İlk iki dersimizde Yaratıcı’yı yarattığı şeyler ile ve Kutsal Yazılar’da açıklanan eylemleri aracılığıyla tanımaya karar vermiştik. Allah’ı daha iyi anlamaya çalışarak, O’nun yaşamlarımızda neyi değiştirmeyi istediğini ve neyi değiştirmeyi istemediğini anlayabilmeyi umu- yoruz. Kaderin hangi yönlerinin değiştirilebilir, hangi yönlerinin değiştirilemez olduğunu anlamayı umuyoruz. Hepimiz daha iyi bir geleceğimizin olmasını isteriz. Dünyada kötülükten korunmak, hem kendimizin hem de ailemizin geleceğimizi gizleyen perdenin ardında pusuya yatmış olan tehlikeden güvencede olmasını isteriz. Geçmişi gözden geçirmekten daha iyi bir başlangıç yolu var mı?
Başlangıçta Allah’ın dünyayı mükemmel yarattığını gördük. Ölüm, üzüntü ve acı yoktu. Seven bir Tanrı’dan bunu bekleriz. Fakat pek çoğumuz dünyada gördüğümüz kötülüğe şaşar ve nereden geldiğini merak ederiz. Gazetelerde her gün anne babalarını veya kendilerini öldüren çocukların haberleri yayınlanıyor. Erkekler ve kadınlar ilişki yaşayıp, bu nedenle birbirlerini öldürüyorlar. İnsanlar kuralları atlatmak veya konumlarından faydalanmak için rüşvet veriyor veya alıyorlar. Artık standart bir uygulama haline gelen, yüksek vergilerden kaçınmak için devlete gelir beyan etmeyip sahte makbuzlar kullanmaktan ise söz etmeye bile gerek yok. Belki bazılarımız, örtbas etmeye çalıştığınız şey her neyse yanınıza kalırsa, yalan söylemekte sorun olmadığını düşünüyordur. Fakat yalan gerçek değildir ve hepimiz gerçeğin iyi olduğunu düşünüyoruz, öyle değil mi? Öyleyse neden bu kadar çok kişi kötü şeyler yapıyor? Bazıları, dünyanın sorunlarının çözümünün yönetimlerde bulunabileceğini düşünür.
“Belki tüm yetkiyi bir kişinin eline verirsek ve her dediğini yaparsak, kasabalarımız, kentlerimiz ve ülkemiz daha iyi olur” diye düşündüler.
Fakat çok geçmeden kralların ve kraliçelerin sorunlarını çözemediğini, çünkü onların da en az kendileri kadar yozlaşmış olduklarını gördüler.
“Yönetimi değiştirirsek dünyanın bütün sorunlarını çözeriz” dediler.
Böylece komünizmi, sosyalizmi, demokrasiyi denediler. Fakat çok geçmeden politbüronun, devletin ve seçilen memurların da yozlaşmış olduklarını fark ettiler. Güç ve prestij arzularını kapıda bırakıp işe koyulabilecekleri kri, sadece bir kirden ibaretti!
Birbirlerine “Hiç dürüst kimse kalmadı mı?” diye sordular.
Bazıları kötülük sorunun çözümünün eğitim olduğunu düşünür.
“İnsanları eğitirsek iyi olurlar” derler.
Fakat dünyadaki en büyük hırsızların bazılarının eğitimli olduğunu fark etmek için çok fazla araştırma yapmanız gerekmez. Evet, bazıları hâlâ sokakta kapkaç yapıyor. Fakat üniversiteye gidip şık takım elbiseler giyen kişiler arasında da en az o kadar hırsızlık var. Denizaşırı bankacılık uygulamalarını kullanarak, sahte işyerlerine yatırım yaparak ve kendilerine milyon dolarlık ikramiyeler vererek, şirketlerden tüm parayı çalıyorlar. Tabii ki bir de bilgisayar bilgileriyle bankaların ve kredi kartı şirketlerinin elektronik sistemlerine izinsiz giren bilgisayar korsanları var. Bunlar da çok eğitimli günahkârlar ve hırsızlar.
Hiç üç yaşında iki çocuğu birlikte oynarken seyrettiniz mi? Bazen eşyaları kaparlar, birbirlerine vururlar ve neredeyse hiçbir zaman paylaşmak istemezler. Onlara bu şeyleri kim öğretti? Hiç kimse; bunu doğal olarak yapıyorlar. Fakat anne-baba olarak göreviniz müdahale etmek, çünkü bunun yanlış olduğunu biliyorsunuz. Çocukları genellikle “kötü” olarak düşünmeyiz, çünkü doğru ile yanlışı ayıramazlar. Peki neden doğal olarak doğru olanı yapmıyorlar? Allah insanları onlara kötü şeyler yaptıran bir tür arızayla mı yarattı? Yaratılış kitapçığının ilk iki bölümünde okuduğumuz şey bu değil. Belki de günah ve yozlaşma sorunu düşündüğümüzden daha derindir!
Kaderimizi, Allah’ın dünyadaki faaliyetini ve çevremizde olup bitenleri anlamak istiyorsak, günahın nereden geldiğini bilmemiz gerekir. Onun doğasını ve her bir insanı nasıl etkilediğini anlamamız gerekir. Çevremize dair bu temel unsuru anlamazsak, tehlikeli bir dünyada kaderimizi değiştirme umuduna sahip olamayız. Belki bir çiftçi örneği konuya bir miktar ışık tutabilir.
Bir zamanlar bir çiftçiye Tarım Bakanlığı’ndan bir adam gelmiş. Bakanlık temsilcisi çiftçiye şöyle demiş:
“Bu organik fasulyeleri ve doğal böcek ilaçlarını kullanırsanız, gelecek yıl geldiğimde ürünlerinizi alırım. Fakat bunları kullanmazsanız, sizden hiçbir şey almam.”
Çok geçmeden çiftçiye başka bir adam gelerek şöyle demiş:
“Baksana, bu genetik olarak geliştirilmiş tohumları ve bu kimyasal böcek öldürücüyü kullanırsan, tarlandan daha fazla ürün alabilirsin, devletin haberi bile olmaz. Fazladan ürünlerle kazanacağın parayı düşün.”
Çiftçi ikinci adama inanmış ve genetik olarak değiştirilmiş tohumları alarak tarlasına bunları ekmiş. Yaz boyunca ürünleri sulamış ve otları kontrol altında tutmuş. Toprağı sürekli sürerek böcek ilaçlarını dökmüş. Fasulyelerin ne kadar iyi büyüdüklerini görünce heyecanlanmış. Ancak hasat zamanı geldiğinde, fasulyelerin iyi görünmelerine rağmen tatsız olduklarını ve farklı bir şekilde olduklarını fark etmiş. Çiftçi bu ürünü büyük emekle kaldırmış, bu yüzden bakanlık temsilcisinin yine de alacağını ummuş. Fakat Tarım Bakanlığı’nın temsilcisi geldiğinde, çiftçinin ürününü kabul etmemiş ve aynen söylediği gibi, tek bir fasulye bile almamış.
Çiftçi kendi kendine şöyle demiş:
“Belki bu fasulyeleri alıp tekrar ekersem, ertesi yıl iyi ürün verirler.”
Böylece çiftçi fasulyeleri tekrar ekmiş, fakat sonuç aynı olmuş. Fasulyeler berbatmış! Hükümet yetkilisi çiftçinin yanlış tohumları kullandığını bildiği gibi, ondan hiçbir ürün almamış ve çiftçi i as etmiş. Çiftçi ne kadar uğraştıysa da sorunu çözememiş, çünkü tohumlar bozukmuş. Kutsal Yazılar’a göre, insanlarda da aynı sorun var. Fakat durum her zaman böyle değildi.
İlk yaratılış öyküsünden, Allah’ın her şeyi düzenli bir şekilde ve altı günde yarattığını biliyoruz. İşini tamamladığında ise, her şeyin çok iyi olduğunu söyledi. Hayvanlar meraların çimenlerini ve ağaçların meyvelerini yiyorlardı. Öldürme, ölüm veya günah yoktu. Kısacası, Adem ve Havva mükemmel bir dünyada yaşayan mükemmel bir çiftti ve mükemmel bir Tanrı’yla mükemmel bir birliktelik içindeydiler.
Fakat hayatları aylaklık ve keyif arayışıyla geçmiyordu. Onlara bahçeye bakma görevi ve yapıp yapamayacakları şeylerle ilgili kesin talimatlar verilmişti. Eğer Allah’ın talimatlarına göre yaşasalardı, sonsuza kadar yaşayacaklardı. Yaratılış 2. bölüm, 16. ve 17. ayetleri okuyarak başlayalım:
16 Ona,“Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu, 17 “Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”
Bugün yaşadığımız hayatlara kıyasla, Adem ile Havva’nın hayatı oldukça basitti. Güzel bir bahçede yaşıyorlardı ve yerine getirmeleri gereken tek bir kural vardı. Ancak o kuralı çiğnemeleri halinde, cezası ölüm olacaktı. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyoruz, fakat daha sonra, hayvanların en kurnazı olan yılan, bahçede Havva’nın yanına geldi. Bunu yaratılış 3. bölüm, 1-5 ayetlerinde okuyabiliriz:
1 RAB Tanrı’nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, “Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?” diye sordu. 2 Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz” diye yanıtladı, 3 “Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.” 4 Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi, 5 “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”
Yılan bize çiftçinin öyküsündeki hangi kişiyi hatırlatıyor? Şüphesiz, genetik olarak değiştirilmiş tohumunu satan satıcıyı hatırlatıyor. Her ikisi de aldatmak için yalana başvurdular, ancak yılan bir adım daha ileri gidip Allah’ı yalancılıkla suçladı! Ayrıca, Havva’ya tıpkı Allah gibi olacağını söyleyerek onu ayarttı. Havva ise oradan uzaklaşmak yerine, tıpkı çiftçi gibi, büyük bir hata yaptı. Orada kalıp yılanın söyledikleri üzerinde düşündü ve harekete geçti. 6-8 ayetleriyle devam edelim:
6 Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. 7 İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. 8 Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı’nın sesini duydular. O’ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler.
Adem ile Havva yılana inanarak yasak meyveyi yediler. Zihinlerinde bir öneri olarak başlayan şey, kaçınmaları söylenmiş olan bir şeye karşı duydukları şiddetli arzuya dönüştü; bu arzu, onların kendilerini yaratan Allah’tan kuşku duymalarına ve O’nun sözü ile yetkisine karşı isyan etmelerine neden oldu. İsyanlarından utanarak, üstlerini örttüler ve çalıların arasına saklandılar. Neler olduğunu 9-12 ayetlerinde görelim:
9 RAB Tanrı Adem’e, “Neredesin?” diye seslendi. 10 Adem, “Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim” dedi. 11 RAB Tanrı, “Çıplak olduğunu sana kim söyledi?” diye sordu, “Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?” 12 Adem, “Yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim” diye yanıtladı.
Adem’de dramatik değişiklikler meydana geldiğini görüyoruz. Adem’in günah işlemeden önce korkması, utanması veya başkalarını suçlaması için hiçbir neden yoktu. Fakat günah işledikten sonra Allah’a karşı tavrı değişti ve başlangıçta Bahçe’de birlikte yürüdüğü Kişi’den korkmaya başladı. Ayrıca çıplaklığından utandığını ve artık kendisinde Allah’ın huzurunda duracak gücü bulamadığını da görüyoruz. Yoldaşı olması gereken kadın ise, artık günahının sorumlusuydu. Suçlu kişilerin hatalarından dolayı başkalarını suçlamaya eğilimli olmaları ilginçtir. Fakat gerçek şu ki, hiç kimse suçlarının bedelini ödemeye yanaşmaz. Allah, önceden cezasını ölüm olarak belirlediği bu isyana nasıl karşılık verecekti? Kutsal Kitap’a geri dönerek, 13-24 ayetlerini okuyalım:
13 RAB Tanrı kadına, “Nedir bu yaptığın?” diye sordu. Kadın, “Yılan beni aldattı, o yüzden yedim” diye karşılık verdi. 14 Bunun üzerine RAB Tanrı yılana, “Bu yaptığından ötürü bütün evcil ve yabanıl hayvanların en lanetlisi sen olacaksın” dedi, “Karnının üzerinde sürünecek, yaşamın boyunca toprak yiyeceksin. 15 Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, sen onun topuğuna saldıracaksın.” 16 RAB Tanrı kadına, “Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim” dedi, “Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın, seni o yönetecek. 17 RAB Tanrı Adem’e, “Karının sözünü dinlediğin ve sana, meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi” dedi, “Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. 18 Toprak sana diken ve çalı verecek, yaban otu yiyeceksin. 19 Toprağa dönünceye dek ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin."20 Adem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi. 21 RAB Tanrı Adem’le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi. 22 Sonra, “Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu” dedi, “Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.” 23 Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Adem’i Aden bahçesinden çıkardı. 24 Onu kovdu. Yaşam ağacının yolunu denetlemek için de Aden bahçesinin doğusuna Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.
Bildikleri yaşam sona ermişti! Adem ile Havva cennetten kovuldular ve yaşam ağacına erişemedikleri zaman, sonunda öleceklerdi. Allah ölüm cezasını o anda infaz edebilirdi, fakat bunu yapmadı. Suçun yılanda olduğunu biliyordu, bu yüzden onun yok edileceğini söyledi. Peki bunun anlamı neydi? Ayrıca bunu kim yapacaktı?
Tıpkı çiftçinin bağlılığını devletten tohum satıcısına aktarması gibi, Adem ile Havva da bağlılıklarını Allah’tan yılana aktardı. Eski bir atasözü “Sana hükmedenin uşağısındır” der. Adem ile Havva yılanı dinlemeyi seçtiklerinde, esasen onun uşağı haline geldiler ve bunun da bazı sonuçları oldu. Çünkü Adem ile Havva için, bedenlerinde, tavırlarında ve yaşadıkları dünyada değişiklikler meydana gelmeye başlamıştı. Aynı değişiklikler nesilden nesile geçti. Böylece ölüm, sıkıntı, zahmetli emek, hastalık ve günah doğal hale geldi.
Çocuklar dahil olmak üzere, hepimiz ölüyoruz. Günah dünyamıza geldiğinde, yaşam değişti. İnsan tabiatı değişerek kötüye gitti. Tıpkı genetik olarak değiştirilmiş tohumlar gibi, Adem ile Havva’dan bize günahın ve ölümün tohumları geçti. Üzerimizdeki ölüm hükmünü kaldırmak için ne yapılabilir? Tabiatımız iyi ürün veremeyen genetik olarak değiştirilmiş tohumlar gibiyse, Allah nasıl bizi kabul edebilir?
Bir gün dört yaşında bir çocuk annesinin yanında dişlerini fırçalıyormuş. Birden diş fırçası elinden kaymış ve lavabodan sekerek tuvaletin içine girmiş. Çocuk annesine şöyle demiş,
“Anne, o diş fırçasını tekrar kullanabilmek için gerçekten çok temizlemeliyiz, öyle değil mi?”
Annesi ona,
“Oğlum, o fırçayı hiçbir zaman ağzına tekrar sokabilecek kadar iyi temizleyemezsin. Sonsuza dek kirlendi” demiş.
Günah insanlığı, dünyayı düzeltmek için göstereceğimiz tüm çabaların boşa çıkacağı bir şekilde değiştirdi. Allah’ın önünde lekelendik ve bunu düzeltemeyiz. O’nun huzuruna gelemeyiz. Tıpkı Adem ile Havva’nın cennetten kovulup yaşam ağacına erişememeleri gibi, biz de kirliyiz ve oraya giremeyiz. Tıpkı Adem ile Havva gibi biz de ölüyoruz. Çocuklarımız için de böyle olacak. Varlığımızın genetik düzeni günah yüzünden değişti. Bu durum için herhangi bir umut var mı? Bu, değiştirilemez bir kaderin parçası mı?
Tartışma Soruları
1. Sizce yılan neden Allah hakkında yalan söyleyerek Adem ile Havva’nın günah işlemesini istedi? Yılan bir şeyin
simgesi olursa, kimin ya da neyin simgesi olur?
2. Tıpkı fiziksel özellik, kişisel özellik, ve hastalıkların anne-babadan alındığı gibi, insanların günah eğilimini anne
babalarından devralmış olmaları mümkün müdür?
3. Allah Adem ile Havva’nın günah işlemeleri halinde öleceklerini söyledi. Doğruyu yanlıştan ayıramayan bir çocuk,
neden doğruyu ve yanlışı bilen yetişkinler gibi ölüyor?
4. Tavırlarımız, eylemlerimiz, hatta bedenlerimiz Allah’ın önünde lekeli haldedir. Bedenlerimiz, tavırlarımız veya
dünyamız ne zaman temizlenebilir ve onları kim temizleyebilir?
5. Biz insanlar Allah’ın huzurunda duramayacak kadar günahlıysak, bu durumda günahla lekelenmiş olmalıyız. Düzenli olarak dua etmenin bizi bu lekeden temizlemesi mümkün müdür? Dua nasıl günahın lekesini temizleyebilir? Dua
bizim günah lekelerimizi temizliyorsa, neden yeryüzünde mükemmel değiliz? Şu anda Allah’ın mevcudiyetine neden dayanamayız?
Başlangıçta Allah’ın dünyayı mükemmel yarattığını gördük. Ölüm, üzüntü ve acı yoktu. Seven bir Tanrı’dan bunu bekleriz. Fakat pek çoğumuz dünyada gördüğümüz kötülüğe şaşar ve nereden geldiğini merak ederiz. Gazetelerde her gün anne babalarını veya kendilerini öldüren çocukların haberleri yayınlanıyor. Erkekler ve kadınlar ilişki yaşayıp, bu nedenle birbirlerini öldürüyorlar. İnsanlar kuralları atlatmak veya konumlarından faydalanmak için rüşvet veriyor veya alıyorlar. Artık standart bir uygulama haline gelen, yüksek vergilerden kaçınmak için devlete gelir beyan etmeyip sahte makbuzlar kullanmaktan ise söz etmeye bile gerek yok. Belki bazılarımız, örtbas etmeye çalıştığınız şey her neyse yanınıza kalırsa, yalan söylemekte sorun olmadığını düşünüyordur. Fakat yalan gerçek değildir ve hepimiz gerçeğin iyi olduğunu düşünüyoruz, öyle değil mi? Öyleyse neden bu kadar çok kişi kötü şeyler yapıyor? Bazıları, dünyanın sorunlarının çözümünün yönetimlerde bulunabileceğini düşünür.
“Belki tüm yetkiyi bir kişinin eline verirsek ve her dediğini yaparsak, kasabalarımız, kentlerimiz ve ülkemiz daha iyi olur” diye düşündüler.
Fakat çok geçmeden kralların ve kraliçelerin sorunlarını çözemediğini, çünkü onların da en az kendileri kadar yozlaşmış olduklarını gördüler.
“Yönetimi değiştirirsek dünyanın bütün sorunlarını çözeriz” dediler.
Böylece komünizmi, sosyalizmi, demokrasiyi denediler. Fakat çok geçmeden politbüronun, devletin ve seçilen memurların da yozlaşmış olduklarını fark ettiler. Güç ve prestij arzularını kapıda bırakıp işe koyulabilecekleri kri, sadece bir kirden ibaretti!
Birbirlerine “Hiç dürüst kimse kalmadı mı?” diye sordular.
Bazıları kötülük sorunun çözümünün eğitim olduğunu düşünür.
“İnsanları eğitirsek iyi olurlar” derler.
Fakat dünyadaki en büyük hırsızların bazılarının eğitimli olduğunu fark etmek için çok fazla araştırma yapmanız gerekmez. Evet, bazıları hâlâ sokakta kapkaç yapıyor. Fakat üniversiteye gidip şık takım elbiseler giyen kişiler arasında da en az o kadar hırsızlık var. Denizaşırı bankacılık uygulamalarını kullanarak, sahte işyerlerine yatırım yaparak ve kendilerine milyon dolarlık ikramiyeler vererek, şirketlerden tüm parayı çalıyorlar. Tabii ki bir de bilgisayar bilgileriyle bankaların ve kredi kartı şirketlerinin elektronik sistemlerine izinsiz giren bilgisayar korsanları var. Bunlar da çok eğitimli günahkârlar ve hırsızlar.
Hiç üç yaşında iki çocuğu birlikte oynarken seyrettiniz mi? Bazen eşyaları kaparlar, birbirlerine vururlar ve neredeyse hiçbir zaman paylaşmak istemezler. Onlara bu şeyleri kim öğretti? Hiç kimse; bunu doğal olarak yapıyorlar. Fakat anne-baba olarak göreviniz müdahale etmek, çünkü bunun yanlış olduğunu biliyorsunuz. Çocukları genellikle “kötü” olarak düşünmeyiz, çünkü doğru ile yanlışı ayıramazlar. Peki neden doğal olarak doğru olanı yapmıyorlar? Allah insanları onlara kötü şeyler yaptıran bir tür arızayla mı yarattı? Yaratılış kitapçığının ilk iki bölümünde okuduğumuz şey bu değil. Belki de günah ve yozlaşma sorunu düşündüğümüzden daha derindir!
Kaderimizi, Allah’ın dünyadaki faaliyetini ve çevremizde olup bitenleri anlamak istiyorsak, günahın nereden geldiğini bilmemiz gerekir. Onun doğasını ve her bir insanı nasıl etkilediğini anlamamız gerekir. Çevremize dair bu temel unsuru anlamazsak, tehlikeli bir dünyada kaderimizi değiştirme umuduna sahip olamayız. Belki bir çiftçi örneği konuya bir miktar ışık tutabilir.
Bir zamanlar bir çiftçiye Tarım Bakanlığı’ndan bir adam gelmiş. Bakanlık temsilcisi çiftçiye şöyle demiş:
“Bu organik fasulyeleri ve doğal böcek ilaçlarını kullanırsanız, gelecek yıl geldiğimde ürünlerinizi alırım. Fakat bunları kullanmazsanız, sizden hiçbir şey almam.”
Çok geçmeden çiftçiye başka bir adam gelerek şöyle demiş:
“Baksana, bu genetik olarak geliştirilmiş tohumları ve bu kimyasal böcek öldürücüyü kullanırsan, tarlandan daha fazla ürün alabilirsin, devletin haberi bile olmaz. Fazladan ürünlerle kazanacağın parayı düşün.”
Çiftçi ikinci adama inanmış ve genetik olarak değiştirilmiş tohumları alarak tarlasına bunları ekmiş. Yaz boyunca ürünleri sulamış ve otları kontrol altında tutmuş. Toprağı sürekli sürerek böcek ilaçlarını dökmüş. Fasulyelerin ne kadar iyi büyüdüklerini görünce heyecanlanmış. Ancak hasat zamanı geldiğinde, fasulyelerin iyi görünmelerine rağmen tatsız olduklarını ve farklı bir şekilde olduklarını fark etmiş. Çiftçi bu ürünü büyük emekle kaldırmış, bu yüzden bakanlık temsilcisinin yine de alacağını ummuş. Fakat Tarım Bakanlığı’nın temsilcisi geldiğinde, çiftçinin ürününü kabul etmemiş ve aynen söylediği gibi, tek bir fasulye bile almamış.
Çiftçi kendi kendine şöyle demiş:
“Belki bu fasulyeleri alıp tekrar ekersem, ertesi yıl iyi ürün verirler.”
Böylece çiftçi fasulyeleri tekrar ekmiş, fakat sonuç aynı olmuş. Fasulyeler berbatmış! Hükümet yetkilisi çiftçinin yanlış tohumları kullandığını bildiği gibi, ondan hiçbir ürün almamış ve çiftçi i as etmiş. Çiftçi ne kadar uğraştıysa da sorunu çözememiş, çünkü tohumlar bozukmuş. Kutsal Yazılar’a göre, insanlarda da aynı sorun var. Fakat durum her zaman böyle değildi.
İlk yaratılış öyküsünden, Allah’ın her şeyi düzenli bir şekilde ve altı günde yarattığını biliyoruz. İşini tamamladığında ise, her şeyin çok iyi olduğunu söyledi. Hayvanlar meraların çimenlerini ve ağaçların meyvelerini yiyorlardı. Öldürme, ölüm veya günah yoktu. Kısacası, Adem ve Havva mükemmel bir dünyada yaşayan mükemmel bir çiftti ve mükemmel bir Tanrı’yla mükemmel bir birliktelik içindeydiler.
Fakat hayatları aylaklık ve keyif arayışıyla geçmiyordu. Onlara bahçeye bakma görevi ve yapıp yapamayacakları şeylerle ilgili kesin talimatlar verilmişti. Eğer Allah’ın talimatlarına göre yaşasalardı, sonsuza kadar yaşayacaklardı. Yaratılış 2. bölüm, 16. ve 17. ayetleri okuyarak başlayalım:
16 Ona,“Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin” diye buyurdu, 17 “Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.”
Bugün yaşadığımız hayatlara kıyasla, Adem ile Havva’nın hayatı oldukça basitti. Güzel bir bahçede yaşıyorlardı ve yerine getirmeleri gereken tek bir kural vardı. Ancak o kuralı çiğnemeleri halinde, cezası ölüm olacaktı. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyoruz, fakat daha sonra, hayvanların en kurnazı olan yılan, bahçede Havva’nın yanına geldi. Bunu yaratılış 3. bölüm, 1-5 ayetlerinde okuyabiliriz:
1 RAB Tanrı’nın yarattığı yabanıl hayvanların en kurnazı yılandı. Yılan kadına, “Tanrı gerçekten, ‘Bahçedeki ağaçların hiçbirinin meyvesini yemeyin’ dedi mi?” diye sordu. 2 Kadın, “Bahçedeki ağaçların meyvelerinden yiyebiliriz” diye yanıtladı, 3 “Ama Tanrı, ‘Bahçenin ortasındaki ağacın meyvesini yemeyin, ona dokunmayın; yoksa ölürsünüz’ dedi.” 4 Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi, 5 “Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız.”
Yılan bize çiftçinin öyküsündeki hangi kişiyi hatırlatıyor? Şüphesiz, genetik olarak değiştirilmiş tohumunu satan satıcıyı hatırlatıyor. Her ikisi de aldatmak için yalana başvurdular, ancak yılan bir adım daha ileri gidip Allah’ı yalancılıkla suçladı! Ayrıca, Havva’ya tıpkı Allah gibi olacağını söyleyerek onu ayarttı. Havva ise oradan uzaklaşmak yerine, tıpkı çiftçi gibi, büyük bir hata yaptı. Orada kalıp yılanın söyledikleri üzerinde düşündü ve harekete geçti. 6-8 ayetleriyle devam edelim:
6 Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. 7 İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar. 8 Derken, günün serinliğinde bahçede yürüyen RAB Tanrı’nın sesini duydular. O’ndan kaçıp ağaçların arasına gizlendiler.
Adem ile Havva yılana inanarak yasak meyveyi yediler. Zihinlerinde bir öneri olarak başlayan şey, kaçınmaları söylenmiş olan bir şeye karşı duydukları şiddetli arzuya dönüştü; bu arzu, onların kendilerini yaratan Allah’tan kuşku duymalarına ve O’nun sözü ile yetkisine karşı isyan etmelerine neden oldu. İsyanlarından utanarak, üstlerini örttüler ve çalıların arasına saklandılar. Neler olduğunu 9-12 ayetlerinde görelim:
9 RAB Tanrı Adem’e, “Neredesin?” diye seslendi. 10 Adem, “Bahçede sesini duyunca korktum. Çünkü çıplaktım, bu yüzden gizlendim” dedi. 11 RAB Tanrı, “Çıplak olduğunu sana kim söyledi?” diye sordu, “Sana meyvesini yeme dediğim ağaçtan mı yedin?” 12 Adem, “Yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim” diye yanıtladı.
Adem’de dramatik değişiklikler meydana geldiğini görüyoruz. Adem’in günah işlemeden önce korkması, utanması veya başkalarını suçlaması için hiçbir neden yoktu. Fakat günah işledikten sonra Allah’a karşı tavrı değişti ve başlangıçta Bahçe’de birlikte yürüdüğü Kişi’den korkmaya başladı. Ayrıca çıplaklığından utandığını ve artık kendisinde Allah’ın huzurunda duracak gücü bulamadığını da görüyoruz. Yoldaşı olması gereken kadın ise, artık günahının sorumlusuydu. Suçlu kişilerin hatalarından dolayı başkalarını suçlamaya eğilimli olmaları ilginçtir. Fakat gerçek şu ki, hiç kimse suçlarının bedelini ödemeye yanaşmaz. Allah, önceden cezasını ölüm olarak belirlediği bu isyana nasıl karşılık verecekti? Kutsal Kitap’a geri dönerek, 13-24 ayetlerini okuyalım:
13 RAB Tanrı kadına, “Nedir bu yaptığın?” diye sordu. Kadın, “Yılan beni aldattı, o yüzden yedim” diye karşılık verdi. 14 Bunun üzerine RAB Tanrı yılana, “Bu yaptığından ötürü bütün evcil ve yabanıl hayvanların en lanetlisi sen olacaksın” dedi, “Karnının üzerinde sürünecek, yaşamın boyunca toprak yiyeceksin. 15 Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, sen onun topuğuna saldıracaksın.” 16 RAB Tanrı kadına, “Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim” dedi, “Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın, seni o yönetecek. 17 RAB Tanrı Adem’e, “Karının sözünü dinlediğin ve sana, meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi” dedi, “Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın. 18 Toprak sana diken ve çalı verecek, yaban otu yiyeceksin. 19 Toprağa dönünceye dek ekmeğini alın teri dökerek kazanacaksın. Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin."20 Adem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi. 21 RAB Tanrı Adem’le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi. 22 Sonra, “Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu” dedi, “Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.” 23 Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Adem’i Aden bahçesinden çıkardı. 24 Onu kovdu. Yaşam ağacının yolunu denetlemek için de Aden bahçesinin doğusuna Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.
Bildikleri yaşam sona ermişti! Adem ile Havva cennetten kovuldular ve yaşam ağacına erişemedikleri zaman, sonunda öleceklerdi. Allah ölüm cezasını o anda infaz edebilirdi, fakat bunu yapmadı. Suçun yılanda olduğunu biliyordu, bu yüzden onun yok edileceğini söyledi. Peki bunun anlamı neydi? Ayrıca bunu kim yapacaktı?
Tıpkı çiftçinin bağlılığını devletten tohum satıcısına aktarması gibi, Adem ile Havva da bağlılıklarını Allah’tan yılana aktardı. Eski bir atasözü “Sana hükmedenin uşağısındır” der. Adem ile Havva yılanı dinlemeyi seçtiklerinde, esasen onun uşağı haline geldiler ve bunun da bazı sonuçları oldu. Çünkü Adem ile Havva için, bedenlerinde, tavırlarında ve yaşadıkları dünyada değişiklikler meydana gelmeye başlamıştı. Aynı değişiklikler nesilden nesile geçti. Böylece ölüm, sıkıntı, zahmetli emek, hastalık ve günah doğal hale geldi.
Çocuklar dahil olmak üzere, hepimiz ölüyoruz. Günah dünyamıza geldiğinde, yaşam değişti. İnsan tabiatı değişerek kötüye gitti. Tıpkı genetik olarak değiştirilmiş tohumlar gibi, Adem ile Havva’dan bize günahın ve ölümün tohumları geçti. Üzerimizdeki ölüm hükmünü kaldırmak için ne yapılabilir? Tabiatımız iyi ürün veremeyen genetik olarak değiştirilmiş tohumlar gibiyse, Allah nasıl bizi kabul edebilir?
Bir gün dört yaşında bir çocuk annesinin yanında dişlerini fırçalıyormuş. Birden diş fırçası elinden kaymış ve lavabodan sekerek tuvaletin içine girmiş. Çocuk annesine şöyle demiş,
“Anne, o diş fırçasını tekrar kullanabilmek için gerçekten çok temizlemeliyiz, öyle değil mi?”
Annesi ona,
“Oğlum, o fırçayı hiçbir zaman ağzına tekrar sokabilecek kadar iyi temizleyemezsin. Sonsuza dek kirlendi” demiş.
Günah insanlığı, dünyayı düzeltmek için göstereceğimiz tüm çabaların boşa çıkacağı bir şekilde değiştirdi. Allah’ın önünde lekelendik ve bunu düzeltemeyiz. O’nun huzuruna gelemeyiz. Tıpkı Adem ile Havva’nın cennetten kovulup yaşam ağacına erişememeleri gibi, biz de kirliyiz ve oraya giremeyiz. Tıpkı Adem ile Havva gibi biz de ölüyoruz. Çocuklarımız için de böyle olacak. Varlığımızın genetik düzeni günah yüzünden değişti. Bu durum için herhangi bir umut var mı? Bu, değiştirilemez bir kaderin parçası mı?
Tartışma Soruları
1. Sizce yılan neden Allah hakkında yalan söyleyerek Adem ile Havva’nın günah işlemesini istedi? Yılan bir şeyin
simgesi olursa, kimin ya da neyin simgesi olur?
2. Tıpkı fiziksel özellik, kişisel özellik, ve hastalıkların anne-babadan alındığı gibi, insanların günah eğilimini anne
babalarından devralmış olmaları mümkün müdür?
3. Allah Adem ile Havva’nın günah işlemeleri halinde öleceklerini söyledi. Doğruyu yanlıştan ayıramayan bir çocuk,
neden doğruyu ve yanlışı bilen yetişkinler gibi ölüyor?
4. Tavırlarımız, eylemlerimiz, hatta bedenlerimiz Allah’ın önünde lekeli haldedir. Bedenlerimiz, tavırlarımız veya
dünyamız ne zaman temizlenebilir ve onları kim temizleyebilir?
5. Biz insanlar Allah’ın huzurunda duramayacak kadar günahlıysak, bu durumda günahla lekelenmiş olmalıyız. Düzenli olarak dua etmenin bizi bu lekeden temizlemesi mümkün müdür? Dua nasıl günahın lekesini temizleyebilir? Dua
bizim günah lekelerimizi temizliyorsa, neden yeryüzünde mükemmel değiliz? Şu anda Allah’ın mevcudiyetine neden dayanamayız?