TEHLİKELİ BİR DÜNYADA - KADERİNİZİ DEĞİŞTİRMEK
Tehlikeli bir dünyada yaşadığımızdan kimsenin şüphesi yok. 17 Ağustos 1999’da korkunç bir depremde, 40.000’den fazla vatandaşımızı beton ve çelik yığınlarının altında birkaç saniye içinde kaybettik. On yıldan uzun bir süre geçmesine rağmen, o felâkette sevdiklerini kaybedenler halen depresyonla savaşıyor ve ilaçlar alıyorlar. Neredeyse her gün teröre ilişkin yeni haberler duyuyoruz ve öldürülenlerin ağlayan babalarını, bayılan annelerini görüyoruz. Radyoda trafik kazası haberlerini ve bunlarda ölenlerin ve yaralananların sayısını dinliyoruz. Ölümün yaşa ya da toplumsal sınıfa bakmadığı bir gerçek. Fakat bir otobüs kazasında bebekler öldüğünde bu pek de adil görünmüyor. Başkalarının yaptığı hatalara masumların kurban gitmesinin nedenini anlamak için çabalıyoruz. Ve bu esnada bütün bunların önlenip önlenemeyeceğini, nasıl önlenebileceğini merak ediyoruz. Tüm bunlar yalnızca kaderle mi ilgili?
Türklerin yalnızca yaklaşık yüzde 7’si Allah’ın var olmadığına inanıyor. Bu küçük azınlık, her şeyin tesadüfen meydana geldiğini ve insanoğlunun tek hücreli canlılardan gelişmiş akıllı varlıklara olan gelişimini rastgele evrimsel kuvvetlerin yönlendirdiğini söyleyecektir. Kendilerine verdikleri adla ateistler, insanoğlunun bir gün herkesin kaçınılmaz kaderi olan ölümü yenmenin bilimsel sırrını keşfedebileceğinden çoğunlukla emindirler.
Bu grubun aksine, Türklerin büyük çoğunluğu Allah’a inanmaktadır. Bazıları Allah’ın dünyayı anlık bir mucizeyle yarattığına inanır. Başkaları ise Allah’ın dünyamızı yaratmak için evrimden yararlandığını düşünür. Ayrıca, bazı insanlar kadere inanır; bu tanımlaması zor bir kavramdır, ancak temel olarak her şeyin önceden belirlendiği fikrine dayanır. O’nun her şeyi yazdığına ve bunların gerçekleşeceğine inanırlar. İstisnası yoktur. Aynı zamanda, Allah’a inanan kişiler çoğunlukla Allah’ın iyi ve sevgi dolu olduğuna inanırlar. Ancak bu inançlar arasındaki çelişki mantıksız görünür ve birtakım ciddi sorunları ortaya çıkarır.
Allah, o 40.000 kişiyi depremde ölmeleri ve sevdiklerini on yıldan daha uzun bir süre depresyona sokmaları için mi yarattı? Bu pek sevgi dolu bir Allah gibi görünmüyor. Allah kaderle gençlerimizin teröristlerce mayın döşenmiş yollarda havaya uçmalarını mı buyurur? Sevgi dolu bir Allah, bir çocuk çukura düşerek annesinin gözleri önünde öldüğünde, kaderin yerine gelmiş olmasından mutluluk duyabilir mi? Allah gerçekten de sevgi dolu ise, yukarıda belirttiğimiz korkunç şeylere dahil oluşunu nasıl kabul edebiliriz? Hiç mantıklı gelmiyor! Belki de bu yüzden bazı insanlar kaderlerini değiştirmeye çalışırlar.
İnsanların kaderlerini bilmeye ve değiştirmeye çalıştıkları pek çok yol var. Bazıları yıldız fallarına, kahve telvelerine ve tarot kartlarına bakar. Başkaları ise daha dindar bir yaklaşım uygular. Allah’ın dinleyeceğini ve insanlık tarihinin yönünü değiştireceğini umarak dua eder ve hac yolculuklarına çıkarlar. İyi işlerinin Allah’ı yeteri kadar hoşnut ederek, yaşamlarını iyi yönde değiştirmesini sağlayacağını sanırlar.
“Belki hayvan kurban edersek Allah bizden razı olur ve kaderimizi değiştirir” diye düşünürler.
Peki kaderinizi gerçekten değiştirebilir misiniz? Eğer öyle olsaydı, nereden başlardınız? Belirsiz ve tehlikeli bir dünyada neye güvenebilirsiniz? Gerçekten inanabileceğiniz bir şey var mı?
Dünyaya ateistlerin açısından bakarak başlayalım. Ateistler neye gerçekten inanabilirler? Doğrusu, ateistler görebildikleri, işitebildikleri, dokunabildikleri, tadabildikleri ve koklayabildikleri şeylere inanırlar. Yalnızca bilimsel olarak ölçülebilen şeylerin mevcut olduğuna inanırlar. Dolayısıyla, onlara göre kader (eğer böyle bir şey varsa), yalnızca çevremizi ve koşullarımızı bilim yoluyla farklılaştırarak değiştirilebilir. Ölüm herkesin “kaderi” gibi görünmektedir, bu nedenle bilim adamları hayata ve ölüme neyin neden olduğunu araştırarak ölümü yenmeye çalışmaktadırlar. Tıp bilimi yoluyla ölüme çare bulmayı ummaktadırlar. Fakat ateist bakış açısının bazı ciddi kusurları da var.
M.S. 1500 yılında mikrodalgaların varlığını ölçemez ve anlayamazdık. Fakat 500 yıl sonra, İstanbul’daki küçük çocuklar bile Mardin’deki akrabalarıyla konuşmak için cep telefonu kullanıyorlar. Mikrodalgalar her zaman evrenimizdeydiler. Fakat o zaman onlardan habersizdik, hayal de edemiyorduk. Onları göremiyor, duyamıyor, koklayamıyorduk. Şu anda Allah’ı göremiyoruz ve mevcut olduğunu bilimsel olarak kanıtlayamıyoruz. Ancak bu, O’nun var olmadığı anlamına gelmez. Sadece bizim O’nu ölçemediğimiz anlamına gelir. Allah’ın bizim ölçemediğimiz bir alemde mevcut olması her zaman mümkündür. Allah’a inanmama sebebinin bilim olduğunu iddia edenler, aslında ateist olamazlar, zira kendi kurallarına göre agnostik olarak tanımlanmalıdırlar. Yani, sadece Allah’ın var olup olmadığını bilmediklerini kabul etmelidirler. Bu nedenle dürüst bir insan gerçekten ateist olamaz. Sadece Allah’ın var olup olmadığını bilmediğini kabul etmelidir.
Bir üniversitede mühendislik okuyan bir öğrenci, seçmeli ders olarak felsefe almak zorunda kalmıştı. Pratik bir insan olduğundan, felsefe okumak çok zoruna gitmişti ve bu durumdan rahatsızlığını saklamıyordu. Bir gün felsefe kitabındaki bir metin sınıfta okundu.
René Descartes adında ünlü bir filozof şöyle demişti:
“Düşünüyorum, öyleyse varım.”
Öğrenci bağırdı, “Ne büyük bir saçmalık! İnsan daha ne kadar aptal olabilir? Filozof kendisinin gerçekten var olup olmadığını bilmiyor!”
Öğrencinin kendisi için çok açık olan konuya gösterdiği sabırsızlık bir yana, filozof temel bir noktaya parmak basmıştı. Evrenimizi, hatta kendi varlığımızı nasıl anlarız? Bir yolu, yalnızca doğayı incelemektir. Fakat basit gözlemin hayattaki tüm sorulara karşılık ya da yanıt veremediğini zaten görmüştük. Bu nedenle ateist kişinin dünyayı ve kaderi anlamaktaki yaklaşımı temelinden kusurludur.
Ateist kişi gibi, Allah’a inananların büyük bir çoğunluğu da doğayı incelemektedir. Ellerinden geliyorsa, onlar da değiştirilebilir olan şeyleri değiştirmeye çalışmaktadırlar. Bunun mükemmel bir örneği, hastalıklara çare bulabilmek için bilimden yararlanılmasıdır. Fakat onların yaptığı, ancak ateistlerin yapmadığı başka bir şey daha var.
İmanlılar, Yaratıcı’yı ve O’nun karakterini, Allah’ın değiştireceği ve değiştirmeyeceği şeyleri anlamak için incelerler. Dua ve yoğun çalışma yoluyla, neyin sabit, neyin değiştirilebilir olduğunu öğrenebilirler. Yaratıcı’yı doğrudan incelemek imkânsız olduğundan, O’nu, yaratmış olduğu şeyler ve kutsal kitaplarında peygamberlerine bildirmiş olduğu vahiyler yoluyla anlamaya çalışırlar. Ateistler gibi, Allah’a iman edenler de görebildikleri, dokunabildikleri, tadabildikleri, koklayabildikleri ve işitebildikleri şeylere inanırlar. Fakat fiziksel evrene ilişkin inançları, evrenin rastgele tesadüf
tarafından değil, Allah tarafından yaratıldığı inancına dayalıdır, üstelik tanınabilir ve yaratıklarıyla halen ilgilenen bir Tanrı.
İster ateist, ister imanlı, ister yalnızca merak ediyor olun, evrenin en büyük sırlarını, kader hakkındaki gerçeği, ve Allah’ın gerçek karakterini bilmek istiyorsanız, sizi devam etmeye davet ediyoruz.
Türklerin yalnızca yaklaşık yüzde 7’si Allah’ın var olmadığına inanıyor. Bu küçük azınlık, her şeyin tesadüfen meydana geldiğini ve insanoğlunun tek hücreli canlılardan gelişmiş akıllı varlıklara olan gelişimini rastgele evrimsel kuvvetlerin yönlendirdiğini söyleyecektir. Kendilerine verdikleri adla ateistler, insanoğlunun bir gün herkesin kaçınılmaz kaderi olan ölümü yenmenin bilimsel sırrını keşfedebileceğinden çoğunlukla emindirler.
Bu grubun aksine, Türklerin büyük çoğunluğu Allah’a inanmaktadır. Bazıları Allah’ın dünyayı anlık bir mucizeyle yarattığına inanır. Başkaları ise Allah’ın dünyamızı yaratmak için evrimden yararlandığını düşünür. Ayrıca, bazı insanlar kadere inanır; bu tanımlaması zor bir kavramdır, ancak temel olarak her şeyin önceden belirlendiği fikrine dayanır. O’nun her şeyi yazdığına ve bunların gerçekleşeceğine inanırlar. İstisnası yoktur. Aynı zamanda, Allah’a inanan kişiler çoğunlukla Allah’ın iyi ve sevgi dolu olduğuna inanırlar. Ancak bu inançlar arasındaki çelişki mantıksız görünür ve birtakım ciddi sorunları ortaya çıkarır.
Allah, o 40.000 kişiyi depremde ölmeleri ve sevdiklerini on yıldan daha uzun bir süre depresyona sokmaları için mi yarattı? Bu pek sevgi dolu bir Allah gibi görünmüyor. Allah kaderle gençlerimizin teröristlerce mayın döşenmiş yollarda havaya uçmalarını mı buyurur? Sevgi dolu bir Allah, bir çocuk çukura düşerek annesinin gözleri önünde öldüğünde, kaderin yerine gelmiş olmasından mutluluk duyabilir mi? Allah gerçekten de sevgi dolu ise, yukarıda belirttiğimiz korkunç şeylere dahil oluşunu nasıl kabul edebiliriz? Hiç mantıklı gelmiyor! Belki de bu yüzden bazı insanlar kaderlerini değiştirmeye çalışırlar.
İnsanların kaderlerini bilmeye ve değiştirmeye çalıştıkları pek çok yol var. Bazıları yıldız fallarına, kahve telvelerine ve tarot kartlarına bakar. Başkaları ise daha dindar bir yaklaşım uygular. Allah’ın dinleyeceğini ve insanlık tarihinin yönünü değiştireceğini umarak dua eder ve hac yolculuklarına çıkarlar. İyi işlerinin Allah’ı yeteri kadar hoşnut ederek, yaşamlarını iyi yönde değiştirmesini sağlayacağını sanırlar.
“Belki hayvan kurban edersek Allah bizden razı olur ve kaderimizi değiştirir” diye düşünürler.
Peki kaderinizi gerçekten değiştirebilir misiniz? Eğer öyle olsaydı, nereden başlardınız? Belirsiz ve tehlikeli bir dünyada neye güvenebilirsiniz? Gerçekten inanabileceğiniz bir şey var mı?
Dünyaya ateistlerin açısından bakarak başlayalım. Ateistler neye gerçekten inanabilirler? Doğrusu, ateistler görebildikleri, işitebildikleri, dokunabildikleri, tadabildikleri ve koklayabildikleri şeylere inanırlar. Yalnızca bilimsel olarak ölçülebilen şeylerin mevcut olduğuna inanırlar. Dolayısıyla, onlara göre kader (eğer böyle bir şey varsa), yalnızca çevremizi ve koşullarımızı bilim yoluyla farklılaştırarak değiştirilebilir. Ölüm herkesin “kaderi” gibi görünmektedir, bu nedenle bilim adamları hayata ve ölüme neyin neden olduğunu araştırarak ölümü yenmeye çalışmaktadırlar. Tıp bilimi yoluyla ölüme çare bulmayı ummaktadırlar. Fakat ateist bakış açısının bazı ciddi kusurları da var.
M.S. 1500 yılında mikrodalgaların varlığını ölçemez ve anlayamazdık. Fakat 500 yıl sonra, İstanbul’daki küçük çocuklar bile Mardin’deki akrabalarıyla konuşmak için cep telefonu kullanıyorlar. Mikrodalgalar her zaman evrenimizdeydiler. Fakat o zaman onlardan habersizdik, hayal de edemiyorduk. Onları göremiyor, duyamıyor, koklayamıyorduk. Şu anda Allah’ı göremiyoruz ve mevcut olduğunu bilimsel olarak kanıtlayamıyoruz. Ancak bu, O’nun var olmadığı anlamına gelmez. Sadece bizim O’nu ölçemediğimiz anlamına gelir. Allah’ın bizim ölçemediğimiz bir alemde mevcut olması her zaman mümkündür. Allah’a inanmama sebebinin bilim olduğunu iddia edenler, aslında ateist olamazlar, zira kendi kurallarına göre agnostik olarak tanımlanmalıdırlar. Yani, sadece Allah’ın var olup olmadığını bilmediklerini kabul etmelidirler. Bu nedenle dürüst bir insan gerçekten ateist olamaz. Sadece Allah’ın var olup olmadığını bilmediğini kabul etmelidir.
Bir üniversitede mühendislik okuyan bir öğrenci, seçmeli ders olarak felsefe almak zorunda kalmıştı. Pratik bir insan olduğundan, felsefe okumak çok zoruna gitmişti ve bu durumdan rahatsızlığını saklamıyordu. Bir gün felsefe kitabındaki bir metin sınıfta okundu.
René Descartes adında ünlü bir filozof şöyle demişti:
“Düşünüyorum, öyleyse varım.”
Öğrenci bağırdı, “Ne büyük bir saçmalık! İnsan daha ne kadar aptal olabilir? Filozof kendisinin gerçekten var olup olmadığını bilmiyor!”
Öğrencinin kendisi için çok açık olan konuya gösterdiği sabırsızlık bir yana, filozof temel bir noktaya parmak basmıştı. Evrenimizi, hatta kendi varlığımızı nasıl anlarız? Bir yolu, yalnızca doğayı incelemektir. Fakat basit gözlemin hayattaki tüm sorulara karşılık ya da yanıt veremediğini zaten görmüştük. Bu nedenle ateist kişinin dünyayı ve kaderi anlamaktaki yaklaşımı temelinden kusurludur.
Ateist kişi gibi, Allah’a inananların büyük bir çoğunluğu da doğayı incelemektedir. Ellerinden geliyorsa, onlar da değiştirilebilir olan şeyleri değiştirmeye çalışmaktadırlar. Bunun mükemmel bir örneği, hastalıklara çare bulabilmek için bilimden yararlanılmasıdır. Fakat onların yaptığı, ancak ateistlerin yapmadığı başka bir şey daha var.
İmanlılar, Yaratıcı’yı ve O’nun karakterini, Allah’ın değiştireceği ve değiştirmeyeceği şeyleri anlamak için incelerler. Dua ve yoğun çalışma yoluyla, neyin sabit, neyin değiştirilebilir olduğunu öğrenebilirler. Yaratıcı’yı doğrudan incelemek imkânsız olduğundan, O’nu, yaratmış olduğu şeyler ve kutsal kitaplarında peygamberlerine bildirmiş olduğu vahiyler yoluyla anlamaya çalışırlar. Ateistler gibi, Allah’a iman edenler de görebildikleri, dokunabildikleri, tadabildikleri, koklayabildikleri ve işitebildikleri şeylere inanırlar. Fakat fiziksel evrene ilişkin inançları, evrenin rastgele tesadüf
tarafından değil, Allah tarafından yaratıldığı inancına dayalıdır, üstelik tanınabilir ve yaratıklarıyla halen ilgilenen bir Tanrı.
İster ateist, ister imanlı, ister yalnızca merak ediyor olun, evrenin en büyük sırlarını, kader hakkındaki gerçeği, ve Allah’ın gerçek karakterini bilmek istiyorsanız, sizi devam etmeye davet ediyoruz.