Dergilerde ve gazetelerde en fazla kime yer ayrıldığına hiç dikkat ettiniz mi? Her ne kadar siyasetçiler kamusal şere endirmede yakın arayla ikinci olsalar da, birinci sırada çoğunlukla film yıldızları, pop şarkıcıları ve spor yıldızları yer alıyor. Güçlü ve şöhretli erkekler ve kadınlar bir yere ziyaretçi olarak geldiklerinde bayraklar çekiliyor ve lüks oteller kapılarını açarak kırmızı halıyı ayakları altına seriyor. Bill Gates ve Rahmi Koç gibi iş dünyasının önderleri ticari ustalıklarından dolayı alkışlanıyor. Ve tüm gazete odağına rağmen, Atatürk’ün şere endirmeyi seçtiği nokta, toplumun diğer ucundaydı. O, “Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir” demişti. Büyük olmak ve buna rağmen başkalarını şere endirmek, alçakgönüllülüğün bir lütfudur. Bu dersimizde bu “başkalarını şere endirme” konusunu inceleyelim.
Mehmet ve Ayşe dürüst bir köylü çiftti. Yaklaşık beş yüz nüfuslu bir tarım köyünde oturuyorlardı. Mehmet geçinmek için sıkı çalışarak zeytin yetiştiriyordu. Her ilkbaharda, toprağın yağmurların tüm bereketini alması için, atıyla toprağı sürüyordu. Zeytin ağaçları ona iyi ürün veriyordu ve hem ailesine, hem de akrabalarının pek çoğuna yeterli gelir sağlıyordu. Ektikleri arazi nesillerdir ailelerindeydi. Belki ta Selçuklu zamanlarından beri. Sahip oldukları arazi, kısmen 100 yıllık çam ağaçlarıyla kaplı, güzel bir toprak parçasıydı. Duru ve buz gibi suyu olan, gürül gürül akan bir pınarı vardı. Pınar, büyük bahçelerini ve tüm çiftliği sulayan bir vadiye akıyordu. Çeşmenin etrafı yıl boyunca yeşildi ve herhalde 300 yaşında olan dev ağaçlar vardı. Güzel ve huzurlu bir yerdi.
Bir gün şehirden takım elbiseli, kravatlı ve sivri burunlu siyah ayakkabılı bir adam Mehmet’in çalıştığı ambara geldi. Adam kendisinin devlet etütçüsü olduğunu ve yolu genişletmek için araştırma yaptıklarını söyledi. Araziyi etüt etmek için Mehmet’in imzasının gerektiğini söyledi. Mehmet ineği sağmakla meşguldü ve ona onayını ve imzasını verdi.
Yaklaşık bir ay sonra römorkunda buldozer bulunan büyük bir kamyon çıkageldi. Mehmet’in zeytin bahçelerinde yürümeye ve ağaçları kesmek için işaretlemeye başladılar. Mehmet bütün bunların ne demek olduğunu sordu. Adamlar arazinin satıldığını ve 100 odalı beş yıldızlı bir otel tesisi yapmayı planladıklarını söylediler!
Mehmet ve Ayşe şaşkınlığa uğradı. Hemen jandarmayı aradılar. Ancak kamyonlu ve buldozerli adamlar jandarmaya bazı belgeleri gösterdiler. Mehmet’in imzası bulunan belgeler, Mehmet’in mülklerin onlara ait olduğunu açıkça belirtiyordu! Mehmet’in yüreği ağırlaştı. ‘Neye düşmüşlerdi böyle? Ve bundan nasıl kurtulacaklardı?’
Köylülerin tümü şaşırmış ve kızmışlardı. Jandarmaya bir şeyler yapmaları için yalvardılar. Ancak jandarmanın yalnızca buldozerleri üç gün durduracak kadar yetkisi vardı. Bu arada subaylar Ayşe ile Mehmet’e iyi bir avukat bulmalarını söylediler.
Mehmet ve Ayşe’nin sorunu köylü olmalarıydı. Nereden avukat bulacaklardı ve aramaya nereden başlayacaklardı? Hiçbir tanıdıkları, arkası sağlam dostları yoktu, avukat bir yana, şehirde arkadaşları bile yoktu.
Ayşe’nin tanıdığı üniversite eğitimli tek kişi, kız kardeşinin birkaç yıl önce özel bir ameliyat geçirmesine yardımcı olan bir kadın doktordu. Ayşe bunun uzak bir ihtimal olduğunu biliyordu. Ancak doktor, kız kardeşine çok iyi davranmıştı. Arazilerini korumalarına yardımcı olacak dürüst bir avukat tanıyor olabilirdi.
Ayşe kız kardeşini aradı ve Dr. Gül’ün numarasını aldı. Dr. Gül Ayşe’yi hemen tanıdı ve ona sıcak davrandı. Doktor yaşlıca bir kadın olmasına rağmen hayat dolu ve yaşam sevgisiyle doluydu. Hastalarına gösterdiği büyük ilgi onun ayırt edici özelliğiydi. Ayşe heyecanla durumu doktora anlattı ve hararetli ve dertli öyküsünü şu sözlerle bitirdi:
“Doktor, biz okumamış çiftçileriz, içinde bulunduğumuz dertten bizi kimin kurtaracağını bilemeyiz. Bize yardım edebilecek birisini tanıyor musunuz?”
Dr. Gül, gülümsemesi sesinden belli olarak hemen yanıtladı,
“Ayşe, neredeyse iki günde bir öğlen yemeklerini yargıç olan bir kadınla birlikte yiyorum! Benim dostum, eminim ki bağlantıları da vardır.” Sonra kendinden emin bir şekilde ekledi: “Sorununuzu çözülmüş bilin.”
Ertesi gün köyde, köylüler piknikte baklava tabağının etrafında vızıldayan arılar gibi heyecanlıydılar! Kamyonlar büyük makineleri yükleyip gidiyorlardı. Ayşe ile Mehmet herkese Dr. Gül’ü aradıklarından, ve tabi ki Dr. Gül’ün arkadaşından bahsetmişlerdi.
Saat iki sıralarında, Dr. Gül onları şaşırtarak köye geldi. Mehmet, Ayşe, Dr. Gül ve tüm aile oturarak çay içtiler ve taze börek yediler. Mehmet son birkaç günün olaylarını anlatırken minnettarlıkla kendini paralamaya başladı. Tabi ki Dr. Gül kamyonların gitmesi haberine çok sevindi ve köylülerin üzerine yığdığı hediyelerden büyük keyif aldı. Reddetmek istedi, ancak sonra ailenin gönüllerine göre davranmasına izin vermenin iyi olacağını düşündü. Mehmet doktorun arabasını on litre köy zeytinyağı, bir sepet taze incir, iki sepet bahçe domatesi, torbalarla biber, patlıcan, dört kavun, pek çok armut ve arka koltuğun tamamını kaplayan bir kabakla doldurdu.
Ertesi gün Dr. Gül etkili arkadaşını ziyaret etti. Arkadaşı mahkemedeydi, bu nedenle yargıcın sekreteri Dr. Gül’ü ve bir işçiyi yargıcın o sine aldı. Bir masanın üzerine karpuz, bahçe domatesi, iki şişe zeytinyağı, bir tepsi taze börek ve diğer köy hediyelerini yığmaya başladılar. Yığın tamamlandığında yargıç o sine geldi. Etrafa baktığında durumu anladı ve gülmeye başladı.
“Anlaşılan doğru yere biraz baskı yapmışım” dedi. Arkadaşı Dr. Gül şöyle dedi:
“Evet, şeref de lâyık olana verilmelidir.”
Sonra Dr. Gül yargıcın yanına giderek elini tuttu, yargıç normalde elini çekerdi, ancak bu kez bu piyesin oynanmasına izin verdi. İşçi ve sekreter izlerken, Dr. Gül üç kez arkadaşının elini öpüp başına koydu ve şöyle dedi:
“Bu köy ihtiyarlarından, bu Mehmet ile Ayşe’den” ve son kez öperek “bu da benden. Teşekkür ederim.”
Kutsal Kitap, Avram’ın yeğeni olan Lut’un ve ailesinin kendilerini büyük bir sıkıntının ortalarında bulduğu bir zamandan bahseder. Mehmet ve Ayşe’nin başlarına gelenden çok da farklı olmayan bir sıkıntı. Kutsal Kitap’a göre, Lut Sodom kentinde yaşamayı seçmişti. Beş kral kenti işgal etti ve Lut ile ailesi esir alındı. Lut’un ve ailesinin kaderinde köle olmak varmış gibi görünüyordu. Neyse ki Lut’un “tanıdıkları” vardı. Onun tanıdığı, Lut’la içtenlikle ilgilenen ve onun özgürlüğü için hayatını riske atmaktan çekinmeyecek biriydi.
Esir düşen adamlardan biri kurtularak durumu Avram’a anlattı. Avram Peygamber haberi aldığında hemen harekete geçti. Öyküyü Yaratılış 14. bölüm, 14-16 ayetlerinde okuyalım:
14 Avram yeğeni Lut’un tutsak alındığını duyunca, evinde doğup yetişmiş üç yüz on sekiz adamını yanına alarak dört kralı Dan’a kadar kovaladı. 15 Adamlarını gruplara ayırdı, gece saldırıp onları bozguna uğratarak Şam’ın kuzeyindeki Hova’ya kadar kovaladı. 16 Yağmalanan bütün malı, yeğeni Lut’la mallarını, kadınları ve halkı geri getirdi.
Avram gözüpek bir savaşçıydı! Elleri bağlı Lut’un, kendisi için savaşan Avram’ı görünce ne kadar çok sevindiğini hayal edebilir misiniz? Minnettarlığını ve amcasını nasıl öptüğünü hayal edebilir misiniz?
Ancak Lut’un kurtarılışının öyküsü burada bitmiyor. Avram’ın tamamlaması gereken yarım kalmış bir işi vardı. Ayrıca sahneye, Avram’ın bile şere endirmeyi seçtiği, etkili ve gizemli bir karakter çıkıyor. Evet, muhtemelen Avram’ın dahi öpüp başına koyduğu bir el. 17-20 ayetlerini okuyarak devam edelim:
17 Avram Kedorlaomer’le onu destekleyen kralları bozguna uğratıp dönünce, Sodom Kralı onu karşılamak için Kral Vadisi olan Şave Vadisi’ne gitti. 18 Yüce Tanrı’nın kâhini olan Şalem Kralı Melkisedek ekmek ve şarap getirdi. 19 Avram’ı kutsayarak şöyle dedi: “Yeri göğü yaratan yüce Tanrı Avram’ı kutsasın, 20 Düşmanlarını onun eline teslim eden yüce Tanrı’ya övgüler olsun.” Bunun üzerine Avram her şeyin ondalığını Melkisedek’e verdi.
Burada, Melkisedek’in bir kral ve Yüceler Yücesi Tanrı’nın bir rahibi olduğu söyleniyor. Bu çok ilginç bir rol, o aynı zamanda rahip olan bir kral. Kutsal Yazılar’daki pek çok kadim karakter için en azından biraz temel bilgi verilir, ancak Melkisedek hakkında çok az şey söyleniyor. Annesi ve babasından bahsedilmiyor ve yalnızca adı belirtiliyor. Ancak adından ve unvanından sıradan bir insan olmadığı anlaşılıyor. Eski İbranice’de, Melkisedek sözcüğünün iki anlamı var: “Doğruluk kralı” ve “Barış Kralı.” Rahibin görevi uydurma dinlerde kötüye kullanılıp tarih boyunca yanlış anlaşılmış olsa da, kadim zamanlarda rahibin rolünü Allah tayin etmişti. Allah’ın bir rahibi, kendini Allah hizmetine adamış kutsal bir adam olmalıydı. Allah ile insan arasında aracılık yapmakla kalmıyordu, aynı zamanda insanları Allah’a yakınlaştırma sorumluluğu vardı. Melkisedek’in unvanı olan Şalem Kralı da son derece uygundu, zira “Şalem” sözcüğü İbranice’de barış anlamına gelir ve barış olması Allah’ın arzusudur. Aden Bahçesi’nde açıkça huzuru ortaya koymuştu, tufandan sonra tekrar tesis etti, ve son olarak Avram yoluyla vaat edilen soy ile gerçekleştirdi. Evet, Melkisedek Allah’ın gerçek bir temsilcisiydi.
Melkisedek’in Avram’ı kutsamasından ve onun zaferinden dolayı Allah’ı yüceltmesinden sonra, Avram Melkisedek’e sahip olduğu her şeyin ondalığını vererek şere iade etti. 100 altını varsa, 10’unu verdi. 1000 koyunu varsa, 100’ünü verdi. Çok şeyden vazgeçmiş gibi görünüyor, ancak Avram’ın Allah’la bir antlaşması vardı ve sahip olduğu tüm nimetler Allah’tan geliyordu. Yani aslında %10 çok küçük bir miktardı.
Peki Avram neden Melkisedek’i şere endirdi? Kral olduğu için mi? Bu bir tür vergi miydi? Aslında yanıtın “hayır” olduğunu kesin olarak biliyoruz. Kutsal Yazılar, aynı anda sahnede olan ikinci bir kraldan bahsediyor. Avram bu ikinci krala şeref vermedi ve kendisinin de onun tarafından şere endirilmesine izin vermedi. Öykü,Yaratılış 14. bölüm, 21-24 ayetlerinde devam ediyor:
21 Sodom Kralı Avram’a, “Adamlarımı bana ver, mallar sana kalsın” dedi. 22-23 Avram Sodom Kralı’na, “Yeri göğü yaratan yüce Tanrı RAB’bin önünde sana ait hiçbir şey, bir iplik, bir çarık bağı bile almayacağıma ant içerim” diye karşılık verdi, “Öyle ki, ‘Avram’ı zengin ettim’ demeyesin. 24 Yalnız, adamlarımın yedikleri bunun dışında. Bir de beni destekleyen Aner, Eşkol ve Mamre paylarına düşeni alsınlar.”
Avram, Şalem Kralının ve Sodom Kralının önünde duruyordu. Avram, Yüceler Yücesi Allah’ın bir rahibi ve izleyicisiydi, Avram onu şere endirdi ve kazandıklarının onda birini verdi. Ancak pagan bir kral ve ahlaksız bir adam olan Sodom kralından Avram bir Kuruş bile alamayacaktı! Anlaşılan krallığın ayrımı, insanın karakteri ve rahiplik unvanı kadar önemli değildi. Yalnızca büyük bir adam başkalarının üstünlüğünü ve kendilerinden başkasını şere endirme gereğini fark edebilir! Kendisine hizmet edilmesini beklemektense, hizmet etmeyi tercih edecek bir adam! Avram, Kral Melkisedek’i kendi üzerinde şere endirerek, Allah’ın şere endirmesine lâyık olduğunu kanıtladı.
Antik Sparta’da yaşamış Paedaretos isimli bir adamın öyküsü anlatılır. Sparta’yı yönetmek için 300 adamdan oluşan bir meclis seçilmişti. Paedaretos da aday olmasına rağmen, adı son listede yer almamıştı. Bazı arkadaşları onu teselli etmeye gittiler, ancak o “Sparta’da benden daha iyi 300 adam olduğuna memnunum” dedi. Başkaları görkemli ve şere i yerlere gelirken kenara çekilmeyi kabul etmesi sayesinde, bir efsaneye dönüştü. Başkalarının katkısına değer verecek kadar alçakgönüllüydü.
Alçakgönüllülük, keşfe giden yoldur. Gurur, yıkıma giden yoldur.
1986 yazında, Türkiye ile Rusya arasında seyahat eden iki gemi Karadeniz’de çarpıştı. Buzlu sulara savrulan yüzlerce yolcu öldü. Soruşturma neticesinde kazanın nedeni meydana çıktığında, felâket haberi daha da karardı. Radar arızası gibi teknik bir sorun değildi, hatta yoğun sis yüzünden de meydana gelmemişti. Kazanın nedeni insanın inatçılığıydı. İki kaptan da karşıdan gelen gemiyi görmüştü. İkisi de dümen kırarak uzaklaşabilirdi, ancak haberlere göre iki kaptan da diğerine yol vermek istememişti. İkisi de ‘kaptan’ olarak konumlarından ötürü, ilk yol veren olamayacak kadar gururluydu. Akılları başlarına geldiğinde çok geç olmuştu.
Gururun sizin yaşamınızı gemi enkazına çevirmesine izin vermeyin! Aksine, kendinizi alçaltarak şerefe lâyık olanları onaylayın. Avram’ın yaşamında, şere endirilmeye lâyık bir “Rahip/Kral” vardı, bu nedenle Avram onu onurlandırdı. Şere endirilmeye lâyık olanları şere endirmeyi unutmayalım.
Tartışma Soruları
1. Hiç önemli birinin yardımına ihtiyaç duydunuz mu? Durum neydi? Kendinizi o durumdan nasıl kurtardınız?
2. Sizce Allah Avram’a beş kralla çarpışarak galip gelmek için özel bir güç vermiş olabilir mi? Allah hâlâ ihtiyaç
zamanlarında insanlara özel yardım sağlıyor mu?
3. Kutsal Yazılar’a göre, Melkisedek ve Avram ekmek ve üzüm suyu paylaştılar. Birlikte yiyip içmek insanları nasıl
birbirlerine yaklaştırır?
4. Avram tanınmış bir peygamber ve kendisinden daha büyük bir adamı şere endirdi. Bundan ne ders alıyoruz?
5. Nasıl daha alçakgönüllü olabiliriz?
Mehmet ve Ayşe dürüst bir köylü çiftti. Yaklaşık beş yüz nüfuslu bir tarım köyünde oturuyorlardı. Mehmet geçinmek için sıkı çalışarak zeytin yetiştiriyordu. Her ilkbaharda, toprağın yağmurların tüm bereketini alması için, atıyla toprağı sürüyordu. Zeytin ağaçları ona iyi ürün veriyordu ve hem ailesine, hem de akrabalarının pek çoğuna yeterli gelir sağlıyordu. Ektikleri arazi nesillerdir ailelerindeydi. Belki ta Selçuklu zamanlarından beri. Sahip oldukları arazi, kısmen 100 yıllık çam ağaçlarıyla kaplı, güzel bir toprak parçasıydı. Duru ve buz gibi suyu olan, gürül gürül akan bir pınarı vardı. Pınar, büyük bahçelerini ve tüm çiftliği sulayan bir vadiye akıyordu. Çeşmenin etrafı yıl boyunca yeşildi ve herhalde 300 yaşında olan dev ağaçlar vardı. Güzel ve huzurlu bir yerdi.
Bir gün şehirden takım elbiseli, kravatlı ve sivri burunlu siyah ayakkabılı bir adam Mehmet’in çalıştığı ambara geldi. Adam kendisinin devlet etütçüsü olduğunu ve yolu genişletmek için araştırma yaptıklarını söyledi. Araziyi etüt etmek için Mehmet’in imzasının gerektiğini söyledi. Mehmet ineği sağmakla meşguldü ve ona onayını ve imzasını verdi.
Yaklaşık bir ay sonra römorkunda buldozer bulunan büyük bir kamyon çıkageldi. Mehmet’in zeytin bahçelerinde yürümeye ve ağaçları kesmek için işaretlemeye başladılar. Mehmet bütün bunların ne demek olduğunu sordu. Adamlar arazinin satıldığını ve 100 odalı beş yıldızlı bir otel tesisi yapmayı planladıklarını söylediler!
Mehmet ve Ayşe şaşkınlığa uğradı. Hemen jandarmayı aradılar. Ancak kamyonlu ve buldozerli adamlar jandarmaya bazı belgeleri gösterdiler. Mehmet’in imzası bulunan belgeler, Mehmet’in mülklerin onlara ait olduğunu açıkça belirtiyordu! Mehmet’in yüreği ağırlaştı. ‘Neye düşmüşlerdi böyle? Ve bundan nasıl kurtulacaklardı?’
Köylülerin tümü şaşırmış ve kızmışlardı. Jandarmaya bir şeyler yapmaları için yalvardılar. Ancak jandarmanın yalnızca buldozerleri üç gün durduracak kadar yetkisi vardı. Bu arada subaylar Ayşe ile Mehmet’e iyi bir avukat bulmalarını söylediler.
Mehmet ve Ayşe’nin sorunu köylü olmalarıydı. Nereden avukat bulacaklardı ve aramaya nereden başlayacaklardı? Hiçbir tanıdıkları, arkası sağlam dostları yoktu, avukat bir yana, şehirde arkadaşları bile yoktu.
Ayşe’nin tanıdığı üniversite eğitimli tek kişi, kız kardeşinin birkaç yıl önce özel bir ameliyat geçirmesine yardımcı olan bir kadın doktordu. Ayşe bunun uzak bir ihtimal olduğunu biliyordu. Ancak doktor, kız kardeşine çok iyi davranmıştı. Arazilerini korumalarına yardımcı olacak dürüst bir avukat tanıyor olabilirdi.
Ayşe kız kardeşini aradı ve Dr. Gül’ün numarasını aldı. Dr. Gül Ayşe’yi hemen tanıdı ve ona sıcak davrandı. Doktor yaşlıca bir kadın olmasına rağmen hayat dolu ve yaşam sevgisiyle doluydu. Hastalarına gösterdiği büyük ilgi onun ayırt edici özelliğiydi. Ayşe heyecanla durumu doktora anlattı ve hararetli ve dertli öyküsünü şu sözlerle bitirdi:
“Doktor, biz okumamış çiftçileriz, içinde bulunduğumuz dertten bizi kimin kurtaracağını bilemeyiz. Bize yardım edebilecek birisini tanıyor musunuz?”
Dr. Gül, gülümsemesi sesinden belli olarak hemen yanıtladı,
“Ayşe, neredeyse iki günde bir öğlen yemeklerini yargıç olan bir kadınla birlikte yiyorum! Benim dostum, eminim ki bağlantıları da vardır.” Sonra kendinden emin bir şekilde ekledi: “Sorununuzu çözülmüş bilin.”
Ertesi gün köyde, köylüler piknikte baklava tabağının etrafında vızıldayan arılar gibi heyecanlıydılar! Kamyonlar büyük makineleri yükleyip gidiyorlardı. Ayşe ile Mehmet herkese Dr. Gül’ü aradıklarından, ve tabi ki Dr. Gül’ün arkadaşından bahsetmişlerdi.
Saat iki sıralarında, Dr. Gül onları şaşırtarak köye geldi. Mehmet, Ayşe, Dr. Gül ve tüm aile oturarak çay içtiler ve taze börek yediler. Mehmet son birkaç günün olaylarını anlatırken minnettarlıkla kendini paralamaya başladı. Tabi ki Dr. Gül kamyonların gitmesi haberine çok sevindi ve köylülerin üzerine yığdığı hediyelerden büyük keyif aldı. Reddetmek istedi, ancak sonra ailenin gönüllerine göre davranmasına izin vermenin iyi olacağını düşündü. Mehmet doktorun arabasını on litre köy zeytinyağı, bir sepet taze incir, iki sepet bahçe domatesi, torbalarla biber, patlıcan, dört kavun, pek çok armut ve arka koltuğun tamamını kaplayan bir kabakla doldurdu.
Ertesi gün Dr. Gül etkili arkadaşını ziyaret etti. Arkadaşı mahkemedeydi, bu nedenle yargıcın sekreteri Dr. Gül’ü ve bir işçiyi yargıcın o sine aldı. Bir masanın üzerine karpuz, bahçe domatesi, iki şişe zeytinyağı, bir tepsi taze börek ve diğer köy hediyelerini yığmaya başladılar. Yığın tamamlandığında yargıç o sine geldi. Etrafa baktığında durumu anladı ve gülmeye başladı.
“Anlaşılan doğru yere biraz baskı yapmışım” dedi. Arkadaşı Dr. Gül şöyle dedi:
“Evet, şeref de lâyık olana verilmelidir.”
Sonra Dr. Gül yargıcın yanına giderek elini tuttu, yargıç normalde elini çekerdi, ancak bu kez bu piyesin oynanmasına izin verdi. İşçi ve sekreter izlerken, Dr. Gül üç kez arkadaşının elini öpüp başına koydu ve şöyle dedi:
“Bu köy ihtiyarlarından, bu Mehmet ile Ayşe’den” ve son kez öperek “bu da benden. Teşekkür ederim.”
Kutsal Kitap, Avram’ın yeğeni olan Lut’un ve ailesinin kendilerini büyük bir sıkıntının ortalarında bulduğu bir zamandan bahseder. Mehmet ve Ayşe’nin başlarına gelenden çok da farklı olmayan bir sıkıntı. Kutsal Kitap’a göre, Lut Sodom kentinde yaşamayı seçmişti. Beş kral kenti işgal etti ve Lut ile ailesi esir alındı. Lut’un ve ailesinin kaderinde köle olmak varmış gibi görünüyordu. Neyse ki Lut’un “tanıdıkları” vardı. Onun tanıdığı, Lut’la içtenlikle ilgilenen ve onun özgürlüğü için hayatını riske atmaktan çekinmeyecek biriydi.
Esir düşen adamlardan biri kurtularak durumu Avram’a anlattı. Avram Peygamber haberi aldığında hemen harekete geçti. Öyküyü Yaratılış 14. bölüm, 14-16 ayetlerinde okuyalım:
14 Avram yeğeni Lut’un tutsak alındığını duyunca, evinde doğup yetişmiş üç yüz on sekiz adamını yanına alarak dört kralı Dan’a kadar kovaladı. 15 Adamlarını gruplara ayırdı, gece saldırıp onları bozguna uğratarak Şam’ın kuzeyindeki Hova’ya kadar kovaladı. 16 Yağmalanan bütün malı, yeğeni Lut’la mallarını, kadınları ve halkı geri getirdi.
Avram gözüpek bir savaşçıydı! Elleri bağlı Lut’un, kendisi için savaşan Avram’ı görünce ne kadar çok sevindiğini hayal edebilir misiniz? Minnettarlığını ve amcasını nasıl öptüğünü hayal edebilir misiniz?
Ancak Lut’un kurtarılışının öyküsü burada bitmiyor. Avram’ın tamamlaması gereken yarım kalmış bir işi vardı. Ayrıca sahneye, Avram’ın bile şere endirmeyi seçtiği, etkili ve gizemli bir karakter çıkıyor. Evet, muhtemelen Avram’ın dahi öpüp başına koyduğu bir el. 17-20 ayetlerini okuyarak devam edelim:
17 Avram Kedorlaomer’le onu destekleyen kralları bozguna uğratıp dönünce, Sodom Kralı onu karşılamak için Kral Vadisi olan Şave Vadisi’ne gitti. 18 Yüce Tanrı’nın kâhini olan Şalem Kralı Melkisedek ekmek ve şarap getirdi. 19 Avram’ı kutsayarak şöyle dedi: “Yeri göğü yaratan yüce Tanrı Avram’ı kutsasın, 20 Düşmanlarını onun eline teslim eden yüce Tanrı’ya övgüler olsun.” Bunun üzerine Avram her şeyin ondalığını Melkisedek’e verdi.
Burada, Melkisedek’in bir kral ve Yüceler Yücesi Tanrı’nın bir rahibi olduğu söyleniyor. Bu çok ilginç bir rol, o aynı zamanda rahip olan bir kral. Kutsal Yazılar’daki pek çok kadim karakter için en azından biraz temel bilgi verilir, ancak Melkisedek hakkında çok az şey söyleniyor. Annesi ve babasından bahsedilmiyor ve yalnızca adı belirtiliyor. Ancak adından ve unvanından sıradan bir insan olmadığı anlaşılıyor. Eski İbranice’de, Melkisedek sözcüğünün iki anlamı var: “Doğruluk kralı” ve “Barış Kralı.” Rahibin görevi uydurma dinlerde kötüye kullanılıp tarih boyunca yanlış anlaşılmış olsa da, kadim zamanlarda rahibin rolünü Allah tayin etmişti. Allah’ın bir rahibi, kendini Allah hizmetine adamış kutsal bir adam olmalıydı. Allah ile insan arasında aracılık yapmakla kalmıyordu, aynı zamanda insanları Allah’a yakınlaştırma sorumluluğu vardı. Melkisedek’in unvanı olan Şalem Kralı da son derece uygundu, zira “Şalem” sözcüğü İbranice’de barış anlamına gelir ve barış olması Allah’ın arzusudur. Aden Bahçesi’nde açıkça huzuru ortaya koymuştu, tufandan sonra tekrar tesis etti, ve son olarak Avram yoluyla vaat edilen soy ile gerçekleştirdi. Evet, Melkisedek Allah’ın gerçek bir temsilcisiydi.
Melkisedek’in Avram’ı kutsamasından ve onun zaferinden dolayı Allah’ı yüceltmesinden sonra, Avram Melkisedek’e sahip olduğu her şeyin ondalığını vererek şere iade etti. 100 altını varsa, 10’unu verdi. 1000 koyunu varsa, 100’ünü verdi. Çok şeyden vazgeçmiş gibi görünüyor, ancak Avram’ın Allah’la bir antlaşması vardı ve sahip olduğu tüm nimetler Allah’tan geliyordu. Yani aslında %10 çok küçük bir miktardı.
Peki Avram neden Melkisedek’i şere endirdi? Kral olduğu için mi? Bu bir tür vergi miydi? Aslında yanıtın “hayır” olduğunu kesin olarak biliyoruz. Kutsal Yazılar, aynı anda sahnede olan ikinci bir kraldan bahsediyor. Avram bu ikinci krala şeref vermedi ve kendisinin de onun tarafından şere endirilmesine izin vermedi. Öykü,Yaratılış 14. bölüm, 21-24 ayetlerinde devam ediyor:
21 Sodom Kralı Avram’a, “Adamlarımı bana ver, mallar sana kalsın” dedi. 22-23 Avram Sodom Kralı’na, “Yeri göğü yaratan yüce Tanrı RAB’bin önünde sana ait hiçbir şey, bir iplik, bir çarık bağı bile almayacağıma ant içerim” diye karşılık verdi, “Öyle ki, ‘Avram’ı zengin ettim’ demeyesin. 24 Yalnız, adamlarımın yedikleri bunun dışında. Bir de beni destekleyen Aner, Eşkol ve Mamre paylarına düşeni alsınlar.”
Avram, Şalem Kralının ve Sodom Kralının önünde duruyordu. Avram, Yüceler Yücesi Allah’ın bir rahibi ve izleyicisiydi, Avram onu şere endirdi ve kazandıklarının onda birini verdi. Ancak pagan bir kral ve ahlaksız bir adam olan Sodom kralından Avram bir Kuruş bile alamayacaktı! Anlaşılan krallığın ayrımı, insanın karakteri ve rahiplik unvanı kadar önemli değildi. Yalnızca büyük bir adam başkalarının üstünlüğünü ve kendilerinden başkasını şere endirme gereğini fark edebilir! Kendisine hizmet edilmesini beklemektense, hizmet etmeyi tercih edecek bir adam! Avram, Kral Melkisedek’i kendi üzerinde şere endirerek, Allah’ın şere endirmesine lâyık olduğunu kanıtladı.
Antik Sparta’da yaşamış Paedaretos isimli bir adamın öyküsü anlatılır. Sparta’yı yönetmek için 300 adamdan oluşan bir meclis seçilmişti. Paedaretos da aday olmasına rağmen, adı son listede yer almamıştı. Bazı arkadaşları onu teselli etmeye gittiler, ancak o “Sparta’da benden daha iyi 300 adam olduğuna memnunum” dedi. Başkaları görkemli ve şere i yerlere gelirken kenara çekilmeyi kabul etmesi sayesinde, bir efsaneye dönüştü. Başkalarının katkısına değer verecek kadar alçakgönüllüydü.
Alçakgönüllülük, keşfe giden yoldur. Gurur, yıkıma giden yoldur.
1986 yazında, Türkiye ile Rusya arasında seyahat eden iki gemi Karadeniz’de çarpıştı. Buzlu sulara savrulan yüzlerce yolcu öldü. Soruşturma neticesinde kazanın nedeni meydana çıktığında, felâket haberi daha da karardı. Radar arızası gibi teknik bir sorun değildi, hatta yoğun sis yüzünden de meydana gelmemişti. Kazanın nedeni insanın inatçılığıydı. İki kaptan da karşıdan gelen gemiyi görmüştü. İkisi de dümen kırarak uzaklaşabilirdi, ancak haberlere göre iki kaptan da diğerine yol vermek istememişti. İkisi de ‘kaptan’ olarak konumlarından ötürü, ilk yol veren olamayacak kadar gururluydu. Akılları başlarına geldiğinde çok geç olmuştu.
Gururun sizin yaşamınızı gemi enkazına çevirmesine izin vermeyin! Aksine, kendinizi alçaltarak şerefe lâyık olanları onaylayın. Avram’ın yaşamında, şere endirilmeye lâyık bir “Rahip/Kral” vardı, bu nedenle Avram onu onurlandırdı. Şere endirilmeye lâyık olanları şere endirmeyi unutmayalım.
Tartışma Soruları
1. Hiç önemli birinin yardımına ihtiyaç duydunuz mu? Durum neydi? Kendinizi o durumdan nasıl kurtardınız?
2. Sizce Allah Avram’a beş kralla çarpışarak galip gelmek için özel bir güç vermiş olabilir mi? Allah hâlâ ihtiyaç
zamanlarında insanlara özel yardım sağlıyor mu?
3. Kutsal Yazılar’a göre, Melkisedek ve Avram ekmek ve üzüm suyu paylaştılar. Birlikte yiyip içmek insanları nasıl
birbirlerine yaklaştırır?
4. Avram tanınmış bir peygamber ve kendisinden daha büyük bir adamı şere endirdi. Bundan ne ders alıyoruz?
5. Nasıl daha alçakgönüllü olabiliriz?