Sevginin gerçek olup olmadığını nasıl anlarsınız? İki evlilikten birinin boşanmayla bittiği bir dünyada, başka birinin size ne kadar güvendiğini nereden bilebilirsiniz? Eski bir atasözü “Kızgın ateş saf altını ortaya çıkarır” der. Bir kimse hayatta pek çok kez, sevginin gücünü yalnızca kriz durumlarında öğrenebilir. Denenme zamanına dayanan sevgi, saf altın gibi parlar. Şimdi bu dersin konusuna girelim.
Yahya Kara banktan kalktı, asker üniformasını düzeltti ve İstanbul tren istasyonundan geçen kalabalıktaki insanları inceledi. Kalbini tanıdığı, fakat yüzünü hiç görmediği kızı arıyordu. Gül tutan kızı.
Ona olan ilgisi bir yıl önce Marmara Üniversitesi kütüphanesinde başlamıştı. Raftan bir kitap aldığında, merakının kitabın sözcüklerine değil ama, kenarlara kurşunkalemle yazılmış notlara uyandığını görmüştü. İnce el yazısı, düşünceli bir ruhu ve kavrayışı güçlü bir zihni yansıtıyordu. Bilgisayar çağından önce yaygın olduğu gibi, kitabın ilk sayfasında önceki kullanıcının adını gördü; Ayşe Ender.
Yahya zaman ve çaba harcayarak onun adresini buldu. İstanbul’un Anadolu yakasında, Kadıköy’de oturuyordu. Ona kendini tanıtan bir mektup yazdı ve yazışmaya davet etti. Ertesi gün askere gitti ve teröristlere karşı savaşmak için doğuya sevkedildi.
Onsekiz ay süren yazışmaları sırasında, ikisi de mektuplarla birbirlerini tanıdılar. Her mektup verimli bir yüreğe atılan tohum gibiydi. Bir aşk lizleniyordu. Yahya fotoğraf istedi, ancak Bayan Ender reddetti. Gerçekten ilgileniyorsa, dış görünümüne önem vermemesi gerektiğini düşündü. Böylece mektuplar gidip gelmeye devam etti.
Sonunda doğudan geri dönüş günü geldiğinde, ilk buluşmalarını kararlaştırdılar - İstanbul tren istasyonunda, akşam 7:00’de. Ayşe “Beni elbiseme takacağım kırmızı gülden tanıyacaksın” yazdı. Böylece akşam 7:00’de tren istasyonuna gelerek, sevdiği fakat yüzünü hiç görmediği kızı aramaya başladı. Öykünün geri kalanını Yahya’nın ağzından dinleyelim:
Bana doğru genç bir kadın geliyordu, uzun boylu ve ince yapılıydı. Simsiyah saçları narin yüzünün çevresinde büklüm büklümdü, gözleri zeytin karasıydı. Dudaklarının ve çenesinin hoş bir sıkılığı vardı, ve parlak yeşil elbisesi içinde sanki ilkbaharın vücut bulmuş hali gibiydi. Ona doğru seğirttim ve elbisesinde gül takılı olmadığını fark etmedim bile. Ben hareketlendiğimde dudaklarına küçük, kışkırtıcı bir gülümseme kondurdu. Sakince “Benimle aynı yöne mi gidiyorsun, asker?” dedi.
Neredeyse kendimi kontrol edemeyerek ona doğru bir adım atmıştım ki, elbisesine gül takılı Ayşe Ender’i gördüm.
Hemen kızın arkasında duruyordu. 40’ını geçkin bir kadındı, kırlaşan saçlarını başörtüsünün altında gizlemişti. Tombuldan fazlaydı, ayak bilekleri kalındı ve topuksuz ayakkabılar giymişti. Yeşil elbiseli kız hızla gidiyordu ve kalbim ikiye bölünmüştü. Onu izlemeyi çok istedim, ancak tüm o mektuplarda yazdığı sözler beni doğudayken geçirdiğim pek çok denemede ayakta tutan Ayşe için duyduğum derin özlem beni kalmaya zorladı. Böylece orada durarak, yaşlıca bir kadın olan mektup arkadaşıma baktım. Tombul yüzü kibar ve duyarlıydı; gözlerinde sıcak ve zarif bir parıltı vardı. Bana köydeki teyzemi hatırlattı. Daha fazla duraklamak istemedim, bu nedenle beni tanıtacak olan küçük, yıpranmış, mavi ciltli kitabı kaldırarak ona doğru ilerledim. O anda, bunun aşk olmasa bile değerli bir şey olacağını, belki aşktan
bile değerli bir şey – kibar ve akıllı orta yaşlı bir kadınla arkadaşlık olacağına karar verdim – her zaman minnettar olduğum ve öyle kalmam gereken bir arkadaşlık.
Omuzlarımı doğrulttum, onu selamladım ve kitabı ona doğru tuttum. Yalan söylemeyeceğim, konuşurken hayal kırıklığımın acısından boğulacak gibi oldum.
“Ben Asteğmen Yahya Kara, siz de Ayşe Hanım olmalısınız. Sizinle görüşebildiğime çok memnun oldum, sizi yemeğe götürebilir miyim?”
Kadının yüzünde müsamahakâr bir gülüş belirdi.
“Bütün bunların ne anlama geldiğini bilmiyorum, oğlum” dedi, “ancak az önce geçen yeşil elbiseli genç bayan bana bu gülü paltoma takmam için yalvardı. Sadece ve sadece beni yemeğe götürmeni teklif etmen durumunda, sana onun yolun karşısındaki İskender restoranında seni beklediğini söylememi istedi. Bunun bir tür deneme olduğunu söyledi!”
Sevginin gerçek olup olmadığını anlamak için bir deneme!
Sevgiyi nasıl ölçersiniz ve dayanıklılığı ile gücünü nasıl denersiniz? Bu yanıtlanmaya layık bir soru. Ne de olsa, kim gizliden gizliye para veya dış güzellikle ilgili, veya gizli kâr veya çıkar güdüleri olan bir ilişkiyi ister ki? Kim şüphelerle veya korkularla yaralanmış bir ilişki ister? Kim yalnızca bir görev provası niteliğinde olan bir evlilik ister?
Sevginin gerçek olup olmadığını anlamanın tek yolu, onu denemektir. Allah’ın da gerçek sevgi ve gerçek imanla ilgili olduğunu biliyor muydunuz? Allah’ın yapması gerekse, bir insanın imanının niteliğini ölçmek için nasıl bir deneme uygulardı? İbrahim peygamberin hayatını okuyoruz ve hayat öyküsünde böyle bir denemeden, Allah tarafından İbrahim’in Yaratıcı’sına duyduğu sevginin ölçüsünü ortaya çıkarmak için planlanan bir denemeden bahsedildiğini görüyoruz.
İbrahim artık yaşlı bir adamdı ve her iki oğlu da büyümüştü. Kutsal Yazılar’a göre, İsmail doğuya yerleşmiş ve kendi güçlü kavmini kurmuştu. İshak hâlâ babasıyla beraberdi, sürüleri güdüyor ve kendisinden önce İsmail’in öğrenmiş olduğu şeyleri öğreniyordu. Allah sözünü tutmuştu ve İbrahim belirlenen zamanda pek çok ulusun babası olacaktı.
İbrahim İshak’ı çok seviyordu ve onun bir Allah adamı olarak yetişmesi için büyük çaba gösteriyordu. Çok da yerinde bir davranıştı, zira Allah küçük çocuğun İbrahim’le yapmış olduğu antlaşmanın mirasçısı olmasını istiyordu. Bu onun kaderiydi. Adı İshak konulmuştu, çünkü bu sözcük “güler” anlamına gelir ve hem İbrahim, hem de Sara onun doğacağını öğrendikleri zaman gülmüşlerdi. Minik bebeğin yaşlı çiftin evine getirdiği gülüşleri ancak hayal edebilirsiniz! Küçük ayak parmaklarını gıdıklayarak her gülüşü mutlulukla içmiş olmalılar. Ah, bebeğin boynunu ve çıplak göbeğini öperek onu mutlulukla kıkırdatmanın zevki! İbrahim küçük vaat çocuğunu gittiği her yere götürdüğünden, çocuk da onun gururunu görmüş olmalı. Ve İshak büyüdükçe babası için kesinlikle iyi bir yardımcı oldu. İbrahim dua ettiğinde, bu genç adamın da onunla birlikte diz çöktüğünü gözünüzde canlandırabilirsiniz.
Bir kuzu kurban etme sırası geldiğinde, İshak babasını dikkatle izliyordu. İbrahim de tatlılıkla açıklıyordu,
“Bu Allah’ın bize günahlarımızın, suç lekelerimizin ve korkumuzun giderilmesi için verdiği simge.”
Genç adam tıpkı babası gibi olmaya çabalıyor ve onu çok seviyordu. Sonra bir gün İbrahim’e tuhaf bir emir geldi. Yaratılış 22. bölümün 1. ve 2. ayetlerinden itibaren okumaya başlayalım:
1 Daha sonra Tanrı İbrahim’i denedi. “İbrahim!” diye seslendi. İbrahim, “Buradayım!” dedi. 2 Tanrı, “İshak’ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git” dedi, “Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun.”
İbrahim’in aklından ne geçti? Bu gerçekten kendisine pek çok kez görünüp cesaret ve yardım sağlayan göklerin Allah’ının bir isteği olabilir miydi? Bu çocuk aracılığıyla bütün ulusların kutsanacağını vaat eden Allah’tı! Şimdi gerçekten de ona sevgili oğlu “Güler”i kurban etmesini mi söylüyordu?
Bu bir denemeydi, üstün bir deneme. Ancak İbrahim bunun yalnızca bir deneme olduğunu bilmiyordu. Tüm bildiği, sevdiği olan Allah’ın ona sevgili oğlunu kurban etmesini söylediği idi. İbrahim’in o gece uyuduğu şüpheli. Ayrıca karısına planlarını söylemiş olması kesinlikle zayıf ihtimal! 3. ayetten devam edelim:
3 İbrahim sabah erkenden kalktı, eşeğine palan vurdu. Yanına uşaklarından ikisini ve oğlu İshak’ı aldı. Yakmalık sunu için odun yardıktan sonra, Tanrı’nın kendisine belirttiği yere doğru yola çıktı.
İbrahim’in Allah’a imanı ve güveni, onu Allah’a derhal itaat etmeye zorluyordu. Son derece zor olmuş olmalı! Allah’ın sesini çok iyi tanıyordu ve Allah’ın yolunun her zaman en iyisi olduğunu öğrenmişti, kimi zaman anlayamasa bile. Ancak burada, hiç mi hiç anlayamadığı bir şey yapacaktı! İshak ölürse, antlaşma ona nasıl geçecekti? İbrahim tüm dünyaya nasıl bereket olacaktı? Bundan sonra neler olduğunu görmek için 4. ve 5. ayetlere bakalım:
4 Üçüncü gün gideceği yeri uzaktan gördü. 5 Uşaklarına, “Siz burada, eşeğin yanında kalın” dedi, “Tapınmak için oğlumla birlikte oraya gidip döneceğiz.”
Üç günlük yol, birinin kendi oğlunu kurban etmeye giderken yürümesi için çok uzun bir mesafe! İbrahim üç gün boyunca yanında sevdiği oğlu, kulaklarında tuhaf emir çınlayarak kırda yürüdü. Her adımda, belindeki bıçak bacağına sürtünürken kendisine sanki bir düşman gibi gelmiş olmalı. Öyle bir anda, bir insan kendi akıl ağlığını sorgulamaz mı? İbrahim’in aklından ne geçmiş olabilir? Belki de kendi kendine şöyle demiştir,
“Bu çocuk, Allah’ın bana vermesi için meleğini gönderdiği özel çocuk değil mi?”
İbrahim için geri dönerek eve gitmek kesinlikle daha kolay olurdu! Fakat gitmedi, imanla ilerlemeye devam etti.
İbrahim’in 5. ayetteki sözlerine dikkat ettiniz mi?
“Tapınmak için oğlumla birlikte oraya gidip döneceğiz.”
Belki de İbrahim, aklı karışık olsa da, Allah’ın bu sorunu çözebileceğine kanaat getirmişti. Belki de mucizeyle verilen çocuğun, yine bir mucize eseri olarak hayata geri döndürülebileceğini düşünmüştür. Düşünceleri ne olursa olsun, Allah’ın emrini yerine getirmeye devam etti. 6. ve 7. ayetleri okuyalım:
6-7 Yakmalık sunu için yardığı odunları oğlu İshak’a yükledi. Ateşi ve bıçağı kendisi aldı. Birlikte giderlerken İshak İbrahim’e, “Baba!” dedi. İbrahim, “Evet, oğlum!” diye yanıtladı. İshak, “Ateşle odun burada, ama yakmalık sunu kuzusu nerede?” diye sordu.
İbrahim ile İshak daha önce defalarca kurban sunmak için dağlara gitmişlerdi. Ancak artık yaşlı olan İbrahim, odunları taşıyamayacak kadar güçten düşmüştü. Böylece onları oğlunun güçlü sırtına yüklüyor ve yola devam ediyorlar. Bir süre sonra “Hayvan nerede, baba?” diye soran gencin sesini duyabiliyor musunuz? Çocuğun sorusu İbrahim’in kalbine bir ok gibi saplanmış olmalı, ancak İbrahim Allah’ın vaadiyle teskin olarak, umudunun gücüyle 8. ayette cevap verdi.
8 İbrahim, “Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak” dedi. İkisi birlikte yürümeye devam ettiler.
İbrahim ile İshak Moriya dağının zirvesine giden yolun son 200 metresini yürürken, belki de genç adam kurbanın kendisi olacağını anlamaya başlamıştır. 9. ayette, bir oğulun babasına itaatinin ve saf güveninin muhteşem bir tarifi yapılıyor.
9 Tanrı’nın kendisine belirttiği yere varınca İbrahim bir sunak yaptı, üzerine odun dizdi. Oğlu İshak’ı bağlayıp sunaktaki odunların üzerine yatırdı.
Evet, İbrahim büyüyüp genç bir adam olan ve babasıyla aynı imana sahip bir çocuk yetiştirmişti. Ellerinin bağlanmasına izin verdi ve babasının onu kaldıracak kadar güçlü olmadığını bildiğinden, sunağın üzerine kendisi yattı. İtaati ölümle sonuçlanacak olmasına rağmen, İshak canını vermeye gönüllüydü. İbrahim de, oğlunu kaybedecek olmasına rağmen, Allah’a itaat etmeye gönüllüydü. Allah hiç sizden buna benzer bir şeyi vermenizi veya yapmanızı istedi mi? 10. ayeti okuyalım:
10 Onu boğazlamak için uzanıp bıçağı aldı.
İbrahim’i ağlarken ve yanaklarından süzülen yaşlar kır sakalına dolarken düşünebiliyor musunuz? İshak’ı derin bir sevgiyle seviyordu. Allah’tan gelen bu armağan, onun dostu ve yardımcısıydı. İyi, dürüst ve sadık bir genç adamdı. İbrahim o çocukta kendi suretini görebiliyordu. Şimdi ise oğluna aktardığı iman, İshak’ın babası için hiç karşı koymadan sunağa çıkmaya gönüllü olmasını sağlamıştı. İbrahim oğlunun gözlerinin içine bakmış olmalı; belki yanağını öperek kısa bir dua etmiştir. Son derece kesin bir kararlılıkla yanında duran bıçağı aldı ve o an ile çocuğun kanlı ölümü arasında yalnızca milisaniyeler süren zaman diliminde göklerden şimşek gibi bir ses geldi. Kurtaran bir ses, bir dostun sesi. Bunu 11. ve 12. ayetlerde okuyalım:
11 Ama RAB’bin meleği göklerden, “İbrahim, İbrahim!” diye seslendi. İbrahim, “İşte buradayım!” diye karşılık verdi. 12 Melek, “Çocuğa dokunma” dedi, “Ona hiçbir şey yapma. Şimdi Tanrı’dan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin.”
Kurtuluş! Gökten kurtuluş gelmişti! 13-18 ayetleriyle bitirelim:
13 İbrahim çevresine bakınca, boynuzları sık çalılara takılmış bir koç gördü. Gidip koçu getirdi. Oğlunun yerine onu yakmalık sunu olarak sundu. 14 Oraya “Yahve yire”17 adını verdi. “RAB’bin dağında sağlanacaktır” sözü bu yüzden bugün de söyleniyor. 15 RAB’bin meleği göklerden İbrahim’e ikinci kez seslendi: 16 “RAB diyor ki, kendi üzerime ant içiyorum. Bunu yaptığın için, biricik oğlunu esirgemediğin için 17 seni fazlasıyla kutsayacağım; soyunu göklerin yıldızları, kıyıların kumu kadar çoğaltacağım. Soyun düşmanlarının kentlerini mülk edinecek. 18 Soyunun aracılığıyla yeryüzündeki bütün uluslar kutsanacak. Çünkü sözümü dinledin.”
O gün kurban sunağından kanla karışık gözyaşları akmış olmalı. İbrahim ve oğlu denemeyi geçtiler. Bir baba, Allah’a olan sevgisinin oğluna olan sevgisinden daha büyük olduğunu gösterdi. Bir oğul, babasına ve Allah’a olan sevgisinin kendi hayatına duyduğu sevgiden daha büyük olduğunu gösterdi.
Türkiye tarihinde Osman Paşa gibi çok az askeri önder vardır. Emrindeki askerler onun için şöyle diyorlardı:
“Osman Paşa büyük bir paşadan çok daha ötedir. Büyük bir insanlık önderidir. Bir taarruz emri verdiğinde, askerlerine ‘gidin’ demez. ‘Gelin, beni izleyin’ der.”
Paşa kendi hayatını feda etmeye gönüllüydü, bu sayede askerleri ona sevgi beslediler ve onun için her şeyi yapabilecek hale geldiler.
“Hiç kimsede, insanın, dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur” denilmiştir.
İshak bunu babası için yaptı ve İbrahim de oğlunu Allah’a kurban etmeye gönüllüydü. Denemeyi geçti ve Allah tüm dünyayı bereketleyecek olan antlaşmanın İbrahim’e emanet edilebileceğini kesin olarak bildi.
Tartışma Soruları
1. Hayatta en çok kimi seviyorsunuz? Neden?
2. Sizi en çok kim seviyor? Sizce sizin için hayatlarını ortaya koyarlar mıydı?
3. Sizce neden Allah İbrahim’i bu şekilde denedi?
4. Allah hâlâ denemeler gönderiyor mu? Öyle ise, neden?
17 “Yahve yire”: “RAB sağlar” anlamına gelir.
Yahya Kara banktan kalktı, asker üniformasını düzeltti ve İstanbul tren istasyonundan geçen kalabalıktaki insanları inceledi. Kalbini tanıdığı, fakat yüzünü hiç görmediği kızı arıyordu. Gül tutan kızı.
Ona olan ilgisi bir yıl önce Marmara Üniversitesi kütüphanesinde başlamıştı. Raftan bir kitap aldığında, merakının kitabın sözcüklerine değil ama, kenarlara kurşunkalemle yazılmış notlara uyandığını görmüştü. İnce el yazısı, düşünceli bir ruhu ve kavrayışı güçlü bir zihni yansıtıyordu. Bilgisayar çağından önce yaygın olduğu gibi, kitabın ilk sayfasında önceki kullanıcının adını gördü; Ayşe Ender.
Yahya zaman ve çaba harcayarak onun adresini buldu. İstanbul’un Anadolu yakasında, Kadıköy’de oturuyordu. Ona kendini tanıtan bir mektup yazdı ve yazışmaya davet etti. Ertesi gün askere gitti ve teröristlere karşı savaşmak için doğuya sevkedildi.
Onsekiz ay süren yazışmaları sırasında, ikisi de mektuplarla birbirlerini tanıdılar. Her mektup verimli bir yüreğe atılan tohum gibiydi. Bir aşk lizleniyordu. Yahya fotoğraf istedi, ancak Bayan Ender reddetti. Gerçekten ilgileniyorsa, dış görünümüne önem vermemesi gerektiğini düşündü. Böylece mektuplar gidip gelmeye devam etti.
Sonunda doğudan geri dönüş günü geldiğinde, ilk buluşmalarını kararlaştırdılar - İstanbul tren istasyonunda, akşam 7:00’de. Ayşe “Beni elbiseme takacağım kırmızı gülden tanıyacaksın” yazdı. Böylece akşam 7:00’de tren istasyonuna gelerek, sevdiği fakat yüzünü hiç görmediği kızı aramaya başladı. Öykünün geri kalanını Yahya’nın ağzından dinleyelim:
Bana doğru genç bir kadın geliyordu, uzun boylu ve ince yapılıydı. Simsiyah saçları narin yüzünün çevresinde büklüm büklümdü, gözleri zeytin karasıydı. Dudaklarının ve çenesinin hoş bir sıkılığı vardı, ve parlak yeşil elbisesi içinde sanki ilkbaharın vücut bulmuş hali gibiydi. Ona doğru seğirttim ve elbisesinde gül takılı olmadığını fark etmedim bile. Ben hareketlendiğimde dudaklarına küçük, kışkırtıcı bir gülümseme kondurdu. Sakince “Benimle aynı yöne mi gidiyorsun, asker?” dedi.
Neredeyse kendimi kontrol edemeyerek ona doğru bir adım atmıştım ki, elbisesine gül takılı Ayşe Ender’i gördüm.
Hemen kızın arkasında duruyordu. 40’ını geçkin bir kadındı, kırlaşan saçlarını başörtüsünün altında gizlemişti. Tombuldan fazlaydı, ayak bilekleri kalındı ve topuksuz ayakkabılar giymişti. Yeşil elbiseli kız hızla gidiyordu ve kalbim ikiye bölünmüştü. Onu izlemeyi çok istedim, ancak tüm o mektuplarda yazdığı sözler beni doğudayken geçirdiğim pek çok denemede ayakta tutan Ayşe için duyduğum derin özlem beni kalmaya zorladı. Böylece orada durarak, yaşlıca bir kadın olan mektup arkadaşıma baktım. Tombul yüzü kibar ve duyarlıydı; gözlerinde sıcak ve zarif bir parıltı vardı. Bana köydeki teyzemi hatırlattı. Daha fazla duraklamak istemedim, bu nedenle beni tanıtacak olan küçük, yıpranmış, mavi ciltli kitabı kaldırarak ona doğru ilerledim. O anda, bunun aşk olmasa bile değerli bir şey olacağını, belki aşktan
bile değerli bir şey – kibar ve akıllı orta yaşlı bir kadınla arkadaşlık olacağına karar verdim – her zaman minnettar olduğum ve öyle kalmam gereken bir arkadaşlık.
Omuzlarımı doğrulttum, onu selamladım ve kitabı ona doğru tuttum. Yalan söylemeyeceğim, konuşurken hayal kırıklığımın acısından boğulacak gibi oldum.
“Ben Asteğmen Yahya Kara, siz de Ayşe Hanım olmalısınız. Sizinle görüşebildiğime çok memnun oldum, sizi yemeğe götürebilir miyim?”
Kadının yüzünde müsamahakâr bir gülüş belirdi.
“Bütün bunların ne anlama geldiğini bilmiyorum, oğlum” dedi, “ancak az önce geçen yeşil elbiseli genç bayan bana bu gülü paltoma takmam için yalvardı. Sadece ve sadece beni yemeğe götürmeni teklif etmen durumunda, sana onun yolun karşısındaki İskender restoranında seni beklediğini söylememi istedi. Bunun bir tür deneme olduğunu söyledi!”
Sevginin gerçek olup olmadığını anlamak için bir deneme!
Sevgiyi nasıl ölçersiniz ve dayanıklılığı ile gücünü nasıl denersiniz? Bu yanıtlanmaya layık bir soru. Ne de olsa, kim gizliden gizliye para veya dış güzellikle ilgili, veya gizli kâr veya çıkar güdüleri olan bir ilişkiyi ister ki? Kim şüphelerle veya korkularla yaralanmış bir ilişki ister? Kim yalnızca bir görev provası niteliğinde olan bir evlilik ister?
Sevginin gerçek olup olmadığını anlamanın tek yolu, onu denemektir. Allah’ın da gerçek sevgi ve gerçek imanla ilgili olduğunu biliyor muydunuz? Allah’ın yapması gerekse, bir insanın imanının niteliğini ölçmek için nasıl bir deneme uygulardı? İbrahim peygamberin hayatını okuyoruz ve hayat öyküsünde böyle bir denemeden, Allah tarafından İbrahim’in Yaratıcı’sına duyduğu sevginin ölçüsünü ortaya çıkarmak için planlanan bir denemeden bahsedildiğini görüyoruz.
İbrahim artık yaşlı bir adamdı ve her iki oğlu da büyümüştü. Kutsal Yazılar’a göre, İsmail doğuya yerleşmiş ve kendi güçlü kavmini kurmuştu. İshak hâlâ babasıyla beraberdi, sürüleri güdüyor ve kendisinden önce İsmail’in öğrenmiş olduğu şeyleri öğreniyordu. Allah sözünü tutmuştu ve İbrahim belirlenen zamanda pek çok ulusun babası olacaktı.
İbrahim İshak’ı çok seviyordu ve onun bir Allah adamı olarak yetişmesi için büyük çaba gösteriyordu. Çok da yerinde bir davranıştı, zira Allah küçük çocuğun İbrahim’le yapmış olduğu antlaşmanın mirasçısı olmasını istiyordu. Bu onun kaderiydi. Adı İshak konulmuştu, çünkü bu sözcük “güler” anlamına gelir ve hem İbrahim, hem de Sara onun doğacağını öğrendikleri zaman gülmüşlerdi. Minik bebeğin yaşlı çiftin evine getirdiği gülüşleri ancak hayal edebilirsiniz! Küçük ayak parmaklarını gıdıklayarak her gülüşü mutlulukla içmiş olmalılar. Ah, bebeğin boynunu ve çıplak göbeğini öperek onu mutlulukla kıkırdatmanın zevki! İbrahim küçük vaat çocuğunu gittiği her yere götürdüğünden, çocuk da onun gururunu görmüş olmalı. Ve İshak büyüdükçe babası için kesinlikle iyi bir yardımcı oldu. İbrahim dua ettiğinde, bu genç adamın da onunla birlikte diz çöktüğünü gözünüzde canlandırabilirsiniz.
Bir kuzu kurban etme sırası geldiğinde, İshak babasını dikkatle izliyordu. İbrahim de tatlılıkla açıklıyordu,
“Bu Allah’ın bize günahlarımızın, suç lekelerimizin ve korkumuzun giderilmesi için verdiği simge.”
Genç adam tıpkı babası gibi olmaya çabalıyor ve onu çok seviyordu. Sonra bir gün İbrahim’e tuhaf bir emir geldi. Yaratılış 22. bölümün 1. ve 2. ayetlerinden itibaren okumaya başlayalım:
1 Daha sonra Tanrı İbrahim’i denedi. “İbrahim!” diye seslendi. İbrahim, “Buradayım!” dedi. 2 Tanrı, “İshak’ı, sevdiğin biricik oğlunu al, Moriya bölgesine git” dedi, “Orada sana göstereceğim bir dağda oğlunu yakmalık sunu olarak sun.”
İbrahim’in aklından ne geçti? Bu gerçekten kendisine pek çok kez görünüp cesaret ve yardım sağlayan göklerin Allah’ının bir isteği olabilir miydi? Bu çocuk aracılığıyla bütün ulusların kutsanacağını vaat eden Allah’tı! Şimdi gerçekten de ona sevgili oğlu “Güler”i kurban etmesini mi söylüyordu?
Bu bir denemeydi, üstün bir deneme. Ancak İbrahim bunun yalnızca bir deneme olduğunu bilmiyordu. Tüm bildiği, sevdiği olan Allah’ın ona sevgili oğlunu kurban etmesini söylediği idi. İbrahim’in o gece uyuduğu şüpheli. Ayrıca karısına planlarını söylemiş olması kesinlikle zayıf ihtimal! 3. ayetten devam edelim:
3 İbrahim sabah erkenden kalktı, eşeğine palan vurdu. Yanına uşaklarından ikisini ve oğlu İshak’ı aldı. Yakmalık sunu için odun yardıktan sonra, Tanrı’nın kendisine belirttiği yere doğru yola çıktı.
İbrahim’in Allah’a imanı ve güveni, onu Allah’a derhal itaat etmeye zorluyordu. Son derece zor olmuş olmalı! Allah’ın sesini çok iyi tanıyordu ve Allah’ın yolunun her zaman en iyisi olduğunu öğrenmişti, kimi zaman anlayamasa bile. Ancak burada, hiç mi hiç anlayamadığı bir şey yapacaktı! İshak ölürse, antlaşma ona nasıl geçecekti? İbrahim tüm dünyaya nasıl bereket olacaktı? Bundan sonra neler olduğunu görmek için 4. ve 5. ayetlere bakalım:
4 Üçüncü gün gideceği yeri uzaktan gördü. 5 Uşaklarına, “Siz burada, eşeğin yanında kalın” dedi, “Tapınmak için oğlumla birlikte oraya gidip döneceğiz.”
Üç günlük yol, birinin kendi oğlunu kurban etmeye giderken yürümesi için çok uzun bir mesafe! İbrahim üç gün boyunca yanında sevdiği oğlu, kulaklarında tuhaf emir çınlayarak kırda yürüdü. Her adımda, belindeki bıçak bacağına sürtünürken kendisine sanki bir düşman gibi gelmiş olmalı. Öyle bir anda, bir insan kendi akıl ağlığını sorgulamaz mı? İbrahim’in aklından ne geçmiş olabilir? Belki de kendi kendine şöyle demiştir,
“Bu çocuk, Allah’ın bana vermesi için meleğini gönderdiği özel çocuk değil mi?”
İbrahim için geri dönerek eve gitmek kesinlikle daha kolay olurdu! Fakat gitmedi, imanla ilerlemeye devam etti.
İbrahim’in 5. ayetteki sözlerine dikkat ettiniz mi?
“Tapınmak için oğlumla birlikte oraya gidip döneceğiz.”
Belki de İbrahim, aklı karışık olsa da, Allah’ın bu sorunu çözebileceğine kanaat getirmişti. Belki de mucizeyle verilen çocuğun, yine bir mucize eseri olarak hayata geri döndürülebileceğini düşünmüştür. Düşünceleri ne olursa olsun, Allah’ın emrini yerine getirmeye devam etti. 6. ve 7. ayetleri okuyalım:
6-7 Yakmalık sunu için yardığı odunları oğlu İshak’a yükledi. Ateşi ve bıçağı kendisi aldı. Birlikte giderlerken İshak İbrahim’e, “Baba!” dedi. İbrahim, “Evet, oğlum!” diye yanıtladı. İshak, “Ateşle odun burada, ama yakmalık sunu kuzusu nerede?” diye sordu.
İbrahim ile İshak daha önce defalarca kurban sunmak için dağlara gitmişlerdi. Ancak artık yaşlı olan İbrahim, odunları taşıyamayacak kadar güçten düşmüştü. Böylece onları oğlunun güçlü sırtına yüklüyor ve yola devam ediyorlar. Bir süre sonra “Hayvan nerede, baba?” diye soran gencin sesini duyabiliyor musunuz? Çocuğun sorusu İbrahim’in kalbine bir ok gibi saplanmış olmalı, ancak İbrahim Allah’ın vaadiyle teskin olarak, umudunun gücüyle 8. ayette cevap verdi.
8 İbrahim, “Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak” dedi. İkisi birlikte yürümeye devam ettiler.
İbrahim ile İshak Moriya dağının zirvesine giden yolun son 200 metresini yürürken, belki de genç adam kurbanın kendisi olacağını anlamaya başlamıştır. 9. ayette, bir oğulun babasına itaatinin ve saf güveninin muhteşem bir tarifi yapılıyor.
9 Tanrı’nın kendisine belirttiği yere varınca İbrahim bir sunak yaptı, üzerine odun dizdi. Oğlu İshak’ı bağlayıp sunaktaki odunların üzerine yatırdı.
Evet, İbrahim büyüyüp genç bir adam olan ve babasıyla aynı imana sahip bir çocuk yetiştirmişti. Ellerinin bağlanmasına izin verdi ve babasının onu kaldıracak kadar güçlü olmadığını bildiğinden, sunağın üzerine kendisi yattı. İtaati ölümle sonuçlanacak olmasına rağmen, İshak canını vermeye gönüllüydü. İbrahim de, oğlunu kaybedecek olmasına rağmen, Allah’a itaat etmeye gönüllüydü. Allah hiç sizden buna benzer bir şeyi vermenizi veya yapmanızı istedi mi? 10. ayeti okuyalım:
10 Onu boğazlamak için uzanıp bıçağı aldı.
İbrahim’i ağlarken ve yanaklarından süzülen yaşlar kır sakalına dolarken düşünebiliyor musunuz? İshak’ı derin bir sevgiyle seviyordu. Allah’tan gelen bu armağan, onun dostu ve yardımcısıydı. İyi, dürüst ve sadık bir genç adamdı. İbrahim o çocukta kendi suretini görebiliyordu. Şimdi ise oğluna aktardığı iman, İshak’ın babası için hiç karşı koymadan sunağa çıkmaya gönüllü olmasını sağlamıştı. İbrahim oğlunun gözlerinin içine bakmış olmalı; belki yanağını öperek kısa bir dua etmiştir. Son derece kesin bir kararlılıkla yanında duran bıçağı aldı ve o an ile çocuğun kanlı ölümü arasında yalnızca milisaniyeler süren zaman diliminde göklerden şimşek gibi bir ses geldi. Kurtaran bir ses, bir dostun sesi. Bunu 11. ve 12. ayetlerde okuyalım:
11 Ama RAB’bin meleği göklerden, “İbrahim, İbrahim!” diye seslendi. İbrahim, “İşte buradayım!” diye karşılık verdi. 12 Melek, “Çocuğa dokunma” dedi, “Ona hiçbir şey yapma. Şimdi Tanrı’dan korktuğunu anladım, biricik oğlunu benden esirgemedin.”
Kurtuluş! Gökten kurtuluş gelmişti! 13-18 ayetleriyle bitirelim:
13 İbrahim çevresine bakınca, boynuzları sık çalılara takılmış bir koç gördü. Gidip koçu getirdi. Oğlunun yerine onu yakmalık sunu olarak sundu. 14 Oraya “Yahve yire”17 adını verdi. “RAB’bin dağında sağlanacaktır” sözü bu yüzden bugün de söyleniyor. 15 RAB’bin meleği göklerden İbrahim’e ikinci kez seslendi: 16 “RAB diyor ki, kendi üzerime ant içiyorum. Bunu yaptığın için, biricik oğlunu esirgemediğin için 17 seni fazlasıyla kutsayacağım; soyunu göklerin yıldızları, kıyıların kumu kadar çoğaltacağım. Soyun düşmanlarının kentlerini mülk edinecek. 18 Soyunun aracılığıyla yeryüzündeki bütün uluslar kutsanacak. Çünkü sözümü dinledin.”
O gün kurban sunağından kanla karışık gözyaşları akmış olmalı. İbrahim ve oğlu denemeyi geçtiler. Bir baba, Allah’a olan sevgisinin oğluna olan sevgisinden daha büyük olduğunu gösterdi. Bir oğul, babasına ve Allah’a olan sevgisinin kendi hayatına duyduğu sevgiden daha büyük olduğunu gösterdi.
Türkiye tarihinde Osman Paşa gibi çok az askeri önder vardır. Emrindeki askerler onun için şöyle diyorlardı:
“Osman Paşa büyük bir paşadan çok daha ötedir. Büyük bir insanlık önderidir. Bir taarruz emri verdiğinde, askerlerine ‘gidin’ demez. ‘Gelin, beni izleyin’ der.”
Paşa kendi hayatını feda etmeye gönüllüydü, bu sayede askerleri ona sevgi beslediler ve onun için her şeyi yapabilecek hale geldiler.
“Hiç kimsede, insanın, dostları uğruna canını vermesinden daha büyük bir sevgi yoktur” denilmiştir.
İshak bunu babası için yaptı ve İbrahim de oğlunu Allah’a kurban etmeye gönüllüydü. Denemeyi geçti ve Allah tüm dünyayı bereketleyecek olan antlaşmanın İbrahim’e emanet edilebileceğini kesin olarak bildi.
Tartışma Soruları
1. Hayatta en çok kimi seviyorsunuz? Neden?
2. Sizi en çok kim seviyor? Sizce sizin için hayatlarını ortaya koyarlar mıydı?
3. Sizce neden Allah İbrahim’i bu şekilde denedi?
4. Allah hâlâ denemeler gönderiyor mu? Öyle ise, neden?
17 “Yahve yire”: “RAB sağlar” anlamına gelir.