Biri duygularınızı incittiğinde, veya sizi küçük düşürdüğünde, tipik tepkiniz ne olur? Hemen o kişiyi affetmek mi istersiniz, yoksa kin güderek intikam almayı mı düşünürsünüz? Pek çoğumuz için bağışlama, en son düşünülen şeydir. Neden böyle?
Behnaz, Batman’da yaşayan 13 yaşında bir kızdı. Çok zeki ve çalışkandı, bir gün İstanbul’a taşınarak doktor olmayı hayal ediyordu. Çok ciddi bir hastalık geçirdiği ve kasabanın doktorlarından birinin hayatını kurtardığı zamanı hatırladı. Yatakta yatarak sağlığını geri kazandığı sırada, kendi kendisine hayatını başkalarına yardım etmeye adayacağına söz vermişti. Fakat ne yazık ki bu rüya hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti.
Bir gün okuldan sonra, ağabeylerinden biri onun okul bahçesinde bir erkek çocukla konuştuğunu gördü. Hemen yanına giderek çocuğa toz olmasını söyledi. Kızkardeşini kolundan yakalayıp, neredeyse sürükleyerek eve getirdi. O gece gördüğünü babasına anlattı ve Behnaz’ı sorgulamaya bile gerek görmeden cezasını infaz ettiler.
Ne yazık ki öykümüzün sonu çok acı ve ayrıntı veremeyeceğiz. Behnaz hiçbir zaman doktor olamadı, çünkü henüz
13 yaşındayken öldürüldü. Ailesi, onun o çocukla konuşarak kendilerine yüz karası olduğunu düşünmüşlerdi, halbuki o sadece ev ödevi hakkındaki bir soruya yanıt veriyordu. Öfkeden köre dönerek, açıklamasını dinlemeye bile gerek görmeden, affetmektense intikam almayı seçtiler. Bağışlamak neden bu kadar zor?
Kutsal Kitap’ta pek çok utanç ve ihanet öyküsü var. Bazı intikam olayları olsa da, sürekli tekrarlanan bir “bağışlama” teması görülüyor. Eski Ahit’teki en güzel örneklerden biri, dikkate değer bir genç adamın hayatında gerçekleşti. Bu genç adam Yusuf’tu, ağabeyleri tarafından köle olarak satıldıktan ve işlemediği bir suçtan ötürü hapsedildikten sonra, kendisine haksızlık yapanlara karşı çok sert davranabilirdi. Ve eline fırsat geçerse, intikam peşinde koşabilirdi. Ancak hayatındaki olayları başka bir açıdan görmeyi ve bağışlamanın geniş yolunda yürümeyi tercih etti. Öyküye son dersimizde kaldığımız yerden, Yaratılış 42. bölümden devam edelim:
1 Yakup Mısır’da buğday olduğunu öğrenince, oğullarına, “Neden birbirinize bakıp duruyorsunuz?” dedi, 2 “Mısır’da buğday olduğunu duydum. Gidin, satın alın ki, yaşayalım, yoksa öleceğiz.” 3 Böylece Yusuf’un on kardeşi buğday almak için Mısır’a gittiler. 4 Ancak Yakup Yusuf’un kardeşi Benyamin’i onlarla birlikte göndermedi, çünkü oğlunun başına bir şey gelmesinden korkuyordu.
Pek çok yıl geçmişti ve Yakup’un oğulları artık yetişkin erkeklerdi. Mısır’ı etkileyen kıtlık Kenan ülkesini de etkiliyordu. Anlaşılan Yusuf’un yedi yıllık bolluk süresinde tahıl depolama planı iyi çalışıyordu. Mısırlılar hayatta kalıyordu ve yabancılara satmaya yetecek kadar stok vardı. Yakup’un ailesinin erzakı azaldıkça, onların da Mısır’a gidip oradan tahıl almaları gerekeceği belli oldu. Yusuf’un kaybından hâlâ yüreği yanan ve diğer genç oğlunu da kaybetmek istemeyen Yakup, yaşı büyük olan 10 oğluna gitmelerini, Benyamin’e ise kalmasını söyledi. Başlarından geçenleri 5-8 ayetlerinde okuyalım:
5 Buğday satın almaya gelenler arasında İsrail’in oğulları da vardı. Çünkü Kenan ülkesinde de kıtlık hüküm sürüyordu. 6 Yusuf ülkenin yöneticisiydi, herkese o buğday satıyordu. Kardeşleri gelip onun önünde yere kapandılar. 7 Yusuf kardeşlerini görünce tanıdı. Ama onlara yabancı gibi davranarak sert konuştu: “Nereden geliyorsunuz?” “Kenan ülkesinden” diye yanıtladılar, “Yiyecek satın almaya geldik.” 8 Yusuf kardeşlerini tanıdıysa da kardeşleri onu tanımadılar.
Bir dakika durarak bu sahneyi düşünün. Yakup’un oğulları Mısır’a geliyor ve tüm tahıl satışlarını denetleyen valinin yanına çıkarılıyorlar. Muhafızlar ellerinde mızraklarıyla dikiliyor, ölçekler tahılla doldurulup para değiş tokuşu yapılıyor. Kutsal Kitap, tüm bu koşuşturmacanın arasında, görünümü diğer Mısırlı devlet memurlarından farklı olmayan Yusuf’un ağabeylerini hemen tanıdığını söylüyor. Ağabeylerinden derhal intikam alabilirdi, fakat bunu yapmadı ve gerçek kimliğini açıklamamayı seçti. Ağabeyleri önünde eğilip, kendisine yıllarca önce verilen peygamberlik rüyasını gerçekleştirirlerken, Yusuf’un kabaran duygularını hayal edin. 9-17 ayetlerinde, onları sorgulamaya başlıyor.
9 Yusuf onlarla ilgili düşlerini anımsayarak, “Siz casussunuz” dedi, “Ülkenin zayıf noktalarını öğrenmeye geldiniz.” 10 “Aman, efendim” diye karşılık verdiler, “Biz kulların yalnızca yiyecek satın almaya geldik. 11 Hepimiz aynı babanın çocuklarıyız. Biz kulların dürüst insanlarız, casus değiliz.” 12 Yusuf, “Hayır!” dedi, “Siz ülkenin zayıf noktalarını öğrenmeye geldiniz.” 13 Kardeşleri, “Biz kulların on iki kardeşiz” dediler, “Hepimiz Kenan ülkesinde yaşayan aynı babanın çocuklarıyız. En küçüğümüz babamızın yanında kaldı, biri de kayboldu.” 14 Yusuf, “Söylediğim gibi” dedi, “Casussunuz siz. 15 Sizi sınayacağım. Firavunun başına ant içerim. Küçük kardeşiniz de gelmedikçe, buradan ayrılamazsınız. 16 Aranızdan birini gönderin, kardeşinizi getirsin. Geri kalanlarınız göz altına alınacak. Anlattıklarınız doğru mu, değil mi, sizi sınayacağız. Değilse, firavunun başına ant içerim ki casussunuz.” 17 Üç gün onları göz altında tuttu.
Adamlar, kendilerini nasıl bir işe bulaştırdıklarını merak etmiş olmalılar. Tüm istedikleri biraz tahıl alarak eve dönmekti. Aksine, hapse atıldılar ve casuslukla suçlandılar. Anlaşılan devran dönmüştü ve yıllar önce ektiklerini şimdi biçiyorlardı. Yusuf’un onlarla ilgili planı ne ve neden onlara kim olduğunu söylemiyor? 18-24 ayetlerinde, bundan sonra ne yaptığını görelim:
18 Üçüncü gün, “Bir koşulla canınızı bağışlarım” dedi, “Ben Tanrı’dan korkarım. 19 Dürüst olduğunuzu kanıtlamak için, içinizden biri göz altında tutulduğunuz evde kalsın, ötekiler gidip aç kalan ailenize buğday götürsün. 20 Sonra küçük kardeşinizi bana getirin. Böylece anlattıklarınızın doğru olup olmadığı ortaya çıkar, ölümden kurtulursunuz.” Kabul ettiler. 21 Birbirlerine, “Besbelli kardeşimize yaptığımızın cezasını çekiyoruz” dediler, “Bize yalvardığında nasıl sıkıntı çektiğini gördük, ama dinlemedik. Bu sıkıntı onun için başımıza geldi.” 22 Ruben, “Çocuğa zarar vermeyin diye sizi uyarmadım mı?” dedi, “Ama dinlemediniz. İşte şimdi kanının hesabı soruluyor.” 23 Yusuf’un konuştuklarını anladığını farketmediler, çünkü onunla çevirmen aracılığıyla konuşuyorlardı. 24 Yusuf kardeşlerinden ayrılıp ağlamaya başladı. Sonra dönüp onlarla konuştu. Aralarından Şimon’u alarak ötekilerin gözleri önünde bağladı.
Ağabeylerinin hayatını elinde tuttuğunu bilen Yusuf, değişip değişmediklerini merak ederek, onları üç konuda denemeye karar verdi: dürüstlük, sadakat ve fedakârlık - gençliklerinde çok az değer verdikleri üç karakter özelliği. Ona ihanet ederek babalarına yalan söylemelerinin üzerinden çok yıllar geçmişti. Bu yıllarda, Yusuf köle ve tutuklu olarak çok sıkıntı çekmişti; üstelik babasından ve annesinden ayrı kalmıştı. Ağabeylerinin de kendisi gibi değişip değişmediklerini ve affına lâyık olup olmadıklarını merak etti. Peki bu bahsettikleri küçük kardeş de neydi? Ağabeyleri gerçeği mi söylüyordu, yoksa yalnızca başlarını beladan kurtarmaya mı çalışıyorlardı?
Kutsal Yazılar’da Yusuf’un ağabeylerinin suçluluk duygusu içinde olmalarından çok etkilendiği ve duygularına hakim olamayarak ağlamak için yanlarından ayrıldığı yazılı. Tüm öyküde acılıktan veya intikam düşüncelerinden hiç bahsedilmemesi hayret verici.
Öfkeyle hareket etmemesini sağlayan şey kendi kendini terbiye, hatta irade değil, Allah’la içinde bulunduğu yakın birliktelikti. Yusuf bir şekilde gözyaşlarını tutarak devam etti. Kendisini köle olarak satma krini ortaya atan Şimon’un hapse atılmasını, diğerlerinin ise serbest bırakılmasını buyurdu. 25-38 ayetleriyle devam edelim:
25 Sonra torbalarına buğday doldurulmasını, paralarının torbalarına geri konulmasını, yol için kendilerine azık verilmesini buyurdu. Bunlar yapıldıktan sonra 26 buğdayları eşeklerine yükleyip oradan ayrıldılar. 27 Konakladıkları yerde içlerinden biri eşeğine yem vermek için torbasını açınca parasını gördü. Para torbanın ağzına konmuştu. 28 Kardeşlerine, “Paramı geri vermişler” diye seslendi, “İşte torbamda!” Yürekleri yerinden oynadı. Titreyerek birbirlerine, “Tanrı’nın bize bu yaptığı nedir?” dediler. 29 Kenan ülkesine, babaları Yakup’un yanına varınca, başlarına gelenleri ona anlattılar: 30 “Mısır’ın yöneticisi bizimle sert konuştu. Bize casusmuşuz gibi davrandı. 31 Ona, ‘Biz dürüst insanlarız’ dedik, ‘Casus değiliz. 32 Hepimiz aynı babanın çocuklarıyız. On iki kardeşiz; biri kayboldu, en küçüğü de Kenan ülkesinde, babamızın yanında.’ 33 Ülkenin yöneticisi, ‘Dürüst olduğunuzu şöyle anlayabilirim’ dedi, ‘Kardeşlerinizden birini yanımda bırakın, buğdayı alıp aç kalan ailelerinize götürün. 34 Küçük kardeşinizi de bana getirin. O zaman casus olmadığınızı, dürüst insanlar olduğunuzu anlar, kardeşinizi size geri veririm. Ülkede ticaret yapabilirsiniz.’ ” 35 Torbalarını boşaltınca, hepsi para kesesini torbasında buldu. Para keselerini görünce hem kendileri hem babaları korkuya kapıldı. 36 Yakup, “Beni çocuklarımdan yoksun bırakıyorsunuz” dedi, “Yusuf yok, Şimon yok. Şimdi de Benyamin’i götürmek istiyorsunuz. Sıkıntıyı çeken hep benim.” 37 Ruben babasına, “Benyamin’i geri getirmezsem, iki oğlumu öldür” dedi, “Onu bana teslim et, ben sana geri getireceğim.” 38 Ama Yakup, “Oğlumu sizinle göndermeyeceğim” dedi, “Çünkü kardeşi öldü, yalnız o kaldı. Yolda ona bir zarar gelirse, bu acıyla ak saçlı başımı ölüler diyarına götürürsünüz.”
Yakup duyduklarına inanamadı. Oğulları ona yıllarca büyük acılar yaşatmış ve şimdi de bir oğul yerine iki oğul kaybetmişti. Bildiği kadarıyla Yusuf ölmüştü, Şimon Mısır’da tutsaktı ve yabancı bir güç en küçük oğlu Benyamin’i istiyordu. Oğulları birer birer alınıp götürülürken Allah’la olan antlaşması nasıl yerine gelebilirdi ki? Yakup başka bir şey kaybetmek istemedi ve oğullarına Mısır’a geri gitmeleri için izin vermedi. Fakat yiyecekler ancak bir süre yetecekti ve Yakup sonunda kendini bir açmazın içinde buldu. Oğullarını Benyamin olmadan Mısır’a geri gönderirse, hepsini birden kaybedecekti. Ve eğer onları yiyecek almak için göndermezse, hepsi birden öleceklerdi. Yakup zor bir karar vermeye mecburdu. Öyküye 43. bölüm, 11-16 ayetlerinden devam edelim:
11 Bunun üzerine İsrail, “Öyleyse gidin” dedi, “Yalnız, torbalarınıza bu ülkenin en iyi ürünlerinden biraz pelesenk, biraz bal, kitre, laden, fıstık, badem koyun, Mısır’ın yöneticisine armağan olarak götürün. 12 Yanınıza iki kat para alın. Torbalarınızın ağzına konan parayı geri götürün. Belki bir yanlışlık olmuştur. 13 Kardeşinizi alıp gidin, o adamın yanına dönün. 14 Her Şeye Gücü Yeten Tanrı, adamın yüreğine size karşı merhamet koysun da, adam öbür kardeşinizle Benyamin’i size geri versin. Bana gelince, çocuklarımdan yoksun kalacaksam kalayım.” 15 Böylece kardeşler yanlarına armağanlar, iki kat para ve Benyamin’i alarak hemen Mısır’a gidip Yusuf’un huzuruna çıktılar. 16 Yusuf Benyamin’i yanlarında görünce, kâhyasına, “Bu adamları eve götür” dedi, “Bir hayvan kesip hazırla. Çünkü öğlen benimle birlikte yemek yiyecekler.”
Böylece Yakup oğullarını bir dua ile Mısır’a geri gönderip, onları Allah’ın gözetimine emanet etti. İyi olsun, kötü olsun, tüm günlerinde Allah’ı izlemeye söz vermişti. Bu günler ise kesinlikle kötü günler olarak görülüyordu. 26-34 ayetleriyle devam edelim:
26 Yusuf eve gelince, getirdikleri armağanları kendisine sunup önünde yere kapandılar. 27 Yusuf hatırlarını sorduktan sonra, “Bana sözünü ettiğiniz yaşlı babanız iyi mi?” dedi, “Hâlâ yaşıyor mu?” 28 Kardeşleri, “Babamız kulun iyi” diye yanıtladılar, “Hâlâ yaşıyor.” Sonra saygıyla eğilip yere kapandılar. 29 Yusuf göz gezdirirken kendisiyle aynı anneden olan kardeşi Benyamin’i gördü. “Bana sözünü ettiğiniz küçük kardeşiniz bu mu?” dedi, “Tanrı sana lütfetsin, oğlum.” 30 Sonra hemen oradan ayrıldı, çünkü kardeşini görünce yüreği sızlamıştı. Ağlayacak bir yer aradı. Odasına girip orada ağladı. 31 Yüzünü yıkadıktan sonra dışarı çıktı. Kendisini toparlayarak, “Yemeği getirin” dedi. 32 Yusuf’a ayrı, kardeşlerine ayrı, Yusuf’la yemek yiyen Mısırlılar’a ayrı hizmet edildi. Çünkü Mısırlılar İbraniler’le birlikte yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı. 33 Kardeşleri Yusuf’un önünde büyükten küçüğe doğru yaş sırasına göre oturdular. Şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. 34 Yusuf’un masasından onlara yemek dağıtıldı. Benyamin’in payı ötekilerden beş kat fazlaydı. İçtiler, birlikte hoş vakit geçirdiler.
Yusuf’un kardeşlerinin dürüstlüğü değiştiklerini kanıtladı ve kardeşleri Şimon’u kurtarmak için geri gelmeleriyle sadakatlerini gösterdiler. Yusuf birbirleriyle yakından ilgilendiklerini ve tüm kıskançlık izlerinin silindiğini gördü, Benyamin’e ayrıcalıkla davranıldığında bile. Birinci ve ikinci denemeyi geçmişlerdi. Üçüncü ve son denemede nasıl davranacaklardı? İçlerinden birinin hayatı tehdit edilirse ne yapacaklardı? Bunu öğrenmek için Yaratılış 44. bölümü okumamız gerekiyor. 1-18 ayetleriyle başlayalım:
1 Yusuf kâhyasına, “Bu adamların torbalarına taşıyabilecekleri kadar yiyecek doldur” diye buyurdu, “Her birinin parasını torbasının ağzına koy. 2 En küçüğünün torbasına benim gümüş kâsemi ve buğdayının parasını koy.” Kâhya Yusuf’un buyruğunu yerine getirdi. 3 Sabah erkenden adamlar eşekleriyle yolcu edildi. 4 Onlar kentten pek uzaklaşmamıştı ki Yusuf kâhyasına, “Hemen o adamların peşine düş” dedi, “Onlara yetişince, ‘Niçin iyiliğe karşı kötülük yaptınız?’ de, 5 ‘Efendimin şarap içmek, fala bakmak için kullandığı kâse değil mi bu? Bunu yapmakla kötülük ettiniz.’ ” 6 Kâhya onlara yetişip bu sözleri yineledi. 7 Adamlar, “Efendim, neden böyle konuşuyorsun?” dediler, “Bizden uzak olsun, biz kulların böyle şey yapmayız. 8 Torbalarımızın ağzında bulduğumuz paraları Kenan ülkesinden sana geri getirdik. Nasıl 181 efendinin evinden altın ya da gümüş çalarız? 9 Kullarından birinde çıkarsa öldürülsün, geri kalanlar efendimin kölesi olsun.” 10 Kâhya, “Peki, dediğiniz gibi olsun” dedi, “Kimde çıkarsa kölem olacak, geri kalanlar suçsuz sayılacak.” 11 Hemen torbalarını indirip açtılar. 12 Kâhya büyükten küçüğe doğru hepsinin torbasını aradı. Kâse Benyamin’in torbasında çıktı. 13 Kardeşleri üzüntüden giysilerini yırttılar. Sonra torbalarını eşeklerine yükleyip kente geri döndüler. 14 Yahuda’yla kardeşleri Yusuf’un evine geldiğinde, Yusuf daha evdeydi. Önünde yere kapandılar. 15 Yusuf, “Nedir bu yaptığınız?” dedi, “Benim gibi birinin fala bakabileceği aklınıza gelmedi mi?” 16 Yahuda, “Ne diyelim, efendim?” diye karşılık verdi, “Nasıl anlatalım? Kendimizi nasıl temize çıkaralım? Tanrı suçumuzu ortaya çıkardı. Hepimiz köleniz artık, efendim; hem biz hem de kendisinde kâse bulunan kardeşimiz.” 17 Yusuf, “Benden uzak olsun!” dedi, “Yalnız kendisinde kâse bulunan kölem olacak. Siz esenlikle babanızın yanına dönün.” 18 Yahuda yaklaşıp, “Efendim, lütfen izin ver konuşayım” dedi, “Kuluna öfkelenme. Sen ravunla aynı yetkiye sahipsin.”
Yusuf onları köşeye sıkıştırmıştı ve denemelerin en kapsamlısı oynanacaktı. En büyük ağabeyler nasıl tepki vereceklerdi? İçine düştükleri çıkmazdan ötürü Benyamin’i suçlayıp cezalandıracaklar mıydı? Ona da Yusuf’a yaptıkları gibi sırtlarını mı döneceklerdi? Ve eğer böyle yapsalardı, Yusuf onları yine de bağışlar mıydı? Yusuf’un bunu öğrenmesi uzun sürmedi, zira Yahuda öne çıkarak söz istedi. Yusuf ona söz verdi ve Yahuda’nın söyleyeceklerini dikkatle dinledi. Yahuda tüm öyküyü bitirdiğinde, babasına ve kardeşine duyduğu sevgi güneş gibi parlıyordu. Ancak öyküsünün can alıcı noktası son cümlesindeydi. 33. ve 34. ayetlerde Yahuda şöyle diyor:
33 “Lütfen şimdi çocuğun yerine beni kölen kabul et. Çocuk kardeşleriyle birlikte geri dönsün. 34 O yanımda olmadan babamın yanına nasıl dönerim? Babamın başına gelecek kötülüğe dayanamam.”
Denemeyi başarıyla geçtiler! Yahuda, Benyamin’in hayatını kurtarmak ve babasının umutsuzluğa düşmemesi için kendi hayatını feda etmeye hazırdı. Yusuf bilmek istediği her şeyi görmüştü. Ağabeyleri değişmişti ve onun affına lâyıktılar. Ancak onları bağışlaması için denemesine gerek de yoktu. Bunu zaten yıllar önce yapmıştı. Yaratılış 45. bölümün başında okuyoruz:
1 Yusuf adamlarının önünde kendini tutamayıp, “Herkesi çıkarın buradan!” diye bağırdı. Kendini kardeşlerine tanıttığında yanında kimse olmasın istiyordu. 2 O kadar yüksek sesle ağladı ki, Mısırlılar ağlayışını işitti. Bu haber ravunun ev halkına da ulaştı. 3 Yusuf kardeşlerine, “Ben Yusuf’um!” dedi, “Babam yaşıyor mu?” Kardeşleri donup kaldı, yanıt veremediler.
Ağabeylerinin ağızları hayretten açıldı ve orada donakaldılar. Bu nasıl olabilirdi? 4-15 ayetlerini okuyarak dersimizi bitirelim:
4 Yusuf, “Lütfen bana yaklaşın” dedi. Onlar yaklaşınca Yusuf şöyle devam etti: “Mısır’a sattığınız kardeşiniz Yusuf benim. 5 Beni buraya sattığınız için üzülmeyin. Kendinizi suçlamayın. Tanrı insanlığı korumak için beni önden gönderdi. 6 Çünkü iki yıldır ülkede kıtlık var, beş yıl daha sürecek. Kimse çift süremeyecek, ekin biçemeyecek. 7 Tanrı yeryüzünde soyunuzu korumak ve harika biçimde canınızı kurtarmak için beni önünüzden gönderdi. 8 Beni buraya gönderen siz değilsiniz, Tanrı’dır. Beni firavunun başdanışmanı, sarayının efendisi, bütün Mısır ülkesinin yöneticisi yaptı. 9 Hemen babamın yanına gidin, ona oğlun Yusuf şöyle diyor deyin: ‘Tanrı beni Mısır ülkesine yönetici yaptı. Durma, yanıma gel. 10 Goşen bölgesine yerleşirsin; çocukların, torunların, davarların, sığırların ve sahip olduğun her şeyle birlikte yakınımda olursun. 11 Orada sana bakarım, çünkü kıtlık beş yıl daha sürecek. Yoksa sen de ailen ve sana bağlı olan herkes de perişan olursunuz.’ 12 “Hepiniz gözlerinizle görüyorsunuz, kardeşim Benyamin, sen de görüyorsun konuşanın gerçekten ben olduğumu. 13 Mısır’da ne denli güçlü olduğumu ve bütün gördüklerinizi babama anlatın. Babamı hemen buraya getirin.” 14 Sonra kardeşi Benyamin’in boynuna sarılıp ağladı. Benyamin de ağlayarak ona sarıldı. 15 Yusuf ağlayarak bütün kardeşlerini öptü. Sonra kardeşleri onunla konuşmaya başladı.
Yusuf’un ağabeylerini bağışlaması ve kucaklaması, tanık olmak için çok güçlü bir sahne olmalı. Havaalanında bir araya gelen bir aileyi görenler, bu yeniden birleşmenin ne kadar daha mutlu olduğunu hayal edebilirler. Ancak aile, Yakup ve ailenin geri kalanı Mısır’a gelmeden tam olmayacaktı. Hem Allah’ın İbrahim’e verdiği vaadin yerine gelmesini sağlayacak, hem de Allah’ın kudretinin en büyük göstergelerinden biri ile sonuçlanacak bir eylem.
Bu bağışlama öyküsü, bize Türkiye’nin en önemli anlarından birini hatırlatıyor. 1934 yılında Atatürk Çanakkale savaşlarının anısına bir konuşma yaptı. Acı davranarak Anzak saldırılarına odaklanmak yerine, o da bağışlamanın ve kabullenmenin geniş yolunu seçerek, ölenlere saygısını ifade etti:
“Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Ne hayret verici bir ifade! Çanakkale savaşlarında binlerce Türk askeri hayatını, binlerce Türk anne ise oğullarını kaybetti. Bu, Atatürk’ün Türk askerinin kahramanlığı, yabancı işgal kuvvetlerinin acımasızlığı ve Türk ordusunun muazzam zaferi hakkında konuşabilmesi için mükemmel bir andı. Fakat o tarihin bu bölümünü, yabancı kuvvet askerlerinin annelerini teselli ederek ve uzlaşma ve bağışlama sözleri sunarak kapatmayı tercih etti. Nasıl bir insan ihaneti, hatta savaşı bu şekilde karşılayabilir? Bağışlayıcı bir insan!
Bağışlama güçlüdür! Ayrıca, uzlaşma için gerekli bir unsur- dur. Hepimiz annemizle, babamızla, kocamızla, karımızla, ağabeyimizle, ablamızla, kardeşimizle ve komşularımızla iyileşmiş ilişkilerimiz olmasını isteriz. Fakat bazen bağışlanmayı hak etmediğini düşündüğümüz birini bağışlamak çok zordur. Peki siz bağışlamazsanız, bağışlanmayı nasıl bekleyebilirsiniz? Yusuf dürüstlüğünü ve bağışlayıcılığını koruyarak kölelikten hükümdarlığa geçti. Bu bağışlayıcılığı, sevgi dolu ve bağışlayıcı bir Allah’tan öğrenmişti. Merhamet ve lütuf hakkında bütün bildiklerini, Allah’ın insanlıkla ilgilenme yöntemine bakarak öğrenmişti. Siz de iyileşmiş ilişkileri bulabilirsiniz! Nasıl? Bağışlayarak ve af dileyerek! Yusuf onu köle olarak satan ve babalarına yalan söyleyen ağabeylerini affedebildiyse, bize çok daha azını yapan insanları affetmemiz ne kadar da gereklidir? Bağışlamazlığınızın, bağışlanmanızın önünde engel olmasına izin vermeyin!
Tartışma Soruları
1. Öfkelenmenin ve kin tutmanın bağışlamaktan ne kadar daha kolay olduğuna hiç dikkat ettiniz mi? Sizce neden
böyle?
2. Benyamin’de bu kadar özel olan neydi ki, Yakup onun gitmesine izin vermedi?
3. Yusuf ağabeylerine kimliğini açıklamadan önce neden onları denemek istedi? Birini bağışlamadan önce onu
denemenizde bir hikmet var mı?
4. Allah’ı nasıl görüyorsunuz? O daha çok Behnaz’ın ailesi gibi mi, yoksa Yusuf gibi mi?
Behnaz, Batman’da yaşayan 13 yaşında bir kızdı. Çok zeki ve çalışkandı, bir gün İstanbul’a taşınarak doktor olmayı hayal ediyordu. Çok ciddi bir hastalık geçirdiği ve kasabanın doktorlarından birinin hayatını kurtardığı zamanı hatırladı. Yatakta yatarak sağlığını geri kazandığı sırada, kendi kendisine hayatını başkalarına yardım etmeye adayacağına söz vermişti. Fakat ne yazık ki bu rüya hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti.
Bir gün okuldan sonra, ağabeylerinden biri onun okul bahçesinde bir erkek çocukla konuştuğunu gördü. Hemen yanına giderek çocuğa toz olmasını söyledi. Kızkardeşini kolundan yakalayıp, neredeyse sürükleyerek eve getirdi. O gece gördüğünü babasına anlattı ve Behnaz’ı sorgulamaya bile gerek görmeden cezasını infaz ettiler.
Ne yazık ki öykümüzün sonu çok acı ve ayrıntı veremeyeceğiz. Behnaz hiçbir zaman doktor olamadı, çünkü henüz
13 yaşındayken öldürüldü. Ailesi, onun o çocukla konuşarak kendilerine yüz karası olduğunu düşünmüşlerdi, halbuki o sadece ev ödevi hakkındaki bir soruya yanıt veriyordu. Öfkeden köre dönerek, açıklamasını dinlemeye bile gerek görmeden, affetmektense intikam almayı seçtiler. Bağışlamak neden bu kadar zor?
Kutsal Kitap’ta pek çok utanç ve ihanet öyküsü var. Bazı intikam olayları olsa da, sürekli tekrarlanan bir “bağışlama” teması görülüyor. Eski Ahit’teki en güzel örneklerden biri, dikkate değer bir genç adamın hayatında gerçekleşti. Bu genç adam Yusuf’tu, ağabeyleri tarafından köle olarak satıldıktan ve işlemediği bir suçtan ötürü hapsedildikten sonra, kendisine haksızlık yapanlara karşı çok sert davranabilirdi. Ve eline fırsat geçerse, intikam peşinde koşabilirdi. Ancak hayatındaki olayları başka bir açıdan görmeyi ve bağışlamanın geniş yolunda yürümeyi tercih etti. Öyküye son dersimizde kaldığımız yerden, Yaratılış 42. bölümden devam edelim:
1 Yakup Mısır’da buğday olduğunu öğrenince, oğullarına, “Neden birbirinize bakıp duruyorsunuz?” dedi, 2 “Mısır’da buğday olduğunu duydum. Gidin, satın alın ki, yaşayalım, yoksa öleceğiz.” 3 Böylece Yusuf’un on kardeşi buğday almak için Mısır’a gittiler. 4 Ancak Yakup Yusuf’un kardeşi Benyamin’i onlarla birlikte göndermedi, çünkü oğlunun başına bir şey gelmesinden korkuyordu.
Pek çok yıl geçmişti ve Yakup’un oğulları artık yetişkin erkeklerdi. Mısır’ı etkileyen kıtlık Kenan ülkesini de etkiliyordu. Anlaşılan Yusuf’un yedi yıllık bolluk süresinde tahıl depolama planı iyi çalışıyordu. Mısırlılar hayatta kalıyordu ve yabancılara satmaya yetecek kadar stok vardı. Yakup’un ailesinin erzakı azaldıkça, onların da Mısır’a gidip oradan tahıl almaları gerekeceği belli oldu. Yusuf’un kaybından hâlâ yüreği yanan ve diğer genç oğlunu da kaybetmek istemeyen Yakup, yaşı büyük olan 10 oğluna gitmelerini, Benyamin’e ise kalmasını söyledi. Başlarından geçenleri 5-8 ayetlerinde okuyalım:
5 Buğday satın almaya gelenler arasında İsrail’in oğulları da vardı. Çünkü Kenan ülkesinde de kıtlık hüküm sürüyordu. 6 Yusuf ülkenin yöneticisiydi, herkese o buğday satıyordu. Kardeşleri gelip onun önünde yere kapandılar. 7 Yusuf kardeşlerini görünce tanıdı. Ama onlara yabancı gibi davranarak sert konuştu: “Nereden geliyorsunuz?” “Kenan ülkesinden” diye yanıtladılar, “Yiyecek satın almaya geldik.” 8 Yusuf kardeşlerini tanıdıysa da kardeşleri onu tanımadılar.
Bir dakika durarak bu sahneyi düşünün. Yakup’un oğulları Mısır’a geliyor ve tüm tahıl satışlarını denetleyen valinin yanına çıkarılıyorlar. Muhafızlar ellerinde mızraklarıyla dikiliyor, ölçekler tahılla doldurulup para değiş tokuşu yapılıyor. Kutsal Kitap, tüm bu koşuşturmacanın arasında, görünümü diğer Mısırlı devlet memurlarından farklı olmayan Yusuf’un ağabeylerini hemen tanıdığını söylüyor. Ağabeylerinden derhal intikam alabilirdi, fakat bunu yapmadı ve gerçek kimliğini açıklamamayı seçti. Ağabeyleri önünde eğilip, kendisine yıllarca önce verilen peygamberlik rüyasını gerçekleştirirlerken, Yusuf’un kabaran duygularını hayal edin. 9-17 ayetlerinde, onları sorgulamaya başlıyor.
9 Yusuf onlarla ilgili düşlerini anımsayarak, “Siz casussunuz” dedi, “Ülkenin zayıf noktalarını öğrenmeye geldiniz.” 10 “Aman, efendim” diye karşılık verdiler, “Biz kulların yalnızca yiyecek satın almaya geldik. 11 Hepimiz aynı babanın çocuklarıyız. Biz kulların dürüst insanlarız, casus değiliz.” 12 Yusuf, “Hayır!” dedi, “Siz ülkenin zayıf noktalarını öğrenmeye geldiniz.” 13 Kardeşleri, “Biz kulların on iki kardeşiz” dediler, “Hepimiz Kenan ülkesinde yaşayan aynı babanın çocuklarıyız. En küçüğümüz babamızın yanında kaldı, biri de kayboldu.” 14 Yusuf, “Söylediğim gibi” dedi, “Casussunuz siz. 15 Sizi sınayacağım. Firavunun başına ant içerim. Küçük kardeşiniz de gelmedikçe, buradan ayrılamazsınız. 16 Aranızdan birini gönderin, kardeşinizi getirsin. Geri kalanlarınız göz altına alınacak. Anlattıklarınız doğru mu, değil mi, sizi sınayacağız. Değilse, firavunun başına ant içerim ki casussunuz.” 17 Üç gün onları göz altında tuttu.
Adamlar, kendilerini nasıl bir işe bulaştırdıklarını merak etmiş olmalılar. Tüm istedikleri biraz tahıl alarak eve dönmekti. Aksine, hapse atıldılar ve casuslukla suçlandılar. Anlaşılan devran dönmüştü ve yıllar önce ektiklerini şimdi biçiyorlardı. Yusuf’un onlarla ilgili planı ne ve neden onlara kim olduğunu söylemiyor? 18-24 ayetlerinde, bundan sonra ne yaptığını görelim:
18 Üçüncü gün, “Bir koşulla canınızı bağışlarım” dedi, “Ben Tanrı’dan korkarım. 19 Dürüst olduğunuzu kanıtlamak için, içinizden biri göz altında tutulduğunuz evde kalsın, ötekiler gidip aç kalan ailenize buğday götürsün. 20 Sonra küçük kardeşinizi bana getirin. Böylece anlattıklarınızın doğru olup olmadığı ortaya çıkar, ölümden kurtulursunuz.” Kabul ettiler. 21 Birbirlerine, “Besbelli kardeşimize yaptığımızın cezasını çekiyoruz” dediler, “Bize yalvardığında nasıl sıkıntı çektiğini gördük, ama dinlemedik. Bu sıkıntı onun için başımıza geldi.” 22 Ruben, “Çocuğa zarar vermeyin diye sizi uyarmadım mı?” dedi, “Ama dinlemediniz. İşte şimdi kanının hesabı soruluyor.” 23 Yusuf’un konuştuklarını anladığını farketmediler, çünkü onunla çevirmen aracılığıyla konuşuyorlardı. 24 Yusuf kardeşlerinden ayrılıp ağlamaya başladı. Sonra dönüp onlarla konuştu. Aralarından Şimon’u alarak ötekilerin gözleri önünde bağladı.
Ağabeylerinin hayatını elinde tuttuğunu bilen Yusuf, değişip değişmediklerini merak ederek, onları üç konuda denemeye karar verdi: dürüstlük, sadakat ve fedakârlık - gençliklerinde çok az değer verdikleri üç karakter özelliği. Ona ihanet ederek babalarına yalan söylemelerinin üzerinden çok yıllar geçmişti. Bu yıllarda, Yusuf köle ve tutuklu olarak çok sıkıntı çekmişti; üstelik babasından ve annesinden ayrı kalmıştı. Ağabeylerinin de kendisi gibi değişip değişmediklerini ve affına lâyık olup olmadıklarını merak etti. Peki bu bahsettikleri küçük kardeş de neydi? Ağabeyleri gerçeği mi söylüyordu, yoksa yalnızca başlarını beladan kurtarmaya mı çalışıyorlardı?
Kutsal Yazılar’da Yusuf’un ağabeylerinin suçluluk duygusu içinde olmalarından çok etkilendiği ve duygularına hakim olamayarak ağlamak için yanlarından ayrıldığı yazılı. Tüm öyküde acılıktan veya intikam düşüncelerinden hiç bahsedilmemesi hayret verici.
Öfkeyle hareket etmemesini sağlayan şey kendi kendini terbiye, hatta irade değil, Allah’la içinde bulunduğu yakın birliktelikti. Yusuf bir şekilde gözyaşlarını tutarak devam etti. Kendisini köle olarak satma krini ortaya atan Şimon’un hapse atılmasını, diğerlerinin ise serbest bırakılmasını buyurdu. 25-38 ayetleriyle devam edelim:
25 Sonra torbalarına buğday doldurulmasını, paralarının torbalarına geri konulmasını, yol için kendilerine azık verilmesini buyurdu. Bunlar yapıldıktan sonra 26 buğdayları eşeklerine yükleyip oradan ayrıldılar. 27 Konakladıkları yerde içlerinden biri eşeğine yem vermek için torbasını açınca parasını gördü. Para torbanın ağzına konmuştu. 28 Kardeşlerine, “Paramı geri vermişler” diye seslendi, “İşte torbamda!” Yürekleri yerinden oynadı. Titreyerek birbirlerine, “Tanrı’nın bize bu yaptığı nedir?” dediler. 29 Kenan ülkesine, babaları Yakup’un yanına varınca, başlarına gelenleri ona anlattılar: 30 “Mısır’ın yöneticisi bizimle sert konuştu. Bize casusmuşuz gibi davrandı. 31 Ona, ‘Biz dürüst insanlarız’ dedik, ‘Casus değiliz. 32 Hepimiz aynı babanın çocuklarıyız. On iki kardeşiz; biri kayboldu, en küçüğü de Kenan ülkesinde, babamızın yanında.’ 33 Ülkenin yöneticisi, ‘Dürüst olduğunuzu şöyle anlayabilirim’ dedi, ‘Kardeşlerinizden birini yanımda bırakın, buğdayı alıp aç kalan ailelerinize götürün. 34 Küçük kardeşinizi de bana getirin. O zaman casus olmadığınızı, dürüst insanlar olduğunuzu anlar, kardeşinizi size geri veririm. Ülkede ticaret yapabilirsiniz.’ ” 35 Torbalarını boşaltınca, hepsi para kesesini torbasında buldu. Para keselerini görünce hem kendileri hem babaları korkuya kapıldı. 36 Yakup, “Beni çocuklarımdan yoksun bırakıyorsunuz” dedi, “Yusuf yok, Şimon yok. Şimdi de Benyamin’i götürmek istiyorsunuz. Sıkıntıyı çeken hep benim.” 37 Ruben babasına, “Benyamin’i geri getirmezsem, iki oğlumu öldür” dedi, “Onu bana teslim et, ben sana geri getireceğim.” 38 Ama Yakup, “Oğlumu sizinle göndermeyeceğim” dedi, “Çünkü kardeşi öldü, yalnız o kaldı. Yolda ona bir zarar gelirse, bu acıyla ak saçlı başımı ölüler diyarına götürürsünüz.”
Yakup duyduklarına inanamadı. Oğulları ona yıllarca büyük acılar yaşatmış ve şimdi de bir oğul yerine iki oğul kaybetmişti. Bildiği kadarıyla Yusuf ölmüştü, Şimon Mısır’da tutsaktı ve yabancı bir güç en küçük oğlu Benyamin’i istiyordu. Oğulları birer birer alınıp götürülürken Allah’la olan antlaşması nasıl yerine gelebilirdi ki? Yakup başka bir şey kaybetmek istemedi ve oğullarına Mısır’a geri gitmeleri için izin vermedi. Fakat yiyecekler ancak bir süre yetecekti ve Yakup sonunda kendini bir açmazın içinde buldu. Oğullarını Benyamin olmadan Mısır’a geri gönderirse, hepsini birden kaybedecekti. Ve eğer onları yiyecek almak için göndermezse, hepsi birden öleceklerdi. Yakup zor bir karar vermeye mecburdu. Öyküye 43. bölüm, 11-16 ayetlerinden devam edelim:
11 Bunun üzerine İsrail, “Öyleyse gidin” dedi, “Yalnız, torbalarınıza bu ülkenin en iyi ürünlerinden biraz pelesenk, biraz bal, kitre, laden, fıstık, badem koyun, Mısır’ın yöneticisine armağan olarak götürün. 12 Yanınıza iki kat para alın. Torbalarınızın ağzına konan parayı geri götürün. Belki bir yanlışlık olmuştur. 13 Kardeşinizi alıp gidin, o adamın yanına dönün. 14 Her Şeye Gücü Yeten Tanrı, adamın yüreğine size karşı merhamet koysun da, adam öbür kardeşinizle Benyamin’i size geri versin. Bana gelince, çocuklarımdan yoksun kalacaksam kalayım.” 15 Böylece kardeşler yanlarına armağanlar, iki kat para ve Benyamin’i alarak hemen Mısır’a gidip Yusuf’un huzuruna çıktılar. 16 Yusuf Benyamin’i yanlarında görünce, kâhyasına, “Bu adamları eve götür” dedi, “Bir hayvan kesip hazırla. Çünkü öğlen benimle birlikte yemek yiyecekler.”
Böylece Yakup oğullarını bir dua ile Mısır’a geri gönderip, onları Allah’ın gözetimine emanet etti. İyi olsun, kötü olsun, tüm günlerinde Allah’ı izlemeye söz vermişti. Bu günler ise kesinlikle kötü günler olarak görülüyordu. 26-34 ayetleriyle devam edelim:
26 Yusuf eve gelince, getirdikleri armağanları kendisine sunup önünde yere kapandılar. 27 Yusuf hatırlarını sorduktan sonra, “Bana sözünü ettiğiniz yaşlı babanız iyi mi?” dedi, “Hâlâ yaşıyor mu?” 28 Kardeşleri, “Babamız kulun iyi” diye yanıtladılar, “Hâlâ yaşıyor.” Sonra saygıyla eğilip yere kapandılar. 29 Yusuf göz gezdirirken kendisiyle aynı anneden olan kardeşi Benyamin’i gördü. “Bana sözünü ettiğiniz küçük kardeşiniz bu mu?” dedi, “Tanrı sana lütfetsin, oğlum.” 30 Sonra hemen oradan ayrıldı, çünkü kardeşini görünce yüreği sızlamıştı. Ağlayacak bir yer aradı. Odasına girip orada ağladı. 31 Yüzünü yıkadıktan sonra dışarı çıktı. Kendisini toparlayarak, “Yemeği getirin” dedi. 32 Yusuf’a ayrı, kardeşlerine ayrı, Yusuf’la yemek yiyen Mısırlılar’a ayrı hizmet edildi. Çünkü Mısırlılar İbraniler’le birlikte yemek yemez, bunu iğrenç sayarlardı. 33 Kardeşleri Yusuf’un önünde büyükten küçüğe doğru yaş sırasına göre oturdular. Şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar. 34 Yusuf’un masasından onlara yemek dağıtıldı. Benyamin’in payı ötekilerden beş kat fazlaydı. İçtiler, birlikte hoş vakit geçirdiler.
Yusuf’un kardeşlerinin dürüstlüğü değiştiklerini kanıtladı ve kardeşleri Şimon’u kurtarmak için geri gelmeleriyle sadakatlerini gösterdiler. Yusuf birbirleriyle yakından ilgilendiklerini ve tüm kıskançlık izlerinin silindiğini gördü, Benyamin’e ayrıcalıkla davranıldığında bile. Birinci ve ikinci denemeyi geçmişlerdi. Üçüncü ve son denemede nasıl davranacaklardı? İçlerinden birinin hayatı tehdit edilirse ne yapacaklardı? Bunu öğrenmek için Yaratılış 44. bölümü okumamız gerekiyor. 1-18 ayetleriyle başlayalım:
1 Yusuf kâhyasına, “Bu adamların torbalarına taşıyabilecekleri kadar yiyecek doldur” diye buyurdu, “Her birinin parasını torbasının ağzına koy. 2 En küçüğünün torbasına benim gümüş kâsemi ve buğdayının parasını koy.” Kâhya Yusuf’un buyruğunu yerine getirdi. 3 Sabah erkenden adamlar eşekleriyle yolcu edildi. 4 Onlar kentten pek uzaklaşmamıştı ki Yusuf kâhyasına, “Hemen o adamların peşine düş” dedi, “Onlara yetişince, ‘Niçin iyiliğe karşı kötülük yaptınız?’ de, 5 ‘Efendimin şarap içmek, fala bakmak için kullandığı kâse değil mi bu? Bunu yapmakla kötülük ettiniz.’ ” 6 Kâhya onlara yetişip bu sözleri yineledi. 7 Adamlar, “Efendim, neden böyle konuşuyorsun?” dediler, “Bizden uzak olsun, biz kulların böyle şey yapmayız. 8 Torbalarımızın ağzında bulduğumuz paraları Kenan ülkesinden sana geri getirdik. Nasıl 181 efendinin evinden altın ya da gümüş çalarız? 9 Kullarından birinde çıkarsa öldürülsün, geri kalanlar efendimin kölesi olsun.” 10 Kâhya, “Peki, dediğiniz gibi olsun” dedi, “Kimde çıkarsa kölem olacak, geri kalanlar suçsuz sayılacak.” 11 Hemen torbalarını indirip açtılar. 12 Kâhya büyükten küçüğe doğru hepsinin torbasını aradı. Kâse Benyamin’in torbasında çıktı. 13 Kardeşleri üzüntüden giysilerini yırttılar. Sonra torbalarını eşeklerine yükleyip kente geri döndüler. 14 Yahuda’yla kardeşleri Yusuf’un evine geldiğinde, Yusuf daha evdeydi. Önünde yere kapandılar. 15 Yusuf, “Nedir bu yaptığınız?” dedi, “Benim gibi birinin fala bakabileceği aklınıza gelmedi mi?” 16 Yahuda, “Ne diyelim, efendim?” diye karşılık verdi, “Nasıl anlatalım? Kendimizi nasıl temize çıkaralım? Tanrı suçumuzu ortaya çıkardı. Hepimiz köleniz artık, efendim; hem biz hem de kendisinde kâse bulunan kardeşimiz.” 17 Yusuf, “Benden uzak olsun!” dedi, “Yalnız kendisinde kâse bulunan kölem olacak. Siz esenlikle babanızın yanına dönün.” 18 Yahuda yaklaşıp, “Efendim, lütfen izin ver konuşayım” dedi, “Kuluna öfkelenme. Sen ravunla aynı yetkiye sahipsin.”
Yusuf onları köşeye sıkıştırmıştı ve denemelerin en kapsamlısı oynanacaktı. En büyük ağabeyler nasıl tepki vereceklerdi? İçine düştükleri çıkmazdan ötürü Benyamin’i suçlayıp cezalandıracaklar mıydı? Ona da Yusuf’a yaptıkları gibi sırtlarını mı döneceklerdi? Ve eğer böyle yapsalardı, Yusuf onları yine de bağışlar mıydı? Yusuf’un bunu öğrenmesi uzun sürmedi, zira Yahuda öne çıkarak söz istedi. Yusuf ona söz verdi ve Yahuda’nın söyleyeceklerini dikkatle dinledi. Yahuda tüm öyküyü bitirdiğinde, babasına ve kardeşine duyduğu sevgi güneş gibi parlıyordu. Ancak öyküsünün can alıcı noktası son cümlesindeydi. 33. ve 34. ayetlerde Yahuda şöyle diyor:
33 “Lütfen şimdi çocuğun yerine beni kölen kabul et. Çocuk kardeşleriyle birlikte geri dönsün. 34 O yanımda olmadan babamın yanına nasıl dönerim? Babamın başına gelecek kötülüğe dayanamam.”
Denemeyi başarıyla geçtiler! Yahuda, Benyamin’in hayatını kurtarmak ve babasının umutsuzluğa düşmemesi için kendi hayatını feda etmeye hazırdı. Yusuf bilmek istediği her şeyi görmüştü. Ağabeyleri değişmişti ve onun affına lâyıktılar. Ancak onları bağışlaması için denemesine gerek de yoktu. Bunu zaten yıllar önce yapmıştı. Yaratılış 45. bölümün başında okuyoruz:
1 Yusuf adamlarının önünde kendini tutamayıp, “Herkesi çıkarın buradan!” diye bağırdı. Kendini kardeşlerine tanıttığında yanında kimse olmasın istiyordu. 2 O kadar yüksek sesle ağladı ki, Mısırlılar ağlayışını işitti. Bu haber ravunun ev halkına da ulaştı. 3 Yusuf kardeşlerine, “Ben Yusuf’um!” dedi, “Babam yaşıyor mu?” Kardeşleri donup kaldı, yanıt veremediler.
Ağabeylerinin ağızları hayretten açıldı ve orada donakaldılar. Bu nasıl olabilirdi? 4-15 ayetlerini okuyarak dersimizi bitirelim:
4 Yusuf, “Lütfen bana yaklaşın” dedi. Onlar yaklaşınca Yusuf şöyle devam etti: “Mısır’a sattığınız kardeşiniz Yusuf benim. 5 Beni buraya sattığınız için üzülmeyin. Kendinizi suçlamayın. Tanrı insanlığı korumak için beni önden gönderdi. 6 Çünkü iki yıldır ülkede kıtlık var, beş yıl daha sürecek. Kimse çift süremeyecek, ekin biçemeyecek. 7 Tanrı yeryüzünde soyunuzu korumak ve harika biçimde canınızı kurtarmak için beni önünüzden gönderdi. 8 Beni buraya gönderen siz değilsiniz, Tanrı’dır. Beni firavunun başdanışmanı, sarayının efendisi, bütün Mısır ülkesinin yöneticisi yaptı. 9 Hemen babamın yanına gidin, ona oğlun Yusuf şöyle diyor deyin: ‘Tanrı beni Mısır ülkesine yönetici yaptı. Durma, yanıma gel. 10 Goşen bölgesine yerleşirsin; çocukların, torunların, davarların, sığırların ve sahip olduğun her şeyle birlikte yakınımda olursun. 11 Orada sana bakarım, çünkü kıtlık beş yıl daha sürecek. Yoksa sen de ailen ve sana bağlı olan herkes de perişan olursunuz.’ 12 “Hepiniz gözlerinizle görüyorsunuz, kardeşim Benyamin, sen de görüyorsun konuşanın gerçekten ben olduğumu. 13 Mısır’da ne denli güçlü olduğumu ve bütün gördüklerinizi babama anlatın. Babamı hemen buraya getirin.” 14 Sonra kardeşi Benyamin’in boynuna sarılıp ağladı. Benyamin de ağlayarak ona sarıldı. 15 Yusuf ağlayarak bütün kardeşlerini öptü. Sonra kardeşleri onunla konuşmaya başladı.
Yusuf’un ağabeylerini bağışlaması ve kucaklaması, tanık olmak için çok güçlü bir sahne olmalı. Havaalanında bir araya gelen bir aileyi görenler, bu yeniden birleşmenin ne kadar daha mutlu olduğunu hayal edebilirler. Ancak aile, Yakup ve ailenin geri kalanı Mısır’a gelmeden tam olmayacaktı. Hem Allah’ın İbrahim’e verdiği vaadin yerine gelmesini sağlayacak, hem de Allah’ın kudretinin en büyük göstergelerinden biri ile sonuçlanacak bir eylem.
Bu bağışlama öyküsü, bize Türkiye’nin en önemli anlarından birini hatırlatıyor. 1934 yılında Atatürk Çanakkale savaşlarının anısına bir konuşma yaptı. Acı davranarak Anzak saldırılarına odaklanmak yerine, o da bağışlamanın ve kabullenmenin geniş yolunu seçerek, ölenlere saygısını ifade etti:
“Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Ne hayret verici bir ifade! Çanakkale savaşlarında binlerce Türk askeri hayatını, binlerce Türk anne ise oğullarını kaybetti. Bu, Atatürk’ün Türk askerinin kahramanlığı, yabancı işgal kuvvetlerinin acımasızlığı ve Türk ordusunun muazzam zaferi hakkında konuşabilmesi için mükemmel bir andı. Fakat o tarihin bu bölümünü, yabancı kuvvet askerlerinin annelerini teselli ederek ve uzlaşma ve bağışlama sözleri sunarak kapatmayı tercih etti. Nasıl bir insan ihaneti, hatta savaşı bu şekilde karşılayabilir? Bağışlayıcı bir insan!
Bağışlama güçlüdür! Ayrıca, uzlaşma için gerekli bir unsur- dur. Hepimiz annemizle, babamızla, kocamızla, karımızla, ağabeyimizle, ablamızla, kardeşimizle ve komşularımızla iyileşmiş ilişkilerimiz olmasını isteriz. Fakat bazen bağışlanmayı hak etmediğini düşündüğümüz birini bağışlamak çok zordur. Peki siz bağışlamazsanız, bağışlanmayı nasıl bekleyebilirsiniz? Yusuf dürüstlüğünü ve bağışlayıcılığını koruyarak kölelikten hükümdarlığa geçti. Bu bağışlayıcılığı, sevgi dolu ve bağışlayıcı bir Allah’tan öğrenmişti. Merhamet ve lütuf hakkında bütün bildiklerini, Allah’ın insanlıkla ilgilenme yöntemine bakarak öğrenmişti. Siz de iyileşmiş ilişkileri bulabilirsiniz! Nasıl? Bağışlayarak ve af dileyerek! Yusuf onu köle olarak satan ve babalarına yalan söyleyen ağabeylerini affedebildiyse, bize çok daha azını yapan insanları affetmemiz ne kadar da gereklidir? Bağışlamazlığınızın, bağışlanmanızın önünde engel olmasına izin vermeyin!
Tartışma Soruları
1. Öfkelenmenin ve kin tutmanın bağışlamaktan ne kadar daha kolay olduğuna hiç dikkat ettiniz mi? Sizce neden
böyle?
2. Benyamin’de bu kadar özel olan neydi ki, Yakup onun gitmesine izin vermedi?
3. Yusuf ağabeylerine kimliğini açıklamadan önce neden onları denemek istedi? Birini bağışlamadan önce onu
denemenizde bir hikmet var mı?
4. Allah’ı nasıl görüyorsunuz? O daha çok Behnaz’ın ailesi gibi mi, yoksa Yusuf gibi mi?