaktan söz edişini hatırlıyor musunuz?66 Matta 15. bölüm, 19. ve 20. ayetleri tekrar okuyalım:
19 Çünkü kötü düşünceler, cinayet, zina, fuhuş, hırsızlık, yalan yere tanıklık ve iftira hep yürekten kaynaklanır. 20 İnsanı kirleten bunlardır. Yıkanmamış ellerle yemek yemek insanı kirletmez.”
İsa’nın öğretisi ışığında Zeki’nin durumunu yeniden değerlendirelim. Zeki’nin neyden endişe etmesi gerekiyor? Doğru, kalbinden. Kendisini hiçbir dostu olmayan ve karısını kaybetmiş, münakaşacı ve kurnaz bir adam haline getiren alışkanlıklarını nasıl değiştirebileceğini bulması gerekiyor. Yeni edindiği yıkanma alışkanlığı ona yardımcı olacak mı? Hayır. Üzgünüz Zeki, bu işe yaramayacak. Zeki’nin hayatının baştan aşağı yenilenmesinin abdestle ve namazla çok az ilgisi var. Ancak tövbeyle ve yeniden doğmayla çok ilgisi var. Allah’a kişisel bir itiraf duasından sonra komşularından özür dileyebilir, evlilik dışı cinsel ilişki yaşamayı bırakabilir ve eksik ödeme yaptığı elektrikçilerin ve tesisatçıların gaspettiği paralarını verebilirdi. Zeki tüm hayatını çalarak, çalışanlarının hakkını yiyerek, karısını aldatarak ve komşuları için kötülük düşünerek geçirdi. Bu günahları yıkayıp götürmek için su yetmez. Hayır, Zeki’nin ihtiyacı içeriden temizlenmek.
Bir gün bir lise öğrencisi dersten sonra din bilgisi öğretmeninin yanına gelerek bir soru sordu.
“Hocam, dövme yaptırmak beni günahkâr yapar mı?” Öğretmen düşünceli bir halde ona bakarak şöyle dedi:
“Sen dövmeyi yaptırmadan önce günahkârdın.” Çocuk şaşırdı, bu nedenle başka bir soru sordu.
“Hocam, alkollü içki içmek beni günahkâr yapar mı?” Öğretmen yine yanıtladı:
“Sen içkiyi içmeden önce günahkârdın.”
Öğretmen İsa’nın söylediğinin aynısını söylüyordu. Kirliliğimiz yalnızca yaptığımız ya da yapmadığımız şeylere dayalı değildir. Biz doğal olarak kirliyiz ve temiz olmanın tek yolu yeni bir kalbe sahip olmaktır. Allah bize yeni bir kalp verebilir, bu da bizi doğru eylemler ortaya koymaya yönlendirir. Kalpte gerçek bir değişim olmadan dışa yönelik görünümlere ve davranışlara odaklanmak, Tofaş motoru ile bir Ferrari yapmaya benzer. Bu gerçek doğruluk değildir, sahtedir.
Tartışma Soruları
1. Size hangi dinsel gelenekler miras kaldı?
2. İnsanların neden yaptıklarını bilmeden uyguladıkları bazı gelenekleri düşünebiliyor musunuz?
3. İsa Ferisilere neden ikiyüzlüler dedi?
4. İsa’ya göre bir insanı gerçekten kirleten nedir?
5. Allah size “yeni bir yürek” verebileceğini söyleseydi bunu ister miydiniz? Hezekiel 36. bölüm, 26. ayette yer alan şu
ifadeyi düşünün:
26 Size yeni bir yürek verecek, içinize yeni bir ruh koyacağım. İçinizdeki taştan yüreği çıkaracak, size etten bir yürek vereceğim.
63 Bkz. Yuhanna 10:10.
64 Bkz. Matta 11:28–30.
65 Bkz. Mısır’dan Çıkış 20.
66 Bkz. Kaderi Değiştiren 4, ders 7.