Hristiyanlara neden domuz eti yediklerini sorarsanız, pek çoğu Allah’ın yalnızca Yahudilerin domuz eti yemelerini yasakladığını söyler. Bu ancak kötü kaliteli yiyeceklerden yalnızca Yahudilerin bedenlerinin zarar görüyor olması halinde geçerli bir sav olabilir! Muhakkak ki, durum böyle değildir. Hristiyanlar Allah’ın halkı olduklarına inanıyorlarsa ve Allah’ı bedende ve ruhta yüceltmelilerse, yiyebilecekleri en iyi yemekleri yememeliler mi?
Başkaları Allah’ın beslenme kısıtlamalarını, ve Şabat’ı tutmayı, Yahudilerin itaatsizliklerine bir nevi ceza olarak tesis ettiğini söyleyebilirler. Saçmalık! Allah bu bilgi ile İsrail’i cezalandırmıyor, aksine onları bereketliyordu.
Hristiyanlara neden domuz eti yediklerini sorarsanız, bir diğer grup da İsa’nın Markos 7:19 ayetinde kayıtlı bir ifadesini ileri sürecektir:
“Dıştan giren, insanın yüreğine değil, midesine gider, oradan da helaya atılır.” İsa bu sözlerle, bütün yiyeceklerin temiz olduğunu bildirmiş oluyordu.
Hristiyanlar ‘tüm yiyecekleri temizler’ ifadesinin, İsa’nın temiz ve kirli hayvanlar arasındaki ayrımı ortadan kaldırdığı anlamına geldiğini sanıyorlar. Ancak İsa aslında temiz ve kirli hayvanlar arasındaki ayrımdan hiç bahsetmiyordu! O, Yahudi önderlerin tuttuğu bir gelenekten söz ediyordu, buna göre Yahudi olmayan birinin veya kirli bir hayvanın dokunduğu tüm ekmekler, sütler, yağlar ya da hayvan etleri Yahudi birini Allah’ın önünde ruhsal anlamda kirli hale getiriyordu. Yaygın inanışın aksine, İsa bunun kutsal yazıdaki öğreti olmadığını söyledi. Yahudi olmayan birinin veya kirli bir hayvanın dokunduğu şeylere temas etmeyle ruhsal ya da fiziksel olarak kirli hale gelmek mümkün değildir. Kısacası, O pazardaki tüm yiyeceklerin bizi ruhsal anlamda kirletemeyecekleri anlamında “temiz” olduğunu bildirdi. Aşağıda bu ayetin daha ayrıntılı bir açıklamasını vereceğiz, ancak bu açıklama daha ziyade konu hakkında kapsamlı bilgi sahibi olanlar için yararlı olacaktır. Kısacası, domuz eti yemeyi mazur göstermek için kullanılan ayet epey yanlış anlaşılan bir ayettir.
Yedinci Gün Adventistleri domuz eti yemekten kaçınırlar, zira Allah bunun besin olarak uygun olmadığını bildirmiştir. Yedinci Gün Adventistleri’nin bir kimsenin domuz eti yemeyle ahlaki açıdan kirli olacağını öğretmediklerinin anlaşılması önemlidir; tabii ki bu yeme eyleminin Allah’a bir meydan okuma ve isyan olarak yapılması haricinde. Sağlıksız yiyecekler yemek başlı başına kişiyi Allah’ın huzurunda ruhsal olarak kirli bir hale getirmez. İsa’nın öğrettiği gibi, yiyecek bedene girer ve ardından çıkar. Aksine, bir kimseyi Allah’ın huzurunda kirli hale getiren kötü düşünceler ve eylemlerdir. Ne var ki, Allah’ı seven ve O’na hizmet etmek isteyenler hayatta en iyiyi arayacaklardır, bu doğrultuda Allah da kendi sözünde nasıl yaşamamız gerektiğine ilişkin değerli bilgiler vermiştir.
Hem Eski Ahit’teki hem de Yeni Ahit’teki imanlıların düzgün beslenmelerine ilişkin öğretiler en iyi şekilde Allah’ın amaçları bağlamında anlaşılabilir. Öyleyse kutsal yazılarda bildirildiği üzere Allah’ın amaçlarıyla konuya girelim.
Düzgün Bir Beslenme Sürdürmekte Allah’ın Amaçları
Başlangıçta Allah dünyayı mükemmel halde yarattı ve insan ile hayvanlara mükemmel bir besin düzeni verdi.
[Allah şöyle dedi:] “İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere –soluk alıp veren bütün hayvanlara– yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.” Ve öyle oldu (Yaratılış 1:29–30).
Başlangıçta insanlar hayvan eti yemiyorlardı, hayvanlar da hayvan eti yemiyorlardı. Hepimiz vejeteryandık! Allah bedenlerimizin yapısını ve onlar için en iyi besinleri bilir. Fakat dünyaya günah girdikten sonra bazı şeyler değişti ve bazı insanlar et yemeye başladılar. Nihayet, Allah dünyayı tufanla yok ettikten sonra insanlara bazı hayvanları yeme iznini verdi. Ancak bu izin bir uyarıyla birlikte verildi. Et yemek sağlığımızı etkileyecekti!
“Bütün canlılar size yiyecek olacak. Yeşil bitkiler gibi, hepsini size veriyorum” (Yaratılış 9:3).
Kutsal Kitap’ta “bütün” sözcüğü kullanıldığında bazı kişiler bunun “her şey” anlamına geldiğini düşünüyor. Fakat “bütün” sözcüğünün kendi bağlamı içinde anlaşılması gerek. Bu yazının yazarı da “bütün canlılar”a dahil. Allah Nuh’a diğer insanları yeme izni mi verdi? Hayır! Her bitkiyi yiyebilir miyiz? Hayır! Bazıları zehirlidir. Tufandan önce Allah hayvanları temizliklerine göre ayırdı. Nuh’a temiz olmayan hayvanlardan ikişer, temiz hayvanların her birinden yedişer adet getirmesini söyledi. Yaratılış 7:2 ayetine bakın. Böylece insanlara temiz hayvanları yeme izni verilmiş oldu.
Bu uyarıyı hatırlıyor musunuz? İlginç bir tesadüftür ki, et yemek hayat sürelerinde düşüşlerle birlikte geldi. Tufandan önce insanların ömürleri yüzlerce yıla varana dek uzundu. Ancak tufandan sonra pek çok kişi 125 yaşına varmadan öldüler.
Allah İsraillileri Mısır’dan çıkardığında, onları gerçek Tanrı’nın bilgisini yeryüzünün tüm uluslarıyla paylaşacak olan kutsal bir ulus haline getirmeyi amaçlamıştı. Mısır’dan Çıkış 19:6 ayetine bakın. Onları dünyanın merkezi ticaret yolları üzerine yerleşirdi ve dünyaya Allah’ın çizdiği yollar hakkında tanıklıkta bulunabilmeleri için onlara yasalarını ve emirlerini verdi.
İşte, Tanrım RAB’bin buyruğu uyarınca size kurallar, ilkeler verdim. Öyle ki, mülk edinmek için gideceğiniz ülkede bunlara uyasınız. Onlara sımsıkı bağlanın. Çünkü ne denli bilge ve anlayışlı olduğunuzu uluslara bunlar gösterecek. Bu kuralları duyunca, uluslar, ‘Bu büyük ulus gerçekten bilge ve anlayışlı bir halk!’ diyecek. Tanrımız RAB her çağırdığımızda bize yakın olur. Tanrısı kendisine böylesine yakın olan başka bir büyük ulus var mı? Bugün size verdiğim bu yasa gibi adil kuralları, ilkeleri olan başka bir büyük ulus var mı? (Yasanın Tekrarı 4:5–8).
Allah’a inanmayanlar Allah’ı İsrail ulusu aracılığıyla tanıyacaklardı. İsraillilerin bunu düzgün biçimde yapabilmeleri için Allah’a itaat etmeleri ve sağlığa ilişkin yasaları tutmaları gerekiyordu. İsrailliler Mısır’dan ayrıldıklarında Allah onlara vejeteryan bir beslenme düzeni verdi. Fakat İsrailliler buna isyan etti. Allah merhamet ederek, köleliğin zincirlerinden ve cehaletinden henüz kurtulmuş olan İsrail ulusunu terk etmedi. Aksine, beslenmelerini yeniden düzenledi. Allah onlara düzgün yetiştirmeleri ve usulüne göre öldürmeleri şartıyla belirli hayvanları yeme iznini verdi. İsraillilerin beslenme biçimlerine dikkat etmeleri için belirtilen bir neden vardı: sağlıklı olmak.
RAB her türlü hastalığı sizden uzaklaştıracak. Mısır’da gördüğünüz korkunç hastalıklardan hiçbirini size vermeyecek. Bütün bu hastalıkları sizden nefret edenlere verecek (Yasanın Tekrarı 7:15).
Sağlıklı beslenmeyle kutsallık yakından bağlantılıdır. Eski Ahit’te, Allah’ın temiz ve kirli hayvanlar hakkındaki bilgileri verdiği kısımda aşağıdakileri okuyoruz:
“Tanrınız RAB benim. Kendinizi bana adayın ve kutsal olun. Çünkü ben kutsalım. Murdar küçük kara hayvanlarını yiyerek kendinizi kirletmeyin. Tanrınız olmak için sizi Mısır’dan çıkaran RAB benim. Kutsal olun, çünkü ben kutsalım” (Levililer 11:44–45).
Bu kutsallık kavramına Yeni Ahit’te atıfta bulunulmaktadır:
Sizi çağıran Tanrı kutsal olduğuna göre, siz de her davranışınızda kutsal olun. Nitekim şöyle yazılmıştır: “Kutsal olun, çünkü ben kutsalım” (1. Petrus 1:15–16).
Kutsal yazılarda görebileceğimiz gibi, Allah bizim kutsallığımızla yakından ilgileniyor. O bizim hayatlarımızda yanılgı yerine hakikati sergileyebilmemiz için, karanlık bir dünyada ışık olmamızı istiyor. Bu amaçla O, bedenlerimizi sağlıklı ve zihinlerimizi açık tutacak yiyecekler yememizi istiyor.
Bu ilkenin uygulanışını Daniel peygamberin hayatında görebiliriz. Babil’e götürüldükten sonra, Daniel kralın tedarik ettiği gösterişli ve sağlıksız yiyecekleri yemeyi reddetti. Daniel 1. bölüme bakın. Sebze yemeyi tercih etti ve bunun sonucunda kral Daniel ile arkadaşlarının diğer herkesten daha sağlıklı ve bilgelikte on kat üstün olduklarını gördü. Bu bizim dikkatimizden kaçmamalı. Düzgün beslenme ile zihinsel işleyiş ve ruhsal muhakeme yeteneği arasında bağlantı vardır. Daniel kutsal yazıda üst düzey ahlaki doğruluğu ile öne çıkarılmaktadır.
Yeni Ahit bu ilkeyi şu şekilde özetler:
Sonuç olarak, ne yer ne içerseniz, ne yaparsanız, her şeyi Tanrı’nın yüceliği için yapın (1. Korintliler 10:31).
Bedeninizin, Tanrı’dan aldığınız ve içinizdeki Kutsal Ruh’un tapınağı olduğunu bilmiyor musunuz? Kendinize ait değilsiniz. Bir bedel karşılığı satın alındınız; onun için Tanrı’yı bedeninizde yüceltin (1. Korintliler 6:19–20).
Allah’ı yüceltmek istiyorsak, bedenlerimizi iyi durumda tutmaya çalışırız. Bedenlerimiz Allah’ın tapınağıdır.
Şimdi Allah’ın uygun beslenmeye ilişkin amacını aklımızda tutarak, Yeni Ahit’te yer alan ve pek çoğu yanlış anlaşılarak yanlış uygulanan çeşitli bölümleri incelemeye daha hazırlıklıyız.
Markos 7:18–19:
O da onlara, “Demek siz de anlamıyorsunuz, öyle mi?” dedi. “Dışarıdan insanın içine giren hiçbir şeyin onu kirletemeyeceğini bilmiyor musunuz? Dıştan giren, insanın yüreğine değil, midesine gider, oradan da helaya atılır.” İsa bu sözlerle, bütün yiyeceklerin temiz olduğunu bildirmiş oluyordu.
Bu ifade pek çok kişi tarafından İsa’nın kutsal yazıdaki temiz ve kirli yiyecekler arasında olan tüm ayrımları iptal ettiği düşüncesini desteklemek için kullanılmaktadır. Bunun sonucunda, Hristiyanların canları ne isterse yiyebileceklerini söylüyorlar. İsa’nın dedikleri gerçekten bu anlama mı geliyor? Kutsal yazıyı doğru bir şekilde yorumlamak için ifadelerin bağlamını bilmeliyiz. Markos 7:3–5 ayetlerine bakalım:
Ferisiler, hatta bütün Yahudiler, atalarının töresi uyarınca ellerini iyice yıkamadan yemek yemezler. Çarşıdan dönünce de, yıkanmadan yemek yemezler. Ayrıca kâse, testi ve bakır kapların yıkanmasıyla ilgili başka birçok töreye de uyarlar. Ferisiler ve din bilginleri İsa’ya, “Öğrencilerin neden atalarımızın töresine uymuyorlar, niçin murdar ellerle yemek yiyorlar?” diye sordular.
İsa’nın sözlerinin bağlamı, ihtiyarların [1] geleneğiydi. Yazıcılar ve Ferisiler öğrencilerin neden yemekten önce ihtiyarların geleneğine göre ellerini yıkamadıklarını öğrenmek istiyorlar. İsa ihtiyarların geleneğinin Allah’ın emirlerini bir kenara atmak için kullanıldığını söyledi. Bir örnek vererek devam ediyor. Markos 7:6–13 ayetlerini okuyalım.
İsa onları şöyle yanıtladı: “Yeşaya’nın siz ikiyüzlülerle ilgili peygamberlik sözü ne kadar yerindedir! Yazmış olduğu gibi, ‘Bu halk, dudaklarıyla beni sayar, ama yürekleri benden uzak. Bana boşuna taparlar. Çünkü öğrettikleri, sadece insan buyruklarıdır.’ Siz Tanrı buyruğunu bir yana bırakmış, insan töresine uyuyorsunuz.” İsa onlara ayrıca şunu söyledi: “Kendi törenizi sürdürmek için Tanrı buyruğunu bir kenara itmeyi ne de güzel beceriyorsunuz! Musa, ‘Annene babana saygı göstereceksin’ ve, ‘Annesine ya da babasına söven kesinlikle öldürülecektir’ diye buyurmuştu. Ama siz, ‘Eğer bir adam annesine ya da babasına, benden alacağın bütün yardım kurbandır, yani Tanrı’ya adanmıştır derse, artık annesi ya da babası için bir şey yapmasına izin yok’ diyorsunuz. Böylece kuşaktan kuşağa aktardığınız törelerle Tanrı’nın sözünü geçersiz kılıyorsunuz. Buna benzer daha birçok şey yapıyorsunuz.”
Beşinci emir annemize ve babamıza saygı göstermemizi gerektiriyor. Buna onları maddi bakımdan gözetmek de dahildir. Bazı Yahudiler sahip oldukları malları üzerine “Kurban” sözcüğünü söylüyor, böylece mallarını Allah’a adıyorlardı. Bu kulağa çok dindarca geliyordu. Ancak bu eylemde gizli bir ikiyüzlülük vardı. Bu malları Allah’a adayan kimseler hayatları boyunca onları kullanmaya devam ediyorlardı, öldüklerinde ise mallar Allah’a teslim ediliyordu. Amaçları belliydi, sıkıntı ve hastalık durumlarında mallarını satarak parasını ebeveynlerini geçindirmek için kullanmak istemiyorlardı. Kişi hayatı boyunca mallarını Allah’a adanmış olduğu bahanesiyle kullanmaya devam edebilirdi. İsa bunun Allah’ın emirlerini ihlal etmek maksadıyla meydana getirilmiş olan insani bir gelenek olduğunu bildirdi.
Şimdi Markos 7:1–2 ayetlerine dönelim.
Yeruşalim’den gelen Ferisiler ve bazı din bilginleri, İsa’nın çevresinde toplandılar. O’nun öğrencilerinden bazılarının murdar, yani yıkanmamış ellerle yemek yediklerini gördüler.
Yazıcılar ve Ferisiler öğrencileri ‘murdar,’ yani ‘yıkanmamış ellerle’ yemek yemekle suçladılar. Bu teknik kavram Eski Ahit’te yer almıyordu, ancak İsa’nın doğumundan önceki yıllarda geliştirilmişti. Burada ‘murdar’ veya ‘kirli’ anlamında kullanılan Grekçe sözcük ‘koinos’ ve bu bir sıfat. Bu sözcüğün fiil biçimi daha sonra kullanılıyor. Markos 7:18–19 ayetlerine dönelim.
O da onlara, “Demek siz de anlamıyorsunuz, öyle mi?” dedi. “Dışarıdan insanın içine giren hiçbir şeyin onu kirletemeyeceğini bilmiyor musunuz? Dıştan giren, insanın yüreğine değil, midesine gider, oradan da helaya atılır.” İsa bu sözlerle, bütün yiyeceklerin temiz olduğunu bildirmiş oluyordu.
Burada ‘kirletmek’ sözcüğünün fiil biçimi Grekçe ‘koinoo’ sözcüğü. Eski Ahit’te, hayvanlar arasında yiyecek olabilmeleri açısından ‘temiz’ ve ‘kirli’ ayrımı yapılırken kullanılan İbranice sözcük ‘tame.’ Bu bir sıfat. Yahudiler Eski Ahit’i Grekçeye tercüme ederken ‘kirli hayvanlar’ ifadesindeki ‘kirli’ sözcüğünü karşılaması için ‘koinos’ sözcüğünü kullanmadılar. ‘Akatarton’ sözcüğünü kullandılar. Markos 7. bölümde kayıtlı olan konuşmalarda, ne İsa ne de Yahudiler ‘murdar’ ellerden söz ederken ‘akatarton’ sözcüğünü kullanmadılar. Yiyecek olarak kullanılması düşünülen temiz ve kirli hayvanlardan söz etmiyorlardı. Başka bir şeydem söz ediyorlardı.
Eski Ahit dönemi ile Yeni Ahit dönemi arasındaki zamanda (M.Ö. 420’den M.S. 26 yılına dek) dindar Yahudiler kendilerini tüm kirliliklerden uzak tutmaya kararlıydı, buna Yahudi olmayanlarla her tür ilişki de dahildi. Yahudilere din önderleri tarafından Yahudi olmayan birinden yağ, ekmek, süt veya et satın almamaları öğretiliyordu (T.C. Smith, “Acts,” The Broadman Bible Commentary [“Elçilerin İşleri,” Broadman Kutsal Kitap Şerhi] (Nashville: Broadman, 1970), s. 67). İhtiyarların geleneğine göre bir Yahudi’nin elleri günlük faaliyetlerinin sıradanlığına (koinos) göre ‘murdar’ olurdu. İhtiyarların geleneğine göre ‘temiz’ hayvanlar ‘kirli’ hayvanlarla temas ettiklerinde ‘sıradan’ veya ‘bayağı’ hale gelebilirlerdi. Tabii ki bu Eski Ahit öğretisine tümüyle aykırıydı, zira buna göre kirli hayvanlar temas sonucu hiçbir şeyi kirletmezdi (kendiliğinden ölmüş bir hayvanın leşi olması haricinde). İhtiyarların geleneğine göre, öğrenciler ‘bayağı yiyecekler’e dokunmaları halinde, bu lekelenmenin sonucunda ‘kirli’ hale gelecek ve ruhsal olarak Allah’a makbul olmayacaklardı. İsa böyle bir şeyin olabilirliğini reddetti. Ruhsal kirliliğin yalnızca her birimizin içinde olan kötülükten kaynaklanabileceğini belirtti. Bu ruhsal kötülük dışa dönük isyan eylemlerine neden olur. Markos’un kitabında kayıtlı olan bu olay temiz ve kirli hayvanların yenmesiyle ilgili değil. Bu, Allah’ın açıklanmış sözüne aykırı olan bazı Yahudi gelenekleriyle ilgili. Kutsal yazılar yiyeceklerin Yahudi olmayanlara veya kirli hayvanlara temas yoluyla bayağı hale geldiğini söylemiyor. Bunu hiçbir zaman söylememiştir. Fakat Yahudiler bunu kural haline getirdiler. Hatta Yahudi olmayanlara ve kirli hayvanların etlerine temas eden maddelere dokunmanın kişiyi ruhsal olarak kirlettiğini söyleyecek kadar ileri gittiler.
Tuhaftır ki, Hristiyanlar İsa’nın domuz eti dahil olmak üzere kirli hayvanların etlerinin temiz olduğunu ilan ettiğini ileri sürdüklerinde, aslında İsa’yı Allah’ın emirlerini bir kenara bırakarak yerine kendi kurallarını getirmekle suçlamış oluyorlar. Fakat İsa’nın karşı çıktığı şey de buydu! İsa her zaman Kutsal Yazı’yı uyguluyordu.
Levililer 11. bölümde iki tür ‘kirlilik’ belirtiliyor. Birincisi, yiyecek için uygun olmayan hayvanlar. Bunları ‘temiz’ hale getirmenin hiçbir yolu yoktu, zira ‘kirlilikleri’ dinsel törenlerdeki bir ayrıntıdan ötürü değil, yiyecek için uygun olmamalarındandı. İkinci tür ‘kirlilik’ ise ölü hayvanların leşlerine istemeden dokunmaktan kaynaklanan geçici kirlilikti. Bunlara dokunanlar giysilerini yıkayabilir ve bir süre geçtikten sonra tekrar ‘temiz’ olurlardı. İster ‘temiz’ ister ‘kirli’ olsun, hiçbir canlı hayvan temas yoluyla insanları kirli hale getirmez. İsa ‘tüm yiyeceklerin temiz olduğunu’ söylerken, ihtiyarların geleneğine göre bayağı (koinos) sayılan yiyeceklerin insanı ‘kirli’ hale getirmediğini kastediyordu. (Herhangi bir yiyeceğe temas etmek insanı kirli yapmaz, ancak kendiliğinden ölen bir hayvanın leşi söz konusu olduğunda törensel olarak kirli hale getirir). Öyleyse İsa’nın buradaki ‘temiz’ ve ‘kirli’ hakkındaki ifadeleri ‘temiz’ ve ‘kirli’ hayvanlara ilişkin beslenme kurallarına dair değildir. Bu konuyu daha da vurgulamak için şunu belirtelim, İsa Levililer 11. bölümdeki konu olan, tüm ‘etlerin’ ‘temiz’ olduğunu söylemiyor. Aksine, tüm ‘yiyeceklerin’ temiz olduğunu söylüyor. Buradaki ‘yiyecek’ sözcüğü Grekçe ‘bromata’dır. Bu sözcük kutsal yazıda temiz etleri ve kirli etleri ayırmak için kullanılmaz, hatta et anlamında dahi kullanılmaz. Tüm yiyeceklere ilişkin olarak kullanılır. Sonuç olarak, İsa her zaman kutsal yazıyı uyguladı ve Markos 7. bölümde yeni bir öğreti getirmedi. O yalnızca ihtiyarların kutsal yazıya uygun olmayan geleneğine karşı çıkıyordu.
Elçilerin İşleri 10:10–16
Pek çok kişi Petrus’un görüm tecrübesini temiz etlerle kirli etler arasındaki ayrımın ortadan kaldırıldığı fikrini desteklemek için kullanıyor. Durum böyle midir?
Acıkınca da yemek istedi. Yemek hazırlanırken Petrus kendinden geçti. Göğün açıldığını ve büyük bir çarşafı andıran bir nesnenin dört köşesinden sarkıtılarak yeryüzüne indirildiğini gördü. Çarşafın içinde, yeryüzünde yaşayan her türden dört ayaklı hayvanlar, sürüngenler ve kuşlar vardı. Bir ses ona, “Kalk Petrus, kes ve ye!” dedi. “Asla olmaz, ya Rab!” dedi Petrus. “Hiçbir zaman bayağı ya da murdar herhangi bir şey yemedim.” Ses tekrar, ikinci kez duyuldu; Petrus’a, “Tanrı’nın temiz kıldıklarına sen bayağı deme” dedi. Bu, üç kez tekrarlandı. Sonra çarşafı andıran nesne hemen göğe alındı (Elçilerin İşleri 10:10–16).
İlk olarak farkına vardığımız husus, bunun bir görüm olması. Görümde, Petrus daha önce asla kirli bir şey yemediğini söyledi. İsa’nın kendilerine tüm yiyecekleri yeme izni verdiğini düşünmüş olsaydı, neden halen temiz ve kirli hayvanlar arasında ayrım yapıyor olurdu? Petrus görümde iki tür hayvan görüyor. Bir grup kirli, Grekçe “akatartos” sözcüğünden tercüme edilen bir kelime. Eski Ahit’i İbraniceden Grekçeye çeviren tercümanlar Levililer 11. bölümde belirtilen kirli hayvanları tanımlamak için bu sözcüğü seçtiler. Petrus Allah’ın yiyecek için elverişsiz olarak belirlediği hayvanları görüyor. Petrus’un gördüğü diğer grup hayvanlar, Grekçe “koinos” sözcüğüyle ifade edilen “bayağı.” Bu Eski Ahit’te nadiren kullanılan bir sözcük. Eski Ahit dönemi ile Yeni Ahit dönemi arasındaki zamanda, dindar Yahudiler kendilerini Yahudi olmayanlar da dahil olmak üzere kirli olduklarına inandıkları her şeyden uzak tutmaya çalıştılar. Yahudilere Yahudi olmayan birinden yağ, süt, ekmek veya et satın almamaları öğretiliyordu. İhtiyarların geleneğine göre, temiz bir hayvan kirli bir hayvana temas ederse temiz hayvan “bayağı (koinos)” hale geliyordu. Petrus’un görümündeki temiz hayvanlar, kirli hayvanlara temas ettikleri için “bayağı (koinos)” olmuşlardı. Tabii ki bu Eski Ahit öğretisine tümüyle aykırıydı, zira buna göre kirli hayvanlar temas sonucu hiçbir şeyi kirletmezdi. İhtiyarların geleneğinde “bayağı (koinos)” bir hayvana temas eden insanın Allah’ın huzurunda ruhsal olarak makbul olmadığı öğretiliyordu. İsa, Markos 7. bölümde kayıtlı olan sözlerinde ihtiyarların geleneğine bu hususta karşı çıkmıştı.
Ses tekrar, ikinci kez duyuldu; Petrus’a, “Tanrı’nın temiz kıldıklarına sen bayağı deme” dedi (Elçilerin İşleri 10:15).
Allah Petrus’a, ‘Tanrı’nın temiz kıldıklarını “bayağı (koinos)” yapmaktan vazgeç’ dedi. Buradaki sözcük “akatartos” değil. Allah burada Levililer 11. bölümdeki “kirli” ve “temiz” hayvanlar konusuna değil, ihtiyarların geleneğindeki insanların ve hayvanların “bayağılığı (koinos)” meselesine değiniyor.
Petrus şaşkınlık içindeydi. Gördüğü görümün ne anlama gelebileceğini düşünürken, Kornelius’un gönderdiği adamlar sora sora Simun’un evinin kapısına kadar geldiler. Evdekilere seslenerek, “Petrus diye tanınan Simun burada mı kalıyor?” diye sordular. Petrus hâlâ görümün anlamını düşünürken Ruh ona, “Bak, üç kişi seni arıyor” dedi. “Haydi kalk, aşağı in. Hiç çekinmeden onlarla git. Çünkü onları ben gönderdim.” Petrus aşağı inip adamlara, “Aradığınız kişi benim” dedi. “Gelişinizin sebebi ne acaba?” “Doğru ve Tanrı’dan korkan, bütün Yahudi ulusunca iyiliğiyle tanınan, Kornelius adında bir yüzbaşı var” dediler. “Kutsal bir melek ona, seni evine çağırtıp senin söyleyeceklerini dinlemesini buyurdu.” Bunun üzerine Petrus onları içeri alıp konuk etti. Ertesi gün Petrus kalktı, onlarla birlikte yola çıktı. Yafa’daki kardeşlerden bazıları da ona katıldı. İkinci gün Sezariye’ye vardılar. Bu arada Kornelius, akraba ve yakın dostlarını toplamış onları bekliyordu. Eve giren Petrus’u karşıladı, tapınırcasına ayaklarına kapandı. Petrus ise onu ayağa kaldırarak, “Kalk, ben de insanım” dedi. Petrus Kornelius’la konuşa konuşa içeri girdiğinde birçok insanın toplanmış olduğunu gördü. Onlara şöyle dedi: “Bir Yahudi’nin başka ulustan biriyle ilişki kurmasının, onu ziyaret etmesinin töremize aykırı olduğunu bilirsiniz. Oysa Tanrı bana, hiç kimseye bayağı ya da murdar dememem gerektiğini gösterdi (Elçilerin İşleri 10:17–28).
28. ayette Petrus ihtiyarların geleneğinin çok açık olduğunu bildiriyor. Petrus Yahudi olmayan biriyle ilişki kurar ya da onu ziyaret ederse “bayağı (koinos)” olacak ve törensel olarak temizlenmesi gerekecekti. Yine, ihtiyarların bu geleneği kutsal yazıların öğretisine aykırıydı. 15. ayette, gökten gelen ses Petrus’a hiçbir insanın Allah kendisine bayağı demediyse bayağı olmadığını söyleyerek bu düşünceyi düzeltiyor. 28. ayette, Petrus görümün anlamının ne Allah’ın ne de kutsal yazıların hiçbir insana gerek “akatartos (murdar)” gerek “koinos (bayağı)” demedikleri olduğunu fark ediyor. Tıpkı Markos 7. bölümde olduğu gibi, ihtiyarların geleneği bir kez daha reddediliyor. Allah burada “temiz” ve “kirli” etler konusuna değinmiyor. O, Yahudi olmayanları Allah’a gelmekten alıkoyan Yahudi geleneklerini ortadan kaldırıyor.
Romalılar 14:1–3, 13–15.
Pek çok Hristiyan, Romalılar 14:1–3, 13–15 ayetlerini Allah’ın temiz ve kirli besinler arasında ayrım yapmadığına, dolayısıyla domuz eti yemeye izin verildiğine kanıt olarak gösteriyor. Bu ayetleri daha dikkatlice inceleyelim.
İmanı zayıf olanı aranıza kabul edin, ama tartışmalı konulara girmeyin. Biri her şeyi yiyebileceğine inanır; imanı zayıf olansa yalnız sebze yer. Her şeyi yiyen, yemeyeni hor görmesin. Her şeyi yemeyen, yiyeni yargılamasın. Çünkü Tanrı onu kabul etmiştir (Romalılar 14:1–3).
Onun için, artık birbirimizi yargılamayalım. Bunun yerine, hiçbir kardeşin yoluna sürçme ya da tökezleme taşı koymamaya kararlı olun. Rab İsa’ya ait biri olarak kesinlikle biliyorum ki, hiçbir şey kendiliğinden murdar değildir. Ama bir şeyi murdar sayan için o şey murdardır. Yediğin bir şey yüzünden kardeşin incinmişse, artık sevgi yolunda yürümüyorsun demektir. Mesih’in, uğruna öldüğü kardeşini yediklerinle mahvetme! (Romalılar 14:13–15).
Yeni Ahit’te yer alan iki Grekçe sözcük, “akatartos” ve “koinos” zaman zaman “kirli (murdar)” olarak tercüme ediliyor. Bunların anlamları için yukarıdaki açıklamalara bakın. Burada, 14. ayette, Pavlus hiçbir şeyin kendiliğinden “koinos” olmadığını belirtiyor ki, bu Markos 7. bölüm ve Elçilerin İşleri 10. bölümle uyumlu. Zayıf bir kardeşle birlikteyken, onu rahatsız ediyorsa “bayağı” yiyecekleri yemekten kaçının, ancak diğer zamanlarda fark etmez. Pavlus “akatartos” sözcüğünü kullanmıyor. O burada Levililer 11. bölümde açıklanmış olan temiz etler ve kirli etler ayrımından söz etmiyor.
Buradaki durum daha geniş olabilir, zira Pavlus’un bahsettiği “bayağı” şeyler 1. Korintliler 8. bölümde belirtildiği gibi putlara sunulan yiyecekleri içeriyor olabilir. Aşağıdaki açıklamaya bakın. Her iki bölümde de “zayıf kardeşler” ve “yiyecek” ifadeleri yer alıyor. “Zayıf” bir kardeş neden yalnızca sebze yesin? Bu kardeş puta sunulmuş olan her tür eti yemekten vicdanen kaçınıyor olabilir. Pavlus vejeteryan bir beslenme düzenini küçümsemiyor!
1. Korintliler 8:1–13.
Şimdi putlara sunulan kurbanların etine gelelim. “Hepimizin bilgisi var” diyorsunuz, bunu biliyoruz. Bilgi insanı böbürlendirir, sevgiyse geliştirir. Bir şey bildiğini sanan, henüz bilmesi gerektiği gibi bilmiyordur. Ama Tanrı’yı seveni Tanrı bilir. Putlara sunulan kurban etinin yenmesine gelince, biliyoruz ki, “Dünyada put bir hiçtir” ve “Birden fazla Tanrı yoktur”. Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da –nitekim pek çok “ilah”, pek çok “rab” vardır– bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır, bizler O’nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da İsa Mesih’tir. Her şey O’nun aracılığıyla yaratıldı, biz de O’nun aracılığıyla yaşıyoruz. Ne var ki, herkes bu bilgiye sahip değildir. Hâlâ putperest alışkanlıklarının etkisinde kalan bazıları, yedikleri etin puta sunulduğunu düşünüyorlar. Vicdanları zayıf olduğu için lekeleniyor. Yiyecek bizi Tanrı’ya yaklaştırmaz. Yemezsek bir kaybımız olmaz, yersek de bir kazancımız olmaz. Yalnız dikkat edin, bu özgürlüğünüz vicdanı zayıf olanların sürçmesine neden olmasın. Eğer zayıf vicdanlı biri, bilgili olan seni bir put tapınağında sofraya oturmuş görürse, puta sunulan kurbanın etini yemek için cesaret almaz mı? Sonuçta bu zayıf vicdanlı kişi, Mesih’in uğruna öldüğü bu kardeş, senin bilgin yüzünden mahvolur! Bu şekilde kardeşlere karşı günah işleyip onların zayıf vicdanlarını yaralayarak Mesih’e karşı günah işlemiş olursunuz. Bu nedenle, yediğim şey kardeşimin sendeleyip düşmesine yol açacaksa, kardeşimin düşmemesi için bir daha et yemeyeceğim (1. Korintliler 8:1–13).
Pavlus burada putlara sunulan yiyeceklerden söz ediyor. Levililer 11. bölümde açıklanan temiz veya kirli etlerin yenmesinden söz etmiyor. Pavlus burada “akatartos” sözcüğünü kullanmıyor. Pavlus, “Unutun Eski Ahit’i, ne isterseniz yiyebilirsiniz” demiyor. Pagan tapınaklarında ilahlara hayvan kurban edildiğinde, hayvanın bir bölümü görev yapan rahibe veriliyordu. Rahip eti sattığında et pazar yerine gidebilirdi. Bir imanlının puta sunulmuş yiyecekleri yemesi uygun muydu? Pagan bir tanıdık ziyaret edilirken böyle bir etin yenmesi uygun muydu? Pavlus putun hiçbir şey olmadığını ve puta sunulan yiyeceğin onu yiyen kişiyi kirletmeyeceğini söylüyor. Tekrar, zayıf olan kardeşi sürçtürmemeye dikkat etme öğüdü veriliyor.
Koloseliler 2:16
Bu nedenle kimse yiyecek içecek, bayram, Yeni Ay ya da Şabat Günü konusunda sizi yargılamasın.
Bu ayet Hristiyanlar tarafından İsa Yeni Antlaşma’yı yürürlüğe aldığı zaman yiyecekler ve içecekler arasındaki tüm ayrımların ortadan kaldırıldığını söylemek üzere kullanılıyor. Bu konu çok geniş ve burada ayrıntılı olarak işlenmeyecek, fakat bazı genel ilkeleri özetleyeceğiz.
Pek çok Hristiyan Allah’ın İsrail halkıyla yaptığı antlaşma ile Allah’ın Yeni Ahit imanlılarıyla birlikte yürürlüğe koyduğu Yeni Antlaşma arasında ani bir kesinti olduğuna inanıyor. İki antlaşmanın tamamen ilgisiz olduğunu ve Eski Antlaşma’nın işlerle kurtuluşa dayalı bir antlaşma, Yeni Antlaşma’nın ise lütufla kurtuluş antlaşması olduğunu düşünüyorlar. Burada netleştirilmesi gereken bir karışıklık var.
İlk olarak, Allah hiçbir zaman hiç kimseyle günahlı bir insanın birtakım törenleri ve kuralları yerine getirerek gökte sonsuz hayatı elde edebileceği bir antlaşma yapmadı. Bu Allah’ın krallığına karşı haince bir iddiadır ve Allah’ın kutsallığının, dolayısıyla O’nun yasasının değerini küçümsemektedir. Günahın karşılığı sonsuz ölümdür (Romalılar 6:23). Sözümona iyi işler, ne ölçüde olursa olsun, yasanın verdiği cezayı karşılayamaz ve günahlı bir kişiyi göğe girebileceği bir ahlaki paklık durumuna getiremez (Romalılar 3:20). Bu imkânsızdır. Kurban edilen bir hayvan günahın cezasını ortadan kaldıramaz (İbraniler 10:4). Sınırlı bir insan sonsuz hayatı kazanmak için gereken ölçüde iyi işler yapamaz. Bu da imkânsızdır. Öyleyse insanların Eski Antlaşma kapsamında yasa aracılığıyla kurtuldukları fikri kesin bir imkânsızlıktır. Bu, kutsal yazının yanlış anlaşılması ve yanlış yorumlanmasıdır. İnsan kendi işleriyle sonsuz ölümden kendisini kurtarabilseydi, İsa’nın ölmesine gerek olmazdı.
Allah’ın insanları sonsuz ölümden kurtarmasının bir yolu var ve buna sonsuza dek kalıcı antlaşma deniyor.
“Gençlik günlerinde seninle yaptığım antlaşmayı anımsayacağım. Seninle sonsuza dek kalıcı bir antlaşma yapacağım” (Hezekiel 16:60).
Sonsuza dek kalıcı antlaşmada, İsa Mesih insan için günah sunusu olur. O’nun kurbanlığı sonsuz değerdedir, çünkü O sonsuzdur. İsa insan nesline girdiğinde, insan neslinin başı ve temsilcisi oldu. Günahkâr kişi iman ettiğinde Allah Mesih’in Ruhu’nu günahkâr ile birleştirir. Günahkâr İsa’nın mükemmel hayatına ve mükemmel kurbanlığına katılmış olur. Bundan sonra günahkâr kişi yasanın mahkûmiyetinden özgür olur. İmanlıdaki Mesih’in Ruhu imanlıya kendi günahlı mizacı üzerinde hâkimiyet verir ve imanlı Allah’a makbul olan hizmet işlerini yapabilir, zira içinde olan Mesih’in Ruhu tarafından harekete geçirilmektedir. Dolayısıyla kurtuluş, Mesih’in Ruhu’nun imanlıda yaşadığı bir deneyimdir.
Allah Sina Dağı’nda İsrail’le sonsuza dek kalıcı antlaşma yapmaya çalışıyordu. Allah onlara Mesih’in kurbanlığını örnekleyecek ve öngörecek olan bir kurban sistemi verdi. Ne yazık ki İsrailliler, itaatsizlikleri ve imansızlıkları ile, kurban sistemi kendi başına Allah’ın kendilerinden beklediği kutsallığı sağlamaya yetermiş gibi davrandılar. Kurban sistemini bir tür işlerle kurtuluş sistemine dönüştürdüler. Ancak baştan beri bu geçerli değildi. Yalnızca Mesih’in kanı günahları ortadan kaldırabilir.
Kutsal Kitap, Mesih geldiğinde yeni bir tapınak ve yeni bir rahiplik olacağını öngördü.
RAB ant içti, kararından dönmez: “Melkisedek düzeni uyarınca sonsuza dek kâhinsin [2] sen!” dedi (Mezmur 110:4).
Bu, sonsuza dek kalıcı antlaşmanın rahipliği ve tapınağıdır. Buna yalnızca Sina’daki antlaşmadan daha sonra tasdik edilmiş olması nedeniyle Yeni Antlaşma denir. Fakat bu lütfa dayalı bir yeni antlaşma değildi. İbrahim lütufla kurtulmuştu (Yaratılış 15:6). Davut da öyle (Mezmur 32:1). Kurtuluş her zaman yalnızca lütufla olmuştur ve her zaman yalnızca lütufla olacaktır.
Öyleyse, İsa geldiğinde Eski Ahit’teki tapınak törenleri sona erdi. Koloseliler 2:16 ayeti bütünüyle bu konuyla ilgilidir. Ancak bu Yeni Antlaşma’nın hiçbir yasası olmadığı anlamına gelmez.
“Rab, ‘O günlerden sonra onlarla yapacağım antlaşma şudur: Yasalarımı yüreklerine koyacağım, zihinlerine yazacağım’ diyor” (İbraniler 10:16).
Yüreğe hangi yasalar yazılacak? Tabii ki On Emir. Bu ahlaki yasadır. On Emir taş levhalara yazılmış ve Ahit Sandığı’na konmuştu. Şimdi bu yasalar yüreklerimizde yazılıdır. Ancak gökte de bu On Emir’in yazılı olduğu bir tapınak vardır. İbraniler 8:1–2 ve Vahiy 11:19 ayetlerine bakın. Hristiyan için halen önemli olan yegane yasalar bunlar mıdır? Dağdaki Vaaz’ı (Matta 5–7) okuyun ve İsa’nın hem On Emir’e hem de ilişkiler ve toplumsal görevlere ilişkin diğer yasalara atıfta bulunduğunu görün. Kısacası, Koloseliler 2:16 ayetinde tarif edilen tapınak sunuları sisteminin İsa öldüğünde sona erdiği doğrudur. Fakat On Emir’in ve düzgün yaşamaya, ilişkilere ve toplumsal görevlere ilişkin yasaların çarmıhta hükümlerinin kalktığı doğru değildir. Bu diğer yasalardaki ilkeler bugün hayatlarımızda geçerlidir.
Allah’ın İsrail halkına verdiği talimatlardaki ilkeler İsa’ya inananların imanlarına aktarılmalıdır, zira yasalar ilahî bilgeliği iletmektedir. Bakın Pavlus bir Yahudi yasasını İsa’nın izleyicilerine nasıl uyarlıyor:
İnsansal açıdan mı söylüyorum bunları? Kutsal Yasa da aynı şeyleri söylemiyor mu? Musa’nın Yasası’nda, “Harman döven öküzün ağzını bağlamayacaksın” diye yazılmıştır. Tanrı’nın kaygısı öküzler mi, yoksa bunu özellikle bizim için mi söylüyor? Kuşkusuz, bizim için yazılmıştır bu. Çünkü çift sürenin umutla sürmesi, harman dövenin de harmana ortak olma umuduyla dövmesi gerekir. Aranıza ruhsal tohumlar ektiysek, sizden maddesel bir harman biçmemiz çok mu? (1. Korintliler 9:8–11).
Pavlus harman döven bir öküzün tahıldan yemesine izin verilmesi hakkındaki bir Yahudi yasasını, Yeni Ahit’teki müjde hizmetinde tam zamanlı çalışanların ücretlerinin ondalıklardan ödenmesi ilkesine uyarladı!
Elçilerin İşleri 15. bölümde kayıtlı olan Yeruşalim kurulu anlatısına bakın, burada Yahudi olmayanlara “putlara sunulup murdar hale gelen etlerden, fuhuştan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve kandan sakınmaları” öğütleniyor (Elçilerin İşleri 15:20). Bu üç husus neden Yahudi olmayanlar için bilhassa önemli olarak sıralandı? Levililer 17:10–14 ayetlerine bakarsak, hem Yahudiler hem de aralarında yaşayan yabancılar için kan yenmesini yasaklayan bir yasa görürüz; görünürde bunun nedeni sağlık değil, kanın kefareti sağlayan hayvanın canını temsil etmesiydi.
Levililer 18. bölümde hem Yahudileri hem de Yahudiler arasında yaşayan yabancıları ilgilendiren, cinsel ahlaka ilişkin başka yasalar da vardı. Ek olarak, Levililer 20. bölümde hem Yahudiler hem de aralarında yaşayan yabancılar için putperestliğin yasaklandığını görüyoruz.
Koloseliler 2:16 ayeti Şabat konusunu işlediğimizde daha kapsamlı olarak incelenecek. Fakat şimdilik tapınakla bağlantılı simgesel ve öngörüsel törenlerin ve ayinlerin çarmıhla birlikte sona erdiğini, ancak İsrail’de toplumsal ve ahlaki yasalarla iletilen doğru yaşama ilkelerinin günümüzde halen uygulanabilecek evrensel ilkeler olduğunu anlamalıyız.
[1] KK’de “Atalarımızın” olarak tercüme edilen kelime Grekçede “presbuteros” sözcüğüdür ve yaşlı dinî öğretmenlerden veya yasayı yorumlayanlardan söz eder. Bu yazıda biz bu kişilerden bahsederken “ihtiyarlar” sözcüğünü kullanacağız.
[2] İsrail’de, Allah ile insanlar arasında aracılık yapıp Allah’a kurban sunma gibi dinsel işlerle uğraşan görevli. İncil'de Mesih başrahip olarak imanlılara şefaat eder. “Kâhin” sözcüğünün olumsuz çağrışımından ötürü, bu yazıda “rahip” sözcüğü tercih edilmiştir.
Başkaları Allah’ın beslenme kısıtlamalarını, ve Şabat’ı tutmayı, Yahudilerin itaatsizliklerine bir nevi ceza olarak tesis ettiğini söyleyebilirler. Saçmalık! Allah bu bilgi ile İsrail’i cezalandırmıyor, aksine onları bereketliyordu.
Hristiyanlara neden domuz eti yediklerini sorarsanız, bir diğer grup da İsa’nın Markos 7:19 ayetinde kayıtlı bir ifadesini ileri sürecektir:
“Dıştan giren, insanın yüreğine değil, midesine gider, oradan da helaya atılır.” İsa bu sözlerle, bütün yiyeceklerin temiz olduğunu bildirmiş oluyordu.
Hristiyanlar ‘tüm yiyecekleri temizler’ ifadesinin, İsa’nın temiz ve kirli hayvanlar arasındaki ayrımı ortadan kaldırdığı anlamına geldiğini sanıyorlar. Ancak İsa aslında temiz ve kirli hayvanlar arasındaki ayrımdan hiç bahsetmiyordu! O, Yahudi önderlerin tuttuğu bir gelenekten söz ediyordu, buna göre Yahudi olmayan birinin veya kirli bir hayvanın dokunduğu tüm ekmekler, sütler, yağlar ya da hayvan etleri Yahudi birini Allah’ın önünde ruhsal anlamda kirli hale getiriyordu. Yaygın inanışın aksine, İsa bunun kutsal yazıdaki öğreti olmadığını söyledi. Yahudi olmayan birinin veya kirli bir hayvanın dokunduğu şeylere temas etmeyle ruhsal ya da fiziksel olarak kirli hale gelmek mümkün değildir. Kısacası, O pazardaki tüm yiyeceklerin bizi ruhsal anlamda kirletemeyecekleri anlamında “temiz” olduğunu bildirdi. Aşağıda bu ayetin daha ayrıntılı bir açıklamasını vereceğiz, ancak bu açıklama daha ziyade konu hakkında kapsamlı bilgi sahibi olanlar için yararlı olacaktır. Kısacası, domuz eti yemeyi mazur göstermek için kullanılan ayet epey yanlış anlaşılan bir ayettir.
Yedinci Gün Adventistleri domuz eti yemekten kaçınırlar, zira Allah bunun besin olarak uygun olmadığını bildirmiştir. Yedinci Gün Adventistleri’nin bir kimsenin domuz eti yemeyle ahlaki açıdan kirli olacağını öğretmediklerinin anlaşılması önemlidir; tabii ki bu yeme eyleminin Allah’a bir meydan okuma ve isyan olarak yapılması haricinde. Sağlıksız yiyecekler yemek başlı başına kişiyi Allah’ın huzurunda ruhsal olarak kirli bir hale getirmez. İsa’nın öğrettiği gibi, yiyecek bedene girer ve ardından çıkar. Aksine, bir kimseyi Allah’ın huzurunda kirli hale getiren kötü düşünceler ve eylemlerdir. Ne var ki, Allah’ı seven ve O’na hizmet etmek isteyenler hayatta en iyiyi arayacaklardır, bu doğrultuda Allah da kendi sözünde nasıl yaşamamız gerektiğine ilişkin değerli bilgiler vermiştir.
Hem Eski Ahit’teki hem de Yeni Ahit’teki imanlıların düzgün beslenmelerine ilişkin öğretiler en iyi şekilde Allah’ın amaçları bağlamında anlaşılabilir. Öyleyse kutsal yazılarda bildirildiği üzere Allah’ın amaçlarıyla konuya girelim.
Düzgün Bir Beslenme Sürdürmekte Allah’ın Amaçları
Başlangıçta Allah dünyayı mükemmel halde yarattı ve insan ile hayvanlara mükemmel bir besin düzeni verdi.
[Allah şöyle dedi:] “İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere –soluk alıp veren bütün hayvanlara– yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.” Ve öyle oldu (Yaratılış 1:29–30).
Başlangıçta insanlar hayvan eti yemiyorlardı, hayvanlar da hayvan eti yemiyorlardı. Hepimiz vejeteryandık! Allah bedenlerimizin yapısını ve onlar için en iyi besinleri bilir. Fakat dünyaya günah girdikten sonra bazı şeyler değişti ve bazı insanlar et yemeye başladılar. Nihayet, Allah dünyayı tufanla yok ettikten sonra insanlara bazı hayvanları yeme iznini verdi. Ancak bu izin bir uyarıyla birlikte verildi. Et yemek sağlığımızı etkileyecekti!
“Bütün canlılar size yiyecek olacak. Yeşil bitkiler gibi, hepsini size veriyorum” (Yaratılış 9:3).
Kutsal Kitap’ta “bütün” sözcüğü kullanıldığında bazı kişiler bunun “her şey” anlamına geldiğini düşünüyor. Fakat “bütün” sözcüğünün kendi bağlamı içinde anlaşılması gerek. Bu yazının yazarı da “bütün canlılar”a dahil. Allah Nuh’a diğer insanları yeme izni mi verdi? Hayır! Her bitkiyi yiyebilir miyiz? Hayır! Bazıları zehirlidir. Tufandan önce Allah hayvanları temizliklerine göre ayırdı. Nuh’a temiz olmayan hayvanlardan ikişer, temiz hayvanların her birinden yedişer adet getirmesini söyledi. Yaratılış 7:2 ayetine bakın. Böylece insanlara temiz hayvanları yeme izni verilmiş oldu.
Bu uyarıyı hatırlıyor musunuz? İlginç bir tesadüftür ki, et yemek hayat sürelerinde düşüşlerle birlikte geldi. Tufandan önce insanların ömürleri yüzlerce yıla varana dek uzundu. Ancak tufandan sonra pek çok kişi 125 yaşına varmadan öldüler.
Allah İsraillileri Mısır’dan çıkardığında, onları gerçek Tanrı’nın bilgisini yeryüzünün tüm uluslarıyla paylaşacak olan kutsal bir ulus haline getirmeyi amaçlamıştı. Mısır’dan Çıkış 19:6 ayetine bakın. Onları dünyanın merkezi ticaret yolları üzerine yerleşirdi ve dünyaya Allah’ın çizdiği yollar hakkında tanıklıkta bulunabilmeleri için onlara yasalarını ve emirlerini verdi.
İşte, Tanrım RAB’bin buyruğu uyarınca size kurallar, ilkeler verdim. Öyle ki, mülk edinmek için gideceğiniz ülkede bunlara uyasınız. Onlara sımsıkı bağlanın. Çünkü ne denli bilge ve anlayışlı olduğunuzu uluslara bunlar gösterecek. Bu kuralları duyunca, uluslar, ‘Bu büyük ulus gerçekten bilge ve anlayışlı bir halk!’ diyecek. Tanrımız RAB her çağırdığımızda bize yakın olur. Tanrısı kendisine böylesine yakın olan başka bir büyük ulus var mı? Bugün size verdiğim bu yasa gibi adil kuralları, ilkeleri olan başka bir büyük ulus var mı? (Yasanın Tekrarı 4:5–8).
Allah’a inanmayanlar Allah’ı İsrail ulusu aracılığıyla tanıyacaklardı. İsraillilerin bunu düzgün biçimde yapabilmeleri için Allah’a itaat etmeleri ve sağlığa ilişkin yasaları tutmaları gerekiyordu. İsrailliler Mısır’dan ayrıldıklarında Allah onlara vejeteryan bir beslenme düzeni verdi. Fakat İsrailliler buna isyan etti. Allah merhamet ederek, köleliğin zincirlerinden ve cehaletinden henüz kurtulmuş olan İsrail ulusunu terk etmedi. Aksine, beslenmelerini yeniden düzenledi. Allah onlara düzgün yetiştirmeleri ve usulüne göre öldürmeleri şartıyla belirli hayvanları yeme iznini verdi. İsraillilerin beslenme biçimlerine dikkat etmeleri için belirtilen bir neden vardı: sağlıklı olmak.
RAB her türlü hastalığı sizden uzaklaştıracak. Mısır’da gördüğünüz korkunç hastalıklardan hiçbirini size vermeyecek. Bütün bu hastalıkları sizden nefret edenlere verecek (Yasanın Tekrarı 7:15).
Sağlıklı beslenmeyle kutsallık yakından bağlantılıdır. Eski Ahit’te, Allah’ın temiz ve kirli hayvanlar hakkındaki bilgileri verdiği kısımda aşağıdakileri okuyoruz:
“Tanrınız RAB benim. Kendinizi bana adayın ve kutsal olun. Çünkü ben kutsalım. Murdar küçük kara hayvanlarını yiyerek kendinizi kirletmeyin. Tanrınız olmak için sizi Mısır’dan çıkaran RAB benim. Kutsal olun, çünkü ben kutsalım” (Levililer 11:44–45).
Bu kutsallık kavramına Yeni Ahit’te atıfta bulunulmaktadır:
Sizi çağıran Tanrı kutsal olduğuna göre, siz de her davranışınızda kutsal olun. Nitekim şöyle yazılmıştır: “Kutsal olun, çünkü ben kutsalım” (1. Petrus 1:15–16).
Kutsal yazılarda görebileceğimiz gibi, Allah bizim kutsallığımızla yakından ilgileniyor. O bizim hayatlarımızda yanılgı yerine hakikati sergileyebilmemiz için, karanlık bir dünyada ışık olmamızı istiyor. Bu amaçla O, bedenlerimizi sağlıklı ve zihinlerimizi açık tutacak yiyecekler yememizi istiyor.
Bu ilkenin uygulanışını Daniel peygamberin hayatında görebiliriz. Babil’e götürüldükten sonra, Daniel kralın tedarik ettiği gösterişli ve sağlıksız yiyecekleri yemeyi reddetti. Daniel 1. bölüme bakın. Sebze yemeyi tercih etti ve bunun sonucunda kral Daniel ile arkadaşlarının diğer herkesten daha sağlıklı ve bilgelikte on kat üstün olduklarını gördü. Bu bizim dikkatimizden kaçmamalı. Düzgün beslenme ile zihinsel işleyiş ve ruhsal muhakeme yeteneği arasında bağlantı vardır. Daniel kutsal yazıda üst düzey ahlaki doğruluğu ile öne çıkarılmaktadır.
Yeni Ahit bu ilkeyi şu şekilde özetler:
Sonuç olarak, ne yer ne içerseniz, ne yaparsanız, her şeyi Tanrı’nın yüceliği için yapın (1. Korintliler 10:31).
Bedeninizin, Tanrı’dan aldığınız ve içinizdeki Kutsal Ruh’un tapınağı olduğunu bilmiyor musunuz? Kendinize ait değilsiniz. Bir bedel karşılığı satın alındınız; onun için Tanrı’yı bedeninizde yüceltin (1. Korintliler 6:19–20).
Allah’ı yüceltmek istiyorsak, bedenlerimizi iyi durumda tutmaya çalışırız. Bedenlerimiz Allah’ın tapınağıdır.
Şimdi Allah’ın uygun beslenmeye ilişkin amacını aklımızda tutarak, Yeni Ahit’te yer alan ve pek çoğu yanlış anlaşılarak yanlış uygulanan çeşitli bölümleri incelemeye daha hazırlıklıyız.
Markos 7:18–19:
O da onlara, “Demek siz de anlamıyorsunuz, öyle mi?” dedi. “Dışarıdan insanın içine giren hiçbir şeyin onu kirletemeyeceğini bilmiyor musunuz? Dıştan giren, insanın yüreğine değil, midesine gider, oradan da helaya atılır.” İsa bu sözlerle, bütün yiyeceklerin temiz olduğunu bildirmiş oluyordu.
Bu ifade pek çok kişi tarafından İsa’nın kutsal yazıdaki temiz ve kirli yiyecekler arasında olan tüm ayrımları iptal ettiği düşüncesini desteklemek için kullanılmaktadır. Bunun sonucunda, Hristiyanların canları ne isterse yiyebileceklerini söylüyorlar. İsa’nın dedikleri gerçekten bu anlama mı geliyor? Kutsal yazıyı doğru bir şekilde yorumlamak için ifadelerin bağlamını bilmeliyiz. Markos 7:3–5 ayetlerine bakalım:
Ferisiler, hatta bütün Yahudiler, atalarının töresi uyarınca ellerini iyice yıkamadan yemek yemezler. Çarşıdan dönünce de, yıkanmadan yemek yemezler. Ayrıca kâse, testi ve bakır kapların yıkanmasıyla ilgili başka birçok töreye de uyarlar. Ferisiler ve din bilginleri İsa’ya, “Öğrencilerin neden atalarımızın töresine uymuyorlar, niçin murdar ellerle yemek yiyorlar?” diye sordular.
İsa’nın sözlerinin bağlamı, ihtiyarların [1] geleneğiydi. Yazıcılar ve Ferisiler öğrencilerin neden yemekten önce ihtiyarların geleneğine göre ellerini yıkamadıklarını öğrenmek istiyorlar. İsa ihtiyarların geleneğinin Allah’ın emirlerini bir kenara atmak için kullanıldığını söyledi. Bir örnek vererek devam ediyor. Markos 7:6–13 ayetlerini okuyalım.
İsa onları şöyle yanıtladı: “Yeşaya’nın siz ikiyüzlülerle ilgili peygamberlik sözü ne kadar yerindedir! Yazmış olduğu gibi, ‘Bu halk, dudaklarıyla beni sayar, ama yürekleri benden uzak. Bana boşuna taparlar. Çünkü öğrettikleri, sadece insan buyruklarıdır.’ Siz Tanrı buyruğunu bir yana bırakmış, insan töresine uyuyorsunuz.” İsa onlara ayrıca şunu söyledi: “Kendi törenizi sürdürmek için Tanrı buyruğunu bir kenara itmeyi ne de güzel beceriyorsunuz! Musa, ‘Annene babana saygı göstereceksin’ ve, ‘Annesine ya da babasına söven kesinlikle öldürülecektir’ diye buyurmuştu. Ama siz, ‘Eğer bir adam annesine ya da babasına, benden alacağın bütün yardım kurbandır, yani Tanrı’ya adanmıştır derse, artık annesi ya da babası için bir şey yapmasına izin yok’ diyorsunuz. Böylece kuşaktan kuşağa aktardığınız törelerle Tanrı’nın sözünü geçersiz kılıyorsunuz. Buna benzer daha birçok şey yapıyorsunuz.”
Beşinci emir annemize ve babamıza saygı göstermemizi gerektiriyor. Buna onları maddi bakımdan gözetmek de dahildir. Bazı Yahudiler sahip oldukları malları üzerine “Kurban” sözcüğünü söylüyor, böylece mallarını Allah’a adıyorlardı. Bu kulağa çok dindarca geliyordu. Ancak bu eylemde gizli bir ikiyüzlülük vardı. Bu malları Allah’a adayan kimseler hayatları boyunca onları kullanmaya devam ediyorlardı, öldüklerinde ise mallar Allah’a teslim ediliyordu. Amaçları belliydi, sıkıntı ve hastalık durumlarında mallarını satarak parasını ebeveynlerini geçindirmek için kullanmak istemiyorlardı. Kişi hayatı boyunca mallarını Allah’a adanmış olduğu bahanesiyle kullanmaya devam edebilirdi. İsa bunun Allah’ın emirlerini ihlal etmek maksadıyla meydana getirilmiş olan insani bir gelenek olduğunu bildirdi.
Şimdi Markos 7:1–2 ayetlerine dönelim.
Yeruşalim’den gelen Ferisiler ve bazı din bilginleri, İsa’nın çevresinde toplandılar. O’nun öğrencilerinden bazılarının murdar, yani yıkanmamış ellerle yemek yediklerini gördüler.
Yazıcılar ve Ferisiler öğrencileri ‘murdar,’ yani ‘yıkanmamış ellerle’ yemek yemekle suçladılar. Bu teknik kavram Eski Ahit’te yer almıyordu, ancak İsa’nın doğumundan önceki yıllarda geliştirilmişti. Burada ‘murdar’ veya ‘kirli’ anlamında kullanılan Grekçe sözcük ‘koinos’ ve bu bir sıfat. Bu sözcüğün fiil biçimi daha sonra kullanılıyor. Markos 7:18–19 ayetlerine dönelim.
O da onlara, “Demek siz de anlamıyorsunuz, öyle mi?” dedi. “Dışarıdan insanın içine giren hiçbir şeyin onu kirletemeyeceğini bilmiyor musunuz? Dıştan giren, insanın yüreğine değil, midesine gider, oradan da helaya atılır.” İsa bu sözlerle, bütün yiyeceklerin temiz olduğunu bildirmiş oluyordu.
Burada ‘kirletmek’ sözcüğünün fiil biçimi Grekçe ‘koinoo’ sözcüğü. Eski Ahit’te, hayvanlar arasında yiyecek olabilmeleri açısından ‘temiz’ ve ‘kirli’ ayrımı yapılırken kullanılan İbranice sözcük ‘tame.’ Bu bir sıfat. Yahudiler Eski Ahit’i Grekçeye tercüme ederken ‘kirli hayvanlar’ ifadesindeki ‘kirli’ sözcüğünü karşılaması için ‘koinos’ sözcüğünü kullanmadılar. ‘Akatarton’ sözcüğünü kullandılar. Markos 7. bölümde kayıtlı olan konuşmalarda, ne İsa ne de Yahudiler ‘murdar’ ellerden söz ederken ‘akatarton’ sözcüğünü kullanmadılar. Yiyecek olarak kullanılması düşünülen temiz ve kirli hayvanlardan söz etmiyorlardı. Başka bir şeydem söz ediyorlardı.
Eski Ahit dönemi ile Yeni Ahit dönemi arasındaki zamanda (M.Ö. 420’den M.S. 26 yılına dek) dindar Yahudiler kendilerini tüm kirliliklerden uzak tutmaya kararlıydı, buna Yahudi olmayanlarla her tür ilişki de dahildi. Yahudilere din önderleri tarafından Yahudi olmayan birinden yağ, ekmek, süt veya et satın almamaları öğretiliyordu (T.C. Smith, “Acts,” The Broadman Bible Commentary [“Elçilerin İşleri,” Broadman Kutsal Kitap Şerhi] (Nashville: Broadman, 1970), s. 67). İhtiyarların geleneğine göre bir Yahudi’nin elleri günlük faaliyetlerinin sıradanlığına (koinos) göre ‘murdar’ olurdu. İhtiyarların geleneğine göre ‘temiz’ hayvanlar ‘kirli’ hayvanlarla temas ettiklerinde ‘sıradan’ veya ‘bayağı’ hale gelebilirlerdi. Tabii ki bu Eski Ahit öğretisine tümüyle aykırıydı, zira buna göre kirli hayvanlar temas sonucu hiçbir şeyi kirletmezdi (kendiliğinden ölmüş bir hayvanın leşi olması haricinde). İhtiyarların geleneğine göre, öğrenciler ‘bayağı yiyecekler’e dokunmaları halinde, bu lekelenmenin sonucunda ‘kirli’ hale gelecek ve ruhsal olarak Allah’a makbul olmayacaklardı. İsa böyle bir şeyin olabilirliğini reddetti. Ruhsal kirliliğin yalnızca her birimizin içinde olan kötülükten kaynaklanabileceğini belirtti. Bu ruhsal kötülük dışa dönük isyan eylemlerine neden olur. Markos’un kitabında kayıtlı olan bu olay temiz ve kirli hayvanların yenmesiyle ilgili değil. Bu, Allah’ın açıklanmış sözüne aykırı olan bazı Yahudi gelenekleriyle ilgili. Kutsal yazılar yiyeceklerin Yahudi olmayanlara veya kirli hayvanlara temas yoluyla bayağı hale geldiğini söylemiyor. Bunu hiçbir zaman söylememiştir. Fakat Yahudiler bunu kural haline getirdiler. Hatta Yahudi olmayanlara ve kirli hayvanların etlerine temas eden maddelere dokunmanın kişiyi ruhsal olarak kirlettiğini söyleyecek kadar ileri gittiler.
Tuhaftır ki, Hristiyanlar İsa’nın domuz eti dahil olmak üzere kirli hayvanların etlerinin temiz olduğunu ilan ettiğini ileri sürdüklerinde, aslında İsa’yı Allah’ın emirlerini bir kenara bırakarak yerine kendi kurallarını getirmekle suçlamış oluyorlar. Fakat İsa’nın karşı çıktığı şey de buydu! İsa her zaman Kutsal Yazı’yı uyguluyordu.
Levililer 11. bölümde iki tür ‘kirlilik’ belirtiliyor. Birincisi, yiyecek için uygun olmayan hayvanlar. Bunları ‘temiz’ hale getirmenin hiçbir yolu yoktu, zira ‘kirlilikleri’ dinsel törenlerdeki bir ayrıntıdan ötürü değil, yiyecek için uygun olmamalarındandı. İkinci tür ‘kirlilik’ ise ölü hayvanların leşlerine istemeden dokunmaktan kaynaklanan geçici kirlilikti. Bunlara dokunanlar giysilerini yıkayabilir ve bir süre geçtikten sonra tekrar ‘temiz’ olurlardı. İster ‘temiz’ ister ‘kirli’ olsun, hiçbir canlı hayvan temas yoluyla insanları kirli hale getirmez. İsa ‘tüm yiyeceklerin temiz olduğunu’ söylerken, ihtiyarların geleneğine göre bayağı (koinos) sayılan yiyeceklerin insanı ‘kirli’ hale getirmediğini kastediyordu. (Herhangi bir yiyeceğe temas etmek insanı kirli yapmaz, ancak kendiliğinden ölen bir hayvanın leşi söz konusu olduğunda törensel olarak kirli hale getirir). Öyleyse İsa’nın buradaki ‘temiz’ ve ‘kirli’ hakkındaki ifadeleri ‘temiz’ ve ‘kirli’ hayvanlara ilişkin beslenme kurallarına dair değildir. Bu konuyu daha da vurgulamak için şunu belirtelim, İsa Levililer 11. bölümdeki konu olan, tüm ‘etlerin’ ‘temiz’ olduğunu söylemiyor. Aksine, tüm ‘yiyeceklerin’ temiz olduğunu söylüyor. Buradaki ‘yiyecek’ sözcüğü Grekçe ‘bromata’dır. Bu sözcük kutsal yazıda temiz etleri ve kirli etleri ayırmak için kullanılmaz, hatta et anlamında dahi kullanılmaz. Tüm yiyeceklere ilişkin olarak kullanılır. Sonuç olarak, İsa her zaman kutsal yazıyı uyguladı ve Markos 7. bölümde yeni bir öğreti getirmedi. O yalnızca ihtiyarların kutsal yazıya uygun olmayan geleneğine karşı çıkıyordu.
Elçilerin İşleri 10:10–16
Pek çok kişi Petrus’un görüm tecrübesini temiz etlerle kirli etler arasındaki ayrımın ortadan kaldırıldığı fikrini desteklemek için kullanıyor. Durum böyle midir?
Acıkınca da yemek istedi. Yemek hazırlanırken Petrus kendinden geçti. Göğün açıldığını ve büyük bir çarşafı andıran bir nesnenin dört köşesinden sarkıtılarak yeryüzüne indirildiğini gördü. Çarşafın içinde, yeryüzünde yaşayan her türden dört ayaklı hayvanlar, sürüngenler ve kuşlar vardı. Bir ses ona, “Kalk Petrus, kes ve ye!” dedi. “Asla olmaz, ya Rab!” dedi Petrus. “Hiçbir zaman bayağı ya da murdar herhangi bir şey yemedim.” Ses tekrar, ikinci kez duyuldu; Petrus’a, “Tanrı’nın temiz kıldıklarına sen bayağı deme” dedi. Bu, üç kez tekrarlandı. Sonra çarşafı andıran nesne hemen göğe alındı (Elçilerin İşleri 10:10–16).
İlk olarak farkına vardığımız husus, bunun bir görüm olması. Görümde, Petrus daha önce asla kirli bir şey yemediğini söyledi. İsa’nın kendilerine tüm yiyecekleri yeme izni verdiğini düşünmüş olsaydı, neden halen temiz ve kirli hayvanlar arasında ayrım yapıyor olurdu? Petrus görümde iki tür hayvan görüyor. Bir grup kirli, Grekçe “akatartos” sözcüğünden tercüme edilen bir kelime. Eski Ahit’i İbraniceden Grekçeye çeviren tercümanlar Levililer 11. bölümde belirtilen kirli hayvanları tanımlamak için bu sözcüğü seçtiler. Petrus Allah’ın yiyecek için elverişsiz olarak belirlediği hayvanları görüyor. Petrus’un gördüğü diğer grup hayvanlar, Grekçe “koinos” sözcüğüyle ifade edilen “bayağı.” Bu Eski Ahit’te nadiren kullanılan bir sözcük. Eski Ahit dönemi ile Yeni Ahit dönemi arasındaki zamanda, dindar Yahudiler kendilerini Yahudi olmayanlar da dahil olmak üzere kirli olduklarına inandıkları her şeyden uzak tutmaya çalıştılar. Yahudilere Yahudi olmayan birinden yağ, süt, ekmek veya et satın almamaları öğretiliyordu. İhtiyarların geleneğine göre, temiz bir hayvan kirli bir hayvana temas ederse temiz hayvan “bayağı (koinos)” hale geliyordu. Petrus’un görümündeki temiz hayvanlar, kirli hayvanlara temas ettikleri için “bayağı (koinos)” olmuşlardı. Tabii ki bu Eski Ahit öğretisine tümüyle aykırıydı, zira buna göre kirli hayvanlar temas sonucu hiçbir şeyi kirletmezdi. İhtiyarların geleneğinde “bayağı (koinos)” bir hayvana temas eden insanın Allah’ın huzurunda ruhsal olarak makbul olmadığı öğretiliyordu. İsa, Markos 7. bölümde kayıtlı olan sözlerinde ihtiyarların geleneğine bu hususta karşı çıkmıştı.
Ses tekrar, ikinci kez duyuldu; Petrus’a, “Tanrı’nın temiz kıldıklarına sen bayağı deme” dedi (Elçilerin İşleri 10:15).
Allah Petrus’a, ‘Tanrı’nın temiz kıldıklarını “bayağı (koinos)” yapmaktan vazgeç’ dedi. Buradaki sözcük “akatartos” değil. Allah burada Levililer 11. bölümdeki “kirli” ve “temiz” hayvanlar konusuna değil, ihtiyarların geleneğindeki insanların ve hayvanların “bayağılığı (koinos)” meselesine değiniyor.
Petrus şaşkınlık içindeydi. Gördüğü görümün ne anlama gelebileceğini düşünürken, Kornelius’un gönderdiği adamlar sora sora Simun’un evinin kapısına kadar geldiler. Evdekilere seslenerek, “Petrus diye tanınan Simun burada mı kalıyor?” diye sordular. Petrus hâlâ görümün anlamını düşünürken Ruh ona, “Bak, üç kişi seni arıyor” dedi. “Haydi kalk, aşağı in. Hiç çekinmeden onlarla git. Çünkü onları ben gönderdim.” Petrus aşağı inip adamlara, “Aradığınız kişi benim” dedi. “Gelişinizin sebebi ne acaba?” “Doğru ve Tanrı’dan korkan, bütün Yahudi ulusunca iyiliğiyle tanınan, Kornelius adında bir yüzbaşı var” dediler. “Kutsal bir melek ona, seni evine çağırtıp senin söyleyeceklerini dinlemesini buyurdu.” Bunun üzerine Petrus onları içeri alıp konuk etti. Ertesi gün Petrus kalktı, onlarla birlikte yola çıktı. Yafa’daki kardeşlerden bazıları da ona katıldı. İkinci gün Sezariye’ye vardılar. Bu arada Kornelius, akraba ve yakın dostlarını toplamış onları bekliyordu. Eve giren Petrus’u karşıladı, tapınırcasına ayaklarına kapandı. Petrus ise onu ayağa kaldırarak, “Kalk, ben de insanım” dedi. Petrus Kornelius’la konuşa konuşa içeri girdiğinde birçok insanın toplanmış olduğunu gördü. Onlara şöyle dedi: “Bir Yahudi’nin başka ulustan biriyle ilişki kurmasının, onu ziyaret etmesinin töremize aykırı olduğunu bilirsiniz. Oysa Tanrı bana, hiç kimseye bayağı ya da murdar dememem gerektiğini gösterdi (Elçilerin İşleri 10:17–28).
28. ayette Petrus ihtiyarların geleneğinin çok açık olduğunu bildiriyor. Petrus Yahudi olmayan biriyle ilişki kurar ya da onu ziyaret ederse “bayağı (koinos)” olacak ve törensel olarak temizlenmesi gerekecekti. Yine, ihtiyarların bu geleneği kutsal yazıların öğretisine aykırıydı. 15. ayette, gökten gelen ses Petrus’a hiçbir insanın Allah kendisine bayağı demediyse bayağı olmadığını söyleyerek bu düşünceyi düzeltiyor. 28. ayette, Petrus görümün anlamının ne Allah’ın ne de kutsal yazıların hiçbir insana gerek “akatartos (murdar)” gerek “koinos (bayağı)” demedikleri olduğunu fark ediyor. Tıpkı Markos 7. bölümde olduğu gibi, ihtiyarların geleneği bir kez daha reddediliyor. Allah burada “temiz” ve “kirli” etler konusuna değinmiyor. O, Yahudi olmayanları Allah’a gelmekten alıkoyan Yahudi geleneklerini ortadan kaldırıyor.
Romalılar 14:1–3, 13–15.
Pek çok Hristiyan, Romalılar 14:1–3, 13–15 ayetlerini Allah’ın temiz ve kirli besinler arasında ayrım yapmadığına, dolayısıyla domuz eti yemeye izin verildiğine kanıt olarak gösteriyor. Bu ayetleri daha dikkatlice inceleyelim.
İmanı zayıf olanı aranıza kabul edin, ama tartışmalı konulara girmeyin. Biri her şeyi yiyebileceğine inanır; imanı zayıf olansa yalnız sebze yer. Her şeyi yiyen, yemeyeni hor görmesin. Her şeyi yemeyen, yiyeni yargılamasın. Çünkü Tanrı onu kabul etmiştir (Romalılar 14:1–3).
Onun için, artık birbirimizi yargılamayalım. Bunun yerine, hiçbir kardeşin yoluna sürçme ya da tökezleme taşı koymamaya kararlı olun. Rab İsa’ya ait biri olarak kesinlikle biliyorum ki, hiçbir şey kendiliğinden murdar değildir. Ama bir şeyi murdar sayan için o şey murdardır. Yediğin bir şey yüzünden kardeşin incinmişse, artık sevgi yolunda yürümüyorsun demektir. Mesih’in, uğruna öldüğü kardeşini yediklerinle mahvetme! (Romalılar 14:13–15).
Yeni Ahit’te yer alan iki Grekçe sözcük, “akatartos” ve “koinos” zaman zaman “kirli (murdar)” olarak tercüme ediliyor. Bunların anlamları için yukarıdaki açıklamalara bakın. Burada, 14. ayette, Pavlus hiçbir şeyin kendiliğinden “koinos” olmadığını belirtiyor ki, bu Markos 7. bölüm ve Elçilerin İşleri 10. bölümle uyumlu. Zayıf bir kardeşle birlikteyken, onu rahatsız ediyorsa “bayağı” yiyecekleri yemekten kaçının, ancak diğer zamanlarda fark etmez. Pavlus “akatartos” sözcüğünü kullanmıyor. O burada Levililer 11. bölümde açıklanmış olan temiz etler ve kirli etler ayrımından söz etmiyor.
Buradaki durum daha geniş olabilir, zira Pavlus’un bahsettiği “bayağı” şeyler 1. Korintliler 8. bölümde belirtildiği gibi putlara sunulan yiyecekleri içeriyor olabilir. Aşağıdaki açıklamaya bakın. Her iki bölümde de “zayıf kardeşler” ve “yiyecek” ifadeleri yer alıyor. “Zayıf” bir kardeş neden yalnızca sebze yesin? Bu kardeş puta sunulmuş olan her tür eti yemekten vicdanen kaçınıyor olabilir. Pavlus vejeteryan bir beslenme düzenini küçümsemiyor!
1. Korintliler 8:1–13.
Şimdi putlara sunulan kurbanların etine gelelim. “Hepimizin bilgisi var” diyorsunuz, bunu biliyoruz. Bilgi insanı böbürlendirir, sevgiyse geliştirir. Bir şey bildiğini sanan, henüz bilmesi gerektiği gibi bilmiyordur. Ama Tanrı’yı seveni Tanrı bilir. Putlara sunulan kurban etinin yenmesine gelince, biliyoruz ki, “Dünyada put bir hiçtir” ve “Birden fazla Tanrı yoktur”. Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da –nitekim pek çok “ilah”, pek çok “rab” vardır– bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır, bizler O’nun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da İsa Mesih’tir. Her şey O’nun aracılığıyla yaratıldı, biz de O’nun aracılığıyla yaşıyoruz. Ne var ki, herkes bu bilgiye sahip değildir. Hâlâ putperest alışkanlıklarının etkisinde kalan bazıları, yedikleri etin puta sunulduğunu düşünüyorlar. Vicdanları zayıf olduğu için lekeleniyor. Yiyecek bizi Tanrı’ya yaklaştırmaz. Yemezsek bir kaybımız olmaz, yersek de bir kazancımız olmaz. Yalnız dikkat edin, bu özgürlüğünüz vicdanı zayıf olanların sürçmesine neden olmasın. Eğer zayıf vicdanlı biri, bilgili olan seni bir put tapınağında sofraya oturmuş görürse, puta sunulan kurbanın etini yemek için cesaret almaz mı? Sonuçta bu zayıf vicdanlı kişi, Mesih’in uğruna öldüğü bu kardeş, senin bilgin yüzünden mahvolur! Bu şekilde kardeşlere karşı günah işleyip onların zayıf vicdanlarını yaralayarak Mesih’e karşı günah işlemiş olursunuz. Bu nedenle, yediğim şey kardeşimin sendeleyip düşmesine yol açacaksa, kardeşimin düşmemesi için bir daha et yemeyeceğim (1. Korintliler 8:1–13).
Pavlus burada putlara sunulan yiyeceklerden söz ediyor. Levililer 11. bölümde açıklanan temiz veya kirli etlerin yenmesinden söz etmiyor. Pavlus burada “akatartos” sözcüğünü kullanmıyor. Pavlus, “Unutun Eski Ahit’i, ne isterseniz yiyebilirsiniz” demiyor. Pagan tapınaklarında ilahlara hayvan kurban edildiğinde, hayvanın bir bölümü görev yapan rahibe veriliyordu. Rahip eti sattığında et pazar yerine gidebilirdi. Bir imanlının puta sunulmuş yiyecekleri yemesi uygun muydu? Pagan bir tanıdık ziyaret edilirken böyle bir etin yenmesi uygun muydu? Pavlus putun hiçbir şey olmadığını ve puta sunulan yiyeceğin onu yiyen kişiyi kirletmeyeceğini söylüyor. Tekrar, zayıf olan kardeşi sürçtürmemeye dikkat etme öğüdü veriliyor.
Koloseliler 2:16
Bu nedenle kimse yiyecek içecek, bayram, Yeni Ay ya da Şabat Günü konusunda sizi yargılamasın.
Bu ayet Hristiyanlar tarafından İsa Yeni Antlaşma’yı yürürlüğe aldığı zaman yiyecekler ve içecekler arasındaki tüm ayrımların ortadan kaldırıldığını söylemek üzere kullanılıyor. Bu konu çok geniş ve burada ayrıntılı olarak işlenmeyecek, fakat bazı genel ilkeleri özetleyeceğiz.
Pek çok Hristiyan Allah’ın İsrail halkıyla yaptığı antlaşma ile Allah’ın Yeni Ahit imanlılarıyla birlikte yürürlüğe koyduğu Yeni Antlaşma arasında ani bir kesinti olduğuna inanıyor. İki antlaşmanın tamamen ilgisiz olduğunu ve Eski Antlaşma’nın işlerle kurtuluşa dayalı bir antlaşma, Yeni Antlaşma’nın ise lütufla kurtuluş antlaşması olduğunu düşünüyorlar. Burada netleştirilmesi gereken bir karışıklık var.
İlk olarak, Allah hiçbir zaman hiç kimseyle günahlı bir insanın birtakım törenleri ve kuralları yerine getirerek gökte sonsuz hayatı elde edebileceği bir antlaşma yapmadı. Bu Allah’ın krallığına karşı haince bir iddiadır ve Allah’ın kutsallığının, dolayısıyla O’nun yasasının değerini küçümsemektedir. Günahın karşılığı sonsuz ölümdür (Romalılar 6:23). Sözümona iyi işler, ne ölçüde olursa olsun, yasanın verdiği cezayı karşılayamaz ve günahlı bir kişiyi göğe girebileceği bir ahlaki paklık durumuna getiremez (Romalılar 3:20). Bu imkânsızdır. Kurban edilen bir hayvan günahın cezasını ortadan kaldıramaz (İbraniler 10:4). Sınırlı bir insan sonsuz hayatı kazanmak için gereken ölçüde iyi işler yapamaz. Bu da imkânsızdır. Öyleyse insanların Eski Antlaşma kapsamında yasa aracılığıyla kurtuldukları fikri kesin bir imkânsızlıktır. Bu, kutsal yazının yanlış anlaşılması ve yanlış yorumlanmasıdır. İnsan kendi işleriyle sonsuz ölümden kendisini kurtarabilseydi, İsa’nın ölmesine gerek olmazdı.
Allah’ın insanları sonsuz ölümden kurtarmasının bir yolu var ve buna sonsuza dek kalıcı antlaşma deniyor.
“Gençlik günlerinde seninle yaptığım antlaşmayı anımsayacağım. Seninle sonsuza dek kalıcı bir antlaşma yapacağım” (Hezekiel 16:60).
Sonsuza dek kalıcı antlaşmada, İsa Mesih insan için günah sunusu olur. O’nun kurbanlığı sonsuz değerdedir, çünkü O sonsuzdur. İsa insan nesline girdiğinde, insan neslinin başı ve temsilcisi oldu. Günahkâr kişi iman ettiğinde Allah Mesih’in Ruhu’nu günahkâr ile birleştirir. Günahkâr İsa’nın mükemmel hayatına ve mükemmel kurbanlığına katılmış olur. Bundan sonra günahkâr kişi yasanın mahkûmiyetinden özgür olur. İmanlıdaki Mesih’in Ruhu imanlıya kendi günahlı mizacı üzerinde hâkimiyet verir ve imanlı Allah’a makbul olan hizmet işlerini yapabilir, zira içinde olan Mesih’in Ruhu tarafından harekete geçirilmektedir. Dolayısıyla kurtuluş, Mesih’in Ruhu’nun imanlıda yaşadığı bir deneyimdir.
Allah Sina Dağı’nda İsrail’le sonsuza dek kalıcı antlaşma yapmaya çalışıyordu. Allah onlara Mesih’in kurbanlığını örnekleyecek ve öngörecek olan bir kurban sistemi verdi. Ne yazık ki İsrailliler, itaatsizlikleri ve imansızlıkları ile, kurban sistemi kendi başına Allah’ın kendilerinden beklediği kutsallığı sağlamaya yetermiş gibi davrandılar. Kurban sistemini bir tür işlerle kurtuluş sistemine dönüştürdüler. Ancak baştan beri bu geçerli değildi. Yalnızca Mesih’in kanı günahları ortadan kaldırabilir.
Kutsal Kitap, Mesih geldiğinde yeni bir tapınak ve yeni bir rahiplik olacağını öngördü.
RAB ant içti, kararından dönmez: “Melkisedek düzeni uyarınca sonsuza dek kâhinsin [2] sen!” dedi (Mezmur 110:4).
Bu, sonsuza dek kalıcı antlaşmanın rahipliği ve tapınağıdır. Buna yalnızca Sina’daki antlaşmadan daha sonra tasdik edilmiş olması nedeniyle Yeni Antlaşma denir. Fakat bu lütfa dayalı bir yeni antlaşma değildi. İbrahim lütufla kurtulmuştu (Yaratılış 15:6). Davut da öyle (Mezmur 32:1). Kurtuluş her zaman yalnızca lütufla olmuştur ve her zaman yalnızca lütufla olacaktır.
Öyleyse, İsa geldiğinde Eski Ahit’teki tapınak törenleri sona erdi. Koloseliler 2:16 ayeti bütünüyle bu konuyla ilgilidir. Ancak bu Yeni Antlaşma’nın hiçbir yasası olmadığı anlamına gelmez.
“Rab, ‘O günlerden sonra onlarla yapacağım antlaşma şudur: Yasalarımı yüreklerine koyacağım, zihinlerine yazacağım’ diyor” (İbraniler 10:16).
Yüreğe hangi yasalar yazılacak? Tabii ki On Emir. Bu ahlaki yasadır. On Emir taş levhalara yazılmış ve Ahit Sandığı’na konmuştu. Şimdi bu yasalar yüreklerimizde yazılıdır. Ancak gökte de bu On Emir’in yazılı olduğu bir tapınak vardır. İbraniler 8:1–2 ve Vahiy 11:19 ayetlerine bakın. Hristiyan için halen önemli olan yegane yasalar bunlar mıdır? Dağdaki Vaaz’ı (Matta 5–7) okuyun ve İsa’nın hem On Emir’e hem de ilişkiler ve toplumsal görevlere ilişkin diğer yasalara atıfta bulunduğunu görün. Kısacası, Koloseliler 2:16 ayetinde tarif edilen tapınak sunuları sisteminin İsa öldüğünde sona erdiği doğrudur. Fakat On Emir’in ve düzgün yaşamaya, ilişkilere ve toplumsal görevlere ilişkin yasaların çarmıhta hükümlerinin kalktığı doğru değildir. Bu diğer yasalardaki ilkeler bugün hayatlarımızda geçerlidir.
Allah’ın İsrail halkına verdiği talimatlardaki ilkeler İsa’ya inananların imanlarına aktarılmalıdır, zira yasalar ilahî bilgeliği iletmektedir. Bakın Pavlus bir Yahudi yasasını İsa’nın izleyicilerine nasıl uyarlıyor:
İnsansal açıdan mı söylüyorum bunları? Kutsal Yasa da aynı şeyleri söylemiyor mu? Musa’nın Yasası’nda, “Harman döven öküzün ağzını bağlamayacaksın” diye yazılmıştır. Tanrı’nın kaygısı öküzler mi, yoksa bunu özellikle bizim için mi söylüyor? Kuşkusuz, bizim için yazılmıştır bu. Çünkü çift sürenin umutla sürmesi, harman dövenin de harmana ortak olma umuduyla dövmesi gerekir. Aranıza ruhsal tohumlar ektiysek, sizden maddesel bir harman biçmemiz çok mu? (1. Korintliler 9:8–11).
Pavlus harman döven bir öküzün tahıldan yemesine izin verilmesi hakkındaki bir Yahudi yasasını, Yeni Ahit’teki müjde hizmetinde tam zamanlı çalışanların ücretlerinin ondalıklardan ödenmesi ilkesine uyarladı!
Elçilerin İşleri 15. bölümde kayıtlı olan Yeruşalim kurulu anlatısına bakın, burada Yahudi olmayanlara “putlara sunulup murdar hale gelen etlerden, fuhuştan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve kandan sakınmaları” öğütleniyor (Elçilerin İşleri 15:20). Bu üç husus neden Yahudi olmayanlar için bilhassa önemli olarak sıralandı? Levililer 17:10–14 ayetlerine bakarsak, hem Yahudiler hem de aralarında yaşayan yabancılar için kan yenmesini yasaklayan bir yasa görürüz; görünürde bunun nedeni sağlık değil, kanın kefareti sağlayan hayvanın canını temsil etmesiydi.
Levililer 18. bölümde hem Yahudileri hem de Yahudiler arasında yaşayan yabancıları ilgilendiren, cinsel ahlaka ilişkin başka yasalar da vardı. Ek olarak, Levililer 20. bölümde hem Yahudiler hem de aralarında yaşayan yabancılar için putperestliğin yasaklandığını görüyoruz.
Koloseliler 2:16 ayeti Şabat konusunu işlediğimizde daha kapsamlı olarak incelenecek. Fakat şimdilik tapınakla bağlantılı simgesel ve öngörüsel törenlerin ve ayinlerin çarmıhla birlikte sona erdiğini, ancak İsrail’de toplumsal ve ahlaki yasalarla iletilen doğru yaşama ilkelerinin günümüzde halen uygulanabilecek evrensel ilkeler olduğunu anlamalıyız.
[1] KK’de “Atalarımızın” olarak tercüme edilen kelime Grekçede “presbuteros” sözcüğüdür ve yaşlı dinî öğretmenlerden veya yasayı yorumlayanlardan söz eder. Bu yazıda biz bu kişilerden bahsederken “ihtiyarlar” sözcüğünü kullanacağız.
[2] İsrail’de, Allah ile insanlar arasında aracılık yapıp Allah’a kurban sunma gibi dinsel işlerle uğraşan görevli. İncil'de Mesih başrahip olarak imanlılara şefaat eder. “Kâhin” sözcüğünün olumsuz çağrışımından ötürü, bu yazıda “rahip” sözcüğü tercih edilmiştir.