Yedinci Gün Adventist İnanlı Topluluğu iman konusunda 28 temel inanç maddesi belirlemiştir. Aşağıdaki yazıda, bu inançların resmî ifadeleri Yedinci Gün Adventistleri Genel Konferansı’nın bir oturumunda oylandığı şekliyle, bağlantılarla birlikte kaynak gösterilmiştir.
Yakındaki bir ağaçtan size seslenen papağanın sesine uyandığınız bir dünya hayal edin. Dev bir kaplan ayaklarınızın dibine kıvrılıp yatmış, ama ondan korkmuyorsunuz çünkü o sizin evcil hayvanınız ve başka hayvanları yemiyor. Aksine, ceylanlar gibi ot yiyor. Kuyruğunun çıplak ayaklarınızın etrafında sallanmasından rahatsız olmuyorsunuz, çünkü kirli değil. Yukarı baktığınızda başınızın üzerinde dolgun ve sulu üzümlerle dolu bir asma görüyorsunuz. Ayrıca, destek çubuğuna ihtiyaç yok çünkü asma kendi ağırlığını taşıyor. Güneş ışıkları, dalgalanan yapraklar arasından öyle sızıyor ki gölgeler ve ışıklar gözlerinizde yer değiştiriyor. Güneş doğalı epey olmuş, normalde pek çok kişinin işe gittiği saatler, ama aceleniz yok, zira yetişmeniz gereken bir işiniz yok. Hiç acele etmeden kendi bahçenizden meyve topluyorsunuz ve bir yandan da hangi komşunuzla kahvaltı edeceğinizi düşünüyorsunuz. Bitişik bahçelerde komşularınızın da aynı türden faaliyetler içinde olduklarını duyuyorsunuz. Hiç kimse çalışmaktan ötürü terlemiyor ve yorulmuyor, çünkü hava sıcaklığı mükemmel ve esinti tam yerinde. Bir yerlere yetişme telaşı yok, çünkü burada zaman sonsuz ve hiç kimse ölmüyor.
Sizin cennet düşünceniz böyle mi olurdu? İşte başlangıçta dünya, Allah’ın onu yaratmasından sonra böyleydi. Allah, iyiliğin bir zıddı olsun diye, kötülüğü ve ölümü yaratmadı. Başlangıçta kötülük yoktu, hastalık yoktu, aşırı soğuk ve aşırı sıcak yoktu ve ölüm yoktu. Hayvanlar hayvan yemiyorlardı, insanlar da hayvan yemiyorlardı. Mükemmel bir dünyaydı. Eski Ahit (Tevrat) şöyle diyor: Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin “çok iyi” olduğunu gördü. (Bkz. Yaratılış 1:31).
Eğer kötülüğü Allah yaratmadıysa, kötülük nereden geldi? Onun sonsuza dek sürmesine izin verecek mi? O hastalıklara, ölüme ve kötülüğe bir son verecek mi, yoksa bu dünyanın sefaleti süresiz olarak devam mı edecek? İyi haber şu ki, Allah başlangıçta her şeyi mükemmel olarak yarattı ve Allah bir gün kötülüğe son verecek. Bir gün, Allah’ın başlangıçtaki tasarısına göre yukarıda tanımlanan dünyada yaşayacağız.
Dünyamızın başlangıcı, günah ve Allah’ın kötülüğü nihai olarak yok edişine dair gerçeği nerede bulabiliriz? Allah bazılarının dediği gibi merhametli, şefkatli ve sevgi dolu ise, bu temel sorulara yanıtlar vermez miydi? Kesinlikle O sevgi dolu, merhametli ve şefkatlidir ve sorulara yanıtlar vermiştir! Bu yanıtlar Tevrat, Zebur ve İncil’de bulunabilir.
Başlangıçta Allah göğü ve yeri yarattı. Kutsal yazılar Allah’ın bunları sözlük anlamıyla altı günde yarattığını bildiriyor, evrim yoluyla altı uzun zaman diliminde değil. Kutsal yazılar ayrıca Allah’ın yarattığından çok memnun olduğunu ve bunların “çok iyi” olduğunu da bize bildiriyor. Öte yandan evrim ise, yaratılmışların hayatta kalabilmek için mücadele vermeleri gereken bir şans oyunudur. Hayvanlar birbirlerini yerler ve yalnızca güçlü olan hayatta kalır. Günümüzde dünyaya baktığımızda evrim teorisi doğru gibi görünebilir, ancak kutsal yazılar başlangıçta sevgi dolu Tanrı’nın her şeyi mükemmel yarattığını ve ölüm olmadığını ortaya koyuyor.
Meleklerin, Allah’ın konuşarak maddeyi gözlerinin önünde var etmesini gördüklerinde nasıl hayrete düştüklerini hayal edin! Dünyamızın durduğu yerde bir boşluk vardı, fakat Allah, “Işık olsun” dedi. Derhal ışık meydana geldi. Allah, “Sular bir yere toplansın” dedi. Bir anda bu gerçekleşti. Allah, “Kuru toprak görünsün” dedi, ve öyle oldu. Bundan sonra Allah bitkileri, sonra güneşi, ayı ve yıldızları yaratmaya başladı. Güneşimizin ne kadar büyük olduğunu bir düşünün. Hacim açısından dünyamızdan 1.3 milyon kez büyük olduğunu biliyor muydunuz? Buna rağmen, Allah’ın basit bir emir vermesiyle hiçlikten meydana geldi. Bundan sonra Allah hayvanları, düşünebilen ve kendi iradelerine göre hareket edebilen canlı yaratıkları meydana getirmeye başladı. Hayret verici! Her şey Allah’ın emriyle oldu.
Melekler evrime inanmazlar. Onlar yaratılışa tanık oldular ve Allah’ın yüce kudretini gördüler. Allah’ın dünyayı yaratmak için uzun dönemlere ve bir yırtıcılık kısırdöngüsüne ihtiyaç duymadığını bilirler. O bunu yalnızca birkaç gün içinde gerçekleştirdi. Aslında o kadar uzun sürdürmesi bile gerekmezdi. Allah’ın hayatı yavaşça ve metodik bir şekilde yarattığına şüphe yok, bunu meleklerin her yeni şeyin tadını çıkarabilmeleri için yaptı, tıpkı bir fincan iyi çayı yudum yudum içmemiz gibi.
Ancak Allah bundan sonra farklı bir şey yaptı. Bir çömlekçi gibi yerin toprağını alarak bundan insan bedenini meydana getirdi. Şekil olarak, beden Allah’ın görünüşüne benziyordu. Fakat tabii ki çok daha sadeydi. Sonra Allah insana (Adem’e) yaşam nefesini üfledi ve insan yaşayan bir varlık oldu. Bu çok kişisel ve özel bir olaydı. Allah’ın insanlığı yaratması için daha sevgi dolu ve özel bir yöntem düşünebiliyor musunuz? Allah’ın sizi de aynı ilgiyle sevdiğinden ve gözettiğinden emin olabilirsiniz!
Allah yaratılışın altıncı gününde Adem’i kendi suretinde (yani pek çok açıdan kendisine benzer olarak) yarattı. Adem’in diğer hayvanların çok üzerinde bir düşünme yeteneği vardı. Ayrıca hayvanların sahip olmadığı ahlaki yetilere sahipti. Adem doğru ile yanlışı birbirinden ayırabiliyordu.
Allah’ı ve diğerlerini, içgüdüsel olarak değil, fakat anlayarak sevebilirdi. Kutsal Kitap Allah’ın sevgi olduğunu bildiriyor. O’nun tabiatı, karakteri, tüm varlığı sevgidir. Her eylemin, her arzunun ve O’nun iradesinin kökü sevgidedir. Bazıları Allah’ın yasalarının ve ölçülerinin haddinden fazla kısıtlayıcı olduğunu düşünüyorlar. Fakat Allah’ın yasası O’nun karakterinin bir ifadesidir. O bizi bize zarar verecek olan şeylerden korumak istiyor. Dolayısıyla Allah’ın yasası sevgidir ve O’nun kadar kutsaldır. Allah’ın arzusu, O’na kişiliğinden ve bizim için yaptıklarından ötürü sevgiden ve takdirden ötürü hizmet etmemizdir. O zorlama bir itaat istemez. Böylece, özverili biçimde sevmek Allah’ın yasasını yerine getirmektir.
Allah Adem’e de seçme özgürlüğü verdi. O Allah’ı sevebilir veya reddedebilirdi. Allah Adem’e ahlaki özgürlük vermiş olmasaydı, insanlar hayvanlardan, hatta robotlardan farksız olurlardı. İtaatsizlik edemeyecek durumda olurlardı. Burada konu ilginçleşiyor ve çok dikkat etmemiz gerekiyor. Allah insanlara O’nun ilkelerini kabul etme veya reddetme imkânı verdiğinde, bu bir risk içeriyordu. İşe bakın ki, sevgi risklidir! Ya insan Allah’a isyan etmeyi seçseydi? O nasıl karşılık verecekti? Öte yandan, Allah akıllı yaratıklara seçme yeteneğini vermemiş olsa, sevgiye dayalı itaat ve Allah’ın karakterini takdir etmek hiçbir zaman var olmazdı.
Kutsal Kitap’a göre, Allah Adem’e yeryüzü üzerinde ve diğer tüm yaratıklar üzerinde hâkimiyet verdi. O ayrıca insanlığı çoğul olarak yarattı. Allah Adem’e bir yardımcı (yani Havva adında bir eş) verdi. Allah Havva’yı Adem’in bir kaburga kemiğinden yarattı ve şöyle dedi: “Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak” (Yaratılış 2:24). İşte bu ilginç bir ifade! Hem Adem’in hem de Havva’nın kendi bedenleri vardı, ama Allah onların bir beden olduklarını söylüyordu! Bu nasıl olabilir? Allah’a göre, evlendiğimizde eşimizle artık iki beden değil, tek beden olacağımız bir şekilde birleşiyoruz.
Bazıları şöyle diyebilir: “Allah bir ruhumuz veya bir amacımız olacağını söylemiş olsaydı anlardım da, iki ayrı kişinin nasıl bir beden olacağını anlamıyorum!” Bu gerçekten bir sır ve kolaylıkla açıklanamaz. Fakat anlayamıyor oluşumuz onu yanlış yapmaz. Yalnızca, Allah’ın neden bahsettiğini bildiğine itimat etmemiz gerektiği anlamına gelir. Biz kimiz ki Allah’a karı ile kocanın iki ayrı bedene sahip olduklarını, dolayısıyla bir beden olamayacaklarını söyleyebilelim? Allah ne yaptığını biliyor ve Musa peygamber aracılığıyla onların bir beden olduklarını bildirdi. Dolayısıyla Allah’ın bildirdikleri karşısında, bunları anlamasak bile, sessiz kalmalıyız.
Kutsal yazılar yaratılışın yedinci gününde Allah’ın tüm işini bitirdiğini bildiriyor. O dinlendi. Yorulduğu için değil, fakat işini bitirdiği için. Allah yedinci günü bereketledi ve insanlar için kutsal olarak belirledi. Örneği bizzat Allah’ın verdiği üzere, hiç kimse o gün çalışmayacaktı. Dünya üzerinde hiçbir din yokken, Allah bugün cumartesi olarak adlandırdığımız haftanın yedinci gününü yarattı ve bereketledi. Bunu kutsal bir gün yaptı. Bu güne ayrıca Şabat adını veriyoruz. (Bkz. Temel İnanç #6: Yaratılış.)
Allah ilk insanlar olan Adem ile Havva’yı Aden adında bir bahçeye yerleştirdi. Bahçenin ortasında hayat ağacı vardı. Adem ile Havva hayat ağacından yedikleri müddetçe hiçbir zaman ölmeyeceklerdi. Bu ağacın meyvesinin neye benzediğini veya tadının nasıl olduğunu hiç merak ettiniz mi? Allah’tan sonsuz hayatı alacak olanlar, yeni yeryüzünde bundan bir kez daha yiyecekler. Kutsal yazılar bize hayat ağacının on iki değişik türde meyve verdiğini bildiriyor, her ay farklı bir tür!
Aden Bahçesi’nde ayrıca iyiliği ve kötülüğü bilme ağacı da vardı. Allah, Adem ile Havva’ya iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yememelerini, aksi halde öleceklerini emretti. Gayet basitti. Adem ile Havva Allah’a güvenip itaat etselerdi, sonsuza dek yaşayacaklardı. O ağacın meyvesinde kötülüğe ilişkin bilgiyi verecek olan özel bir iksir veya madde yoktu. Kötülüğü bilmek Allah’ın emirlerine itaatsizlik etmenin doğal sonucudur. Böylece, Adem ile Havva günahı ve suçluluk duygusunu yalnızca Allah’a aldırış etmezlerse tecrübe edeceklerdi. Fakat genç çift itaat ettiği müddetçe, kötülüğe ilişkin hiçbir bilgileri olmayacaktı, zira kötülük aralarında var olmayacaktı.
Bundan sonra bir gün Havva bahçede gezerken iyilik ve kötülüğü bilme ağacının üzerinde bir yılan gördü. Yılan onunla konuşmaya başladı! Bir yılan konuşmaya başlarsa ne düşünürdünüz? Havva buna hayran kalmış olmalı, zira o da onunla konuşmaya başladı!
Yılan kadına, “Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?” diye sordu. Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz” diye yanıtladı, “Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.” Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi, “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız” (Yaratılış 3:1–5).
Yılanın Allah’a yönelttiği sinsice suçlamaları fark ettiniz mi? Yılan Allah’ın Adem ile Havva’ya yalan söylemekte olduğunu söyledi. Aslında ölmeyeceklerini söyledi. Aksine, daha yüksek bir varlık aşamasına dönüştürüleceklerdi! Allah’ın onlardan iyi bir şeyi esirgemekte olduğunu ima etti. Bunlar ince, ancak büyük suçlamalar. Allah’ın sevgi dolu karakterine ve O’nun özünde olan iyiliğe gölge düşürüyorlar. Havva ne yaptı?
Havva yılana inandı ve meyveyi yedi! Bu basit bir hata veya zayıflığından kaynaklanan bir durum değildi. Allah’tan şüphe etti ve başka birine güvendi. Allah’a isyan etti. Sonra yasak meyveyi kocası Adem’e verdi ve o da yedi. Allah bu durumda ne yapacaktı? Meyveyi yerlerse öleceklerini önceden söylemişti. Bu keyfî bir emir değildi. Allah’ı reddetmek hayat vereni reddetmek demektir. Allah daha fazla tartışmadan bu çifti hemen yok edecek miydi?
Allah Adem ile Havva’ya geldi ve onlara seslendi. Adem ile Havva, daha önce Allah’tan hiç korkmamış olmalarına rağmen, utandılar, suçluluk duydular, çıplak olduklarını fark ettiler ve Allah’tan saklandılar. Suçlu insanlar böyle yapar. Utandırılmamak için işlerini gizlemeye çalışırlar. Allah sakin bir sesle Adem’e neden korktuğunu ve neden saklandığını sordu. Allah ne olduğunu biliyordu, fakat Adem’e günahını itiraf ederek tövbe etme fırsatı veriyordu. Adem itiraf etti de, ancak hemen Havva’yı suçladı. Havva da yılanı suçladı. Suçluluk duygusu insanı böyle yapar. Kendi hataları için başkalarını suçlamalarına neden olur.
Adem ile Havva Allah’ın fiziksel ve ahlaki suretinde yaratılmışlardı. Günaha veya bencilliğe eğilimli değildiler. Yalnızca Allah’ın Ruhu bir insanı bencillikten uzak hale getirebilir. Fakat artık Allah’ı reddetmiş ve başka bir efendiyi, yılanı seçmişlerdi. Yılanı efendileri olarak seçtiklerinde tabiatları aynı yılanınki gibi oldu ve birbirlerini suçlamaya başladılar. (Yılanın kim olduğunu aşağıda açıklayacağız.)
Modern bilim genetik şifreyi çözmüş ve aktarılan özelliklerde kalıtımın rolünü açıkça ortaya koymuştur. Dolayısıyla Adem ile Havva’nın çocuklarının onların günahlı, bencil ve utançlı tabiatını miras aldıklarını kolaylıkla anlayabiliriz. Bugün dahi insanlar doğduklarında yalnızca Adem ile Havva’nın Allah’a itaatsizlik ettikten sonra onlardan kalan tabiatı miras alabilirler. Bu dünyadaki ilk anlarımızdan itibaren eylemlerimize ve davranışlarımıza bencillik karışıyor ve bencillik sonunda günaha yol açar. Bu nedenle günaha doğuştan bir eğilimimiz var, bu da bizi kirletiyor ve Allah’ın huzuruna girerek sonsuz hayata sahip olmaya elverişsiz hale getiriyor. Kutsal Kitap herkesin günah işlediğini ve Allah’ın yüceliğinden yoksun kaldığını bildiriyor. (Bkz. Temel İnanç #7: İnsanın Doğası.)
Allah Adem ile Havva’yı hemen yok etmek yerine onlara bir vaatte bulundu. Yılanın soyu ile Havva’nın soyu arasına düşmanlık koymayı vaat etti. Kadının neslinden yılanı yenilgiye uğratacak olan birinin doğacağını vaat etti. Yılan kadının soyuna zarar verecek, ancak sonunda mağlup olacaktı. Umut vardı! Adem ile Havva öleceklerdi, ancak hemen değil. Ayrıca yılanı mağlup edecek olan kurtarıcı aracılığıyla ölümden diriltilerek yeniden yaşama umuduna da sahip oldular. Bu inanılmaz bir haberdi! Allah düşmüş olan çifte merhametini uzatıyordu! Son olarak, Allah gelecek olan kurtarıcının bir simgesi olmak üzere Adem ile Havva’nın imanla gerçekleştirmeleri gereken bir kurban sistemi tesis etti. Anlaşılan ilk kurbanı bizzat Allah sağlamış, zira Adem ile Havva çıplaklıklarını örtmek üzere Allah’tan hayvan postları aldılar. Simgesel olarak, onların hak ettikleri anında ölümü hayvan üstlendi. Şimdi yılanın kim olduğunu ve nereden geldiğini öğrenelim.
Kutsal yazılar bize yılanın Şeytan’dan başkası olmadığını bildiriyor. Peki Şeytan nereden geldi? Şeytan her zaman var mıydı? Her zaman kötü müydü? Bunlar önemli sorular ve insanların bunları yanıtlamak için ileri sürdükleri pek çok kuram var. Ancak bu konulardaki tek güvenilir hakikat kaynağı Kutsal Kitap’tır. Bu kutsal yazılarda peygamberlerin bize ne bildirdiklerini görelim.
Geçmiş çağlarda Allah en yüksek mevkide Parlak Yıldız adında bir melek yarattı. O mükemmeldi ve diğer tüm meleklerden daha güzel ve yetenekliydi. Onda kötülük yoktu. Fakat Allah tıpkı insanlara seçme yetisi verdiği gibi, meleklere de isyan etme ya da Allah’a sevgiden ötürü hizmet etme arasında seçim yapabilme yetisini vermişti. Zaman içinde ve anlayamadığımız bir nedenden ötürü, Parlak Yıldız Allah’la eşit olmak istedi. Göğün hâkimi olmak ve kendisine ibadet edilmesini istedi. Saçma gibi görünüyor, fakat bencillik böyledir. İnsanların saçma şeyler düşünmelerine ve yapmalarına neden olur.
Parlak Yıldız diğer meleklere Allah’ın adaletsiz bir yönetici olduğunu söyledi. Allah’ın bencil olmadığını iddia ettiğini, ancak herkesten itaat ve ibadet beklediğini, dolayısıyla kendisiyle çeliştiğini söyledi. Parlak Yıldız hiç kimsenin Allah’a itaat etmesine gerek olmadığını ileri sürdü. Allah’ın yasasının meleklerin özgürlüklerini kısıtladığını söyledi. Herkesin Allah’ın yasasından özgür olması halinde, her zaman doğru olanı yapacaklarını, zira tüm yaratıkların Allah’ın yardımı olmadan kutsal olduklarını söyledi. Allah’ın yaratılışın geri kalanından iyiliği alıkoyduğunu söyledi.
Allah ve sadık melekler Parlak Yıldız ile isyankâr melekleri hata yaptıklarına dair ikna etmeye çalıştılar, ancak onlar dinlemiyorlardı. Allah ne yapacaktı? Melekler daha önce hiç böyle suçlamalar duymamışlardı. Daha önce hiç isyan olmamıştı. Her şey barış ve uyum içinde olmuştu. Allah Parlak Yıldız’ı hemen yok etseydi isyan ruhu bazı meleklerin zihinlerinde yaşamaya devam ederdi. Allah’a yöneltilen suçlamanın tohumu, Allah’ın karakteri hakkında şüpheler şeklinde var olmaya devam ederdi. Sevgiye dayalı itaat ölürdü. Allah deneniyordu!
Tüm zeki varlıkların güvenini kazanmanın tek yolu Parlak Yıldız’ın Allah’a isyanındaki ilkelerini uygulamaya koymasına izin vermekti, böylece tüm yaratılış Allah’ın yasasını reddetmenin sonuçlarına tanık olabilirdi. Böylece Parlak Yıldız Şeytan oldu (bu sözcük düşman anlamına gelir). Ne yazık ki Şeytan pek çok meleği Allah’a isyanda kendisini izlemeye ikna etti. Böylece, herkesin Allah’ın özverili sevgi ilkesi ile Şeytan’ın benlik sevgisi ilkesi arasında seçim yapabilmesi için, Allah kötülüğün bir süre var olmasına izin verdi.
Şeytan ile melekleri, Başmelek Mikail ile O’nun meleklerine karşı savaştılar ve isyankâr melekler gökteki yerlerini kaybettiler. Şeytan yeryüzüne sürgün edildikten sonra yılan kılığına girerek dikkatini Adem ile Havva’yı aldatmaya odakladı. Onlar Allah yerine Şeytan’a inanmayı tercih ettiklerinde, bu dünyayı Allah ile Şeytan arasındaki büyük mücadelenin ortasına soktular. (Bkz. Temel İnanç #8: Büyük Mücadele.)
Adem ile Havva’ya yeryüzünün hâkimiyetinin verildiğini hatırlayın. Öyle oldu ki, Şeytan’ın tavsiyesini dinleyerek bağlılıklarını ona verdiklerinde, bu yeryüzü üzerinde sahip oldukları yetkiyi ona teslim ettiler. Dolayısıyla Şeytan bu dünya üzerinde hak iddia etti. Adem ile Havva’dan geçen bencil tabiatın yanı sıra, Şeytan’ın ilkeleri de onların çocuklarında belirgin oldu.
Adem ile Havva’nın pek çok çocuğu oldu, ancak en tanınan ikisi Kayin (Kabil de denilen) ile Habil’di. Bir gün Kayin ile Habil Rabb’e kurbanlar sundular. Allah’ın emrine aykırı olarak, Kayin Rabb’e toprağın ürünlerinden getirdi. Habil ise, Allah’ın Adem ile Havva’ya vermiş olduğu talimatlara uyarak, bir hayvan kurban etti. Tabii ki Allah Kayin’in sunusundan hoşnut olmadı. Kayin toprağın ürünlerinden sunarak imanının kendi işlerine olduğunu Allah’a gösteriyordu. Sunusu gelecek olan kurtarıcıya tam bir bağlılık ve güven eylemi olarak değil, kendine güven eylemi olarak verilmişti. Allah onun kurtuluşuyla ilgilenerek Kayin’in karşısına çıktı ve yanlış davranışıyla ilgili olarak onu uyardı. Ne var ki, Kayin tövbe etmek yerine öfkelendi ve kardeşi Habil’i öldürdü. Dünyanın ilk katilinin ortaya çıkması için yalnızca bir nesil geçmesi gerekmişti! İnsanlık Allah’ın yasası reddedildiğinde ortaya çıkan sonuçları görmeye başlıyordu.
Günah insanlar arasında öyle yayıldı ve dünya o kadar günahla doldu ki, Allah dünyayı tufanla yok etmeye karar verdi. Fakat Allah her şeyi yok etmedi. Dünyadaki tüm insanlar arasında, Allah sadık olan bir adam buldu. Adı Nuh’tu ve Allah ona imanlı birkaç kişinin ve hayvanların kurtulabilmesi için bir gemi yapmasını söyledi.
Tufan hikâyesi ünlüdür ve dünyadaki pek çok kültürde mevcuttur. Aşure yeriz ve çocuklarımıza tufan hikâyesini anlatırız. Pek çok çizgi dizide tufan hikâyesi konu unsuru olarak kullanılıyor. Hatta geminin Türkiye’de, Ağrı Dağı yakınlarında karaya oturduğuna inanıyoruz. Ancak Nuh’un gemisi hikâyesi ciddi bir olay. Bunu yalnızca çağlar boyunca abartılmış yerel bir olay olarak düşünmemeliyiz. Allah suyu yaratabiliyorsa, muhakkak tüm dünyayı sular altında bırakacak bir tufan da gönderebilir. Peki Allah neden böyle bir şey yapsın? Günaha bir kısıtlama getiriyordu.
Tufan hikâyesini dinlemek etkileyici, ancak bu sıradan bir hikâyeden daha fazlası. Göreceğimiz gibi, Allah geçmişteki olayları gelecekte yapacaklarının örnekleri olarak kullanıyor. Allah peygamberler aracılığıyla dünyayı tıpkı daha önce tufanla yok ettiği gibi, bir gün ateşle yok edeceğini söylüyor. Böylece tufan Allah’ın yargısının bir modeli, ya da örneği oluyor. Gerçi büyük bir fark var. Allah dünyayı ateşle yok ettiğinde, günah tekrar ortaya çıkmayacak. Son yargı ateşle olacak!
Tufan hikâyesinin başka bir önemli yönü de var. Birkaç kişi (yani bir bakiye) kurtarıldı. Bunlar Allah’ın mesajına inananlardı. Ancak iman etmeyenlerin tümü yok oldu. Zamanın sonunda, Allah dünyayı ateşle yok ettiğinde de öyle olacak. Yalnızca Allah’ın mesajına inananlar kurtarılacak.
Tufandan sonra, insanlar çoğalmaya başladıklarında, sizce Allah’a iman edip güvendiler mi? Peygamberlere göre, insanların büyük çoğunluğu iman etmedi. Allah insanlara dağılarak yeryüzünü doldurmalarını söylemişti. Fakat bir kez daha, kendilerine isim yapmak için kentler inşa ederek ve başka bir tufandan kaçış yeri olması için bir kule yaparak isyan ettiler! Allah insanların ne kadar isyankâr olduklarını gördüğünde çok üzülmüş olmalı. Belki Şeytan, insanları aldatmakta ve onları isyana teşvik etmekte bu kadar başarılı olduğu için, Allah’la ve meleklerle alay ediyordu. Daha fazla yıkıma engel olmak ve insanların daha fazla kötülük yapabilme kapasitelerini sınırlamak için, Allah birbirleriyle iletişim kurmalarını engelleyerek dillerini karıştırdı. Bunun sonucunda Allah’ın başlangıçtaki emrini yerine getirdiler; oymaklara ayrıldılar ve dünyanın en ücra köşelerine kadar dağıldılar. Çok kere günah kritik bir düzeye ulaştığında Allah insanları dağıtır. Sonra onlara bir haberci göndererek onları tövbeye çağırır. Allah insanları mahvetmek istemez. O onları kurtarmak ister! Böylece insanları gerçek imanda bir araya getirmek için birini gönderdi. Hepimizin tanıyacağı, İbrahim adlı bir adam.
Mezopotamya’da, putperest bir halkın içinde yaşamasına rağmen, İbrahim kendini pak tutmuş ve komşularının putperestliğini reddetmişti. Bir gün Allah İbrahim’i imanla evinden çıkarak başka bir ülkeye gitmesi için çağırdı. O günlerde İbrahim o yerin adını bilmiyordu. Ancak biz onu Kenan ya da Filistin olarak tanıyoruz. Böylece İbrahim ailesini topladı, Mezopotamya’dan ayrıldı ve Filistin’e doğru yola koyuldu. Başlangıçta kuzeye doğru giderek Harran’da yaşadılar, İbrahim’in babası burada öldü. İbrahim babası öldükten sonra ailesinin çoğundan ayrılarak Filistin’e gitti. Allah bir görümde İbrahim’e tüm dünyanın onun soyunda bereketleneceğini vaat etti. Allah dilleri karıştırarak insanları yeryüzünde dağıtmıştı, fakat imanlı İbrahim aracılığıyla bütün dünyayı bereketleyecekti. Peki İbrahim’in soyu kim olacaktı? Bu, Havva’nın Şeytan’ın başını ezecek olan soyuyla aynı mı olacaktı?
İbrahim yaşlanıyordu ve karısı Sara hiç çocuk doğurmamıştı. Bu nedenle Sara, Allah’ın çocuk vaadini gerçekleştirebilmek için, hizmetçisini İbrahim’e cariye olarak verdi. Fakat bunun büyük bir hata olduğu ortaya çıktı. Bu ana dek İbrahim Allah’ın evlilikle ilgili kurallarına uymuştu. Sara İbrahim’in tek karısıydı ve birden fazla eş sahibi olmak Allah’ın planında yer almıyordu. Fakat İbrahim ile Sara Allah’ın vaat etmiş olduğu şeyi yapacağına güvenmediler. Allah İbrahim’le tekrar konuştu ve onun ulusların babası olacağını, Sara’nın çocuk doğuracağını söyledi. Fakat İbrahim’le Sara çocuk sahibi olamayacak kadar yaşlıydılar. Sara kendisinin doğum yapacağı fikrine güldü. Fakat Allah bunun gerçekleşeceğini söyledi.
Allah bundan sonra bir mucize yaptı. Sara hamile kaldı! Sara’nın çocuk doğurma yaşını geçtiği halde çocuğu olacağını öğrenenlerin ne kadar şaşırdığını düşünebiliyor musunuz? Herhalde tüm bölgede dedikodu konusu olmuştur. Peki Allah olayların neden bu şekilde olmasına izin verdi? Allah neden İbrahim’in bir köleden çocuk yapmasına izin vererek İbrahim ile Sara’nın hata işlemelerine müsaade etti? Tufan hikâyesinin daha sonra olacak olayların bir örneği olduğunu söylediğimizi hatırlıyor musunuz? Bu hikâye de örnek ya da model oluşturuyor. Bu durumda, bize kurtuluş konusunu öğretiyor.
Allah Şeytan’ı bozguna uğratmak ve ölümün üstesinden gelmek için dünyaya bir kurtarıcı göndereceğini söylemişti. Allah onun İbrahim’in soyundan geleceğini söyledi. Fakat İbrahim ile Sara Allah’ın vaadini yerine getirirken yardıma ihtiyacı olduğunu düşündüler. Vaat edilen Kurtarıcı’yı kendileri sağlamaya karar verdiler. Allah insanlara önemli bir ders veriyordu. İnsanlar kendi kendilerini kurtaramazlar. Biz günahkâr olarak doğuyoruz ve yaptığımız her işe utancımızı ve bencilliğimizi karıştırıyoruz, bu da bizi Allah’ın huzurunda kirli hale getiriyor. Tabiatımız çarpık ve ne kadar uğraşırsak uğraşalım onu değiştiremeyiz veya temizleyemeyiz.
Allah’ın yasasını çiğnemenin bedeli ebedî ölümdür. Edebî ölüm ücretini ödeyerek kim yaşamaya devam edebilir? Allah’ın yasası O’nun kadar kutsaldır. Yalnızca yasaya eşit biri, Allah’ın kendi karakteriyle eşit değerde biri günahın kefareti olabilir. Hayvan kurban siteminin anlamı buydu. Bir kurtarıcıya işaret ediyordu. Biz sonsuz hayatı kazanamayız, zira zaten kusursuz itaat yükümlülüğü altındayız ve zaten günah işledik. Sınırlı bir insanın sınırsız değerde olan sonsuz hayatı kazanabilmek için yapabileceği hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla, iyi işler yapmaya çalışarak kendimizi kurtaramayız. “İyi” işlerimizin tümüne bencillik karışmıştır. Bunlar yeteri kadar iyi değildir. Dualar ederek sonsuz hayatı kazanamayız, zira dualarımız sonsuz ölümün ücretini ödeyemez. Hac yolculuğuna çıkarak kurtuluşu kazanamayız. Bu şeyler bizim tabiatımızı değiştirmez. Kurtarıcıya ihtiyacımız var ve bu kurtarıcı Allah tarafından vaat edildi. Kurtuluşun dünyaya vaat aracılığıyla geldiğini örneklemek için, Allah İbrahim’e eşi Sara’dan bir çocuk vererek bir mucize gerçekleştirdi. Adem ile Havva’ya vaat edilen kurtarıcı, oğulları İshak’ın soyundan gelecekti. Tıpkı İshak gibi, kurtarıcı da mucizevi bir doğumla doğacaktı. Bu da kurtuluşun insan çabasıyla değil, Allah’ın mucizevi lütfuyla geleceğini bize gösteren bir diğer örnek ya da model.
İshak’ın Yakup adında bir oğlu oldu ve Allah onun soyu aracılığıyla gelecek olan kurtarıcıya ilişkin vaadi yeniledi. Bir şeyi beklemek zor değil mi? Her şeyin çabucak olmasını isteriz. Bize anında bilgi veren bilgisayarlarımız ve akıllı telefonlarımız var. Ama bir programın yüklenmesi için birkaç saniye beklersek, kaç kez kendimizi şikâyet ederken buluyoruz? Eski zamanlarda yaşayan imanlılar için Allah’ın vaatlerinin gerçekleşmesini nesiller boyu beklemek kim bilir ne kadar zor olmuştur! İbrahim de, İshak da, Yakup da imanla kurbanlar sunarak, vaat edilen kurtarıcıyı beklediler. Ancak kurtarıcı onların hayatları boyunca gelmedi. Zaman içinde, Yakup’un çocukları kuraklık nedeniyle Mısır’a gittiler. Yusuf ile kardeşlerinin Mısır’a gidişlerinin öyküsünü bir sinema filminde görmüş dahi olabilirsiniz. Ne var ki zamanla Yakup’un soyundan gelenler (onlara İsrailliler adı veriliyordu) Mısırlıların köleleri haline geldiler. Zamanla pek çoğu putperestliği benimsedi.
Uzun yıllardan sonra, Allah Musa adında bir kurtarıcı ortaya çıkardı. Musa aracılığıyla Allah Firavun’a İsraillileri kölelikten azat etmesini söyledi. Allah’ın Firavun’a İsraillileri özgür bırakmasını emretmeye ihtiyacı yoktu. İsteseydi, Mısırlıları tek bir sözüyle yok edebilirdi. Ancak Allah Firavun’un kendi başına karar vermesini istedi. Allah bunu neden yapacaktı ki? Allah sevgidir ve putperest Firavun’un alçakgönüllülük göstererek O’nun huzurunda tövbe etmesini istiyordu. O Firavun’un kurtulmasını istiyordu. Allah ne merhametli, değil mi? Fakat Firavun kalbini katılaştırdı ve İsraillileri serbest bırakmadı.
Allah Musa aracılığıyla mucizeler yaptı ve Mısırlıların üzerine felaketler getirdi. Sonuncu ve en şiddetli felaket Mısırlıların ilk doğan çocuklarının ölümüydü. Allah İsraillileri korumak için onlara bir hayvan kurban etmelerini ve kanını evlerinin kapı sövelerine ve üst pervazlarına sürmelerini bildirdi. Allah’ın yok edici meleği kanın bulunduğu evlere dokunmadan geçecekti. Bu şekilde, Allah’ın sözüne inananların ilk doğan oğulları felaketten kurtulacaktı. Korkunç gece geldi ve yok edici melek Firavun’un oğlunu ziyaret etti. Oğul öldü ve böylece Firavun artık Allah’a karşı gelemedi; İsraillileri serbest bıraktı. O zaman dahi, Firavun’un öfkesi o kadar şiddetliydi ki, İsraillileri yok etmek için Kızıldeniz’e dek peşlerinden gitti. Ancak Allah İsrailliler için Kızıldeniz’i ikiye ayırdı ve onları izlemeye çalışan Firavun ile tüm Mısır ordusunu sularda boğdu. Çok geçmeden tüm uluslar İbrahim’in Tanrısı’nın dünyanın en büyük ordusunu nasıl yok ettiğini duydu! Ne mucizevi bir kurtuluş!
Allah neden işleri bu şekilde yürüttü? Allah neden olayların bu şekilde gelişmesine izin verdi? Kısacası, tıpkı tufanın yargı ve kurtuluşu örnekleyen bir benzetme olduğu gibi, İsraillilerin esaretten kurtuluşu da bir benzetme ya da simgedir. Bencil olarak doğduğumuzdan, tabiatımız gereği Allah’a karşı günah işliyoruz. Fakat bunda yalnız değiliz. Şeytan insanları isyana ve Allah’a karşı günah işlemeye teşvik etmek için her zaman hazır. Bizim günahın “esaretinden” ve bizi günah işlemeye kışkırtan “köle sahibi” Şeytan’dan kurtarılmamız gerekiyor. İsrail’in Mısır’daki fiziksel esaretten kurtarılması, bizim günahın esaretinden kurtarılmamızın bir simgesi. İsraillilerin Firavun’un elinden kurtarılması, bizim Şeytan’ın elinden kurtarılmamızın bir simgesi. İlk doğanların yok edici melekten kurtarılmaları, ebedî ölümden kurtuluşun bir simgesi.
Firavun’u mağlup eden İsrailliler değildi. İsrailliler kendi kendilerini özgür bırakmadılar. Bunu Allah yaptı. İsrailliler kendilerini ebedî ölümden de kurtaramazlardı. Kurban ettikleri hayvan ve kapı sövelerine ve üst eşiklerine sürdükleri kan yalnızca kurtuluşun bir örneği ya da simgesiydi. Aden Bahçesi’nde Allah Adem ile Havva’ya bir kurtarıcı sağlayacağını vaat etmişti. Bu vaat İbrahim’e, İshak’a ve Yakup’a tekrarlanmıştı. Kurtarıcı bir kefaret kurbanı olacak ve ebedî ölümden kurtuluş sağlayacaktı.
Kızıldeniz’den geçtikten sonra, Allah İsraillileri Sina Dağı’nın eteğine yönlendirdi. Burada onlara On Emir’i verdi. On Emir yalnızca Yahudiler için değil, herkes için Allah’ın ahlaki yasasının temeliydi. On Emir tüm çağlarda tüm insanlar için bağlayıcıdır. Kutsal yazılar İbrahim’in Allah’ın hükümlerine ve yasalarına göre yaşadığını yazıyor, öyleyse bu emirler ilk kez İsraillilerle birlikte ortaya çıkmadı. Tüm insanlar Allah’ın huzurunda yargılandıklarında On Emir doğruluk standardı olacaktır.
On Emir günaha işaret etmesine rağmen, onları tutmak bizi günahın bedelinden kurtaramaz. On Emir kalplerimizdeki bencilliği tedavi edemez ve nefretimizi sevgiye dönüştüremez. Bu, Allah’ın kurtarıcı aracılığıyla gerçekleştireceği iştir. Ne var ki, Allah bir kez kurtarıcı aracılığıyla kurtuluşu sağladığında, kendi sevgisini ve O’nun emirlerini tutma arzusuyla gücünü kalplerimize yerleştirir.
Şabat günü On Emir’den biridir. (Buna Sebt Günü adı da verilir.) Allah onu başlangıçta, yaratılış haftasının yedinci günü istirahat ettiğinde yarattı. Allah bu günü kutsal kıldı ve ona verdiği kutsallığı hiçbir zaman kaldırmadı. Adem ile Havva o günde istirahat ettiler, Allah’ın emirlerini ve yasalarını tutan İbrahim de öyle. Bu, Allah ile O’na sadık olanlar arasında bir belirtidir. Bu bir istirahat, ibadet ve diğer imanlılarla birliktelik günüdür. Bize, Allah’ın hem yaratılışı hem de kurtuluşu, insanlar çaba göstermeksizin onlara sağladığı gerçeğini hatırlatır. Bunlar itaat edilmek üzere Allah’tan karşılıksız bir armağan olarak gelir. Şabat günü cuma akşamı günbatımından cumartesi akşamı günbatımına kadar tutulur. (Bkz. Temel İnanç #20: Sebt Günü.)
Allah On Emir’i Musa’ya vermeden önce iki taş levhaya yazdı. Sözcükleri bizzat Allah yazdı. Bu Allah’ın doğrudan vahyiydi. Allah bir vahyi kelimesi kelimesine yazdırdığında, buna “sözlü ilham” diyoruz. On Emir haricinde, kutsal yazıların geri kalanı Allah’ın söylediklerinin kelimesi kelimesine dökümü değildir. Daha ziyade, bunlar Allah tarafından kendilerine rüyalar, görümler ya da sözlü talimatlar verilen peygamberlerin yazılarıdır. Peygamberler Allah’ın bildirisini insanlara kendi yazım becerilerine göre, kendi seçtikleri sözcüklerle ilettiler. Buna “fikrî ilham” adı verilir. Tekrarlamaya değer. On Emir haricinde, tüm kutsal yazılar fikrî ilhamın ürünüdür. Kutsal yazılar sözlü ilhamla değil fikrî ilhamla verildiğinden, yazıcılar tarafından yapılan imlâdaki veya dilbilgisindeki küçük değişiklikler mesajın geçerliliğini ortadan kaldırmaz.
İnsanlık tarihinin yaklaşık ilk 2500 yılı boyunca, hiçbir kutsal yazılı kayıt yoktu. Hakikat kişiden kişiye sözlü olarak aktarılıyordu. Kutsal yazılar Musa peygamberin yazılarıyla başladı. Günümüzde, İsa’dan önceki İbrani peygamberlerin yazıları külliyatını meydana getiren 39 kitapçık bulunmaktadır. Hristiyanlar bu İbrani peygamberlik yazıları derlemesine Eski Ahit adını verirler. Eski Ahit’in 39 kitapçığından ilk beşini Musa’nın yazdığına inanılır. Bu beş kitap Tevrat adıyla da bilinir ve Yaratılış, Mısır’dan Çıkış, Levililer, Çölde Sayım ve Yasa’nın Tekrarı kitapçıklarından oluşur.
Tevrat’a ek olarak, Eski Ahit’in diğer 34 kitapçığı arasında Mezmurlar ve Daniel, Yeremya ve Kral Süleyman dahil olmak üzere diğer pek çok peygamberin yazıları yer almaktadır. Türkçede bazı kişiler Eski Ahit’in tamamından Tevrat olarak söz ederler ve tüm bu peygamberlik yazılarını Musa’ya atfederler. Ancak bunların tümünü Musa yazmamıştır. Bazı kişiler yalnızca ilk beş kitapçıktan (Torah) Tevrat olarak söz eder. Bu nedenle Türkiye’de bu konuları konuşurken kullandığımız kavramlara dikkat etmeliyiz.
Aynı şekilde, Türkiye’de Yeni Ahit’i (İncil) meydana getiren unsurlar hakkında da kafa karışıklığı vardır. Türkiye’de pek çok kişi İncil’den söz ederken İsa’nın hayatını anlatan, O’nun dört izleyicisi tarafından yazılmış olan öyküleri düşünmektedir. Bu dört kitapçığa yazarlarının adı verilir: Matta, Markos, Luka ve Yuhanna. Bunların her biri İsa’nın hayatını ve hizmetini kendi bakış açısından ele alır ve İsa’nın gerçekten söylediği sözleri içerirler. İncil’i baştan sona okursanız, onun aynı zamanda İsa’nın Allah’tan vahiy alan diğer izleyicileri tarafından yazılmış olan mektuplar içerdiğini de göreceksiniz. Bunların arasında Pavlus, Yakup, Petrus ve Yahuda yer alır. Yeni Ahit adı da verilen İncil’de toplam 27 kitapçık yer alır.
Eski ve Yeni Ahit’lerin “Kutsal Kitap” adlı çağdaş bir çevirisinde, kapakta zaman zaman şu ibareyi görebilirsiniz: Tevrat, Zebur ve İncil. Okuyucu, Kutsal Kitap’ın Eski ve Yeni Ahit’lere ait 66 kitapçığın tümünü içerdiğini bilmelidir. Bunlar Musa’nın kitaplarıyla (Tevrat ve Torah) ve dört müjdeyle sınırlı değildir. Okuyucu terminolojideki bu farkların bilincinde olmalıdır. Bu yazıda “Tevrat, Zebur ve İncil” derken Eski ve Yeni Ahit peygamberlik yazılarının tümünü içeren derlemeden söz ediyoruz. Bunlara ayrıca Kutsal Kitap ya da kutsal yazılar diyoruz. Türkçede Eski ve Yeni Ahit’in “Kitabı Mukaddes” adlı daha eski bir çevirisi bulunmaktadır.
Yedinci Gün Adventistleri’ne göre, Eski ve Yeni Ahitleri meydana getiren 66 kitapçık kutsal yazılardır. Bu peygamberlik yazıları imanımızın ve tüm öğretilerimizin temelini teşkil eder. Bir öğretmen veya peygamber Allah’tan yeni bir vahiy alma iddiasında bulunursa, bu aslen Kutsal Kitap’ta ne yazdığına göre denemeye tabi tutulur, bunun tam tersi şekilinde değil. Uyuşmazlık varsa, yeni “vahiy” reddedilmeli ve geçersiz sayılmalıdır. Allah’ın insanlara cennette nasıl bir yer edinebileceklerini ve kendi isteğine ilişkin bilgiyi bu kutsal yazılarda bildirdiğine inanıyoruz. (Bkz. Temel İnanç #1: Kutsal Yazılar.)
Kutsal Kitap’ı okurken, Allah’ın İsraillileri dünyaya O’nun hükümlerini ve yasalarını bildirmeleri için seçtiği açıkça anlaşılıyor. Onları dünyanın ticaret yolları üzerine yerleştirerek, ülkelerinden geçen herkese kurtuluş yolunu gösteren kutsal bir ulus olmalarını arzu etti. Allah onları refaha ve kutsallığa erdirmeyi ve insanların dikkatini İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un soyundan gelecek olan bir kurtarıcı vaadine çekmeyi amaçlıyordu. Sürekli olarak verilen hayvan kurbanları, günahın sonucunun ölüm olduğu ve dünyanın günahları için tek makbul kurban olacak günahsız bir kurtarıcının ortaya çıkacağı hakikatlerinin bir simgesiydi. Yalnızca mükemmel bir insan, tüm insanlık adına, Şeytan’ı bozguna uğratabilir ve ebedî ölüm cezasının üstesinden gelebilirdi. İsrail Allah’ın bu iş için seçilmiş olan halkıydı.
Ne yazık ki İsrailliler kendilerine verilen yüce çağrıyı gözden kaybetti. Allah’ın emirlerine inançsızlık ettiler ve korkunç günahlar işlediler, hatta putperestliğe düştüler. Bundan sonra Allah, işledikleri putperestlik günahının karşısında gözlerinin açılması için onların esir olarak Babil’e götürülmelerine izin verdi. Ataları kölelikten mucizevi bir şekilde Allah tarafından kurtarılan ve kendilerine yeni bir yuva verilen bir halk nasıl olur da putlara baş eğebilir?! Bizzat Allah’ın sesinin kendilerine On Emir’i söylediğini işitmişlerdi! Hayal bile edilemez gibi, öyle değil mi? Doğrusu, burada hiçbir zaman unutmamamız gereken çok önemli bir ilke var. İnsanlar Allah’ın emirlerini reddederlerse, Allah’ın Kutsal Ruhu onlarda yaşamaz ve günaha karşı koyacak hiçbir güçleri olmaz. Babil’deki sürgünlükleri sona erdikten sonra, Allah İsraillilerin İsrail’e geri dönüşlerini tasarladı ve çoğunlukla Allah’a sadık kaldılar. Ancak başka bir şeyle, ruhsal gururla mücadele etmeye başladılar.
İnsanlar Allah’ın yasasını O’nun yardımı olmadan tutabilecek kadar doğru kişiler olduklarını düşünüyorlardı. Bencilliğin ve gururun kalplerinde ne kadar derinde işli olduğunu unuttular. Günaha karşı ne kadar güçsüz olduklarını göremiyorlardı. Allah’ın emirlerini yerine getirecek kadar kutsal olduklarını sanıyorlardı. Sundukları kurbanların, dualarının ve yaptıkları hac yolculuklarının kendilerini Allah’ın huzuruna girmeye yetecek kadar kutsal kıldığına inanıyorlardı. Fakat kendilerini kandırıyorlardı.
Tüm kurbanlık hayvanlar ve dualar, Allah’ın kurtarıcı vaadine iman olmadığında değersizdi. Hayvan kurbanı, yasanın gerektirdiği ebedî ölüm cezasını ödeyemezdi. Hac yolculukları kalplerindeki gururu ve hırsı değiştiremezdi. Kurbanlıkların işaret ettiği kurtarıcıya ihtiyaçları vardı. Fakat Allah’a sadık veya minnettar kalmadılar. Allah’ın İsraillilere verdiği inanç sistemi, halkın kendi kendilerini akladıklarını ve günahları için kendi kefaretlerini sağladıklarını düşünmeleri için bir yöntem haline geldi. Kendilerini diğer insanlardan ayırdılar ve başkalarına tepeden baktılar. İsrailliler artık kutsal bir ulus olamazdı ve gelecek olan kurtarıcı aracılığıyla kurtuluş mesajını dünyaya iletemezdi. Allah bu durumda ne yapacaktı?
Allah İsraillilere peygamberler aracılığıyla İsrail’den bir bakiyenin kurtulacağını ve bu bakiyenin Allah’ın isteğini yerine getirerek Allah’ın kendilerini yapmaya çağırmış olduğu işi yapacağını vaat etmişti. Bu nasıl gerçekleşecekti?
Uzun yıllar önce Allah İbrahim’in ve Sara’nın soyundan bir kurtarıcı vaat etmişti. Ne var ki Sara kısırdı ve çocuğu olmuyordu. Sonra Allah bir mucize yaptı ve Sara hamile kalarak sonunda İshak’ı doğurdu. Bu, Allah’ın verdiği kurtuluş vaadinin insanların çabalarıyla değil, O’nun mucize yapma gücüyle yerine getirileceğini gösteren bir simgeydi. Dünyanın kurtarıcısı da mucizevi bir doğumla doğacaktı.
Yüzlerce yıl sonra melek Cebrail bir akşam Meryem’e gelerek onun da bir bebeği olacağını söyledi. Ancak Meryem bakireydi, daha önce hiçbir erkekle birlikte olmamıştı. Bu nasıl olabilirdi? Bu haber, belki de 16 yaşında olan genç bir kız için şok edici olmuş olmalı! Ancak kız meleğin sözlerine inandı ve peygamberlik sözünü kabul etti. Allah’ın Kutsal Ruhu’nun gerçekleştireceği bir mucize ile Meryem hamile kalacaktı. Kutsal Kitap Allah’ın Meryem’le ilişki kurduğunu söylemiyor! Bu başkalarının yönelttiği bir suçlama. Peki gerçekte ne oldu?
Allah mucizelerini nasıl yaptığını insanlara açıklamıyor. Peygamberler aracılığıyla kendisinin bir şey yaptığını bildiriyor, biz de bunu kabul edebilir veya reddedebiliriz. Rab için çok zor olan bir şey var mı? O bir bakireyi hamile bırakmak isterse bunu yapabilir mi? Tabii ki yapabilir! Öyleyse bundan şüphe etmemeliyiz.
Peki bakireden doğum neden gerekliydi? Allah’ın tüm yöntemlerini bilemesek de, O’nun kutsal yazıda bildirdiklerinden pek çok şey öğrenebiliriz. Kutsal Kitap’ın net bir şekilde ortaya koyduğu bir husus, Meryem’in rahmindeki çocuğun oraya konmadan önce var olduğu. Ama şimdi bir çocuk olarak doğacak ve insan olarak yaşayacaktı! Allah bunu nasıl yaptı? Allah’ın kudretini açıklayabilir misiniz? Biz de açıklayamayız!
Cebrail Meryem’e çocuğun adının İsa olacağını söyledi, bu sözcük İbrani dilinde “Allah kurtuluştur” anlamına gelmektedir. Kutsal Kitap ayrıca, Yeşaya'nın peygamberliğinde, çocuğa “Allah bizimledir” anlamına gelen İmmanuel adının verileceğini söyledi. Yani, çocuk ‘kurtuluş getirecekti’ ve aynı zamanda ‘Allah bizimle’ vaadini yerine getirecekti! Dünyanın Kurtarıcısı ortaya çıkmak üzereydi! Şeytan’ın başını ezecek olan Havva’nın soyu vaadi yerine getirilmişti! İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un soyundan geleceği vaat edilen kurtarıcı doğmak üzereydi! İnsanlık daha fazla beklemek zorunda değildi! Fakat vaadin diğer yönünü de unutmayalım. Allah Havva’ya Şeytan’ın Kurtarıcı’yı topuğundan yaralayacağını söyledi. Simgesel olarak günahın cezasını çeken milyonlarca kurban, günahımızdan ötürü bizim hak ettiğimiz cezayı gerçek anlamıyla çekecek olan Kişi’ye işaret ediyordu. Evet, günahsız olan, Allah’ın Sözü İsa Mesih, dünyanın günahlarına karşılık kefaret kurbanı olacaktı. Şeytan İsa’yı yaralayacak, ancak O’nu hiçbir zaman yok edemeyecekti. Tüm bunlar ne anlama gelebilirdi?
İsa kendisiyle ilgili hayret verici iddialarda bulundu. Bir marangozun oğlu olarak büyüdü ve buna rağmen cennete giden tek yolun kendisi olduğunu söyledi. Nasıl yani?! Tanıdığınız birisi böyle dese, onun hakkında ne düşünürdünüz? Çok övünmekten aklını kaçırdığını düşünürdünüz! İsa gelecek olan Mesih’e ilişkin tüm Eski Ahit peygamberlik sözlerini kendisinin yerine getirdiğini söyledi. Sokakta birisinin böyle dediğini işitseniz, onun hakkında ne düşünürdünüz? İsa kendisinin İbrahim’den önce var olduğunu söyledi. Nasıl bir insan bunu der? İsa kendisinin insanların günahlarını bağışlama yetkisine sahip olduğunu söyledi. Nasıl yani?! Bunu yalnızca Allah yapabilir! O kendisinin kim olduğunu sanıyordu?! İsa gökten geldiğini ve kendisinden başka hiçbir insanın Allah’ı görmediğini söyledi. Üstelik Allah, İsa’nın sözlerinin küfür (hatta şirk) olmadığını göstermek için, insanların önünde birbiri ardınca mucizeler gösterdi. Hatta ölüleri diriltti! Allah İsa’nın vaaz etmekte olduğu sözleri onaylıyordu.
İsa insanların kurtuluşunun tek yolunun kendisi olduğunu söyledi. O, vaat edilen Kurtarıcı’dır. İsa günahsızdı, ancak dünyanın günahlarını kendi üzerine aldı. Sonra bu günahları çarmıha götürdü ve bizim hak ettiğimiz ölüm cezasıyla öldü. O işlenmiş olan tüm günahların kefaretiydi. Günahın karşılığı ölümdür ve her günah cezasını bulmalıdır, yoksa Allah’ın yasasının hiçbir anlamı olmaz. Yasanın doğruluğunu tüm etkisiyle korumak için, günahın cezası ödenmelidir. Tıpkı peygamberlik sözünde bildirildiği gibi, Şeytan İsa’nın topuğunu yaraladı. İsa’yı günah işlemesi için ayartan Şeytan’dı, fakat başarısız oldu. İnsanlara İsa’yı öldürmelerini telkin eden Şeytan’dı. Şeytan’ın karakteri ve bencillik ilkeleri Mesih ile Şeytan arasındaki savaşta açığa çıktı. Seyretmekte olan evren, günahın ve Allah’ın yasasına isyanın sonuçlarını gördü. İsa’nın ölümü Allah’ın adil olduğunu gösterdi. Günahın cezası ödenmişti. Fakat aynı zamanda Allah’ın merhametini de gösteriyordu, zira İsa’nın ölümüyle hikâye bitmiyor.
İsa günahsız olduğu için, mezar O’nu tutamazdı. Allah O’nu ölümden diriltti. İsa tüm insanlık için ölüme ve mezara karşı zafer kazandı! Kurtarıcı, Şeytan’a karşı savaşı kazandı! Şeytan büyük mücadelede yalancı ve katil olarak ifşa edildi. İsa’ya günah sunusu ve Kurtarıcı olarak iman eden herkes sonsuz hayatı alacak. Sonsuz hayat! Bir kez daha acının, sıkıntıların, zahmetli çalışmanın ve ölümün olmadığı güzel bir bahçede yaşayabileceğiz! (Bkz. Temel İnanç #9: Mesih’in Hayatı, Ölümü ve Dirilişi.)
Peki bir insan nasıl başka birinin günahlarına karşılık olarak ölebilir? Bu adaletsizlik değil mi? Bir insan için belki, ama Allah için değil! Kutsal Kitap’a göre, İsa’ya iman edersek Mesih’le birleşerek O’nun bir parçası haline geliriz ve O da bizim bir parçamız olur. Nasıl yani? Bu nasıl olabilir? Allah ruhtur. İsa’yı Kurtarıcı olarak kabul edenler, Mesih’in Ruhu da olan Kutsal Ruh armağanını alırlar. Böylece Kurtarıcı’yla ruhsal olarak bir oluruz. O’nun hayatı bizim hayatımız sayılır, O’nun ölümü bizim ölümümüz sayılır ve O’nun dirilişi bizim dirilişimiz sayılır. İsa’da sonsuz hayatımız var. Bu nasıl olabilir? Bu Allah’ın bir mucizesidir ve hem Sara’nın hem de Meryem’in hamilelikleri kadar esrarengizdir. Allah için her şey mümkündür!
Kutsal Ruh hayatlarımızı dönüştürür. İhtida etmeden önce, bencil güdülerimizi karıştırmadan iyi işler yapmaya gücümüz yoktur. Fakat bizde yaşayan günahsız İsa’nın Ruhu’yla, artık günahlı mizaçlarımız üzerinde denetim sahibiyiz. Artık, Mesih’in Ruhu sayesinde, On Emir’i sonsuz hayatı elde etme çabasıyla değil, sevgiyle ve İsa’nın bizim için yaptıklarını takdir ederek tutabiliriz. Böylece, gerçek inancın bir doktrinler listesi olmadığını görüyoruz. Bu, dirilmiş Mesih’in içimizde yaşayan Ruhu’nun bizi dönüştürdüğü bir deneyimdir. (Bkz. Temel İnanç #10: Kurtuluş Tecrübesi.)
Kutsal Ruh hayatlarımıza girdiğinde buna yeniden doğuş denir. İsa, yeniden doğmadıkça göğün krallığına giremeyeceğimizi söyledi. Mesih’te kurtuluşu ve Allah’ın krallığının ilkelerine göre yaşamanın ne anlama geldiğini öğrendikten sonra, vaftiz olarak Allah’a ve Mesih’e bağlılığımızı gösteririz. Vaftizimiz, İsa’nın ölümünü, gömülüşünü ve dirilişini kendimizin olarak kabul ettiğimizin ve Mesih’te yeni bir hayat yaşamak için söz verdiğimizin göstergesidir. Vaftizde, simgesel olarak mezarı temsil eden suya batırılırız. Mesih’in ölümüyle bir olduğumuzu gösteririz. Bundan sonra İsa’da ölümden dirilişin bir simgesi olarak sudan çıkarılırız. Vaftiz, Kurtarıcımız olan İsa’yla ruhsal birliğimizin simgesidir.(Bkz. Temel İnanç #15: Vaftiz.)
Yeniden doğuş tecrübesi durağan değil, canlı bir tecrübedir. Yeniden doğanlarda tıpkı yeni doğmuş bir bebek gibi yetenekler ortaya çıkar. Kutsal yazıları okuruz, dua ederiz ve ruhsal ezgiler söyleriz. Sizin gibi düşünen kişilerle birlikte vakit geçirmek istemez misiniz? İnanlı topluluğunda diğer imanlılarla sonsuz bir birliktelik var. Bu tecrübeler ile Mesih’in nasıl yaşadığını öğreniyoruz ve bunu hayatlarımızda örnek alıyoruz. Şeytan’ın saldırılarına ve hayatın zorluklarına ruhsal olarak karşı koymayı öğreniyoruz. İnancımızı başkalarıyla paylaşıyor ve inanlı topluluğu işlerinde görev alıyoruz. Geliştikçe, zorluklarla karşılaşırken dahi, hayatlarımızda sevinç oluyor. Bunun nedeni, artık günahlı mizaçlarımıza ve geçmişin alışkanlıklarına esir olmayışımız. Özgürüz. Kurtuluşumuzun ve gelecekte ölümden dirileceğimizin güvenini yaşıyoruz. Şeytani ruhlardan korkarak yaşamıyoruz. Kutsal Ruh’la doluyuz ve Allah’ın koruması bizimle. (Bkz. Temel İnanç #11: Mesih’te Gelişme.)
Mesih’le bir olduğumuzda, Allah’ın krallığının bir parçası haline geliriz ve onun ilkelerini benimseyerek krallığa aykırı olan dünyanın ilkelerini reddederiz. Biz kutsal bir halkız ve yalnızca Allah’ın ilkelerini yücelten eğlencelere katılabiliriz. Gururu besleyen gösterişli, pahalı elbiseleri giymiyoruz, mücevher takmıyoruz. Görünümümüzün sade olmasına dikkat ediyoruz. Bedenlerimiz Allah’ın tapınağıdır ve onları alkolle ve uyuşturucuyla kötüye kullanmıyoruz. Rab Kutsal Kitap’ta bize bazı yiyeceklerin düşük nitelikli olduğunu ve yiyecek olarak kullanılamayacaklarını, aksi halde mutlaka sağlığımızı ve buna bağlı olarak iman hayatımızı etkileyeceğini göstermiştir. Domuz eti, yemememiz istenen pek çok etten yalnızca biridir.(Bkz. Temel İnanç #22: Mesih İnanlısı Davranışı.) Türk olmanın en önemli yönlerinden birinin ne olduğunu belirtmemiz istenseydi, bu ne olurdu? Belki düşüncelerimizin merkezinde aile yer alırdı. Ailemizi seviyoruz. Evlerimizi çocuklarımızın ve eşlerinin üst katta oturabilecekleri şekilde inşa ediyoruz. Küçük çocukları seviyoruz ve yazlıkta aileyle birlikte olabilmek yeryüzünde cenneti yaşayabilmeye en yakın olduğumuz durum. Ailenin çekirdeği evlilik ilişkisindeki anne ile babadır. Başlangıçta Allah karı ile kocanın tüm hayatları boyunca sevgi ilişkisi içinde olmalarını ve evlilik anlaşmasının hiçbir zaman bozulmamasını tasarladı. Evlilik öyle kutsal bir birliktir ki, Allah kutsal yazılarda bunu kendisiyle halkı arasındaki ilişkiyi örneklemek için kullandı. Bu nedenle evlilik aynı inançtan kişiler arasında olmalıdır. İki kişi karşılıklı sevgi ve saygı gösterdiklerinde, mutlu bir yuva olur. İsa, zina durumu haricinde evlilik bağının bozulamayacağını söyledi. Boşanan ve başka biriyle evlenen kişi zina işlemiş olur. Anne–babalar çocuklarını Mesih’i tanıyacak ve O’nun sağladığı kurtuluşu kabul ederek Allah’ın krallığının mensupları olacak şekilde yetiştirmelidir. (Bkz. Temel İnanç #23: Evlilik ve Aile.)
Ailelerimizi geçindirmek isteriz. Bu hayatta iyi şeyleri olması amacıyla, para kazanmak için çalışırız. Çocuğunuza para verirseniz, onun bu parayı akıllıca, kendisine ve başkalarına zarar vermeyecek bir şekilde kullanmasını istersiniz. Benzer şekilde, Allah bize bu dünyayı verdi ve zenginlik biriktirme yeteneğini verdi. Bizden bunu akıllıca kullanmamızı istiyor. Zenginliğe ek olarak, Allah bize beceriler, yetenekler ve zaman verdi. Bunları Allah’ı yüceltmek için kullanmalıyız. İyi vekilharçlık her şeyin Allah’a ait olduğuna inanmak ve bunları akıllıca, ilahî ilkelere göre kullanmamız gerektiğini bilmektir. Bağış verme ve cömertlik ruhunu beslemek için, Allah bize verdiği eşyalar üzerine bazı gereklilikler koydu. Gelirimizin onda birini Allah’a geri veririz. Buna ondalık denir. Bu para bizim değil, O’nundur. O bunu talep eder. Bu ondalık tam zamanlı müjde işçilerinin maaşlarını tedarik etmek üzere kullanılmalıdır. Ondalıklara ek olarak, sunular vermeliyiz. Sununun miktarı belirtilmemiştir. Allah’ın bizi bereketlediği miktara göre veririz. Sunuları dua evinin bakımı için, fakirlere yardım için ve müjdeyi yaymak için kullanırız. (Bkz. Temel İnanç #21: Vekilharçlık.)
Daha fazla insan Allah’ın sözünü duyup İsa’yı Kurtarıcı olarak kabul ettiğinde, bir iman topluluğunda bir araya gelirler. Odakları Mesih’tir. İsa Eski Ahit’te vaat edilen bakiyeydi. Yasayı tam olarak yerine getirdi ve yasanın çiğnenmesinin cezasını da üzerine aldı. Mesih’le birlik olduğumuzda, Allah’ın eski zamanlardaki sadık halkının ruhsal bakiyesi haline geliriz. İmanlılar topluluğu birliktelik ve ibadet için bir araya gelir, Allah’ın sözünü okurlar, Rabb’in Sofrası’nı kutlarlar ve insanlığa hizmet ederler. İman topluluğu Allah’ın ailesidir. Yeni Antlaşma’ya göre yaşarız. Yeni Antlaşma nedir? Bu, İsa’nın günahlarımıza karşılık olarak kurban olduğu ve Mesih’in Ruhu’nun Allah’ın sevgi yasasını kalplerimiz üzerine yazdığı antlaşmadır. (Bkz. Temel İnanç #12: İnanlılar Topluluğu.)
Yukarıda Rabb’in Sofrası’ndan bahsedilmişti. Bu nedir? İsa’ya Rabbimiz ve Kurtarıcımız olarak imanımızı ifade ettiğimiz bir törendir. Yok edici meleğin Mısır’da İsraillilerin evleri üzerinden kapılarının söveleri ve üst pervazlarına sürülmüş olan kurban kanından dolayı bir şey yapmadan geçtiğini hatırlıyor musunuz? Bu kurtuluşun bir simgesiydi. Gerçek kurbanlık İsa’ydı. Rabb’in Sofrası’nda ekmeği yiyip üzüm suyunu içtiğimizde, ekmekle simgelenen İsa’nın günahlarımıza karşılık olarak öldüğünü ve ebedî ölümden üzüm suyuyla simgelenen O’nun kanının kurbanlığı sayesinde korunduğumuzu hatırlarız. Ekmek ve üzüm suyu simgeleri hiçbir özel güce sahip değildir. Bunlar yalnızca simgedir. Yedinci Gün Adventistleri Rabb’in Sofrası’ndan önce ayak yıkama töreni gerçekleştirir. Bu, birbirimizin ayaklarını yıkadığımız bir alçakgönüllülük törenidir. Aynı zamanda temizlenmenin yenilenmesini simgeler. Herhangi bir mezhepte Rab İsa’ya ait olarak vaftiz edilmiş olan herkes Rabb’in Sofrası’na katılabilir. (Bkz. Temel İnanç #16: Rabb’in Sofrası.)
Tüm insanlar vaftiz edilerek sadık imanlılar topluluğu olan Mesih’in ruhsal bedenine katılırlar. Hepimiz Mesih’le birlik yoluyla birbirimize bağlıyız. Dolayısıyla milliyetler arasında hiçbir ayrım, cinsiyetimize, eğitim durumumuza, ırkımıza, maddi durumumuza ya da dilimize dayalı hiçbir sınıf yoktur. Türk olmaktan yine mutluluk duyabiliriz! Sorun yok! Etnik kökenimizi ve kültürlerimizi kutlayabiliriz, fakat bir kültürü veya dili diğerlerinden üstün göremeyiz. Mesih’te biriz. (Bkz. Temel İnanç #14: Mesih’in Bedeninde Birlik.)
Kutsal Ruh başkalarını Mesih’e kazandırmaları için ve iman topluluğuyla genel olarak insanlığın ortak yararına olması için imanlılara ruhsal armağanlar verir. Kitabı Mukaddes’e göre bu armağanlar arasında iman, şifa, peygamberlikte bulunma, müjdeyi duyurma, öğretmenlik, yöneticilik, barıştırma, şefkat, fedakârca hizmet ile insanlara yardım etme ve cesaret verme arzusu bulunmaktadır. Bazı insanlar Allah tarafından çağırılıp, Kutsal Ruh tarafından inanlı topluluğundaki görevleri için donatılıyorlar. Bunlar arasında önderlik (pastörlük) etme, öğretmenlik ve İsa’da kurtuluş müjdesinin halka duyurulması da vardır. Bu armağanlar imanlılar topluluğunu geliştirmemize ve onları sahte öğretilerden korumamıza yardımcı olur. (Bkz. Temel İnanç #17: Ruhsal Armağanlar ve Hizmetler.)
Peygamberlik etme armağanı bilhassa önemlidir, zira peygamberlik Allah’ın kendi halkına açık talimatlar iletme yöntemidir. Allah kendi sözünde peygamberlik armağanının zamanın sonuna dek etkin olacağını vaat etti. Bu eski zamanlarla sınırlanmış değildir.
Allah Mesih’in izleyicileri arasında ruhsal sapkınlıklar olacağını peygamberler aracılığıyla öngördü. Orta Çağ sırasında pek çok kişi batıl inançlara, sahte öğretilere, hatta pagan putperestlik uygulamalarına döndü. Eski İsrail’deki sapkınlığı hatırlıyor musunuz? Tüm bu şeyleri yaptılar ve bu nedenle Allah İsrail’in Babilliler tarafından esir edilerek sürgüne götürülmesine izin verdi. Babil’deki İbrani esirlerin bazıları Allah’a sadık iken, bazıları değildi. Babilliler hem doğru olanları hem de doğru olmayanları esir etti. Allah daha sonra İsraillileri serbest kılarak Vaat Edilen Ülke’ye geri getirdi.
Babil esareti Orta Çağ’da meydana gelecek olayların bir simgesi oldu. Herkese, fakat bilhassa Allah’ın gerçek izleyicilerine sapkın kilise tarafından zulmedildi. Babil’den İsrail’e dönenler, Orta Çağ’da zulmeden kilisenin elinden kurtulanları simgelemektedir. Yanılgılardan özgür kılınan ve zulümden kurtulan imanlılar grubu, Allah’ın bakiyesi olarak anılacaktı. Allah’ın halkından kalan bu bakiyede, Allah’ın emirlerini tutmanın ve peygamberlik armağanına sahip olmanın tanıtıcı işaretleri olacaktı. Bu olağanüstü armağan, Yedinci Gün Adventist Topluluğu'nda Ellen G. White’ın hizmetinde tezahür etti. Peygamberlik armağanı Kitabı Mukaddes’in yerine geçmez. İnsanları Kitabı Mukaddes’e yönlendirir ve ihtiyaç zamanlarında teselli verir, kılavuzluk eder, eğitir ve yanlışlıkları düzeltir. Kitabı Mukaddes tüm öğretilerin ve deneyimlerin kendisine göre değerlendirileceği standart olarak kalır. (Bkz. Temel İnanç #18: Peygamberlik Armağanı.)
Bütün imanlılar bakiyede değildir, ancak bakiyenin özel bir görevi vardır. Öncelikle, insanları İsa’nın çok yakındaki gelişine hazırlanmaya çağırırlar. Gerekli olan ruhsal bir hazırlık vardır ve bu hazırlığın bir bölümü, ruhsal sapkınlık döneminde Şeytan tarafından gizlenmiş ve unutturulmuş olan Rabb’in gerçek Sebt gününe dikkat çekmektir. İkinci olarak, bakiye Allah’ın yargısının başlangıcını duyurur ve insanları tövbeye çağırır. Bu duyuru Vahiy 14. bölümdeki üç meleğin bildirisiyle simgelenmektedir. Herkes bu büyük yeniden yapılanma işine katılmaya çağrılmaktadır. Yedinci Gün Adventist Topluluğu dünyada hem Allah’ın on Emri’nin tümünü öğreten hem de peygamberlik armağanına sahip olan tek inanlı topluluğu olduğundan, bu iman topluluğunu bakiye olarak tanımlayabiliriz. (Bkz. Temel İnanç #13: Bakiye ve Görevi.)
Vahiy 14. bölümdeki üç meleğin bildirisinde bir yargı duyurusu var. Yargı İsa geldikten sonra değil, O gelmeden önce gerçekleşir. İsa geldiğinde hayat armağanını ya da ölüm cezasını getirir. Öyleyse O geldiğinde yargılama hâlihazırda gerçekleşmiştir. Ne zaman başladı? 1844 yılında, İsa göksel tapınaktaki başrahibimiz olarak En Kutsal Yer’e girdiğinde başladı. O şu anda tüm insanları, hem ölmüş olanları hem de hâlen yaşamakta olanları yargılıyor. İsa kendisini kabul etmiş olanların lehinde karar verir. Fakat izleyici olduklarını iddia ettikleri halde olmayanlar, yargıda ifşa olurlar. (Bkz. Temel İnanç #24: Mesih’in Göksel Tapınaktaki Hizmeti.)
Allah Havva’ya yasak meyveyi yerlerse öleceklerini söyledi. Fakat Şeytan onun ölmeyeceğini söyleyerek Allah’ı yalanladı. Şeytan o günden beri bu yalanı sürdürüyor. Kitabı Mukaddes’e göre, insanlar öldüklerinde uykuya benzer bilinçsiz bir durumdadırlar. Fakat Şeytan insanları ölülerin gerçekten ölmediğine, ruhlarının hayata devam ettiğine, faaliyetlerimizi izlediklerine ve bizimle konuştuklarına ikna etmeye uğraşmaktadır. Şeytan ve diğer düşmüş melekler ölüleri taklit ederek insanları kandırmakta ve onlara yalanlar söylemektedirler. İşte bu nedenle Allah, gerçekte düşmüş, asi melekler olan “ölülerle” konuşmayı yasaklamaktadır.
Ölüler yeniden yaşayacaklar mı? Kesinlikle. Hem doğrular hem de doğru olmayanlar dirilecekler, fakat bu aynı zamanda ve aynı nedenle olmayacak. Doğrular Mesih’in ikinci gelişinde dirilecek. Doğru olmayanlar 1000 yıl sonra dirilecek. Doğrular sonsuz yaşamı alacak. Doğru olmayanlar sonsuz ölümü alacak. Kötülerin cehennemde sonsuza dek yanarak işkence görmesi diye bir şey söz konusu değil. Bu da Şeytan’ın başka bir yalanı. Sakının, zira Şeytan insanları Mesih’in ikinci gelişine hazırlanırken Allah’ın tüm emirlerini yerine getirmekten alıkoymak amacıyla sözde “ölülerle konuşma” aldatmacasını kullanacak. Bu bilhassa dördüncü emir, Şabat için geçerli. (Bkz. Temel İnanç #26: Ölüm ve Diriliş.)
İsa tekrar geliyor! İnsanlık sorunlarını çözebilseydi, Mesih’in ikinci gelişine gerek olmazdı. Fakat İsa etrafında meleklerle gelecek ve herkes O’nu görecek. Bu olay gizli olmayacak. O geldiğinde ölüler arasındaki doğru kişiler dirilecek, göğe alınacak ve Mesih’le birlikte orada 1000 yıl yaşayacaklar. İsa’nın gelişinde kötüler yok edilecek ve aynı 1000 yıllık süre boyunca ölü olarak kalacaklar. Bundan sonra ebedî yok oluş cezasını almak üzere diriltilecekler. Mesih’in gelişinin tam zamanını bilmiyoruz, fakat Kitabı Mukaddes’ten zamanın kısa olduğunu anlayabiliriz ve herkesi uyarmalıyız. Hazırlanın! İsa tekrar geliyor! (Bkz. Temel İnanç #25: Mesih’in İkinci Gelişi.)
Mesih geldikten sonra doğru kişiler 1000 yıl boyunca cennette yaşarlar. Fakat bu onların kalıcı yuvası değildir. İsa alçakgönüllü olanların yeryüzünü miras alacaklarını söyledi. 1000 yıl boyunca doğru kişiler yargı kitaplarını okuyarak bazı insanların neden göğe alınmadıklarını görebilecekler. Bu süre içinde dünya boş olacak, zira tüm kötüler ölü, doğrular ise gökte olacaklar. Yeryüzünde yalnızca Şeytan ile onun asi melekleri hayatta olacaklar. 1000 yıllık süre bittiğinde gökten Kutsal Kent inecek ve kötüler cezalarını almak üzere diriltilecekler. Şeytan ve melekleri ile doğru olmayanlar yok edilecekler. Günah ve günahkârlar bir daha asla var olmayacak. (Bkz. Temel İnanç #27: Milenyum [Bin Yıllık Dönem] ve Günahın Sonu.)
Bundan sonra Allah yeryüzünü başlangıçta olduğu şekline getirecek. Sonsuz hayat olacak, başkalarıyla kaynaşmak için zaman ve dinlenmek için zaman olacak. Hayat ırmağının yanında geçirilen günler olacak ve hayat ağacının meyvesinden yiyeceğiz. Hayvanlar bize yaklaşmaya korkmayacak, biz de onlara dokunmaktan korkmayacağız. Ağlamak olmayacak, uzun ayrılıklar olmayacak, ne de ölüm olacak. Bizi pişman edecek olan günah olmayacak. Her şey Allah’ın başlangıçta tasarladığı gibi olacak. Bir Allah olacak: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh. Bu nasıl olabilir? Bir Allah üç kişi olamaz! Allah Adem ile Havva’yı iki kişi olarak yarattı, ancak onların bir beden olduklarını bildirdi. Allah’ın sırlarını anlamaya çalışmak için önümüzde sonsuz zaman olacak. Fakat şimdilik Allah’ın söylediğini öylece kabul etmemiz gerekiyor. O birdir, ancak O üç kişidir. Günah dünyamıza Havva Allah’ın söylediğine güvenmediği için girdi. Allah bizim imanla, yani Allah’ın sözüne inanarak, sonsuz hayatı alacağımızı takdir etti. Allah’ın sözüne inanın! Her şeyi anlamasanız da, imanla buna güvenin. Sonsuz hayat budur, Allah’ı ve O’nun gönderdiği İsa Mesih’i tanımaktır.
(Bkz. Temel İnanç #28: Yeni Yeryüzü)
(Temel İnanç #3: Baba)
(Temel İnanç #4: Oğul)
(Temel İnanç #5: Kutsal Ruh)
(Temel İnanç #2: Üçlübirlik.)
Sizin cennet düşünceniz böyle mi olurdu? İşte başlangıçta dünya, Allah’ın onu yaratmasından sonra böyleydi. Allah, iyiliğin bir zıddı olsun diye, kötülüğü ve ölümü yaratmadı. Başlangıçta kötülük yoktu, hastalık yoktu, aşırı soğuk ve aşırı sıcak yoktu ve ölüm yoktu. Hayvanlar hayvan yemiyorlardı, insanlar da hayvan yemiyorlardı. Mükemmel bir dünyaydı. Eski Ahit (Tevrat) şöyle diyor: Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin “çok iyi” olduğunu gördü. (Bkz. Yaratılış 1:31).
Eğer kötülüğü Allah yaratmadıysa, kötülük nereden geldi? Onun sonsuza dek sürmesine izin verecek mi? O hastalıklara, ölüme ve kötülüğe bir son verecek mi, yoksa bu dünyanın sefaleti süresiz olarak devam mı edecek? İyi haber şu ki, Allah başlangıçta her şeyi mükemmel olarak yarattı ve Allah bir gün kötülüğe son verecek. Bir gün, Allah’ın başlangıçtaki tasarısına göre yukarıda tanımlanan dünyada yaşayacağız.
Dünyamızın başlangıcı, günah ve Allah’ın kötülüğü nihai olarak yok edişine dair gerçeği nerede bulabiliriz? Allah bazılarının dediği gibi merhametli, şefkatli ve sevgi dolu ise, bu temel sorulara yanıtlar vermez miydi? Kesinlikle O sevgi dolu, merhametli ve şefkatlidir ve sorulara yanıtlar vermiştir! Bu yanıtlar Tevrat, Zebur ve İncil’de bulunabilir.
Başlangıçta Allah göğü ve yeri yarattı. Kutsal yazılar Allah’ın bunları sözlük anlamıyla altı günde yarattığını bildiriyor, evrim yoluyla altı uzun zaman diliminde değil. Kutsal yazılar ayrıca Allah’ın yarattığından çok memnun olduğunu ve bunların “çok iyi” olduğunu da bize bildiriyor. Öte yandan evrim ise, yaratılmışların hayatta kalabilmek için mücadele vermeleri gereken bir şans oyunudur. Hayvanlar birbirlerini yerler ve yalnızca güçlü olan hayatta kalır. Günümüzde dünyaya baktığımızda evrim teorisi doğru gibi görünebilir, ancak kutsal yazılar başlangıçta sevgi dolu Tanrı’nın her şeyi mükemmel yarattığını ve ölüm olmadığını ortaya koyuyor.
Meleklerin, Allah’ın konuşarak maddeyi gözlerinin önünde var etmesini gördüklerinde nasıl hayrete düştüklerini hayal edin! Dünyamızın durduğu yerde bir boşluk vardı, fakat Allah, “Işık olsun” dedi. Derhal ışık meydana geldi. Allah, “Sular bir yere toplansın” dedi. Bir anda bu gerçekleşti. Allah, “Kuru toprak görünsün” dedi, ve öyle oldu. Bundan sonra Allah bitkileri, sonra güneşi, ayı ve yıldızları yaratmaya başladı. Güneşimizin ne kadar büyük olduğunu bir düşünün. Hacim açısından dünyamızdan 1.3 milyon kez büyük olduğunu biliyor muydunuz? Buna rağmen, Allah’ın basit bir emir vermesiyle hiçlikten meydana geldi. Bundan sonra Allah hayvanları, düşünebilen ve kendi iradelerine göre hareket edebilen canlı yaratıkları meydana getirmeye başladı. Hayret verici! Her şey Allah’ın emriyle oldu.
Melekler evrime inanmazlar. Onlar yaratılışa tanık oldular ve Allah’ın yüce kudretini gördüler. Allah’ın dünyayı yaratmak için uzun dönemlere ve bir yırtıcılık kısırdöngüsüne ihtiyaç duymadığını bilirler. O bunu yalnızca birkaç gün içinde gerçekleştirdi. Aslında o kadar uzun sürdürmesi bile gerekmezdi. Allah’ın hayatı yavaşça ve metodik bir şekilde yarattığına şüphe yok, bunu meleklerin her yeni şeyin tadını çıkarabilmeleri için yaptı, tıpkı bir fincan iyi çayı yudum yudum içmemiz gibi.
Ancak Allah bundan sonra farklı bir şey yaptı. Bir çömlekçi gibi yerin toprağını alarak bundan insan bedenini meydana getirdi. Şekil olarak, beden Allah’ın görünüşüne benziyordu. Fakat tabii ki çok daha sadeydi. Sonra Allah insana (Adem’e) yaşam nefesini üfledi ve insan yaşayan bir varlık oldu. Bu çok kişisel ve özel bir olaydı. Allah’ın insanlığı yaratması için daha sevgi dolu ve özel bir yöntem düşünebiliyor musunuz? Allah’ın sizi de aynı ilgiyle sevdiğinden ve gözettiğinden emin olabilirsiniz!
Allah yaratılışın altıncı gününde Adem’i kendi suretinde (yani pek çok açıdan kendisine benzer olarak) yarattı. Adem’in diğer hayvanların çok üzerinde bir düşünme yeteneği vardı. Ayrıca hayvanların sahip olmadığı ahlaki yetilere sahipti. Adem doğru ile yanlışı birbirinden ayırabiliyordu.
Allah’ı ve diğerlerini, içgüdüsel olarak değil, fakat anlayarak sevebilirdi. Kutsal Kitap Allah’ın sevgi olduğunu bildiriyor. O’nun tabiatı, karakteri, tüm varlığı sevgidir. Her eylemin, her arzunun ve O’nun iradesinin kökü sevgidedir. Bazıları Allah’ın yasalarının ve ölçülerinin haddinden fazla kısıtlayıcı olduğunu düşünüyorlar. Fakat Allah’ın yasası O’nun karakterinin bir ifadesidir. O bizi bize zarar verecek olan şeylerden korumak istiyor. Dolayısıyla Allah’ın yasası sevgidir ve O’nun kadar kutsaldır. Allah’ın arzusu, O’na kişiliğinden ve bizim için yaptıklarından ötürü sevgiden ve takdirden ötürü hizmet etmemizdir. O zorlama bir itaat istemez. Böylece, özverili biçimde sevmek Allah’ın yasasını yerine getirmektir.
Allah Adem’e de seçme özgürlüğü verdi. O Allah’ı sevebilir veya reddedebilirdi. Allah Adem’e ahlaki özgürlük vermiş olmasaydı, insanlar hayvanlardan, hatta robotlardan farksız olurlardı. İtaatsizlik edemeyecek durumda olurlardı. Burada konu ilginçleşiyor ve çok dikkat etmemiz gerekiyor. Allah insanlara O’nun ilkelerini kabul etme veya reddetme imkânı verdiğinde, bu bir risk içeriyordu. İşe bakın ki, sevgi risklidir! Ya insan Allah’a isyan etmeyi seçseydi? O nasıl karşılık verecekti? Öte yandan, Allah akıllı yaratıklara seçme yeteneğini vermemiş olsa, sevgiye dayalı itaat ve Allah’ın karakterini takdir etmek hiçbir zaman var olmazdı.
Kutsal Kitap’a göre, Allah Adem’e yeryüzü üzerinde ve diğer tüm yaratıklar üzerinde hâkimiyet verdi. O ayrıca insanlığı çoğul olarak yarattı. Allah Adem’e bir yardımcı (yani Havva adında bir eş) verdi. Allah Havva’yı Adem’in bir kaburga kemiğinden yarattı ve şöyle dedi: “Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak” (Yaratılış 2:24). İşte bu ilginç bir ifade! Hem Adem’in hem de Havva’nın kendi bedenleri vardı, ama Allah onların bir beden olduklarını söylüyordu! Bu nasıl olabilir? Allah’a göre, evlendiğimizde eşimizle artık iki beden değil, tek beden olacağımız bir şekilde birleşiyoruz.
Bazıları şöyle diyebilir: “Allah bir ruhumuz veya bir amacımız olacağını söylemiş olsaydı anlardım da, iki ayrı kişinin nasıl bir beden olacağını anlamıyorum!” Bu gerçekten bir sır ve kolaylıkla açıklanamaz. Fakat anlayamıyor oluşumuz onu yanlış yapmaz. Yalnızca, Allah’ın neden bahsettiğini bildiğine itimat etmemiz gerektiği anlamına gelir. Biz kimiz ki Allah’a karı ile kocanın iki ayrı bedene sahip olduklarını, dolayısıyla bir beden olamayacaklarını söyleyebilelim? Allah ne yaptığını biliyor ve Musa peygamber aracılığıyla onların bir beden olduklarını bildirdi. Dolayısıyla Allah’ın bildirdikleri karşısında, bunları anlamasak bile, sessiz kalmalıyız.
Kutsal yazılar yaratılışın yedinci gününde Allah’ın tüm işini bitirdiğini bildiriyor. O dinlendi. Yorulduğu için değil, fakat işini bitirdiği için. Allah yedinci günü bereketledi ve insanlar için kutsal olarak belirledi. Örneği bizzat Allah’ın verdiği üzere, hiç kimse o gün çalışmayacaktı. Dünya üzerinde hiçbir din yokken, Allah bugün cumartesi olarak adlandırdığımız haftanın yedinci gününü yarattı ve bereketledi. Bunu kutsal bir gün yaptı. Bu güne ayrıca Şabat adını veriyoruz. (Bkz. Temel İnanç #6: Yaratılış.)
Allah ilk insanlar olan Adem ile Havva’yı Aden adında bir bahçeye yerleştirdi. Bahçenin ortasında hayat ağacı vardı. Adem ile Havva hayat ağacından yedikleri müddetçe hiçbir zaman ölmeyeceklerdi. Bu ağacın meyvesinin neye benzediğini veya tadının nasıl olduğunu hiç merak ettiniz mi? Allah’tan sonsuz hayatı alacak olanlar, yeni yeryüzünde bundan bir kez daha yiyecekler. Kutsal yazılar bize hayat ağacının on iki değişik türde meyve verdiğini bildiriyor, her ay farklı bir tür!
Aden Bahçesi’nde ayrıca iyiliği ve kötülüğü bilme ağacı da vardı. Allah, Adem ile Havva’ya iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yememelerini, aksi halde öleceklerini emretti. Gayet basitti. Adem ile Havva Allah’a güvenip itaat etselerdi, sonsuza dek yaşayacaklardı. O ağacın meyvesinde kötülüğe ilişkin bilgiyi verecek olan özel bir iksir veya madde yoktu. Kötülüğü bilmek Allah’ın emirlerine itaatsizlik etmenin doğal sonucudur. Böylece, Adem ile Havva günahı ve suçluluk duygusunu yalnızca Allah’a aldırış etmezlerse tecrübe edeceklerdi. Fakat genç çift itaat ettiği müddetçe, kötülüğe ilişkin hiçbir bilgileri olmayacaktı, zira kötülük aralarında var olmayacaktı.
Bundan sonra bir gün Havva bahçede gezerken iyilik ve kötülüğü bilme ağacının üzerinde bir yılan gördü. Yılan onunla konuşmaya başladı! Bir yılan konuşmaya başlarsa ne düşünürdünüz? Havva buna hayran kalmış olmalı, zira o da onunla konuşmaya başladı!
Yılan kadına, “Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?” diye sordu. Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz” diye yanıtladı, “Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.” Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi, “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız” (Yaratılış 3:1–5).
Yılanın Allah’a yönelttiği sinsice suçlamaları fark ettiniz mi? Yılan Allah’ın Adem ile Havva’ya yalan söylemekte olduğunu söyledi. Aslında ölmeyeceklerini söyledi. Aksine, daha yüksek bir varlık aşamasına dönüştürüleceklerdi! Allah’ın onlardan iyi bir şeyi esirgemekte olduğunu ima etti. Bunlar ince, ancak büyük suçlamalar. Allah’ın sevgi dolu karakterine ve O’nun özünde olan iyiliğe gölge düşürüyorlar. Havva ne yaptı?
Havva yılana inandı ve meyveyi yedi! Bu basit bir hata veya zayıflığından kaynaklanan bir durum değildi. Allah’tan şüphe etti ve başka birine güvendi. Allah’a isyan etti. Sonra yasak meyveyi kocası Adem’e verdi ve o da yedi. Allah bu durumda ne yapacaktı? Meyveyi yerlerse öleceklerini önceden söylemişti. Bu keyfî bir emir değildi. Allah’ı reddetmek hayat vereni reddetmek demektir. Allah daha fazla tartışmadan bu çifti hemen yok edecek miydi?
Allah Adem ile Havva’ya geldi ve onlara seslendi. Adem ile Havva, daha önce Allah’tan hiç korkmamış olmalarına rağmen, utandılar, suçluluk duydular, çıplak olduklarını fark ettiler ve Allah’tan saklandılar. Suçlu insanlar böyle yapar. Utandırılmamak için işlerini gizlemeye çalışırlar. Allah sakin bir sesle Adem’e neden korktuğunu ve neden saklandığını sordu. Allah ne olduğunu biliyordu, fakat Adem’e günahını itiraf ederek tövbe etme fırsatı veriyordu. Adem itiraf etti de, ancak hemen Havva’yı suçladı. Havva da yılanı suçladı. Suçluluk duygusu insanı böyle yapar. Kendi hataları için başkalarını suçlamalarına neden olur.
Adem ile Havva Allah’ın fiziksel ve ahlaki suretinde yaratılmışlardı. Günaha veya bencilliğe eğilimli değildiler. Yalnızca Allah’ın Ruhu bir insanı bencillikten uzak hale getirebilir. Fakat artık Allah’ı reddetmiş ve başka bir efendiyi, yılanı seçmişlerdi. Yılanı efendileri olarak seçtiklerinde tabiatları aynı yılanınki gibi oldu ve birbirlerini suçlamaya başladılar. (Yılanın kim olduğunu aşağıda açıklayacağız.)
Modern bilim genetik şifreyi çözmüş ve aktarılan özelliklerde kalıtımın rolünü açıkça ortaya koymuştur. Dolayısıyla Adem ile Havva’nın çocuklarının onların günahlı, bencil ve utançlı tabiatını miras aldıklarını kolaylıkla anlayabiliriz. Bugün dahi insanlar doğduklarında yalnızca Adem ile Havva’nın Allah’a itaatsizlik ettikten sonra onlardan kalan tabiatı miras alabilirler. Bu dünyadaki ilk anlarımızdan itibaren eylemlerimize ve davranışlarımıza bencillik karışıyor ve bencillik sonunda günaha yol açar. Bu nedenle günaha doğuştan bir eğilimimiz var, bu da bizi kirletiyor ve Allah’ın huzuruna girerek sonsuz hayata sahip olmaya elverişsiz hale getiriyor. Kutsal Kitap herkesin günah işlediğini ve Allah’ın yüceliğinden yoksun kaldığını bildiriyor. (Bkz. Temel İnanç #7: İnsanın Doğası.)
Allah Adem ile Havva’yı hemen yok etmek yerine onlara bir vaatte bulundu. Yılanın soyu ile Havva’nın soyu arasına düşmanlık koymayı vaat etti. Kadının neslinden yılanı yenilgiye uğratacak olan birinin doğacağını vaat etti. Yılan kadının soyuna zarar verecek, ancak sonunda mağlup olacaktı. Umut vardı! Adem ile Havva öleceklerdi, ancak hemen değil. Ayrıca yılanı mağlup edecek olan kurtarıcı aracılığıyla ölümden diriltilerek yeniden yaşama umuduna da sahip oldular. Bu inanılmaz bir haberdi! Allah düşmüş olan çifte merhametini uzatıyordu! Son olarak, Allah gelecek olan kurtarıcının bir simgesi olmak üzere Adem ile Havva’nın imanla gerçekleştirmeleri gereken bir kurban sistemi tesis etti. Anlaşılan ilk kurbanı bizzat Allah sağlamış, zira Adem ile Havva çıplaklıklarını örtmek üzere Allah’tan hayvan postları aldılar. Simgesel olarak, onların hak ettikleri anında ölümü hayvan üstlendi. Şimdi yılanın kim olduğunu ve nereden geldiğini öğrenelim.
Kutsal yazılar bize yılanın Şeytan’dan başkası olmadığını bildiriyor. Peki Şeytan nereden geldi? Şeytan her zaman var mıydı? Her zaman kötü müydü? Bunlar önemli sorular ve insanların bunları yanıtlamak için ileri sürdükleri pek çok kuram var. Ancak bu konulardaki tek güvenilir hakikat kaynağı Kutsal Kitap’tır. Bu kutsal yazılarda peygamberlerin bize ne bildirdiklerini görelim.
Geçmiş çağlarda Allah en yüksek mevkide Parlak Yıldız adında bir melek yarattı. O mükemmeldi ve diğer tüm meleklerden daha güzel ve yetenekliydi. Onda kötülük yoktu. Fakat Allah tıpkı insanlara seçme yetisi verdiği gibi, meleklere de isyan etme ya da Allah’a sevgiden ötürü hizmet etme arasında seçim yapabilme yetisini vermişti. Zaman içinde ve anlayamadığımız bir nedenden ötürü, Parlak Yıldız Allah’la eşit olmak istedi. Göğün hâkimi olmak ve kendisine ibadet edilmesini istedi. Saçma gibi görünüyor, fakat bencillik böyledir. İnsanların saçma şeyler düşünmelerine ve yapmalarına neden olur.
Parlak Yıldız diğer meleklere Allah’ın adaletsiz bir yönetici olduğunu söyledi. Allah’ın bencil olmadığını iddia ettiğini, ancak herkesten itaat ve ibadet beklediğini, dolayısıyla kendisiyle çeliştiğini söyledi. Parlak Yıldız hiç kimsenin Allah’a itaat etmesine gerek olmadığını ileri sürdü. Allah’ın yasasının meleklerin özgürlüklerini kısıtladığını söyledi. Herkesin Allah’ın yasasından özgür olması halinde, her zaman doğru olanı yapacaklarını, zira tüm yaratıkların Allah’ın yardımı olmadan kutsal olduklarını söyledi. Allah’ın yaratılışın geri kalanından iyiliği alıkoyduğunu söyledi.
Allah ve sadık melekler Parlak Yıldız ile isyankâr melekleri hata yaptıklarına dair ikna etmeye çalıştılar, ancak onlar dinlemiyorlardı. Allah ne yapacaktı? Melekler daha önce hiç böyle suçlamalar duymamışlardı. Daha önce hiç isyan olmamıştı. Her şey barış ve uyum içinde olmuştu. Allah Parlak Yıldız’ı hemen yok etseydi isyan ruhu bazı meleklerin zihinlerinde yaşamaya devam ederdi. Allah’a yöneltilen suçlamanın tohumu, Allah’ın karakteri hakkında şüpheler şeklinde var olmaya devam ederdi. Sevgiye dayalı itaat ölürdü. Allah deneniyordu!
Tüm zeki varlıkların güvenini kazanmanın tek yolu Parlak Yıldız’ın Allah’a isyanındaki ilkelerini uygulamaya koymasına izin vermekti, böylece tüm yaratılış Allah’ın yasasını reddetmenin sonuçlarına tanık olabilirdi. Böylece Parlak Yıldız Şeytan oldu (bu sözcük düşman anlamına gelir). Ne yazık ki Şeytan pek çok meleği Allah’a isyanda kendisini izlemeye ikna etti. Böylece, herkesin Allah’ın özverili sevgi ilkesi ile Şeytan’ın benlik sevgisi ilkesi arasında seçim yapabilmesi için, Allah kötülüğün bir süre var olmasına izin verdi.
Şeytan ile melekleri, Başmelek Mikail ile O’nun meleklerine karşı savaştılar ve isyankâr melekler gökteki yerlerini kaybettiler. Şeytan yeryüzüne sürgün edildikten sonra yılan kılığına girerek dikkatini Adem ile Havva’yı aldatmaya odakladı. Onlar Allah yerine Şeytan’a inanmayı tercih ettiklerinde, bu dünyayı Allah ile Şeytan arasındaki büyük mücadelenin ortasına soktular. (Bkz. Temel İnanç #8: Büyük Mücadele.)
Adem ile Havva’ya yeryüzünün hâkimiyetinin verildiğini hatırlayın. Öyle oldu ki, Şeytan’ın tavsiyesini dinleyerek bağlılıklarını ona verdiklerinde, bu yeryüzü üzerinde sahip oldukları yetkiyi ona teslim ettiler. Dolayısıyla Şeytan bu dünya üzerinde hak iddia etti. Adem ile Havva’dan geçen bencil tabiatın yanı sıra, Şeytan’ın ilkeleri de onların çocuklarında belirgin oldu.
Adem ile Havva’nın pek çok çocuğu oldu, ancak en tanınan ikisi Kayin (Kabil de denilen) ile Habil’di. Bir gün Kayin ile Habil Rabb’e kurbanlar sundular. Allah’ın emrine aykırı olarak, Kayin Rabb’e toprağın ürünlerinden getirdi. Habil ise, Allah’ın Adem ile Havva’ya vermiş olduğu talimatlara uyarak, bir hayvan kurban etti. Tabii ki Allah Kayin’in sunusundan hoşnut olmadı. Kayin toprağın ürünlerinden sunarak imanının kendi işlerine olduğunu Allah’a gösteriyordu. Sunusu gelecek olan kurtarıcıya tam bir bağlılık ve güven eylemi olarak değil, kendine güven eylemi olarak verilmişti. Allah onun kurtuluşuyla ilgilenerek Kayin’in karşısına çıktı ve yanlış davranışıyla ilgili olarak onu uyardı. Ne var ki, Kayin tövbe etmek yerine öfkelendi ve kardeşi Habil’i öldürdü. Dünyanın ilk katilinin ortaya çıkması için yalnızca bir nesil geçmesi gerekmişti! İnsanlık Allah’ın yasası reddedildiğinde ortaya çıkan sonuçları görmeye başlıyordu.
Günah insanlar arasında öyle yayıldı ve dünya o kadar günahla doldu ki, Allah dünyayı tufanla yok etmeye karar verdi. Fakat Allah her şeyi yok etmedi. Dünyadaki tüm insanlar arasında, Allah sadık olan bir adam buldu. Adı Nuh’tu ve Allah ona imanlı birkaç kişinin ve hayvanların kurtulabilmesi için bir gemi yapmasını söyledi.
Tufan hikâyesi ünlüdür ve dünyadaki pek çok kültürde mevcuttur. Aşure yeriz ve çocuklarımıza tufan hikâyesini anlatırız. Pek çok çizgi dizide tufan hikâyesi konu unsuru olarak kullanılıyor. Hatta geminin Türkiye’de, Ağrı Dağı yakınlarında karaya oturduğuna inanıyoruz. Ancak Nuh’un gemisi hikâyesi ciddi bir olay. Bunu yalnızca çağlar boyunca abartılmış yerel bir olay olarak düşünmemeliyiz. Allah suyu yaratabiliyorsa, muhakkak tüm dünyayı sular altında bırakacak bir tufan da gönderebilir. Peki Allah neden böyle bir şey yapsın? Günaha bir kısıtlama getiriyordu.
Tufan hikâyesini dinlemek etkileyici, ancak bu sıradan bir hikâyeden daha fazlası. Göreceğimiz gibi, Allah geçmişteki olayları gelecekte yapacaklarının örnekleri olarak kullanıyor. Allah peygamberler aracılığıyla dünyayı tıpkı daha önce tufanla yok ettiği gibi, bir gün ateşle yok edeceğini söylüyor. Böylece tufan Allah’ın yargısının bir modeli, ya da örneği oluyor. Gerçi büyük bir fark var. Allah dünyayı ateşle yok ettiğinde, günah tekrar ortaya çıkmayacak. Son yargı ateşle olacak!
Tufan hikâyesinin başka bir önemli yönü de var. Birkaç kişi (yani bir bakiye) kurtarıldı. Bunlar Allah’ın mesajına inananlardı. Ancak iman etmeyenlerin tümü yok oldu. Zamanın sonunda, Allah dünyayı ateşle yok ettiğinde de öyle olacak. Yalnızca Allah’ın mesajına inananlar kurtarılacak.
Tufandan sonra, insanlar çoğalmaya başladıklarında, sizce Allah’a iman edip güvendiler mi? Peygamberlere göre, insanların büyük çoğunluğu iman etmedi. Allah insanlara dağılarak yeryüzünü doldurmalarını söylemişti. Fakat bir kez daha, kendilerine isim yapmak için kentler inşa ederek ve başka bir tufandan kaçış yeri olması için bir kule yaparak isyan ettiler! Allah insanların ne kadar isyankâr olduklarını gördüğünde çok üzülmüş olmalı. Belki Şeytan, insanları aldatmakta ve onları isyana teşvik etmekte bu kadar başarılı olduğu için, Allah’la ve meleklerle alay ediyordu. Daha fazla yıkıma engel olmak ve insanların daha fazla kötülük yapabilme kapasitelerini sınırlamak için, Allah birbirleriyle iletişim kurmalarını engelleyerek dillerini karıştırdı. Bunun sonucunda Allah’ın başlangıçtaki emrini yerine getirdiler; oymaklara ayrıldılar ve dünyanın en ücra köşelerine kadar dağıldılar. Çok kere günah kritik bir düzeye ulaştığında Allah insanları dağıtır. Sonra onlara bir haberci göndererek onları tövbeye çağırır. Allah insanları mahvetmek istemez. O onları kurtarmak ister! Böylece insanları gerçek imanda bir araya getirmek için birini gönderdi. Hepimizin tanıyacağı, İbrahim adlı bir adam.
Mezopotamya’da, putperest bir halkın içinde yaşamasına rağmen, İbrahim kendini pak tutmuş ve komşularının putperestliğini reddetmişti. Bir gün Allah İbrahim’i imanla evinden çıkarak başka bir ülkeye gitmesi için çağırdı. O günlerde İbrahim o yerin adını bilmiyordu. Ancak biz onu Kenan ya da Filistin olarak tanıyoruz. Böylece İbrahim ailesini topladı, Mezopotamya’dan ayrıldı ve Filistin’e doğru yola koyuldu. Başlangıçta kuzeye doğru giderek Harran’da yaşadılar, İbrahim’in babası burada öldü. İbrahim babası öldükten sonra ailesinin çoğundan ayrılarak Filistin’e gitti. Allah bir görümde İbrahim’e tüm dünyanın onun soyunda bereketleneceğini vaat etti. Allah dilleri karıştırarak insanları yeryüzünde dağıtmıştı, fakat imanlı İbrahim aracılığıyla bütün dünyayı bereketleyecekti. Peki İbrahim’in soyu kim olacaktı? Bu, Havva’nın Şeytan’ın başını ezecek olan soyuyla aynı mı olacaktı?
İbrahim yaşlanıyordu ve karısı Sara hiç çocuk doğurmamıştı. Bu nedenle Sara, Allah’ın çocuk vaadini gerçekleştirebilmek için, hizmetçisini İbrahim’e cariye olarak verdi. Fakat bunun büyük bir hata olduğu ortaya çıktı. Bu ana dek İbrahim Allah’ın evlilikle ilgili kurallarına uymuştu. Sara İbrahim’in tek karısıydı ve birden fazla eş sahibi olmak Allah’ın planında yer almıyordu. Fakat İbrahim ile Sara Allah’ın vaat etmiş olduğu şeyi yapacağına güvenmediler. Allah İbrahim’le tekrar konuştu ve onun ulusların babası olacağını, Sara’nın çocuk doğuracağını söyledi. Fakat İbrahim’le Sara çocuk sahibi olamayacak kadar yaşlıydılar. Sara kendisinin doğum yapacağı fikrine güldü. Fakat Allah bunun gerçekleşeceğini söyledi.
Allah bundan sonra bir mucize yaptı. Sara hamile kaldı! Sara’nın çocuk doğurma yaşını geçtiği halde çocuğu olacağını öğrenenlerin ne kadar şaşırdığını düşünebiliyor musunuz? Herhalde tüm bölgede dedikodu konusu olmuştur. Peki Allah olayların neden bu şekilde olmasına izin verdi? Allah neden İbrahim’in bir köleden çocuk yapmasına izin vererek İbrahim ile Sara’nın hata işlemelerine müsaade etti? Tufan hikâyesinin daha sonra olacak olayların bir örneği olduğunu söylediğimizi hatırlıyor musunuz? Bu hikâye de örnek ya da model oluşturuyor. Bu durumda, bize kurtuluş konusunu öğretiyor.
Allah Şeytan’ı bozguna uğratmak ve ölümün üstesinden gelmek için dünyaya bir kurtarıcı göndereceğini söylemişti. Allah onun İbrahim’in soyundan geleceğini söyledi. Fakat İbrahim ile Sara Allah’ın vaadini yerine getirirken yardıma ihtiyacı olduğunu düşündüler. Vaat edilen Kurtarıcı’yı kendileri sağlamaya karar verdiler. Allah insanlara önemli bir ders veriyordu. İnsanlar kendi kendilerini kurtaramazlar. Biz günahkâr olarak doğuyoruz ve yaptığımız her işe utancımızı ve bencilliğimizi karıştırıyoruz, bu da bizi Allah’ın huzurunda kirli hale getiriyor. Tabiatımız çarpık ve ne kadar uğraşırsak uğraşalım onu değiştiremeyiz veya temizleyemeyiz.
Allah’ın yasasını çiğnemenin bedeli ebedî ölümdür. Edebî ölüm ücretini ödeyerek kim yaşamaya devam edebilir? Allah’ın yasası O’nun kadar kutsaldır. Yalnızca yasaya eşit biri, Allah’ın kendi karakteriyle eşit değerde biri günahın kefareti olabilir. Hayvan kurban siteminin anlamı buydu. Bir kurtarıcıya işaret ediyordu. Biz sonsuz hayatı kazanamayız, zira zaten kusursuz itaat yükümlülüğü altındayız ve zaten günah işledik. Sınırlı bir insanın sınırsız değerde olan sonsuz hayatı kazanabilmek için yapabileceği hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla, iyi işler yapmaya çalışarak kendimizi kurtaramayız. “İyi” işlerimizin tümüne bencillik karışmıştır. Bunlar yeteri kadar iyi değildir. Dualar ederek sonsuz hayatı kazanamayız, zira dualarımız sonsuz ölümün ücretini ödeyemez. Hac yolculuğuna çıkarak kurtuluşu kazanamayız. Bu şeyler bizim tabiatımızı değiştirmez. Kurtarıcıya ihtiyacımız var ve bu kurtarıcı Allah tarafından vaat edildi. Kurtuluşun dünyaya vaat aracılığıyla geldiğini örneklemek için, Allah İbrahim’e eşi Sara’dan bir çocuk vererek bir mucize gerçekleştirdi. Adem ile Havva’ya vaat edilen kurtarıcı, oğulları İshak’ın soyundan gelecekti. Tıpkı İshak gibi, kurtarıcı da mucizevi bir doğumla doğacaktı. Bu da kurtuluşun insan çabasıyla değil, Allah’ın mucizevi lütfuyla geleceğini bize gösteren bir diğer örnek ya da model.
İshak’ın Yakup adında bir oğlu oldu ve Allah onun soyu aracılığıyla gelecek olan kurtarıcıya ilişkin vaadi yeniledi. Bir şeyi beklemek zor değil mi? Her şeyin çabucak olmasını isteriz. Bize anında bilgi veren bilgisayarlarımız ve akıllı telefonlarımız var. Ama bir programın yüklenmesi için birkaç saniye beklersek, kaç kez kendimizi şikâyet ederken buluyoruz? Eski zamanlarda yaşayan imanlılar için Allah’ın vaatlerinin gerçekleşmesini nesiller boyu beklemek kim bilir ne kadar zor olmuştur! İbrahim de, İshak da, Yakup da imanla kurbanlar sunarak, vaat edilen kurtarıcıyı beklediler. Ancak kurtarıcı onların hayatları boyunca gelmedi. Zaman içinde, Yakup’un çocukları kuraklık nedeniyle Mısır’a gittiler. Yusuf ile kardeşlerinin Mısır’a gidişlerinin öyküsünü bir sinema filminde görmüş dahi olabilirsiniz. Ne var ki zamanla Yakup’un soyundan gelenler (onlara İsrailliler adı veriliyordu) Mısırlıların köleleri haline geldiler. Zamanla pek çoğu putperestliği benimsedi.
Uzun yıllardan sonra, Allah Musa adında bir kurtarıcı ortaya çıkardı. Musa aracılığıyla Allah Firavun’a İsraillileri kölelikten azat etmesini söyledi. Allah’ın Firavun’a İsraillileri özgür bırakmasını emretmeye ihtiyacı yoktu. İsteseydi, Mısırlıları tek bir sözüyle yok edebilirdi. Ancak Allah Firavun’un kendi başına karar vermesini istedi. Allah bunu neden yapacaktı ki? Allah sevgidir ve putperest Firavun’un alçakgönüllülük göstererek O’nun huzurunda tövbe etmesini istiyordu. O Firavun’un kurtulmasını istiyordu. Allah ne merhametli, değil mi? Fakat Firavun kalbini katılaştırdı ve İsraillileri serbest bırakmadı.
Allah Musa aracılığıyla mucizeler yaptı ve Mısırlıların üzerine felaketler getirdi. Sonuncu ve en şiddetli felaket Mısırlıların ilk doğan çocuklarının ölümüydü. Allah İsraillileri korumak için onlara bir hayvan kurban etmelerini ve kanını evlerinin kapı sövelerine ve üst pervazlarına sürmelerini bildirdi. Allah’ın yok edici meleği kanın bulunduğu evlere dokunmadan geçecekti. Bu şekilde, Allah’ın sözüne inananların ilk doğan oğulları felaketten kurtulacaktı. Korkunç gece geldi ve yok edici melek Firavun’un oğlunu ziyaret etti. Oğul öldü ve böylece Firavun artık Allah’a karşı gelemedi; İsraillileri serbest bıraktı. O zaman dahi, Firavun’un öfkesi o kadar şiddetliydi ki, İsraillileri yok etmek için Kızıldeniz’e dek peşlerinden gitti. Ancak Allah İsrailliler için Kızıldeniz’i ikiye ayırdı ve onları izlemeye çalışan Firavun ile tüm Mısır ordusunu sularda boğdu. Çok geçmeden tüm uluslar İbrahim’in Tanrısı’nın dünyanın en büyük ordusunu nasıl yok ettiğini duydu! Ne mucizevi bir kurtuluş!
Allah neden işleri bu şekilde yürüttü? Allah neden olayların bu şekilde gelişmesine izin verdi? Kısacası, tıpkı tufanın yargı ve kurtuluşu örnekleyen bir benzetme olduğu gibi, İsraillilerin esaretten kurtuluşu da bir benzetme ya da simgedir. Bencil olarak doğduğumuzdan, tabiatımız gereği Allah’a karşı günah işliyoruz. Fakat bunda yalnız değiliz. Şeytan insanları isyana ve Allah’a karşı günah işlemeye teşvik etmek için her zaman hazır. Bizim günahın “esaretinden” ve bizi günah işlemeye kışkırtan “köle sahibi” Şeytan’dan kurtarılmamız gerekiyor. İsrail’in Mısır’daki fiziksel esaretten kurtarılması, bizim günahın esaretinden kurtarılmamızın bir simgesi. İsraillilerin Firavun’un elinden kurtarılması, bizim Şeytan’ın elinden kurtarılmamızın bir simgesi. İlk doğanların yok edici melekten kurtarılmaları, ebedî ölümden kurtuluşun bir simgesi.
Firavun’u mağlup eden İsrailliler değildi. İsrailliler kendi kendilerini özgür bırakmadılar. Bunu Allah yaptı. İsrailliler kendilerini ebedî ölümden de kurtaramazlardı. Kurban ettikleri hayvan ve kapı sövelerine ve üst eşiklerine sürdükleri kan yalnızca kurtuluşun bir örneği ya da simgesiydi. Aden Bahçesi’nde Allah Adem ile Havva’ya bir kurtarıcı sağlayacağını vaat etmişti. Bu vaat İbrahim’e, İshak’a ve Yakup’a tekrarlanmıştı. Kurtarıcı bir kefaret kurbanı olacak ve ebedî ölümden kurtuluş sağlayacaktı.
Kızıldeniz’den geçtikten sonra, Allah İsraillileri Sina Dağı’nın eteğine yönlendirdi. Burada onlara On Emir’i verdi. On Emir yalnızca Yahudiler için değil, herkes için Allah’ın ahlaki yasasının temeliydi. On Emir tüm çağlarda tüm insanlar için bağlayıcıdır. Kutsal yazılar İbrahim’in Allah’ın hükümlerine ve yasalarına göre yaşadığını yazıyor, öyleyse bu emirler ilk kez İsraillilerle birlikte ortaya çıkmadı. Tüm insanlar Allah’ın huzurunda yargılandıklarında On Emir doğruluk standardı olacaktır.
On Emir günaha işaret etmesine rağmen, onları tutmak bizi günahın bedelinden kurtaramaz. On Emir kalplerimizdeki bencilliği tedavi edemez ve nefretimizi sevgiye dönüştüremez. Bu, Allah’ın kurtarıcı aracılığıyla gerçekleştireceği iştir. Ne var ki, Allah bir kez kurtarıcı aracılığıyla kurtuluşu sağladığında, kendi sevgisini ve O’nun emirlerini tutma arzusuyla gücünü kalplerimize yerleştirir.
Şabat günü On Emir’den biridir. (Buna Sebt Günü adı da verilir.) Allah onu başlangıçta, yaratılış haftasının yedinci günü istirahat ettiğinde yarattı. Allah bu günü kutsal kıldı ve ona verdiği kutsallığı hiçbir zaman kaldırmadı. Adem ile Havva o günde istirahat ettiler, Allah’ın emirlerini ve yasalarını tutan İbrahim de öyle. Bu, Allah ile O’na sadık olanlar arasında bir belirtidir. Bu bir istirahat, ibadet ve diğer imanlılarla birliktelik günüdür. Bize, Allah’ın hem yaratılışı hem de kurtuluşu, insanlar çaba göstermeksizin onlara sağladığı gerçeğini hatırlatır. Bunlar itaat edilmek üzere Allah’tan karşılıksız bir armağan olarak gelir. Şabat günü cuma akşamı günbatımından cumartesi akşamı günbatımına kadar tutulur. (Bkz. Temel İnanç #20: Sebt Günü.)
Allah On Emir’i Musa’ya vermeden önce iki taş levhaya yazdı. Sözcükleri bizzat Allah yazdı. Bu Allah’ın doğrudan vahyiydi. Allah bir vahyi kelimesi kelimesine yazdırdığında, buna “sözlü ilham” diyoruz. On Emir haricinde, kutsal yazıların geri kalanı Allah’ın söylediklerinin kelimesi kelimesine dökümü değildir. Daha ziyade, bunlar Allah tarafından kendilerine rüyalar, görümler ya da sözlü talimatlar verilen peygamberlerin yazılarıdır. Peygamberler Allah’ın bildirisini insanlara kendi yazım becerilerine göre, kendi seçtikleri sözcüklerle ilettiler. Buna “fikrî ilham” adı verilir. Tekrarlamaya değer. On Emir haricinde, tüm kutsal yazılar fikrî ilhamın ürünüdür. Kutsal yazılar sözlü ilhamla değil fikrî ilhamla verildiğinden, yazıcılar tarafından yapılan imlâdaki veya dilbilgisindeki küçük değişiklikler mesajın geçerliliğini ortadan kaldırmaz.
İnsanlık tarihinin yaklaşık ilk 2500 yılı boyunca, hiçbir kutsal yazılı kayıt yoktu. Hakikat kişiden kişiye sözlü olarak aktarılıyordu. Kutsal yazılar Musa peygamberin yazılarıyla başladı. Günümüzde, İsa’dan önceki İbrani peygamberlerin yazıları külliyatını meydana getiren 39 kitapçık bulunmaktadır. Hristiyanlar bu İbrani peygamberlik yazıları derlemesine Eski Ahit adını verirler. Eski Ahit’in 39 kitapçığından ilk beşini Musa’nın yazdığına inanılır. Bu beş kitap Tevrat adıyla da bilinir ve Yaratılış, Mısır’dan Çıkış, Levililer, Çölde Sayım ve Yasa’nın Tekrarı kitapçıklarından oluşur.
Tevrat’a ek olarak, Eski Ahit’in diğer 34 kitapçığı arasında Mezmurlar ve Daniel, Yeremya ve Kral Süleyman dahil olmak üzere diğer pek çok peygamberin yazıları yer almaktadır. Türkçede bazı kişiler Eski Ahit’in tamamından Tevrat olarak söz ederler ve tüm bu peygamberlik yazılarını Musa’ya atfederler. Ancak bunların tümünü Musa yazmamıştır. Bazı kişiler yalnızca ilk beş kitapçıktan (Torah) Tevrat olarak söz eder. Bu nedenle Türkiye’de bu konuları konuşurken kullandığımız kavramlara dikkat etmeliyiz.
Aynı şekilde, Türkiye’de Yeni Ahit’i (İncil) meydana getiren unsurlar hakkında da kafa karışıklığı vardır. Türkiye’de pek çok kişi İncil’den söz ederken İsa’nın hayatını anlatan, O’nun dört izleyicisi tarafından yazılmış olan öyküleri düşünmektedir. Bu dört kitapçığa yazarlarının adı verilir: Matta, Markos, Luka ve Yuhanna. Bunların her biri İsa’nın hayatını ve hizmetini kendi bakış açısından ele alır ve İsa’nın gerçekten söylediği sözleri içerirler. İncil’i baştan sona okursanız, onun aynı zamanda İsa’nın Allah’tan vahiy alan diğer izleyicileri tarafından yazılmış olan mektuplar içerdiğini de göreceksiniz. Bunların arasında Pavlus, Yakup, Petrus ve Yahuda yer alır. Yeni Ahit adı da verilen İncil’de toplam 27 kitapçık yer alır.
Eski ve Yeni Ahit’lerin “Kutsal Kitap” adlı çağdaş bir çevirisinde, kapakta zaman zaman şu ibareyi görebilirsiniz: Tevrat, Zebur ve İncil. Okuyucu, Kutsal Kitap’ın Eski ve Yeni Ahit’lere ait 66 kitapçığın tümünü içerdiğini bilmelidir. Bunlar Musa’nın kitaplarıyla (Tevrat ve Torah) ve dört müjdeyle sınırlı değildir. Okuyucu terminolojideki bu farkların bilincinde olmalıdır. Bu yazıda “Tevrat, Zebur ve İncil” derken Eski ve Yeni Ahit peygamberlik yazılarının tümünü içeren derlemeden söz ediyoruz. Bunlara ayrıca Kutsal Kitap ya da kutsal yazılar diyoruz. Türkçede Eski ve Yeni Ahit’in “Kitabı Mukaddes” adlı daha eski bir çevirisi bulunmaktadır.
Yedinci Gün Adventistleri’ne göre, Eski ve Yeni Ahitleri meydana getiren 66 kitapçık kutsal yazılardır. Bu peygamberlik yazıları imanımızın ve tüm öğretilerimizin temelini teşkil eder. Bir öğretmen veya peygamber Allah’tan yeni bir vahiy alma iddiasında bulunursa, bu aslen Kutsal Kitap’ta ne yazdığına göre denemeye tabi tutulur, bunun tam tersi şekilinde değil. Uyuşmazlık varsa, yeni “vahiy” reddedilmeli ve geçersiz sayılmalıdır. Allah’ın insanlara cennette nasıl bir yer edinebileceklerini ve kendi isteğine ilişkin bilgiyi bu kutsal yazılarda bildirdiğine inanıyoruz. (Bkz. Temel İnanç #1: Kutsal Yazılar.)
Kutsal Kitap’ı okurken, Allah’ın İsraillileri dünyaya O’nun hükümlerini ve yasalarını bildirmeleri için seçtiği açıkça anlaşılıyor. Onları dünyanın ticaret yolları üzerine yerleştirerek, ülkelerinden geçen herkese kurtuluş yolunu gösteren kutsal bir ulus olmalarını arzu etti. Allah onları refaha ve kutsallığa erdirmeyi ve insanların dikkatini İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un soyundan gelecek olan bir kurtarıcı vaadine çekmeyi amaçlıyordu. Sürekli olarak verilen hayvan kurbanları, günahın sonucunun ölüm olduğu ve dünyanın günahları için tek makbul kurban olacak günahsız bir kurtarıcının ortaya çıkacağı hakikatlerinin bir simgesiydi. Yalnızca mükemmel bir insan, tüm insanlık adına, Şeytan’ı bozguna uğratabilir ve ebedî ölüm cezasının üstesinden gelebilirdi. İsrail Allah’ın bu iş için seçilmiş olan halkıydı.
Ne yazık ki İsrailliler kendilerine verilen yüce çağrıyı gözden kaybetti. Allah’ın emirlerine inançsızlık ettiler ve korkunç günahlar işlediler, hatta putperestliğe düştüler. Bundan sonra Allah, işledikleri putperestlik günahının karşısında gözlerinin açılması için onların esir olarak Babil’e götürülmelerine izin verdi. Ataları kölelikten mucizevi bir şekilde Allah tarafından kurtarılan ve kendilerine yeni bir yuva verilen bir halk nasıl olur da putlara baş eğebilir?! Bizzat Allah’ın sesinin kendilerine On Emir’i söylediğini işitmişlerdi! Hayal bile edilemez gibi, öyle değil mi? Doğrusu, burada hiçbir zaman unutmamamız gereken çok önemli bir ilke var. İnsanlar Allah’ın emirlerini reddederlerse, Allah’ın Kutsal Ruhu onlarda yaşamaz ve günaha karşı koyacak hiçbir güçleri olmaz. Babil’deki sürgünlükleri sona erdikten sonra, Allah İsraillilerin İsrail’e geri dönüşlerini tasarladı ve çoğunlukla Allah’a sadık kaldılar. Ancak başka bir şeyle, ruhsal gururla mücadele etmeye başladılar.
İnsanlar Allah’ın yasasını O’nun yardımı olmadan tutabilecek kadar doğru kişiler olduklarını düşünüyorlardı. Bencilliğin ve gururun kalplerinde ne kadar derinde işli olduğunu unuttular. Günaha karşı ne kadar güçsüz olduklarını göremiyorlardı. Allah’ın emirlerini yerine getirecek kadar kutsal olduklarını sanıyorlardı. Sundukları kurbanların, dualarının ve yaptıkları hac yolculuklarının kendilerini Allah’ın huzuruna girmeye yetecek kadar kutsal kıldığına inanıyorlardı. Fakat kendilerini kandırıyorlardı.
Tüm kurbanlık hayvanlar ve dualar, Allah’ın kurtarıcı vaadine iman olmadığında değersizdi. Hayvan kurbanı, yasanın gerektirdiği ebedî ölüm cezasını ödeyemezdi. Hac yolculukları kalplerindeki gururu ve hırsı değiştiremezdi. Kurbanlıkların işaret ettiği kurtarıcıya ihtiyaçları vardı. Fakat Allah’a sadık veya minnettar kalmadılar. Allah’ın İsraillilere verdiği inanç sistemi, halkın kendi kendilerini akladıklarını ve günahları için kendi kefaretlerini sağladıklarını düşünmeleri için bir yöntem haline geldi. Kendilerini diğer insanlardan ayırdılar ve başkalarına tepeden baktılar. İsrailliler artık kutsal bir ulus olamazdı ve gelecek olan kurtarıcı aracılığıyla kurtuluş mesajını dünyaya iletemezdi. Allah bu durumda ne yapacaktı?
Allah İsraillilere peygamberler aracılığıyla İsrail’den bir bakiyenin kurtulacağını ve bu bakiyenin Allah’ın isteğini yerine getirerek Allah’ın kendilerini yapmaya çağırmış olduğu işi yapacağını vaat etmişti. Bu nasıl gerçekleşecekti?
Uzun yıllar önce Allah İbrahim’in ve Sara’nın soyundan bir kurtarıcı vaat etmişti. Ne var ki Sara kısırdı ve çocuğu olmuyordu. Sonra Allah bir mucize yaptı ve Sara hamile kalarak sonunda İshak’ı doğurdu. Bu, Allah’ın verdiği kurtuluş vaadinin insanların çabalarıyla değil, O’nun mucize yapma gücüyle yerine getirileceğini gösteren bir simgeydi. Dünyanın kurtarıcısı da mucizevi bir doğumla doğacaktı.
Yüzlerce yıl sonra melek Cebrail bir akşam Meryem’e gelerek onun da bir bebeği olacağını söyledi. Ancak Meryem bakireydi, daha önce hiçbir erkekle birlikte olmamıştı. Bu nasıl olabilirdi? Bu haber, belki de 16 yaşında olan genç bir kız için şok edici olmuş olmalı! Ancak kız meleğin sözlerine inandı ve peygamberlik sözünü kabul etti. Allah’ın Kutsal Ruhu’nun gerçekleştireceği bir mucize ile Meryem hamile kalacaktı. Kutsal Kitap Allah’ın Meryem’le ilişki kurduğunu söylemiyor! Bu başkalarının yönelttiği bir suçlama. Peki gerçekte ne oldu?
Allah mucizelerini nasıl yaptığını insanlara açıklamıyor. Peygamberler aracılığıyla kendisinin bir şey yaptığını bildiriyor, biz de bunu kabul edebilir veya reddedebiliriz. Rab için çok zor olan bir şey var mı? O bir bakireyi hamile bırakmak isterse bunu yapabilir mi? Tabii ki yapabilir! Öyleyse bundan şüphe etmemeliyiz.
Peki bakireden doğum neden gerekliydi? Allah’ın tüm yöntemlerini bilemesek de, O’nun kutsal yazıda bildirdiklerinden pek çok şey öğrenebiliriz. Kutsal Kitap’ın net bir şekilde ortaya koyduğu bir husus, Meryem’in rahmindeki çocuğun oraya konmadan önce var olduğu. Ama şimdi bir çocuk olarak doğacak ve insan olarak yaşayacaktı! Allah bunu nasıl yaptı? Allah’ın kudretini açıklayabilir misiniz? Biz de açıklayamayız!
Cebrail Meryem’e çocuğun adının İsa olacağını söyledi, bu sözcük İbrani dilinde “Allah kurtuluştur” anlamına gelmektedir. Kutsal Kitap ayrıca, Yeşaya'nın peygamberliğinde, çocuğa “Allah bizimledir” anlamına gelen İmmanuel adının verileceğini söyledi. Yani, çocuk ‘kurtuluş getirecekti’ ve aynı zamanda ‘Allah bizimle’ vaadini yerine getirecekti! Dünyanın Kurtarıcısı ortaya çıkmak üzereydi! Şeytan’ın başını ezecek olan Havva’nın soyu vaadi yerine getirilmişti! İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un soyundan geleceği vaat edilen kurtarıcı doğmak üzereydi! İnsanlık daha fazla beklemek zorunda değildi! Fakat vaadin diğer yönünü de unutmayalım. Allah Havva’ya Şeytan’ın Kurtarıcı’yı topuğundan yaralayacağını söyledi. Simgesel olarak günahın cezasını çeken milyonlarca kurban, günahımızdan ötürü bizim hak ettiğimiz cezayı gerçek anlamıyla çekecek olan Kişi’ye işaret ediyordu. Evet, günahsız olan, Allah’ın Sözü İsa Mesih, dünyanın günahlarına karşılık kefaret kurbanı olacaktı. Şeytan İsa’yı yaralayacak, ancak O’nu hiçbir zaman yok edemeyecekti. Tüm bunlar ne anlama gelebilirdi?
İsa kendisiyle ilgili hayret verici iddialarda bulundu. Bir marangozun oğlu olarak büyüdü ve buna rağmen cennete giden tek yolun kendisi olduğunu söyledi. Nasıl yani?! Tanıdığınız birisi böyle dese, onun hakkında ne düşünürdünüz? Çok övünmekten aklını kaçırdığını düşünürdünüz! İsa gelecek olan Mesih’e ilişkin tüm Eski Ahit peygamberlik sözlerini kendisinin yerine getirdiğini söyledi. Sokakta birisinin böyle dediğini işitseniz, onun hakkında ne düşünürdünüz? İsa kendisinin İbrahim’den önce var olduğunu söyledi. Nasıl bir insan bunu der? İsa kendisinin insanların günahlarını bağışlama yetkisine sahip olduğunu söyledi. Nasıl yani?! Bunu yalnızca Allah yapabilir! O kendisinin kim olduğunu sanıyordu?! İsa gökten geldiğini ve kendisinden başka hiçbir insanın Allah’ı görmediğini söyledi. Üstelik Allah, İsa’nın sözlerinin küfür (hatta şirk) olmadığını göstermek için, insanların önünde birbiri ardınca mucizeler gösterdi. Hatta ölüleri diriltti! Allah İsa’nın vaaz etmekte olduğu sözleri onaylıyordu.
İsa insanların kurtuluşunun tek yolunun kendisi olduğunu söyledi. O, vaat edilen Kurtarıcı’dır. İsa günahsızdı, ancak dünyanın günahlarını kendi üzerine aldı. Sonra bu günahları çarmıha götürdü ve bizim hak ettiğimiz ölüm cezasıyla öldü. O işlenmiş olan tüm günahların kefaretiydi. Günahın karşılığı ölümdür ve her günah cezasını bulmalıdır, yoksa Allah’ın yasasının hiçbir anlamı olmaz. Yasanın doğruluğunu tüm etkisiyle korumak için, günahın cezası ödenmelidir. Tıpkı peygamberlik sözünde bildirildiği gibi, Şeytan İsa’nın topuğunu yaraladı. İsa’yı günah işlemesi için ayartan Şeytan’dı, fakat başarısız oldu. İnsanlara İsa’yı öldürmelerini telkin eden Şeytan’dı. Şeytan’ın karakteri ve bencillik ilkeleri Mesih ile Şeytan arasındaki savaşta açığa çıktı. Seyretmekte olan evren, günahın ve Allah’ın yasasına isyanın sonuçlarını gördü. İsa’nın ölümü Allah’ın adil olduğunu gösterdi. Günahın cezası ödenmişti. Fakat aynı zamanda Allah’ın merhametini de gösteriyordu, zira İsa’nın ölümüyle hikâye bitmiyor.
İsa günahsız olduğu için, mezar O’nu tutamazdı. Allah O’nu ölümden diriltti. İsa tüm insanlık için ölüme ve mezara karşı zafer kazandı! Kurtarıcı, Şeytan’a karşı savaşı kazandı! Şeytan büyük mücadelede yalancı ve katil olarak ifşa edildi. İsa’ya günah sunusu ve Kurtarıcı olarak iman eden herkes sonsuz hayatı alacak. Sonsuz hayat! Bir kez daha acının, sıkıntıların, zahmetli çalışmanın ve ölümün olmadığı güzel bir bahçede yaşayabileceğiz! (Bkz. Temel İnanç #9: Mesih’in Hayatı, Ölümü ve Dirilişi.)
Peki bir insan nasıl başka birinin günahlarına karşılık olarak ölebilir? Bu adaletsizlik değil mi? Bir insan için belki, ama Allah için değil! Kutsal Kitap’a göre, İsa’ya iman edersek Mesih’le birleşerek O’nun bir parçası haline geliriz ve O da bizim bir parçamız olur. Nasıl yani? Bu nasıl olabilir? Allah ruhtur. İsa’yı Kurtarıcı olarak kabul edenler, Mesih’in Ruhu da olan Kutsal Ruh armağanını alırlar. Böylece Kurtarıcı’yla ruhsal olarak bir oluruz. O’nun hayatı bizim hayatımız sayılır, O’nun ölümü bizim ölümümüz sayılır ve O’nun dirilişi bizim dirilişimiz sayılır. İsa’da sonsuz hayatımız var. Bu nasıl olabilir? Bu Allah’ın bir mucizesidir ve hem Sara’nın hem de Meryem’in hamilelikleri kadar esrarengizdir. Allah için her şey mümkündür!
Kutsal Ruh hayatlarımızı dönüştürür. İhtida etmeden önce, bencil güdülerimizi karıştırmadan iyi işler yapmaya gücümüz yoktur. Fakat bizde yaşayan günahsız İsa’nın Ruhu’yla, artık günahlı mizaçlarımız üzerinde denetim sahibiyiz. Artık, Mesih’in Ruhu sayesinde, On Emir’i sonsuz hayatı elde etme çabasıyla değil, sevgiyle ve İsa’nın bizim için yaptıklarını takdir ederek tutabiliriz. Böylece, gerçek inancın bir doktrinler listesi olmadığını görüyoruz. Bu, dirilmiş Mesih’in içimizde yaşayan Ruhu’nun bizi dönüştürdüğü bir deneyimdir. (Bkz. Temel İnanç #10: Kurtuluş Tecrübesi.)
Kutsal Ruh hayatlarımıza girdiğinde buna yeniden doğuş denir. İsa, yeniden doğmadıkça göğün krallığına giremeyeceğimizi söyledi. Mesih’te kurtuluşu ve Allah’ın krallığının ilkelerine göre yaşamanın ne anlama geldiğini öğrendikten sonra, vaftiz olarak Allah’a ve Mesih’e bağlılığımızı gösteririz. Vaftizimiz, İsa’nın ölümünü, gömülüşünü ve dirilişini kendimizin olarak kabul ettiğimizin ve Mesih’te yeni bir hayat yaşamak için söz verdiğimizin göstergesidir. Vaftizde, simgesel olarak mezarı temsil eden suya batırılırız. Mesih’in ölümüyle bir olduğumuzu gösteririz. Bundan sonra İsa’da ölümden dirilişin bir simgesi olarak sudan çıkarılırız. Vaftiz, Kurtarıcımız olan İsa’yla ruhsal birliğimizin simgesidir.(Bkz. Temel İnanç #15: Vaftiz.)
Yeniden doğuş tecrübesi durağan değil, canlı bir tecrübedir. Yeniden doğanlarda tıpkı yeni doğmuş bir bebek gibi yetenekler ortaya çıkar. Kutsal yazıları okuruz, dua ederiz ve ruhsal ezgiler söyleriz. Sizin gibi düşünen kişilerle birlikte vakit geçirmek istemez misiniz? İnanlı topluluğunda diğer imanlılarla sonsuz bir birliktelik var. Bu tecrübeler ile Mesih’in nasıl yaşadığını öğreniyoruz ve bunu hayatlarımızda örnek alıyoruz. Şeytan’ın saldırılarına ve hayatın zorluklarına ruhsal olarak karşı koymayı öğreniyoruz. İnancımızı başkalarıyla paylaşıyor ve inanlı topluluğu işlerinde görev alıyoruz. Geliştikçe, zorluklarla karşılaşırken dahi, hayatlarımızda sevinç oluyor. Bunun nedeni, artık günahlı mizaçlarımıza ve geçmişin alışkanlıklarına esir olmayışımız. Özgürüz. Kurtuluşumuzun ve gelecekte ölümden dirileceğimizin güvenini yaşıyoruz. Şeytani ruhlardan korkarak yaşamıyoruz. Kutsal Ruh’la doluyuz ve Allah’ın koruması bizimle. (Bkz. Temel İnanç #11: Mesih’te Gelişme.)
Mesih’le bir olduğumuzda, Allah’ın krallığının bir parçası haline geliriz ve onun ilkelerini benimseyerek krallığa aykırı olan dünyanın ilkelerini reddederiz. Biz kutsal bir halkız ve yalnızca Allah’ın ilkelerini yücelten eğlencelere katılabiliriz. Gururu besleyen gösterişli, pahalı elbiseleri giymiyoruz, mücevher takmıyoruz. Görünümümüzün sade olmasına dikkat ediyoruz. Bedenlerimiz Allah’ın tapınağıdır ve onları alkolle ve uyuşturucuyla kötüye kullanmıyoruz. Rab Kutsal Kitap’ta bize bazı yiyeceklerin düşük nitelikli olduğunu ve yiyecek olarak kullanılamayacaklarını, aksi halde mutlaka sağlığımızı ve buna bağlı olarak iman hayatımızı etkileyeceğini göstermiştir. Domuz eti, yemememiz istenen pek çok etten yalnızca biridir.(Bkz. Temel İnanç #22: Mesih İnanlısı Davranışı.) Türk olmanın en önemli yönlerinden birinin ne olduğunu belirtmemiz istenseydi, bu ne olurdu? Belki düşüncelerimizin merkezinde aile yer alırdı. Ailemizi seviyoruz. Evlerimizi çocuklarımızın ve eşlerinin üst katta oturabilecekleri şekilde inşa ediyoruz. Küçük çocukları seviyoruz ve yazlıkta aileyle birlikte olabilmek yeryüzünde cenneti yaşayabilmeye en yakın olduğumuz durum. Ailenin çekirdeği evlilik ilişkisindeki anne ile babadır. Başlangıçta Allah karı ile kocanın tüm hayatları boyunca sevgi ilişkisi içinde olmalarını ve evlilik anlaşmasının hiçbir zaman bozulmamasını tasarladı. Evlilik öyle kutsal bir birliktir ki, Allah kutsal yazılarda bunu kendisiyle halkı arasındaki ilişkiyi örneklemek için kullandı. Bu nedenle evlilik aynı inançtan kişiler arasında olmalıdır. İki kişi karşılıklı sevgi ve saygı gösterdiklerinde, mutlu bir yuva olur. İsa, zina durumu haricinde evlilik bağının bozulamayacağını söyledi. Boşanan ve başka biriyle evlenen kişi zina işlemiş olur. Anne–babalar çocuklarını Mesih’i tanıyacak ve O’nun sağladığı kurtuluşu kabul ederek Allah’ın krallığının mensupları olacak şekilde yetiştirmelidir. (Bkz. Temel İnanç #23: Evlilik ve Aile.)
Ailelerimizi geçindirmek isteriz. Bu hayatta iyi şeyleri olması amacıyla, para kazanmak için çalışırız. Çocuğunuza para verirseniz, onun bu parayı akıllıca, kendisine ve başkalarına zarar vermeyecek bir şekilde kullanmasını istersiniz. Benzer şekilde, Allah bize bu dünyayı verdi ve zenginlik biriktirme yeteneğini verdi. Bizden bunu akıllıca kullanmamızı istiyor. Zenginliğe ek olarak, Allah bize beceriler, yetenekler ve zaman verdi. Bunları Allah’ı yüceltmek için kullanmalıyız. İyi vekilharçlık her şeyin Allah’a ait olduğuna inanmak ve bunları akıllıca, ilahî ilkelere göre kullanmamız gerektiğini bilmektir. Bağış verme ve cömertlik ruhunu beslemek için, Allah bize verdiği eşyalar üzerine bazı gereklilikler koydu. Gelirimizin onda birini Allah’a geri veririz. Buna ondalık denir. Bu para bizim değil, O’nundur. O bunu talep eder. Bu ondalık tam zamanlı müjde işçilerinin maaşlarını tedarik etmek üzere kullanılmalıdır. Ondalıklara ek olarak, sunular vermeliyiz. Sununun miktarı belirtilmemiştir. Allah’ın bizi bereketlediği miktara göre veririz. Sunuları dua evinin bakımı için, fakirlere yardım için ve müjdeyi yaymak için kullanırız. (Bkz. Temel İnanç #21: Vekilharçlık.)
Daha fazla insan Allah’ın sözünü duyup İsa’yı Kurtarıcı olarak kabul ettiğinde, bir iman topluluğunda bir araya gelirler. Odakları Mesih’tir. İsa Eski Ahit’te vaat edilen bakiyeydi. Yasayı tam olarak yerine getirdi ve yasanın çiğnenmesinin cezasını da üzerine aldı. Mesih’le birlik olduğumuzda, Allah’ın eski zamanlardaki sadık halkının ruhsal bakiyesi haline geliriz. İmanlılar topluluğu birliktelik ve ibadet için bir araya gelir, Allah’ın sözünü okurlar, Rabb’in Sofrası’nı kutlarlar ve insanlığa hizmet ederler. İman topluluğu Allah’ın ailesidir. Yeni Antlaşma’ya göre yaşarız. Yeni Antlaşma nedir? Bu, İsa’nın günahlarımıza karşılık olarak kurban olduğu ve Mesih’in Ruhu’nun Allah’ın sevgi yasasını kalplerimiz üzerine yazdığı antlaşmadır. (Bkz. Temel İnanç #12: İnanlılar Topluluğu.)
Yukarıda Rabb’in Sofrası’ndan bahsedilmişti. Bu nedir? İsa’ya Rabbimiz ve Kurtarıcımız olarak imanımızı ifade ettiğimiz bir törendir. Yok edici meleğin Mısır’da İsraillilerin evleri üzerinden kapılarının söveleri ve üst pervazlarına sürülmüş olan kurban kanından dolayı bir şey yapmadan geçtiğini hatırlıyor musunuz? Bu kurtuluşun bir simgesiydi. Gerçek kurbanlık İsa’ydı. Rabb’in Sofrası’nda ekmeği yiyip üzüm suyunu içtiğimizde, ekmekle simgelenen İsa’nın günahlarımıza karşılık olarak öldüğünü ve ebedî ölümden üzüm suyuyla simgelenen O’nun kanının kurbanlığı sayesinde korunduğumuzu hatırlarız. Ekmek ve üzüm suyu simgeleri hiçbir özel güce sahip değildir. Bunlar yalnızca simgedir. Yedinci Gün Adventistleri Rabb’in Sofrası’ndan önce ayak yıkama töreni gerçekleştirir. Bu, birbirimizin ayaklarını yıkadığımız bir alçakgönüllülük törenidir. Aynı zamanda temizlenmenin yenilenmesini simgeler. Herhangi bir mezhepte Rab İsa’ya ait olarak vaftiz edilmiş olan herkes Rabb’in Sofrası’na katılabilir. (Bkz. Temel İnanç #16: Rabb’in Sofrası.)
Tüm insanlar vaftiz edilerek sadık imanlılar topluluğu olan Mesih’in ruhsal bedenine katılırlar. Hepimiz Mesih’le birlik yoluyla birbirimize bağlıyız. Dolayısıyla milliyetler arasında hiçbir ayrım, cinsiyetimize, eğitim durumumuza, ırkımıza, maddi durumumuza ya da dilimize dayalı hiçbir sınıf yoktur. Türk olmaktan yine mutluluk duyabiliriz! Sorun yok! Etnik kökenimizi ve kültürlerimizi kutlayabiliriz, fakat bir kültürü veya dili diğerlerinden üstün göremeyiz. Mesih’te biriz. (Bkz. Temel İnanç #14: Mesih’in Bedeninde Birlik.)
Kutsal Ruh başkalarını Mesih’e kazandırmaları için ve iman topluluğuyla genel olarak insanlığın ortak yararına olması için imanlılara ruhsal armağanlar verir. Kitabı Mukaddes’e göre bu armağanlar arasında iman, şifa, peygamberlikte bulunma, müjdeyi duyurma, öğretmenlik, yöneticilik, barıştırma, şefkat, fedakârca hizmet ile insanlara yardım etme ve cesaret verme arzusu bulunmaktadır. Bazı insanlar Allah tarafından çağırılıp, Kutsal Ruh tarafından inanlı topluluğundaki görevleri için donatılıyorlar. Bunlar arasında önderlik (pastörlük) etme, öğretmenlik ve İsa’da kurtuluş müjdesinin halka duyurulması da vardır. Bu armağanlar imanlılar topluluğunu geliştirmemize ve onları sahte öğretilerden korumamıza yardımcı olur. (Bkz. Temel İnanç #17: Ruhsal Armağanlar ve Hizmetler.)
Peygamberlik etme armağanı bilhassa önemlidir, zira peygamberlik Allah’ın kendi halkına açık talimatlar iletme yöntemidir. Allah kendi sözünde peygamberlik armağanının zamanın sonuna dek etkin olacağını vaat etti. Bu eski zamanlarla sınırlanmış değildir.
Allah Mesih’in izleyicileri arasında ruhsal sapkınlıklar olacağını peygamberler aracılığıyla öngördü. Orta Çağ sırasında pek çok kişi batıl inançlara, sahte öğretilere, hatta pagan putperestlik uygulamalarına döndü. Eski İsrail’deki sapkınlığı hatırlıyor musunuz? Tüm bu şeyleri yaptılar ve bu nedenle Allah İsrail’in Babilliler tarafından esir edilerek sürgüne götürülmesine izin verdi. Babil’deki İbrani esirlerin bazıları Allah’a sadık iken, bazıları değildi. Babilliler hem doğru olanları hem de doğru olmayanları esir etti. Allah daha sonra İsraillileri serbest kılarak Vaat Edilen Ülke’ye geri getirdi.
Babil esareti Orta Çağ’da meydana gelecek olayların bir simgesi oldu. Herkese, fakat bilhassa Allah’ın gerçek izleyicilerine sapkın kilise tarafından zulmedildi. Babil’den İsrail’e dönenler, Orta Çağ’da zulmeden kilisenin elinden kurtulanları simgelemektedir. Yanılgılardan özgür kılınan ve zulümden kurtulan imanlılar grubu, Allah’ın bakiyesi olarak anılacaktı. Allah’ın halkından kalan bu bakiyede, Allah’ın emirlerini tutmanın ve peygamberlik armağanına sahip olmanın tanıtıcı işaretleri olacaktı. Bu olağanüstü armağan, Yedinci Gün Adventist Topluluğu'nda Ellen G. White’ın hizmetinde tezahür etti. Peygamberlik armağanı Kitabı Mukaddes’in yerine geçmez. İnsanları Kitabı Mukaddes’e yönlendirir ve ihtiyaç zamanlarında teselli verir, kılavuzluk eder, eğitir ve yanlışlıkları düzeltir. Kitabı Mukaddes tüm öğretilerin ve deneyimlerin kendisine göre değerlendirileceği standart olarak kalır. (Bkz. Temel İnanç #18: Peygamberlik Armağanı.)
Bütün imanlılar bakiyede değildir, ancak bakiyenin özel bir görevi vardır. Öncelikle, insanları İsa’nın çok yakındaki gelişine hazırlanmaya çağırırlar. Gerekli olan ruhsal bir hazırlık vardır ve bu hazırlığın bir bölümü, ruhsal sapkınlık döneminde Şeytan tarafından gizlenmiş ve unutturulmuş olan Rabb’in gerçek Sebt gününe dikkat çekmektir. İkinci olarak, bakiye Allah’ın yargısının başlangıcını duyurur ve insanları tövbeye çağırır. Bu duyuru Vahiy 14. bölümdeki üç meleğin bildirisiyle simgelenmektedir. Herkes bu büyük yeniden yapılanma işine katılmaya çağrılmaktadır. Yedinci Gün Adventist Topluluğu dünyada hem Allah’ın on Emri’nin tümünü öğreten hem de peygamberlik armağanına sahip olan tek inanlı topluluğu olduğundan, bu iman topluluğunu bakiye olarak tanımlayabiliriz. (Bkz. Temel İnanç #13: Bakiye ve Görevi.)
Vahiy 14. bölümdeki üç meleğin bildirisinde bir yargı duyurusu var. Yargı İsa geldikten sonra değil, O gelmeden önce gerçekleşir. İsa geldiğinde hayat armağanını ya da ölüm cezasını getirir. Öyleyse O geldiğinde yargılama hâlihazırda gerçekleşmiştir. Ne zaman başladı? 1844 yılında, İsa göksel tapınaktaki başrahibimiz olarak En Kutsal Yer’e girdiğinde başladı. O şu anda tüm insanları, hem ölmüş olanları hem de hâlen yaşamakta olanları yargılıyor. İsa kendisini kabul etmiş olanların lehinde karar verir. Fakat izleyici olduklarını iddia ettikleri halde olmayanlar, yargıda ifşa olurlar. (Bkz. Temel İnanç #24: Mesih’in Göksel Tapınaktaki Hizmeti.)
Allah Havva’ya yasak meyveyi yerlerse öleceklerini söyledi. Fakat Şeytan onun ölmeyeceğini söyleyerek Allah’ı yalanladı. Şeytan o günden beri bu yalanı sürdürüyor. Kitabı Mukaddes’e göre, insanlar öldüklerinde uykuya benzer bilinçsiz bir durumdadırlar. Fakat Şeytan insanları ölülerin gerçekten ölmediğine, ruhlarının hayata devam ettiğine, faaliyetlerimizi izlediklerine ve bizimle konuştuklarına ikna etmeye uğraşmaktadır. Şeytan ve diğer düşmüş melekler ölüleri taklit ederek insanları kandırmakta ve onlara yalanlar söylemektedirler. İşte bu nedenle Allah, gerçekte düşmüş, asi melekler olan “ölülerle” konuşmayı yasaklamaktadır.
Ölüler yeniden yaşayacaklar mı? Kesinlikle. Hem doğrular hem de doğru olmayanlar dirilecekler, fakat bu aynı zamanda ve aynı nedenle olmayacak. Doğrular Mesih’in ikinci gelişinde dirilecek. Doğru olmayanlar 1000 yıl sonra dirilecek. Doğrular sonsuz yaşamı alacak. Doğru olmayanlar sonsuz ölümü alacak. Kötülerin cehennemde sonsuza dek yanarak işkence görmesi diye bir şey söz konusu değil. Bu da Şeytan’ın başka bir yalanı. Sakının, zira Şeytan insanları Mesih’in ikinci gelişine hazırlanırken Allah’ın tüm emirlerini yerine getirmekten alıkoymak amacıyla sözde “ölülerle konuşma” aldatmacasını kullanacak. Bu bilhassa dördüncü emir, Şabat için geçerli. (Bkz. Temel İnanç #26: Ölüm ve Diriliş.)
İsa tekrar geliyor! İnsanlık sorunlarını çözebilseydi, Mesih’in ikinci gelişine gerek olmazdı. Fakat İsa etrafında meleklerle gelecek ve herkes O’nu görecek. Bu olay gizli olmayacak. O geldiğinde ölüler arasındaki doğru kişiler dirilecek, göğe alınacak ve Mesih’le birlikte orada 1000 yıl yaşayacaklar. İsa’nın gelişinde kötüler yok edilecek ve aynı 1000 yıllık süre boyunca ölü olarak kalacaklar. Bundan sonra ebedî yok oluş cezasını almak üzere diriltilecekler. Mesih’in gelişinin tam zamanını bilmiyoruz, fakat Kitabı Mukaddes’ten zamanın kısa olduğunu anlayabiliriz ve herkesi uyarmalıyız. Hazırlanın! İsa tekrar geliyor! (Bkz. Temel İnanç #25: Mesih’in İkinci Gelişi.)
Mesih geldikten sonra doğru kişiler 1000 yıl boyunca cennette yaşarlar. Fakat bu onların kalıcı yuvası değildir. İsa alçakgönüllü olanların yeryüzünü miras alacaklarını söyledi. 1000 yıl boyunca doğru kişiler yargı kitaplarını okuyarak bazı insanların neden göğe alınmadıklarını görebilecekler. Bu süre içinde dünya boş olacak, zira tüm kötüler ölü, doğrular ise gökte olacaklar. Yeryüzünde yalnızca Şeytan ile onun asi melekleri hayatta olacaklar. 1000 yıllık süre bittiğinde gökten Kutsal Kent inecek ve kötüler cezalarını almak üzere diriltilecekler. Şeytan ve melekleri ile doğru olmayanlar yok edilecekler. Günah ve günahkârlar bir daha asla var olmayacak. (Bkz. Temel İnanç #27: Milenyum [Bin Yıllık Dönem] ve Günahın Sonu.)
Bundan sonra Allah yeryüzünü başlangıçta olduğu şekline getirecek. Sonsuz hayat olacak, başkalarıyla kaynaşmak için zaman ve dinlenmek için zaman olacak. Hayat ırmağının yanında geçirilen günler olacak ve hayat ağacının meyvesinden yiyeceğiz. Hayvanlar bize yaklaşmaya korkmayacak, biz de onlara dokunmaktan korkmayacağız. Ağlamak olmayacak, uzun ayrılıklar olmayacak, ne de ölüm olacak. Bizi pişman edecek olan günah olmayacak. Her şey Allah’ın başlangıçta tasarladığı gibi olacak. Bir Allah olacak: Baba, Oğul ve Kutsal Ruh. Bu nasıl olabilir? Bir Allah üç kişi olamaz! Allah Adem ile Havva’yı iki kişi olarak yarattı, ancak onların bir beden olduklarını bildirdi. Allah’ın sırlarını anlamaya çalışmak için önümüzde sonsuz zaman olacak. Fakat şimdilik Allah’ın söylediğini öylece kabul etmemiz gerekiyor. O birdir, ancak O üç kişidir. Günah dünyamıza Havva Allah’ın söylediğine güvenmediği için girdi. Allah bizim imanla, yani Allah’ın sözüne inanarak, sonsuz hayatı alacağımızı takdir etti. Allah’ın sözüne inanın! Her şeyi anlamasanız da, imanla buna güvenin. Sonsuz hayat budur, Allah’ı ve O’nun gönderdiği İsa Mesih’i tanımaktır.
(Bkz. Temel İnanç #28: Yeni Yeryüzü)
(Temel İnanç #3: Baba)
(Temel İnanç #4: Oğul)
(Temel İnanç #5: Kutsal Ruh)
(Temel İnanç #2: Üçlübirlik.)