04_Şeytanın_b_planı.docx |
“Bizi öldürebilir, işkence edebilir, mahkûm edebilirsiniz… Sizin adaletsizliğiniz, masumiyetimizin kanıtıdır… Ne de zalimliğiniz… size yarar sağlayabilir.” Bu, başkalarını da onların inancına davet etmekten başka bir şeye yaramıyordu. “Siz bizi ne kadar biçerseniz, sayımız o kadar artıyor; Hristiyanların kanı tohumdur.” —Tertullian, Apology [Savunma], 50. paragraf.
Bu sözleri yazan Tertullian, M.S. 160-220 yılları arasında yaşamış olan bir Hristiyandı. Kartaca'da eğitim aldı. Afrika kilisesinin önde gelenlerinden biriydi.
Zulüm altında İsa Mesih’in halkı azalmak bir yana, daha da büyüdü. Elimizde istatisikleri yok ama, araştırmacılar, 311 yılına kadar Diokletianus’un zulüm dönemi bittiği zaman Roma imparatorluğun vatandaşlarının yüzde 10’unun Hristiyan olduğunu tahmin ediyorlar. Bu, şaşırtıcı bir istatistiktir. Hristiyanlık yasa dışı bir dindi. Yakalanırsa Hristiyan, bütün malı mülkü gasp edilerek mirasına hiçbir şey bırakılmayacak ya diri diri yakılacak ya da haça gerilecek riski göze alıyordu. Kim böyle bir gruba katılmak isterdi ki?
Grup olarak Hristiyanlar hor görüldüler. O ilk dönemlerde Hristiyanlar sosyal sınıfları ve etnik ayrımcılıkları tanımadılar. Köle, vatandaş, fakir, zengin, cahil, okumuş, ırk, cinse bakılmadan bir kişi, Hristiyanlar arasında eşitlik bulabilirdi. Bu mantık, sıradan Romalının hoşuna gitmedi zira bu, onların örf ve adetine karşıydı. Soylu bir kişi nasıl alt sınıftan gelen bir kişiyle sohbet edip arkadaşlık yapabilir ki?
İkinci yüzyılda genelde Hristiyanların ibadetleri kamuya açık değildi. Hristiyanlar Rabb’in Sofrası’nı gizli olarak kutlarlardı. Bu törene sadece vaftiz olmuş olanlar katılabilirlerdi. Üzüm suyu ve ekmek Rabb’in kanının ve bedeninin simgesi olarak içilip yenildiği için Hristiyanlara yamyam denilirdi. Hristiyanlar, birbirlerine kardeş dedikleri için bir araya gelip agape, yani sevgi şenliğini yedikleri için onlara ahlaksızlar ve ensestliler denildi. Roma putlarına tapınmadıkları için onlara ateist denildi. Çarmıha gerilmiş olana “Rab” dedikleri için onlara deli denildi. Peki kim böyle bir gruba katılmak isterdi?
Açık vaazlar olmazdı. Yazıların ve kitapların sayısı son derece azdı. Hristiyanlık böyle bir ortamda nasıl büyüyordu?
Nefret edildiği halde Hristiyanlık, putperest yazarlarının dikkatlerini çekerdi. Olmasaydı neden Hristiyanlardan sık sık eleştirilip yazılırdı? Hristiyanlığın çekiciliği neydi? Belki Hristiyanların nasıl ölümlerine gittikleri, putperestlerin dikkatlerini çekiyordu. Putperestler arasında ölüm ile ilgili büyük bir merak vardı. Gladyatör kavgalarını izlemek için tiyatro ve stada giden putperestler, kendi ölümlerini düşünürlerdi. İzleyiciler, gladyatörlerin nasıl ölümle yüzleştiklerini yakından görürlerdi. Gladyatör cesaretle ölüme gittiği zaman onur kazanırdı. Belki de putperestler, Hristiyanların cesaretle ilahi söyleyerek ölümlerine gittiklerini gördükleri zaman, Hristiyanların nasıl böyle cesaretli olabileceklerini merak ederlerdi.
Hristiyanların sayısının çoğalma sebepleri farklı olabilir. Filistin’de doğmuş olan Justin, Grek felsefesini derin derin okumuştu. Bir gün herhalde Efes’te sahilde oturup düşünürken yaşlı bir adam Justin’a Mesih’i anlattı. Justin zaten Hristiyanların ölüme karşı geldikleri zaman nasıl kararlıkla ahlaki bir davranış gösterdiklerini fark ettmişti. Justin imanlı oldu ve yazılar yazarak ve Roma’da dersler vererek imanını başkalarıyla paylaştı. Aşağı yukarı M.S. 165 yılında şehit oldu.
Cyprian aşağı yukarı 246 yılında Kartaca Tunus’ta imanlı oldu. Cyprian çok zengin bir adam olmuştu. Ancak bu zenginlik kendisine mutluluk sağlamadı. Sonra, soylu hayatını şöyle tasvir etti: “karanlık ve kasvetli gece.” Galiba Caecilianus adında bir din lideri aracılığıyla Hristiyanlığını öğrenmeye başladı. Ama Cyprian değişebilir miydi?
Cyprian en lezzetli yemeklere ve en lüks elbiselere alışıktı. Hep Ferrari ve Bentley kullanırdı. Cyprian değişebilir miydi? Bir mücadele vardı içinde. O mücadele, Hiristiyanların inandıklarına inanmak üzerine değildi, Hristiyanların yaşadıkları hayatı yaşayabilmek üzerineydi. Cyprian şöyle yazdı: “Önceki hayatımın yanılgıları…benimsenmiş hatalar ve alışkanlıklar hayatımın bir parçasıydı.” Değişimi imkansız gibi göründü. Vaftiz olmak istedi ve Kutsal Ruh’un üzerine geldiğini vaftizde anladı. Daha önce imkansız olan şimdi olacak şey oldu. Diyeti, elbiseleri daha basit daha mütevazı oldu. Evi fakirlere açıktı. Birazdan kilisede bir lider oldu. 258 yılında şehit oldu.
Yerden yere biraz farklı olsa da genelde vaftiz adayları uzun bir süreçten geçiriliyorlardı. Sürecin ilk adımı, genelde resmi olmayan bir yolla imansızların, imanlı bir kişiyle temas kurup sonunda kilise liderlerine eğitim için götürülmesiydi. Yeni gelenler din öğrencisi olarak hemen kabul edilmiyorlardı. Önce bir sorgulamadan geçiriliyorlardı. Mesleklerinde putperestlik, astroloji, ahlaksız davranışlar veya cinayet olursa hemen bırakmaları gerekiyordu, yoksa öğrenci olarak reddediliyorlardı. Aday köleyse efendisi ne söyleyecekti? Aday asker ise, sadece ve sadece adam öldürmeyeceği vaadi üzerine öğrenci olabilirdi. Adaylar, Tanrı’nın sözünü anlayabilecek kapasiteleri olup olmadığı konusunda da incelendiler.
Peki adayın, gruba kabul edilmeden önce neden grubun şartlarına uyması gerekiyordu? Bu ilk adımda din liderleri, kavramları sunmaktan çok, değerleri toplumdan farklı olan grubu yetiştirmeye çalışıyorlardı. Bu süreçte insanlar, düşünerek yeni bir hayat tarzına girmediler, yeni bir hayat tarzı uygulayarak düşüncelerini değiştirdiler.
Öğrenci adayı kabul edilerse, haftada birkaç kere sabah erkenden, sponsoruyla birlikte, eğitim almak için din liderine giderdi. Eğitimin hedefi bilgiden çok iyi davranıştı. Dua grupları vardı, imanlılar bir grupta dua ederdi, adaylar başka bir grupta. Çünkü imanlılar “kutsal öpüş” verebilirlerdi ancak adaylar yapamazlardı.
Romalılar 16:16 Birbirinizi kutsal öpüşle selamlayın. Mesih'in bütün kiliseleri size selam ederler.
Sonunda liderler, imanlılar ve yeni öğrenciler için dua ettikten sonra herkes işlerine giderlerdi. Bu süreç çok uzun olabilirdi. Bazen 3 bazen 5 sene sürüyordu. Öğrenciler Hristiyan değerlerini ve önceliklerini yaşamaya başladılarsa, o zaman 3. sürece geçebiliyorlardı.
3. süreçte öğrenciler her gün ders alarak Kutsal Kitap’ın öğretileri üzerinde daha yoğun şekilde çalıştılar. Bununla birlikte şeytan çıkarma duaları ve ayinleri yapılırdı. Bu modern çağda bazı insanlar bu şeylere gülebilir. Ancak öğrencilerin çoğu tam bir putperest ortamından çıkmışlardı. Günümüzde çok kişi birinin kötü ruhlara tutsak olmasına pek inanmıyor. Şüpheciler, eski zamanlarda ruh hastalıklarının ne olduğunu bilmedikleri için, kadim yazarların her tuhaf davranışa cinlerin sebep olduğunu yazdıklarını ileri sürerler. Ancak bunun üzerinde düşünelim.
Luka 4:33 Havrada cinli, içinde kötü ruh olan bir adam vardı. Adam yüksek sesle, “Ey Nasıralı İsa, bırak bizi! Bizden ne istiyorsun?” diye bağırdı. “Bizi mahvetmeye mi geldin? Senin kim olduğunu biliyorum, Tanrı'nın Kutsalı'sın sen!” 34 35 İsa, “Sus, çık adamdan!” diyerek cini azarladı. Cin adamı herkesin önünde yere vurduktan sonra, ona hiç zarar vermeden içinden çıktı.
İsa, kiminle konuşuyor? İsa, akıl sağlığı sorunuyla konuşmuyor. Burada cin denilen kötü ruhla konuşuyor. İsa buyruk verdi ve cin çıktı. Hastalık çıkmadı. Cin çıktı. Düşünebilen, konuşabilen bir varlık çıktı. Cin de “biz” kelimesi kullandı. “Beni bırak” demedi. “Bizi bırak” dedi. Böyle gibi olaylar seyrek olmadı. Çok oldu.
Luke 6:18 İsa'yı dinlemek ve hastalıklarına şifa bulmak için gelmişlerdi. Kötü ruhlar yüzünden sıkıntı çekenler de iyileştiriliyordu.
Bugünlerde insanlar gönüllü olarak bombaları kendilerine bağlayıp bir yere giderek bombalarını patlıyorlar. Kendilerini ve başkalarını öldürüyorlar. Bu normal bir davranış değildir. Bence bu insanlar kötü ruhlar tarafından denetleniyorlar. Sadece sıradan akıl sağlığı sorunları değil. Cine tutsak onlar. Çünkü insanlığa doğru büyük nefret gösteriyorlar. Bu işi yapan çok insan da var. Canlı bomba gönüllüler sayısızdır, sanki ölmek için kuyrukta bekliyorlarmış gibi. “Ben yapacağım! Ben yapacağım! Beni seç!” diye kendilerini bu kötü işe adıyorlar.
Düşündüğümüzden çok daha fazla sayıda kötü ruha tutsak insan var.
Son olarak, genelde Pentikost zamanında din öğrencileri, şeytan çıkarma duaları yapıldıktan son vaftiz edilerlerdi ve böylece tam bir üye olurdular. Artık Hristiyan ibadetlerine, ve hatta Rabb’in Sofrasına bile katılabilirlerdi.
Zulüm altındayken kilise bayağı saf kaldı. Samimi olmayan kişiler, Hristiyan olmak için bütün eşyaları ve hayatlarını göze alarak 3 senelik bir eğitimden geçmezdi.
Ancak Roma İmparatorluğunda büyük bir değişiklik oldu. Diokletianus’tan sonra birkaç imparator ve eş imparatoru vardı. Büyük Konstantin’in babası imparatorun batısında eş imparatoruydu. Babası öldüğü zaman Büyük Konstanin, tahta kavuşmak için Maxentius’la savaştı.
Caesarea’nın Eusebius, 312 yılında Milvian Köprüsü’nün muharebesinde Konstantin’in dram bir olay yaşadığını kaydetti. Buna ve başka Hristiyan kaynaklarına göre Konstantin, muharebeden önce güneşe baktı ve üzerinde ışıktan bir haçı gördü. Bununla birlikte Grekçede şöyle yazıldı: “Bu işaretle fethet!” Konstantin askerlerine kalkanlarının üzerine bir Xi-Rho Hristiyan simgesini koymalarını buyurdu. Konstantin muharabeyi kazandı ve sonra hem batıda hem de doğuda imparator oldu. Muharabeden sonra, her büyük bir zaferden sonra yapılan putperest tapınaklarında sunu sunmak işini Konstantin yapmadı. İmparatorluktaki liderler ise hala putperestti. Roma sikkeleri hala Roma tanrılarının imgelerini taşıyorlardı. 313 yılında Milan fermanıyla Hristiyanlık tanınmış bir din oldu ve ona karşı bütün zulüm bitti.
Konstantin, Hristiyanlığın sponsoru oldu. Kiliseye para verdi, pek çok katedral yaptırdı, Hristiyan ruhban sınıfını vergiye muaf tuttu, Hristiyanları yüksek mevkilere terfi ettirdi ve Diokletianus’un zamanındaki gasp edilmiş gayrimenkulu geri verdi. Üst yüzeyde bunlar bereketler gibi göründü. Ama altında bir tuzak yatıyordu.
İlk olarak, birden bire, kendisini Hristiyan olarak tanıtan ama hiç bir zaman din öğrencisi olmamış, Rabb’in Sofrası’na katılmamış veya katılamamış, vaftiz olmamış biri imparator oldu. İnsanlar terfi olarak daha yüksek bir mevkiye kavuşmak için için kiliseye katılıyorlardı. Ancak hayatları henüz değişmemiş oluyordu. Din öğrencisi olma şartları kısaltıldı. Şeytan kiliseyi Hristiyanları öldürerek yok edemedi. Daha sinsi bir şey denedi: Şeytan kiliseye katıldı. Şeytan’ın B Planı daha başarılı olacaktı.
Zulüm altındayken dürüst, alçakgönüllü olan ve fedakarlık yapanlar, kiliseyi doldurdular. O sadık imanlılar, çok kere canları pahasına gerçeklere sımsıkı tutundular. Fakat zulüm bittiği zaman, taviz ruhu kiliseye geldi. Putperestleri İsa’ya daha kolay kazanmak için dünyasal onur ve para kazanma fırsatları gözlerinin önüne konuldu. Putperestler, Hristiyan inançlarının bir kısmını kabul etmeleri için yönlendirildiler ama başka önemli gerçekler reddedildi. İsa Mesih’i Tanrı’nın Oğlu olarak kabul ettiler ama günah konusunda ikna olmadılar, tövbeye ihtiyaç duymadılar ve yürekleri değişmedi.
Daha önce mucizler çoktu ve imanlılar bunlara gösterek Allah’ın onlarla birlikte olduğunu gösterebilirdi. Ancak mucizeler durdu. Kilise gücünü kaybediyordu ve Şeytan, zaferi yüzünden çoşuyordu. Bazı Hristiyanlar taviz vermediler ancak çoğu Hristiyan standartlarını indirdiler. Sözde Hristiyanlar, özünde putperestten farklı değildiler. Sadece heykellerin ve tasvirlerin isimleri değiştirildi. İsa, Meryem ve aziz tavirleri kiliseyi doldu. Batıl inançlar, yanlış öğretiler ve putperest törenleri çoğaldı. Hristiyanlık ve putperstlik birleşti.
Kutsal Kitap bizi önceden uyarmasaydı belki bizim Kutsal Yazılara yönelik güvencemiz sarsılırdı. Ancak bu konuda Kutsal Yazılar bize çok bilgi veriyor.
2. Selanikliler 2:1 Rabbimiz İsa Mesih'in gelişine ve O'nunla birlikte olmak üzere toplanmamıza gelince: Kardeşler, size rica ediyoruz, Rab'bin gününün geldiğini ileri süren herhangi bir ruh, bir söz ya da bizden gelmiş gibi gösterilen bir mektup hemen aklınızı karıştırmasın, sizi telaşlandırmasın. 2 3 Hiç kimse hiçbir şekilde sizi aldatmasın. Çünkü imandan dönüş [isyan] başlamadıkça, mahvolacak olan o yasa tanımaz adam ortaya çıkmadıkça o gün gelmeyecektir. 4 Bu adam, tanrı diye anılan ya da tapılan her şeye karşı gelerek kendini hepsinden yüce gösterecek, hatta kendisini Tanrı ilan ederek Tanrı'nın Tapınağı'nda oturacaktır.
Pavlus, İsa gelmeden önce büyük bir yoldan sapma olacağını söyledi. Grekçe kelimesi apostasia’dır. İngilizce apostasy kelimesi Latince aracılığılya bu kelimeden geliyor. Bu imandan dönüş, isyan, yoldan sapmanın başlangıcına baktık bugün. Gelecek sefer biz ona daha detaylı bakacağız ve hele Kutsal Yazılar’da bu konudaki ayetleri daha fazla inceleceğiz.
Göreceğiniz gibi din ilkelerinde ve öğretilerinde taviz vermek kilisenin işine gelmez aksine ruhsal açıdan çökmesine yol acar. Şimdi siz, bir konuda Kutsal Yazılara aykırı olarak din ilkelerinde ve öğretilerinde taviz veriyor musunuz? “Önemli değil, boş ver” mi diyorsunuz? Öyleyse ne yapmalısınız?
Bu sözleri yazan Tertullian, M.S. 160-220 yılları arasında yaşamış olan bir Hristiyandı. Kartaca'da eğitim aldı. Afrika kilisesinin önde gelenlerinden biriydi.
Zulüm altında İsa Mesih’in halkı azalmak bir yana, daha da büyüdü. Elimizde istatisikleri yok ama, araştırmacılar, 311 yılına kadar Diokletianus’un zulüm dönemi bittiği zaman Roma imparatorluğun vatandaşlarının yüzde 10’unun Hristiyan olduğunu tahmin ediyorlar. Bu, şaşırtıcı bir istatistiktir. Hristiyanlık yasa dışı bir dindi. Yakalanırsa Hristiyan, bütün malı mülkü gasp edilerek mirasına hiçbir şey bırakılmayacak ya diri diri yakılacak ya da haça gerilecek riski göze alıyordu. Kim böyle bir gruba katılmak isterdi ki?
Grup olarak Hristiyanlar hor görüldüler. O ilk dönemlerde Hristiyanlar sosyal sınıfları ve etnik ayrımcılıkları tanımadılar. Köle, vatandaş, fakir, zengin, cahil, okumuş, ırk, cinse bakılmadan bir kişi, Hristiyanlar arasında eşitlik bulabilirdi. Bu mantık, sıradan Romalının hoşuna gitmedi zira bu, onların örf ve adetine karşıydı. Soylu bir kişi nasıl alt sınıftan gelen bir kişiyle sohbet edip arkadaşlık yapabilir ki?
İkinci yüzyılda genelde Hristiyanların ibadetleri kamuya açık değildi. Hristiyanlar Rabb’in Sofrası’nı gizli olarak kutlarlardı. Bu törene sadece vaftiz olmuş olanlar katılabilirlerdi. Üzüm suyu ve ekmek Rabb’in kanının ve bedeninin simgesi olarak içilip yenildiği için Hristiyanlara yamyam denilirdi. Hristiyanlar, birbirlerine kardeş dedikleri için bir araya gelip agape, yani sevgi şenliğini yedikleri için onlara ahlaksızlar ve ensestliler denildi. Roma putlarına tapınmadıkları için onlara ateist denildi. Çarmıha gerilmiş olana “Rab” dedikleri için onlara deli denildi. Peki kim böyle bir gruba katılmak isterdi?
Açık vaazlar olmazdı. Yazıların ve kitapların sayısı son derece azdı. Hristiyanlık böyle bir ortamda nasıl büyüyordu?
Nefret edildiği halde Hristiyanlık, putperest yazarlarının dikkatlerini çekerdi. Olmasaydı neden Hristiyanlardan sık sık eleştirilip yazılırdı? Hristiyanlığın çekiciliği neydi? Belki Hristiyanların nasıl ölümlerine gittikleri, putperestlerin dikkatlerini çekiyordu. Putperestler arasında ölüm ile ilgili büyük bir merak vardı. Gladyatör kavgalarını izlemek için tiyatro ve stada giden putperestler, kendi ölümlerini düşünürlerdi. İzleyiciler, gladyatörlerin nasıl ölümle yüzleştiklerini yakından görürlerdi. Gladyatör cesaretle ölüme gittiği zaman onur kazanırdı. Belki de putperestler, Hristiyanların cesaretle ilahi söyleyerek ölümlerine gittiklerini gördükleri zaman, Hristiyanların nasıl böyle cesaretli olabileceklerini merak ederlerdi.
Hristiyanların sayısının çoğalma sebepleri farklı olabilir. Filistin’de doğmuş olan Justin, Grek felsefesini derin derin okumuştu. Bir gün herhalde Efes’te sahilde oturup düşünürken yaşlı bir adam Justin’a Mesih’i anlattı. Justin zaten Hristiyanların ölüme karşı geldikleri zaman nasıl kararlıkla ahlaki bir davranış gösterdiklerini fark ettmişti. Justin imanlı oldu ve yazılar yazarak ve Roma’da dersler vererek imanını başkalarıyla paylaştı. Aşağı yukarı M.S. 165 yılında şehit oldu.
Cyprian aşağı yukarı 246 yılında Kartaca Tunus’ta imanlı oldu. Cyprian çok zengin bir adam olmuştu. Ancak bu zenginlik kendisine mutluluk sağlamadı. Sonra, soylu hayatını şöyle tasvir etti: “karanlık ve kasvetli gece.” Galiba Caecilianus adında bir din lideri aracılığıyla Hristiyanlığını öğrenmeye başladı. Ama Cyprian değişebilir miydi?
Cyprian en lezzetli yemeklere ve en lüks elbiselere alışıktı. Hep Ferrari ve Bentley kullanırdı. Cyprian değişebilir miydi? Bir mücadele vardı içinde. O mücadele, Hiristiyanların inandıklarına inanmak üzerine değildi, Hristiyanların yaşadıkları hayatı yaşayabilmek üzerineydi. Cyprian şöyle yazdı: “Önceki hayatımın yanılgıları…benimsenmiş hatalar ve alışkanlıklar hayatımın bir parçasıydı.” Değişimi imkansız gibi göründü. Vaftiz olmak istedi ve Kutsal Ruh’un üzerine geldiğini vaftizde anladı. Daha önce imkansız olan şimdi olacak şey oldu. Diyeti, elbiseleri daha basit daha mütevazı oldu. Evi fakirlere açıktı. Birazdan kilisede bir lider oldu. 258 yılında şehit oldu.
Yerden yere biraz farklı olsa da genelde vaftiz adayları uzun bir süreçten geçiriliyorlardı. Sürecin ilk adımı, genelde resmi olmayan bir yolla imansızların, imanlı bir kişiyle temas kurup sonunda kilise liderlerine eğitim için götürülmesiydi. Yeni gelenler din öğrencisi olarak hemen kabul edilmiyorlardı. Önce bir sorgulamadan geçiriliyorlardı. Mesleklerinde putperestlik, astroloji, ahlaksız davranışlar veya cinayet olursa hemen bırakmaları gerekiyordu, yoksa öğrenci olarak reddediliyorlardı. Aday köleyse efendisi ne söyleyecekti? Aday asker ise, sadece ve sadece adam öldürmeyeceği vaadi üzerine öğrenci olabilirdi. Adaylar, Tanrı’nın sözünü anlayabilecek kapasiteleri olup olmadığı konusunda da incelendiler.
Peki adayın, gruba kabul edilmeden önce neden grubun şartlarına uyması gerekiyordu? Bu ilk adımda din liderleri, kavramları sunmaktan çok, değerleri toplumdan farklı olan grubu yetiştirmeye çalışıyorlardı. Bu süreçte insanlar, düşünerek yeni bir hayat tarzına girmediler, yeni bir hayat tarzı uygulayarak düşüncelerini değiştirdiler.
Öğrenci adayı kabul edilerse, haftada birkaç kere sabah erkenden, sponsoruyla birlikte, eğitim almak için din liderine giderdi. Eğitimin hedefi bilgiden çok iyi davranıştı. Dua grupları vardı, imanlılar bir grupta dua ederdi, adaylar başka bir grupta. Çünkü imanlılar “kutsal öpüş” verebilirlerdi ancak adaylar yapamazlardı.
Romalılar 16:16 Birbirinizi kutsal öpüşle selamlayın. Mesih'in bütün kiliseleri size selam ederler.
Sonunda liderler, imanlılar ve yeni öğrenciler için dua ettikten sonra herkes işlerine giderlerdi. Bu süreç çok uzun olabilirdi. Bazen 3 bazen 5 sene sürüyordu. Öğrenciler Hristiyan değerlerini ve önceliklerini yaşamaya başladılarsa, o zaman 3. sürece geçebiliyorlardı.
3. süreçte öğrenciler her gün ders alarak Kutsal Kitap’ın öğretileri üzerinde daha yoğun şekilde çalıştılar. Bununla birlikte şeytan çıkarma duaları ve ayinleri yapılırdı. Bu modern çağda bazı insanlar bu şeylere gülebilir. Ancak öğrencilerin çoğu tam bir putperest ortamından çıkmışlardı. Günümüzde çok kişi birinin kötü ruhlara tutsak olmasına pek inanmıyor. Şüpheciler, eski zamanlarda ruh hastalıklarının ne olduğunu bilmedikleri için, kadim yazarların her tuhaf davranışa cinlerin sebep olduğunu yazdıklarını ileri sürerler. Ancak bunun üzerinde düşünelim.
Luka 4:33 Havrada cinli, içinde kötü ruh olan bir adam vardı. Adam yüksek sesle, “Ey Nasıralı İsa, bırak bizi! Bizden ne istiyorsun?” diye bağırdı. “Bizi mahvetmeye mi geldin? Senin kim olduğunu biliyorum, Tanrı'nın Kutsalı'sın sen!” 34 35 İsa, “Sus, çık adamdan!” diyerek cini azarladı. Cin adamı herkesin önünde yere vurduktan sonra, ona hiç zarar vermeden içinden çıktı.
İsa, kiminle konuşuyor? İsa, akıl sağlığı sorunuyla konuşmuyor. Burada cin denilen kötü ruhla konuşuyor. İsa buyruk verdi ve cin çıktı. Hastalık çıkmadı. Cin çıktı. Düşünebilen, konuşabilen bir varlık çıktı. Cin de “biz” kelimesi kullandı. “Beni bırak” demedi. “Bizi bırak” dedi. Böyle gibi olaylar seyrek olmadı. Çok oldu.
Luke 6:18 İsa'yı dinlemek ve hastalıklarına şifa bulmak için gelmişlerdi. Kötü ruhlar yüzünden sıkıntı çekenler de iyileştiriliyordu.
Bugünlerde insanlar gönüllü olarak bombaları kendilerine bağlayıp bir yere giderek bombalarını patlıyorlar. Kendilerini ve başkalarını öldürüyorlar. Bu normal bir davranış değildir. Bence bu insanlar kötü ruhlar tarafından denetleniyorlar. Sadece sıradan akıl sağlığı sorunları değil. Cine tutsak onlar. Çünkü insanlığa doğru büyük nefret gösteriyorlar. Bu işi yapan çok insan da var. Canlı bomba gönüllüler sayısızdır, sanki ölmek için kuyrukta bekliyorlarmış gibi. “Ben yapacağım! Ben yapacağım! Beni seç!” diye kendilerini bu kötü işe adıyorlar.
Düşündüğümüzden çok daha fazla sayıda kötü ruha tutsak insan var.
Son olarak, genelde Pentikost zamanında din öğrencileri, şeytan çıkarma duaları yapıldıktan son vaftiz edilerlerdi ve böylece tam bir üye olurdular. Artık Hristiyan ibadetlerine, ve hatta Rabb’in Sofrasına bile katılabilirlerdi.
Zulüm altındayken kilise bayağı saf kaldı. Samimi olmayan kişiler, Hristiyan olmak için bütün eşyaları ve hayatlarını göze alarak 3 senelik bir eğitimden geçmezdi.
Ancak Roma İmparatorluğunda büyük bir değişiklik oldu. Diokletianus’tan sonra birkaç imparator ve eş imparatoru vardı. Büyük Konstantin’in babası imparatorun batısında eş imparatoruydu. Babası öldüğü zaman Büyük Konstanin, tahta kavuşmak için Maxentius’la savaştı.
Caesarea’nın Eusebius, 312 yılında Milvian Köprüsü’nün muharebesinde Konstantin’in dram bir olay yaşadığını kaydetti. Buna ve başka Hristiyan kaynaklarına göre Konstantin, muharebeden önce güneşe baktı ve üzerinde ışıktan bir haçı gördü. Bununla birlikte Grekçede şöyle yazıldı: “Bu işaretle fethet!” Konstantin askerlerine kalkanlarının üzerine bir Xi-Rho Hristiyan simgesini koymalarını buyurdu. Konstantin muharabeyi kazandı ve sonra hem batıda hem de doğuda imparator oldu. Muharabeden sonra, her büyük bir zaferden sonra yapılan putperest tapınaklarında sunu sunmak işini Konstantin yapmadı. İmparatorluktaki liderler ise hala putperestti. Roma sikkeleri hala Roma tanrılarının imgelerini taşıyorlardı. 313 yılında Milan fermanıyla Hristiyanlık tanınmış bir din oldu ve ona karşı bütün zulüm bitti.
Konstantin, Hristiyanlığın sponsoru oldu. Kiliseye para verdi, pek çok katedral yaptırdı, Hristiyan ruhban sınıfını vergiye muaf tuttu, Hristiyanları yüksek mevkilere terfi ettirdi ve Diokletianus’un zamanındaki gasp edilmiş gayrimenkulu geri verdi. Üst yüzeyde bunlar bereketler gibi göründü. Ama altında bir tuzak yatıyordu.
İlk olarak, birden bire, kendisini Hristiyan olarak tanıtan ama hiç bir zaman din öğrencisi olmamış, Rabb’in Sofrası’na katılmamış veya katılamamış, vaftiz olmamış biri imparator oldu. İnsanlar terfi olarak daha yüksek bir mevkiye kavuşmak için için kiliseye katılıyorlardı. Ancak hayatları henüz değişmemiş oluyordu. Din öğrencisi olma şartları kısaltıldı. Şeytan kiliseyi Hristiyanları öldürerek yok edemedi. Daha sinsi bir şey denedi: Şeytan kiliseye katıldı. Şeytan’ın B Planı daha başarılı olacaktı.
Zulüm altındayken dürüst, alçakgönüllü olan ve fedakarlık yapanlar, kiliseyi doldurdular. O sadık imanlılar, çok kere canları pahasına gerçeklere sımsıkı tutundular. Fakat zulüm bittiği zaman, taviz ruhu kiliseye geldi. Putperestleri İsa’ya daha kolay kazanmak için dünyasal onur ve para kazanma fırsatları gözlerinin önüne konuldu. Putperestler, Hristiyan inançlarının bir kısmını kabul etmeleri için yönlendirildiler ama başka önemli gerçekler reddedildi. İsa Mesih’i Tanrı’nın Oğlu olarak kabul ettiler ama günah konusunda ikna olmadılar, tövbeye ihtiyaç duymadılar ve yürekleri değişmedi.
Daha önce mucizler çoktu ve imanlılar bunlara gösterek Allah’ın onlarla birlikte olduğunu gösterebilirdi. Ancak mucizeler durdu. Kilise gücünü kaybediyordu ve Şeytan, zaferi yüzünden çoşuyordu. Bazı Hristiyanlar taviz vermediler ancak çoğu Hristiyan standartlarını indirdiler. Sözde Hristiyanlar, özünde putperestten farklı değildiler. Sadece heykellerin ve tasvirlerin isimleri değiştirildi. İsa, Meryem ve aziz tavirleri kiliseyi doldu. Batıl inançlar, yanlış öğretiler ve putperest törenleri çoğaldı. Hristiyanlık ve putperstlik birleşti.
Kutsal Kitap bizi önceden uyarmasaydı belki bizim Kutsal Yazılara yönelik güvencemiz sarsılırdı. Ancak bu konuda Kutsal Yazılar bize çok bilgi veriyor.
2. Selanikliler 2:1 Rabbimiz İsa Mesih'in gelişine ve O'nunla birlikte olmak üzere toplanmamıza gelince: Kardeşler, size rica ediyoruz, Rab'bin gününün geldiğini ileri süren herhangi bir ruh, bir söz ya da bizden gelmiş gibi gösterilen bir mektup hemen aklınızı karıştırmasın, sizi telaşlandırmasın. 2 3 Hiç kimse hiçbir şekilde sizi aldatmasın. Çünkü imandan dönüş [isyan] başlamadıkça, mahvolacak olan o yasa tanımaz adam ortaya çıkmadıkça o gün gelmeyecektir. 4 Bu adam, tanrı diye anılan ya da tapılan her şeye karşı gelerek kendini hepsinden yüce gösterecek, hatta kendisini Tanrı ilan ederek Tanrı'nın Tapınağı'nda oturacaktır.
Pavlus, İsa gelmeden önce büyük bir yoldan sapma olacağını söyledi. Grekçe kelimesi apostasia’dır. İngilizce apostasy kelimesi Latince aracılığılya bu kelimeden geliyor. Bu imandan dönüş, isyan, yoldan sapmanın başlangıcına baktık bugün. Gelecek sefer biz ona daha detaylı bakacağız ve hele Kutsal Yazılar’da bu konudaki ayetleri daha fazla inceleceğiz.
Göreceğiniz gibi din ilkelerinde ve öğretilerinde taviz vermek kilisenin işine gelmez aksine ruhsal açıdan çökmesine yol acar. Şimdi siz, bir konuda Kutsal Yazılara aykırı olarak din ilkelerinde ve öğretilerinde taviz veriyor musunuz? “Önemli değil, boş ver” mi diyorsunuz? Öyleyse ne yapmalısınız?