Hiç bir fırsatı kaçırdığınız oldu mu? Belki şöyle demişsinizdir: “Keşke o kampanyadan haberim olsaydı, telefon faturaları için daha iyi bir plan satın alabilirdim!”
Hiç bir fırsatı boşa harcadığınız oldu mu? Belki bunu hiç düşünmemişsinizdir, fakat bir fırsatı kaçırmakla boşa harcamak arasında fark var. O fırsatı boşa harcadıktan sonra, keşke bir şansınız daha olsaydı diye düşündünüz mü? Örneğin:
“Keşke o kampanya sırasında telefon planımı değiştirseydim. Faturam şimdi çok daha düşük olurdu. Neden oyalandım ki?”
Kendi hayatınızda ya da başkalarının hayatında iyi ya da kötü olaylar gördüğünüzde, olayların Allah tarafından önceden belirlenmiş kaderiniz olarak yazılıp mühürlendiğini düşünür müsünüz? Olayları böyle görürseniz, bu durumda boşa harcanan tüm fırsatlar Allah tarafından belirlenen kaderinizin bir parçası demektir. Meselede seçimin hiçbir payı olmaz. Peki gerçek böyle mi? Kaderimizi biz seçebilir miyiz, yoksa Allah her şeye önceden mi karar veriyor? Allah kurtulacak olanları ve kaybolacak olanları önceden mi seçti?
Bu dersimizde İsa’nın iki öğrencisinin, Yahuda ile Petrus’un nasıl ciddi hatalar yaptıklarını göreceğiz. Kötü seçimler yaparak bir fırsatı boşa harcadıklarını söyleyebiliriz. Ne var ki, sonunda biri yanlış seçiminden döndü ve kendisine bir şans daha verildi. Diğeri yanlış seçiminden dönmedi. Bu iki adamın hayatları ve seçimleri kader ve kaderin nasıl işlediği konusunda bize bir örnek ders olmaktadır. Bu zor konuda bize yardımcı olması için, şu öyküyü ele alalım.
Derya ile Ceyda kızkardeşler. Babaları doktor, anneleri ise öğretmen. Kızların ikisi de Anadolu Lisesine gitti. Derya hep çalışkandı ve iyi notlar alıyordu. Televizyon izlemek ya da alışveriş merkezinde arkadaşlarıyla gezmek yerine ödevlerini yapıyor ve sınavlara çalışıyordu. Ayrıca üniversite giriş sınavına hazırlanmak için dershaneye de gidiyordu. Sıkı çalışması meyvesini verdi ve Boğaziçi Üniversitesi’nin işletme bölümüne girmeye yetecek puanı aldı.
İki kızdan küçük olanı Ceyda aslında çok daha zekiydi. Ortaokul ve lise yerleştirme sınavlarında iyi puanlar almıştı, fakat hiç de iyi notlar almıyordu. Hatta notları çoğu zaman geçme notunun biraz yukarısında oluyordu. Notları yüzünden sürekli olarak başı dertteydi ve anne–babasıyla tartışıyordu. Ödevleri yapamadığından değil. Zekiydi. Annesiyle babası ne zaman öğretmenleriyle konuşsa hikâye hep aynıydı: ödevlerini teslim etmemişti.
Ödevini yaptığı zaman iyi notlar alıyordu. Fakat teslim ettiği her ödeve karşılık, ikisini hiç yapmıyordu. Bu yüzden sıfır alıyordu. Sınav sonuçları da hazırlanmadığını gösteriyordu. Anne–babasına sürekli olarak mazeret bildiriyordu:
“O gün sınav olduğunu bilmiyordum, o yüzden çalışmadım.”
“Sınavda o konuların çıkacağını bilmiyordum. O bölümleri okumadım.”
Anne–babası onun odaklanabilmesine ve daha iyi çalışabilmesine yardımcı olmak için, Ceyda’yla konuşmaktan televizyon saatlerini kısıtlamaya kadar her şeyi denediler. Fakat hiçbir şey işe yaramadı. Ceyda ne ceza alırsa alsın, bir türlü ödevini yapmıyordu. Ayrıca birçok derse de girmiyordu.
Bir gün Ceyda’nın annesiyle babası arabayla onu okula bıraktılar ve kızlarının binaya girdiğini gördüler. Annesi birden müdürle bir konuda görüşmesi gerektiğini hatırladı. Bu nedenle binaya giren Ceyda’nın arkasından gitti. Ceyda’nın tuvalete girdiğini gördü. Zil çaldı, ancak Ceyda çıkarak sınıfa gitmedi. Annesi kendi kendine şöyle dedi:
“Bekleyeyim de ne yaptığını göreyim.”
Beş dakika geçmesine rağmen Ceyda halen çıkmamıştı. Annesi ne olduğunu görmek için içeri girdi. Otomobile döndüğünde kocası yüzündeki şaşkınlık ifadesini fark etti.
“Ne oldu?” diye sordu.
“Ceyda tuvalete gitti ve zil çaldığında dışarı çıkıp sınıfa gitmedi. Ne yapacağını görmek için tam beş dakika bekledim. Dışarı çıkmadı. Belki de hastadır diye düşündüm. Onu görmek için içeri girdim.”
“İyi mi? Hasta mı?”
Annesi arabanın penceresinden dışarı boş boş bakarak “hayır” dedi. “Hasta değildi.”
“Ne yapıyordu? Sigara mı içiyordu, yoksa makyaj mı yapıyordu?”
“Hayır, hayır. Sigara içmiyordu. Hiçbir şey yapmıyordu. Hiçbir şey yapmıyordu” dedi. “Orada öylece duruyordu. Ona neden sınıfına gitmediğini sordum. Yüzüne sadece boş bir ifade takındı ve gitti.”
Ceyda üniversite giriş sınavında başarılı olamadı, bu nedenle annesiyle babası onu özel bir üniversiteye gönderdi. Ancak hikâye yine aynıydı. Ceyda televizyondaki her programı biliyordu, fakat ödevini yapmıyordu. Çok geçmeden notlarından dolayı okulu bırakmak zorunda kaldı. Evde annesiyle babası sürekli olarak arkasında dolaşıp evi temizlemesine veya yemek hazırlamasına yardımcı olmasını söylüyorlardı, fakat o şikâyet ederek yardım
etmemek için bahaneler buluyordu. Ya bir fılmle meşguldü, ya da müzik dinliyordu. Ceyda’nın sosyal çevresi birkaç kişiye kadar düştü ve hiç evlenmedi.
Annesiyle babası Ceyda’nın neden bu kadar tembel, Derya’nın ise neden bu kadar çalışkan olduğunu anlamak için çok uğraştılar.
“İki çocuğumuza da eşit sevgi ve ilgi gösterdik. İki kız da aynı genetik mirasa sahip. İyi okullara gitmek için aynı fırsata sahip oldular. Aslında Ceyda Derya’dan daha bile zeki. Fakat çalışmaktan nefret ediyor gibi. Yalnızca eğlence istiyor” dedi babası.
Karısı çay fıncanına bakarak şunları söyledi:
“Hayatta üç şey vardır: genetik miras, çevre ve kişisel seçim. Ders verdiğim sınıfta kötü aile ortamlarından gelip de sıkı çalışmayı seçen çocuklar gördüm. Sınıfta parlıyorlar ve giriştikleri her işi tamamlıyorlar. Tüm ayrıcalıklara sahip çocukların zamanlarını ve yeteneklerini boşa harcayıp gittiklerini de gördüm. Genler bir rol oynuyor. Çevre bir etken. Fakat en büyük etken bizim yaptığımız seçim.”
Ceyda üniversite eğitimi alma fırsatını boşa harcadı. Annesi hayatı etkileyen üç etken olduğu sonucuna vardı: genetik, çevre ve seçim. Peki dördüncü bir etken var mı? Tembel olmak ve derslerinden kalmak Ceyda’nın kaderi olabilir miydi? Allah tembelliğin onun hayatının bir parçası olmasını mı takdir etmişti? Bunu daha o doğmadan önce kendi kitabına mı yazmıştı?
Bu derslere kaderimizi değiştirme ihtimali olup olmadığını ve varsa bunun şartlarını öğrenmek için başladık. Allah hakkında bilgi edinmek ve Allah’ın duaya karşılık olarak neyi değiştirebileceğini öğrenmek için doğayı ve kutsal yazıları araştırdık. O’nun sözünden ve eylemlerinden, hayatlarımızda önceden belirlenmiş olan şeyleri ve Allah’tan istersek O’nun neleri değiştirmeye istekli olabileceğini öğrendik.
Kutsal yazıyı okuduğumuzda bazı şeyler kendiliğinden belli olmaktadır. Payımıza düşen ve değiştiremeyeceğimiz bir kaderimiz var. Bu kadere doğduğumuz yer ve ailemizin kim olduğu dahil. Ancak içine doğduğumuz yer ve şartlar değişmez bir kader olarak payımıza düşse de, doğumumuzun kendisi başka birinin, yani anne–babamızın seçimine bağlıdır. Her ne kadar iki kişi, Hanok ile İlyas, ölümü görmeden dönüştürülerek göğe alınmışlarsa da, bizler için ölüm kaçınılmaz bir kaderdir. Bu basit gerçeklerin ötesinde, hayatımızın pek çoğunun seçimlerimizle ilgili olduğunu görüyoruz.
Kutsal yazılar şöyle diyor:
“Ne zamana dek yatacaksın, ey tembel kişi? Ne zaman kalkacaksın uykundan? ‘Biraz kestireyim, biraz uyuklayayım, ellerimi kavuşturup şöyle bir uyuyayım’ demeye kalmadan, yokluk bir haydut gibi, yoksulluk bir akıncı gibi gelir üzerine.”31
Ceyda ödevini yapmadı ve derslerinden kaldı. Eğitimsizliği veya fakirliği yüzünden anne–babasını suçlayabilecek mi? Kesinlikle hayır! Az önce okuduğumuz bölümlerde verilen mesaj açık ve net: “Ne ekersen onu biçersin.”
Ceyda anne–babasının sözünü dinlemedi. Bu kader mi? Kutsal Kitap’a göre değil. Kutsal Kitap şöyle diyor:
“Terbiye edilmeye yanaşmayanı yokluk ve utanç bekliyor, ama azara kulak veren onurlandırılır.” (Özdeyişler 13:18)
Seçim bizim. İtaat edersek, şereflendiriliriz. İtaatsizlik edersek, utanca uğrar ve başkalarını da utandırırız.
Ancak hayatlarımızda meydana gelen ve kontrol edemeyeceğimiz şeyler vardır. Biz trafik kurallarına kusursuz olarak uysak da, başka birisi kırmızı ışıkta geçerek aracımıza çarpabilir. Bu bizim Allah’ın iradesine göre kaderimiz midir? Kral Süleyman şunları söyledi:
“Güneşin altında bir şey daha gördüm: Yarışı hızlı koşanlar, savaşı yiğitler, ekmeği bilgeler, serveti akıllılar, beğeniyi bilgililer kazanmaz. Ama zaman ve şans hepsinin önüne çıkar.”32
Zaman ve şans, Allah’ın eliyle yazılmış olan kader olarak görebileceğimiz şeylerle aynı sınıfa girmez. Aksine, bunlar eylemlerinin kesişmeleri ya da çarpışmaları kaçınılmaz olan milyonlarca insanın yaşadığı bir dünyada, ihtimallerin sonucudur. Ayrıca, hayatlarımızı rastgele bir şekilde etkileyen hava olayları veya diğer doğa olayları gibi milyonlarca etken vardır.
Şimdi önemli bir soru sormamız gerekiyor. Allah hayatımızdaki şeyleri duaya yanıt olarak değiştirir mi? Yanıt kesin bir “Evet”tir! Allah duaya yanıt olarak İshak’a bir eş temin etti,33 Daniel’e geleceği bildiren görümler ve rüyalar verdi34 ve kralları etki ederek Allah’ın halkına lütufta bulunmalarını sağladı.35 Elişa dua ile hizmetkârının gözlerinin açılmasını ve Allah’ın meleklerini kendilerini çevreleyerek koruyan atlardan ve ateş arabalarından oluşan bir ordu olarak görmesini sağladı.36 İsa’nın mucizeler yaptığını ve insanların kaderlerini, talihlerini ve hayatlarındaki kötü zamanlamaları değiştirdiğini okuduk. O hastaları iyileştirdi,37 günahları bağışladı,38 hatta ölüleri diriltti!39 Hayatınız dua yoluyla değişebilir ve değiştirilebilir!
Bu dersimizde iki adamın, Petrus ile Yahuda’nın öykülerine bakacak ve her birinin nasıl büyük bir günah işlediğini göstereceğiz. Fakat hayatlarının sonuçları tamamen farklıydı. Birinin hayatı utançla, diğerininki şere e sona erdi. Son derece önemli bir noktayı bir kez daha vurgulayacağız: Allah sizin ebedi kurtuluşunuzu ya da ebedi mahvoluşunuzu tayin etmez. O bize bir kurtuluş yolu sunar ve biz yaptığımız seçimlerle bu kurtuluşu ya kabul, ya da reddederiz. O kötülerin ölümünden sevinç duymaz. Onların kötü yollarından dönmelerini ve yaşamalarını ister.40
Öyküye İsa’nın öğrencileriyle birlikte Fısıh yemeğini yemesinin hemen ardından devam edelim. Okumaya
Yuhanna 18. bölüm, 1–5 ayetlerinden başlayacağız:
1 İsa bu sözleri söyledikten sonra öğrencileriyle birlikte dışarı çıkıp Kidron Vadisi’nin ötesine geçti. Orada bir bahçe vardı. İsa’yla öğrencileri bu bahçeye girdiler. 2 O’na ihanet eden Yahuda da burayı biliyordu. Çünkü İsa, öğrencileriyle orada sık sık buluşurdu. 3 Böylece Yahuda yanına bir bölük askerle başkâhinlerin ve Ferisiler’in gönderdiği görevlileri alarak oraya geldi. Onların ellerinde fenerler, meşaleler ve silahlar vardı. 4 İsa, başına geleceklerin hepsini biliyordu. Öne çıkıp onlara, “Kimi arıyorsunuz?” diye sordu. 5 “Nasıralı İsa’yı” diye karşılık verdiler. İsa onlara, “Benim” dedi. O’na ihanet eden Yahuda da onlarla birlikte duruyordu.
Yukarıdaki metinde Yahuda’nın İsa’yı ele verdiğini görüyoruz. İsa Yahuda’nın hain olduğunu biliyor muydu? Evet, hatta İsa bu ihanetten tam bir yıl önce öğrencilere aralarında bir iblis olduğunu söylemişti.41 Yahuda grubun hazinedarıydı, fakat hırsızdı ve taşıdığı çantadan para çalıyordu.42 Buna rağmen, İsa Yahuda’nın onikiler arasında yer almasına izin vermiş ve ona iyileştirme ve cin çıkartma yetkisi vermişti.43 Yahuda’nın kendisi İsa’nın özverili yaşamına tanıktı. Tozlu yollarda yüzlerce kilometre yolu birlikte yürümüşler ve sabahtan akşama kalabalıklara hizmet etmişler, çoğunlukla yemek yiyecek zaman bile bulamadıklarından aç durmuşlardı.
İsa’yı ebedî yaşam yolunu vaaz ederken dinlediğinde kalbi içinde tutuşmuş olmalıydı. İsa’nın fırtınayı dindirdiğini gördüğünde diğer öğrencilerle birlikte hayretle donakaldı. Yahuda hastaları iyileştiren ve Lazar’ı ölümden dirilten bir adamı nasıl takdir etmezdi? İsa Yahuda’yı o kadar seviyordu ki, eğilerek ayaklarını bile yıkamıştı. Yahuda’nın gönlü böyle bir adamı ele vermeye nasıl razı olabilmişti? Tüm bunlar yetmezmiş gibi, İsa bir de Yahuda’ya onun kendisine ihanet edeceğini bildiğini söylemişti.44 Önünde İsa’nın Allah tarafından gönderildiğine dair tüm kanıtlar dururken, Yahuda neden İsa’ya ihanet etmek istedi? Bu delilik değil mi? Ne kazanmayı umabilirdi?
Yahuda İsa’ya para için ihanet etti.45 Onun ihanetinin ve ele verme tasarılarının ilk işaretlerini, Meryem İsa’yı pahalı yağla meshettiğinde gördük. Yahuda bunun israf olduğundan şikâyet etti ve paranın fakirlere verilmesi gerektiğini söyledi. Fakat İsa’nın düşüncesi farklıydı. Meryem’in iyi bir şey yaptığını söyledi ve bunun için onu övdü.46 Belki de bu müşfik azar Yahuda’nın gücüne gitmiştir. Daha önce belirttiğimiz gibi, Yahuda para kesesinden para çalıyordu. Anlaşılan Yahuda’nın para sevgisi İsa’ya olan sevgisin- den daha büyüktü. Bu bizim için önemli bir ders. Hangi yeteneklere sahip olursak olalım, hangi iyi karakter özelliklerini bulundurursak bulunduralım, bir günahı beslersek bu günah bizi daha büyük günahlara götürebilir.
Belki de Yahuda kendisi için bir yücelik krallığı peşindeydi. Onun parayı sevdiğini biliyoruz. Öyleyse kralı kendi ayaklarını yıkarken gördüğünde ne düşünmüş olabilir? Belki şöyle düşündü: “Benim istediğim krallık bu değil! Ben zenginlik ve güç istiyorum, alçakgönüllülük ve fedakârlık değil!”
Öyleyse sizce Yahuda’ya ne oldu? Bunu Matta 27. bölüm, 1–5 ayetlerinde görelim:
1 Sabah olunca, bütün başkâhinlerle halkın ileri gelenleri, İsa’yı ölüm cezasına çarptırmak konusunda anlaştılar. 2 O’nu bağladılar ve götürüp Vali Pilatus’a teslim ettiler. 3 İsa’ya ihanet eden Yahuda, O’nun mahkûm edildiğini görünce yaptığına pişman oldu. Otuz gümüşü başkâhinlere ve ileri gelenlere geri götürdü. 4 “Ben suçsuz birini ele vermekle günah işledim” dedi. Onlar ise, “Bundan bize ne? Onu sen düşün” dediler. 5 Yahuda paraları tapınağın içine fırlatarak oradan ayrıldı, gidip kendini astı.
Yahuda günahını itiraf ettiğinde tövbe etti mi? Gidip kendini astığına göre pek olası değil. Rahipler parayı Yahuda’nın kendini astığı tarlayı almak için kullandılar ve orası yabancılar için mezarlık oldu.47 İsa şöyle demişti:
“İnsanoğlu, kendisi için yazılmış olduğu gibi gidiyor, ama İnsanoğlu’na ihanet edenin vay haline! O adam hiç doğmamış olsaydı, kendisi için daha iyi olurdu.”48
Sonuç olarak Yahuda’nın günahını gerçek bir tövbeyle değil, suçluluk duygusu hisseden vicdanından dolayı itiraf ettiği anlaşılıyor. Neden tövbe etmedi? İsa’nın en aşağılık günahkârları bile affettiğini görmemiş miydi? Kendisine ihanet edeceğini bile bile bu Yahuda’nın ayağını yıkayacak kadar alçakgönüllü olan aynı İsa, onu tüm şeylerden ötürü de affetmez miydi? Gelecekle yüzleşmektense ölmeyi yeğleyecek kadar umutsuz birinin duyduğu acıyı tasavvur edin. Neden İsa’nın ona sunduğu sevgiyi kabul etmekle yetinmedi? Bu yalnızca bir gurur meselesi miydi? Yahuda’nın intiharına ve aşağılayıcı bir halde ölmesine yol açan gurur muydu?
Yahuda’nın itirafı gerçek tövbe değildiyse, gerçek tövbe neye benzer? Aslında mükemmel bir örneği Petrus’un hayatında görebiliriz. İsa ele verildiğinde Petrus oradaydı. Gururlu ve sert bir balıkçıydı. Denizde saatler boyu çalışırken kendi yeteneklerine ve gücüne güvenmeye alışkındı. Aynı beceriyi İsa’ya sadık kalmak için kullanabileceğini düşündü, hatta şöyle dedi:
“Ya Rab, neden şimdi senin ardından gelemeyeyim? Senin için canımı veririm!”49
Fakat İsa’nın verdiği karşılık, duymayı beklediği yanıt değildi:
“Benim için canını mı vereceksin? Sana doğrusunu söyleyeyim, horoz ötmeden beni üç kez inkâr edeceksin.”50
İsa’nın sözleri tabii ki doğruydu. Askerler İsa’yı götürdüklerinde Petrus oradaydı ve İsa’yı güç kullanarak savunmaya çalıştı. Neler olduğunu Yuhanna 18. bölüm, 10. ve 11. ayetlerde okuyalım:
10 Simun Petrus yanında taşıdığı kılıcı çekti, başkâhinin Malkus adındaki kölesine vurup sağ kulağını kopardı. 11 İsa Petrus’a, “Kılıcını kınına koy! Baba’nın bana verdiği kâseden içmeyeyim mi?” dedi.
Şimdi Petrus’un birkaç saat sonra İsa’nın öğrencisi olmakla suçlandığında nasıl davrandığını görelim. Öyküyü Yuhanna 18. bölüm, 12–17 ayetlerinde okuyabiliriz:
12 Bunun üzerine komutanla buyruğundaki asker bölüğü ve Yahudi görevliler İsa’yı tutup bağladılar. 13 O’nu önce, o yıl başkâhin olan Kayafa’nın kayınbabası Hanan’a götürdüler. 14 Halkın uğruna bir tek adamın ölmesinin daha uygun olacağını Yahudi yetkililere telkin eden Kayafa idi. 15 Simun Petrus’la başka bir öğrenci İsa’nın ardından gidiyorlardı. O öğrenci başkâhinin tanıdığı olduğu için İsa’yla birlikte başkâhinin avlusuna girdi. 16 Petrus ise dışarıda, kapının yanında duruyordu. Başkâhinin tanıdığı öğrenci dışarı çıkıp kapıcı kızla konuştu ve Petrus’u içeri getirdi. 17 Kapıcı kız Petrus’a, “Sen de bu adamın öğrencilerinden değil misin?” diye sordu. Petrus, “Hayır, değilim” dedi.
Petrus İsa’yı tanıdığını inkâr etti. Neden? Korkmuş muydu? Bu, İsa’yı savunmak için Başrahibin kölesinin kulağını kesen aynı Petrus’tu. Bakış açısındaki bu değişime ne neden olmuştu? İsa Petrus’a şöyle demişti:
“... işte, buğday gibi kalburlamak üzere, Şeytan sizi elde etmek için istekte bulundu.”51
Petrus fiziksel bir kavgada İsa’nın güçlü bir savunucusu olduğunu göstermişti. Fakat Şeytan Petrus’ta aşağılama konusunda bir zayı ık buldu. Bıçağının kızın sözleri üzerinde etkisi yoktu. Petrus’un İsa’yı inkârı ciddi bir suçtu. İsa şöyle demişti:
“İnsanların önünde beni inkâr edeni, ben de göklerdeki Babam’ın önünde inkâr edeceğim.”52
Petrus İsa’yı inkâr etmekle kendisini Allah’tan ayırıyordu. Ne yazık ki bunu yalnızca bir kez değil, üç kez yaptı. Petrus’un yaptığını Yuhanna 18. bölüm, 25. ayette okuyalım:
25 Simun Petrus hâlâ ateşin yanında durmuş ısınıyordu. O’na, “Sen de O’nun öğrencilerinden değil misin?” dediler. “Hayır, değilim” diyerek inkâr etti.
İsa ilkbaharın başlarında tutuklanmıştı ve mahkemesi sabahın serinliğinde gerçekleşti. Petrus bazı köleler ve nöbetçilerle birlikte dışarıda ateşin başında duruyordu. Ateş, etrafında toplanmış olanların yüzlerini aydınlatıyordu. Her biri, uzanmış elleri alevlerin ısısını alırken, sessizce diğerlerine bakıyordu. Birden içlerinden biri Petrus’u tanıyarak onu şaşkınlığa uğrattı. Petrus sanki hepsi kendisine bakıyor gibi hissetti. Rahatsız oldu ve korktu. Yanıtını düşünmeden ağzından kaçırdı. “Ben O’nun öğrencisi değilim!”
Petrus’un İsa’yı gerekirse ölüme kadar izlemek için güçlü kararlılığı neredeydi? Cesaretine ne olmuştu? Petrus İsa’yı üçüncü kez inkâr ettiğinde ne olduğunu Yuhanna 18. bölüm, 26. ve 27. ayetlerde görelim:
26 Başkâhinin kölelerinden biri, Petrus’un, kulağını kestiği adamın akrabasıydı. Bu köle Petrus’a, “Bahçede, seni O’nunla birlikte görmedim mi?” diye sordu. 27 Petrus yine inkâr etti ve tam o anda horoz öttü.
İsa’nın peygamberlik sözü gerçekleşmişti. Petrus’un tepkisini Matta 26. bölüm, 75. ayette görebiliriz:
75 Petrus, İsa’nın, “Horoz ötmeden beni üç kez inkâr edeceksin” dediğini hatırladı ve dışarı çıkıp acı acı ağladı.
Güneş altında kalmaktan teni kararmış, elleri ağ tutmaktan nasırlaşmış bu balıkçının şimdi ayakta zor durup titreyerek ken- dinden nefretin yükü altında ezildiğini düşünebiliyor musunuz? İnanamayarak kendi kendine defalarca şöyle demiş olmalı: “Efendime ihanet ettim!”
Kendini bundan daha aşağı hissedemezdi. Peki Petrus ne yaptı? Çaresizlikle kaçıp kendini mi astı? Bir mağaraya mı saklandı? Hayır, diğer öğrencilerle birlikte bulunmaya devam etti. Sizce onların arasında kendini nasıl hissetmiştir? Belki ona baktıkları zaman karşısındakinin gözlerine bakmaktan utanarak başını öne eğmiştir.
Petrus’u tüm umudunu yitirmekten alıkoyan neydi? İsa’ya olan sevgisi miydi? Anlaşılan Petrus’un kendine güveni artık kaybolmuştu. Bir iman krizi durumunda yetersiz olabileceğini biliyordu. Yani Petrus sevmek ve sadık kalmak için kendi yeteneğine dayanmıyordu. Tövbesinin sırrı bu olamazdı. Belki de İsa’nın Petrus’a olan sevgisine güveniydi! Bu güvenebileceği bir şeydi!
Ufukta iyi haber vardı. İsa’nın mezarı başında iki Meryem’e bir melek göründüğünde, onlara şöyle dedi:
“Şimdi öğrencilerine ve Petrus’a gidip şöyle deyin: ‘İsa sizden önce Celile’ye gidiyor. Size bildirdiği gibi, kendisini orada göreceksiniz.’”53
Melek Petrus’tan adıyla söz etti! Bunun Petrus’u ne kadar sevindirdiğini düşünün! Dışlanmamıştı! Reddedilmemişti! Tövbesi Allah tarafından görülmüş ve kabul edilmişti! İsa, Allah’ın önünde durduğunda O’nu inkâr edenleri kendisinin de inkâr edeceğini söylememiş miydi? Evet, fakat tövbe kaderimizi değiştiren en önemli seçimdir! Yahuda tövbe etme şansını tepti ve sonunda hayatını kaybetti. Petrus ise fırsatı değerlendirdi ve kaderini sonsuza
dek değiştirdi.
Büyük günahlar işleyen iki kişinin, Petrus ile Yahuda’nın hayatlarına ve tecrübelerine baktık. Biri tövbe etti, diğeri etmedi. Biri yücelik edinecek, diğeri ise mahkûm edilecek. Bu kendi seçimleriydi. Yaptıkları seçimleri yapmaya onları Allah zorlamadı. Onlara doğru olanı yapma fırsatı verdi ve kendi kaderlerini yazmaları için onları serbest bıraktı.
Ya bunun tersi doğru olsaydı ve Allah bazı insanları daha doğmalarından önce mahkûm olmak üzere seçseydi? Örnek olarak, Aydın’da bir incir hasadı festivali olduğunu düşünün. Çevre köylerden insanlar hasat kutlamasına katılmak üzere minibüslerle ve arabalarla geliyor. İnsanlar park edecek bir yer bulmaya çalışıyor, bir polis memuru da şöyle diyor:
“Burada sokak boyunca park edin.”
Ziyaretçilerden biri şöyle diyor:
“Burada ‘Park yapılmaz’ yazıyor. Buraya park etmekte sorun olmadığından emin misiniz?”
Polis memuru “Evet” diyor.
İnsanlar festivalden döndüklerinde araçlarının üzerinde ceza buluyorlar. Polis memurunu gördüklerinde şikâyet ediyorlar:
“Hey, bu ceza da ne? Buraya park etmemizi sen kendin söyledin!”
Polis memuru yanıtlıyor:
“Evet, size buraya park etmenizi söyledim, fakat bu yasadışı. Size bunun için ceza kestim.”
Sürücü, “Yalnız adaletsiz değil, aynı zamanda delisin de!” der.
Allah önceden kendi kader kitabına yazıp, bizim kötülük yapmamızı sağlayıp sonradan da bizi kötülük yaptık diye cezalandırmaz. Bu adil olmazdı. Ceyda eğitim için eline geçen fırsatları boşa harcamayı seçti. Derya elindeki fırsatı değerlendirdi. Bu kendi seçimleriydi. Eğer incir ekersek, incir hasat ederiz. Eğer diken ekersek, diken biçeriz. Bu doğada ve Kutsal Kitap’ta yazılmıştır. Yahuda’nın ve Petrus’un hayatlarında seçim ilkesini bir kez daha gördük. Ne yapmış olursak olalım, tövbeyi seçersek Allah bizi kabul etmeye hazırdır. Sizin seçiminiz nedir? Kendi Allah’a bağlı kalma gücünüze mi, yoksa Allah’ın size bağlılığına mı güveneceksiniz?
Tartışma Soruları
1. Derya kız kardeşinin kendisinden daha zeki olduğunu düşündüğü için çalışmayı reddetti mi? Bu bize doğuştan sahip olduğumuz yetenekler hakkında ne diyor?
2. Sizce Yahuda keseden para çaldığı için pişmanlık duymuş mudur? Sonunda, Yahuda İsa’yı ele vermekten ne kadar
zenginlik elde etti?
3. Bazen insanlar yanlış bir şeyi yapmayı bırakmak isterler, fakat vazgeçecek güce sahip olmadıklarını düşünürler.
Petrus’un tecrübesi ışığında onlara ne tavsiye ederdiniz?
4. Ne ekersek onu biçeceğimiz hem fiziksel, hem de ruhsal bir yasadır. Ekebileceğimiz bazı iyi ruhsal şeyler nelerdir?
5. Seçim gücü Allah’ın armağanıdır. Sonsuz hayatı seçmek için ne yapmanız gerekiyor?
31 Bkz. Özdeyişler 6:9–11.
32 Bkz. Vaiz 9:11.
33 Bkz. Yaratılış 24.
34 Bkz. Daniel 2.
35 Bkz. Nehemya 2.
36 Bkz. 2. Krallar 6
.
37 Bkz. Matta 4.
38 Bkz. Markos 2.
39 Bkz. Yuhanna 11.
40 Bkz. Hezekiel 33:11.
41 Bkz. Yuhanna 6:64, 70, 71.
42 Bkz. Yuhanna 12:6.
43 Bkz. Markos 3:14–19.
44 Bkz. Yuhanna 13.
45 Bkz. Markos 14.
46 Bkz. Yuhanna 12:7–8.
47 Bkz. Matta 27:6–10.
48 Bkz. Matta 26:24.
49 Bkz. Yuhanna 13:37.
50 Bkz. Yuhanna 13:38.
51 Bkz. Luka 22:31 (Kİ).
52 Bkz. Matta 10:33.
53 Bkz. Markos 16:7.
Hiç bir fırsatı boşa harcadığınız oldu mu? Belki bunu hiç düşünmemişsinizdir, fakat bir fırsatı kaçırmakla boşa harcamak arasında fark var. O fırsatı boşa harcadıktan sonra, keşke bir şansınız daha olsaydı diye düşündünüz mü? Örneğin:
“Keşke o kampanya sırasında telefon planımı değiştirseydim. Faturam şimdi çok daha düşük olurdu. Neden oyalandım ki?”
Kendi hayatınızda ya da başkalarının hayatında iyi ya da kötü olaylar gördüğünüzde, olayların Allah tarafından önceden belirlenmiş kaderiniz olarak yazılıp mühürlendiğini düşünür müsünüz? Olayları böyle görürseniz, bu durumda boşa harcanan tüm fırsatlar Allah tarafından belirlenen kaderinizin bir parçası demektir. Meselede seçimin hiçbir payı olmaz. Peki gerçek böyle mi? Kaderimizi biz seçebilir miyiz, yoksa Allah her şeye önceden mi karar veriyor? Allah kurtulacak olanları ve kaybolacak olanları önceden mi seçti?
Bu dersimizde İsa’nın iki öğrencisinin, Yahuda ile Petrus’un nasıl ciddi hatalar yaptıklarını göreceğiz. Kötü seçimler yaparak bir fırsatı boşa harcadıklarını söyleyebiliriz. Ne var ki, sonunda biri yanlış seçiminden döndü ve kendisine bir şans daha verildi. Diğeri yanlış seçiminden dönmedi. Bu iki adamın hayatları ve seçimleri kader ve kaderin nasıl işlediği konusunda bize bir örnek ders olmaktadır. Bu zor konuda bize yardımcı olması için, şu öyküyü ele alalım.
Derya ile Ceyda kızkardeşler. Babaları doktor, anneleri ise öğretmen. Kızların ikisi de Anadolu Lisesine gitti. Derya hep çalışkandı ve iyi notlar alıyordu. Televizyon izlemek ya da alışveriş merkezinde arkadaşlarıyla gezmek yerine ödevlerini yapıyor ve sınavlara çalışıyordu. Ayrıca üniversite giriş sınavına hazırlanmak için dershaneye de gidiyordu. Sıkı çalışması meyvesini verdi ve Boğaziçi Üniversitesi’nin işletme bölümüne girmeye yetecek puanı aldı.
İki kızdan küçük olanı Ceyda aslında çok daha zekiydi. Ortaokul ve lise yerleştirme sınavlarında iyi puanlar almıştı, fakat hiç de iyi notlar almıyordu. Hatta notları çoğu zaman geçme notunun biraz yukarısında oluyordu. Notları yüzünden sürekli olarak başı dertteydi ve anne–babasıyla tartışıyordu. Ödevleri yapamadığından değil. Zekiydi. Annesiyle babası ne zaman öğretmenleriyle konuşsa hikâye hep aynıydı: ödevlerini teslim etmemişti.
Ödevini yaptığı zaman iyi notlar alıyordu. Fakat teslim ettiği her ödeve karşılık, ikisini hiç yapmıyordu. Bu yüzden sıfır alıyordu. Sınav sonuçları da hazırlanmadığını gösteriyordu. Anne–babasına sürekli olarak mazeret bildiriyordu:
“O gün sınav olduğunu bilmiyordum, o yüzden çalışmadım.”
“Sınavda o konuların çıkacağını bilmiyordum. O bölümleri okumadım.”
Anne–babası onun odaklanabilmesine ve daha iyi çalışabilmesine yardımcı olmak için, Ceyda’yla konuşmaktan televizyon saatlerini kısıtlamaya kadar her şeyi denediler. Fakat hiçbir şey işe yaramadı. Ceyda ne ceza alırsa alsın, bir türlü ödevini yapmıyordu. Ayrıca birçok derse de girmiyordu.
Bir gün Ceyda’nın annesiyle babası arabayla onu okula bıraktılar ve kızlarının binaya girdiğini gördüler. Annesi birden müdürle bir konuda görüşmesi gerektiğini hatırladı. Bu nedenle binaya giren Ceyda’nın arkasından gitti. Ceyda’nın tuvalete girdiğini gördü. Zil çaldı, ancak Ceyda çıkarak sınıfa gitmedi. Annesi kendi kendine şöyle dedi:
“Bekleyeyim de ne yaptığını göreyim.”
Beş dakika geçmesine rağmen Ceyda halen çıkmamıştı. Annesi ne olduğunu görmek için içeri girdi. Otomobile döndüğünde kocası yüzündeki şaşkınlık ifadesini fark etti.
“Ne oldu?” diye sordu.
“Ceyda tuvalete gitti ve zil çaldığında dışarı çıkıp sınıfa gitmedi. Ne yapacağını görmek için tam beş dakika bekledim. Dışarı çıkmadı. Belki de hastadır diye düşündüm. Onu görmek için içeri girdim.”
“İyi mi? Hasta mı?”
Annesi arabanın penceresinden dışarı boş boş bakarak “hayır” dedi. “Hasta değildi.”
“Ne yapıyordu? Sigara mı içiyordu, yoksa makyaj mı yapıyordu?”
“Hayır, hayır. Sigara içmiyordu. Hiçbir şey yapmıyordu. Hiçbir şey yapmıyordu” dedi. “Orada öylece duruyordu. Ona neden sınıfına gitmediğini sordum. Yüzüne sadece boş bir ifade takındı ve gitti.”
Ceyda üniversite giriş sınavında başarılı olamadı, bu nedenle annesiyle babası onu özel bir üniversiteye gönderdi. Ancak hikâye yine aynıydı. Ceyda televizyondaki her programı biliyordu, fakat ödevini yapmıyordu. Çok geçmeden notlarından dolayı okulu bırakmak zorunda kaldı. Evde annesiyle babası sürekli olarak arkasında dolaşıp evi temizlemesine veya yemek hazırlamasına yardımcı olmasını söylüyorlardı, fakat o şikâyet ederek yardım
etmemek için bahaneler buluyordu. Ya bir fılmle meşguldü, ya da müzik dinliyordu. Ceyda’nın sosyal çevresi birkaç kişiye kadar düştü ve hiç evlenmedi.
Annesiyle babası Ceyda’nın neden bu kadar tembel, Derya’nın ise neden bu kadar çalışkan olduğunu anlamak için çok uğraştılar.
“İki çocuğumuza da eşit sevgi ve ilgi gösterdik. İki kız da aynı genetik mirasa sahip. İyi okullara gitmek için aynı fırsata sahip oldular. Aslında Ceyda Derya’dan daha bile zeki. Fakat çalışmaktan nefret ediyor gibi. Yalnızca eğlence istiyor” dedi babası.
Karısı çay fıncanına bakarak şunları söyledi:
“Hayatta üç şey vardır: genetik miras, çevre ve kişisel seçim. Ders verdiğim sınıfta kötü aile ortamlarından gelip de sıkı çalışmayı seçen çocuklar gördüm. Sınıfta parlıyorlar ve giriştikleri her işi tamamlıyorlar. Tüm ayrıcalıklara sahip çocukların zamanlarını ve yeteneklerini boşa harcayıp gittiklerini de gördüm. Genler bir rol oynuyor. Çevre bir etken. Fakat en büyük etken bizim yaptığımız seçim.”
Ceyda üniversite eğitimi alma fırsatını boşa harcadı. Annesi hayatı etkileyen üç etken olduğu sonucuna vardı: genetik, çevre ve seçim. Peki dördüncü bir etken var mı? Tembel olmak ve derslerinden kalmak Ceyda’nın kaderi olabilir miydi? Allah tembelliğin onun hayatının bir parçası olmasını mı takdir etmişti? Bunu daha o doğmadan önce kendi kitabına mı yazmıştı?
Bu derslere kaderimizi değiştirme ihtimali olup olmadığını ve varsa bunun şartlarını öğrenmek için başladık. Allah hakkında bilgi edinmek ve Allah’ın duaya karşılık olarak neyi değiştirebileceğini öğrenmek için doğayı ve kutsal yazıları araştırdık. O’nun sözünden ve eylemlerinden, hayatlarımızda önceden belirlenmiş olan şeyleri ve Allah’tan istersek O’nun neleri değiştirmeye istekli olabileceğini öğrendik.
Kutsal yazıyı okuduğumuzda bazı şeyler kendiliğinden belli olmaktadır. Payımıza düşen ve değiştiremeyeceğimiz bir kaderimiz var. Bu kadere doğduğumuz yer ve ailemizin kim olduğu dahil. Ancak içine doğduğumuz yer ve şartlar değişmez bir kader olarak payımıza düşse de, doğumumuzun kendisi başka birinin, yani anne–babamızın seçimine bağlıdır. Her ne kadar iki kişi, Hanok ile İlyas, ölümü görmeden dönüştürülerek göğe alınmışlarsa da, bizler için ölüm kaçınılmaz bir kaderdir. Bu basit gerçeklerin ötesinde, hayatımızın pek çoğunun seçimlerimizle ilgili olduğunu görüyoruz.
Kutsal yazılar şöyle diyor:
“Ne zamana dek yatacaksın, ey tembel kişi? Ne zaman kalkacaksın uykundan? ‘Biraz kestireyim, biraz uyuklayayım, ellerimi kavuşturup şöyle bir uyuyayım’ demeye kalmadan, yokluk bir haydut gibi, yoksulluk bir akıncı gibi gelir üzerine.”31
Ceyda ödevini yapmadı ve derslerinden kaldı. Eğitimsizliği veya fakirliği yüzünden anne–babasını suçlayabilecek mi? Kesinlikle hayır! Az önce okuduğumuz bölümlerde verilen mesaj açık ve net: “Ne ekersen onu biçersin.”
Ceyda anne–babasının sözünü dinlemedi. Bu kader mi? Kutsal Kitap’a göre değil. Kutsal Kitap şöyle diyor:
“Terbiye edilmeye yanaşmayanı yokluk ve utanç bekliyor, ama azara kulak veren onurlandırılır.” (Özdeyişler 13:18)
Seçim bizim. İtaat edersek, şereflendiriliriz. İtaatsizlik edersek, utanca uğrar ve başkalarını da utandırırız.
Ancak hayatlarımızda meydana gelen ve kontrol edemeyeceğimiz şeyler vardır. Biz trafik kurallarına kusursuz olarak uysak da, başka birisi kırmızı ışıkta geçerek aracımıza çarpabilir. Bu bizim Allah’ın iradesine göre kaderimiz midir? Kral Süleyman şunları söyledi:
“Güneşin altında bir şey daha gördüm: Yarışı hızlı koşanlar, savaşı yiğitler, ekmeği bilgeler, serveti akıllılar, beğeniyi bilgililer kazanmaz. Ama zaman ve şans hepsinin önüne çıkar.”32
Zaman ve şans, Allah’ın eliyle yazılmış olan kader olarak görebileceğimiz şeylerle aynı sınıfa girmez. Aksine, bunlar eylemlerinin kesişmeleri ya da çarpışmaları kaçınılmaz olan milyonlarca insanın yaşadığı bir dünyada, ihtimallerin sonucudur. Ayrıca, hayatlarımızı rastgele bir şekilde etkileyen hava olayları veya diğer doğa olayları gibi milyonlarca etken vardır.
Şimdi önemli bir soru sormamız gerekiyor. Allah hayatımızdaki şeyleri duaya yanıt olarak değiştirir mi? Yanıt kesin bir “Evet”tir! Allah duaya yanıt olarak İshak’a bir eş temin etti,33 Daniel’e geleceği bildiren görümler ve rüyalar verdi34 ve kralları etki ederek Allah’ın halkına lütufta bulunmalarını sağladı.35 Elişa dua ile hizmetkârının gözlerinin açılmasını ve Allah’ın meleklerini kendilerini çevreleyerek koruyan atlardan ve ateş arabalarından oluşan bir ordu olarak görmesini sağladı.36 İsa’nın mucizeler yaptığını ve insanların kaderlerini, talihlerini ve hayatlarındaki kötü zamanlamaları değiştirdiğini okuduk. O hastaları iyileştirdi,37 günahları bağışladı,38 hatta ölüleri diriltti!39 Hayatınız dua yoluyla değişebilir ve değiştirilebilir!
Bu dersimizde iki adamın, Petrus ile Yahuda’nın öykülerine bakacak ve her birinin nasıl büyük bir günah işlediğini göstereceğiz. Fakat hayatlarının sonuçları tamamen farklıydı. Birinin hayatı utançla, diğerininki şere e sona erdi. Son derece önemli bir noktayı bir kez daha vurgulayacağız: Allah sizin ebedi kurtuluşunuzu ya da ebedi mahvoluşunuzu tayin etmez. O bize bir kurtuluş yolu sunar ve biz yaptığımız seçimlerle bu kurtuluşu ya kabul, ya da reddederiz. O kötülerin ölümünden sevinç duymaz. Onların kötü yollarından dönmelerini ve yaşamalarını ister.40
Öyküye İsa’nın öğrencileriyle birlikte Fısıh yemeğini yemesinin hemen ardından devam edelim. Okumaya
Yuhanna 18. bölüm, 1–5 ayetlerinden başlayacağız:
1 İsa bu sözleri söyledikten sonra öğrencileriyle birlikte dışarı çıkıp Kidron Vadisi’nin ötesine geçti. Orada bir bahçe vardı. İsa’yla öğrencileri bu bahçeye girdiler. 2 O’na ihanet eden Yahuda da burayı biliyordu. Çünkü İsa, öğrencileriyle orada sık sık buluşurdu. 3 Böylece Yahuda yanına bir bölük askerle başkâhinlerin ve Ferisiler’in gönderdiği görevlileri alarak oraya geldi. Onların ellerinde fenerler, meşaleler ve silahlar vardı. 4 İsa, başına geleceklerin hepsini biliyordu. Öne çıkıp onlara, “Kimi arıyorsunuz?” diye sordu. 5 “Nasıralı İsa’yı” diye karşılık verdiler. İsa onlara, “Benim” dedi. O’na ihanet eden Yahuda da onlarla birlikte duruyordu.
Yukarıdaki metinde Yahuda’nın İsa’yı ele verdiğini görüyoruz. İsa Yahuda’nın hain olduğunu biliyor muydu? Evet, hatta İsa bu ihanetten tam bir yıl önce öğrencilere aralarında bir iblis olduğunu söylemişti.41 Yahuda grubun hazinedarıydı, fakat hırsızdı ve taşıdığı çantadan para çalıyordu.42 Buna rağmen, İsa Yahuda’nın onikiler arasında yer almasına izin vermiş ve ona iyileştirme ve cin çıkartma yetkisi vermişti.43 Yahuda’nın kendisi İsa’nın özverili yaşamına tanıktı. Tozlu yollarda yüzlerce kilometre yolu birlikte yürümüşler ve sabahtan akşama kalabalıklara hizmet etmişler, çoğunlukla yemek yiyecek zaman bile bulamadıklarından aç durmuşlardı.
İsa’yı ebedî yaşam yolunu vaaz ederken dinlediğinde kalbi içinde tutuşmuş olmalıydı. İsa’nın fırtınayı dindirdiğini gördüğünde diğer öğrencilerle birlikte hayretle donakaldı. Yahuda hastaları iyileştiren ve Lazar’ı ölümden dirilten bir adamı nasıl takdir etmezdi? İsa Yahuda’yı o kadar seviyordu ki, eğilerek ayaklarını bile yıkamıştı. Yahuda’nın gönlü böyle bir adamı ele vermeye nasıl razı olabilmişti? Tüm bunlar yetmezmiş gibi, İsa bir de Yahuda’ya onun kendisine ihanet edeceğini bildiğini söylemişti.44 Önünde İsa’nın Allah tarafından gönderildiğine dair tüm kanıtlar dururken, Yahuda neden İsa’ya ihanet etmek istedi? Bu delilik değil mi? Ne kazanmayı umabilirdi?
Yahuda İsa’ya para için ihanet etti.45 Onun ihanetinin ve ele verme tasarılarının ilk işaretlerini, Meryem İsa’yı pahalı yağla meshettiğinde gördük. Yahuda bunun israf olduğundan şikâyet etti ve paranın fakirlere verilmesi gerektiğini söyledi. Fakat İsa’nın düşüncesi farklıydı. Meryem’in iyi bir şey yaptığını söyledi ve bunun için onu övdü.46 Belki de bu müşfik azar Yahuda’nın gücüne gitmiştir. Daha önce belirttiğimiz gibi, Yahuda para kesesinden para çalıyordu. Anlaşılan Yahuda’nın para sevgisi İsa’ya olan sevgisin- den daha büyüktü. Bu bizim için önemli bir ders. Hangi yeteneklere sahip olursak olalım, hangi iyi karakter özelliklerini bulundurursak bulunduralım, bir günahı beslersek bu günah bizi daha büyük günahlara götürebilir.
Belki de Yahuda kendisi için bir yücelik krallığı peşindeydi. Onun parayı sevdiğini biliyoruz. Öyleyse kralı kendi ayaklarını yıkarken gördüğünde ne düşünmüş olabilir? Belki şöyle düşündü: “Benim istediğim krallık bu değil! Ben zenginlik ve güç istiyorum, alçakgönüllülük ve fedakârlık değil!”
Öyleyse sizce Yahuda’ya ne oldu? Bunu Matta 27. bölüm, 1–5 ayetlerinde görelim:
1 Sabah olunca, bütün başkâhinlerle halkın ileri gelenleri, İsa’yı ölüm cezasına çarptırmak konusunda anlaştılar. 2 O’nu bağladılar ve götürüp Vali Pilatus’a teslim ettiler. 3 İsa’ya ihanet eden Yahuda, O’nun mahkûm edildiğini görünce yaptığına pişman oldu. Otuz gümüşü başkâhinlere ve ileri gelenlere geri götürdü. 4 “Ben suçsuz birini ele vermekle günah işledim” dedi. Onlar ise, “Bundan bize ne? Onu sen düşün” dediler. 5 Yahuda paraları tapınağın içine fırlatarak oradan ayrıldı, gidip kendini astı.
Yahuda günahını itiraf ettiğinde tövbe etti mi? Gidip kendini astığına göre pek olası değil. Rahipler parayı Yahuda’nın kendini astığı tarlayı almak için kullandılar ve orası yabancılar için mezarlık oldu.47 İsa şöyle demişti:
“İnsanoğlu, kendisi için yazılmış olduğu gibi gidiyor, ama İnsanoğlu’na ihanet edenin vay haline! O adam hiç doğmamış olsaydı, kendisi için daha iyi olurdu.”48
Sonuç olarak Yahuda’nın günahını gerçek bir tövbeyle değil, suçluluk duygusu hisseden vicdanından dolayı itiraf ettiği anlaşılıyor. Neden tövbe etmedi? İsa’nın en aşağılık günahkârları bile affettiğini görmemiş miydi? Kendisine ihanet edeceğini bile bile bu Yahuda’nın ayağını yıkayacak kadar alçakgönüllü olan aynı İsa, onu tüm şeylerden ötürü de affetmez miydi? Gelecekle yüzleşmektense ölmeyi yeğleyecek kadar umutsuz birinin duyduğu acıyı tasavvur edin. Neden İsa’nın ona sunduğu sevgiyi kabul etmekle yetinmedi? Bu yalnızca bir gurur meselesi miydi? Yahuda’nın intiharına ve aşağılayıcı bir halde ölmesine yol açan gurur muydu?
Yahuda’nın itirafı gerçek tövbe değildiyse, gerçek tövbe neye benzer? Aslında mükemmel bir örneği Petrus’un hayatında görebiliriz. İsa ele verildiğinde Petrus oradaydı. Gururlu ve sert bir balıkçıydı. Denizde saatler boyu çalışırken kendi yeteneklerine ve gücüne güvenmeye alışkındı. Aynı beceriyi İsa’ya sadık kalmak için kullanabileceğini düşündü, hatta şöyle dedi:
“Ya Rab, neden şimdi senin ardından gelemeyeyim? Senin için canımı veririm!”49
Fakat İsa’nın verdiği karşılık, duymayı beklediği yanıt değildi:
“Benim için canını mı vereceksin? Sana doğrusunu söyleyeyim, horoz ötmeden beni üç kez inkâr edeceksin.”50
İsa’nın sözleri tabii ki doğruydu. Askerler İsa’yı götürdüklerinde Petrus oradaydı ve İsa’yı güç kullanarak savunmaya çalıştı. Neler olduğunu Yuhanna 18. bölüm, 10. ve 11. ayetlerde okuyalım:
10 Simun Petrus yanında taşıdığı kılıcı çekti, başkâhinin Malkus adındaki kölesine vurup sağ kulağını kopardı. 11 İsa Petrus’a, “Kılıcını kınına koy! Baba’nın bana verdiği kâseden içmeyeyim mi?” dedi.
Şimdi Petrus’un birkaç saat sonra İsa’nın öğrencisi olmakla suçlandığında nasıl davrandığını görelim. Öyküyü Yuhanna 18. bölüm, 12–17 ayetlerinde okuyabiliriz:
12 Bunun üzerine komutanla buyruğundaki asker bölüğü ve Yahudi görevliler İsa’yı tutup bağladılar. 13 O’nu önce, o yıl başkâhin olan Kayafa’nın kayınbabası Hanan’a götürdüler. 14 Halkın uğruna bir tek adamın ölmesinin daha uygun olacağını Yahudi yetkililere telkin eden Kayafa idi. 15 Simun Petrus’la başka bir öğrenci İsa’nın ardından gidiyorlardı. O öğrenci başkâhinin tanıdığı olduğu için İsa’yla birlikte başkâhinin avlusuna girdi. 16 Petrus ise dışarıda, kapının yanında duruyordu. Başkâhinin tanıdığı öğrenci dışarı çıkıp kapıcı kızla konuştu ve Petrus’u içeri getirdi. 17 Kapıcı kız Petrus’a, “Sen de bu adamın öğrencilerinden değil misin?” diye sordu. Petrus, “Hayır, değilim” dedi.
Petrus İsa’yı tanıdığını inkâr etti. Neden? Korkmuş muydu? Bu, İsa’yı savunmak için Başrahibin kölesinin kulağını kesen aynı Petrus’tu. Bakış açısındaki bu değişime ne neden olmuştu? İsa Petrus’a şöyle demişti:
“... işte, buğday gibi kalburlamak üzere, Şeytan sizi elde etmek için istekte bulundu.”51
Petrus fiziksel bir kavgada İsa’nın güçlü bir savunucusu olduğunu göstermişti. Fakat Şeytan Petrus’ta aşağılama konusunda bir zayı ık buldu. Bıçağının kızın sözleri üzerinde etkisi yoktu. Petrus’un İsa’yı inkârı ciddi bir suçtu. İsa şöyle demişti:
“İnsanların önünde beni inkâr edeni, ben de göklerdeki Babam’ın önünde inkâr edeceğim.”52
Petrus İsa’yı inkâr etmekle kendisini Allah’tan ayırıyordu. Ne yazık ki bunu yalnızca bir kez değil, üç kez yaptı. Petrus’un yaptığını Yuhanna 18. bölüm, 25. ayette okuyalım:
25 Simun Petrus hâlâ ateşin yanında durmuş ısınıyordu. O’na, “Sen de O’nun öğrencilerinden değil misin?” dediler. “Hayır, değilim” diyerek inkâr etti.
İsa ilkbaharın başlarında tutuklanmıştı ve mahkemesi sabahın serinliğinde gerçekleşti. Petrus bazı köleler ve nöbetçilerle birlikte dışarıda ateşin başında duruyordu. Ateş, etrafında toplanmış olanların yüzlerini aydınlatıyordu. Her biri, uzanmış elleri alevlerin ısısını alırken, sessizce diğerlerine bakıyordu. Birden içlerinden biri Petrus’u tanıyarak onu şaşkınlığa uğrattı. Petrus sanki hepsi kendisine bakıyor gibi hissetti. Rahatsız oldu ve korktu. Yanıtını düşünmeden ağzından kaçırdı. “Ben O’nun öğrencisi değilim!”
Petrus’un İsa’yı gerekirse ölüme kadar izlemek için güçlü kararlılığı neredeydi? Cesaretine ne olmuştu? Petrus İsa’yı üçüncü kez inkâr ettiğinde ne olduğunu Yuhanna 18. bölüm, 26. ve 27. ayetlerde görelim:
26 Başkâhinin kölelerinden biri, Petrus’un, kulağını kestiği adamın akrabasıydı. Bu köle Petrus’a, “Bahçede, seni O’nunla birlikte görmedim mi?” diye sordu. 27 Petrus yine inkâr etti ve tam o anda horoz öttü.
İsa’nın peygamberlik sözü gerçekleşmişti. Petrus’un tepkisini Matta 26. bölüm, 75. ayette görebiliriz:
75 Petrus, İsa’nın, “Horoz ötmeden beni üç kez inkâr edeceksin” dediğini hatırladı ve dışarı çıkıp acı acı ağladı.
Güneş altında kalmaktan teni kararmış, elleri ağ tutmaktan nasırlaşmış bu balıkçının şimdi ayakta zor durup titreyerek ken- dinden nefretin yükü altında ezildiğini düşünebiliyor musunuz? İnanamayarak kendi kendine defalarca şöyle demiş olmalı: “Efendime ihanet ettim!”
Kendini bundan daha aşağı hissedemezdi. Peki Petrus ne yaptı? Çaresizlikle kaçıp kendini mi astı? Bir mağaraya mı saklandı? Hayır, diğer öğrencilerle birlikte bulunmaya devam etti. Sizce onların arasında kendini nasıl hissetmiştir? Belki ona baktıkları zaman karşısındakinin gözlerine bakmaktan utanarak başını öne eğmiştir.
Petrus’u tüm umudunu yitirmekten alıkoyan neydi? İsa’ya olan sevgisi miydi? Anlaşılan Petrus’un kendine güveni artık kaybolmuştu. Bir iman krizi durumunda yetersiz olabileceğini biliyordu. Yani Petrus sevmek ve sadık kalmak için kendi yeteneğine dayanmıyordu. Tövbesinin sırrı bu olamazdı. Belki de İsa’nın Petrus’a olan sevgisine güveniydi! Bu güvenebileceği bir şeydi!
Ufukta iyi haber vardı. İsa’nın mezarı başında iki Meryem’e bir melek göründüğünde, onlara şöyle dedi:
“Şimdi öğrencilerine ve Petrus’a gidip şöyle deyin: ‘İsa sizden önce Celile’ye gidiyor. Size bildirdiği gibi, kendisini orada göreceksiniz.’”53
Melek Petrus’tan adıyla söz etti! Bunun Petrus’u ne kadar sevindirdiğini düşünün! Dışlanmamıştı! Reddedilmemişti! Tövbesi Allah tarafından görülmüş ve kabul edilmişti! İsa, Allah’ın önünde durduğunda O’nu inkâr edenleri kendisinin de inkâr edeceğini söylememiş miydi? Evet, fakat tövbe kaderimizi değiştiren en önemli seçimdir! Yahuda tövbe etme şansını tepti ve sonunda hayatını kaybetti. Petrus ise fırsatı değerlendirdi ve kaderini sonsuza
dek değiştirdi.
Büyük günahlar işleyen iki kişinin, Petrus ile Yahuda’nın hayatlarına ve tecrübelerine baktık. Biri tövbe etti, diğeri etmedi. Biri yücelik edinecek, diğeri ise mahkûm edilecek. Bu kendi seçimleriydi. Yaptıkları seçimleri yapmaya onları Allah zorlamadı. Onlara doğru olanı yapma fırsatı verdi ve kendi kaderlerini yazmaları için onları serbest bıraktı.
Ya bunun tersi doğru olsaydı ve Allah bazı insanları daha doğmalarından önce mahkûm olmak üzere seçseydi? Örnek olarak, Aydın’da bir incir hasadı festivali olduğunu düşünün. Çevre köylerden insanlar hasat kutlamasına katılmak üzere minibüslerle ve arabalarla geliyor. İnsanlar park edecek bir yer bulmaya çalışıyor, bir polis memuru da şöyle diyor:
“Burada sokak boyunca park edin.”
Ziyaretçilerden biri şöyle diyor:
“Burada ‘Park yapılmaz’ yazıyor. Buraya park etmekte sorun olmadığından emin misiniz?”
Polis memuru “Evet” diyor.
İnsanlar festivalden döndüklerinde araçlarının üzerinde ceza buluyorlar. Polis memurunu gördüklerinde şikâyet ediyorlar:
“Hey, bu ceza da ne? Buraya park etmemizi sen kendin söyledin!”
Polis memuru yanıtlıyor:
“Evet, size buraya park etmenizi söyledim, fakat bu yasadışı. Size bunun için ceza kestim.”
Sürücü, “Yalnız adaletsiz değil, aynı zamanda delisin de!” der.
Allah önceden kendi kader kitabına yazıp, bizim kötülük yapmamızı sağlayıp sonradan da bizi kötülük yaptık diye cezalandırmaz. Bu adil olmazdı. Ceyda eğitim için eline geçen fırsatları boşa harcamayı seçti. Derya elindeki fırsatı değerlendirdi. Bu kendi seçimleriydi. Eğer incir ekersek, incir hasat ederiz. Eğer diken ekersek, diken biçeriz. Bu doğada ve Kutsal Kitap’ta yazılmıştır. Yahuda’nın ve Petrus’un hayatlarında seçim ilkesini bir kez daha gördük. Ne yapmış olursak olalım, tövbeyi seçersek Allah bizi kabul etmeye hazırdır. Sizin seçiminiz nedir? Kendi Allah’a bağlı kalma gücünüze mi, yoksa Allah’ın size bağlılığına mı güveneceksiniz?
Tartışma Soruları
1. Derya kız kardeşinin kendisinden daha zeki olduğunu düşündüğü için çalışmayı reddetti mi? Bu bize doğuştan sahip olduğumuz yetenekler hakkında ne diyor?
2. Sizce Yahuda keseden para çaldığı için pişmanlık duymuş mudur? Sonunda, Yahuda İsa’yı ele vermekten ne kadar
zenginlik elde etti?
3. Bazen insanlar yanlış bir şeyi yapmayı bırakmak isterler, fakat vazgeçecek güce sahip olmadıklarını düşünürler.
Petrus’un tecrübesi ışığında onlara ne tavsiye ederdiniz?
4. Ne ekersek onu biçeceğimiz hem fiziksel, hem de ruhsal bir yasadır. Ekebileceğimiz bazı iyi ruhsal şeyler nelerdir?
5. Seçim gücü Allah’ın armağanıdır. Sonsuz hayatı seçmek için ne yapmanız gerekiyor?
31 Bkz. Özdeyişler 6:9–11.
32 Bkz. Vaiz 9:11.
33 Bkz. Yaratılış 24.
34 Bkz. Daniel 2.
35 Bkz. Nehemya 2.
36 Bkz. 2. Krallar 6
.
37 Bkz. Matta 4.
38 Bkz. Markos 2.
39 Bkz. Yuhanna 11.
40 Bkz. Hezekiel 33:11.
41 Bkz. Yuhanna 6:64, 70, 71.
42 Bkz. Yuhanna 12:6.
43 Bkz. Markos 3:14–19.
44 Bkz. Yuhanna 13.
45 Bkz. Markos 14.
46 Bkz. Yuhanna 12:7–8.
47 Bkz. Matta 27:6–10.
48 Bkz. Matta 26:24.
49 Bkz. Yuhanna 13:37.
50 Bkz. Yuhanna 13:38.
51 Bkz. Luka 22:31 (Kİ).
52 Bkz. Matta 10:33.
53 Bkz. Markos 16:7.