Çocukken, büyüyünce kendisi gibi olmak istediğiniz bir kahramanınız hiç oldu mu? Belki bir dünya lideri, ünlü bir sinema yıldızı ya da etkili bir işadamı olmayı hayal etmişsinizdir. Pek çok genç, şampiyon bir sporcu olmak ister. Odalarının duvarlarına spordaki kahramanlarını bir zafer ya da başarı anında gösteren posterler asarak, bir gün kendilerinin de böyle olacaklarını hayal ederler.
Peki spor kahramanlarının ya da film yıldızlarının kendi dallarında en iyi olabilmek için uzun saatler boyu çalışırken resimlerini ne kadar sıklıkla görüyoruz? Bir lideri tüm gün ve gece boyunca kütüphanede araştırma yaparken ya da sıradan bir işte günde on dört saat çalışırken görmemiz ve onu bu şekilde düşünmemiz pek nadirdir. Kimi zaman başarılı bir kimsenin ilk zamanlarda çektiği sıkıntıların öyküsünü duyarız, ama bu büyük liderlerin, sporcuların, işadamlarının ve ünlülerin başarılı olmak için ne kadar çok çalıştıklarını çoğu zaman unuturuz.
Bu dersimizde İsa’nın yüceltilmeden önce acı çekmesi gerektiğini göreceğiz. Hatta, O’nun acı çekmeden yüceltilmesi imkânsız olurdu. Ayrıca O’nun acısına ve dirilişine, olaydan hem önce hem de sonra, pek çok tanık bulunduğunu öğreneceğiz. Konumuza giriş için, şu öyküyü düşünün.
Gürsel, oğlu Selami’nin omzu üzerinden bilgisayar ekranına bakarak, onun bu kadar dikkatle baktığı şeyin ne olduğunu görmeye çalıştı. Selami, Naim Süleymanoğlu’nun halterin kralı olarak kariyerinden videolar gösteren bir web sitesine girmişti.
Babası, “Neye bakıyorsun Selami?” diye sordu.
On yaşındaki Selami gözlerini ekrandan ayırmadan yanıtladı:
“Şuraya bak baba, Naim Süleymanoğlu hem halterde bir efsane, hem de Türkmüş!”
“Evet oğlum. Sol tarafta başarılarının listesine bak.”
Selami listeye baktı. Naim Süleymanoğlu olimpiyatlarda üç altın madalya kazanan ilk halterci olmuştu, ilk olarak Seul’de (1988), sonra Barselona’da (1992) ve son olarak da Atlanta’da (1996). 46 dünya rekoru kırmıştı ve silkmede kendi ağırlığının üç katını kaldırabilen yalnızca yedi halterciden ikincisiydi.
“Bu çok iyi, baba. Madalyaları birbiri ardınca kazandığı şu videoyu izle. İnsanların ona nasıl tezahürat yaptığına bak!”
Baba ile oğul, Seul Olimpiyatları’nda şampiyonluğunu kazandıktan sonra Naim’i karşılamak üzere İstanbul’da toplanan bir milyon Türk’ün videosunu büyülenmişçesine izledi.
Selami, “Baba, ben de Naim gibi bir şampiyon olmak istiyorum!” dedi.
Babası gülümseyerek, “İşe girişmen gerek oğlum!” diye karşılık verdi.
“Ne demek istiyorsun, baba?”
“Şu diğer web sitesine bak.”
Babası Naim’in eğitimiyle ilgili bir web sitesine geçti.
“Buraya bak. Naim daha 10 yaşındayken haftada 6 gün, toplam saat çalışarak ağırlık kaldırıyordu. O zaman bir haftada neredeyse 10.000 kilo kaldırıyordu. 1981 yılında, 14 yaşındayken her hafta klasik halterde 20.895 kg, yardımlı egzersizlerde ise 18.870 kg kaldırıyordu. Ertesi yıl yaşıyla birlikte gücü de arttı ve haftada dört gün, günde üç kez ve haftada iki gün, günde iki kez antrenman yapmaya başladı. O yıl 500 kez, toplam 1180 saat çalıştı. Haftada toplam 39.000 kiloyu aşan egzersizler yapıyordu. Bu kolay değil oğlum. Bu çetin ve disiplinli bir hayat. Ayrıca kişisel olarak da çok sıkıntı çekti.”
“1980’lerin başında Bulgaristan’da Bulgar milliyetçiliği yükselişteydi ve Türk kökenli olanlar kültürlerini ve etnik kökenlerini yadsıyarak Slav adları almaya zorlanıyorlardı. Türklere karşı şiddet çok yaygındı. Mahallesi savaş alanına dönmüştü. Komünist rejim onun halterdeki başarısını “Türklerin asimilasyonunun” başarısına bir örnek yapmaya çalıştı. Ancak Naim Süleymanoğlu Avustralya’dayken Bulgaristan’dan iltica etti ve sonunda Türkiye’ye geldi. Türk hükümeti kendisini serbest bırakmaları için Bulgaristan’a bir milyon dolar ödeyerek, onun olimpiyatlarda Türk olarak yarışma hayalini gerçeğe dönüştürdü. Eminim ki o günler onun için hiç kolay geçmemiştir.”
“Demek istediğim şu ki oğlum, büyük bir sporcu olmak için yetenek gerekmesinin yanı sıra, saatler süren zahmetli çalışmalar da yapılmalıdır. İnsanlar üne ve şerefe odaklanmaya eğilimlidir, fakat sporcu için bu yıllarca süren, sıkıntıların ulaştırdığı doruk noktasıdır. Ünlü bir sporcu olmanın kolay yolu yoktur.”
İsa bir kişinin elde edebileceği en büyük zaferi kazandı; O günaha karşı savaşında zafer kazandı. Hiç kimse şampiyonluk tacını O’nunla paylaşamaz. O, bunu yapan tek kişidir. Şeytan İsa’yı günaha düşürmeye çalıştıysa da, bunu başaramadı.
İsa’nın Mesih olarak elde ettiği zaferi düşündüğümüzde, O’nun bu zafer için büyük bir bedel ödediğini hatırlamalıyız. İsa çarmıha gerilerek ölüm noktasına kadar denendi ve tüm bu denenmelerde kendi iradesini tümüyle Babası’nın iradesine teslim etti. Dünya tarihinde hiç kimse Allah’ın iradesine İsa gibi boyun eğmedi. Eski Antlaşma peygamberleri, İsa’nın bu zaferi kazanmak için geçeceği sıkıntılar hakkında pek çok şey yazdılar. Ne yazık ki Mesih’in deneyiminin bu yönünü Yahudi halkı dinlemedi ve Mesih İsa gelip acı çektiğinde buna inanmadılar. Buna inanmak istemediler! Hiç sıkıntı çekmeden daima zafer kazanan bir kahraman istediler. Ancak her zaferin bir bedeli vardır. Mesih için bu bedel acı ve ölümdü.
Tıpkı Naim’in Seul’de kazandığı zaferin tanıkları olduğu gibi, İsa’nın çarmıha gerilişinin ve dirilişinin de tanıkları vardı. Naim’in zaferini televizyonda izleyen milyonlarca kişi de vardı. Naim podyumda durduğunda, televizyon izleyicilerinin tezahüratlarını duyamıyordu. Ancak onlar yine de olayın tanıklarıydı. İsa’nın çektiği acılara ve ölümüne beklenmedik başka tanıkların olduğunu biliyor muydunuz? Bu “diğer” tanıkların kim olduklarını öğrenmeye başlamadan önce, İsa’nın dirilişinden sonra iki kişiyle karşılaşmasının öyküsünü Luka 24. bölüm, 13. ve 14. ayetlerde okuyalım:
13 Aynı gün öğrencilerden ikisi, Yeruşalim’den altmış ok atımı uzaklıkta bulunan ve Emmaus denilen bir köye gitmekteydiler. 14 Bütün bu olup bitenleri kendi aralarında konuşuyorlardı.
Bir kentten bir köye giden yolda hiç yürüdünüz mü? Güneş kızgın bir şekilde yüzünüze vurur, gökte hiç bulut yoktur. Bir taşa tekme atarsınız, düştüğü yerde bir toz bulutu meydana getirir. Ağzınız kuruyup konuşmak bile zorlaştıkça, biraz soğuk suyunuz olmasını dilersiniz. Önünüzde göz alabildiğine görebildiğiniz tek şey asfalttır. Altmış ok atımı yaklaşık on iki kilometre; bu uzun bir yol. Konuşacak biri yoksa sonsuza dek sürüyor gibi gelebilir. Fakat ilginç bir konuşma konusu olduğunda zaman uçup gider. İsa onların yolculuğunu büyük ölçüde kısaltmak üzereydi. Luka 24. bölüm, 15–24 ayetlerinden okumaya devam edelim:
15 Bunları konuşup tartışırlarken İsa yanlarına geldi ve onlarla birlikte yürümeye başladı. 16 Ama onların gözleri O’nu tanıma gücünden yoksun bırakılmıştı. 17 İsa, “Yolda birbirinizle ne tartışıp duruyorsunuz?” dedi. Üzgün bir halde, oldukları yerde durdular. 18 Bunlardan adı Kleopas olan O’na, “Yeruşalim’de bulunup da bu günlerde orada olup bitenleri bilmeyen tek yabancı sen misin?” diye karşılık verdi. 19 İsa onlara, “Hangi olup bitenleri?” dedi. O’na, “Nasıralı İsa’yla ilgili olayları” dediler. “O adam, Tanrı’nın ve bütün halkın önünde gerek söz, gerek eylemde güçlü bir peygamberdi. 20–23 Başkâhinlerle yöneticilerimiz O’nu, ölüm cezasına çarptırmak için valiye teslim ederek çarmıha gerdirdiler; oysa biz O’nun, İsrail’i kurtaracak kişi olduğunu ummuştuk. Dahası var, bu olaylar olalı üç gün oldu ve aramızdan bazı kadınlar bizi şaşkına çevirdiler. Bu sabah erkenden mezara gittiklerinde, O’nun cesedini bulamamışlar. Sonra geldiler, bir görümde, İsa’nın yaşamakta olduğunu bildiren melekler gördüklerini söylediler. 24 Bizimle birlikte olanlardan bazıları mezara gitmiş ve durumu, tam kadınların anlatmış olduğu gibi bulmuşlar. Ama O’nu görmemişler.”
Vay canına! Konuşma meyve sebze yatları ya da gelecek hafta yağmur yağıp yağmayacağı üzerine değildi. Günün ve aslında tüm zamanların en önemli haberi hakkındaydı. Nasıralı İsa’nın hayatta olduğu söyleniyordu! Peki O yüzlerce tanığın önünde çarmıha gerilmemiş miydi? Herkes O’nun öldüğünü görmüştü. O’nun dövülmüş ve parçalanmış sırtından ve çivilerin deldiği bileklerinden akan kanı hepsi görmüştü. Romalı muhafızın mızrağını İsa’nın böğrüne soktuğuna tanıklık etmişlerdi. Açılan yaradan kan ve su aktığını görmüşlerdi. Bunda şüphe yoktu. İsa ölmüştü.
İsa’nın onlara verdiği yanıtı Luka 24. bölüm, 25–27 ayetlerinde okuyalım:
25 İsa onlara, “Sizi akılsızlar! Peygamberlerin bütün söyle- diklerine inanmakta ağır davranan kişiler! 26 Mesih’in bu acıları çekmesi ve yüceliğine kavuşması gerekli değil miydi?” dedi. 27 Sonra Musa’nın ve bütün peygamberlerin yazılarından başlayarak, Kutsal Yazılar’ın hepsinde kendisiyle ilgili olanları onlara açıkladı.
Nasıl? Peygamberler Mesih’in acı çekeceğini ve daha sonra yüceliğine gireceğini ne zaman söylediler? İsa, Musa’nın ve tüm peygamberlerin kendisi hakkında yazdığını da ekledi. İsa onlara ne anlatmış olabilir? Kutsal yazıların hangi kısımları ve hangi peygamberler O’ndan söz ediyordu?
İsa muhakkak Kutsal Kitap’ın ilk kitapçığından, Yaratılış bölümünden, Adem ile Havva’nın günah işlemelerinin sonrasından başlamış olmalı. Allah yılanın, yani Şeytan’ın Havva’yı günah işlemek üzere ayarttığını biliyordu. Bunun sonucunda, Şeytan’a şöyle dedi:
“Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, sen onun topuğuna saldıracaksın.”72
Belki İsa bu bilindik metni okurken öğrenciler yere bakıyor, derin düşünüyorlardı. İsa, Mesih’in Şeytan tarafından yaralanan kişi, kadının soyu olduğunu açıkladığında, birden zihinleri aydınlandı. Mesih yılana karşı zafer kazanabilmek için acı çekmek zorunda kalacaktı. Kutsal Kitap’ın ilk sayfalarında böyle söylenmişti! Kendi kendilerine şöyle demiş olmalılar:
“Neden bunu daha önce görmedik? Tam da gözlerimizin önündeymiş! Bu yazıyı biliyoruz!”
Sonra düşünceleri ellerinde ve ayaklarında çivilerle çarmıhta asılı olan Mesih’e yönelmiştir. Kendi kendilerine sormuş olmalılar:
“İsa’nın çarmıhta asılıyken bu peygamberlik sözünü yerine getirdiği doğru olabilir mi? Öyle ise, çarmıha gerilmiş bir Mesih nasıl Şeytan’ın başını ezecek, yani onu ortadan kaldıracaktı? Mesih ölü olacaktı!”
Soruları yanıt bulmadan önce belki İsa onlara İbrahim’in oğlunu kurban olarak sunmak üzere olduğu zamanı hatırlatmıştır. Allah ona engel olmuş ve oğlunun yerine bir koç sağlamıştı.73 İbrahim oğluna şöyle demişti:
“Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak.”74
Belki İsa bunu Vaftizci Yahya’nın söylemiş olduğu sözlerle ilişkilendirmiştir:
“Yahya ertesi gün İsa’nın kendisine doğru geldiğini görünce şöyle dedi: “İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!”75
İbrahim’in oğlunu sunması öyküsü daha da büyük bir olayın öngörümüydü! Allah kendi Oğlu’nu dünyanın günahlarına karşılık bir kurban olarak sunacaktı! Öğrenciler hayretle birbirlerine baktılar. Daha önce hiç böyle şeyler duymamışlardı. Hahamlar kutsal yazıları hiç bu şekilde açıklamamışlardı.
Belki İsa yüzlerindeki heyecanlı ifadeleri gördüğünde kendi kendine gülümsemiştir. Dahası vardı! Belki Mısır’dan Çıkış’ın öyküsünü ve yıkım meleğinin imanla Fısıh kuzusunu öldürerek kanını evlerinin kapı sövelerine sürenlerin evlerinin üzerinden nasıl geçtiğini yeniden anlatmıştır.76 Bu kuzular, kanı dünyanın günahını ortadan kaldıran ve bizi ebedî ölümden koruyan gerçek kuzunun, İsa’nın simgesiydiler. İsa muhakkak onlara sormuş olmalı:
“Levililer kitabı ve tüm kurban sistemi, yalnızca kurban olarak sunulan kanın günahlara kefaret edebileceği ilkesi üzerine kurulu değil mi? Tüm o kurbanlar, tıpkı İbrahim’in oğlunu sunması gibi, Mesih’in günah sunusu olarak acı çekmesine işaret etmiyor mu? Yoksa Allah İbrahim’den oğlunu kurban etmesini neden isteyecekti?”
Sonra onların mantığına daha net bir şekilde hitap ederek, İsa onlara muhtemelen Daniel’in Mesih hakkındaki peygamberlik sözünü anlattı:
Bu altmış iki hafta sonunda meshedilmiş olan öldürülecek ve onu destekleyen olmayacak. Gelecek önderin halkı, kenti ve kutsal yeri yerle bir edecek. Sonu tufanla olacak: Savaş sona dek sürecek. Yıkımların da olacağı kararlaştırıldı. Gelecek önder birçoklarıyla bir haftalık sağlam bir antlaşma yapacak. Haftanın yarısı geçince, kurbanı da sunuyu da kaldıracak. Kararlaştırılan yıkım başına gelinceye dek yok edici önder tapınağın üst bölümüne yıkıcı iğrenç şeyler yerleştirecek.”77
Meshedilmiş olan (Mesih), diğerlerinin yararına öldürülecek ve kurban sistemini durduracaktı! İsa, tüm kurbanların yerine gelişi olarak, hayvan kurban edilmesi gerekliliğini sona erdirdi. Öğrencilerin dünya görüşü yerle bir olmuş olmalı. Hayatları boyunca kendilerine Mesih’in görkemli ve kudretli olacağı öğretilmemiş miydi? İsa yüzlerindeki şaşkınlığı okuyabiliyordu. Fakat konuşmayı kesmedi. Peygamberlik sözlerinin doruk noktasını, Yeşaya peygamber tarafından yazılmış olan Mesih’in acı çekmesine ilişkin peygamberlik sözünü muhakkak paylaşmıştır:
“Bakın, kulum başarılı olacak; üstün olacak, el üstünde tutulup alabildiğine yüceltilecek. Birçokları onun karşısında dehşete düşüyor; biçimi, görünüşü öyle bozuldu ki, insana benzer yanı kalmadı” 78
“Canını feda ettiği için gördükleriyle hoşnut olacak. RAB’bin doğru kulu, kendisini kabul eden birçoklarını aklayacak. Çünkü onların suçlarını o üstlendi. Bundan dolayı ona ünlüler arasında bir pay vereceğim, ganimeti güçlülerle paylaşacak. Çünkü canını feda etti, başkaldıranlarla bir sayıldı. Pek çoklarının günahını o üzerine aldı, başkaldıranlar için de yalvardı.” 79
Golgota’daki sahneler öğrencilerin zihinlerinde yıldırım gibi parladı. Ölüm. Günahkârlar. Tıpkı İsa’nın Kutsal Kitap’tan açıklamakta olduğu gibiydi. Mesih bir suçlu gibi ölecekti. Bunu kendi gözleriyle gördüler! Peygamberlik sözü yerine gelmişti! Anlaşılan İsa gerçekten de Mesih’ti! Kafalarının karışıklığı sevince döndü, zira İsa’daki umutlarının hiçbir zaman boşuna olmadığını anladılar. O şekilde gerçekleşmeliydi! Mesih’in ölümü günahın borcunu ödedi. Ama durun. Sonsuza dek kalıcı barış, doğruluk ve görkemin olacağı yeni dönem neredeydi? Bu ne zaman gelecekti ve Mesih öldüyse nasıl bunun önderi olabilirdi? O zaman İsa onlara Kral Davut’un yazdığı bir mezmuru hatırlatmış olmalı:
“Çünkü sen beni ölüler diyarına terk etmezsin, sadık kulunun çürümesine izin vermezsin.”80
Kutsal Olan, yani Mesih, daha bedeni çürümeden ölümden dirilecekti. Mezarda kalmayacaktı. Öğrenciler birbirlerine bakmış ve İsa’nın dirildiğini söyleyen kadınları hatırlamış olmalılar. Ya onlar haklı idiyseler? Ya Mesih kutsal yazıların dediği gibi ölümden dirilmiş idiyse? Heyecanlarına hakim olamayarak, araya girmek ve sorular sormak istediler. Peki ya Mesih’in yüceliği? Bu ne zaman gerçekleşecekti?
Belki İsa, “Bekleyin, yanıt geliyor!” dercesine parmaklarını dudaklarına doğru kaldırmıştır. Belki İsa onlara yukarıdaki Kutsal Kitap ayetlerinden birini hatırlatmıştır.
“Bakın, kulum başarılı olacak; üstün olacak, el üstünde tutulup alabildiğine yüceltilecek.”81
Bir şekilde Kul denilen Kişi, canını tüm insanlığın günahları için ölüme dökecek olan Kul, yüceltilecekti de. Bunu Mika peygamber de İsa’nın zamanından yüzlerce yıl önce peygamberlik sözüyle bildirmişti:
“Ama sen, ey Beytlehem Efrata, Yahuda boyları arasında önemsiz olduğun halde, İsrail’i Benim adıma Yönetecek Olan senden çıkacak. Onun kökeni öncesizliğe, zamanın başlangıcına dayanır.” 82
İsa gelecek olan İsrail’in Hükümdarı’nın Beytlehem’den çıkacağını açıklamış olmalı. İsa Yahuda’nın Beytlehem kasabasında doğmuştu. Belki öğrenciler şaşkın bir ifadeyle birbirlerine sormuşlardır:
“İsa ne zaman İsrail’de hükümdar oldu ki? O hüküm sürmedi, öldü.”
Öğrenciler henüz Emmaus’a varmamışlardı, tüm sorularına yanıt da bulamamışlardı. Yol uzundu, fakat İsa onları adım adım yönlendiriyordu. Büyük ihtimalle onlara Zekeriya’nın yazdığı bir peygamberlik sözünü hatırlatmıştır:
Ey Siyon kızı, sevinçle coş! Sevinç çığlıkları at, ey Yeruşalim kızı! İşte kralın! O adil kurtarıcı ve alçakgönüllüdür. Eşeğe, evet, sıpaya, eşek yavrusuna binmiş sana geliyor!”83
İsa’nın onlara şu sözleri söylediğini hayal edebiliyor musunuz?
“İsa’nın ölümünden önceki hafta eşek üzerinde Yeruşalim’e girişini hatırlıyor musunuz?
İnsanlar ‘Davut Oğlu’na hozana! Rab’bin adıyla gelene övgüler olsun, en yücelerde hozana!’ diye sesleniyorlardı.”84
Belki öğrenciler ağızlarından kaçırmışlardır: “Mesih olan İsa tahtı ne zaman alacak?”
İsa tabii ki Allah’ın kral Davut’a verdiği bir vaatle yanıtlamış olmalı:
“Sen ölüp atalarına kavuşunca, senden sonra soyundan birini ortaya çıkarıp krallığını pekiştireceğim. Adıma bir tapınak
kuracak olan odur. Ben de onun krallığının tahtını sonsuza dek sürdüreceğim.”85
Davut’un torunlarından biri, diğer krallar gibi geçici değil, sonsuza dek kalıcı bir krallığa sahip olacaktı. Yeşaya peygamber bu vaadi tekrarladı:
“Çünkü bize bir çocuk doğacak, bize bir oğul verilecek. Yönetim onun omuzlarında olacak. Onun adı Harika Öğütçü, Güçlü Tanrı, Ebedi Baba, Esenlik Önderi olacak. Davut’un tahtı ve ülkesi üzerinde egemenlik sürecek. Egemenliğinin ve esenliğinin büyümesi son bulmayacak. Egemenliğini adaletle, doğrulukla kuracak ve sonsuza dek sürdürecek. Her Şeye Egemen RAB’bin gayreti bunu sağlayacak.”86
İsa bu kutsal yazı bölümünü başka bir soruyla tamamlamış olmalı:
“Davut’un hangi torunu ebedî bir krallığa sahip oldu?”
Bir kez daha, İsa bu soruya iki peygamberlik sözüyle yanıt vermiş olmalı. Birincisi Yeşaya 11. bölüm, 1–10 ayetlerinden görülebilir:
1 İşay’ın kütüğünden yeni bir liz çıkacak, kökünden bir dan meyve verecek. 2 RAB’bin Ruhu, bilgelik ve anlayış ruhu, öğüt ve güç ruhu, bilgi ve RAB korkusu ruhu onun üzerinde olacak. 3 RAB korkusu hoşuna gidecek. Gözüyle gördüğüne göre yargılamayacak, kulağıyla işittiğine göre karar vermeyecek. 4 Yoksulları adaletle yargılayacak, yeryüzünde ezilenler için dürüstçe karar verecek. Dünyayı ağzının değneğiyle cezalandıracak, kötüleri soluğuyla öldürecek. 5 Davranışının temeli adalet ve sadakat olacak. 6 Onun döneminde kurtla kuzu bir arada yaşayacak, parsla oğlak birlikte yatacak, buzağı, genç aslan ve besili sığır yanyana duracak, onları küçük bir çocuk güdecek. 7 İnekle ayı birlikte otlayacak, yavruları bir arada yatacak. Aslan sığır gibi saman yiyecek. 8 Emzikteki bebek kobra deliği üzerinde oynayacak, sütten kesilmiş çocuk elini engerek kovuğuna sokacak. 9 Kutsal dağımın hiçbir yerinde kimse zarar vermeyecek, yok etmeyecek. Çünkü sular denizi nasıl dolduruyorsa, dünya da RAB’bin bilgisiyle dolacak. 10 O gün İşay’ın kökü ortaya çıkacak, halklara sancak olacak, Uluslar ona yönelecek. Kaldığı yer görkemli olacak.
Kral Davut’un babası İşay’dı. Öyleyse burada bir kez daha Davut’un bir torununun ebedî bir krallığı almasıyla ilgili bir peygamberlik sözü vardı. Öğrenciler bunun ebedî olacağını biliyorlardı, zira kötüler öldürülecek ve dünya şiddet ve ölümden temizlenecekti. İsa onlara, Fidan’ın üzerinde Allah’ın Ruhu’nu taşıyacağını ve Uluslar dahil olmak üzere yeryüzünü adaletle yargılayacağını göstermiş olmalı. İsa bundan sonra resmi Yeşaya 42. bölüm, 1–4 ayetlerinde yer alan şu peygamberlik sözüyle tamamlamıştır:
1 “İşte kendisine destek olduğum, gönlümün hoşnut olduğu seçtiğim Kulum! Ruhum’u Onun üzerine koydum. Adaleti uluslara ulaştıracak. 2 Bağırıp çağırmayacak, sokakta sesini yükseltmeyecek. 3 Ezilmiş kamışı kırmayacak, tüten tili söndürmeyecek. Adaleti sadakatle ulaştıracak. 4 Yeryüzünde adaleti sağlayana dek umudunu, cesaretini yitirmeyecek. Kıyı halkları onun yasasına umut bağlayacak.”
Birden, iki adam batmakta olan güneşin verdiği puslu havanın içinden Emmaus’u gördü ve kutsal yazıların anlamını daha net bir şekilde kavramaya başladılar. Fidan ile Kul aynı şeyleri yapıyorlar. İkisi bir ve aynı kişidir! Kul’un İsa olduğunu biliyoruz, zira Yeşaya peygambere göre dünyanın günahlarına karşılık olarak acı çeken ve ölen O’dur.87 Öyleyse İsa yüceltilecek ve yeryüzünü kendi krallığı olarak miras alacaktır. Dünyayı kendi krallığı olarak miras aldığında yeni bir düzen kurulacak ve kurt kuzuyla birlikte yatacak. Artık ölüm olmayacak! Artık gözyaşları olmayacak! Kötü insanlar artık olmayacak. Kötülük yok edilecek! Bu sonsuza dek kalıcı krallıktır, İsa da sonsuza dek onun hükümdarı olacak! O acı çeken Kul’dur. O, kral olan Fidan’dır. İsa şu sözlerini söylediğinde tüm bunları kısa ve öz olarak dile getirdi:
“Sizi akılsızlar! Peygamberlerin bütün söylediklerine inanmakta ağır davranan kişiler! Mesih’in bu acıları çekmesi ve yüceliğine kavuşması gerekli değil miydi?”88
Öğrenciler muhakkak krallıkla ilgili gerçeği dinledikçe her adımda sıçrıyorlardı. Kaslarında uzun yoldan dolayı hiçbir yorgunluk yoktu. Kalpleri küt küt atıyor ve yüzleri gülüyordu. Yolculukları normalden daha kısa sürmüş gibiydi. Keşke daha fazla zamanları olsaydı da, konuşmaya devam edip sorular sorabilselerdi! Bundan sonra neler olduğunu Luka 24. bölüm, 28–35 ayetlerinde okuyalım:
28–29 Gitmekte oldukları köye yaklaştıkları sırada İsa, yoluna devam edecekmiş gibi davrandı. Ama onlar, “Bizimle kal. Neredeyse akşam olacak, gün batmak üzere” diyerek O’nu zorladılar. Böylece İsa onlarla birlikte kalmak üzere içeri girdi. 30 Onlarla sofrada otururken İsa ekmek aldı, şükretti ve ekmeği bölüp onlara verdi. 31 O zaman onların gözleri açıldı ve kendisini tanıdılar. İsa ise gözlerinin önünden kayboldu. 32 Onlar birbirine, “Yolda kendisi bizimle konuşurken ve Kutsal Yazılar’ı bize açıklarken yüreklerimiz nasıl da sevinçle çarpıyordu, değil mi?” dediler. 33 Kalkıp hemen Yeruşalim’e döndüler. Onbirler’i ve onlarla birlikte olanları toplanmış buldular. 34 Bunlar, “Rab gerçekten dirildi, Simun’a görünmüş!” diyorlardı. 35 Kendileri de yolda olup bitenleri ve ekmeği böldüğü zaman İsa’yı nasıl tanıdıklarını anlattılar.
İsa ölümünden sonra öğrencilerine defalarca göründü. Bu dirilişin gerçek olduğuna bir tanıklıktı. Ancak İsa’ya göre, kendisinin dirilişine en önemli tanıklık O’nun ölümüne tanıklık edenler arasındaki fiziksel mevcudiyeti değildi.
Diyebilirsiniz ki:
“Bundan daha ikna edici ne olabilirdi?”
Kişisel görgü tanıklığı önemlidir. Fakat insanlar aldatılabilir. İnsanlar yalan haberler yayabilir. “İsa gerçekten ölmedi” veya “Çarmıh üzerindeki O değildi” diyebilirler.
İsa, ölümden dirilişine ilişkin tanıklığın yalnızca kişisel tanıklıklara dayalı olmasını istemedi. İki öğrencisiyle vakit geçirerek, anlayışlarını daha da önemli bir tanığa, Eski Antlaşma yazılarına açtı. İsa öğrencilerine bunlara inanmalarını ve güvenmelerini öğretti. Her gerçek peygamber önceki peygamberlerle kir birliğinde olur ve böylece bir gerçek silsilesi meydana getirirler. Allah bunları bozulmamış bir hakikat kaynağı olarak korumuştur. İsa öğrencilerinin imanının peygamberler aracılığıyla açıklanan Allah’ın değişmeyen sözüne dayalı olmasını istiyordu. O, bizim imanımızın Kutsal Kitap’ın tanıklığına dayalı olmasını istiyor. Bazı bakımlardan imza sirküleri gibidir. Şu öyküyü düşünün.
Erol, muhasebecinin temsilcisi Levent ile noter bürosuna gitti. Hava pek güneşli değildi ama gözlerindeki endişeyi gizlemek için güneş gözlüklerini takmıştı. Erzincan’ın ana caddelerinden birinde market açıyordu. Ekonomi son birkaç yıldır epey istikrarlıydı, ancak son zamanlarda birtakım korkutucu değişiklikler olmuştu. Dolar fırlamıştı, o da bunun ne anlama geldiğini biliyordu: enflasyon. Kirayı ödeyebilecek miydi? Bu onun ilk ticari girişimiydi ve her adımda endişeliydi. Başka hangi beklenmedik tehlikeler köşede pusuya yatmıştı?
Levent, Erol’a işletme açma prosedürlerinde kılavuzluk ediyordu. Erol memurun ileri geri karıştırıp durduğu tüm kâğıtların ne olduklarını bilmiyordu. Memurun yalnızca iki işaret parmağını kullanarak klavyeye inanılmaz bir hız ve kusursuzlukla vuruşunu izledi. Havada asılı kalmış kesif dumanı solurlarken, Erol bunun kısa zamanda bitmesini umuyordu. Sigara içilmez levhasına bakarak kendi kendine iç geçirdi:
“Neden insanlar kuralları yerine getirmezler ki?”
Memur Erol’u irkilterek şöyle dedi:
“Burayı, burayı, burayı ve burayı üçer kez imzalayın.”
“N... ne? Ah! Tamam. İmzaladığım nedir?” diye memura sordu.
Levent araya girerek şöyle dedi:
“Bu bir imza sirküleri.”
Erol, “Ne işe yarıyor?” diye sordu.
“İmzanızı tescil etmemiz için belgeyi birkaç kez imzalamanız gerekiyor. Belgeyi her imzaladığınızda imzalar birbirinden çok az farklı olur, ancak imzanızda yalnızca size ait olan benzersiz unsurlar vardır. Maalesef sizin yerinize geçerek şirketiniz adına resmî ticari işlemler yapmaya çalışabilecek kişiler var. Görevliler imzalarınızdan birini bu sirkülerdeki imzalarla karşılaştırarak söz konusu imzanın gerçekten size ait olup olmadığını belirleyebilirler. Şirketiniz adına elektrik veya su idarelerine ve diğer resmî işletmelere müracaat ederken bu belgeyi ibraz etmeniz gerekiyor. Bu sizi ve işletmenizi dolandırıcılıktan korumaya yardımcı olur.”
Tüm belgeler yığın halindeydi ve insana milyon kez gibi gelen sayıda, birer birer damgalandılar. Sonra belgeler notere götürüldü ve noter bunların her birini kendi imzasıyla onayladı. Uzun zaman aldı, fakat işleri bittiğinde belge kesinlikle resmî görünüyordu! Erol tüm bu çabaların şirketini dolandırıcılıktan koruyacağını umuyordu.
Kutsal Kitap bir anlamda imza sirküleri gibidir. Sirkülerdeki her imza çok az farklıdır, ancak imza sahibinin temel özelliklerini taşır. Kutsal Kitap’ı yazan peygamberlerin her biri kendi özgün tarzında yazdı. Ancak tüm peygamberleri Allah’ın Ruhu esinlediğinden, onların yazıları, yalnızca yazarın kendine özgülüğü nedeniyle farklı şekillerde ifade edilmiş olan Allah’ın mesajını içerir.
İsa, tüm peygamberlerin Mesih hakkında yazdığını açıkladı. Bu dersimizde bunun birkaç örneğini gördük. Onların yazıları tarz bakımından farklılık gösterse de ve kimi zaman simgesel yazıdan yararlanmış olsalar da, acı çekecek, ölecek ve kendi krallığıyla yüceltilecek olan bir Mesih hakkında yazdıklarını görüyoruz. Bazı kişiler yalan haberler yaymaya ya da sahte kutsal yazılar oluşturmaya çalışabilir, ancak bunları Allah’ın imza sirküleri olan Kutsal Kitap’la karşılaştırdığımızda sahte oldukları ortaya çıkar.
Nereden biliyoruz? İsa’ya dünyanın günahları için ölecek ve sonsuza dek kalıcı bir krallıkla yüceltilecek olan Kurtarıcı olarak işaret eden Allah’ın kurtuluş mesajını taşımazlar. Haberler bununla uyumlu değilse, sahte imzadırlar!
İsa öğrencilerin imanının imza sirkülerine, yani Kutsal Kitap’a dayalı olmasını istedi. Böylece söylentiler, yalan haberler ve sahte kutsal yazılar ortaya çıktığında aldatmacanın farkında olacaklardı.
İsa’nın ölümden dirilişinin pek çok tanığı vardı. On bir elçi ve onların arkadaşları vardı. Emmaus yolundaki bu iki öğrenci vardı. Ancak İsa’nın dirilişinin ve O’nun tüm insanlığın Kurtarıcısı olarak görevinin en önemli tanıkları peygamberlerdi. Yukarıda birkaç peygamberin yazılarını karşılaştırdık ve İsa’ya ilişkin bildirilerinin aynı olduğunu gördük. Hiç kimse yüzyıllar boyunca gelip geçen bu kadar çok tanığı, tanıklıklarının birbirini tutacağı şekilde uydurmuş olamaz. İsa’nın söylediği gibi, “akılsızlar... peygamberlerin bütün söylediklerine inanmakta ağır davranan kişiler” mı olalım, yoksa gerçeği alıp ona itaatkâr mı olalım?
Tartışma Soruları
1. Naim Süleymanoğlu tüm zamanların en büyük haltercilerinden biridir. Sizce arkadaşları belki dışarıda eğlenirken
onu bu kadar sıkı çalışmaya iten neydi? Sizce Naim’in çabasına değdi mi?
2. İsa çarmıhta büyük acı çekti. Bu acının getirdiği yarar neydi? Sizce O’nun açısından buna değdi mi?
3. Erol noterlikte kötü niyetli kişilerin kendisiymiş gibi davranabileceklerini öğrendi. İmza sirküleri iyi bir koruyucu
muydu? Neden?
4. Bir kimse neden İsa’nın gerçekten ölmediğini söylemek isteyebilir? Size İsa’nın gerçekten ölüp ölmediğini soran olsa ona ne derdiniz?
72 Bkz. Yaratılış 3:15.
73 Koçun boynuzlarının dikenli çalılıklara takılmış olduğunu ilginç bir bilgi olarak kaydedelim. İsa çarmıha gerilmeden önce Roma askerleri O’nun başına dikenlerden bir taç geçirdiler.
74 Bkz. Yaratılış 22:8.
75 Bkz. Yuhanna 1:29.
76 Bkz. Mısır’dan Çıkış 12.
77 Bkz. Daniel 9:26, 27.
78 Bkz. Yeşaya 52:13, 14.
79 Bkz. Yeşaya 53:11, 12.
80 Bkz. Mezmur 16:10.
81 Bkz. Yeşaya 52:13.
82 Bkz. Mika 5:2.
83 Bkz. Zekeriya 9:9.
84 Bkz. Matta 21:9.
85 Bkz. 2. Samuel 7:12, 13.
86 Bkz. Yeşaya 9:6, 7.
87 Bkz. Yeşaya 52:13, 14; 53:12.
88 Bkz. Luka 24:25, 26.
Peki spor kahramanlarının ya da film yıldızlarının kendi dallarında en iyi olabilmek için uzun saatler boyu çalışırken resimlerini ne kadar sıklıkla görüyoruz? Bir lideri tüm gün ve gece boyunca kütüphanede araştırma yaparken ya da sıradan bir işte günde on dört saat çalışırken görmemiz ve onu bu şekilde düşünmemiz pek nadirdir. Kimi zaman başarılı bir kimsenin ilk zamanlarda çektiği sıkıntıların öyküsünü duyarız, ama bu büyük liderlerin, sporcuların, işadamlarının ve ünlülerin başarılı olmak için ne kadar çok çalıştıklarını çoğu zaman unuturuz.
Bu dersimizde İsa’nın yüceltilmeden önce acı çekmesi gerektiğini göreceğiz. Hatta, O’nun acı çekmeden yüceltilmesi imkânsız olurdu. Ayrıca O’nun acısına ve dirilişine, olaydan hem önce hem de sonra, pek çok tanık bulunduğunu öğreneceğiz. Konumuza giriş için, şu öyküyü düşünün.
Gürsel, oğlu Selami’nin omzu üzerinden bilgisayar ekranına bakarak, onun bu kadar dikkatle baktığı şeyin ne olduğunu görmeye çalıştı. Selami, Naim Süleymanoğlu’nun halterin kralı olarak kariyerinden videolar gösteren bir web sitesine girmişti.
Babası, “Neye bakıyorsun Selami?” diye sordu.
On yaşındaki Selami gözlerini ekrandan ayırmadan yanıtladı:
“Şuraya bak baba, Naim Süleymanoğlu hem halterde bir efsane, hem de Türkmüş!”
“Evet oğlum. Sol tarafta başarılarının listesine bak.”
Selami listeye baktı. Naim Süleymanoğlu olimpiyatlarda üç altın madalya kazanan ilk halterci olmuştu, ilk olarak Seul’de (1988), sonra Barselona’da (1992) ve son olarak da Atlanta’da (1996). 46 dünya rekoru kırmıştı ve silkmede kendi ağırlığının üç katını kaldırabilen yalnızca yedi halterciden ikincisiydi.
“Bu çok iyi, baba. Madalyaları birbiri ardınca kazandığı şu videoyu izle. İnsanların ona nasıl tezahürat yaptığına bak!”
Baba ile oğul, Seul Olimpiyatları’nda şampiyonluğunu kazandıktan sonra Naim’i karşılamak üzere İstanbul’da toplanan bir milyon Türk’ün videosunu büyülenmişçesine izledi.
Selami, “Baba, ben de Naim gibi bir şampiyon olmak istiyorum!” dedi.
Babası gülümseyerek, “İşe girişmen gerek oğlum!” diye karşılık verdi.
“Ne demek istiyorsun, baba?”
“Şu diğer web sitesine bak.”
Babası Naim’in eğitimiyle ilgili bir web sitesine geçti.
“Buraya bak. Naim daha 10 yaşındayken haftada 6 gün, toplam saat çalışarak ağırlık kaldırıyordu. O zaman bir haftada neredeyse 10.000 kilo kaldırıyordu. 1981 yılında, 14 yaşındayken her hafta klasik halterde 20.895 kg, yardımlı egzersizlerde ise 18.870 kg kaldırıyordu. Ertesi yıl yaşıyla birlikte gücü de arttı ve haftada dört gün, günde üç kez ve haftada iki gün, günde iki kez antrenman yapmaya başladı. O yıl 500 kez, toplam 1180 saat çalıştı. Haftada toplam 39.000 kiloyu aşan egzersizler yapıyordu. Bu kolay değil oğlum. Bu çetin ve disiplinli bir hayat. Ayrıca kişisel olarak da çok sıkıntı çekti.”
“1980’lerin başında Bulgaristan’da Bulgar milliyetçiliği yükselişteydi ve Türk kökenli olanlar kültürlerini ve etnik kökenlerini yadsıyarak Slav adları almaya zorlanıyorlardı. Türklere karşı şiddet çok yaygındı. Mahallesi savaş alanına dönmüştü. Komünist rejim onun halterdeki başarısını “Türklerin asimilasyonunun” başarısına bir örnek yapmaya çalıştı. Ancak Naim Süleymanoğlu Avustralya’dayken Bulgaristan’dan iltica etti ve sonunda Türkiye’ye geldi. Türk hükümeti kendisini serbest bırakmaları için Bulgaristan’a bir milyon dolar ödeyerek, onun olimpiyatlarda Türk olarak yarışma hayalini gerçeğe dönüştürdü. Eminim ki o günler onun için hiç kolay geçmemiştir.”
“Demek istediğim şu ki oğlum, büyük bir sporcu olmak için yetenek gerekmesinin yanı sıra, saatler süren zahmetli çalışmalar da yapılmalıdır. İnsanlar üne ve şerefe odaklanmaya eğilimlidir, fakat sporcu için bu yıllarca süren, sıkıntıların ulaştırdığı doruk noktasıdır. Ünlü bir sporcu olmanın kolay yolu yoktur.”
İsa bir kişinin elde edebileceği en büyük zaferi kazandı; O günaha karşı savaşında zafer kazandı. Hiç kimse şampiyonluk tacını O’nunla paylaşamaz. O, bunu yapan tek kişidir. Şeytan İsa’yı günaha düşürmeye çalıştıysa da, bunu başaramadı.
İsa’nın Mesih olarak elde ettiği zaferi düşündüğümüzde, O’nun bu zafer için büyük bir bedel ödediğini hatırlamalıyız. İsa çarmıha gerilerek ölüm noktasına kadar denendi ve tüm bu denenmelerde kendi iradesini tümüyle Babası’nın iradesine teslim etti. Dünya tarihinde hiç kimse Allah’ın iradesine İsa gibi boyun eğmedi. Eski Antlaşma peygamberleri, İsa’nın bu zaferi kazanmak için geçeceği sıkıntılar hakkında pek çok şey yazdılar. Ne yazık ki Mesih’in deneyiminin bu yönünü Yahudi halkı dinlemedi ve Mesih İsa gelip acı çektiğinde buna inanmadılar. Buna inanmak istemediler! Hiç sıkıntı çekmeden daima zafer kazanan bir kahraman istediler. Ancak her zaferin bir bedeli vardır. Mesih için bu bedel acı ve ölümdü.
Tıpkı Naim’in Seul’de kazandığı zaferin tanıkları olduğu gibi, İsa’nın çarmıha gerilişinin ve dirilişinin de tanıkları vardı. Naim’in zaferini televizyonda izleyen milyonlarca kişi de vardı. Naim podyumda durduğunda, televizyon izleyicilerinin tezahüratlarını duyamıyordu. Ancak onlar yine de olayın tanıklarıydı. İsa’nın çektiği acılara ve ölümüne beklenmedik başka tanıkların olduğunu biliyor muydunuz? Bu “diğer” tanıkların kim olduklarını öğrenmeye başlamadan önce, İsa’nın dirilişinden sonra iki kişiyle karşılaşmasının öyküsünü Luka 24. bölüm, 13. ve 14. ayetlerde okuyalım:
13 Aynı gün öğrencilerden ikisi, Yeruşalim’den altmış ok atımı uzaklıkta bulunan ve Emmaus denilen bir köye gitmekteydiler. 14 Bütün bu olup bitenleri kendi aralarında konuşuyorlardı.
Bir kentten bir köye giden yolda hiç yürüdünüz mü? Güneş kızgın bir şekilde yüzünüze vurur, gökte hiç bulut yoktur. Bir taşa tekme atarsınız, düştüğü yerde bir toz bulutu meydana getirir. Ağzınız kuruyup konuşmak bile zorlaştıkça, biraz soğuk suyunuz olmasını dilersiniz. Önünüzde göz alabildiğine görebildiğiniz tek şey asfalttır. Altmış ok atımı yaklaşık on iki kilometre; bu uzun bir yol. Konuşacak biri yoksa sonsuza dek sürüyor gibi gelebilir. Fakat ilginç bir konuşma konusu olduğunda zaman uçup gider. İsa onların yolculuğunu büyük ölçüde kısaltmak üzereydi. Luka 24. bölüm, 15–24 ayetlerinden okumaya devam edelim:
15 Bunları konuşup tartışırlarken İsa yanlarına geldi ve onlarla birlikte yürümeye başladı. 16 Ama onların gözleri O’nu tanıma gücünden yoksun bırakılmıştı. 17 İsa, “Yolda birbirinizle ne tartışıp duruyorsunuz?” dedi. Üzgün bir halde, oldukları yerde durdular. 18 Bunlardan adı Kleopas olan O’na, “Yeruşalim’de bulunup da bu günlerde orada olup bitenleri bilmeyen tek yabancı sen misin?” diye karşılık verdi. 19 İsa onlara, “Hangi olup bitenleri?” dedi. O’na, “Nasıralı İsa’yla ilgili olayları” dediler. “O adam, Tanrı’nın ve bütün halkın önünde gerek söz, gerek eylemde güçlü bir peygamberdi. 20–23 Başkâhinlerle yöneticilerimiz O’nu, ölüm cezasına çarptırmak için valiye teslim ederek çarmıha gerdirdiler; oysa biz O’nun, İsrail’i kurtaracak kişi olduğunu ummuştuk. Dahası var, bu olaylar olalı üç gün oldu ve aramızdan bazı kadınlar bizi şaşkına çevirdiler. Bu sabah erkenden mezara gittiklerinde, O’nun cesedini bulamamışlar. Sonra geldiler, bir görümde, İsa’nın yaşamakta olduğunu bildiren melekler gördüklerini söylediler. 24 Bizimle birlikte olanlardan bazıları mezara gitmiş ve durumu, tam kadınların anlatmış olduğu gibi bulmuşlar. Ama O’nu görmemişler.”
Vay canına! Konuşma meyve sebze yatları ya da gelecek hafta yağmur yağıp yağmayacağı üzerine değildi. Günün ve aslında tüm zamanların en önemli haberi hakkındaydı. Nasıralı İsa’nın hayatta olduğu söyleniyordu! Peki O yüzlerce tanığın önünde çarmıha gerilmemiş miydi? Herkes O’nun öldüğünü görmüştü. O’nun dövülmüş ve parçalanmış sırtından ve çivilerin deldiği bileklerinden akan kanı hepsi görmüştü. Romalı muhafızın mızrağını İsa’nın böğrüne soktuğuna tanıklık etmişlerdi. Açılan yaradan kan ve su aktığını görmüşlerdi. Bunda şüphe yoktu. İsa ölmüştü.
İsa’nın onlara verdiği yanıtı Luka 24. bölüm, 25–27 ayetlerinde okuyalım:
25 İsa onlara, “Sizi akılsızlar! Peygamberlerin bütün söyle- diklerine inanmakta ağır davranan kişiler! 26 Mesih’in bu acıları çekmesi ve yüceliğine kavuşması gerekli değil miydi?” dedi. 27 Sonra Musa’nın ve bütün peygamberlerin yazılarından başlayarak, Kutsal Yazılar’ın hepsinde kendisiyle ilgili olanları onlara açıkladı.
Nasıl? Peygamberler Mesih’in acı çekeceğini ve daha sonra yüceliğine gireceğini ne zaman söylediler? İsa, Musa’nın ve tüm peygamberlerin kendisi hakkında yazdığını da ekledi. İsa onlara ne anlatmış olabilir? Kutsal yazıların hangi kısımları ve hangi peygamberler O’ndan söz ediyordu?
İsa muhakkak Kutsal Kitap’ın ilk kitapçığından, Yaratılış bölümünden, Adem ile Havva’nın günah işlemelerinin sonrasından başlamış olmalı. Allah yılanın, yani Şeytan’ın Havva’yı günah işlemek üzere ayarttığını biliyordu. Bunun sonucunda, Şeytan’a şöyle dedi:
“Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, sen onun topuğuna saldıracaksın.”72
Belki İsa bu bilindik metni okurken öğrenciler yere bakıyor, derin düşünüyorlardı. İsa, Mesih’in Şeytan tarafından yaralanan kişi, kadının soyu olduğunu açıkladığında, birden zihinleri aydınlandı. Mesih yılana karşı zafer kazanabilmek için acı çekmek zorunda kalacaktı. Kutsal Kitap’ın ilk sayfalarında böyle söylenmişti! Kendi kendilerine şöyle demiş olmalılar:
“Neden bunu daha önce görmedik? Tam da gözlerimizin önündeymiş! Bu yazıyı biliyoruz!”
Sonra düşünceleri ellerinde ve ayaklarında çivilerle çarmıhta asılı olan Mesih’e yönelmiştir. Kendi kendilerine sormuş olmalılar:
“İsa’nın çarmıhta asılıyken bu peygamberlik sözünü yerine getirdiği doğru olabilir mi? Öyle ise, çarmıha gerilmiş bir Mesih nasıl Şeytan’ın başını ezecek, yani onu ortadan kaldıracaktı? Mesih ölü olacaktı!”
Soruları yanıt bulmadan önce belki İsa onlara İbrahim’in oğlunu kurban olarak sunmak üzere olduğu zamanı hatırlatmıştır. Allah ona engel olmuş ve oğlunun yerine bir koç sağlamıştı.73 İbrahim oğluna şöyle demişti:
“Oğlum, yakmalık sunu için kuzuyu Tanrı kendisi sağlayacak.”74
Belki İsa bunu Vaftizci Yahya’nın söylemiş olduğu sözlerle ilişkilendirmiştir:
“Yahya ertesi gün İsa’nın kendisine doğru geldiğini görünce şöyle dedi: “İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu!”75
İbrahim’in oğlunu sunması öyküsü daha da büyük bir olayın öngörümüydü! Allah kendi Oğlu’nu dünyanın günahlarına karşılık bir kurban olarak sunacaktı! Öğrenciler hayretle birbirlerine baktılar. Daha önce hiç böyle şeyler duymamışlardı. Hahamlar kutsal yazıları hiç bu şekilde açıklamamışlardı.
Belki İsa yüzlerindeki heyecanlı ifadeleri gördüğünde kendi kendine gülümsemiştir. Dahası vardı! Belki Mısır’dan Çıkış’ın öyküsünü ve yıkım meleğinin imanla Fısıh kuzusunu öldürerek kanını evlerinin kapı sövelerine sürenlerin evlerinin üzerinden nasıl geçtiğini yeniden anlatmıştır.76 Bu kuzular, kanı dünyanın günahını ortadan kaldıran ve bizi ebedî ölümden koruyan gerçek kuzunun, İsa’nın simgesiydiler. İsa muhakkak onlara sormuş olmalı:
“Levililer kitabı ve tüm kurban sistemi, yalnızca kurban olarak sunulan kanın günahlara kefaret edebileceği ilkesi üzerine kurulu değil mi? Tüm o kurbanlar, tıpkı İbrahim’in oğlunu sunması gibi, Mesih’in günah sunusu olarak acı çekmesine işaret etmiyor mu? Yoksa Allah İbrahim’den oğlunu kurban etmesini neden isteyecekti?”
Sonra onların mantığına daha net bir şekilde hitap ederek, İsa onlara muhtemelen Daniel’in Mesih hakkındaki peygamberlik sözünü anlattı:
Bu altmış iki hafta sonunda meshedilmiş olan öldürülecek ve onu destekleyen olmayacak. Gelecek önderin halkı, kenti ve kutsal yeri yerle bir edecek. Sonu tufanla olacak: Savaş sona dek sürecek. Yıkımların da olacağı kararlaştırıldı. Gelecek önder birçoklarıyla bir haftalık sağlam bir antlaşma yapacak. Haftanın yarısı geçince, kurbanı da sunuyu da kaldıracak. Kararlaştırılan yıkım başına gelinceye dek yok edici önder tapınağın üst bölümüne yıkıcı iğrenç şeyler yerleştirecek.”77
Meshedilmiş olan (Mesih), diğerlerinin yararına öldürülecek ve kurban sistemini durduracaktı! İsa, tüm kurbanların yerine gelişi olarak, hayvan kurban edilmesi gerekliliğini sona erdirdi. Öğrencilerin dünya görüşü yerle bir olmuş olmalı. Hayatları boyunca kendilerine Mesih’in görkemli ve kudretli olacağı öğretilmemiş miydi? İsa yüzlerindeki şaşkınlığı okuyabiliyordu. Fakat konuşmayı kesmedi. Peygamberlik sözlerinin doruk noktasını, Yeşaya peygamber tarafından yazılmış olan Mesih’in acı çekmesine ilişkin peygamberlik sözünü muhakkak paylaşmıştır:
“Bakın, kulum başarılı olacak; üstün olacak, el üstünde tutulup alabildiğine yüceltilecek. Birçokları onun karşısında dehşete düşüyor; biçimi, görünüşü öyle bozuldu ki, insana benzer yanı kalmadı” 78
“Canını feda ettiği için gördükleriyle hoşnut olacak. RAB’bin doğru kulu, kendisini kabul eden birçoklarını aklayacak. Çünkü onların suçlarını o üstlendi. Bundan dolayı ona ünlüler arasında bir pay vereceğim, ganimeti güçlülerle paylaşacak. Çünkü canını feda etti, başkaldıranlarla bir sayıldı. Pek çoklarının günahını o üzerine aldı, başkaldıranlar için de yalvardı.” 79
Golgota’daki sahneler öğrencilerin zihinlerinde yıldırım gibi parladı. Ölüm. Günahkârlar. Tıpkı İsa’nın Kutsal Kitap’tan açıklamakta olduğu gibiydi. Mesih bir suçlu gibi ölecekti. Bunu kendi gözleriyle gördüler! Peygamberlik sözü yerine gelmişti! Anlaşılan İsa gerçekten de Mesih’ti! Kafalarının karışıklığı sevince döndü, zira İsa’daki umutlarının hiçbir zaman boşuna olmadığını anladılar. O şekilde gerçekleşmeliydi! Mesih’in ölümü günahın borcunu ödedi. Ama durun. Sonsuza dek kalıcı barış, doğruluk ve görkemin olacağı yeni dönem neredeydi? Bu ne zaman gelecekti ve Mesih öldüyse nasıl bunun önderi olabilirdi? O zaman İsa onlara Kral Davut’un yazdığı bir mezmuru hatırlatmış olmalı:
“Çünkü sen beni ölüler diyarına terk etmezsin, sadık kulunun çürümesine izin vermezsin.”80
Kutsal Olan, yani Mesih, daha bedeni çürümeden ölümden dirilecekti. Mezarda kalmayacaktı. Öğrenciler birbirlerine bakmış ve İsa’nın dirildiğini söyleyen kadınları hatırlamış olmalılar. Ya onlar haklı idiyseler? Ya Mesih kutsal yazıların dediği gibi ölümden dirilmiş idiyse? Heyecanlarına hakim olamayarak, araya girmek ve sorular sormak istediler. Peki ya Mesih’in yüceliği? Bu ne zaman gerçekleşecekti?
Belki İsa, “Bekleyin, yanıt geliyor!” dercesine parmaklarını dudaklarına doğru kaldırmıştır. Belki İsa onlara yukarıdaki Kutsal Kitap ayetlerinden birini hatırlatmıştır.
“Bakın, kulum başarılı olacak; üstün olacak, el üstünde tutulup alabildiğine yüceltilecek.”81
Bir şekilde Kul denilen Kişi, canını tüm insanlığın günahları için ölüme dökecek olan Kul, yüceltilecekti de. Bunu Mika peygamber de İsa’nın zamanından yüzlerce yıl önce peygamberlik sözüyle bildirmişti:
“Ama sen, ey Beytlehem Efrata, Yahuda boyları arasında önemsiz olduğun halde, İsrail’i Benim adıma Yönetecek Olan senden çıkacak. Onun kökeni öncesizliğe, zamanın başlangıcına dayanır.” 82
İsa gelecek olan İsrail’in Hükümdarı’nın Beytlehem’den çıkacağını açıklamış olmalı. İsa Yahuda’nın Beytlehem kasabasında doğmuştu. Belki öğrenciler şaşkın bir ifadeyle birbirlerine sormuşlardır:
“İsa ne zaman İsrail’de hükümdar oldu ki? O hüküm sürmedi, öldü.”
Öğrenciler henüz Emmaus’a varmamışlardı, tüm sorularına yanıt da bulamamışlardı. Yol uzundu, fakat İsa onları adım adım yönlendiriyordu. Büyük ihtimalle onlara Zekeriya’nın yazdığı bir peygamberlik sözünü hatırlatmıştır:
Ey Siyon kızı, sevinçle coş! Sevinç çığlıkları at, ey Yeruşalim kızı! İşte kralın! O adil kurtarıcı ve alçakgönüllüdür. Eşeğe, evet, sıpaya, eşek yavrusuna binmiş sana geliyor!”83
İsa’nın onlara şu sözleri söylediğini hayal edebiliyor musunuz?
“İsa’nın ölümünden önceki hafta eşek üzerinde Yeruşalim’e girişini hatırlıyor musunuz?
İnsanlar ‘Davut Oğlu’na hozana! Rab’bin adıyla gelene övgüler olsun, en yücelerde hozana!’ diye sesleniyorlardı.”84
Belki öğrenciler ağızlarından kaçırmışlardır: “Mesih olan İsa tahtı ne zaman alacak?”
İsa tabii ki Allah’ın kral Davut’a verdiği bir vaatle yanıtlamış olmalı:
“Sen ölüp atalarına kavuşunca, senden sonra soyundan birini ortaya çıkarıp krallığını pekiştireceğim. Adıma bir tapınak
kuracak olan odur. Ben de onun krallığının tahtını sonsuza dek sürdüreceğim.”85
Davut’un torunlarından biri, diğer krallar gibi geçici değil, sonsuza dek kalıcı bir krallığa sahip olacaktı. Yeşaya peygamber bu vaadi tekrarladı:
“Çünkü bize bir çocuk doğacak, bize bir oğul verilecek. Yönetim onun omuzlarında olacak. Onun adı Harika Öğütçü, Güçlü Tanrı, Ebedi Baba, Esenlik Önderi olacak. Davut’un tahtı ve ülkesi üzerinde egemenlik sürecek. Egemenliğinin ve esenliğinin büyümesi son bulmayacak. Egemenliğini adaletle, doğrulukla kuracak ve sonsuza dek sürdürecek. Her Şeye Egemen RAB’bin gayreti bunu sağlayacak.”86
İsa bu kutsal yazı bölümünü başka bir soruyla tamamlamış olmalı:
“Davut’un hangi torunu ebedî bir krallığa sahip oldu?”
Bir kez daha, İsa bu soruya iki peygamberlik sözüyle yanıt vermiş olmalı. Birincisi Yeşaya 11. bölüm, 1–10 ayetlerinden görülebilir:
1 İşay’ın kütüğünden yeni bir liz çıkacak, kökünden bir dan meyve verecek. 2 RAB’bin Ruhu, bilgelik ve anlayış ruhu, öğüt ve güç ruhu, bilgi ve RAB korkusu ruhu onun üzerinde olacak. 3 RAB korkusu hoşuna gidecek. Gözüyle gördüğüne göre yargılamayacak, kulağıyla işittiğine göre karar vermeyecek. 4 Yoksulları adaletle yargılayacak, yeryüzünde ezilenler için dürüstçe karar verecek. Dünyayı ağzının değneğiyle cezalandıracak, kötüleri soluğuyla öldürecek. 5 Davranışının temeli adalet ve sadakat olacak. 6 Onun döneminde kurtla kuzu bir arada yaşayacak, parsla oğlak birlikte yatacak, buzağı, genç aslan ve besili sığır yanyana duracak, onları küçük bir çocuk güdecek. 7 İnekle ayı birlikte otlayacak, yavruları bir arada yatacak. Aslan sığır gibi saman yiyecek. 8 Emzikteki bebek kobra deliği üzerinde oynayacak, sütten kesilmiş çocuk elini engerek kovuğuna sokacak. 9 Kutsal dağımın hiçbir yerinde kimse zarar vermeyecek, yok etmeyecek. Çünkü sular denizi nasıl dolduruyorsa, dünya da RAB’bin bilgisiyle dolacak. 10 O gün İşay’ın kökü ortaya çıkacak, halklara sancak olacak, Uluslar ona yönelecek. Kaldığı yer görkemli olacak.
Kral Davut’un babası İşay’dı. Öyleyse burada bir kez daha Davut’un bir torununun ebedî bir krallığı almasıyla ilgili bir peygamberlik sözü vardı. Öğrenciler bunun ebedî olacağını biliyorlardı, zira kötüler öldürülecek ve dünya şiddet ve ölümden temizlenecekti. İsa onlara, Fidan’ın üzerinde Allah’ın Ruhu’nu taşıyacağını ve Uluslar dahil olmak üzere yeryüzünü adaletle yargılayacağını göstermiş olmalı. İsa bundan sonra resmi Yeşaya 42. bölüm, 1–4 ayetlerinde yer alan şu peygamberlik sözüyle tamamlamıştır:
1 “İşte kendisine destek olduğum, gönlümün hoşnut olduğu seçtiğim Kulum! Ruhum’u Onun üzerine koydum. Adaleti uluslara ulaştıracak. 2 Bağırıp çağırmayacak, sokakta sesini yükseltmeyecek. 3 Ezilmiş kamışı kırmayacak, tüten tili söndürmeyecek. Adaleti sadakatle ulaştıracak. 4 Yeryüzünde adaleti sağlayana dek umudunu, cesaretini yitirmeyecek. Kıyı halkları onun yasasına umut bağlayacak.”
Birden, iki adam batmakta olan güneşin verdiği puslu havanın içinden Emmaus’u gördü ve kutsal yazıların anlamını daha net bir şekilde kavramaya başladılar. Fidan ile Kul aynı şeyleri yapıyorlar. İkisi bir ve aynı kişidir! Kul’un İsa olduğunu biliyoruz, zira Yeşaya peygambere göre dünyanın günahlarına karşılık olarak acı çeken ve ölen O’dur.87 Öyleyse İsa yüceltilecek ve yeryüzünü kendi krallığı olarak miras alacaktır. Dünyayı kendi krallığı olarak miras aldığında yeni bir düzen kurulacak ve kurt kuzuyla birlikte yatacak. Artık ölüm olmayacak! Artık gözyaşları olmayacak! Kötü insanlar artık olmayacak. Kötülük yok edilecek! Bu sonsuza dek kalıcı krallıktır, İsa da sonsuza dek onun hükümdarı olacak! O acı çeken Kul’dur. O, kral olan Fidan’dır. İsa şu sözlerini söylediğinde tüm bunları kısa ve öz olarak dile getirdi:
“Sizi akılsızlar! Peygamberlerin bütün söylediklerine inanmakta ağır davranan kişiler! Mesih’in bu acıları çekmesi ve yüceliğine kavuşması gerekli değil miydi?”88
Öğrenciler muhakkak krallıkla ilgili gerçeği dinledikçe her adımda sıçrıyorlardı. Kaslarında uzun yoldan dolayı hiçbir yorgunluk yoktu. Kalpleri küt küt atıyor ve yüzleri gülüyordu. Yolculukları normalden daha kısa sürmüş gibiydi. Keşke daha fazla zamanları olsaydı da, konuşmaya devam edip sorular sorabilselerdi! Bundan sonra neler olduğunu Luka 24. bölüm, 28–35 ayetlerinde okuyalım:
28–29 Gitmekte oldukları köye yaklaştıkları sırada İsa, yoluna devam edecekmiş gibi davrandı. Ama onlar, “Bizimle kal. Neredeyse akşam olacak, gün batmak üzere” diyerek O’nu zorladılar. Böylece İsa onlarla birlikte kalmak üzere içeri girdi. 30 Onlarla sofrada otururken İsa ekmek aldı, şükretti ve ekmeği bölüp onlara verdi. 31 O zaman onların gözleri açıldı ve kendisini tanıdılar. İsa ise gözlerinin önünden kayboldu. 32 Onlar birbirine, “Yolda kendisi bizimle konuşurken ve Kutsal Yazılar’ı bize açıklarken yüreklerimiz nasıl da sevinçle çarpıyordu, değil mi?” dediler. 33 Kalkıp hemen Yeruşalim’e döndüler. Onbirler’i ve onlarla birlikte olanları toplanmış buldular. 34 Bunlar, “Rab gerçekten dirildi, Simun’a görünmüş!” diyorlardı. 35 Kendileri de yolda olup bitenleri ve ekmeği böldüğü zaman İsa’yı nasıl tanıdıklarını anlattılar.
İsa ölümünden sonra öğrencilerine defalarca göründü. Bu dirilişin gerçek olduğuna bir tanıklıktı. Ancak İsa’ya göre, kendisinin dirilişine en önemli tanıklık O’nun ölümüne tanıklık edenler arasındaki fiziksel mevcudiyeti değildi.
Diyebilirsiniz ki:
“Bundan daha ikna edici ne olabilirdi?”
Kişisel görgü tanıklığı önemlidir. Fakat insanlar aldatılabilir. İnsanlar yalan haberler yayabilir. “İsa gerçekten ölmedi” veya “Çarmıh üzerindeki O değildi” diyebilirler.
İsa, ölümden dirilişine ilişkin tanıklığın yalnızca kişisel tanıklıklara dayalı olmasını istemedi. İki öğrencisiyle vakit geçirerek, anlayışlarını daha da önemli bir tanığa, Eski Antlaşma yazılarına açtı. İsa öğrencilerine bunlara inanmalarını ve güvenmelerini öğretti. Her gerçek peygamber önceki peygamberlerle kir birliğinde olur ve böylece bir gerçek silsilesi meydana getirirler. Allah bunları bozulmamış bir hakikat kaynağı olarak korumuştur. İsa öğrencilerinin imanının peygamberler aracılığıyla açıklanan Allah’ın değişmeyen sözüne dayalı olmasını istiyordu. O, bizim imanımızın Kutsal Kitap’ın tanıklığına dayalı olmasını istiyor. Bazı bakımlardan imza sirküleri gibidir. Şu öyküyü düşünün.
Erol, muhasebecinin temsilcisi Levent ile noter bürosuna gitti. Hava pek güneşli değildi ama gözlerindeki endişeyi gizlemek için güneş gözlüklerini takmıştı. Erzincan’ın ana caddelerinden birinde market açıyordu. Ekonomi son birkaç yıldır epey istikrarlıydı, ancak son zamanlarda birtakım korkutucu değişiklikler olmuştu. Dolar fırlamıştı, o da bunun ne anlama geldiğini biliyordu: enflasyon. Kirayı ödeyebilecek miydi? Bu onun ilk ticari girişimiydi ve her adımda endişeliydi. Başka hangi beklenmedik tehlikeler köşede pusuya yatmıştı?
Levent, Erol’a işletme açma prosedürlerinde kılavuzluk ediyordu. Erol memurun ileri geri karıştırıp durduğu tüm kâğıtların ne olduklarını bilmiyordu. Memurun yalnızca iki işaret parmağını kullanarak klavyeye inanılmaz bir hız ve kusursuzlukla vuruşunu izledi. Havada asılı kalmış kesif dumanı solurlarken, Erol bunun kısa zamanda bitmesini umuyordu. Sigara içilmez levhasına bakarak kendi kendine iç geçirdi:
“Neden insanlar kuralları yerine getirmezler ki?”
Memur Erol’u irkilterek şöyle dedi:
“Burayı, burayı, burayı ve burayı üçer kez imzalayın.”
“N... ne? Ah! Tamam. İmzaladığım nedir?” diye memura sordu.
Levent araya girerek şöyle dedi:
“Bu bir imza sirküleri.”
Erol, “Ne işe yarıyor?” diye sordu.
“İmzanızı tescil etmemiz için belgeyi birkaç kez imzalamanız gerekiyor. Belgeyi her imzaladığınızda imzalar birbirinden çok az farklı olur, ancak imzanızda yalnızca size ait olan benzersiz unsurlar vardır. Maalesef sizin yerinize geçerek şirketiniz adına resmî ticari işlemler yapmaya çalışabilecek kişiler var. Görevliler imzalarınızdan birini bu sirkülerdeki imzalarla karşılaştırarak söz konusu imzanın gerçekten size ait olup olmadığını belirleyebilirler. Şirketiniz adına elektrik veya su idarelerine ve diğer resmî işletmelere müracaat ederken bu belgeyi ibraz etmeniz gerekiyor. Bu sizi ve işletmenizi dolandırıcılıktan korumaya yardımcı olur.”
Tüm belgeler yığın halindeydi ve insana milyon kez gibi gelen sayıda, birer birer damgalandılar. Sonra belgeler notere götürüldü ve noter bunların her birini kendi imzasıyla onayladı. Uzun zaman aldı, fakat işleri bittiğinde belge kesinlikle resmî görünüyordu! Erol tüm bu çabaların şirketini dolandırıcılıktan koruyacağını umuyordu.
Kutsal Kitap bir anlamda imza sirküleri gibidir. Sirkülerdeki her imza çok az farklıdır, ancak imza sahibinin temel özelliklerini taşır. Kutsal Kitap’ı yazan peygamberlerin her biri kendi özgün tarzında yazdı. Ancak tüm peygamberleri Allah’ın Ruhu esinlediğinden, onların yazıları, yalnızca yazarın kendine özgülüğü nedeniyle farklı şekillerde ifade edilmiş olan Allah’ın mesajını içerir.
İsa, tüm peygamberlerin Mesih hakkında yazdığını açıkladı. Bu dersimizde bunun birkaç örneğini gördük. Onların yazıları tarz bakımından farklılık gösterse de ve kimi zaman simgesel yazıdan yararlanmış olsalar da, acı çekecek, ölecek ve kendi krallığıyla yüceltilecek olan bir Mesih hakkında yazdıklarını görüyoruz. Bazı kişiler yalan haberler yaymaya ya da sahte kutsal yazılar oluşturmaya çalışabilir, ancak bunları Allah’ın imza sirküleri olan Kutsal Kitap’la karşılaştırdığımızda sahte oldukları ortaya çıkar.
Nereden biliyoruz? İsa’ya dünyanın günahları için ölecek ve sonsuza dek kalıcı bir krallıkla yüceltilecek olan Kurtarıcı olarak işaret eden Allah’ın kurtuluş mesajını taşımazlar. Haberler bununla uyumlu değilse, sahte imzadırlar!
İsa öğrencilerin imanının imza sirkülerine, yani Kutsal Kitap’a dayalı olmasını istedi. Böylece söylentiler, yalan haberler ve sahte kutsal yazılar ortaya çıktığında aldatmacanın farkında olacaklardı.
İsa’nın ölümden dirilişinin pek çok tanığı vardı. On bir elçi ve onların arkadaşları vardı. Emmaus yolundaki bu iki öğrenci vardı. Ancak İsa’nın dirilişinin ve O’nun tüm insanlığın Kurtarıcısı olarak görevinin en önemli tanıkları peygamberlerdi. Yukarıda birkaç peygamberin yazılarını karşılaştırdık ve İsa’ya ilişkin bildirilerinin aynı olduğunu gördük. Hiç kimse yüzyıllar boyunca gelip geçen bu kadar çok tanığı, tanıklıklarının birbirini tutacağı şekilde uydurmuş olamaz. İsa’nın söylediği gibi, “akılsızlar... peygamberlerin bütün söylediklerine inanmakta ağır davranan kişiler” mı olalım, yoksa gerçeği alıp ona itaatkâr mı olalım?
Tartışma Soruları
1. Naim Süleymanoğlu tüm zamanların en büyük haltercilerinden biridir. Sizce arkadaşları belki dışarıda eğlenirken
onu bu kadar sıkı çalışmaya iten neydi? Sizce Naim’in çabasına değdi mi?
2. İsa çarmıhta büyük acı çekti. Bu acının getirdiği yarar neydi? Sizce O’nun açısından buna değdi mi?
3. Erol noterlikte kötü niyetli kişilerin kendisiymiş gibi davranabileceklerini öğrendi. İmza sirküleri iyi bir koruyucu
muydu? Neden?
4. Bir kimse neden İsa’nın gerçekten ölmediğini söylemek isteyebilir? Size İsa’nın gerçekten ölüp ölmediğini soran olsa ona ne derdiniz?
72 Bkz. Yaratılış 3:15.
73 Koçun boynuzlarının dikenli çalılıklara takılmış olduğunu ilginç bir bilgi olarak kaydedelim. İsa çarmıha gerilmeden önce Roma askerleri O’nun başına dikenlerden bir taç geçirdiler.
74 Bkz. Yaratılış 22:8.
75 Bkz. Yuhanna 1:29.
76 Bkz. Mısır’dan Çıkış 12.
77 Bkz. Daniel 9:26, 27.
78 Bkz. Yeşaya 52:13, 14.
79 Bkz. Yeşaya 53:11, 12.
80 Bkz. Mezmur 16:10.
81 Bkz. Yeşaya 52:13.
82 Bkz. Mika 5:2.
83 Bkz. Zekeriya 9:9.
84 Bkz. Matta 21:9.
85 Bkz. 2. Samuel 7:12, 13.
86 Bkz. Yeşaya 9:6, 7.
87 Bkz. Yeşaya 52:13, 14; 53:12.
88 Bkz. Luka 24:25, 26.