Bir zamanlar biri şöyle demişti: “İnsanlar sevilmek için yaratılmıştır. Eşyalar kullanılmak üzere yapılmıştır. Dünyanın kargaşa içinde olmasının nedeni, eşyaların seviliyor ve insanların kullanılıyor oluşlarıdır.”
Başkaları için sevgi temel ilkesi olsaydı, dünyanın ne kadar farklı bir yer olacağını düşünün! Bencil insan kalbi ev, araba, moda ve servet peşindeyken hayatın gerçek anlamını gözden kaçırmaktadır. Aslında hayatı tam doluluğuyla yaşayan özverili kalptir – eş, çocuk, aile, vatan, ve arkadaş sevgisiyle dolu bir hayat. Ancak, hayal etmesi ne kadar zor olsa da, aile sevgisini bile aşan özel bir sevgi türü vardır. Bu, bir yabancıya duyulan özgecil sevgi, önyargıyı yenen ve eğitim, ırk, din ve kültür sınırlarının ötesine geçen bir sevgidir.
Önyargının olmadığı bir gün hayal edebiliyor musunuz? Ulusların sorunları çözmek için füzeler yerine sevgiyi kullandıkları bir günü hayal edebiliyor musunuz? Hayal etmesi zor! Bölen, önyargı meydana getiren ve savaşa yol açan tüm etiketleri bir düşünün. Arap, Yahudi, Çingene, Kürt ve Amerikalı, bazılarının başkalarını sevmemeye mazeret olarak kullanabileceği etiketlerden yalnızca birkaçı. İsa’nın belki de en olağanüstü ifadelerinden biri, Matta 5. bölüm 43–45 ayetlerinde bulunuyor:
43 “‘Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ dendiğini duydunuz. 44 Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. 45 Öyle ki, göklerdeki Babanız’ın oğulları olasınız. Çünkü O, güneşini hem kötülerin hem iyilerin üzerine doğdurur; yağmurunu hem doğruların hem eğrilerin üzerine yağdırır.”
Her kültürde, her ülkede ve her kıtada binlerce savaş öyküsü olsa da, en harika öyküler barışa ve iyi niyete yönelik olağanüstü adımlar atmış olan uluslara aittir. Böyle bir an 1845 yılında yaşandı.
İrlanda korkunç bir kıtlıktan geçiyordu. Hem insanlar hem de çiftlik hayvanları için temel bir besin maddesi olan patates mahsulü küf yüzünden mahvolmuştu. Zengin toprak sahipleri köylülere o kadar küçük araziler vermişlerdi ki, dönüm başına en çok ürün getiren patatesi ekmeye mecbur kalmışlardı. Ne yazık ki tek bir mahsulün büyük çapta üretimi çok az hata payı bırakmıştı. Küf vurduğunda hasadın yarısı mahvoldu ve bir milyondan fazla insan açlıktan öldü.
Sultan Abdülmecit kıtlıktan haberdar oldu. Kırım savaşı sırasında Avrupa ülkeleriyle iyi ilişkiler kurabilmek için muazzam çabalar sarf etmişti.4 İlerici bir önder olarak, İrlandalı çiftçilere 10.000 sterlin gönderme niyetini açıkladı.5 Ancak İngiltere Kraliçesi Victoria, Sultan’ın yalnızca 1.000 sterlin göndermesini talep etti. Neden? Çünkü o yalnızca 2.000 sterlin göndermişti! Türkiye’den kendi armağanını gölgede bırakan bir armağan gelirse cimri görüneceğini düşündü. Sultan diplomatik ilişkilere zarar vermek istemediğinden yalnızca 1.000 sterlin göndermeye karar verdi. Fakat kalbi İrlandalıların durumuna samimi bir acımayla doldu, bu yüzden gizlice yiyecek de gönderdi. Üç gemi Türk topraklarının sunduğu en güzel yiyeceklerle dolduruldu. Tarihî kayıtlara göre İngiliz mahkemeleri gemileri engellemeye çalıştı. Fakat Osmanlı denizcileri yiyecekleri İrlanda’nın Drogheda limanına ulaştırmayı başardı. Drogheda halkı bugün dahi bu kahramanlığı hatırlamakta ve Türklere büyük sevgi beslemektedir.
Sultan’ın İrlanda halkına gösterdiği sevgi dolu eylem, bize merhametimizi kendi ailelerimizin ve dostlarımızın sınırları ötesine, normalde umurumuzda olmayacak olan kişilere uzatmamız gerektiğini hatırlatmaktadır.
İsa, başka birine yardımcı olmak için beklenenlerin ötesine geçen bir adamın öyküsünü anlattı. Bu adam “İyi Samiriyeli” adıyla tanındı. Öykü o kadar ünlü oldu ki, dünya çapında pek çok kurum ve kuruluş “İyi Samiriyeli”nin adını ve işlerini ödünç alarak, mağdurlara ve fakirlere yönelik çalışmalarda kullandılar. Ancak İsa’nın öyküsüne geçmeden önce, konunun bağlamını anlamaya çalışalım. Bunu Luka 10. bölüm, 25–29 ayetlerini okuyarak sağlayabiliriz:
25 Bir Kutsal Yasa uzmanı İsa’yı denemek amacıyla gelip şöyle dedi: “Öğretmenim, sonsuz yaşamı miras almak için ne yapmalıyım?” 26 İsa ona, “Kutsal Yasa’da ne yazılmıştır?” diye sordu. “Orada ne okuyorsun?” 27 Adam şöyle karşılık verdi: “Tanrın Rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün gücünle ve bütün aklınla seveceksin. Komşunu da kendin gibi seveceksin.” 28 İsa ona, “Doğru yanıt verdin” dedi. “Bunu yap ve yaşayacaksın.” 29 Oysa adam kendini haklı çıkarmak isteyerek İsa’ya, “Peki, komşum kim?” dedi.
Bu yasa uzmanı karmaşık yasalarda uzmandı. İsa’nın kısa ve özlü yanıtı, ağdalı yasa konusunu utanç verici ölçüde basite indirgemişti! Pek çok kişi dinin temel odağına ve pratik uygulamasına katılmak, yani sevmek yerine, onun ince noktaları hakkında tartışmayı tercih eder! Gerçekten sevgi göstermek yerine, bir odaya sağ ayakla girmenin, suyu üç yudumda içmenin ya da doğru dua biçiminin erdemleri hakkında tartışmayı tercih ederler. Bu yasa uzmanı dinin “felsefesinden” keyif alıyordu. Fakat İsa şu sözleri söyleyerek çok basit bir şekilde açıkladığında, bilmecesinin bu kadar hızlı bir şekilde çözüleceğini beklemiyordu:
“Allah’ı sev ve komşunu sev.”
Akıllı bir adam olarak bilinen itibarını korumaya çalışarak, şu ifadeyle yanıt verilemez bir soru meydana getirmeye çalıştı:
“Komşum kimdir?”
Fakat İsa’nın bunun için de bir yanıtı vardı! İsa’nın nazik yanıtını Luka 10. bölüm, 30–33 ayetlerinde okuyalım:
30 İsa şöyle yanıt verdi: “Adamın biri Yeruşalim’den Eriha’ya inerken haydutların eline düştü. Onu soyup dövdüler, yarı ölü bırakıp gittiler. 31 Bir rastlantı olarak o yoldan bir kâhin geçiyordu. Adamı görünce yolun öbür yanından geçip gitti. 32 Bir Levili de oraya varıp adamı görünce aynı şekilde geçip gitti. 33 O yoldan geçen bir Samiriyeli ise adamın bulunduğu yere gelip onu görünce, yüreği sızladı.
İsa’nın sözlerinin etkisini tam olarak hissedebilmek için, Yeruşalim’den Eriha’ya giden yolun Kapadokya vadilerine çok benzediğini hatırlamamız gerek. Haydutların saklanması için harika bir yerdi, çünkü her yerde mağaralar vardı. Adamlar kayaların içine saklanarak muhtemel kurbanlarını bekler, geçerken üzerlerine saldırarak paralarını çalar ve hemen kayalarla deliklere geri kaçarlardı. İsa’nın öyküsündeki yolcu kendini böyle bir durumda buldu, bir vadide kısılı kaldı ve kaçacak bir yeri yoktu. Haydutlar çetesi yalnızca parasını çalmakla kalmadı, giysilerini de alıp adamı dövdüler ve kanlar içinde, yarı ölü bir halde bıraktılar.
Vadiden geçen patika dar olduğundan tüm yolcuların bu adamın yanından geçmeleri gerekiyordu. Suç mahalline ilk gelen kişi bir rahipti. Rahibin işi insanların kurban sunmalarına yardımcı olmaktı. Bu nedenle kana alışkındı. Ancak Allah’ın kanlı yaratıklarından birinin, bir insanın yolda yattığını gördüğünde yardım etmeye istekli değildi. Bu adamın sevgisi var mıydı? Hayır. İnsan kardeşine yardımcı olmaktansa kendini dinî törenler için temiz tutmakla daha çok ilgileniyordu. Yasanın törensel tatilleri, bayramları, oruçları ve kurbanı düzenleyen ince ayrıntılarına odaklanmıştı, fakat onun gerçek anlamını gözden kaçırıyordu! Sizce Allah ölmekte olan bir adamı görmezlikten gelen bu rahip için ne düşünmüştür?
Yoldan inen ve dövülmüş, kanlar içindeki yolcuya rastlayan ikinci kişi bir Leviliydi. Her rahip bir Leviliydi, fakat tüm Levililer rahip değildi. Bu adam Musa’ya ve Harun’a dek uzanan kutsal bir soydan geliyor olmasıyla övünebilirdi. Kendi kendine şöyle düşünmüş olabilir:
“Ben özel biriyim.”
Fakat yol kenarında kanlar içinde yatan ve inleyen yardıma muhtaç durumdaki adamı gördüğünde, herhalde şöyle düşündü:
“Daha sıradan biri bu adama yardım edebilir. Ayrıca bu adamın kirliliğiyle temizliğimin bozulmasını istemiyorum.”
Bundan sonra İsa öykünün üçüncü karakterini sundu, bir Samiriyeli. İsa’nın konuştuğu yasa uzmanı Yahudi’ydi. Yahudi halkına göre Samiriyeliler aşağıların en aşağısıydı. Saf Yahudi olmadıkları için köpeklere benzetiliyorlardı.6 Hatta bir keresinde rahipler İsa’ya o kadar kızmışlardı ki, onu “cin çarpmış bir Samiriyeli” olmakla suçlamışlardı.7 Başka bir deyişle, düşünebilecekleri en kötü hakaret buydu!
Böylece İsa bir Samiriyelinin yoldan geçtiğini, eşeğinden indiğini ve adama merhamet ettiğini söylediğinde, herkesin dikkatini çekti. İsa’nın bundan sonra söylediklerini Luka 10. bölüm, 33–35 ayetlerinde görelim:
33 O yoldan geçen bir Samiriyeli ise adamın bulunduğu yere gelip onu görünce, yüreği sızladı. 34 Adamın yanına gitti, yaralarının üzerine yağla şarap dökerek sardı. Sonra adamı kendi hayvanına bindirip hana götürdü, onunla ilgilendi. 35 Ertesi gün iki dinar çıkararak hancıya verdi. ‘Ona iyi bak’ dedi, ‘Bundan fazla ne harcarsan, dönüşümde sana öderim.’
İsa’nın öyküsü böyle sona erdi. Sonra İsa yasa uzmanının gözünün içine bakarak ona bir soru sordu. Bunu 36. ayette okuyabiliriz:
36 “Sence bu üç kişiden hangisi haydutlar arasına düşen adama komşu gibi davrandı?”
Yasa uzmanı tartışmalarda kurnaz bir konuşmacıydı; yasanın ayrıntıları üzerindeki münakaşalarda muhtemelen birçok kez insanları zor durumda bırakmıştı. Şimdiyse İsa’nın durumu tersine çevirdiğini görünce, alnına alışılmadık bir sıcaklık duygusunun geldiğini hissetti. Nasıl yanıt verebilirdi? Kesinlikle kötü görünmek istemiyordu. Söylediklerini 37. ayette görelim:
37 Yasa uzmanı, “Ona acıyıp yardım eden” dedi. İsa, “Git, sen de öyle yap” dedi.
Git sen de öyle yap. Git ve bir Samiriyeli gibi sev! İsa esasen şunları söyleyerek demek istediğini özetlemişti:
“Senin köpekten bile aşağı saydığın kişi insanları sevdiği zaman Allah’ın gözünde İbrahim’in neslinin tüm törensel ibadetlerini ve dindarlığını yerine getiren kişiden daha hoşnut edicidir.”
Allah’ın ekonomi sisteminde para birimi sevgidir. Yeryüzünde hırs, ün ve para bir adamı veya kadını yüksek yerlere getirebilir. Bunlar size bağlantılar ve daha iyi işler sağlayabilir. Fakat İsa, Allah katında başarıya ulaşmanın biletinin sevgi olduğunu söyledi. Kimlik kartınızdaki din hanesinde ne yazdığının önemi yok. Gerçekten önemli olan, insanları tatbikî olarak, hasta olduklarında, yalnızken ya da ihtiyaç içindeyken sevmektir.
Hayatınıza geri dönüp bakarken, gerçekten yaşadığınız anların her şeyi bir sevgi ruhuyla yaptığınız zamanlar olduğunu göreceksiniz. Sevgi, takdir edilerek olduğu varsayılan her şeydir. Gerçekten uğruna çabalamaya, cesaret göstermeye ve her şeyi göze almaya değer. İsa, sevgi için her şeyi riske atmazsanız, daha da fazlasını, hatta kurtuluşunuzu riske attığınızı öğretti.
İyi Samiriyeli öyküsünden sevginin kolay olmadığını ve çoğunlukla çok masraflı olduğunu öğreniyoruz. İyi Samiriyeli için bu zamana mal oldu, zira durmak, adamı temizlemek ve hana götürmek zorunda kaldı. Samiriyeliye paraya mal oldu, zira hancıya iki gümüş dinar ödedi. Ayrıca rahatına da mal oldu, zira yaralı adamı eşeğinde taşırken kendisi yürümek zorunda kaldı. Sevginin ilkesi şudur: gerçek sevgi ise her zaman bedeli olacaktır. Sevgi, fedakârlıkta bulunmamızı ve önceliklerimizi yeniden belirlememizi sağlar.
Rahibin ve Levilinin fedakârlıkta bulunmak istemedikleri şey neydi? Zamanlarını vermek istemediler. Şöyle diyen bir tavra sahiptiler:
“Benim randevum bu adamdan daha önemli. Uymam gereken bir programım var ve insanlar bana güveniyor.”
Ayrıca paralarını da kaybetmek istemediler. Büyük ihtimalle şöyle düşünerek endişelenmişlerdir:
“Bu adama yardımcı olmak için duraklarsam o haydutlar kesinlikle beni soyarlar!”
Rahatlarından da ödün vermek istemediler! Düşünceleri şöyle olmuş olabilir:
“O kirli ve çıplak adama dokunamam. Yoksa sonraki dua saatinden önce tekrar yıkanmam gerekecek!”
Sevmeyi engelleyen üç büyük engel vardır: gurur, affetmezlik ve bencillik. Bunlara “Üç Yalancılar” denir ve birlikte şu şekilde çalışırlar. Gurur önyargının kökeninde yatar, önyargı da affetmezliğe bahane meydana getirir. Bağışlamadığımızda kendi haklı çıkma ihtiyacımızı (yani benliği tatmin) bir insanın bağışlanma ve sevilme ihtiyacından daha üstün tutuyoruz. Bu kişisel ve ruhsal gelişimi engelleyen bir kısır döngü. Öyleyse bu döngüyü nasıl kırarız? “Üç Yalancılar”ın kalıplarını engellemek ve kırmak için bilinçli bir tercihte bulunarak, gurur yerine sevgiyi seçmeliyiz.
Allah’ın sevgi olduğunu8 ve tüm sevginin kaynağı olduğunu biliyoruz. Peki bu sevginin “bir şeylere mal olması” ilkesi evrensel olarak geçerli midir?
Bu bizi çok ilginç bir soruya yönlendiriyor. Eğer sevginin temel ilkesi (yani varlığının hayati önemdeki unsuru) onun daima fedakârlıkta bulunması ya da vermesiyse, Allah sevgisini kanıtlayan neyi feda etmiş ya da vermiştir? Başka bir deyişle, Allah’ın bize olan büyük sevgisi O’na neye mal olur? O en büyük “seven” ise, bunun kanıtı olarak ödediği büyük bir bedel olması gerekmez mi? Sevgi Samiriyelinin zamanına, enerjisine ve rahatına mal oldu. Eşimize, çocuklarımıza, komşularımıza ve dostlarımıza sevgi gösterdiğimizde bunun bedelleri vardır. Sevgi Allah’a neye mal olur? Benzer bir şekilde, aynı şeyi İsa için de sorabiliriz. İsa sevginin öğretmeniydi. O kendi sevgisini göstermek için neyi feda etti?
Bu derslerde epey ilerlediniz. Şimdi birlikte doruk noktasına doğru giderken, Allah’ın sevgisinin hayret verici bir şekilde hayata geçişine tanık olun. Sıradaki on dersimiz Allah’ın dünyaya olan sevgisini nasıl muazzam bir şekilde verdiğini giderek artan bir heyecanla bildirecek.
Aynı zamanda doktor olan bir gazete köşe yazarı, bir yazısında kocasına karşı nefretle dolu olarak muayenehanesine gelen bir kadından söz ediyordu.
“Ondan yalnızca kurtulmayı değil, onunla ödeşmeyi de istiyorum. Ondan boşanmadan önce onu beni ne kadar incittiyse o kadar incitmek istiyorum.”
Doktor dâhice bir plan önerdi. Fısıltıyla konuşarak, adamın karısına şöyle dedi:
“İşte onu mahvedecek bir plan. Eve git ve kocanı gerçekten seviyormuşsun gibi davran. Ona senin için ne büyük bir anlam ifade ettiğini söyle. Her iyi özelliği için onu öv. Olabildiğince nazik, düşünceli ve cömert olmak için zahmete gir. Onu memnun etmek için elinden geleni yap. Onunla her anın tadını çıkar. Onu sevdiğine inanmasını sağla. Onu ölmeyen sevgine ve onsuz yaşayamayacağına ikna ettikten sonra bombayı patlat. Boşanmak istediğini söyle. Bu onu gerçekten mahvedecektir.”
Kadın, gözlerinde intikam parıltısıyla gülümsedi ve haykırdı:
“Çok güzel, çok güzel. Başına ne geldiğini anlayamayacak bile!”
Ve kadın bunu hevesle yerine getirdi. Her gün sanki onu seviyormuş gibi davrandı. İki ay boyunca sevgi gösterdi. Nazik, dinleyici, verici, destekleyici ve paylaşımcıydı.
Ancak iki aydan sonra kadın gazetecinin bürosuna dönmeyince, adam meraklandı ve kadını aramaya karar verdi.
“Şimdi boşanma işlemlerini tamamlamaya hazır mısın?”
Kadın, “Boşanma mı?” diye haykırdı. “Asla! Onu gerçekten de sevdiğimi fark ettim.”
Kadının eylemleri düşüncelerini değiştirmişti. Eylem, duyguya yol açmıştı. Sevgi yetisi gayretli vaatten çok, sevgi eylemlerine tekrar tekrar girmeye karalılıktan kaynaklanır.
Komşunuzu sevip sevmediğinizi merak etmekle vaktinizi kaybetmeyin. Seviyormuşsunuz gibi davranın. İsa, “düşmanlarınızı sevin” dedi. Bunu kendi gücümüzle samimi olarak yapamayız, fakat yinede düşmanımıza sevgiyle davranabiliriz. Bunu yaptığımız zaman, en büyük sırlardan birini keşfederiz. Bir kimseyi severmiş gibi davranmaya başladığınızda, onu sevmeye başlarsınız.
Aksine, sevmediğiniz birine kötülük ederseniz, ondan daha da hoşlanmadığınızı fark edersiniz. Ancak ona iyi davranırsanız, ondan hoşlanmama derecenizin düştüğünü fark edersiniz. Kelimenin tam anlamıyla, başkalarına sevgi bizi Allah’la birlikteliğe götürür. Burası çok güvenli ve iyileştirici bir yerdir.
Tartışma Soruları
1. İnsanlar neden dinin pratik uygulaması yerine dinî konuların ince noktalarını tartışmayı sever?
2. Sizin “komşunuz” kimdir? “Komşunuza” sevginizi tatbikî olarak nasıl gösterebilirsiniz?
3. Üç Yalancılar (gurur, bencillik ve önyargı) sevginizin hayatınızda akmasını herhangi bir şekilde engelliyor mu?
4. Sevgi size neye “mal oldu?” Sizce sevgi bu “maliyete” değer mi? 37
4 Bu arada, kağıt parayı kullanıma ilk çıkaran Sultan Abdülmecid’di.
5 Günümüzde yaklaşık 2.4 milyon TL.
6 Samiriyeliler karışık ırktandılar. M.Ö. 745’te Asurlular kuzey İsrail krallığını işgal ettiklerinde hâlâ Filistin’de oturmakta olanların soylarını karıştırdılar ve birçok Yahudiyi diğer ülkelere sürdüler. Güney Yahuda krallığının Babil’deki tutsaklığı sona erince tapınağı ve Yeruşalim’i tekrar inşa etmek istediler; işlerine engel olan da işte bu karışık Samiriyeliler grubuydu. Bu hikâye beraberinde karışık ırk, insanlar arasında önyargılara yol açtı.
7 Bkz. Yuhanna 8:48.
8 Bkz. 1. Yuhanna 4.
Başkaları için sevgi temel ilkesi olsaydı, dünyanın ne kadar farklı bir yer olacağını düşünün! Bencil insan kalbi ev, araba, moda ve servet peşindeyken hayatın gerçek anlamını gözden kaçırmaktadır. Aslında hayatı tam doluluğuyla yaşayan özverili kalptir – eş, çocuk, aile, vatan, ve arkadaş sevgisiyle dolu bir hayat. Ancak, hayal etmesi ne kadar zor olsa da, aile sevgisini bile aşan özel bir sevgi türü vardır. Bu, bir yabancıya duyulan özgecil sevgi, önyargıyı yenen ve eğitim, ırk, din ve kültür sınırlarının ötesine geçen bir sevgidir.
Önyargının olmadığı bir gün hayal edebiliyor musunuz? Ulusların sorunları çözmek için füzeler yerine sevgiyi kullandıkları bir günü hayal edebiliyor musunuz? Hayal etmesi zor! Bölen, önyargı meydana getiren ve savaşa yol açan tüm etiketleri bir düşünün. Arap, Yahudi, Çingene, Kürt ve Amerikalı, bazılarının başkalarını sevmemeye mazeret olarak kullanabileceği etiketlerden yalnızca birkaçı. İsa’nın belki de en olağanüstü ifadelerinden biri, Matta 5. bölüm 43–45 ayetlerinde bulunuyor:
43 “‘Komşunu seveceksin, düşmanından nefret edeceksin’ dendiğini duydunuz. 44 Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. 45 Öyle ki, göklerdeki Babanız’ın oğulları olasınız. Çünkü O, güneşini hem kötülerin hem iyilerin üzerine doğdurur; yağmurunu hem doğruların hem eğrilerin üzerine yağdırır.”
Her kültürde, her ülkede ve her kıtada binlerce savaş öyküsü olsa da, en harika öyküler barışa ve iyi niyete yönelik olağanüstü adımlar atmış olan uluslara aittir. Böyle bir an 1845 yılında yaşandı.
İrlanda korkunç bir kıtlıktan geçiyordu. Hem insanlar hem de çiftlik hayvanları için temel bir besin maddesi olan patates mahsulü küf yüzünden mahvolmuştu. Zengin toprak sahipleri köylülere o kadar küçük araziler vermişlerdi ki, dönüm başına en çok ürün getiren patatesi ekmeye mecbur kalmışlardı. Ne yazık ki tek bir mahsulün büyük çapta üretimi çok az hata payı bırakmıştı. Küf vurduğunda hasadın yarısı mahvoldu ve bir milyondan fazla insan açlıktan öldü.
Sultan Abdülmecit kıtlıktan haberdar oldu. Kırım savaşı sırasında Avrupa ülkeleriyle iyi ilişkiler kurabilmek için muazzam çabalar sarf etmişti.4 İlerici bir önder olarak, İrlandalı çiftçilere 10.000 sterlin gönderme niyetini açıkladı.5 Ancak İngiltere Kraliçesi Victoria, Sultan’ın yalnızca 1.000 sterlin göndermesini talep etti. Neden? Çünkü o yalnızca 2.000 sterlin göndermişti! Türkiye’den kendi armağanını gölgede bırakan bir armağan gelirse cimri görüneceğini düşündü. Sultan diplomatik ilişkilere zarar vermek istemediğinden yalnızca 1.000 sterlin göndermeye karar verdi. Fakat kalbi İrlandalıların durumuna samimi bir acımayla doldu, bu yüzden gizlice yiyecek de gönderdi. Üç gemi Türk topraklarının sunduğu en güzel yiyeceklerle dolduruldu. Tarihî kayıtlara göre İngiliz mahkemeleri gemileri engellemeye çalıştı. Fakat Osmanlı denizcileri yiyecekleri İrlanda’nın Drogheda limanına ulaştırmayı başardı. Drogheda halkı bugün dahi bu kahramanlığı hatırlamakta ve Türklere büyük sevgi beslemektedir.
Sultan’ın İrlanda halkına gösterdiği sevgi dolu eylem, bize merhametimizi kendi ailelerimizin ve dostlarımızın sınırları ötesine, normalde umurumuzda olmayacak olan kişilere uzatmamız gerektiğini hatırlatmaktadır.
İsa, başka birine yardımcı olmak için beklenenlerin ötesine geçen bir adamın öyküsünü anlattı. Bu adam “İyi Samiriyeli” adıyla tanındı. Öykü o kadar ünlü oldu ki, dünya çapında pek çok kurum ve kuruluş “İyi Samiriyeli”nin adını ve işlerini ödünç alarak, mağdurlara ve fakirlere yönelik çalışmalarda kullandılar. Ancak İsa’nın öyküsüne geçmeden önce, konunun bağlamını anlamaya çalışalım. Bunu Luka 10. bölüm, 25–29 ayetlerini okuyarak sağlayabiliriz:
25 Bir Kutsal Yasa uzmanı İsa’yı denemek amacıyla gelip şöyle dedi: “Öğretmenim, sonsuz yaşamı miras almak için ne yapmalıyım?” 26 İsa ona, “Kutsal Yasa’da ne yazılmıştır?” diye sordu. “Orada ne okuyorsun?” 27 Adam şöyle karşılık verdi: “Tanrın Rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün gücünle ve bütün aklınla seveceksin. Komşunu da kendin gibi seveceksin.” 28 İsa ona, “Doğru yanıt verdin” dedi. “Bunu yap ve yaşayacaksın.” 29 Oysa adam kendini haklı çıkarmak isteyerek İsa’ya, “Peki, komşum kim?” dedi.
Bu yasa uzmanı karmaşık yasalarda uzmandı. İsa’nın kısa ve özlü yanıtı, ağdalı yasa konusunu utanç verici ölçüde basite indirgemişti! Pek çok kişi dinin temel odağına ve pratik uygulamasına katılmak, yani sevmek yerine, onun ince noktaları hakkında tartışmayı tercih eder! Gerçekten sevgi göstermek yerine, bir odaya sağ ayakla girmenin, suyu üç yudumda içmenin ya da doğru dua biçiminin erdemleri hakkında tartışmayı tercih ederler. Bu yasa uzmanı dinin “felsefesinden” keyif alıyordu. Fakat İsa şu sözleri söyleyerek çok basit bir şekilde açıkladığında, bilmecesinin bu kadar hızlı bir şekilde çözüleceğini beklemiyordu:
“Allah’ı sev ve komşunu sev.”
Akıllı bir adam olarak bilinen itibarını korumaya çalışarak, şu ifadeyle yanıt verilemez bir soru meydana getirmeye çalıştı:
“Komşum kimdir?”
Fakat İsa’nın bunun için de bir yanıtı vardı! İsa’nın nazik yanıtını Luka 10. bölüm, 30–33 ayetlerinde okuyalım:
30 İsa şöyle yanıt verdi: “Adamın biri Yeruşalim’den Eriha’ya inerken haydutların eline düştü. Onu soyup dövdüler, yarı ölü bırakıp gittiler. 31 Bir rastlantı olarak o yoldan bir kâhin geçiyordu. Adamı görünce yolun öbür yanından geçip gitti. 32 Bir Levili de oraya varıp adamı görünce aynı şekilde geçip gitti. 33 O yoldan geçen bir Samiriyeli ise adamın bulunduğu yere gelip onu görünce, yüreği sızladı.
İsa’nın sözlerinin etkisini tam olarak hissedebilmek için, Yeruşalim’den Eriha’ya giden yolun Kapadokya vadilerine çok benzediğini hatırlamamız gerek. Haydutların saklanması için harika bir yerdi, çünkü her yerde mağaralar vardı. Adamlar kayaların içine saklanarak muhtemel kurbanlarını bekler, geçerken üzerlerine saldırarak paralarını çalar ve hemen kayalarla deliklere geri kaçarlardı. İsa’nın öyküsündeki yolcu kendini böyle bir durumda buldu, bir vadide kısılı kaldı ve kaçacak bir yeri yoktu. Haydutlar çetesi yalnızca parasını çalmakla kalmadı, giysilerini de alıp adamı dövdüler ve kanlar içinde, yarı ölü bir halde bıraktılar.
Vadiden geçen patika dar olduğundan tüm yolcuların bu adamın yanından geçmeleri gerekiyordu. Suç mahalline ilk gelen kişi bir rahipti. Rahibin işi insanların kurban sunmalarına yardımcı olmaktı. Bu nedenle kana alışkındı. Ancak Allah’ın kanlı yaratıklarından birinin, bir insanın yolda yattığını gördüğünde yardım etmeye istekli değildi. Bu adamın sevgisi var mıydı? Hayır. İnsan kardeşine yardımcı olmaktansa kendini dinî törenler için temiz tutmakla daha çok ilgileniyordu. Yasanın törensel tatilleri, bayramları, oruçları ve kurbanı düzenleyen ince ayrıntılarına odaklanmıştı, fakat onun gerçek anlamını gözden kaçırıyordu! Sizce Allah ölmekte olan bir adamı görmezlikten gelen bu rahip için ne düşünmüştür?
Yoldan inen ve dövülmüş, kanlar içindeki yolcuya rastlayan ikinci kişi bir Leviliydi. Her rahip bir Leviliydi, fakat tüm Levililer rahip değildi. Bu adam Musa’ya ve Harun’a dek uzanan kutsal bir soydan geliyor olmasıyla övünebilirdi. Kendi kendine şöyle düşünmüş olabilir:
“Ben özel biriyim.”
Fakat yol kenarında kanlar içinde yatan ve inleyen yardıma muhtaç durumdaki adamı gördüğünde, herhalde şöyle düşündü:
“Daha sıradan biri bu adama yardım edebilir. Ayrıca bu adamın kirliliğiyle temizliğimin bozulmasını istemiyorum.”
Bundan sonra İsa öykünün üçüncü karakterini sundu, bir Samiriyeli. İsa’nın konuştuğu yasa uzmanı Yahudi’ydi. Yahudi halkına göre Samiriyeliler aşağıların en aşağısıydı. Saf Yahudi olmadıkları için köpeklere benzetiliyorlardı.6 Hatta bir keresinde rahipler İsa’ya o kadar kızmışlardı ki, onu “cin çarpmış bir Samiriyeli” olmakla suçlamışlardı.7 Başka bir deyişle, düşünebilecekleri en kötü hakaret buydu!
Böylece İsa bir Samiriyelinin yoldan geçtiğini, eşeğinden indiğini ve adama merhamet ettiğini söylediğinde, herkesin dikkatini çekti. İsa’nın bundan sonra söylediklerini Luka 10. bölüm, 33–35 ayetlerinde görelim:
33 O yoldan geçen bir Samiriyeli ise adamın bulunduğu yere gelip onu görünce, yüreği sızladı. 34 Adamın yanına gitti, yaralarının üzerine yağla şarap dökerek sardı. Sonra adamı kendi hayvanına bindirip hana götürdü, onunla ilgilendi. 35 Ertesi gün iki dinar çıkararak hancıya verdi. ‘Ona iyi bak’ dedi, ‘Bundan fazla ne harcarsan, dönüşümde sana öderim.’
İsa’nın öyküsü böyle sona erdi. Sonra İsa yasa uzmanının gözünün içine bakarak ona bir soru sordu. Bunu 36. ayette okuyabiliriz:
36 “Sence bu üç kişiden hangisi haydutlar arasına düşen adama komşu gibi davrandı?”
Yasa uzmanı tartışmalarda kurnaz bir konuşmacıydı; yasanın ayrıntıları üzerindeki münakaşalarda muhtemelen birçok kez insanları zor durumda bırakmıştı. Şimdiyse İsa’nın durumu tersine çevirdiğini görünce, alnına alışılmadık bir sıcaklık duygusunun geldiğini hissetti. Nasıl yanıt verebilirdi? Kesinlikle kötü görünmek istemiyordu. Söylediklerini 37. ayette görelim:
37 Yasa uzmanı, “Ona acıyıp yardım eden” dedi. İsa, “Git, sen de öyle yap” dedi.
Git sen de öyle yap. Git ve bir Samiriyeli gibi sev! İsa esasen şunları söyleyerek demek istediğini özetlemişti:
“Senin köpekten bile aşağı saydığın kişi insanları sevdiği zaman Allah’ın gözünde İbrahim’in neslinin tüm törensel ibadetlerini ve dindarlığını yerine getiren kişiden daha hoşnut edicidir.”
Allah’ın ekonomi sisteminde para birimi sevgidir. Yeryüzünde hırs, ün ve para bir adamı veya kadını yüksek yerlere getirebilir. Bunlar size bağlantılar ve daha iyi işler sağlayabilir. Fakat İsa, Allah katında başarıya ulaşmanın biletinin sevgi olduğunu söyledi. Kimlik kartınızdaki din hanesinde ne yazdığının önemi yok. Gerçekten önemli olan, insanları tatbikî olarak, hasta olduklarında, yalnızken ya da ihtiyaç içindeyken sevmektir.
Hayatınıza geri dönüp bakarken, gerçekten yaşadığınız anların her şeyi bir sevgi ruhuyla yaptığınız zamanlar olduğunu göreceksiniz. Sevgi, takdir edilerek olduğu varsayılan her şeydir. Gerçekten uğruna çabalamaya, cesaret göstermeye ve her şeyi göze almaya değer. İsa, sevgi için her şeyi riske atmazsanız, daha da fazlasını, hatta kurtuluşunuzu riske attığınızı öğretti.
İyi Samiriyeli öyküsünden sevginin kolay olmadığını ve çoğunlukla çok masraflı olduğunu öğreniyoruz. İyi Samiriyeli için bu zamana mal oldu, zira durmak, adamı temizlemek ve hana götürmek zorunda kaldı. Samiriyeliye paraya mal oldu, zira hancıya iki gümüş dinar ödedi. Ayrıca rahatına da mal oldu, zira yaralı adamı eşeğinde taşırken kendisi yürümek zorunda kaldı. Sevginin ilkesi şudur: gerçek sevgi ise her zaman bedeli olacaktır. Sevgi, fedakârlıkta bulunmamızı ve önceliklerimizi yeniden belirlememizi sağlar.
Rahibin ve Levilinin fedakârlıkta bulunmak istemedikleri şey neydi? Zamanlarını vermek istemediler. Şöyle diyen bir tavra sahiptiler:
“Benim randevum bu adamdan daha önemli. Uymam gereken bir programım var ve insanlar bana güveniyor.”
Ayrıca paralarını da kaybetmek istemediler. Büyük ihtimalle şöyle düşünerek endişelenmişlerdir:
“Bu adama yardımcı olmak için duraklarsam o haydutlar kesinlikle beni soyarlar!”
Rahatlarından da ödün vermek istemediler! Düşünceleri şöyle olmuş olabilir:
“O kirli ve çıplak adama dokunamam. Yoksa sonraki dua saatinden önce tekrar yıkanmam gerekecek!”
Sevmeyi engelleyen üç büyük engel vardır: gurur, affetmezlik ve bencillik. Bunlara “Üç Yalancılar” denir ve birlikte şu şekilde çalışırlar. Gurur önyargının kökeninde yatar, önyargı da affetmezliğe bahane meydana getirir. Bağışlamadığımızda kendi haklı çıkma ihtiyacımızı (yani benliği tatmin) bir insanın bağışlanma ve sevilme ihtiyacından daha üstün tutuyoruz. Bu kişisel ve ruhsal gelişimi engelleyen bir kısır döngü. Öyleyse bu döngüyü nasıl kırarız? “Üç Yalancılar”ın kalıplarını engellemek ve kırmak için bilinçli bir tercihte bulunarak, gurur yerine sevgiyi seçmeliyiz.
Allah’ın sevgi olduğunu8 ve tüm sevginin kaynağı olduğunu biliyoruz. Peki bu sevginin “bir şeylere mal olması” ilkesi evrensel olarak geçerli midir?
Bu bizi çok ilginç bir soruya yönlendiriyor. Eğer sevginin temel ilkesi (yani varlığının hayati önemdeki unsuru) onun daima fedakârlıkta bulunması ya da vermesiyse, Allah sevgisini kanıtlayan neyi feda etmiş ya da vermiştir? Başka bir deyişle, Allah’ın bize olan büyük sevgisi O’na neye mal olur? O en büyük “seven” ise, bunun kanıtı olarak ödediği büyük bir bedel olması gerekmez mi? Sevgi Samiriyelinin zamanına, enerjisine ve rahatına mal oldu. Eşimize, çocuklarımıza, komşularımıza ve dostlarımıza sevgi gösterdiğimizde bunun bedelleri vardır. Sevgi Allah’a neye mal olur? Benzer bir şekilde, aynı şeyi İsa için de sorabiliriz. İsa sevginin öğretmeniydi. O kendi sevgisini göstermek için neyi feda etti?
Bu derslerde epey ilerlediniz. Şimdi birlikte doruk noktasına doğru giderken, Allah’ın sevgisinin hayret verici bir şekilde hayata geçişine tanık olun. Sıradaki on dersimiz Allah’ın dünyaya olan sevgisini nasıl muazzam bir şekilde verdiğini giderek artan bir heyecanla bildirecek.
Aynı zamanda doktor olan bir gazete köşe yazarı, bir yazısında kocasına karşı nefretle dolu olarak muayenehanesine gelen bir kadından söz ediyordu.
“Ondan yalnızca kurtulmayı değil, onunla ödeşmeyi de istiyorum. Ondan boşanmadan önce onu beni ne kadar incittiyse o kadar incitmek istiyorum.”
Doktor dâhice bir plan önerdi. Fısıltıyla konuşarak, adamın karısına şöyle dedi:
“İşte onu mahvedecek bir plan. Eve git ve kocanı gerçekten seviyormuşsun gibi davran. Ona senin için ne büyük bir anlam ifade ettiğini söyle. Her iyi özelliği için onu öv. Olabildiğince nazik, düşünceli ve cömert olmak için zahmete gir. Onu memnun etmek için elinden geleni yap. Onunla her anın tadını çıkar. Onu sevdiğine inanmasını sağla. Onu ölmeyen sevgine ve onsuz yaşayamayacağına ikna ettikten sonra bombayı patlat. Boşanmak istediğini söyle. Bu onu gerçekten mahvedecektir.”
Kadın, gözlerinde intikam parıltısıyla gülümsedi ve haykırdı:
“Çok güzel, çok güzel. Başına ne geldiğini anlayamayacak bile!”
Ve kadın bunu hevesle yerine getirdi. Her gün sanki onu seviyormuş gibi davrandı. İki ay boyunca sevgi gösterdi. Nazik, dinleyici, verici, destekleyici ve paylaşımcıydı.
Ancak iki aydan sonra kadın gazetecinin bürosuna dönmeyince, adam meraklandı ve kadını aramaya karar verdi.
“Şimdi boşanma işlemlerini tamamlamaya hazır mısın?”
Kadın, “Boşanma mı?” diye haykırdı. “Asla! Onu gerçekten de sevdiğimi fark ettim.”
Kadının eylemleri düşüncelerini değiştirmişti. Eylem, duyguya yol açmıştı. Sevgi yetisi gayretli vaatten çok, sevgi eylemlerine tekrar tekrar girmeye karalılıktan kaynaklanır.
Komşunuzu sevip sevmediğinizi merak etmekle vaktinizi kaybetmeyin. Seviyormuşsunuz gibi davranın. İsa, “düşmanlarınızı sevin” dedi. Bunu kendi gücümüzle samimi olarak yapamayız, fakat yinede düşmanımıza sevgiyle davranabiliriz. Bunu yaptığımız zaman, en büyük sırlardan birini keşfederiz. Bir kimseyi severmiş gibi davranmaya başladığınızda, onu sevmeye başlarsınız.
Aksine, sevmediğiniz birine kötülük ederseniz, ondan daha da hoşlanmadığınızı fark edersiniz. Ancak ona iyi davranırsanız, ondan hoşlanmama derecenizin düştüğünü fark edersiniz. Kelimenin tam anlamıyla, başkalarına sevgi bizi Allah’la birlikteliğe götürür. Burası çok güvenli ve iyileştirici bir yerdir.
Tartışma Soruları
1. İnsanlar neden dinin pratik uygulaması yerine dinî konuların ince noktalarını tartışmayı sever?
2. Sizin “komşunuz” kimdir? “Komşunuza” sevginizi tatbikî olarak nasıl gösterebilirsiniz?
3. Üç Yalancılar (gurur, bencillik ve önyargı) sevginizin hayatınızda akmasını herhangi bir şekilde engelliyor mu?
4. Sevgi size neye “mal oldu?” Sizce sevgi bu “maliyete” değer mi? 37
4 Bu arada, kağıt parayı kullanıma ilk çıkaran Sultan Abdülmecid’di.
5 Günümüzde yaklaşık 2.4 milyon TL.
6 Samiriyeliler karışık ırktandılar. M.Ö. 745’te Asurlular kuzey İsrail krallığını işgal ettiklerinde hâlâ Filistin’de oturmakta olanların soylarını karıştırdılar ve birçok Yahudiyi diğer ülkelere sürdüler. Güney Yahuda krallığının Babil’deki tutsaklığı sona erince tapınağı ve Yeruşalim’i tekrar inşa etmek istediler; işlerine engel olan da işte bu karışık Samiriyeliler grubuydu. Bu hikâye beraberinde karışık ırk, insanlar arasında önyargılara yol açtı.
7 Bkz. Yuhanna 8:48.
8 Bkz. 1. Yuhanna 4.