Hiç uzaklara gitmenizi gerektirecek özel bir görev için çağrıldınız mı? Ne hissettiniz? Gideceğinize memnun oldunuz mu? Macera mıydı, yoksa zor bir görev mi? Hiç birine özel bir mesaj iletmekle görevlendirildiniz mi? İyi haber miydi, kötü haber mi? Haberi nasıl karşıladılar? Bu derste, birçok kişiye yardımcı olmaları için özel bir göreve gönderilen bazı insanları tanıyacağız.
Halil, Erzincan’ın bir köyünde çiftçiydi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra evlendi ve çocukları oldu. 1965 yılında en büyük oğlu Savaş 20 yaşındaydı ve yeni evlenmişti. Halil, oğlunun çalışkan olduğunu bilerek, bir gün onu konuşmak için yanına çağırdı.
“Savaş, senden çok önemli bir şey yapmanı istiyorum. Senin açından çok büyük bir fedakârlık gerektirecek bir görev. Buradan çok uzaklara gitmene, benden, annenden ve kardeşlerinden ayrılmana neden olacak bir iş. Zorluklarla karşılaşacaksın. Fakat tahammül etmeli ve sana vereceğim göreve sadık kalmalısın. Senden istediğim şey hem benim için bir şeref, hem de ailen ve milletin için bir bereket olacak. Seni bir fabrikada çalışman veya ticarete atılman için Almanya’ya gönderiyorum. Orada çok para kazanabilirsin, bir kısmını da bize göndermen gerek. Bu parayı senin kardeşlerin ve karının kardeşleri için kullanacağız. Bunu yaparsan, onları en iyi okullara gönderebiliriz. Üniversiteye gitme, memuriyete girme ve iş kurma fırsatları olacak. Oğlum, bütün umudumu sana bağladım.”
Savaş’ın aklı karışmıştı. Ailesinden ayrılmak istemiyordu. Onun için canı kadar değerliydiler. Nasıl başka bir ülkeye gidebilirdi? Almanca öğrenmesi gerekecekti. Yeni bir kültüre alışması gerekecekti. Her şey çok farklı olacaktı. Ve bunların tümünü tek başına yapmak zorunda kalacaktı. Dayanabileceği bir ailesi olmayacaktı, yanında yalnızca karısı olacaktı. O ne diyecekti? Fikre tamamen karşı çıkıp hayatı iyice zorlaştıracak mıydı? Orada mutlu olacaklar mıydı?
Savaş “Nurhan’la konuşup birkaç gün içinde sana yanıt vereceğim” dedi.
Savaş bu isteği karısı Nurhan’a anlattığında, karısı düşüncelere daldı ve ciddileşti.
“Savaş, babanın bizden istediği çok büyük bir şey. Ben annemle babamı ne zaman göreceğim? Kardeşlerimizi ne zaman göreceğiz? Orası çok uzak. Ya Almanca öğrenemezsek? Ya Almanlar bizi kabul etmezlerse? Kültürlerine nasıl alışacağız? Türkiye’yi çok özleyeceğiz. Bilmiyorum. Bu konuda düşüneyim.”
Nurhan zorlukları düşündü, fakat faydaları da düşündü. Kardeşlerinin eğitim görme fırsatı olacaktı ve bu sayede aileye daha fazla katkıda bulunabileceklerdi. Sonunda kocasıyla birlikte Almanya’ya gidip yeni bir hayat kurmaya karar verdi.
Almanya’ya ilk indiklerinde, ne kadar daha soğuk olduğunu fark ettiler. Fakat çok geçmeden Almanlar Savaş ve Nurhan’ı kabul ettiler. Arkadaşlar edindiler ve dili öğrendiler. Savaş bir alet fabrikasında iş buldu ve iyi para kazanmaya başladı. Anlaştıkları gibi, parayı Erzincan’a gönderdi. Kardeşleri ve kayınbiraderleri ile baldızları iyi okullara gidebildiler ve başarılı oldular. Biri öğretmen oldu, biri subay, bir diğeri doktor. Ailedeki herkes Savaş ve Nurhan’la gurur duyuyordu. Başarılarının bir kısmını onun fedakârlık yaparak evden uzaklara gitmesine ve Almanya’da para kazanmasına borçlu olduklarını biliyorlardı. Savaş Almanya’ya gelmesinin ailesi için bir bereket ve babası için şeref kaynağı olduğunu anlamıştı. Ancak babasının, tüm Türkiye için bir bereket olmakla ilgili söylediği söz kafasını karıştırıyordu.
Savaş ile Nurhan bir gün Erzincan’daki ailelerini ziyaret etmeye karar verdiler. Arabayla köye doğru yol alırken rüyada gibiydiler. Savaş kendi kendine “Bu gerçekten oldu mu?” diye düşünüyordu. Yıllar geçmişti. Her şey çok farklı görünüyordu. Babasının öküzle sürmesine yardım ettiği tarlaya vardıklarında, büyük, parlak kırmızı renkte bir traktör gördüler. Savaş, Almanya’ya gitmiş olmasaydı o traktörün orada olmayacağını anladı. Ve traktörün üzerinde, babasının gülümseyen görüntüsü, tüm bunlara değdiğini gösteriyordu. Arabadan neredeyse durmadan atladı, babasına koştu, elini öptü ve hiç bırakmak istemezmişcesine babasına sarıldı.
Birlikte köye doğru yol alırlarken, Savaş babasına Almanya’yı, işini ve evini anlattı. Aileden de konuştular. Daha öncesinin aksine, yerden hiç toz kalkmıyordu, çünkü artık asfalt döşenmişti. Kırmızı, yeşil ve sarı boyalı yeni binalar vardı ve bunlar taş ve ahşaptan değil, betondan yapılmışlardı. Köyde pek çok otomobil vardı.
Savaş ve karısı köye girerken pankartı gördüler: Savaş ve Nurhan, evinize hoşgeldiniz. Onları bir davulcuyla zurnacı karşıladı. Sanki ünlüler gibiydiler. Herkes onları gördüğüne memnun olmuştu, Savaş ve Nurhan ise evlerini ne kadar özlediklerini tahmin bile edememişlerdi.
Savaş kardeşlerini gördü. Biri öğretmen, diğeri subay olmuştu. Nurhan’ın erkek kardeşi bankacı, kız kardeşi doktor olmuştu. Çocukları da üst düzey okullara gidiyorlardı. Savaş babasına dönerek şöyle dedi:
“Baba, tüm bunların parasını benim ödemediğimi biliyorum, fakat bunda payım olduğunu da biliyorum. Benim Türkiye için bir bereket olacağımı söylediğinde ne demek istediğini anlamamıştım. Ancak şimdi anlıyorum. Milletimiz için yapıl- ması gerekenleri ne benim, ne de erkek veya kız kardeşlerimin tek başına gerçekleştiremeyeceğimizi biliyorum. Fakat özveride bulunarak, örnek olarak, çocuklarımız, çocuklarımızın çocukları ve onların çocukları daha güçlü bir Türkiye’yi meydana getirebilir. Bir kişi gerçekten de çok sayıda başkalarını etkileyebilir.”
Halil oğluna dönerek şöyle dedi:
“Seninle gurur duyuyorum, oğlum. Yalnızca bizim için yaptık- larından dolayı değil, seni hiç tanımayacak olan binlerce kişi için, yalnızca diğerleri yoluyla bıraktığın etki için de.”
Kutsal Kitap’ta, çok tanınmış ve etkisi tüm gezegene yayılmış birinin öyküsü var. Ondan da, tıpkı Savaş gibi, çok uzak bir yere gitmesi istenmişti. Çağrıyı yapan ise Allah’ın ta kendisiydi. Onun yolculuğu bugünkü Irak sınırları içinde yer alan Ur kentinden başladı, bu adamın adı başlangıçta Avram’dı. Babasının adı Terah’tı ve iki erkek kardeşi vardı. Kardeşi Nahor öldükten sonra Avram, Saray adlı bir kadınla evlendi, tüm aile Ur kentinden ayrıldı ve Harran’a göçtüler. Yaygın inanışa göre Harran’ın konumu, Türkiye’nin güneydoğusunda, Şanlıurfa’dan yaklaşık 40 kilometre uzaklıktadır. Harran kuzey Mezopotamya’dan devam eden ticaret yolunda önemli bir kavşaktı ve büyük bir ay kültünün merkeziydi. Avram’ın babası Harran’da öldü ve Allah onunla ilk kez orada konuştu. Öyküye Yaratılış 12. bölüm, 1-3 ayetlerinden devam edelim:
1 RAB Avram’a, “Ülkeni, akrabalarını, baba evini bırak, sana göstereceğim ülkeye git” dedi, 2 “Seni büyük bir ulus yapacağım, Seni kutsayacak, sana ün kazandıracağım, Bereket kaynağı olacaksın. 3 Seni kutsayanları kutsayacak, Seni lanetleyeni lanetleyeceğim. Yeryüzündeki bütün halklar Senin aracılığınla kutsanacak.”
Avram için ailesinden ayrılarak uzak bir yere gitme düşüncesi zorlu bir mücadele olmuş olmalı. Belki de Savaş gibi o da düşünmüştür, “Sevdiğim ailemden nasıl ayrı kalırım? Bu yeni yerde başıma neler gelecek? Dillerini konuşabilecek miyim, kültürleri benimkinden farklı mı olacak? Ayrıca Allah bana yeryüzündeki tüm halkların benim aracılığımla kutsanacağını söylerken, ne demek istedi? Bütün dünyayı etkileyecek ne yapabilirim? Yoksa, soyumdan gelenler ne yapacak?” Ancak sorular ve kuşkular uzun sürmedi. Avram Allah’a inandı ve yola koyuldu. 4-9 ayetleriyle devam edelim:
4 Avram RAB’bin buyurduğu gibi yola çıktı. Lut da onunla birlikte gitti. Avram Harran’dan ayrıldığı zaman yetmiş beş yaşındaydı. 5 Karısı Saray’ı, yeğeni Lut’u, Harran’da kazandıkları malları, edindikleri uşakları yanına alıp Kenan ülkesine doğru yola çıktı. Oraya vardılar. 6 Avram ülke boyunca Şekem’deki More meşesine kadar ilerledi. O günlerde orada Kenanlılar yaşıyordu. 7 RAB Avram’a görünerek, “Bu toprakları senin soyuna vereceğim” dedi. Avram kendisine görünen RAB’be orada bir sunak yaptı. 8 Oradan Beytel’in doğusundaki dağlık bölgeye doğru gitti. Çadırını batıdaki Beytel’le doğudaki Ay Kenti’nin arasına kurdu. Orada RAB’be bir sunak yapıp RAB’bi adıyla çağırdı. 9 Sonra kona göçe Negev’e doğru ilerledi.
Eşyaları toplayıp taşınmanın, profesyonel nakliyeciler ve kamyonlarla dahi ne kadar zor olduğunu biliyorsunuzdur. Eşyalarınız develere yüklü olarak yaya seyahat etmenin nasıl olduğunu hayal edin. Yolun tozu saçınıza ve elbiselerinize yapışıyor, sıcak güneş sizi terletiyor. Akşam olduğunda tüm gün yürümekten bitkin düşüyorsunuz, ancak kamp kurup yemek ve yatak hazırlamanız gerekiyor. Banyo imkânı yok, yine de ertesi gün kalkarak yola devam etmeniz gerekiyor. Her seferinde son olduğunu umdukları tepeleri tırmanırken, muhtemelen acaba ne zaman varacaklarını düşünüyorlardı. Yine de, tüm zorluğuna rağmen, evrenin Allah’ının rehber olması ne büyük bir bereket olmuş olmalı. Allah Avram’la bir antlaşma yaptı ve tüm dünyayı onun aracılığıyla kutsayacağını, ve Avram’ın torunlarına bugünkü Filistin toprakları olan Kenan ülkesini vereceğini vaat etti. Allah’ın sözünden başka, Avram’ın bu ülkeyi görebileceğine dair hiçbir garantisi yoktu ve bazıları onun yolculuğunun aptalca olduğunu düşündüler. Ancak o şükretmeye ve ilerlemeye devam etti. 10-20 ayetlerine bakalım:
10 Ülkedeki şiddetli kıtlık yüzünden Avram geçici bir süre için Mısır’a gitti. 11 Mısır’a yaklaştıklarında karısı Saray’a, “Güzel bir kadın olduğunu biliyorum” dedi, 12 “Olur ki Mısırlılar seni görüp, ‘Bu onun karısı’ diyerek beni öldürür, seni sağ bırakırlar. 13 Lütfen, ‘Onun kızkardeşiyim’ de ki, senin hatırın için bana iyi davransınlar, canıma dokunmasınlar.” 14 Avram Mısır’a girince, Mısırlılar karısının çok güzel olduğunu farkettiler. 15 Kadını gören fıravunun adamları, güzelliğini fıravuna övdüler. Kadın saraya alındı. 16 Onun hatırı için fıravun Avram’a iyi davrandı. Avram davar, sığır, erkek ve dişi eşek, erkek ve kadın köle, deve sahibi oldu. 17 RAB Avram’ın karısı Saray yüzünden fıravunla ev halkının başına korkunç felaketler getirdi. 18 Firavun Avram’ı çağırtarak, “Nedir bana bu yaptığın?” dedi, “Neden Saray’ın karın olduğunu söylemedin? 19 Niçin ‘Saray kızkardeşimdir’ diyerek onunla evlenmeme izin verdin? Al karını, git!” 20 Firavun Avram için adamlarına buyruk verdi. Böylece Avram’la karısını sahip olduğu her şeyle birlikte gönderdiler.
Bu öykü kısa olmasına ve Avram’ın yolculuğuna dair kapsamlı anlatının arasına sıkıştırılmış olmasına rağmen, bize birkaç şey açıklıyor. Öncelikle, Avram sürekli olarak düşmanların ve doğa koşullarının tehdidi altındaydı. Avram’ın bu engelleri aşmak için, Allah’a büyük bir imanı olması gerekiyordu. İkincisi, Avram Allah’la özel bir ilişkisi olmasına rağmen, yine de normal bir adamdı. Duyguları, endişeleri ve şüpheleri vardı. Allah onu buraya kadar getirmişti, ancak Avram Allah’ın korumasını unutmuşa benziyordu. Üçüncü olarak, putperest Mısırlılar bile yalan söylemenin kötü olduğunu biliyorlardı, bu yüzden Avram’ı hilesinden dolayı kınadılar. Dördüncüsü, Avram’ın kendi hayatını kurtarmak için yaptığı plan, Allah’la yaptığı antlaşmayı mahvedebilirdi. Fakat Allah araya girerek Firavun’un Avram’ın karısını elinden almasına engel oldu. Peki Allah tüm bunların olmasına neden izin verdi? Belki Avram’ı sınıyordu ve bu olay Avram’ın Allah’a daha fazla güvenmesi gerektiğini ortaya koydu. Ancak kesin olan bir şey var ki, Allah, Avram’a henüz vermiş olduğu torunlarının Kenan ülkesini ele geçirecekleri ve tüm dünyaya bereket olacakları vaadini korudu.
Yaratılış 13. bölümün ilk birkaç ayetini okuyarak bitirelim:
1 Avram, karısı ve sahip olduğu her şeyle birlikte Mısır’dan ayrılıp Negev’e doğru gitti. Lut da onunla birlikteydi. 2 Avram çok zengindi. Sürüleri, altınları, gümüşleri vardı. 3 Negev’den başlayıp bir yerden öbürüne göçerek Beytel’e kadar gitti. Beytel’le Ay Kenti arasında daha önce çadırını kurmuş olduğu yere vardı. 4 Önceden yapmış olduğu sunağın bulunduğu yere gidip orada RAB’bi adıyla çağırdı.
Savaş Almanya’dayken, yaşamının ailesini veya Türk ulusunu nasıl etkileyeceğini tam olarak anlamamıştı. Etkisinin pek çok nesile uzanacağını hayal edememişti. Peki Avram yaşamının ne değer taşıdığını anlamış mıydı? Allah’ın dünyayı kendisi yoluyla nasıl bereketleyeceğini anlamış mıydı? Muhtemelen anlamamıştı, fakat Kutsal Yazılar’ın ilerleyen kısımlarında Allah’ın Avram’a verdiği vaadi nasıl yerine getirdiğini ve bütün bir halkın kaderini nasıl değiştirdiğini göreceğiz.
Pek çok büyük olayın küçük başlangıçları olur. Bir zamanlar imparatorluğun uzak bir köşesinde bir topluluk ciddi şekilde başkaldırdı. Sultan bu insanları bastırmak için orduyu gönderebilirdi, ne de olsa burası Sultan’ın krallığıydı ve bunu yapmak için tüm yetkiye sahipti. Sultan, ordu yerine iyi bir elçi gönderdi. Ne? Kendi halkınıza bir elçi mi gönderiyorsunuz? Fakat bunu yaptı.
Elçi halka nezaket gösterip şikâyetlerini dinledi. Onlara yaşamlarındaki meselelerde yardımcı oldu. Halka, Sultan’ın onların iyiliğini istediğini ve onları düşmanlardan koruyacağını anlattı. Halk, elçinin anlattığı imparatorluğa ve Sultan’a sadık kalmanın yararlarını dinledi.
Bazıları elçiye inandı, çoğu inanmadı. Elçi öldüğünde yerini oğlu aldı ve halka yardım etme politikasına devam etti. Bu birkaç kuşak sürdü. Sonra düşmanlar halka saldırdı. İlk elçinin soyundan biri işgalcilere karşı savaşa önderlik etti. Elçinin kendisi öldü, fakat halk kurtuldu.
Öyleyse Allah Avram’la ne yapıyor? Allah neden Avram’a tüm dünya için bir bereket olma vaadiyle geldi? Bir adım geri dönerek bu noktaya kadar neler olduğunu gözden geçirelim. Allah, Havva’nın soyundan birinin yılanın başını ezeceğini ve kötülüğün yok edileceğini vaat etmişti. Fakat bu hemen o anda olmadı. Dünya günahla doldu ve Allah neredeyse tüm insan soyunu yok etmeye mecbur kaldı. Günahın o hızla büyümesine izin veremezdi, ancak ilk vaadi uğruna birini koruması gerekiyordu. Bu nedenle Nuh’u seçti. Nuh yılanın başını ezecek olan vaat edilmiş kişi miydi? Hayır. Tufandan sonra insanlar Babil’de toplanarak Allah’a meydan okudular. Allah da insanları dünyanın dört bucağına dağıtarak kötülüğe karşı savaştı. Ancak Allah dünyanın insanlarını yüzüstü bırakmadı ve hâlâ vaadini yerine getirmeyi amaçlıyordu. Kötülüğü yok etmek ve dünyayı bir adam yoluyla kutsamak için bir planı vardı.
Sonra Avram’ı seçti, ona anayurdundan ayrılmasını söyledi ve onu yabancı bir ülkeye yönlendirdi. Allah Avram’a üç şey vaat etmişti: Kenan ülkesini Avram’ın torunlarına vermeyi, onları büyük bir ulus yapmayı, ve onların aracılığıyla tüm dünyayı kutsamayı. Böylece, Allah’ın tüm ulusları kötü eylemleri yüzünden dağıtmasına rağmen, O’nun aynı zamanda dünya insanlarını Avram ve onun soyundan gelenler yoluyla doğrulukta kutsamak için bir planı vardı. Allah’ın planının açılımını, O’nun kadere nasıl şekil verdiğini ve değiştirdiğini görmek heyecan verici değil mi?
Tartışma Soruları
1. Allah’ın sizi özel bir göreve gönderdiğini bilseydiniz, gider miydiniz? Ya bu görev ailenizden ve arkadaşlarınızdan
ayrılmak zorunda kalmanız anlamına gelseydi?
2. Aileniz için kariyerinizi feda eder miydiniz? Ya bir yabancı için?
3. Avram yılanın başını ezerek kötülüğe son verecek olan kişi miydi, yoksa gelip bunu yapacak olan başka birini mi
beklemeliyiz?
4. Allah neden bir insanla antlaşma yapıyordu? O kesinlikle hiç kimseye bir şey vaat etmek zorunda değil, ancak yine
de böyle yapıyor. Sizce bunu neden yapıyor?
Halil, Erzincan’ın bir köyünde çiftçiydi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra evlendi ve çocukları oldu. 1965 yılında en büyük oğlu Savaş 20 yaşındaydı ve yeni evlenmişti. Halil, oğlunun çalışkan olduğunu bilerek, bir gün onu konuşmak için yanına çağırdı.
“Savaş, senden çok önemli bir şey yapmanı istiyorum. Senin açından çok büyük bir fedakârlık gerektirecek bir görev. Buradan çok uzaklara gitmene, benden, annenden ve kardeşlerinden ayrılmana neden olacak bir iş. Zorluklarla karşılaşacaksın. Fakat tahammül etmeli ve sana vereceğim göreve sadık kalmalısın. Senden istediğim şey hem benim için bir şeref, hem de ailen ve milletin için bir bereket olacak. Seni bir fabrikada çalışman veya ticarete atılman için Almanya’ya gönderiyorum. Orada çok para kazanabilirsin, bir kısmını da bize göndermen gerek. Bu parayı senin kardeşlerin ve karının kardeşleri için kullanacağız. Bunu yaparsan, onları en iyi okullara gönderebiliriz. Üniversiteye gitme, memuriyete girme ve iş kurma fırsatları olacak. Oğlum, bütün umudumu sana bağladım.”
Savaş’ın aklı karışmıştı. Ailesinden ayrılmak istemiyordu. Onun için canı kadar değerliydiler. Nasıl başka bir ülkeye gidebilirdi? Almanca öğrenmesi gerekecekti. Yeni bir kültüre alışması gerekecekti. Her şey çok farklı olacaktı. Ve bunların tümünü tek başına yapmak zorunda kalacaktı. Dayanabileceği bir ailesi olmayacaktı, yanında yalnızca karısı olacaktı. O ne diyecekti? Fikre tamamen karşı çıkıp hayatı iyice zorlaştıracak mıydı? Orada mutlu olacaklar mıydı?
Savaş “Nurhan’la konuşup birkaç gün içinde sana yanıt vereceğim” dedi.
Savaş bu isteği karısı Nurhan’a anlattığında, karısı düşüncelere daldı ve ciddileşti.
“Savaş, babanın bizden istediği çok büyük bir şey. Ben annemle babamı ne zaman göreceğim? Kardeşlerimizi ne zaman göreceğiz? Orası çok uzak. Ya Almanca öğrenemezsek? Ya Almanlar bizi kabul etmezlerse? Kültürlerine nasıl alışacağız? Türkiye’yi çok özleyeceğiz. Bilmiyorum. Bu konuda düşüneyim.”
Nurhan zorlukları düşündü, fakat faydaları da düşündü. Kardeşlerinin eğitim görme fırsatı olacaktı ve bu sayede aileye daha fazla katkıda bulunabileceklerdi. Sonunda kocasıyla birlikte Almanya’ya gidip yeni bir hayat kurmaya karar verdi.
Almanya’ya ilk indiklerinde, ne kadar daha soğuk olduğunu fark ettiler. Fakat çok geçmeden Almanlar Savaş ve Nurhan’ı kabul ettiler. Arkadaşlar edindiler ve dili öğrendiler. Savaş bir alet fabrikasında iş buldu ve iyi para kazanmaya başladı. Anlaştıkları gibi, parayı Erzincan’a gönderdi. Kardeşleri ve kayınbiraderleri ile baldızları iyi okullara gidebildiler ve başarılı oldular. Biri öğretmen oldu, biri subay, bir diğeri doktor. Ailedeki herkes Savaş ve Nurhan’la gurur duyuyordu. Başarılarının bir kısmını onun fedakârlık yaparak evden uzaklara gitmesine ve Almanya’da para kazanmasına borçlu olduklarını biliyorlardı. Savaş Almanya’ya gelmesinin ailesi için bir bereket ve babası için şeref kaynağı olduğunu anlamıştı. Ancak babasının, tüm Türkiye için bir bereket olmakla ilgili söylediği söz kafasını karıştırıyordu.
Savaş ile Nurhan bir gün Erzincan’daki ailelerini ziyaret etmeye karar verdiler. Arabayla köye doğru yol alırken rüyada gibiydiler. Savaş kendi kendine “Bu gerçekten oldu mu?” diye düşünüyordu. Yıllar geçmişti. Her şey çok farklı görünüyordu. Babasının öküzle sürmesine yardım ettiği tarlaya vardıklarında, büyük, parlak kırmızı renkte bir traktör gördüler. Savaş, Almanya’ya gitmiş olmasaydı o traktörün orada olmayacağını anladı. Ve traktörün üzerinde, babasının gülümseyen görüntüsü, tüm bunlara değdiğini gösteriyordu. Arabadan neredeyse durmadan atladı, babasına koştu, elini öptü ve hiç bırakmak istemezmişcesine babasına sarıldı.
Birlikte köye doğru yol alırlarken, Savaş babasına Almanya’yı, işini ve evini anlattı. Aileden de konuştular. Daha öncesinin aksine, yerden hiç toz kalkmıyordu, çünkü artık asfalt döşenmişti. Kırmızı, yeşil ve sarı boyalı yeni binalar vardı ve bunlar taş ve ahşaptan değil, betondan yapılmışlardı. Köyde pek çok otomobil vardı.
Savaş ve karısı köye girerken pankartı gördüler: Savaş ve Nurhan, evinize hoşgeldiniz. Onları bir davulcuyla zurnacı karşıladı. Sanki ünlüler gibiydiler. Herkes onları gördüğüne memnun olmuştu, Savaş ve Nurhan ise evlerini ne kadar özlediklerini tahmin bile edememişlerdi.
Savaş kardeşlerini gördü. Biri öğretmen, diğeri subay olmuştu. Nurhan’ın erkek kardeşi bankacı, kız kardeşi doktor olmuştu. Çocukları da üst düzey okullara gidiyorlardı. Savaş babasına dönerek şöyle dedi:
“Baba, tüm bunların parasını benim ödemediğimi biliyorum, fakat bunda payım olduğunu da biliyorum. Benim Türkiye için bir bereket olacağımı söylediğinde ne demek istediğini anlamamıştım. Ancak şimdi anlıyorum. Milletimiz için yapıl- ması gerekenleri ne benim, ne de erkek veya kız kardeşlerimin tek başına gerçekleştiremeyeceğimizi biliyorum. Fakat özveride bulunarak, örnek olarak, çocuklarımız, çocuklarımızın çocukları ve onların çocukları daha güçlü bir Türkiye’yi meydana getirebilir. Bir kişi gerçekten de çok sayıda başkalarını etkileyebilir.”
Halil oğluna dönerek şöyle dedi:
“Seninle gurur duyuyorum, oğlum. Yalnızca bizim için yaptık- larından dolayı değil, seni hiç tanımayacak olan binlerce kişi için, yalnızca diğerleri yoluyla bıraktığın etki için de.”
Kutsal Kitap’ta, çok tanınmış ve etkisi tüm gezegene yayılmış birinin öyküsü var. Ondan da, tıpkı Savaş gibi, çok uzak bir yere gitmesi istenmişti. Çağrıyı yapan ise Allah’ın ta kendisiydi. Onun yolculuğu bugünkü Irak sınırları içinde yer alan Ur kentinden başladı, bu adamın adı başlangıçta Avram’dı. Babasının adı Terah’tı ve iki erkek kardeşi vardı. Kardeşi Nahor öldükten sonra Avram, Saray adlı bir kadınla evlendi, tüm aile Ur kentinden ayrıldı ve Harran’a göçtüler. Yaygın inanışa göre Harran’ın konumu, Türkiye’nin güneydoğusunda, Şanlıurfa’dan yaklaşık 40 kilometre uzaklıktadır. Harran kuzey Mezopotamya’dan devam eden ticaret yolunda önemli bir kavşaktı ve büyük bir ay kültünün merkeziydi. Avram’ın babası Harran’da öldü ve Allah onunla ilk kez orada konuştu. Öyküye Yaratılış 12. bölüm, 1-3 ayetlerinden devam edelim:
1 RAB Avram’a, “Ülkeni, akrabalarını, baba evini bırak, sana göstereceğim ülkeye git” dedi, 2 “Seni büyük bir ulus yapacağım, Seni kutsayacak, sana ün kazandıracağım, Bereket kaynağı olacaksın. 3 Seni kutsayanları kutsayacak, Seni lanetleyeni lanetleyeceğim. Yeryüzündeki bütün halklar Senin aracılığınla kutsanacak.”
Avram için ailesinden ayrılarak uzak bir yere gitme düşüncesi zorlu bir mücadele olmuş olmalı. Belki de Savaş gibi o da düşünmüştür, “Sevdiğim ailemden nasıl ayrı kalırım? Bu yeni yerde başıma neler gelecek? Dillerini konuşabilecek miyim, kültürleri benimkinden farklı mı olacak? Ayrıca Allah bana yeryüzündeki tüm halkların benim aracılığımla kutsanacağını söylerken, ne demek istedi? Bütün dünyayı etkileyecek ne yapabilirim? Yoksa, soyumdan gelenler ne yapacak?” Ancak sorular ve kuşkular uzun sürmedi. Avram Allah’a inandı ve yola koyuldu. 4-9 ayetleriyle devam edelim:
4 Avram RAB’bin buyurduğu gibi yola çıktı. Lut da onunla birlikte gitti. Avram Harran’dan ayrıldığı zaman yetmiş beş yaşındaydı. 5 Karısı Saray’ı, yeğeni Lut’u, Harran’da kazandıkları malları, edindikleri uşakları yanına alıp Kenan ülkesine doğru yola çıktı. Oraya vardılar. 6 Avram ülke boyunca Şekem’deki More meşesine kadar ilerledi. O günlerde orada Kenanlılar yaşıyordu. 7 RAB Avram’a görünerek, “Bu toprakları senin soyuna vereceğim” dedi. Avram kendisine görünen RAB’be orada bir sunak yaptı. 8 Oradan Beytel’in doğusundaki dağlık bölgeye doğru gitti. Çadırını batıdaki Beytel’le doğudaki Ay Kenti’nin arasına kurdu. Orada RAB’be bir sunak yapıp RAB’bi adıyla çağırdı. 9 Sonra kona göçe Negev’e doğru ilerledi.
Eşyaları toplayıp taşınmanın, profesyonel nakliyeciler ve kamyonlarla dahi ne kadar zor olduğunu biliyorsunuzdur. Eşyalarınız develere yüklü olarak yaya seyahat etmenin nasıl olduğunu hayal edin. Yolun tozu saçınıza ve elbiselerinize yapışıyor, sıcak güneş sizi terletiyor. Akşam olduğunda tüm gün yürümekten bitkin düşüyorsunuz, ancak kamp kurup yemek ve yatak hazırlamanız gerekiyor. Banyo imkânı yok, yine de ertesi gün kalkarak yola devam etmeniz gerekiyor. Her seferinde son olduğunu umdukları tepeleri tırmanırken, muhtemelen acaba ne zaman varacaklarını düşünüyorlardı. Yine de, tüm zorluğuna rağmen, evrenin Allah’ının rehber olması ne büyük bir bereket olmuş olmalı. Allah Avram’la bir antlaşma yaptı ve tüm dünyayı onun aracılığıyla kutsayacağını, ve Avram’ın torunlarına bugünkü Filistin toprakları olan Kenan ülkesini vereceğini vaat etti. Allah’ın sözünden başka, Avram’ın bu ülkeyi görebileceğine dair hiçbir garantisi yoktu ve bazıları onun yolculuğunun aptalca olduğunu düşündüler. Ancak o şükretmeye ve ilerlemeye devam etti. 10-20 ayetlerine bakalım:
10 Ülkedeki şiddetli kıtlık yüzünden Avram geçici bir süre için Mısır’a gitti. 11 Mısır’a yaklaştıklarında karısı Saray’a, “Güzel bir kadın olduğunu biliyorum” dedi, 12 “Olur ki Mısırlılar seni görüp, ‘Bu onun karısı’ diyerek beni öldürür, seni sağ bırakırlar. 13 Lütfen, ‘Onun kızkardeşiyim’ de ki, senin hatırın için bana iyi davransınlar, canıma dokunmasınlar.” 14 Avram Mısır’a girince, Mısırlılar karısının çok güzel olduğunu farkettiler. 15 Kadını gören fıravunun adamları, güzelliğini fıravuna övdüler. Kadın saraya alındı. 16 Onun hatırı için fıravun Avram’a iyi davrandı. Avram davar, sığır, erkek ve dişi eşek, erkek ve kadın köle, deve sahibi oldu. 17 RAB Avram’ın karısı Saray yüzünden fıravunla ev halkının başına korkunç felaketler getirdi. 18 Firavun Avram’ı çağırtarak, “Nedir bana bu yaptığın?” dedi, “Neden Saray’ın karın olduğunu söylemedin? 19 Niçin ‘Saray kızkardeşimdir’ diyerek onunla evlenmeme izin verdin? Al karını, git!” 20 Firavun Avram için adamlarına buyruk verdi. Böylece Avram’la karısını sahip olduğu her şeyle birlikte gönderdiler.
Bu öykü kısa olmasına ve Avram’ın yolculuğuna dair kapsamlı anlatının arasına sıkıştırılmış olmasına rağmen, bize birkaç şey açıklıyor. Öncelikle, Avram sürekli olarak düşmanların ve doğa koşullarının tehdidi altındaydı. Avram’ın bu engelleri aşmak için, Allah’a büyük bir imanı olması gerekiyordu. İkincisi, Avram Allah’la özel bir ilişkisi olmasına rağmen, yine de normal bir adamdı. Duyguları, endişeleri ve şüpheleri vardı. Allah onu buraya kadar getirmişti, ancak Avram Allah’ın korumasını unutmuşa benziyordu. Üçüncü olarak, putperest Mısırlılar bile yalan söylemenin kötü olduğunu biliyorlardı, bu yüzden Avram’ı hilesinden dolayı kınadılar. Dördüncüsü, Avram’ın kendi hayatını kurtarmak için yaptığı plan, Allah’la yaptığı antlaşmayı mahvedebilirdi. Fakat Allah araya girerek Firavun’un Avram’ın karısını elinden almasına engel oldu. Peki Allah tüm bunların olmasına neden izin verdi? Belki Avram’ı sınıyordu ve bu olay Avram’ın Allah’a daha fazla güvenmesi gerektiğini ortaya koydu. Ancak kesin olan bir şey var ki, Allah, Avram’a henüz vermiş olduğu torunlarının Kenan ülkesini ele geçirecekleri ve tüm dünyaya bereket olacakları vaadini korudu.
Yaratılış 13. bölümün ilk birkaç ayetini okuyarak bitirelim:
1 Avram, karısı ve sahip olduğu her şeyle birlikte Mısır’dan ayrılıp Negev’e doğru gitti. Lut da onunla birlikteydi. 2 Avram çok zengindi. Sürüleri, altınları, gümüşleri vardı. 3 Negev’den başlayıp bir yerden öbürüne göçerek Beytel’e kadar gitti. Beytel’le Ay Kenti arasında daha önce çadırını kurmuş olduğu yere vardı. 4 Önceden yapmış olduğu sunağın bulunduğu yere gidip orada RAB’bi adıyla çağırdı.
Savaş Almanya’dayken, yaşamının ailesini veya Türk ulusunu nasıl etkileyeceğini tam olarak anlamamıştı. Etkisinin pek çok nesile uzanacağını hayal edememişti. Peki Avram yaşamının ne değer taşıdığını anlamış mıydı? Allah’ın dünyayı kendisi yoluyla nasıl bereketleyeceğini anlamış mıydı? Muhtemelen anlamamıştı, fakat Kutsal Yazılar’ın ilerleyen kısımlarında Allah’ın Avram’a verdiği vaadi nasıl yerine getirdiğini ve bütün bir halkın kaderini nasıl değiştirdiğini göreceğiz.
Pek çok büyük olayın küçük başlangıçları olur. Bir zamanlar imparatorluğun uzak bir köşesinde bir topluluk ciddi şekilde başkaldırdı. Sultan bu insanları bastırmak için orduyu gönderebilirdi, ne de olsa burası Sultan’ın krallığıydı ve bunu yapmak için tüm yetkiye sahipti. Sultan, ordu yerine iyi bir elçi gönderdi. Ne? Kendi halkınıza bir elçi mi gönderiyorsunuz? Fakat bunu yaptı.
Elçi halka nezaket gösterip şikâyetlerini dinledi. Onlara yaşamlarındaki meselelerde yardımcı oldu. Halka, Sultan’ın onların iyiliğini istediğini ve onları düşmanlardan koruyacağını anlattı. Halk, elçinin anlattığı imparatorluğa ve Sultan’a sadık kalmanın yararlarını dinledi.
Bazıları elçiye inandı, çoğu inanmadı. Elçi öldüğünde yerini oğlu aldı ve halka yardım etme politikasına devam etti. Bu birkaç kuşak sürdü. Sonra düşmanlar halka saldırdı. İlk elçinin soyundan biri işgalcilere karşı savaşa önderlik etti. Elçinin kendisi öldü, fakat halk kurtuldu.
Öyleyse Allah Avram’la ne yapıyor? Allah neden Avram’a tüm dünya için bir bereket olma vaadiyle geldi? Bir adım geri dönerek bu noktaya kadar neler olduğunu gözden geçirelim. Allah, Havva’nın soyundan birinin yılanın başını ezeceğini ve kötülüğün yok edileceğini vaat etmişti. Fakat bu hemen o anda olmadı. Dünya günahla doldu ve Allah neredeyse tüm insan soyunu yok etmeye mecbur kaldı. Günahın o hızla büyümesine izin veremezdi, ancak ilk vaadi uğruna birini koruması gerekiyordu. Bu nedenle Nuh’u seçti. Nuh yılanın başını ezecek olan vaat edilmiş kişi miydi? Hayır. Tufandan sonra insanlar Babil’de toplanarak Allah’a meydan okudular. Allah da insanları dünyanın dört bucağına dağıtarak kötülüğe karşı savaştı. Ancak Allah dünyanın insanlarını yüzüstü bırakmadı ve hâlâ vaadini yerine getirmeyi amaçlıyordu. Kötülüğü yok etmek ve dünyayı bir adam yoluyla kutsamak için bir planı vardı.
Sonra Avram’ı seçti, ona anayurdundan ayrılmasını söyledi ve onu yabancı bir ülkeye yönlendirdi. Allah Avram’a üç şey vaat etmişti: Kenan ülkesini Avram’ın torunlarına vermeyi, onları büyük bir ulus yapmayı, ve onların aracılığıyla tüm dünyayı kutsamayı. Böylece, Allah’ın tüm ulusları kötü eylemleri yüzünden dağıtmasına rağmen, O’nun aynı zamanda dünya insanlarını Avram ve onun soyundan gelenler yoluyla doğrulukta kutsamak için bir planı vardı. Allah’ın planının açılımını, O’nun kadere nasıl şekil verdiğini ve değiştirdiğini görmek heyecan verici değil mi?
Tartışma Soruları
1. Allah’ın sizi özel bir göreve gönderdiğini bilseydiniz, gider miydiniz? Ya bu görev ailenizden ve arkadaşlarınızdan
ayrılmak zorunda kalmanız anlamına gelseydi?
2. Aileniz için kariyerinizi feda eder miydiniz? Ya bir yabancı için?
3. Avram yılanın başını ezerek kötülüğe son verecek olan kişi miydi, yoksa gelip bunu yapacak olan başka birini mi
beklemeliyiz?
4. Allah neden bir insanla antlaşma yapıyordu? O kesinlikle hiç kimseye bir şey vaat etmek zorunda değil, ancak yine
de böyle yapıyor. Sizce bunu neden yapıyor?