Hayatta gerçekten unutulmaz olan çok az an vardır. Yaşlandıkça, büyük iş bağlantılarına, sınavlardan alınan yüksek notlara, eğlencelere ve dostlarla geçirilen eğlenceli hafta sonlarına dair anılar sanki kaybolup gider. Ancak arada bir hafızalarımıza kalıcı olarak işlenen sarsıcı olaylar olur. Bunlar mucizevi anlar dediğimiz, üzüntüyle sevincin kafa kafaya çarpıştığı ve trajedinin zafere dönüştüğü zamanlardır. Bunlar sevinç gözyaşlarının aktığı zamanlardır, çünkü kişi bilir ki:
“Bana bir melek dokundu. Allah beni ziyaret etti.”
Elektrik hattından gelen şok gibi, bu olaylar bizi sarsar, uyandırır ve hayatımızın yönünü beklenmedik bir biçimde değiştirir. Bu dersimizde böyle bir olaya tanık olacağız. İsa’nın yalnızca bir hayatı değil, tüm insanlık tarihinin yönünü değiştirdiğini göreceğiz.
Enise felç edici mide ağrıları çekmeye ve ayak bileklerinde şişlikler oluşmaya başladığında yalnızca 16 yaşındaydı.60 Endişelenen anne– babası onu bir hastaneye götürdü. Onlara Enise’nin ender görülen bir lösemi türüne yakalandığını ve kemoterapi ile radyoterapiye girmesi gerektiğini söylediler. Ayrıca hastalığının ve tedavisinin öldüreceği kırmızı kan hücrelerini yenilemek için acilen kemik iliği nakline ihtiyacı vardı. Nakil olmazsa Enise ölecekti.
Enise’nin anne–babası, erkek kardeşi ve tüm akrabaları ilik verici olup olamayacaklarının anlaşılması için test edildiler. Fakat hiçbiri uygun bulunamadı. Sonunda bir verici bulundu. Fakat ne yazık ki adam ilik vermekten son anda vazgeçerek Enise’nin ailesini büyük bir krizle baş başa bıraktı.
Enise’nin annesi Meryem şöyle diyor: “Yıkılmıştık.”
Yapabilecekleri tek şey dua etmekti. Meryem hatırlıyor:
“Sonra bir rüya gördüm. Bu rüyada bir çocuk vardı.”
Meryem ve kocası İbrahim hemen bütün umutlarını daha rahme bile düşmemiş olan bir bebeğe bağladılar. Bu bebek kızlarının hayatını kurtarabilir miydi? Doktora sorduklarında, yeni bir kardeşin aynı kemik iliğine sahip olması ihtimalinin yalnızca %23 olduğunu söyledi. Fakat kızlarının hayatını kurtarmaya kararlıydılar ve riske girmeye istekliydiler.
Kolay verilen bir karar ya da basit bir dörtte bir ihtimal değildi. İbrahim önceden vazektomi ameliyatı olmuştu ve bunu geri aldırması gerekiyordu, bu da her zaman başarılı olmuyordu. Meryem 42 yaşına gelmişti, başarılı bir hamilelik şansı yalnızca %40’tı. Üstelik Enise’nin vücudunun kemik iliğini kabul edeceğinin hiçbir garantisi yoktu. Aile diz çökerek dua etti:
“Gökteki sevgili Baba, mucizeye ihtiyacımız var. Eğer Senin arzunsa, öyle olsun. İsa Mesih’in adıyla diliyoruz. Âmin.”
Şimdi planın mükemmel şekilde işlemesini beklemek büyük sabır gerektirecekti. İbrahim başarılı bir ameliyat oldu. Meryem hamile kaldı. Ailenin ve dostların heyecanı arttı. Bebek sağlıklıydı ve normal şekilde gelişiyordu. Ne var ki, Enise’nin durumu kötüye gidiyordu.
Hamileliğin yedinci ayında Meryem ile İbrahim bebeğin iliğinin uyacağının unutulmaz haberini aldılar! Bu büyük ümit kalplerinde yanıp tutuşurken, ilerleyen aylar hızla geçti. Değerli bebek doğduğunda adını Melis Havva koydular ve onu büyük bir sevgiyle sevdiler. O sıradan bir bebek değildi, zira ablasının hayatını kurtarmak üzere doğmuştu! Bundan sonra ise daha da büyük bir sabır denemesi başladı. Melis’in Enise’ye kemik iliği nakli yapılabilecek kadar büyümesi için ailenin 14 ay beklemesi gerekiyordu. Enise o güne kadar yaşayabilecek miydi? Zaman ilerliyordu.
Derken 1991 yılının Ağustos ayında beklenen gün geldi. Doktorlar kemik iliğini minik Melis’in kalçasından uzun bir iğneyle çıkararak Enise’ye damardan verdiler. Enise’nin durumu çarpıcı bir biçimde iyiye gitmeye başladı. Kısa bir süre sonra kanseri tamamen yendiği bildirildi. Aile sevinçle kendinden geçti.
“Allah’ın bizim için mucize üstüne mucize yaptığını hissettik.”
Allah bir çocuğu kurtarmakla kalmamıştı, şimdi bir de hayranlıkla sevecekleri bir bebek “kahramanları” vardı.
Yirmi yıl sonra, iki kız birbirleriyle gülüşüp şakalaşıyor. Birbirlerine olan sevgileri hayal edebileceğimizden çok daha güçlü. Enise kendini küçük kız kardeşinin annesi gibi görüyor. Melis bir insanın hayatı boyunca bekleyebileceğinden çok daha fazla sevgiyle büyüdü. Evleri sürekli bir minnettarlıkla doldu. Zira kızkardeşi doğmasaydı, Enise bugün kelimenin tam anlamıyla hayatta olmayacaktı. Ve doğrusu, Enise kansere yakalanmış olmasaydı Melis hayatta olmayacaktı!
Eğer felaketler mucizeler için uygun ortamı hazırlıyorsa, insanlığın ahlaki çöküşü felaketi için de bir mucize olabilir miydi? Allah’ın Aden bahçesinde tesis ettiği mükemmel plandan kesinlikle çok uzaktayız. Allah hepimizin en büyük felaketine, günaha yönelik doğamıza karşı koymak için ne yapabilirdi? Mecazen söyleyecek olursak, dünya kendi ilik naklini alabilecek miydi? Bu soruyu yanıtlamak için, şimdi dersimizin kutsal yazı kısmına başlayalım. Son dersimizde İsa’nın trajik ölümünde kalmıştık.
Mesih’in çarmıha gerilmesi esnasındaki sarsıcı olaylar annesini, öğrencilerini ve diğer izleyicilerini perişan etmişti. İsa’nın cansız bedenine inanamayarak ve dehşetle bakıyorlardı. Güçlü şifa verişiyle, yaratıcı öğretişiyle ve cinler üzerindeki hakimiyetiyle kalabalıkları şaşkına çeviren alçakgönüllü mucize yapıcı, şimdi gök ile yer arasında bir Roma çarmıhına çivili bir halde asılıydı! Yanlış giden neydi? Fırtına sırasında birden elektrik kesildiğinde evlerimize çöken beklenmedik karanlık gibi, yaşadıkları kaybın karanlığının kalplerini kapladığını hissediyorlardı. Işıklarını kaybetmişlerdi!
İsa öldüğünde Yeruşalim’i sarsmış olan deprem dinmişti. İsa çarmıh üzerinde son saatlerini yaşarken kararan güneş, şimdi ufukta gözden kaybolurken yeryüzünü yeniden altın sarısına boyuyordu. Fakat hayat artık eskisi gibi olmayacaktı. İsa’nın gördüğü işkenceye ve ölümüne tanık olanlar, O’nun kanayan yüzünün ve delinen ellerinin görüntüsünü zihinlerinden silemiyorlardı. Alışılmadık, zalimce ve şeytani bir şeye tanık olmuşlardı. Yine de, bu işkence gören adamda başka hiçbir kişide tanık olmadıkları bir sükuneti, güven verici ifadeyi ve ağırbaşlılığı tekrar tekrar görmüşlerdi. Dünyanın ışığı sönmüştü. Kalabalıklar evlerine ümitsiz ve şaşkın bir halde döndüler.
Sebt günü hızla yaklaşırken, Yahudi önderler suçluların ve İsa’nın haçları üzerinde kalmalarını istemediler. Daha henüz masum bir adamı öldürmüş olmalarına rağmen, ölenlerin bedenlerinin Sebt gününün kutsallığına leke süreceğinden endişe ediyorlardı. Ne yaptıklarını Yuhanna 19. bölüm, 31–40 ayetlerinde okuyalım:
31 Yahudi yetkililer Pilatus’tan çarmıha gerilenlerin bacakları- nın kırılmasını ve cesetlerin kaldırılmasını istediler. Hazırlık Günü olduğundan, cesetlerin Şabat Günü çarmıhta kalmasını istemiyorlardı. Çünkü o Şabat Günü büyük bayramdı. 32 Bunun üzerine askerler gidip birinci adamın, sonra da İsa’yla birlikte çarmıha gerilen öteki adamın bacaklarını kırdılar. 33 İsa’ya gelince O’nun ölmüş olduğunu gördüler. Bu yüzden bacaklarını kırmadılar. 34 Ama askerlerden biri O’nun böğrünü mızrakla deldi. Böğründen hemen kan ve su aktı. 35 Bunu gören adam tanıklık etmiştir ve tanıklığı doğrudur. Doğruyu söylediğini bilir. Siz de iman edesiniz diye tanıklık etmiştir. 36 Bunlar, “O’nun bir tek kemiği kırılmayacak” diyen Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi için oldu. 37 Yine başka bir Yazı’da, “Bedenini deştiklerine bakacaklar” deniyor. 38 Bundan sonra Aramatyalı Yusuf, İsa’nın cesedini kaldırmak için Pilatus’a başvurdu. Yusuf, İsa’nın öğrencisiydi, ama Yahudi yetkililerden korktuğundan bunu gizli tutuyordu. Pilatus izin verince, Yusuf gelip İsa’nın cesedini kaldırdı. 39 Daha önce geceleyin İsa’nın yanına gelen Nikodim de otuz litre kadar karışık mür ve sarısabır özü alarak geldi. 40 İkisi, İsa’nın cesedini alıp Yahudiler’in gömme geleneğine uygun olarak onu baharatla keten bezlere sardılar.
Aramatyalı Yusuf61 ve Nikodim62 zengin ve nüfuzlu adamlardı, her ikisi de Yahudi dinî kurulundaydılar. Köktenci Yahudilerin düşmanlığından doğabilecek olan kendilerine yönelik tehlikeye rağmen, İsa’nın bedenine hak ettiği saygıyı göstermek için cesaretle ileri çıktılar. İtibarlarını tehlikeye atıyor olmalarına rağmen, eylemleri O’nun kalplerini kazandığını ve her zaman Mesih’le aynı safta olacaklarını ortaya koyuyordu.
Yusuf ile Nikodim’in ne yaptıklarını Matta 27. bölüm, 59. ve 60. ayetlerde okuyalım:
59–60 Yusuf cesedi aldı, temiz keten beze sardı, kayaya oydurduğu kendi yeni mezarına yatırdı. Mezarın girişine büyük bir taş yuvarlayıp oradan ayrıldı.
Belki bu antik mezarlardan bazılarını bir dağ yamacına oyulmuş olarak görmüşsünüzdür. Benzerleri Mira’da ve Türkiye’nin diğer yerlerinde bulunmaktadır. Mezarların içinde cesedi üzerine yatırmak için taştan bir yatak vardır. Yusuf’un kendi mezarını verdiği dikkatinizi çekti mi? Ölen Mesih, Yusuf’un kısa bir süre önce kendisi için hazırladığı yere konuldu! Belki biz de kendimiz için hazırlanmış olduğumuz şeyleri İsa’ya vermeyi düşünmeliyiz.
Yeruşalim, aşırı kalabalık bir devlet hastanesinin bekleme salonu gibi, İsa’nın iyileştirici dokunuşunu arayarak oraya gelmiş olan insanlarla doluydu. Şimdiyse O’nun öldüğüne dair haber hızla yayıldı. Yeruşalim’i bir keder ve öfke dalgası kapladı. Ferisilerin cok tatlı olacağını düşündükleri sert intikam, şimdiden acılaşmıştı. İnsanlar ortaya çıkan şeylerden ötürü muhakkak sarsılmışlardı. Şimdiye kadar körleri ve cüzamlıları iyileştirmiş olan tek adam, sakatların sağlığını ve sağırların işitmesini geri kazandıran kişi, çocukları kucağına alan o sevinçli ve mutlu öğretmen, şimdi ölmüş ve gömülmüştü. Ne yapmışlardı?
Yahudi din önderleri olan Ferisilerin o cuma akşamı ne hissettiklerini yalnızca merak edebiliriz. İşlemiş oldukları utanç verici ve hain eylemi zihinlerinde defalarca tekrarlamışlardı. Rahiplerin bazıları Lazar’ın mezarı başında durmuş ve ölü adamın hayata geri döndürülüşünü görmüşlerdi. Mesih’in kendisinin ölümden dirileceği ve yeniden karşılarında belireceği korkusuyla muhtemelen titremişlerdir. O’nun kendi canını vermeye ve geri almaya yetkisi olduğunu söylediğini kesinlikle işitmişlerdi.63 O’nun şöyle dediğini hatırlıyorlardı:
“Bu tapınağı yıkın, üç günde onu yeniden kuracağım.”64
Belki Yahuda onlara, İsa’nın öğrencilerine Yeruşalim’e yaptıkları son yolculukta söylediklerini anlatmıştır. Bu sözleri Matta 20. bölüm, 18. ve 19. ayetlerde okuyalım:
18 Şimdi Yeruşalim’e gidiyoruz. İnsanoğlu, başkâhinlerin ve din bilginlerinin eline teslim edilecek, onlar da O’nu ölüm cezasına çarptıracaklar. 19 O’nunla alay etmeleri, kamçılayıp çarmıha germeleri için O’nu öteki uluslara teslim edecekler. Ne var ki O, üçüncü gün dirilecek.
İsa’nın bu sözleri söylediğini ilk kez duyduklarında onunla alay ettiler. Fakat birden o ana kadar İsa’nın tüm öngörülerinin harfi harfine gerçekleştiğinin farkına vararak sarsıldılar! Şimdiyse “ne var ki O, üçüncü gün dirilecek” sözleri akıllarından çıkmıyordu. Bu da gerçekten olabilir miydi? Bu düşünceleri engelleyebilmeyi dilediler, fakat yapamadılar.
İsa’nın işkence görmesi sırasındaki heyecanlı çılgınlık zihinlerinden bir film gibi geçiyordu. O’nun orada şikâyet etmeden durarak, yaptıkları kötülüğe sessizce dayandığını hatırladılar. O’nun yargılanmasındaki ve çarmıha gerilmesi sırasındaki tüm olaylar, O’nun Allah’ın Oğlu olduğuna dair ezici bir kanaatle birlikte akıllarına geri geldi. Bize biraz olsun benziyorlardıysa, O’nun her an karşılarına dikilerek Allah’ın kendisine verdiği yetkiyi kullanacağı ve işlemiş oldukları günahlara karşılık adalet talep edeceği şeklindeki rahatsız edici düşünce akıllarında kalmış olmalı.
Bu korkutucu düşünceler arasında bir plan hazırladılar. Bunu Matta 27. bölüm, 62–66 ayetlerinde okuyalım:
62–63 Ertesi gün, yani Hazırlık Günü’nden sonraki gün, başkâhinlerle Ferisiler Pilatus’un önünde toplanarak, “Efen- dimiz” dediler, “O aldatıcının, daha yaşarken, ‘Ben öldükten üç gün sonra dirileceğim’ dediğini hatırlıyoruz. 64 Onun için buyruk ver de üçüncü güne dek mezarı güvenlik altına alsınlar. Yoksa öğrencileri gelir, cesedini çalar ve halka, ‘Ölümden dirildi’ derler. Son aldatmaca ilkinden beter olur.” 65 Pilatus onlara, “Yanınıza asker alın, gidip mezarı dilediğiniz gibi güvenlik altına alın” dedi. 66 Onlar da askerlerle birlikte gittiler, taşı mühürleyip mezarı güvenlik altına aldılar.
Bir Roma muhafız birliği çoğunlukla on altı kişiden oluşuyordu. Bu adamlar mezarın kurcalanmasını önlemek için çevresine yerleştirildiler. Rahipler Mesih’in bedenini konulduğu yerde tutmak için ellerinden geleni yaptı. O, sanki sonsuza dek orada kalacakmış gibi, mezarını mühürlediler. Tabii ki burası sıradan bir insana göre tamı tamına ölülerin kaldığı yer. Fakat İsa sıradan bir adam değildi!
Bu katiller çabalarının faydasızlığının farkında bile değillerdi. Sonunda Allah onların eylemleri dolayısıyla yüceltildi, zira Mesih’in dirilişini önlemek için yaptıkları şey başlı başına bunun gerçekliğinin en ikna edici kanıtıdır. Mezarın çevresine ne kadar çok asker yerleştirilmişse, O’nun dirilerek mezardan çıktığına dair tanıklık o kadar sağlamdır. Ferisiler Roma’yı ve Roma mührünü işe karıştırarak, esasen Mesih’in öldüğüne ve gömüldüğüne dair bir resmi belge hazırlamışlardı. O mühür bozulursa ve İsa diğerlerine diri olarak gözükürse, aynı zamanda İsa’nın dirilişini ve ölüm üzerindeki yetkisini de kanıtlayacaktı. Tahmin edilebileceği gibi, Romalı muhafızların ve Roma ordularının Hayat Rabbi’ni o mezarda hapis tutmaya yetecek güçleri yoktu. O’nun serbest kalma vakti yaklaşmıştı.
Cumartesi gecesi yavaş yavaş haftanın ilk günü olan pazar sabahına dönmüştü. Mesih halen karanlık mezarında hapisti. Büyük taş yerindeydi; Roma mührü bozulmamıştı; Romalı muhafızlar nöbetlerini tutuyorlardı. Şüphesiz, İsa’yı ölü olarak tutmaya kesinlikle kararlı olan kötü meleklerin de o yerin etrafında toplanmış olmaları gerek. İsa onlar için her şeyi yiyip bitiren bir ateş hazırladığını söylememiş miydi?65 Mümkün olsaydı, karanlık önderi Şeytan, kötü meleklerden oluşan isyancı ordusuyla birlikte Mesih’i sonsuza dek o mezarda kilitli tutardı.
Fakat Allah, İsa’nın hizmeti boyunca sıklıkla yaptığı gibi, Şeytan’ın planlarını engellemek üzereydi. Matta 28. bölüm,
2–4 ayetlerinden okumaya devam edelim:
2 Ansızın büyük bir deprem oldu. Rab’bin bir meleği gökten indi ve mezara gidip taşı bir yana yuvarlayarak üzerine oturdu. 3 Görünüşü şimşek gibi, giysileri ise kar gibi bembeyazdı. 4 Nöbetçiler korkudan titremeye başladılar, sonra ölü gibi yere yıkıldılar.
O taşı kaldırmak için tüm gereken tek bir kudretli kutsal melekti. Belki bu, Mesih’in doğumunu haber vermiş olan Cebrail’di. Onun, önünde Allah’ın yüceliğinin parlak hüzmeleriyle, göksel saraylardan uçarak geldiğini hayal edin. Yüzü o kadar parlaktı ki askerler ölü gibi oldular.
Sorarız:
“Ey rahipler ve yöneticiler, muhafızlarınızın gücü şimdi nerede?”
Kılıçtan ve mızraktan hiçbir zaman korkmamış cesur askerler şimdi göklerin Tanrısı’nın önünde utançla eğiliyor! Yeryüzü meleğin yaklaşmasıyla titriyor ve karanlığın orduları kaçıyor. Meleğin mezarın girişini kapayan o büyük taşı sanki çakıl taşıymış gibi bir kenara atmasını izleyen çaresiz askerleri hayal edebiliyor musunuz?
Üç gün önce bir deprem Mesih’in son nefesini verdiği saati işaretlemişti, şimdi de başka bir deprem O’nun yeniden nefes almaya başladığı anı işaretliyordu. Askerler İsa’nın mezardan çıktığını gördüler. Lazar’la konuşan ve “Diriliş ve yaşam benim!” diye bildiren kişi buradaydı.
O yücelik ve görkemle dışarı çıktığında, melekler ordusu Kurtarıcı’nın önünde sevgiyle tapınarak eğilmiş ve O’nu övgü ilahileriyle karşılamış olmalı.
Mesih yüceltilmiş olarak mezardan çıkarken, Romalı muhafızlar şaşkınlıkla O’na bakmış olmalılar. Gözlerini, çok kısa bir süre önce alay ettikleri adamın yüzüne dikmiş olmalılar. O’na nasıl acı çektirdiklerini korkuyla hatırlamış olmalılar. Dikenlerden tacı ve O’nun kırbaçlarının zalim vuruşlarıyla parçalanmış sırtını hatırlamış olmalılar. Askerler olarak O’na Pilatus’un ve Kral Hirodes’in sarayları arasında eşlik etmişler. Ama bu esnada O’nunla alay ederek üzerine tükürmüşlerdir. Çarmıha çiviledikleri adam buydu! Ferisilerin küçümseyici gülüşlerini duymuşlardı:
“Başkalarını kurtardı, kendini kurtaramıyor.”
Ayrıca İsa’nın çarmıhtan şöyle seslendiğini duymuşlardı:
“Baba, onları bağışla; çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar.”
Şimdi önlerinde güçlü ve zinde bir halde duran, çarmıhta ölen ve bedenine mızrak saplanan kişinin ta kendisiydi. Aynı şekilde, İsa son günde görkem bulutunda geldiğinde, çevremizde İsa’yı reddedenlerin çoğu O’nun kendisini izlemeleri için ricalarını ne kadar rahatlıkla bir kenara attıklarını düşünerek titreyecekler.
Askerler mezarı mühürlemek ve emniyete almak için O’nun soğuk ölü bedeninin ketene sarıldığına resmen tanık olmuşlardı. Şimdi O’nu canlı gördüler!
Mezarı üzerine birbiri ardınca dağlar yığılsa O’nu dışarı çıkmaktan alıkoyamazdı!
Kutsal Kitap bize o sabah erken saatlerde mezara başkalarının geldiğini ve sahneye tanık olduklarını bildiriyor. Bunlar, erken kalkan ve ölen dostlarına sadık kalan kadınlardı. Bunu Markos 16. bölüm, 1–7 ayetlerinde okuyalım:
1 Şabat Günü geçince, Mecdelli Meryem, Yakup’un annesi Meryem ve Salome gidip İsa’nın cesedine sürmek üzere baharat satın aldılar. 2 Haftanın ilk günü sabah çok erkenden, güneşin doğuşuyla birlikte mezara gittiler. 3 Aralarında, “Mezarın girişindeki taşı bizim için kim yana yuvarlayacak?” diye konuşuyorlardı. 4 Başlarını kaldırıp bakınca, o kocaman taşın yana yuvarlanmış olduğunu gördüler. 5 Mezara girip sağ tarafta, beyaz kaftan giyinmiş genç bir adamın oturduğunu görünce çok şaşırdılar. 6 Adam onlara, “Şaşırmayın!” dedi. “Çarmıha gerilen Nasıralı İsa’yı arıyorsunuz. O dirildi, burada yok. İşte O’nu yatırdıkları yer. 7 Şimdi öğrencilerine ve Petrus’a gidip şöyle deyin: ‘İsa sizden önce Celile’ye gidiyor. Size bildirdiği gibi, kendisini orada göreceksiniz.’”
Luka’nın kaydı aynı sahneyi daha ayrıntılı olarak anlatıyor: Luka 24. bölüm, 4–8 ayetlerinden okuyalım:
4 Onlar bu durum karşısında şaşırıp kalmışken, şimşek gibi parıldayan giysilere bürünmüş iki kişi yanlarında belirdi. 5 Korkuya kapılan kadınlar başlarını yere eğdiler. Adamlar ise onlara, “Diri olanı neden ölüler arasında arıyorsunuz?” dediler. 6 “O burada yok, dirildi. Daha Celile’deyken size söylediğini anımsayın. 7 İnsanoğlu’nun günahlı insanların eline verilmesi, çarmıha gerilmesi ve üçüncü gün dirilmesi gerektiğini bildirmişti.” 8 O zaman İsa’nın sözlerini anımsadılar.
Zihinleri heyecandan karmakarışıktı. Bu haber inanılamayacak kadar güzeldi! Hiçbir zaman unutulmayacak bir haberdi. Tıpkı Enise’nin, İbrahim’in ve Meryem’in doğacak bebeğin kemik iliğinin uygun olduğunu duydukları zamanda hissettikleri sevinci hiçbir zaman unutmayacakları gibi, diriliş de inanılamayacak kadar iyi bir olaydı.
Bazıları çarmıh ve diriliş öyküsünün güvenilirliğini sarsmaya çalışarak, buna burun bükmüşlerdir. Fakat kanıtlar ve tanıklar başka söze meydan bırakmamaktadır. Dört kadın ve bir asker müfrezesi, boş mezarı ve melekleri gördüler. Bozulan Roma mührü bir mucizenin gerçekleştiğine tanıklık ediyordu. Olaylar hayret vericiydi ve doğaüstüydü. Ancak kanıt gözlerinin önündeydi. Ne olursa olsun, bunu asla unutamazlar, silemezler, değiştiremezlerdi.
Matta o pazar sabahı olan olayları anlatmaya devam ediyor, 28. bölüm 8–11 ayetlerinden okuyalım:
8 Kadınlar korku ve büyük sevinç içinde hemen mezardan uzaklaştılar; koşarak İsa’nın öğrencilerine haber vermeye gittiler. 9 İsa ansızın karşılarına çıktı, “Selam!” dedi. Yaklaşıp İsa’nın ayaklarına sarılarak O’na tapındılar. 10 O zaman İsa, “Korkmayın!” dedi. “Gidip kardeşlerime haber verin, Celile’ye gitsinler, beni orada görecekler.” 11 Kadınlar daha yoldayken nöbetçi askerlerden bazıları kente giderek olup bitenleri başkâhinlere bildirdiler.
O’nun ölü bedenine yağ sürmek için mezara gelmiş olan kadınların sevincini düşünebiliyor musunuz? Şimdi O’nu kucaklıyor ve O’nun gülüşü ile gözlerinin pırıltısını görüyorlar. Titreyen bacaklarla boş mezardan kaçan askerleri düşünebiliyor musunuz? Belki yolda kadınların ve İsa’nın yanından ikinci kez geçtiler. Korku ve hayret içinde kente doğru koştular!
Sizce nereye gidiyorlardı? Bunu Matta 28. bölüm, 11–15 ayetlerinde görelim:
11 Kadınlar daha yoldayken nöbetçi askerlerden bazıları kente giderek olup bitenleri başkâhinlere bildirdiler. 12–13 Başkâhinler ileri gelenlerle birlikte toplanıp birbirlerine danıştıktan sonra askerlere yüklü para vererek dediler ki, “Siz şöyle diyeceksiniz: ‘Öğrencileri geceleyin geldi, biz uyurken O’nun cesedini çalıp götürdüler.’ 14 Eğer bu haber valinin kulağına gidecek olursa biz onu yatıştırır, size bir zarar gelmesini önleriz.” 15 Böylece askerler parayı aldılar ve kendilerine söylendiği gibi yaptılar. Bu söylenti Yahudiler arasında bugün de yaygındır.
Ne kadar tuhaf bir sahne. Korkudan titremekte olan bu güçlü kuvvetli adamların yüzleri dehşetle beyazlamıştır. Gözleri, insan mantığını aşan bir şey gördüklerine tanıklık ediyordu. Pınardan akan su gibi, gerçek dudaklarından dökülmüştür. Askerler her şeyi aynen gördükleri şekilde anlattılar. Heyecanla ve nefes nefese söyledikleri ilk sözler şunlar olabilir:
“Çarmıha gerilen kişi Allah’ın Oğlu’ydu! Biz, biz... O’nun göğün Yüceliği, Görkem Kralı olduğunu bildiren bir meleği işittik.”
Başrahipler ancak afallamış olabilirler, başka ne yapabilirlerdi ki?
“Halk uğruna bir tek adamın ölmesi daha uygun”66 diyen Kayafa başrahipti.
Şimdi dili tutulmuş olmalı. Bu adamın yüzündeki endişeyi görebiliyor musunuz? Bu bir film olsaydı müzik durmuş ve büyük toplantı odasında havada uğursuz bir sessizlik asılı dururdu. Sonra da kapıya yönelen askerlerin taş döşeme üzerinde sürüdükleri ayaklarının sesleri duyulur. Kurul salonunda yankılanarak onları durduran sesi neredeyse duyabiliriz:
“Bekleyin, bekleyin, gördüğünüz şeyleri hiç kimseye söylemeyin.”
Sonra rahipler askerlere sahte bir mazeret verdiler.
“‘Onun öğrencileri geceleyin gelerek biz uyurken cesedini çalıp götürdüler’ deyin.”
Anlaşılan rahiplerin korkusu mantıklarına baskın çıkmıştı. Askerler nasıl kendileri uyurken öğrencilerin cesedi çaldıklarını söyleyebilirdi? Uyuyor idiyseler bunu nasıl bilebilirlerdi? Üstelik görev başında uyumaları halinde idam edilirlerdi. Ayrıca, öğrenciler Mesih’in cesedini çalmaktan suçlu bulunsalardı en başta rahipler onları mahkûm etmezler miydi?
İnsanlar yüzyıllar boyunca İsa Mesih’in muhteşem hayatını göz ardı etmenin yollarını aradılar. Diriliş, bazı kişilerin duymak istemedikleri bir ünlem işareti gibidir. Neden? İsa’nın ölümü Eski Antlaşma’yı araştırmamış olan kişilere kabul edilemez ve saçma gelmektedir. Diriliş ise peygamberlerden bahsedip duran, ama onları hiç okumamış olanlara imkânsız görünür. Ancak özenli araştırmayla bizzat gördüğünüz gibi, İsa’nın ölümü ve dirilişi Allah’ın Adem ile Havva ilk günahı işlediğinden beri önceden bildirdiği her şeye muhteşem bir zirve olmaktadır. Bunu İbrahim’in oğlunu kurban edişinde, Musa’ya verilen çöl tapınağında, Davut’un Mezmurlar’da yer alan peygamberlik sözlerinde ve Daniel’in dünya tarihine ve Mesih’in hizmetine ilişkin peygamberlik sözlerinde gördük. Aslında peygamberlerin asıl amaçları Mesih’in boş mezarına, insanlığın kaderinin sonsuza dek değiştirildiği yere bir yol haritası sağlamaktı.
Öyleyse insanlar neden İsa’nın dirilişi gerçeğiyle savaşıyor? Sebebi şu: isyankârlar ve kendi felsefelerine veya dinsel kirlerine gömülmüş olanlar dahi iki gerçek olamayacağının bilincindeler. İsa ölümden dirilmişse, O’nun kendisi hakkında söylemiş olduğu her şey doğru olmalıdır. İsa Mesih’in dirilişi, merkezinde İsa olmadığı halde göğe giden yol olma iddiasındaki her inanç sisteminin sahte bir yol olduğunu kanıtlamaktadır.
İsa Lazar’ı hayata döndürmeden önce, Yuhanna 11. bölüm 25. ve 26. ayetlerde kayıtlı sözlerinde şöyle dedi:
25 İsa ona, “Diriliş ve yaşam Ben’im” dedi. “Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır. 26 Yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecek. Buna iman ediyor musun?”
Amacınız, yeniden hayata dönerek sonsuza dek yaşamak değil mi? Lazar’ı hayata döndüren ve kendi ölümüne galip gelmiş olan İsa, bizi iman ederek yaşamaya çağırıyor! Bu kadar basit. İsa’ya iman etmek neden bu kadar önemli? İsa’ya iman etmek neden bir kimsenin ebedî kaderini değiştirecek kadar güçlü? Bu soruyu önümüzdeki derste bütünüyle yanıtlayacağız.
İman eden kişiye, günah yoluyla kaybedilen şey geri verilir. Tıpkı Havva’nın cennetteki yerini şüphe nedeniyle kaybettiği gibi, biz de bunu iman aracılığıyla yeniden kazanabiliriz! İman eden kişi hayat ağacından yemeye hak kazanır. Peki hayat nerededir? İsa’nın öğrencilerini “kendisinin bedenini yemeye” çağırdığını hatırlıyor musunuz? Evet, hayat O’ndadır. O’nun söylediklerine ve O’nun kim olduğuna inandığımızda, diriliş gücünü taşıyan O’nun bedenini simgesel olarak yemiş oluyoruz. O, insanların yaşayabilmeleri için teslim etmiş olduğu kendi hayatını vermektedir. İsa şöyle dedi:
“Bense insanlar yaşama, bol yaşama sahip olsunlar diye geldim.”67
Şunu da dedi:
“Benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir pınar olacak.”68
Yuhanna 6. bölüm, 54. ayette kayıtlı olan sözlerinde de şöyle dedi:
“Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim.”
İsa’nın kendisinde hayat vardır ve O ölümsüzlük vermeye yetkilidir. O, bunun kendisine iman eden herkese karşılıksız olarak verildiğini söylemektedir.
İsa mezara konulduğunda Şeytan zafer kazandı. Dünyanın Kurtarıcısı’nın bir daha asla yaşayamayacağını umdu. Ancak Şeytan, Mesih’in muzaffer olarak ayağa kalktığını gördüğünde, dünyada sürdürdüğü dehşetli hükümranlığının bir sonu olduğunu ve bir gün ebedî bir ölümle öleceğini kesin olarak anladı. Mesih’in yanında yer alırsak, biz de hayatlarımızdaki günahın ve kötülüğün sona ereceğini ve cennetin sonsuza dek evimiz olacağını kesin olarak bilebiliriz.
İsa’nın ölüme galip geldiği o muhteşem günde gerçekleşen diğer bazı olaylarla devam edelim.
Daha önce İsa’yı görmek üzere mezara giden kadınlar, gördüklerini öğrencilere anlatmaya gitmişlerdi. Luka 24. bölüm, 9–12 ayetlerinde yer alan öykü şöyle:
9 Mezardan dönen kadınlar bütün bunları Onbirler’e ve ötekilerin hepsine bildirdiler. 10 Bunları elçilere anlatanlar, Mecdelli Meryem, Yuhanna, Yakup’un annesi Meryem ve bunlarla birlikte bulunan öbür kadınlardı. 11 Ne var ki, bu sözler elçilere saçma geldi ve kadınlara inanmadılar. 12 Yine de, Petrus kalkıp mezara koştu. Eğilip içeri baktığında keten bezlerden başka bir şey görmedi. Olay karşısında şaşkına dönmüş bir halde oradan uzaklaştı.
Hepimiz kanıtları kendi gözümüzle görmek isteriz. Enise’ye kemik iliği naklinden bir yıl sonra vücudunun kanserden tamamen temizlendiği söylendiğinde çok sevindi. Peki sizce yine de kan tahlili sonuçlarını kendi gözüyle görmek istemiş midir? Kesinlikle! İyi haber dahi kanıt ister. Bu nedenle öğrenciler İsa’yı kendi gözleriyle görmek istediler. O akşam bu fırsat onlara verildi. Dirilen Mesih’le karşılaşmalarını Luka 24. bölüm, 36–49 ayetlerinde görelim:
36 Bunları anlatırlarken İsa gelip aralarında durdu. Onlara, “Size esenlik olsun!” dedi. 37 Ürktüler, bir hayalet gördüklerini sanarak korkuya kapıldılar. 38 İsa onlara, “Neden telaşlanıyorsunuz? Neden kuşkular doğuyor içinizde?” dedi. 39 “Ellerime, ayaklarıma bakın; işte benim! Dokunun da görün. Hayaletin eti kemiği olmaz, ama görüyorsunuz, benim var.” 40 Bunu söyledikten sonra onlara ellerini ve ayaklarını gösterdi. 41 Sevinçten hâlâ inanamayan, şaşkınlık içindeki öğrencilerine, “Sizde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. 42 Kendisine bir parça kızarmış balık verdiler. 43 İsa onu alıp gözlerinin önünde yedi. 44 Sonra onlara şöyle dedi: “Daha sizlerle birlikteyken, ‘Musa’nın Yasası’nda, peygamberlerin yazılarında ve Mezmurlar’da benimle ilgili yazılmış olanların tümünün gerçekleşmesi gerektir’ demiştim.” 45 Bundan sonra Kutsal Yazılar’ı anlayabilmeleri için zihinlerini açtı. 46–47 Onlara dedi ki, “Şöyle yazılmıştır: Mesih acı çekecek ve üçüncü gün ölümden dirilecek; günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da Yeruşalim’den başlayarak bütün uluslara O’nun adıyla duyurulacak. 48 Sizler bu olayların tanıklarısınız. 49 Ben de Babam’ın vaat ettiğini size göndereceğim. Ama siz, yücelerden gelecek güçle kuşanıncaya dek kentte kalın.”
Unutulmaz bir andı. O kadar güçlü bir hayret anıydı ki, öğrenciler bu anıyı hayatları boyunca taşıyacaklardı. Hatta öyle ki, İsa’nın ölümünün ve dirilişinin belki de en büyük kanıtı tüm bu adamların hayatlarının geri kalanını gördüklerini ve dokunduklarını ilan ederek geçirmeye isteklilikleridir. İşkencelere uğradılar ve eziyetle öldüler, barışçıl kanaatlerinden ötürü şehit edildiler.
İsa sonraki 40 gün içinde öğrencilerine defalarca göründü. Hatta bir keresinde 500’ün üzerinde kişiye göründü.69 Mesih’in dirilişinden sonra yeryüzünde geçirdiği zamana dair ayrıntılı bilgi için Yuhanna 20. ve 21. bölümleri okuyun.
Yakın tarihimizdeki en harika öykülerden biri, Seyit Onbaşı olarak tanınan Seyit Ali Çabuk’un (1889–1939) öyküsüdür. 1912–1913 Balkan Savaşları’nda hizmet ettikten sonra, Çanakkale Boğazının Akdeniz girişini koruyan tabyalara atandı. 18 Mart 1915’te Boğaz’ı savunan tabyaların denizden aldığı yoğun bombardımanın ardından, Mecidiye tabyasında görev yaptığı top halen çalışır durumdaydı, ancak mermi vinci hasar görmüştü.
İşte burada insanüstü ölçekte bir kahramanlık gösterdi. Hayatını Türkiye’yi savunma görevine bağlayan Seyit, imkânsızı başarmaya teşebbüs etti. Seyit ölümcül bir düşmanı, HMS Ocean savaş gemisini gözüne kestirmişti. 130 metre uzunluğunda, dört 300 mm ve on iki 150 mm topun yanı sıra dört 450 mm batarya ile, ek olarak on altı büyük bataryayla silahlandırılmış olan bu gemi ölümcül bir düşmandı. Harekete geçmek gerektiğini gören, fakat topun vincinin bozuk olduğunu bilen Seyit, meseleyi kendi eline aldı.
Seyit 260 kiloluk top mermilerini sırtına alarak yerlerine yerleştirdi. Bunu bir örnekle canlandırabilmek için, kendi ölçülerinde dünyanın en güçlü adamı olan Naim Süleymanoğlu’nu düşünün. Onun kaldırdığı en büyük ağırlıklar koparmada 152.2, silkmede ise 190 kilo! Evet, Seyit Onbaşı imkânsızı başarmıştı. Bunu kendi gücüyle mi, yoksa Allah’ın yardımıyla mı yaptığını bilmiyoruz; önemli olan şu ki, bunu yaptı!
Seyit’in yükleyip ateşlediği üç mermiden biri, söylenene göre İngiliz savaş gemisi HMS Ocean’ı vurarak ölümcül bir yara açtı ve gemi daha sonra bir Türk mayınına çarparak tamamen battı.
İsa’nın dirilişte gerçekleştirdiği de, daha önce ve o zamandan beri hiçbir insanın yapmadığı bir şeydi. İsa ölümün gücünü kırdı. Ölümün ağırlığı hiçbir insanın kaldıramayacağı kadar büyüktü. İsa görkemli bir anda düşmanı yenilgiye uğrattı.
Bugün, tüm umutlarınızı İsa’ya bağlarsanız, artık ölümden korkmak zorunda kalmazsınız. Ölümün bizi korkudan felce uğratması gerekmez. İsa bu yükü taşıdı ve düşmanın hedefini tam yerinden vurdu. Mesih’te saklı olan hayat, insan ölse bile, yeniden yaşayacak. İsa’ya iman eden ve O’nu izleyen kişiye göre, ölüm bir uykudan, bir anlık sessizlik ve dinlenmeden başka bir şey değildir. Kutsal yazılar bize, hayatımız olan Mesih ikinci kez bulutlarda göründüğünde mezarların açılacağını ve sonsuza dek birlikte olacağımızı söylüyor.
İsa’nın çarmıhta şöyle haykırdığını hatırlıyor musunuz: “Tamamlandı!”
O’nun sesi ölüler arasında duyuldu! Mezarların duvarlarını delip geçti ve uyuyanları (ölmüş olan doğru kişileri) kalkmaya çağırdı. Bunu Matta 27. bölüm, 50–53 ayetlerinde okuyalım:
50 İsa, yüksek sesle bir kez daha bağırdı ve ruhunu teslim etti. 51 O anda tapınaktaki perde yukarıdan aşağıya yırtılarak ikiye bölündü. Yer sarsıldı, kayalar yarıldı. 52 Mezarlar açıldı, ölmüş olan birçok kutsal kişinin cesetleri dirildi. 53 Bunlar mezarlarından çıkıp İsa’nın dirilişinden sonra kutsal kente girdiler ve birçok kimseye göründüler.
Mesih’in sesi gökten duyulduğunda bunun gibi olacaktır. O’nun sesi mezarların içine işleyerek lahitleri açacak ve O’na iman etmiş olan ölüler dirilecekler. Kurtarıcı’nın dirilişinde birkaç mezar açıldı, ancak ikinci gelişinde büyük bir kalabalık hayata dönecek. Hatta, Allah’ın sözlerine iman etmiş olan tüm ölüler Mesih’in sesini duyacak ve görkemli ölümsüz hayatı yaşamak üzere çıkacaklar. Tıpkı İsa’nın dediği gibi:
“Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler. Onlara sonsuz yaşam veririm; asla mahvolmayacaklar. Onları hiç kimse elimden kapamaz.”70
Mesih’i ölümden dirilten güç O’nun halkını da diriltecek ve onlara hiçbir zaman ölmeyen mükemmel bir beden verecek. Yaşlılar genç olacak ve kötürümler yürüyecek. Günaha ilişkin her iz ve onun üzerimizdeki etkisi yok olacak!71 İşte bu nedenle Allah İsa’yı yalnızca bu dünyada değil, gelecek olan dünyada da tüm yönetimlerin, tüm güçlerin ve tüm adların üzerine yerleştirdi. İsa kaderi değiştirendir.
Tartışma Soruları
1. Enise’nin anne ve babasının gerçek hayattaki adları İbrahim ve Meryem’di. Kutsal Kitap’taki adaşlarını düşünürsek,
bu iki ad bir “mucize çocuk”un doğumuna nasıl uygun?
2. Yahudi önderler mezarın güvenceye alınması konusunda neden bu kadar kararlıydılar?
3. Öğrenciler neden İsa’nın ellerine ve böğrüne dokunmak istediler?
4. Geleceğe ilişkin nasıl bir umuda sahip olmalısınız? Size böyle umut etme “hakkını” ne veriyor?
5. Sizi İsa’nın ölümüne ve dirilişine inanmaktan alıkoyan bir şey var mı?
6. İsa’nın ölümü ne şekilde Allah’ın planının bir parçasıydı?
60 Bu gerçek hikâye Time magazininin Haziran 1990 sayısının kapağında ve People magazininin Kasım 1994 ve Hazıran 2009 sayılarında yer almaktadır. Okuma kolaylığı için isimler Türkçeleştirilmiştir. Ailenin İngilizce isimleri Abraham ve Mary Ayala ve iki kızları Anissa ve Marissa Eve.
61 Bkz. Luka 23:50, 51.
62 Bkz. Yuhanna 3 ve Kaderi Değiştiren 4, ders 7.
63 Bkz. Yuhanna 10:17, 18.
64 Bkz. Yuhanna 2:19.
65 Bkz. Yeşaya 33:14; Matta 25:41.
66 Bkz. Yuhanna 11:49, 50.
67 Bkz. Yuhanna 10:10.
68 Bkz. Yuhanna 4:14.
69 Bkz. 1. Korintliler 15.
70 Bkz. Yuhanna 10:27, 28. 71 Bkz. 1. Korintliler 15.
“Bana bir melek dokundu. Allah beni ziyaret etti.”
Elektrik hattından gelen şok gibi, bu olaylar bizi sarsar, uyandırır ve hayatımızın yönünü beklenmedik bir biçimde değiştirir. Bu dersimizde böyle bir olaya tanık olacağız. İsa’nın yalnızca bir hayatı değil, tüm insanlık tarihinin yönünü değiştirdiğini göreceğiz.
Enise felç edici mide ağrıları çekmeye ve ayak bileklerinde şişlikler oluşmaya başladığında yalnızca 16 yaşındaydı.60 Endişelenen anne– babası onu bir hastaneye götürdü. Onlara Enise’nin ender görülen bir lösemi türüne yakalandığını ve kemoterapi ile radyoterapiye girmesi gerektiğini söylediler. Ayrıca hastalığının ve tedavisinin öldüreceği kırmızı kan hücrelerini yenilemek için acilen kemik iliği nakline ihtiyacı vardı. Nakil olmazsa Enise ölecekti.
Enise’nin anne–babası, erkek kardeşi ve tüm akrabaları ilik verici olup olamayacaklarının anlaşılması için test edildiler. Fakat hiçbiri uygun bulunamadı. Sonunda bir verici bulundu. Fakat ne yazık ki adam ilik vermekten son anda vazgeçerek Enise’nin ailesini büyük bir krizle baş başa bıraktı.
Enise’nin annesi Meryem şöyle diyor: “Yıkılmıştık.”
Yapabilecekleri tek şey dua etmekti. Meryem hatırlıyor:
“Sonra bir rüya gördüm. Bu rüyada bir çocuk vardı.”
Meryem ve kocası İbrahim hemen bütün umutlarını daha rahme bile düşmemiş olan bir bebeğe bağladılar. Bu bebek kızlarının hayatını kurtarabilir miydi? Doktora sorduklarında, yeni bir kardeşin aynı kemik iliğine sahip olması ihtimalinin yalnızca %23 olduğunu söyledi. Fakat kızlarının hayatını kurtarmaya kararlıydılar ve riske girmeye istekliydiler.
Kolay verilen bir karar ya da basit bir dörtte bir ihtimal değildi. İbrahim önceden vazektomi ameliyatı olmuştu ve bunu geri aldırması gerekiyordu, bu da her zaman başarılı olmuyordu. Meryem 42 yaşına gelmişti, başarılı bir hamilelik şansı yalnızca %40’tı. Üstelik Enise’nin vücudunun kemik iliğini kabul edeceğinin hiçbir garantisi yoktu. Aile diz çökerek dua etti:
“Gökteki sevgili Baba, mucizeye ihtiyacımız var. Eğer Senin arzunsa, öyle olsun. İsa Mesih’in adıyla diliyoruz. Âmin.”
Şimdi planın mükemmel şekilde işlemesini beklemek büyük sabır gerektirecekti. İbrahim başarılı bir ameliyat oldu. Meryem hamile kaldı. Ailenin ve dostların heyecanı arttı. Bebek sağlıklıydı ve normal şekilde gelişiyordu. Ne var ki, Enise’nin durumu kötüye gidiyordu.
Hamileliğin yedinci ayında Meryem ile İbrahim bebeğin iliğinin uyacağının unutulmaz haberini aldılar! Bu büyük ümit kalplerinde yanıp tutuşurken, ilerleyen aylar hızla geçti. Değerli bebek doğduğunda adını Melis Havva koydular ve onu büyük bir sevgiyle sevdiler. O sıradan bir bebek değildi, zira ablasının hayatını kurtarmak üzere doğmuştu! Bundan sonra ise daha da büyük bir sabır denemesi başladı. Melis’in Enise’ye kemik iliği nakli yapılabilecek kadar büyümesi için ailenin 14 ay beklemesi gerekiyordu. Enise o güne kadar yaşayabilecek miydi? Zaman ilerliyordu.
Derken 1991 yılının Ağustos ayında beklenen gün geldi. Doktorlar kemik iliğini minik Melis’in kalçasından uzun bir iğneyle çıkararak Enise’ye damardan verdiler. Enise’nin durumu çarpıcı bir biçimde iyiye gitmeye başladı. Kısa bir süre sonra kanseri tamamen yendiği bildirildi. Aile sevinçle kendinden geçti.
“Allah’ın bizim için mucize üstüne mucize yaptığını hissettik.”
Allah bir çocuğu kurtarmakla kalmamıştı, şimdi bir de hayranlıkla sevecekleri bir bebek “kahramanları” vardı.
Yirmi yıl sonra, iki kız birbirleriyle gülüşüp şakalaşıyor. Birbirlerine olan sevgileri hayal edebileceğimizden çok daha güçlü. Enise kendini küçük kız kardeşinin annesi gibi görüyor. Melis bir insanın hayatı boyunca bekleyebileceğinden çok daha fazla sevgiyle büyüdü. Evleri sürekli bir minnettarlıkla doldu. Zira kızkardeşi doğmasaydı, Enise bugün kelimenin tam anlamıyla hayatta olmayacaktı. Ve doğrusu, Enise kansere yakalanmış olmasaydı Melis hayatta olmayacaktı!
Eğer felaketler mucizeler için uygun ortamı hazırlıyorsa, insanlığın ahlaki çöküşü felaketi için de bir mucize olabilir miydi? Allah’ın Aden bahçesinde tesis ettiği mükemmel plandan kesinlikle çok uzaktayız. Allah hepimizin en büyük felaketine, günaha yönelik doğamıza karşı koymak için ne yapabilirdi? Mecazen söyleyecek olursak, dünya kendi ilik naklini alabilecek miydi? Bu soruyu yanıtlamak için, şimdi dersimizin kutsal yazı kısmına başlayalım. Son dersimizde İsa’nın trajik ölümünde kalmıştık.
Mesih’in çarmıha gerilmesi esnasındaki sarsıcı olaylar annesini, öğrencilerini ve diğer izleyicilerini perişan etmişti. İsa’nın cansız bedenine inanamayarak ve dehşetle bakıyorlardı. Güçlü şifa verişiyle, yaratıcı öğretişiyle ve cinler üzerindeki hakimiyetiyle kalabalıkları şaşkına çeviren alçakgönüllü mucize yapıcı, şimdi gök ile yer arasında bir Roma çarmıhına çivili bir halde asılıydı! Yanlış giden neydi? Fırtına sırasında birden elektrik kesildiğinde evlerimize çöken beklenmedik karanlık gibi, yaşadıkları kaybın karanlığının kalplerini kapladığını hissediyorlardı. Işıklarını kaybetmişlerdi!
İsa öldüğünde Yeruşalim’i sarsmış olan deprem dinmişti. İsa çarmıh üzerinde son saatlerini yaşarken kararan güneş, şimdi ufukta gözden kaybolurken yeryüzünü yeniden altın sarısına boyuyordu. Fakat hayat artık eskisi gibi olmayacaktı. İsa’nın gördüğü işkenceye ve ölümüne tanık olanlar, O’nun kanayan yüzünün ve delinen ellerinin görüntüsünü zihinlerinden silemiyorlardı. Alışılmadık, zalimce ve şeytani bir şeye tanık olmuşlardı. Yine de, bu işkence gören adamda başka hiçbir kişide tanık olmadıkları bir sükuneti, güven verici ifadeyi ve ağırbaşlılığı tekrar tekrar görmüşlerdi. Dünyanın ışığı sönmüştü. Kalabalıklar evlerine ümitsiz ve şaşkın bir halde döndüler.
Sebt günü hızla yaklaşırken, Yahudi önderler suçluların ve İsa’nın haçları üzerinde kalmalarını istemediler. Daha henüz masum bir adamı öldürmüş olmalarına rağmen, ölenlerin bedenlerinin Sebt gününün kutsallığına leke süreceğinden endişe ediyorlardı. Ne yaptıklarını Yuhanna 19. bölüm, 31–40 ayetlerinde okuyalım:
31 Yahudi yetkililer Pilatus’tan çarmıha gerilenlerin bacakları- nın kırılmasını ve cesetlerin kaldırılmasını istediler. Hazırlık Günü olduğundan, cesetlerin Şabat Günü çarmıhta kalmasını istemiyorlardı. Çünkü o Şabat Günü büyük bayramdı. 32 Bunun üzerine askerler gidip birinci adamın, sonra da İsa’yla birlikte çarmıha gerilen öteki adamın bacaklarını kırdılar. 33 İsa’ya gelince O’nun ölmüş olduğunu gördüler. Bu yüzden bacaklarını kırmadılar. 34 Ama askerlerden biri O’nun böğrünü mızrakla deldi. Böğründen hemen kan ve su aktı. 35 Bunu gören adam tanıklık etmiştir ve tanıklığı doğrudur. Doğruyu söylediğini bilir. Siz de iman edesiniz diye tanıklık etmiştir. 36 Bunlar, “O’nun bir tek kemiği kırılmayacak” diyen Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi için oldu. 37 Yine başka bir Yazı’da, “Bedenini deştiklerine bakacaklar” deniyor. 38 Bundan sonra Aramatyalı Yusuf, İsa’nın cesedini kaldırmak için Pilatus’a başvurdu. Yusuf, İsa’nın öğrencisiydi, ama Yahudi yetkililerden korktuğundan bunu gizli tutuyordu. Pilatus izin verince, Yusuf gelip İsa’nın cesedini kaldırdı. 39 Daha önce geceleyin İsa’nın yanına gelen Nikodim de otuz litre kadar karışık mür ve sarısabır özü alarak geldi. 40 İkisi, İsa’nın cesedini alıp Yahudiler’in gömme geleneğine uygun olarak onu baharatla keten bezlere sardılar.
Aramatyalı Yusuf61 ve Nikodim62 zengin ve nüfuzlu adamlardı, her ikisi de Yahudi dinî kurulundaydılar. Köktenci Yahudilerin düşmanlığından doğabilecek olan kendilerine yönelik tehlikeye rağmen, İsa’nın bedenine hak ettiği saygıyı göstermek için cesaretle ileri çıktılar. İtibarlarını tehlikeye atıyor olmalarına rağmen, eylemleri O’nun kalplerini kazandığını ve her zaman Mesih’le aynı safta olacaklarını ortaya koyuyordu.
Yusuf ile Nikodim’in ne yaptıklarını Matta 27. bölüm, 59. ve 60. ayetlerde okuyalım:
59–60 Yusuf cesedi aldı, temiz keten beze sardı, kayaya oydurduğu kendi yeni mezarına yatırdı. Mezarın girişine büyük bir taş yuvarlayıp oradan ayrıldı.
Belki bu antik mezarlardan bazılarını bir dağ yamacına oyulmuş olarak görmüşsünüzdür. Benzerleri Mira’da ve Türkiye’nin diğer yerlerinde bulunmaktadır. Mezarların içinde cesedi üzerine yatırmak için taştan bir yatak vardır. Yusuf’un kendi mezarını verdiği dikkatinizi çekti mi? Ölen Mesih, Yusuf’un kısa bir süre önce kendisi için hazırladığı yere konuldu! Belki biz de kendimiz için hazırlanmış olduğumuz şeyleri İsa’ya vermeyi düşünmeliyiz.
Yeruşalim, aşırı kalabalık bir devlet hastanesinin bekleme salonu gibi, İsa’nın iyileştirici dokunuşunu arayarak oraya gelmiş olan insanlarla doluydu. Şimdiyse O’nun öldüğüne dair haber hızla yayıldı. Yeruşalim’i bir keder ve öfke dalgası kapladı. Ferisilerin cok tatlı olacağını düşündükleri sert intikam, şimdiden acılaşmıştı. İnsanlar ortaya çıkan şeylerden ötürü muhakkak sarsılmışlardı. Şimdiye kadar körleri ve cüzamlıları iyileştirmiş olan tek adam, sakatların sağlığını ve sağırların işitmesini geri kazandıran kişi, çocukları kucağına alan o sevinçli ve mutlu öğretmen, şimdi ölmüş ve gömülmüştü. Ne yapmışlardı?
Yahudi din önderleri olan Ferisilerin o cuma akşamı ne hissettiklerini yalnızca merak edebiliriz. İşlemiş oldukları utanç verici ve hain eylemi zihinlerinde defalarca tekrarlamışlardı. Rahiplerin bazıları Lazar’ın mezarı başında durmuş ve ölü adamın hayata geri döndürülüşünü görmüşlerdi. Mesih’in kendisinin ölümden dirileceği ve yeniden karşılarında belireceği korkusuyla muhtemelen titremişlerdir. O’nun kendi canını vermeye ve geri almaya yetkisi olduğunu söylediğini kesinlikle işitmişlerdi.63 O’nun şöyle dediğini hatırlıyorlardı:
“Bu tapınağı yıkın, üç günde onu yeniden kuracağım.”64
Belki Yahuda onlara, İsa’nın öğrencilerine Yeruşalim’e yaptıkları son yolculukta söylediklerini anlatmıştır. Bu sözleri Matta 20. bölüm, 18. ve 19. ayetlerde okuyalım:
18 Şimdi Yeruşalim’e gidiyoruz. İnsanoğlu, başkâhinlerin ve din bilginlerinin eline teslim edilecek, onlar da O’nu ölüm cezasına çarptıracaklar. 19 O’nunla alay etmeleri, kamçılayıp çarmıha germeleri için O’nu öteki uluslara teslim edecekler. Ne var ki O, üçüncü gün dirilecek.
İsa’nın bu sözleri söylediğini ilk kez duyduklarında onunla alay ettiler. Fakat birden o ana kadar İsa’nın tüm öngörülerinin harfi harfine gerçekleştiğinin farkına vararak sarsıldılar! Şimdiyse “ne var ki O, üçüncü gün dirilecek” sözleri akıllarından çıkmıyordu. Bu da gerçekten olabilir miydi? Bu düşünceleri engelleyebilmeyi dilediler, fakat yapamadılar.
İsa’nın işkence görmesi sırasındaki heyecanlı çılgınlık zihinlerinden bir film gibi geçiyordu. O’nun orada şikâyet etmeden durarak, yaptıkları kötülüğe sessizce dayandığını hatırladılar. O’nun yargılanmasındaki ve çarmıha gerilmesi sırasındaki tüm olaylar, O’nun Allah’ın Oğlu olduğuna dair ezici bir kanaatle birlikte akıllarına geri geldi. Bize biraz olsun benziyorlardıysa, O’nun her an karşılarına dikilerek Allah’ın kendisine verdiği yetkiyi kullanacağı ve işlemiş oldukları günahlara karşılık adalet talep edeceği şeklindeki rahatsız edici düşünce akıllarında kalmış olmalı.
Bu korkutucu düşünceler arasında bir plan hazırladılar. Bunu Matta 27. bölüm, 62–66 ayetlerinde okuyalım:
62–63 Ertesi gün, yani Hazırlık Günü’nden sonraki gün, başkâhinlerle Ferisiler Pilatus’un önünde toplanarak, “Efen- dimiz” dediler, “O aldatıcının, daha yaşarken, ‘Ben öldükten üç gün sonra dirileceğim’ dediğini hatırlıyoruz. 64 Onun için buyruk ver de üçüncü güne dek mezarı güvenlik altına alsınlar. Yoksa öğrencileri gelir, cesedini çalar ve halka, ‘Ölümden dirildi’ derler. Son aldatmaca ilkinden beter olur.” 65 Pilatus onlara, “Yanınıza asker alın, gidip mezarı dilediğiniz gibi güvenlik altına alın” dedi. 66 Onlar da askerlerle birlikte gittiler, taşı mühürleyip mezarı güvenlik altına aldılar.
Bir Roma muhafız birliği çoğunlukla on altı kişiden oluşuyordu. Bu adamlar mezarın kurcalanmasını önlemek için çevresine yerleştirildiler. Rahipler Mesih’in bedenini konulduğu yerde tutmak için ellerinden geleni yaptı. O, sanki sonsuza dek orada kalacakmış gibi, mezarını mühürlediler. Tabii ki burası sıradan bir insana göre tamı tamına ölülerin kaldığı yer. Fakat İsa sıradan bir adam değildi!
Bu katiller çabalarının faydasızlığının farkında bile değillerdi. Sonunda Allah onların eylemleri dolayısıyla yüceltildi, zira Mesih’in dirilişini önlemek için yaptıkları şey başlı başına bunun gerçekliğinin en ikna edici kanıtıdır. Mezarın çevresine ne kadar çok asker yerleştirilmişse, O’nun dirilerek mezardan çıktığına dair tanıklık o kadar sağlamdır. Ferisiler Roma’yı ve Roma mührünü işe karıştırarak, esasen Mesih’in öldüğüne ve gömüldüğüne dair bir resmi belge hazırlamışlardı. O mühür bozulursa ve İsa diğerlerine diri olarak gözükürse, aynı zamanda İsa’nın dirilişini ve ölüm üzerindeki yetkisini de kanıtlayacaktı. Tahmin edilebileceği gibi, Romalı muhafızların ve Roma ordularının Hayat Rabbi’ni o mezarda hapis tutmaya yetecek güçleri yoktu. O’nun serbest kalma vakti yaklaşmıştı.
Cumartesi gecesi yavaş yavaş haftanın ilk günü olan pazar sabahına dönmüştü. Mesih halen karanlık mezarında hapisti. Büyük taş yerindeydi; Roma mührü bozulmamıştı; Romalı muhafızlar nöbetlerini tutuyorlardı. Şüphesiz, İsa’yı ölü olarak tutmaya kesinlikle kararlı olan kötü meleklerin de o yerin etrafında toplanmış olmaları gerek. İsa onlar için her şeyi yiyip bitiren bir ateş hazırladığını söylememiş miydi?65 Mümkün olsaydı, karanlık önderi Şeytan, kötü meleklerden oluşan isyancı ordusuyla birlikte Mesih’i sonsuza dek o mezarda kilitli tutardı.
Fakat Allah, İsa’nın hizmeti boyunca sıklıkla yaptığı gibi, Şeytan’ın planlarını engellemek üzereydi. Matta 28. bölüm,
2–4 ayetlerinden okumaya devam edelim:
2 Ansızın büyük bir deprem oldu. Rab’bin bir meleği gökten indi ve mezara gidip taşı bir yana yuvarlayarak üzerine oturdu. 3 Görünüşü şimşek gibi, giysileri ise kar gibi bembeyazdı. 4 Nöbetçiler korkudan titremeye başladılar, sonra ölü gibi yere yıkıldılar.
O taşı kaldırmak için tüm gereken tek bir kudretli kutsal melekti. Belki bu, Mesih’in doğumunu haber vermiş olan Cebrail’di. Onun, önünde Allah’ın yüceliğinin parlak hüzmeleriyle, göksel saraylardan uçarak geldiğini hayal edin. Yüzü o kadar parlaktı ki askerler ölü gibi oldular.
Sorarız:
“Ey rahipler ve yöneticiler, muhafızlarınızın gücü şimdi nerede?”
Kılıçtan ve mızraktan hiçbir zaman korkmamış cesur askerler şimdi göklerin Tanrısı’nın önünde utançla eğiliyor! Yeryüzü meleğin yaklaşmasıyla titriyor ve karanlığın orduları kaçıyor. Meleğin mezarın girişini kapayan o büyük taşı sanki çakıl taşıymış gibi bir kenara atmasını izleyen çaresiz askerleri hayal edebiliyor musunuz?
Üç gün önce bir deprem Mesih’in son nefesini verdiği saati işaretlemişti, şimdi de başka bir deprem O’nun yeniden nefes almaya başladığı anı işaretliyordu. Askerler İsa’nın mezardan çıktığını gördüler. Lazar’la konuşan ve “Diriliş ve yaşam benim!” diye bildiren kişi buradaydı.
O yücelik ve görkemle dışarı çıktığında, melekler ordusu Kurtarıcı’nın önünde sevgiyle tapınarak eğilmiş ve O’nu övgü ilahileriyle karşılamış olmalı.
Mesih yüceltilmiş olarak mezardan çıkarken, Romalı muhafızlar şaşkınlıkla O’na bakmış olmalılar. Gözlerini, çok kısa bir süre önce alay ettikleri adamın yüzüne dikmiş olmalılar. O’na nasıl acı çektirdiklerini korkuyla hatırlamış olmalılar. Dikenlerden tacı ve O’nun kırbaçlarının zalim vuruşlarıyla parçalanmış sırtını hatırlamış olmalılar. Askerler olarak O’na Pilatus’un ve Kral Hirodes’in sarayları arasında eşlik etmişler. Ama bu esnada O’nunla alay ederek üzerine tükürmüşlerdir. Çarmıha çiviledikleri adam buydu! Ferisilerin küçümseyici gülüşlerini duymuşlardı:
“Başkalarını kurtardı, kendini kurtaramıyor.”
Ayrıca İsa’nın çarmıhtan şöyle seslendiğini duymuşlardı:
“Baba, onları bağışla; çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar.”
Şimdi önlerinde güçlü ve zinde bir halde duran, çarmıhta ölen ve bedenine mızrak saplanan kişinin ta kendisiydi. Aynı şekilde, İsa son günde görkem bulutunda geldiğinde, çevremizde İsa’yı reddedenlerin çoğu O’nun kendisini izlemeleri için ricalarını ne kadar rahatlıkla bir kenara attıklarını düşünerek titreyecekler.
Askerler mezarı mühürlemek ve emniyete almak için O’nun soğuk ölü bedeninin ketene sarıldığına resmen tanık olmuşlardı. Şimdi O’nu canlı gördüler!
Mezarı üzerine birbiri ardınca dağlar yığılsa O’nu dışarı çıkmaktan alıkoyamazdı!
Kutsal Kitap bize o sabah erken saatlerde mezara başkalarının geldiğini ve sahneye tanık olduklarını bildiriyor. Bunlar, erken kalkan ve ölen dostlarına sadık kalan kadınlardı. Bunu Markos 16. bölüm, 1–7 ayetlerinde okuyalım:
1 Şabat Günü geçince, Mecdelli Meryem, Yakup’un annesi Meryem ve Salome gidip İsa’nın cesedine sürmek üzere baharat satın aldılar. 2 Haftanın ilk günü sabah çok erkenden, güneşin doğuşuyla birlikte mezara gittiler. 3 Aralarında, “Mezarın girişindeki taşı bizim için kim yana yuvarlayacak?” diye konuşuyorlardı. 4 Başlarını kaldırıp bakınca, o kocaman taşın yana yuvarlanmış olduğunu gördüler. 5 Mezara girip sağ tarafta, beyaz kaftan giyinmiş genç bir adamın oturduğunu görünce çok şaşırdılar. 6 Adam onlara, “Şaşırmayın!” dedi. “Çarmıha gerilen Nasıralı İsa’yı arıyorsunuz. O dirildi, burada yok. İşte O’nu yatırdıkları yer. 7 Şimdi öğrencilerine ve Petrus’a gidip şöyle deyin: ‘İsa sizden önce Celile’ye gidiyor. Size bildirdiği gibi, kendisini orada göreceksiniz.’”
Luka’nın kaydı aynı sahneyi daha ayrıntılı olarak anlatıyor: Luka 24. bölüm, 4–8 ayetlerinden okuyalım:
4 Onlar bu durum karşısında şaşırıp kalmışken, şimşek gibi parıldayan giysilere bürünmüş iki kişi yanlarında belirdi. 5 Korkuya kapılan kadınlar başlarını yere eğdiler. Adamlar ise onlara, “Diri olanı neden ölüler arasında arıyorsunuz?” dediler. 6 “O burada yok, dirildi. Daha Celile’deyken size söylediğini anımsayın. 7 İnsanoğlu’nun günahlı insanların eline verilmesi, çarmıha gerilmesi ve üçüncü gün dirilmesi gerektiğini bildirmişti.” 8 O zaman İsa’nın sözlerini anımsadılar.
Zihinleri heyecandan karmakarışıktı. Bu haber inanılamayacak kadar güzeldi! Hiçbir zaman unutulmayacak bir haberdi. Tıpkı Enise’nin, İbrahim’in ve Meryem’in doğacak bebeğin kemik iliğinin uygun olduğunu duydukları zamanda hissettikleri sevinci hiçbir zaman unutmayacakları gibi, diriliş de inanılamayacak kadar iyi bir olaydı.
Bazıları çarmıh ve diriliş öyküsünün güvenilirliğini sarsmaya çalışarak, buna burun bükmüşlerdir. Fakat kanıtlar ve tanıklar başka söze meydan bırakmamaktadır. Dört kadın ve bir asker müfrezesi, boş mezarı ve melekleri gördüler. Bozulan Roma mührü bir mucizenin gerçekleştiğine tanıklık ediyordu. Olaylar hayret vericiydi ve doğaüstüydü. Ancak kanıt gözlerinin önündeydi. Ne olursa olsun, bunu asla unutamazlar, silemezler, değiştiremezlerdi.
Matta o pazar sabahı olan olayları anlatmaya devam ediyor, 28. bölüm 8–11 ayetlerinden okuyalım:
8 Kadınlar korku ve büyük sevinç içinde hemen mezardan uzaklaştılar; koşarak İsa’nın öğrencilerine haber vermeye gittiler. 9 İsa ansızın karşılarına çıktı, “Selam!” dedi. Yaklaşıp İsa’nın ayaklarına sarılarak O’na tapındılar. 10 O zaman İsa, “Korkmayın!” dedi. “Gidip kardeşlerime haber verin, Celile’ye gitsinler, beni orada görecekler.” 11 Kadınlar daha yoldayken nöbetçi askerlerden bazıları kente giderek olup bitenleri başkâhinlere bildirdiler.
O’nun ölü bedenine yağ sürmek için mezara gelmiş olan kadınların sevincini düşünebiliyor musunuz? Şimdi O’nu kucaklıyor ve O’nun gülüşü ile gözlerinin pırıltısını görüyorlar. Titreyen bacaklarla boş mezardan kaçan askerleri düşünebiliyor musunuz? Belki yolda kadınların ve İsa’nın yanından ikinci kez geçtiler. Korku ve hayret içinde kente doğru koştular!
Sizce nereye gidiyorlardı? Bunu Matta 28. bölüm, 11–15 ayetlerinde görelim:
11 Kadınlar daha yoldayken nöbetçi askerlerden bazıları kente giderek olup bitenleri başkâhinlere bildirdiler. 12–13 Başkâhinler ileri gelenlerle birlikte toplanıp birbirlerine danıştıktan sonra askerlere yüklü para vererek dediler ki, “Siz şöyle diyeceksiniz: ‘Öğrencileri geceleyin geldi, biz uyurken O’nun cesedini çalıp götürdüler.’ 14 Eğer bu haber valinin kulağına gidecek olursa biz onu yatıştırır, size bir zarar gelmesini önleriz.” 15 Böylece askerler parayı aldılar ve kendilerine söylendiği gibi yaptılar. Bu söylenti Yahudiler arasında bugün de yaygındır.
Ne kadar tuhaf bir sahne. Korkudan titremekte olan bu güçlü kuvvetli adamların yüzleri dehşetle beyazlamıştır. Gözleri, insan mantığını aşan bir şey gördüklerine tanıklık ediyordu. Pınardan akan su gibi, gerçek dudaklarından dökülmüştür. Askerler her şeyi aynen gördükleri şekilde anlattılar. Heyecanla ve nefes nefese söyledikleri ilk sözler şunlar olabilir:
“Çarmıha gerilen kişi Allah’ın Oğlu’ydu! Biz, biz... O’nun göğün Yüceliği, Görkem Kralı olduğunu bildiren bir meleği işittik.”
Başrahipler ancak afallamış olabilirler, başka ne yapabilirlerdi ki?
“Halk uğruna bir tek adamın ölmesi daha uygun”66 diyen Kayafa başrahipti.
Şimdi dili tutulmuş olmalı. Bu adamın yüzündeki endişeyi görebiliyor musunuz? Bu bir film olsaydı müzik durmuş ve büyük toplantı odasında havada uğursuz bir sessizlik asılı dururdu. Sonra da kapıya yönelen askerlerin taş döşeme üzerinde sürüdükleri ayaklarının sesleri duyulur. Kurul salonunda yankılanarak onları durduran sesi neredeyse duyabiliriz:
“Bekleyin, bekleyin, gördüğünüz şeyleri hiç kimseye söylemeyin.”
Sonra rahipler askerlere sahte bir mazeret verdiler.
“‘Onun öğrencileri geceleyin gelerek biz uyurken cesedini çalıp götürdüler’ deyin.”
Anlaşılan rahiplerin korkusu mantıklarına baskın çıkmıştı. Askerler nasıl kendileri uyurken öğrencilerin cesedi çaldıklarını söyleyebilirdi? Uyuyor idiyseler bunu nasıl bilebilirlerdi? Üstelik görev başında uyumaları halinde idam edilirlerdi. Ayrıca, öğrenciler Mesih’in cesedini çalmaktan suçlu bulunsalardı en başta rahipler onları mahkûm etmezler miydi?
İnsanlar yüzyıllar boyunca İsa Mesih’in muhteşem hayatını göz ardı etmenin yollarını aradılar. Diriliş, bazı kişilerin duymak istemedikleri bir ünlem işareti gibidir. Neden? İsa’nın ölümü Eski Antlaşma’yı araştırmamış olan kişilere kabul edilemez ve saçma gelmektedir. Diriliş ise peygamberlerden bahsedip duran, ama onları hiç okumamış olanlara imkânsız görünür. Ancak özenli araştırmayla bizzat gördüğünüz gibi, İsa’nın ölümü ve dirilişi Allah’ın Adem ile Havva ilk günahı işlediğinden beri önceden bildirdiği her şeye muhteşem bir zirve olmaktadır. Bunu İbrahim’in oğlunu kurban edişinde, Musa’ya verilen çöl tapınağında, Davut’un Mezmurlar’da yer alan peygamberlik sözlerinde ve Daniel’in dünya tarihine ve Mesih’in hizmetine ilişkin peygamberlik sözlerinde gördük. Aslında peygamberlerin asıl amaçları Mesih’in boş mezarına, insanlığın kaderinin sonsuza dek değiştirildiği yere bir yol haritası sağlamaktı.
Öyleyse insanlar neden İsa’nın dirilişi gerçeğiyle savaşıyor? Sebebi şu: isyankârlar ve kendi felsefelerine veya dinsel kirlerine gömülmüş olanlar dahi iki gerçek olamayacağının bilincindeler. İsa ölümden dirilmişse, O’nun kendisi hakkında söylemiş olduğu her şey doğru olmalıdır. İsa Mesih’in dirilişi, merkezinde İsa olmadığı halde göğe giden yol olma iddiasındaki her inanç sisteminin sahte bir yol olduğunu kanıtlamaktadır.
İsa Lazar’ı hayata döndürmeden önce, Yuhanna 11. bölüm 25. ve 26. ayetlerde kayıtlı sözlerinde şöyle dedi:
25 İsa ona, “Diriliş ve yaşam Ben’im” dedi. “Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır. 26 Yaşayan ve bana iman eden asla ölmeyecek. Buna iman ediyor musun?”
Amacınız, yeniden hayata dönerek sonsuza dek yaşamak değil mi? Lazar’ı hayata döndüren ve kendi ölümüne galip gelmiş olan İsa, bizi iman ederek yaşamaya çağırıyor! Bu kadar basit. İsa’ya iman etmek neden bu kadar önemli? İsa’ya iman etmek neden bir kimsenin ebedî kaderini değiştirecek kadar güçlü? Bu soruyu önümüzdeki derste bütünüyle yanıtlayacağız.
İman eden kişiye, günah yoluyla kaybedilen şey geri verilir. Tıpkı Havva’nın cennetteki yerini şüphe nedeniyle kaybettiği gibi, biz de bunu iman aracılığıyla yeniden kazanabiliriz! İman eden kişi hayat ağacından yemeye hak kazanır. Peki hayat nerededir? İsa’nın öğrencilerini “kendisinin bedenini yemeye” çağırdığını hatırlıyor musunuz? Evet, hayat O’ndadır. O’nun söylediklerine ve O’nun kim olduğuna inandığımızda, diriliş gücünü taşıyan O’nun bedenini simgesel olarak yemiş oluyoruz. O, insanların yaşayabilmeleri için teslim etmiş olduğu kendi hayatını vermektedir. İsa şöyle dedi:
“Bense insanlar yaşama, bol yaşama sahip olsunlar diye geldim.”67
Şunu da dedi:
“Benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir pınar olacak.”68
Yuhanna 6. bölüm, 54. ayette kayıtlı olan sözlerinde de şöyle dedi:
“Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim.”
İsa’nın kendisinde hayat vardır ve O ölümsüzlük vermeye yetkilidir. O, bunun kendisine iman eden herkese karşılıksız olarak verildiğini söylemektedir.
İsa mezara konulduğunda Şeytan zafer kazandı. Dünyanın Kurtarıcısı’nın bir daha asla yaşayamayacağını umdu. Ancak Şeytan, Mesih’in muzaffer olarak ayağa kalktığını gördüğünde, dünyada sürdürdüğü dehşetli hükümranlığının bir sonu olduğunu ve bir gün ebedî bir ölümle öleceğini kesin olarak anladı. Mesih’in yanında yer alırsak, biz de hayatlarımızdaki günahın ve kötülüğün sona ereceğini ve cennetin sonsuza dek evimiz olacağını kesin olarak bilebiliriz.
İsa’nın ölüme galip geldiği o muhteşem günde gerçekleşen diğer bazı olaylarla devam edelim.
Daha önce İsa’yı görmek üzere mezara giden kadınlar, gördüklerini öğrencilere anlatmaya gitmişlerdi. Luka 24. bölüm, 9–12 ayetlerinde yer alan öykü şöyle:
9 Mezardan dönen kadınlar bütün bunları Onbirler’e ve ötekilerin hepsine bildirdiler. 10 Bunları elçilere anlatanlar, Mecdelli Meryem, Yuhanna, Yakup’un annesi Meryem ve bunlarla birlikte bulunan öbür kadınlardı. 11 Ne var ki, bu sözler elçilere saçma geldi ve kadınlara inanmadılar. 12 Yine de, Petrus kalkıp mezara koştu. Eğilip içeri baktığında keten bezlerden başka bir şey görmedi. Olay karşısında şaşkına dönmüş bir halde oradan uzaklaştı.
Hepimiz kanıtları kendi gözümüzle görmek isteriz. Enise’ye kemik iliği naklinden bir yıl sonra vücudunun kanserden tamamen temizlendiği söylendiğinde çok sevindi. Peki sizce yine de kan tahlili sonuçlarını kendi gözüyle görmek istemiş midir? Kesinlikle! İyi haber dahi kanıt ister. Bu nedenle öğrenciler İsa’yı kendi gözleriyle görmek istediler. O akşam bu fırsat onlara verildi. Dirilen Mesih’le karşılaşmalarını Luka 24. bölüm, 36–49 ayetlerinde görelim:
36 Bunları anlatırlarken İsa gelip aralarında durdu. Onlara, “Size esenlik olsun!” dedi. 37 Ürktüler, bir hayalet gördüklerini sanarak korkuya kapıldılar. 38 İsa onlara, “Neden telaşlanıyorsunuz? Neden kuşkular doğuyor içinizde?” dedi. 39 “Ellerime, ayaklarıma bakın; işte benim! Dokunun da görün. Hayaletin eti kemiği olmaz, ama görüyorsunuz, benim var.” 40 Bunu söyledikten sonra onlara ellerini ve ayaklarını gösterdi. 41 Sevinçten hâlâ inanamayan, şaşkınlık içindeki öğrencilerine, “Sizde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. 42 Kendisine bir parça kızarmış balık verdiler. 43 İsa onu alıp gözlerinin önünde yedi. 44 Sonra onlara şöyle dedi: “Daha sizlerle birlikteyken, ‘Musa’nın Yasası’nda, peygamberlerin yazılarında ve Mezmurlar’da benimle ilgili yazılmış olanların tümünün gerçekleşmesi gerektir’ demiştim.” 45 Bundan sonra Kutsal Yazılar’ı anlayabilmeleri için zihinlerini açtı. 46–47 Onlara dedi ki, “Şöyle yazılmıştır: Mesih acı çekecek ve üçüncü gün ölümden dirilecek; günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da Yeruşalim’den başlayarak bütün uluslara O’nun adıyla duyurulacak. 48 Sizler bu olayların tanıklarısınız. 49 Ben de Babam’ın vaat ettiğini size göndereceğim. Ama siz, yücelerden gelecek güçle kuşanıncaya dek kentte kalın.”
Unutulmaz bir andı. O kadar güçlü bir hayret anıydı ki, öğrenciler bu anıyı hayatları boyunca taşıyacaklardı. Hatta öyle ki, İsa’nın ölümünün ve dirilişinin belki de en büyük kanıtı tüm bu adamların hayatlarının geri kalanını gördüklerini ve dokunduklarını ilan ederek geçirmeye isteklilikleridir. İşkencelere uğradılar ve eziyetle öldüler, barışçıl kanaatlerinden ötürü şehit edildiler.
İsa sonraki 40 gün içinde öğrencilerine defalarca göründü. Hatta bir keresinde 500’ün üzerinde kişiye göründü.69 Mesih’in dirilişinden sonra yeryüzünde geçirdiği zamana dair ayrıntılı bilgi için Yuhanna 20. ve 21. bölümleri okuyun.
Yakın tarihimizdeki en harika öykülerden biri, Seyit Onbaşı olarak tanınan Seyit Ali Çabuk’un (1889–1939) öyküsüdür. 1912–1913 Balkan Savaşları’nda hizmet ettikten sonra, Çanakkale Boğazının Akdeniz girişini koruyan tabyalara atandı. 18 Mart 1915’te Boğaz’ı savunan tabyaların denizden aldığı yoğun bombardımanın ardından, Mecidiye tabyasında görev yaptığı top halen çalışır durumdaydı, ancak mermi vinci hasar görmüştü.
İşte burada insanüstü ölçekte bir kahramanlık gösterdi. Hayatını Türkiye’yi savunma görevine bağlayan Seyit, imkânsızı başarmaya teşebbüs etti. Seyit ölümcül bir düşmanı, HMS Ocean savaş gemisini gözüne kestirmişti. 130 metre uzunluğunda, dört 300 mm ve on iki 150 mm topun yanı sıra dört 450 mm batarya ile, ek olarak on altı büyük bataryayla silahlandırılmış olan bu gemi ölümcül bir düşmandı. Harekete geçmek gerektiğini gören, fakat topun vincinin bozuk olduğunu bilen Seyit, meseleyi kendi eline aldı.
Seyit 260 kiloluk top mermilerini sırtına alarak yerlerine yerleştirdi. Bunu bir örnekle canlandırabilmek için, kendi ölçülerinde dünyanın en güçlü adamı olan Naim Süleymanoğlu’nu düşünün. Onun kaldırdığı en büyük ağırlıklar koparmada 152.2, silkmede ise 190 kilo! Evet, Seyit Onbaşı imkânsızı başarmıştı. Bunu kendi gücüyle mi, yoksa Allah’ın yardımıyla mı yaptığını bilmiyoruz; önemli olan şu ki, bunu yaptı!
Seyit’in yükleyip ateşlediği üç mermiden biri, söylenene göre İngiliz savaş gemisi HMS Ocean’ı vurarak ölümcül bir yara açtı ve gemi daha sonra bir Türk mayınına çarparak tamamen battı.
İsa’nın dirilişte gerçekleştirdiği de, daha önce ve o zamandan beri hiçbir insanın yapmadığı bir şeydi. İsa ölümün gücünü kırdı. Ölümün ağırlığı hiçbir insanın kaldıramayacağı kadar büyüktü. İsa görkemli bir anda düşmanı yenilgiye uğrattı.
Bugün, tüm umutlarınızı İsa’ya bağlarsanız, artık ölümden korkmak zorunda kalmazsınız. Ölümün bizi korkudan felce uğratması gerekmez. İsa bu yükü taşıdı ve düşmanın hedefini tam yerinden vurdu. Mesih’te saklı olan hayat, insan ölse bile, yeniden yaşayacak. İsa’ya iman eden ve O’nu izleyen kişiye göre, ölüm bir uykudan, bir anlık sessizlik ve dinlenmeden başka bir şey değildir. Kutsal yazılar bize, hayatımız olan Mesih ikinci kez bulutlarda göründüğünde mezarların açılacağını ve sonsuza dek birlikte olacağımızı söylüyor.
İsa’nın çarmıhta şöyle haykırdığını hatırlıyor musunuz: “Tamamlandı!”
O’nun sesi ölüler arasında duyuldu! Mezarların duvarlarını delip geçti ve uyuyanları (ölmüş olan doğru kişileri) kalkmaya çağırdı. Bunu Matta 27. bölüm, 50–53 ayetlerinde okuyalım:
50 İsa, yüksek sesle bir kez daha bağırdı ve ruhunu teslim etti. 51 O anda tapınaktaki perde yukarıdan aşağıya yırtılarak ikiye bölündü. Yer sarsıldı, kayalar yarıldı. 52 Mezarlar açıldı, ölmüş olan birçok kutsal kişinin cesetleri dirildi. 53 Bunlar mezarlarından çıkıp İsa’nın dirilişinden sonra kutsal kente girdiler ve birçok kimseye göründüler.
Mesih’in sesi gökten duyulduğunda bunun gibi olacaktır. O’nun sesi mezarların içine işleyerek lahitleri açacak ve O’na iman etmiş olan ölüler dirilecekler. Kurtarıcı’nın dirilişinde birkaç mezar açıldı, ancak ikinci gelişinde büyük bir kalabalık hayata dönecek. Hatta, Allah’ın sözlerine iman etmiş olan tüm ölüler Mesih’in sesini duyacak ve görkemli ölümsüz hayatı yaşamak üzere çıkacaklar. Tıpkı İsa’nın dediği gibi:
“Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler. Onlara sonsuz yaşam veririm; asla mahvolmayacaklar. Onları hiç kimse elimden kapamaz.”70
Mesih’i ölümden dirilten güç O’nun halkını da diriltecek ve onlara hiçbir zaman ölmeyen mükemmel bir beden verecek. Yaşlılar genç olacak ve kötürümler yürüyecek. Günaha ilişkin her iz ve onun üzerimizdeki etkisi yok olacak!71 İşte bu nedenle Allah İsa’yı yalnızca bu dünyada değil, gelecek olan dünyada da tüm yönetimlerin, tüm güçlerin ve tüm adların üzerine yerleştirdi. İsa kaderi değiştirendir.
Tartışma Soruları
1. Enise’nin anne ve babasının gerçek hayattaki adları İbrahim ve Meryem’di. Kutsal Kitap’taki adaşlarını düşünürsek,
bu iki ad bir “mucize çocuk”un doğumuna nasıl uygun?
2. Yahudi önderler mezarın güvenceye alınması konusunda neden bu kadar kararlıydılar?
3. Öğrenciler neden İsa’nın ellerine ve böğrüne dokunmak istediler?
4. Geleceğe ilişkin nasıl bir umuda sahip olmalısınız? Size böyle umut etme “hakkını” ne veriyor?
5. Sizi İsa’nın ölümüne ve dirilişine inanmaktan alıkoyan bir şey var mı?
6. İsa’nın ölümü ne şekilde Allah’ın planının bir parçasıydı?
60 Bu gerçek hikâye Time magazininin Haziran 1990 sayısının kapağında ve People magazininin Kasım 1994 ve Hazıran 2009 sayılarında yer almaktadır. Okuma kolaylığı için isimler Türkçeleştirilmiştir. Ailenin İngilizce isimleri Abraham ve Mary Ayala ve iki kızları Anissa ve Marissa Eve.
61 Bkz. Luka 23:50, 51.
62 Bkz. Yuhanna 3 ve Kaderi Değiştiren 4, ders 7.
63 Bkz. Yuhanna 10:17, 18.
64 Bkz. Yuhanna 2:19.
65 Bkz. Yeşaya 33:14; Matta 25:41.
66 Bkz. Yuhanna 11:49, 50.
67 Bkz. Yuhanna 10:10.
68 Bkz. Yuhanna 4:14.
69 Bkz. 1. Korintliler 15.
70 Bkz. Yuhanna 10:27, 28. 71 Bkz. 1. Korintliler 15.