Koyunlar ve çobanlar ne sıklıkla aklınıza gelir? Kurban Bayramı haricinde, pek sık değil herhalde. Fakat onlardan öğrenebileceğiniz çok şey var. Hiç koyunlarını ya da keçilerini güden bir çobanı izlediniz mi? Hayvanlar çayırlarda otlarken saatlerce başlarında nöbet beklemenin nasıl bir his olduğunu hiç düşündünüz mü? Pek çoğumuz için bu epey sıkıcı olurdu. Fakat çobanlar çoğumuzun sahip olmadığı bir şeye sahipler: düşünecek bol bol zaman. Ayrıca pek çok sorumlulukları vardır. Hayvanlarını başıboş bırakırlarsa koyunlara kurt ya da köpek saldırabilir, onları öldürebilir. Dikkat etmezlerse, bazıları kaybolabilir, çalınabilir, ya da yememeleri gereken bitkilerden zehirlenebilirler. Ayrıca hayvanların çok fazla yememelerine de dikkat etmeleri gerekir, zira fazla yemek sorunlara yol açabilir. Çoban bu hususların herhangi birinde gevşeklik ederse, hayvanlardan daha fazlasını kaybeder; gelirini kaybeder.
Çobanlar aynı zamanda güvenilirdir. Koyunların yeryüzündeki en savunmasız hayvanlardan biri olduğunu biliyor muydunuz? Kendilerini hiçbir şekilde koruyamazlar ve kolaylıkla korkarlar. Dolayısıyla kendilerini gözetmesi için bir çobana bağımlıdırlar. Doğdukları andan itibaren çobanla bir bağ kurarlar ve yalnızca ona sadık kalırlar. En iyisi bunu bir örnekle inceleyelim.
Atıl babasıyla dağlarda yürüyüşe çıkmayı çok seviyor. Her pazar günü öğleden sonra yemeklerini alıp arabaya biniyor ve kent dışına çıkıyorlar. Gidebilecekleri birkaç köy olmasına rağmen, Atıl her zaman aynı köye gitmek istiyor. Burayı seviyor, çünkü köyün ardındaki dağın eteğinde büyük bir mağara var.
Çoğu çocuk gibi Atıl da geniş mağaranın içine bakmayı ve tuhaf şekilli taşlarına dokunmayı seviyor. Fakat onun için daha da ilgi çekici olan, köydeki koyunlar. Yıllardan beri bir köylü bu mağarayı koyunları için sığınak olarak kullanmakta. Köye her gidişlerinde koyunların ağıllarında olmasını umut ediyor, çünkü onlara dokunmak istiyor. Fakat bugün koyunlar yine dağ yamacında otluyorlar.
Atıl ile babası arabayı park ettikten sonra köyün ardındaki vadiden yukarı yürümeye başladılar. Güzel bir bahar günüydü. Havayı kır çiçeklerinin kokusu ve akan suyun sesi dolduruyordu. Kelebekler, kuşlar ve sincaplar ortaya çıkmışlardı. Patikada bir dönemece geldiklerinde Atıl koyunları gördü.
Babası, “E, ne düşünüyorsun Atıl? Bugün kendini şanslı hisse- diyor musun?” diye sordu.
Atıl, “Umarım” diye yanıtladı.
Atıl yavaşça babasının önünden yürüdü ve koyunlara yaklaştı. Onları ürkütmemek için çabuk hareket etmemeye çalıştı. Ancak koyunlar bir süredir gelmekte olduğunun farkındaydılar. Yabancı ayak seslerini duymuş ve yeni yıkanmış giysilerinin kokusunu almışlardı. Daha fazla yaklaşamadan öte gitmeye başladılar. Atıl onlara doğru aceleyle giderse kaçacaklarını biliyordu. Bu yüzden onlara yumuşak konuşmaya karar verdi:
“Sakin olun. Canınızı yakmayacağım. Ben sizin dostunuzum” diye fısıldadı.
Fakat ondan uzaklaşmaya devam ettiler. Atıl bir koyun yakalamak için son bir çabayla onlara doğru koşmaya başladı. Fakat çabaları sonuçsuz kaldı. Koyunlar bir anda kaçtılar.
“Ah, neden her zaman kaçıyorlar? Neden hiç birini sevemi- yorum?” diye şikâyet etti. “Bana bir şans bile vermiyorlar!”
Atıl’ın babası ise gülüyordu:
“Çünkü seni tanımıyorlar, oğlum. Koyunlar böyledir. Sahip- lerinden başka herşeyden korkarlar.”
“Ama ben yavaş yürüyorum, sessizce konuşuyorum, onlar da beni buraya her gelişimde görüyor.”
“Haklısın. Fakat sesini tanımıyorlar. Sen onlar için bir şey yapmıyorsun. Onları beslemiyor ya da korumuyorsun. Herhalde onlara zarar vereceğini sanıyorlardır” diye yanıtladı babası. “Vazgeçme. Her zaman bir sonraki sefer vardır. Bakalım öğle yemeği vaktinden önce dağın tepesine ulaşabilecek miyiz” diye güldü.
Bu öyküden hem koyunlar hem de çobanlar hakkında bazı önemli dersler öğrenebiliriz. Tıpkı günümüz Türkiye’sinde olduğu gibi, koyunlar ve çobanlar kadim İsrail’de de yaygın görüntülerdi. İnsanların davranışları ve Allah’la ilişkileri hakkında mükemmel mecaz meydana getirirlerdi. Hatta Kutsal Kitap’ın en büyük adamlarından bazıları çobandı: İbrahim, Yakup, Musa ve Kral Davut bunlardan birkaçıydı.
Tüm zamanların en iyi öykü anlatıcısı olan İsa, koyunların savunmasızlığı ile insanın durumu arasında canlı bir benzerlik görmüştü. İsa’nın sözlerini okurken çok dikkat edin. Yuhanna 10. bölüm, 1–6 ayetlerini okuyarak başlayabiliriz:
1 “Size doğrusunu söyleyeyim, koyun ağılına kapıdan girmeyip başka yoldan giren kişi hırsız ve hayduttur. 2 Kapıdan giren ise koyunların çobanıdır. 3 Kapıyı bekleyen ona kapıyı açar. Koyunlar çobanın sesini işitirler, o da kendi koyunlarını adlarıyla çağırır ve onları dışarı götürür. 4 Kendi koyunlarının hepsini dışarı çıkarınca önlerinden gider, koyunlar da onu izlerler. Çünkü onun sesini tanırlar. 5 Bir yabancının peşinden gitmezler, ondan kaçarlar. Çünkü yabancıların sesini tanımazlar. 6 İsa onlara bu örneği anlattıysa da, ne demek istediğini anlamadılar.
İsa, öyküsüne başlarken dört farklı karakterden söz ediyor: koyunlar, hırsız, çoban ve kapıcı. O’nun sözcük anlamıyla neyden bahsettiğini anlamak kolay, fakat asıl demek istediği örtülü. Bu örneğe sözcük anlamıyla bakarsak, az önce okuduğumuz öyküyü özetlediğini görürüz. Kısacası, koyunlar çobanı onu tanıdıkları için izlerler. Fakat İsa, her zaman olduğu gibi, daha derin bir konudan söz ediyor. Bunu kendi düşüncelerimizle anlamaya çalışmaktansa, İsa’nın onun anlamını nasıl açtığını görelim. Yuhanna 10. bölüm, 7–12 ayetlerinden okumaya devam edebiliriz:
7 Bunun için İsa yine, “Size doğrusunu söyleyeyim” dedi, “Ben koyunların kapısıyım. 8 Benden önce gelenlerin hepsi hırsız ve hayduttu, ama koyunlar onları dinlemedi. 9 Kapı Benim. Bir kimse benim aracılığımla içeri girerse kurtulur. Girer, çıkar ve otlak bulur. 10 Hırsız ancak çalıp öldürmek ve yok etmek için gelir. Bense insanlar yaşama, bol yaşama sahip olsunlar diye geldim. 11 Ben iyi çobanım. İyi çoban koyunları uğruna canını verir.”
İşte şimdi açıkça konuşuyor! İsa şöyle dedi:
“Kapı Ben’im.”
Peki hırsızlar ve soyguncular kim? Koyunlar kim? İsa’nın burada söylediğini gerçekten anlayabilmek için, Yuhanna’nın bir önceki bölümünde neler olduğuna bakmamız gerekiyor. Dokuzuncu bölümde İsa’nın kör bir adamı iyileştirmesiyle ilgili öyküyü okuyabiliriz. Adam iyi tanınıyordu, zira dilenciydi ve doğduğundan beri kördü. Başka zamanlarda olduğu gibi, İsa bu mucizeyi bir Sebt gününde gerçekleştirdi.
Diğer derslerde gördüğümüz gibi, Sebt Günü Yahudi halkı için çok önemliydi. Onlara Allah’ın yaratıcı olduğunu, her hafta kendilerine bir dinlenme günü verdiğini, günü aileleriyle birlikte geçirme, en önemlisi de ruhsal şeyleri düşünme fırsatı verdiğini hatırlatıyordu.
Fakat İsa’nın zamanında Ferisiler Sebt Gününden sevinci çekip çıkarmış, bunun yerine insan ürünü yüzlerce kural yerleştirmişlerdi. İnsanların uzun yollar yürümelerine, üzerine oturacak bir hasır taşımalarına, veya toprağa tükürmelerine izin verilmiyordu, çünkü bu şeyler çalışma sayılıyordu. Tabii ki tarlalarınızı sürmek ve sulamak çalışmadır. Ama toprağa tükürmek? Buna çalışma demek için çok zorlamamız gerekir!
Ferisiler her ne kadar Sebt Gününün kutsallığını koruduklarını düşünseler de, eylemleri daha ziyade halkı kontrol altında tutmayı amaçladıklarını gösteriyordu. Böylece İsa’nın Sebt günü kör bir adamı iyileştirdiğini duyduklarında çileden çıktılar. O çalışmakla kalmıyor, bir de kurallarını hiçe sayıyordu.
İsa’nın zamanındaki din önderlerinin İsa Sebt günü kör bir adamı iyileştirdi diye öfkelendiklerini düşünmek çok anlamsız. O dünya tarihinde hiçbir zaman yapılmamış bir mucize gerçekleştirmişti. O, bir insanın “kaderini” gerçek anlamda geri çevirmişti. Fakat onların gözleri kıskançlıkla kör olduğundan bu mucizenin ihtişamını göremiyorlardı. İnsanların kendilerinden çok İsa’yı dinleyecek olmalarından endişe ediyorlardı. Kısacası, İsa’nın kendi güçlerini ve konumlarını baltaladığından endişe ediyorlardı. İsa’nın söylediklerini işte bu bağlamda daha iyi anlayabiliriz.
7–12 ayetlerinde İsa kendisinin hem koyun ağılının kapısı, hem de iyi çoban olduğunu söyledi. Hırsızlar, kapıdan (yani İsa’dan) geçmeden koyunları etkilemek, almak ya da gütmek isteyenlerdir. O’nun zamanında hırsızlar İsa’nın mucizelerini, mesajını ve kimliğini tanımayı reddeden Ferisiler ve Sadukilerdi. Başka bir yerde, İsa hırsızın Şeytan’ın kendisi olduğunu söyledi. Koyunlar kimdir? Koyunlar Allah’ın halkıdır.
Çobanın/kapının üç işlevine dikkat ettiniz mi? Birincisi, kapı kurtuluşa giden bir yol sağlamaktadır. İkincisi, çoban koyunları gözetir ve onlara bol yaşam verir. Üçüncü işlev bize O’nun bunu nasıl yaptığını gösterir, O koyunlar için canını verir! Daha önceki derslerimizden anlaşıldığı üzere, İsa söylediklerini insanların anlamalarını gerçekten istiyor. Aynı şeyleri tekrar tekrar söyleyerek, bunlardaki gerçeklerin önemini ve geçerliliğini vurguluyor. İsa iyi çobandır ve kapıdır. Güvende olmak ve kurtulmak istiyorsak O’ndan geçmeliyiz. 12. ve 13. ayetleri okuyalım:
12 Koyunların çobanı ve sahibi olmayan ücretli adam, kurdun geldiğini görünce koyunları bırakıp kaçar. Kurt da onları kapar ve dağıtır. 13 Adam kaçar. Çünkü ücretlidir ve koyunlar için kaygı duymaz.
İsa’nın başkalarına ders vermek için hayattaki en basit şeyleri dahi kullanabilmesi ne kadar hayret verici. On ikinci ayette, ücretli işçiyi öyküdeki beşinci karakter olarak tanıtmaktadır. Ücretli işçi, çobanın aksine koyunun hayatlarından çok kendi hayatı için endişelenir. Sorun çıkarsa kaçmakta gecikmez. İsa şöyle diyor:
“Ben ücretli işçi değilim, sıkıntıdan kaçmayacağım. Koyunlarımı koruyacağım. Onlar bol hayata sahip olabilsinler diye onlar için kendi hayatımı vereceğim.”
İnsanların kendisini duymamış olma ihtimaline karşı, İsa iddiasını yineliyor ve koyunların kim olduğunu açıklıyor. Yuhanna 10. bölüm, 14–16 ayetlerinden devam edelim:
14–15 Ben iyi çobanım. Benimkileri tanırım. Baba beni tanıdığı, ben de Baba’yı tanıdığım gibi, benimkiler de beni tanır. Ben koyunlarımın uğruna canımı veririm. 16 Bu ağıldan olmayan başka koyunlarım var. Onları da getirmeliyim. Benim sesimi işitecekler ve tek sürü, tek çoban olacak.
İsa iyi çobandır! İsa’nın şöyle demediğine dikkat edin: “Ben pek çok iyi çobandan biriyim.”
O, kendisinin “İyi Çoban” olduğunu söyledi.3 Fakat O bizim için çok önemli olan bir şey daha söyledi. İsa kendisinin “bu ağıldan olmayan koyunları” olduğunu söyledi. Başka bir deyişle, O Yahudi olmayanların da çobanıdır.
Kimi zaman dinlerin ve kültürlerin iç içe geçtiklerine inanmaya sevk ediliriz. Çevrenizdekilerin dinini izlemiyorsanız, artık Çinli, Hint, Mısırlı, Iraklı ya da Türk sayılmazsınız. Onların gözünde dışlanmış biri ya da hainsinizdir. Fakat İsa yalnızca bir sürü ve bu sürünün bir çobanı olduğunu söylüyor. Bu çoban kimdir? İsa’nın kendi sözleriyle, O’dur! O’nun kendi sözleriyle, insanları O’nsuz olarak ruhsal açıdan yönlendirmeye çalışan olursa, bunların hırsız ve yalancı olduklarını söylüyor. Sizce Ferisiler nasıl karşılık verdiler? Memnun olmadıklarından emin olabilirsiniz! İsa sözlerine devam etti, 17. ve 18. ayetler:
17 Canımı, tekrar geri almak üzere veririm. Bunun için Baba beni sever. 18 Canımı kimse benden alamaz; ben onu kendiliğimden veririm. Onu vermeye de tekrar geri almaya da yetkim var. Bu buyruğu Babam’dan aldım.
İsa kısa vaazını güçlü bir ifadeyle bitirdi. İsa’nın 7–16 ayetlerinde kayıtlı olan sözleri mecazi olsa da, 17. ayette kayıtlı olan sözünde mecazı bir yana bırakarak doğrudan konuşuyor. Önceki derslerde, İsa’nın acı çekeceğini ve öldürüleceğini söylediğini görmüştük. Ancak 17. ayette, istemeyerek öldürülmeyeceğini açıkça ifade ediyor. Daha önce hiç kendi cinayetine izin veren birini duydunuz mu? İşte, İsa’nın burada esasen söylediği bu. Unutmayın, O ücretli işçi değil. O iyi çoban. Tıpkı çobanın koyunları korumak için canını vereceği gibi, O da bizim yaşayabilmemiz için kendi hayatını vermeye hazırdır.
Bazı kişiler peygamberlere haksızlık edilemeyeceğini, zarar verilemeyeceğini veya öldürülemeyeceklerini söylüyorlar. Onlara göre, Allah kendi peygamberlerinden birinin başına kötü şeyler gelmesine izin vermezdi. Ancak Eski Antlaşma’da tam aksini görüyoruz. Aslında bir peygamberin güvenli ve rahat bir hayat yaşamış olması çok nadirdi. Daniel bir aslan çukuruna atılmıştı. Yusuf bir kuyuya atılmıştı. Ayrıca Vaftizci Yahya hapse atılmış, başı kesilmişti. İlan ettikleri bildiriler pek çok önderin ve halkın büyük kısmının duymak istediği sözler değildi. Bu anlamda, İsa’nın deneyimi diğer peygamberlere benziyordu. Fakat O aynı zamanda kendisinin diğer peygamberlerden nasıl farklı olduğunu da gösterdi. O’nun iddiaları cesur ve sarsıcıydı.
Başka hiçbir peygamber Allah’ın Oğlu, Yaşam Ekmeği, Allah’ın Sözü ya da İyi Çoban olduğunu ileri sürmemişti; ki bu iddiaların tümü, Allah İsa’nın mucizelerinin gerçekleşmesine izin verdiği zaman, O’nun tarafından onaylanmış oldu. Ferisilerin, Sadukilerin ve dindar Yahudilerin kafalarını karıştıran ve kızdıran da bu tür ifadelerdi. Peygamberlik sözlerini okumuşlardı ve yüzlerce yıldır Mesih’in gelmesini bekliyorlardı. Ancak bu bekledikleri türden bir Mesih değildi. Yuhanna 10. bölüm, 19–21 ayetlerini okuyarak bitirelim:
19 Bu sözlerden dolayı Yahudiler arasında yine ayrılık doğdu. 20 Birçoğu, “O’nu cin çarpmış, delidir. Niçin O’nu dinliyorsunuz?” diyordu. 21 Başkaları ise, “Bunlar, cin çarpmış bir adamın sözleri değil” dediler. “Cin, körlerin gözlerini açabilir mi?”
Bir baba oğlunun son zamanlardaki faaliyetlerinden ötürü çok endişeleniyordu. Yeni bir arkadaş grubuyla takılmaya başlamıştı, gece geç saatlerde dışarı çıkıyor, bazen ertesi güne kadar eve gelmiyordu. Okuldan çok “eğlenmeye” meraklı gibiydi, notları da düşmeye başlamıştı. Bir gün oğluyla konuştu:
“Oğlum, ne oluyor? Eski arkadaşlarınla takılmıyorsun, notların düşüyor ve sürekli yorgun görünüyorsun. İyi misin? Doktora gidelim mi?”
“Her şey yolunda baba. Doktora gitmeme gerek yok” diye yanıtladı oğlu.
“Endişeleniyorum, oğlum. Yeni “arkadaşlarının” gerçekten arkadaş olduklarını sanmıyorum. Hiçbir zaman ziyarete
gelmiyorlar, onları tanımıyorum bile. Dışarı çıktığınız zaman ne yapıyorsunuz?”
“Sadece geziyoruz, film izliyoruz ve bilgisayarda vakit öldürüyoruz.”
“Oğlum, hayatta göründükleri gibi olmayan insanlarla karşılaşırsın. Nazik, sadık ve dürüst gibi görünebilirler. Ancak gerçekte öyle değildirler. Yalnızca kendilerini düşünürler. Bir sorun olduğunda bir anda sana sırtlarını döner ve yalnız başına bırakırlar. Onlara güvenemezsin. Sanırım bu yeni arkadaşların böyle. Seni iyi yönde etkiliyor gibi görünmüyorlar. Sanırım onlar koyun postu giyinmiş kurtlar. Dikkatli ol!”
İsa çoban kisvesi giyinmiş bir hırsız değildi. O, koyun postu giyinmiş bir kurt değildi. O’nun hayatı, işleri ve sözleri kendisinin olduğunu belirttiği Kişi olduğuna tanıklık etmektedir. O, bizim daha bol hayata sahip olabilmemiz için kendi hayatını vermeye gönüllü olan İyi Çoban’dır. Şimdiye dek dinlediğiniz ses O’nun sesiydi. Onu duyuyorsunuz, tanıyorsunuz ve izlemektesiniz. Başkalarının ne düşüneceklerini ya da ne diyeceklerini dert etmeyin. İyi Çoban’ı izlemeye devam edin!
Tartışma Soruları
1. İsa kendisinin İyi Çoban olduğunu söylediğinde, bu sizin için ne anlam ifade ediyor?
2. Sizce İsa neden sürekli olarak ölümüne atıfta bulunuyor?
3. İsa’yı izleyenlere Mesih’in öğrencileri deniliyor. Size göre bir Türk’ün İsa’nın izleyicisi olması uygun mudur? Neden
ya da neden değil? Muhakkak Kutsal Kitap’a göre yanıtlamaya dikkat edin.
4. Bazı eski Türk oymaklarının İsa’nın izleyicisi olduklarını, bazılarının ise halen Şamanist olduklarını biliyor muydunuz? Bu bizim için ne anlama geliyor? 27
3 Allah Eski Ahit’te birçok kez çoban olarak tanımlanmaktadır. Birkaç örnek için bakınız Mezmur 23, 95:7, 100:3.
Çobanlar aynı zamanda güvenilirdir. Koyunların yeryüzündeki en savunmasız hayvanlardan biri olduğunu biliyor muydunuz? Kendilerini hiçbir şekilde koruyamazlar ve kolaylıkla korkarlar. Dolayısıyla kendilerini gözetmesi için bir çobana bağımlıdırlar. Doğdukları andan itibaren çobanla bir bağ kurarlar ve yalnızca ona sadık kalırlar. En iyisi bunu bir örnekle inceleyelim.
Atıl babasıyla dağlarda yürüyüşe çıkmayı çok seviyor. Her pazar günü öğleden sonra yemeklerini alıp arabaya biniyor ve kent dışına çıkıyorlar. Gidebilecekleri birkaç köy olmasına rağmen, Atıl her zaman aynı köye gitmek istiyor. Burayı seviyor, çünkü köyün ardındaki dağın eteğinde büyük bir mağara var.
Çoğu çocuk gibi Atıl da geniş mağaranın içine bakmayı ve tuhaf şekilli taşlarına dokunmayı seviyor. Fakat onun için daha da ilgi çekici olan, köydeki koyunlar. Yıllardan beri bir köylü bu mağarayı koyunları için sığınak olarak kullanmakta. Köye her gidişlerinde koyunların ağıllarında olmasını umut ediyor, çünkü onlara dokunmak istiyor. Fakat bugün koyunlar yine dağ yamacında otluyorlar.
Atıl ile babası arabayı park ettikten sonra köyün ardındaki vadiden yukarı yürümeye başladılar. Güzel bir bahar günüydü. Havayı kır çiçeklerinin kokusu ve akan suyun sesi dolduruyordu. Kelebekler, kuşlar ve sincaplar ortaya çıkmışlardı. Patikada bir dönemece geldiklerinde Atıl koyunları gördü.
Babası, “E, ne düşünüyorsun Atıl? Bugün kendini şanslı hisse- diyor musun?” diye sordu.
Atıl, “Umarım” diye yanıtladı.
Atıl yavaşça babasının önünden yürüdü ve koyunlara yaklaştı. Onları ürkütmemek için çabuk hareket etmemeye çalıştı. Ancak koyunlar bir süredir gelmekte olduğunun farkındaydılar. Yabancı ayak seslerini duymuş ve yeni yıkanmış giysilerinin kokusunu almışlardı. Daha fazla yaklaşamadan öte gitmeye başladılar. Atıl onlara doğru aceleyle giderse kaçacaklarını biliyordu. Bu yüzden onlara yumuşak konuşmaya karar verdi:
“Sakin olun. Canınızı yakmayacağım. Ben sizin dostunuzum” diye fısıldadı.
Fakat ondan uzaklaşmaya devam ettiler. Atıl bir koyun yakalamak için son bir çabayla onlara doğru koşmaya başladı. Fakat çabaları sonuçsuz kaldı. Koyunlar bir anda kaçtılar.
“Ah, neden her zaman kaçıyorlar? Neden hiç birini sevemi- yorum?” diye şikâyet etti. “Bana bir şans bile vermiyorlar!”
Atıl’ın babası ise gülüyordu:
“Çünkü seni tanımıyorlar, oğlum. Koyunlar böyledir. Sahip- lerinden başka herşeyden korkarlar.”
“Ama ben yavaş yürüyorum, sessizce konuşuyorum, onlar da beni buraya her gelişimde görüyor.”
“Haklısın. Fakat sesini tanımıyorlar. Sen onlar için bir şey yapmıyorsun. Onları beslemiyor ya da korumuyorsun. Herhalde onlara zarar vereceğini sanıyorlardır” diye yanıtladı babası. “Vazgeçme. Her zaman bir sonraki sefer vardır. Bakalım öğle yemeği vaktinden önce dağın tepesine ulaşabilecek miyiz” diye güldü.
Bu öyküden hem koyunlar hem de çobanlar hakkında bazı önemli dersler öğrenebiliriz. Tıpkı günümüz Türkiye’sinde olduğu gibi, koyunlar ve çobanlar kadim İsrail’de de yaygın görüntülerdi. İnsanların davranışları ve Allah’la ilişkileri hakkında mükemmel mecaz meydana getirirlerdi. Hatta Kutsal Kitap’ın en büyük adamlarından bazıları çobandı: İbrahim, Yakup, Musa ve Kral Davut bunlardan birkaçıydı.
Tüm zamanların en iyi öykü anlatıcısı olan İsa, koyunların savunmasızlığı ile insanın durumu arasında canlı bir benzerlik görmüştü. İsa’nın sözlerini okurken çok dikkat edin. Yuhanna 10. bölüm, 1–6 ayetlerini okuyarak başlayabiliriz:
1 “Size doğrusunu söyleyeyim, koyun ağılına kapıdan girmeyip başka yoldan giren kişi hırsız ve hayduttur. 2 Kapıdan giren ise koyunların çobanıdır. 3 Kapıyı bekleyen ona kapıyı açar. Koyunlar çobanın sesini işitirler, o da kendi koyunlarını adlarıyla çağırır ve onları dışarı götürür. 4 Kendi koyunlarının hepsini dışarı çıkarınca önlerinden gider, koyunlar da onu izlerler. Çünkü onun sesini tanırlar. 5 Bir yabancının peşinden gitmezler, ondan kaçarlar. Çünkü yabancıların sesini tanımazlar. 6 İsa onlara bu örneği anlattıysa da, ne demek istediğini anlamadılar.
İsa, öyküsüne başlarken dört farklı karakterden söz ediyor: koyunlar, hırsız, çoban ve kapıcı. O’nun sözcük anlamıyla neyden bahsettiğini anlamak kolay, fakat asıl demek istediği örtülü. Bu örneğe sözcük anlamıyla bakarsak, az önce okuduğumuz öyküyü özetlediğini görürüz. Kısacası, koyunlar çobanı onu tanıdıkları için izlerler. Fakat İsa, her zaman olduğu gibi, daha derin bir konudan söz ediyor. Bunu kendi düşüncelerimizle anlamaya çalışmaktansa, İsa’nın onun anlamını nasıl açtığını görelim. Yuhanna 10. bölüm, 7–12 ayetlerinden okumaya devam edebiliriz:
7 Bunun için İsa yine, “Size doğrusunu söyleyeyim” dedi, “Ben koyunların kapısıyım. 8 Benden önce gelenlerin hepsi hırsız ve hayduttu, ama koyunlar onları dinlemedi. 9 Kapı Benim. Bir kimse benim aracılığımla içeri girerse kurtulur. Girer, çıkar ve otlak bulur. 10 Hırsız ancak çalıp öldürmek ve yok etmek için gelir. Bense insanlar yaşama, bol yaşama sahip olsunlar diye geldim. 11 Ben iyi çobanım. İyi çoban koyunları uğruna canını verir.”
İşte şimdi açıkça konuşuyor! İsa şöyle dedi:
“Kapı Ben’im.”
Peki hırsızlar ve soyguncular kim? Koyunlar kim? İsa’nın burada söylediğini gerçekten anlayabilmek için, Yuhanna’nın bir önceki bölümünde neler olduğuna bakmamız gerekiyor. Dokuzuncu bölümde İsa’nın kör bir adamı iyileştirmesiyle ilgili öyküyü okuyabiliriz. Adam iyi tanınıyordu, zira dilenciydi ve doğduğundan beri kördü. Başka zamanlarda olduğu gibi, İsa bu mucizeyi bir Sebt gününde gerçekleştirdi.
Diğer derslerde gördüğümüz gibi, Sebt Günü Yahudi halkı için çok önemliydi. Onlara Allah’ın yaratıcı olduğunu, her hafta kendilerine bir dinlenme günü verdiğini, günü aileleriyle birlikte geçirme, en önemlisi de ruhsal şeyleri düşünme fırsatı verdiğini hatırlatıyordu.
Fakat İsa’nın zamanında Ferisiler Sebt Gününden sevinci çekip çıkarmış, bunun yerine insan ürünü yüzlerce kural yerleştirmişlerdi. İnsanların uzun yollar yürümelerine, üzerine oturacak bir hasır taşımalarına, veya toprağa tükürmelerine izin verilmiyordu, çünkü bu şeyler çalışma sayılıyordu. Tabii ki tarlalarınızı sürmek ve sulamak çalışmadır. Ama toprağa tükürmek? Buna çalışma demek için çok zorlamamız gerekir!
Ferisiler her ne kadar Sebt Gününün kutsallığını koruduklarını düşünseler de, eylemleri daha ziyade halkı kontrol altında tutmayı amaçladıklarını gösteriyordu. Böylece İsa’nın Sebt günü kör bir adamı iyileştirdiğini duyduklarında çileden çıktılar. O çalışmakla kalmıyor, bir de kurallarını hiçe sayıyordu.
İsa’nın zamanındaki din önderlerinin İsa Sebt günü kör bir adamı iyileştirdi diye öfkelendiklerini düşünmek çok anlamsız. O dünya tarihinde hiçbir zaman yapılmamış bir mucize gerçekleştirmişti. O, bir insanın “kaderini” gerçek anlamda geri çevirmişti. Fakat onların gözleri kıskançlıkla kör olduğundan bu mucizenin ihtişamını göremiyorlardı. İnsanların kendilerinden çok İsa’yı dinleyecek olmalarından endişe ediyorlardı. Kısacası, İsa’nın kendi güçlerini ve konumlarını baltaladığından endişe ediyorlardı. İsa’nın söylediklerini işte bu bağlamda daha iyi anlayabiliriz.
7–12 ayetlerinde İsa kendisinin hem koyun ağılının kapısı, hem de iyi çoban olduğunu söyledi. Hırsızlar, kapıdan (yani İsa’dan) geçmeden koyunları etkilemek, almak ya da gütmek isteyenlerdir. O’nun zamanında hırsızlar İsa’nın mucizelerini, mesajını ve kimliğini tanımayı reddeden Ferisiler ve Sadukilerdi. Başka bir yerde, İsa hırsızın Şeytan’ın kendisi olduğunu söyledi. Koyunlar kimdir? Koyunlar Allah’ın halkıdır.
Çobanın/kapının üç işlevine dikkat ettiniz mi? Birincisi, kapı kurtuluşa giden bir yol sağlamaktadır. İkincisi, çoban koyunları gözetir ve onlara bol yaşam verir. Üçüncü işlev bize O’nun bunu nasıl yaptığını gösterir, O koyunlar için canını verir! Daha önceki derslerimizden anlaşıldığı üzere, İsa söylediklerini insanların anlamalarını gerçekten istiyor. Aynı şeyleri tekrar tekrar söyleyerek, bunlardaki gerçeklerin önemini ve geçerliliğini vurguluyor. İsa iyi çobandır ve kapıdır. Güvende olmak ve kurtulmak istiyorsak O’ndan geçmeliyiz. 12. ve 13. ayetleri okuyalım:
12 Koyunların çobanı ve sahibi olmayan ücretli adam, kurdun geldiğini görünce koyunları bırakıp kaçar. Kurt da onları kapar ve dağıtır. 13 Adam kaçar. Çünkü ücretlidir ve koyunlar için kaygı duymaz.
İsa’nın başkalarına ders vermek için hayattaki en basit şeyleri dahi kullanabilmesi ne kadar hayret verici. On ikinci ayette, ücretli işçiyi öyküdeki beşinci karakter olarak tanıtmaktadır. Ücretli işçi, çobanın aksine koyunun hayatlarından çok kendi hayatı için endişelenir. Sorun çıkarsa kaçmakta gecikmez. İsa şöyle diyor:
“Ben ücretli işçi değilim, sıkıntıdan kaçmayacağım. Koyunlarımı koruyacağım. Onlar bol hayata sahip olabilsinler diye onlar için kendi hayatımı vereceğim.”
İnsanların kendisini duymamış olma ihtimaline karşı, İsa iddiasını yineliyor ve koyunların kim olduğunu açıklıyor. Yuhanna 10. bölüm, 14–16 ayetlerinden devam edelim:
14–15 Ben iyi çobanım. Benimkileri tanırım. Baba beni tanıdığı, ben de Baba’yı tanıdığım gibi, benimkiler de beni tanır. Ben koyunlarımın uğruna canımı veririm. 16 Bu ağıldan olmayan başka koyunlarım var. Onları da getirmeliyim. Benim sesimi işitecekler ve tek sürü, tek çoban olacak.
İsa iyi çobandır! İsa’nın şöyle demediğine dikkat edin: “Ben pek çok iyi çobandan biriyim.”
O, kendisinin “İyi Çoban” olduğunu söyledi.3 Fakat O bizim için çok önemli olan bir şey daha söyledi. İsa kendisinin “bu ağıldan olmayan koyunları” olduğunu söyledi. Başka bir deyişle, O Yahudi olmayanların da çobanıdır.
Kimi zaman dinlerin ve kültürlerin iç içe geçtiklerine inanmaya sevk ediliriz. Çevrenizdekilerin dinini izlemiyorsanız, artık Çinli, Hint, Mısırlı, Iraklı ya da Türk sayılmazsınız. Onların gözünde dışlanmış biri ya da hainsinizdir. Fakat İsa yalnızca bir sürü ve bu sürünün bir çobanı olduğunu söylüyor. Bu çoban kimdir? İsa’nın kendi sözleriyle, O’dur! O’nun kendi sözleriyle, insanları O’nsuz olarak ruhsal açıdan yönlendirmeye çalışan olursa, bunların hırsız ve yalancı olduklarını söylüyor. Sizce Ferisiler nasıl karşılık verdiler? Memnun olmadıklarından emin olabilirsiniz! İsa sözlerine devam etti, 17. ve 18. ayetler:
17 Canımı, tekrar geri almak üzere veririm. Bunun için Baba beni sever. 18 Canımı kimse benden alamaz; ben onu kendiliğimden veririm. Onu vermeye de tekrar geri almaya da yetkim var. Bu buyruğu Babam’dan aldım.
İsa kısa vaazını güçlü bir ifadeyle bitirdi. İsa’nın 7–16 ayetlerinde kayıtlı olan sözleri mecazi olsa da, 17. ayette kayıtlı olan sözünde mecazı bir yana bırakarak doğrudan konuşuyor. Önceki derslerde, İsa’nın acı çekeceğini ve öldürüleceğini söylediğini görmüştük. Ancak 17. ayette, istemeyerek öldürülmeyeceğini açıkça ifade ediyor. Daha önce hiç kendi cinayetine izin veren birini duydunuz mu? İşte, İsa’nın burada esasen söylediği bu. Unutmayın, O ücretli işçi değil. O iyi çoban. Tıpkı çobanın koyunları korumak için canını vereceği gibi, O da bizim yaşayabilmemiz için kendi hayatını vermeye hazırdır.
Bazı kişiler peygamberlere haksızlık edilemeyeceğini, zarar verilemeyeceğini veya öldürülemeyeceklerini söylüyorlar. Onlara göre, Allah kendi peygamberlerinden birinin başına kötü şeyler gelmesine izin vermezdi. Ancak Eski Antlaşma’da tam aksini görüyoruz. Aslında bir peygamberin güvenli ve rahat bir hayat yaşamış olması çok nadirdi. Daniel bir aslan çukuruna atılmıştı. Yusuf bir kuyuya atılmıştı. Ayrıca Vaftizci Yahya hapse atılmış, başı kesilmişti. İlan ettikleri bildiriler pek çok önderin ve halkın büyük kısmının duymak istediği sözler değildi. Bu anlamda, İsa’nın deneyimi diğer peygamberlere benziyordu. Fakat O aynı zamanda kendisinin diğer peygamberlerden nasıl farklı olduğunu da gösterdi. O’nun iddiaları cesur ve sarsıcıydı.
Başka hiçbir peygamber Allah’ın Oğlu, Yaşam Ekmeği, Allah’ın Sözü ya da İyi Çoban olduğunu ileri sürmemişti; ki bu iddiaların tümü, Allah İsa’nın mucizelerinin gerçekleşmesine izin verdiği zaman, O’nun tarafından onaylanmış oldu. Ferisilerin, Sadukilerin ve dindar Yahudilerin kafalarını karıştıran ve kızdıran da bu tür ifadelerdi. Peygamberlik sözlerini okumuşlardı ve yüzlerce yıldır Mesih’in gelmesini bekliyorlardı. Ancak bu bekledikleri türden bir Mesih değildi. Yuhanna 10. bölüm, 19–21 ayetlerini okuyarak bitirelim:
19 Bu sözlerden dolayı Yahudiler arasında yine ayrılık doğdu. 20 Birçoğu, “O’nu cin çarpmış, delidir. Niçin O’nu dinliyorsunuz?” diyordu. 21 Başkaları ise, “Bunlar, cin çarpmış bir adamın sözleri değil” dediler. “Cin, körlerin gözlerini açabilir mi?”
Bir baba oğlunun son zamanlardaki faaliyetlerinden ötürü çok endişeleniyordu. Yeni bir arkadaş grubuyla takılmaya başlamıştı, gece geç saatlerde dışarı çıkıyor, bazen ertesi güne kadar eve gelmiyordu. Okuldan çok “eğlenmeye” meraklı gibiydi, notları da düşmeye başlamıştı. Bir gün oğluyla konuştu:
“Oğlum, ne oluyor? Eski arkadaşlarınla takılmıyorsun, notların düşüyor ve sürekli yorgun görünüyorsun. İyi misin? Doktora gidelim mi?”
“Her şey yolunda baba. Doktora gitmeme gerek yok” diye yanıtladı oğlu.
“Endişeleniyorum, oğlum. Yeni “arkadaşlarının” gerçekten arkadaş olduklarını sanmıyorum. Hiçbir zaman ziyarete
gelmiyorlar, onları tanımıyorum bile. Dışarı çıktığınız zaman ne yapıyorsunuz?”
“Sadece geziyoruz, film izliyoruz ve bilgisayarda vakit öldürüyoruz.”
“Oğlum, hayatta göründükleri gibi olmayan insanlarla karşılaşırsın. Nazik, sadık ve dürüst gibi görünebilirler. Ancak gerçekte öyle değildirler. Yalnızca kendilerini düşünürler. Bir sorun olduğunda bir anda sana sırtlarını döner ve yalnız başına bırakırlar. Onlara güvenemezsin. Sanırım bu yeni arkadaşların böyle. Seni iyi yönde etkiliyor gibi görünmüyorlar. Sanırım onlar koyun postu giyinmiş kurtlar. Dikkatli ol!”
İsa çoban kisvesi giyinmiş bir hırsız değildi. O, koyun postu giyinmiş bir kurt değildi. O’nun hayatı, işleri ve sözleri kendisinin olduğunu belirttiği Kişi olduğuna tanıklık etmektedir. O, bizim daha bol hayata sahip olabilmemiz için kendi hayatını vermeye gönüllü olan İyi Çoban’dır. Şimdiye dek dinlediğiniz ses O’nun sesiydi. Onu duyuyorsunuz, tanıyorsunuz ve izlemektesiniz. Başkalarının ne düşüneceklerini ya da ne diyeceklerini dert etmeyin. İyi Çoban’ı izlemeye devam edin!
Tartışma Soruları
1. İsa kendisinin İyi Çoban olduğunu söylediğinde, bu sizin için ne anlam ifade ediyor?
2. Sizce İsa neden sürekli olarak ölümüne atıfta bulunuyor?
3. İsa’yı izleyenlere Mesih’in öğrencileri deniliyor. Size göre bir Türk’ün İsa’nın izleyicisi olması uygun mudur? Neden
ya da neden değil? Muhakkak Kutsal Kitap’a göre yanıtlamaya dikkat edin.
4. Bazı eski Türk oymaklarının İsa’nın izleyicisi olduklarını, bazılarının ise halen Şamanist olduklarını biliyor muydunuz? Bu bizim için ne anlama geliyor? 27
3 Allah Eski Ahit’te birçok kez çoban olarak tanımlanmaktadır. Birkaç örnek için bakınız Mezmur 23, 95:7, 100:3.